1 Nisan 2016 Cuma

ABD Türkiye'de Neyin Peşinde? G-20'de Obama-Erdoğan Görüşmesi ve Açıklamaların Şifreleri!



ABD Türkiye'de Neyin Peşinde? G-20'de Obama-Erdoğan Görüşmesi ve Açıklamaların Şifreleri!



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
17 Kasım 2015 Salı  
Cahit Armağan DİLEK 
tarafından yazıldı.






Erdoğan yönetiminin çok önem verdiği G-20 zirvesi sona erdi. Evet, zirve Türkiye'nin ev sahipliğinde yapıldı; ama Türkiye Cumhuriyeti hükümetini zirvede göremedik ve Türkiye'de sanki iki başlı bir yönetim varmış görüntüsü veren şekilde tamamen CB Erdoğan'ı merkeze alan bir organizasyon şeklinde gerçekleşti. 
 Buradan iç politikaya mesaj verilmesinin de hesaplandığını söylemek hiç de abartı olmayacaktır. CB Erdoğan için en önemli anlar, kuşkusuz ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşmeydi. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, CB Erdoğan'ın heyete MİT Müsteşarını dahil etmesi demokratik batılı ülkelerde hiç de gördüğümüz bir durum değildi. Aksine istihbarat şeflerinin ülkenin diplomatik ve siyasi ilişkilerde ön planda tutulması, heyetlere dahil edilmesi Ortadoğu Arap ülkelerine mahsus bir şeydi. Bu haliyle verilen mesaj Türkiye açısından hiç de olumlu olmadı.

Obama-Erdoğan ortak basın toplantısına gelince; CB Erdoğan açıklamalarında Obama ile şahsi dostlukları olduğu algısını yaratacak şekilde "dostum Barack Obama" ya da "sevgili Barack" gibi ifadeler kullanmasına karşın Obama, "CB Erdoğan" ifadesini kullandı. CB Erdoğan, ABD ile Türkiye'nin model ortak ve stratejik ortak olduğunu ifade etmesine rağmen Obama bunları duymazdan gelip Türkiye'nin IŞİD karşıtı koalisyonun önemli bir ortağı olduğunu belirtmekle yetindi ve NATO müttefikliğine dikkat çekti. Bu ifadeler, ABD'nin Türkiye ile ilişkileri hangi çerçeveye oturttuğunu göstermesi açısından dikkat çekiciydi ve CB Erdoğan'ın beklentisini boşa çıkarmış oldu. 

Obama: Türkiye-Suriye Sınırının Güçlendirilmesini Konuşuyoruz

Basın toplantısında Obama'nın söylediği bir ifade Türk medyasında yeterince dikkat çekmedi. Obama, IŞİD'in halen kullanma imkanı bulduğu Türkiye-Suriye 
sınırını güçlendirmek için neler yapılması gerektiğini görüştüklerini söylemişti. Aynı gün öğleden sonra Obama'nın ulusal güvenlik danışmanı yardımcısı da açıklamalarında hemen hemen aynı ifadeleri kullandı. G-20 zirvesinden birkaç gün önce aynı ifadeleri Pentagon sözcüsü de kullanmıştı.  

Peki, bu açıklamalar ne anlama geliyor? Amerikan F-15C uçaklarının Türkiye'nin talebi üzerine Türk hava sahasını korumak üzere İncirlik'e gönderilmesinin 
açıklanmasından sonra yapılan bu açıklamalar aslında durumu çok daha kritik bir hale getiriyordu. Obama'nın G-20 zirvesinin son günü yaptığı basın toplantısında IŞİD'e karşı yapılacaklardan bahsederken uçuşa yasak saha, güvenli bölge ve kara harekatını dışlayan ancak yine sınır güvenliğine vurgu yapan açıklaması kuşkusuz Türkiye-Suriye sınırına işaret ediyordu.

G-20 Zirvesi Sürecindeki Diğer Gelişmeler

G-20 zirvesi devam ederken ilginç gelişmeler de basına yansıdı. Pentagon sözcüsü, uçuşa yasak saha-güvenli bölge oluşturulmasının gündemlerinde 
olmadığını açıkladı. Obama da son basın toplantısında uçuşa yasak sahanın neden oluşturulamayacağını net olarak açıkladı. Böylece Erdoğan yönetiminin çok önem verdiği bu konu bir kez daha ABD tarafından yok sayıldı. ABD, Suriye Demokratik Güçlerine ikinci kez silah ve patlayıcı yardımı gönderdiğini açıkladı. Yardımın hedeflendiği gibi Suriye Arap Koalisyonuna ulaştığını iddia etti, tabi halen inanan varsa. Ama bu kez ilkinden farklı olarak havadan değil kara yoluyla ulaştırılmış. Peki bu yardım nereden geçmiş olabilir? Ya Türkiye üzerinden ya da Peşmerge üzerinden. Her iki seçenekte de Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD kontrolündeki bölgeden geçmiş olacaktır. Bu durumda PKK/PYD'nin bu kargodan paylarını almadıklarını söylemek hayatın normal akışına hiç de uygun değildir.

Diğer taraftan Obama'nın ulusal güvenlik danışman yardımcısı: “ABD'nin PYD/YPG'ye yönelik tavrında değişiklik olmadığını belirterek Türkiye'nin terör 
örgütü dediği bir örgütle işbirliğine devam edeceklerini bir kez daha açıkça beyan etti.” Buna karşılık hiçbir Türk yetkiliden karşı bir cevap gelmemesi de 
dikkat çekicidir.

Bunların dışında Türkiye uzun menzilli hava savunması kapsamında Çin'den almayı öngördüğü ihaleyi iptal ettiğini duyurdu. Böylece Türkiye'nin hava savunması ABD'nin Avrupa'ya kurmakta olduğu (her ne kadar Türkiye kapsama alanı içinde olmasa da kağıt üzerinde ve siyasi söylemlerde kalmak üzere) Füze Kalkanı Projesine emanet edilmiş oldu. Bir diğer gelişme de Dışişleri Bakanı’nın kara harekatıyla ilgili açıklaması oldu. Bakan Türkiye'nin tek başına kara harekatı yapmayacağını söyledi. Halbuki aynı Bakan daha birkaç gün önce IŞİD'e karşı kapsamlı askeri harekatlardan bahsediyordu.

ABD Neyin Peşinde?

G-20 zirvesinin hemen öncesinde ve sürecinde meydana gelen gelişmeler ve yapılan açıklamalar ile IŞİD'le mücadele kapsamında bugüne kadar yaşananlar hep birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşabiliriz: Suriye'deki kriz ve iç savaş kapsamında AKP iktidarının öngörülerinin ve taleplerinin hiçbiri gerçekleşmedi.  
Son olarak uçuşa yasak saha ve güvenli bölge taleplerinin Obama tarafından bir kez daha masa dışında bırakılması bunun son somut örneği oldu. ABD önce IŞİD, sonra Suriye'deki Rus askeri varlığı ile münferit hava sahası ihlallerini bahane göstererek "hatırı sayılır" bir Amerikan askeri varlığını Türkiye'ye 
konuşlandırmaya devam ediyor. Son olarak Türkiye'nin hava sahasının korunması nın  Amerikan savaş uçaklarına emanet edilmesi ABD'nin ele geçirdiği inisiyatifin Türkiye açısından kötü bir tezahürüdür. Çünkü bu bir anlamda egemenliğin devri ya da en azından paylaşılmasıdır.

Bir ilginç gelişme de Çin'den alınacak uzun menzilli füze ihalesinin NATO sistemlerine entegre edilemeyecek olması ve teknoloji transferi yapılamayacak olması nedeniyle iptal edilmesidir. Aslında Çin füzesinin alınmasının gerçekleşmeyeceğini bu işin içinde olan herkes herhalde biliyordu. Çin füzelerinin NATO sistemlerine entegre edilemeyeceğini, bu durumda da kullanımının anlamsız olacağını söylemek için uzman olmaya bile gerek yoktu. 
Halbuki bu yılın başlarında yapılan açıklamalarda Çin'in teknoloji transferi yapacağı ve füzelerin NATO sistemlerine entegre edilmeden kullanılacağı ifade 
edilmişti. Anlaşılan o ki, AKP iktidarı Çin füzesi alımını Batı, özellikle ABD'ye karşı kamuoyunun bilmediği hususlarda bir pazarlık unsuru olarak kullanmaya  çalıştı. Bu pazarlıkta ne oldu da Çin füzesi ihalesi iptal edildi anlaşılır değildir. Belli ki Türkiye bu pazarlıktan bir şey kazanamadı. Çünkü Suriye krizinin başlangıcında Türkiye'ye yerleştirilen 3 ayrı noktadaki Patriot sistemlerinden ikisi alelacele çekildi, İncirlik bölgesini koruyan halen duruyor. Acaba bu yolla Türkiye'ye füze savunmasında yalnız bırakılacağı mesajı mı verildi de Türkiye Çin füzesinden vazgeçmek zorunda kaldı? Çünkü uzun menzilli hava savunma ihalesinin iptal edilmesi de Türkiye'nin hava savunmasını görünürde NATO ama aslında ABD'ye emanet etmesi anlamına gelmektedir.

Bunların yanında perde arkasında yürüyen, belki Türk karar vericilerin de farkına varamadığı bir gelişme, Türkiye-Suriye sınır güvenliği konusunda yaşanıyor. Uçuşa yasak saha ve güvenli bölge seçeneğini gündeme almayan ABD daha IŞİD krizinin ilk günlerinden bu yana dile getirdiği sınır güvenliği konusunu yeniden en üst perdeden yoğun bir şekilde gündeme getirmiş durumdadır. Daha önceleri Türkiye'den IŞİD'in geçişlerini önlemek üzere sınır güvenliği için gerekli tedbirlerin almasını isteyen ABD şimdilerde bu konularda müşterek bir işbirliğinden, Türkiye'ye nasıl destek sağlayacağından bahsetmektedir. Kaygım hava sahasının korunmasında olduğu gibi Amerikan askeri kuvvetlerinin bu sefer karada sınır güvenliği gerekçesiyle Türkiye'de konuşlanmasıdır. Çünkü İncirlik Mutabakatıyla oluşturulan algı buna ortam hazırlamaktadır. Amerikalı yetkililerin açıklamasında açıkça ifade ettikleri gibi IŞİD'l mücadelenin gerektirdiği kadar askeri kuvvet (hatırı sayılır sayıda) Türkiye'ye getirilecek ve IŞİD'le mücadele sona erinceye kadar Türkiye'de kalacaktır. Adı İncirlik olmasına rağmen Amerikaların anladığı sadece hava kuvvetlerinin Türkiye'de konuşlanması değildir, muhtemelen IŞİD'le mücadele için gerekirse kara kuvvetleri, özel kuvvet birlikleri de Türkiye'de konuşlanabilecek tir. Böyle bir askeri yığınaklanma yı sadece IŞİD'le mücadele kapsamında görmek saflık olacaktır.

Haziran ayında Tel Abyad'ın düşmesi üzerine Türkiye'nin Suriye’nin kuzeyine müdahalesinin konuşulduğu bir dönemle hızlı bir adımla İncirlik Mutabakatını 
uygulamaya koyduran ABD, Türkiye'nin müdahale ateşini söndürmüştü. Yine 1 Kasım seçimleri sonrasında Türkiye'nin bu sefer yoğun bir şekilde kara harekatını konuştuğu bir dönemde ABD'nin Türkiye-Suriye sınırını güçlendirmek için destekten bahsetmesi dikkat çekicidir. (Sonrasında AKP iktidarının yavaş yavaş kara harekatının olamayacağına yönelik açıklamaları ise daha da dikkat çekicidir.) 

Yine kaygım o dur ki, AKP iktidarının gel-gitler gösteren açıklamaları ABD'yi kuşkulandırmakta ya da ABD'ye fırsatlar yaratmaktadır. ABD de Suriye’nin 
kuzeyindeki projesini gerçekleştirmek üzere Türkiye'nin güneye doğru sınırı geçmesini kontrol etmek (ve gerektiğinde önlemek) üzere savaş uçaklarından sonra kara kuvvetlerini de Türkiye'de konuşlandırmanın hesabını yapmaktadır. Aynı kaygımın devamı odur ki bu destek Türkiye-Suriye sınırının güçlendirilmesi ile kalmayacak, sınırın Türkiye tarafında hem havadan hem de karadan ABD askerinin kontrol ettiği Türkiye'ye karşı; fakat Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD varlığını korumaya yönelik bir uçuşa yasak saha-tampon bölgeye dönüşmesidir. Bunun bir adım ilerisi de bu bölgenin Türkiye içinde güneydoğuyu kapsayacak şekilde genişlemesidir.

Evet, oyun büyük ve oyun içinde oyun oynanıyor. Bu oyunları çözebilmek ve bozabilmek için acilen Türkiye'nin milli çıkarlarını merkeze alan bir yaklaşımın 
izlenmesi hayatidir. 


Uzman Hakkında
Cahit Armağan DİLEK
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
cadilek9011@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Suriye Sınırında Türk Hava Sahasını Amerikan Savaş Uçakları Koruyacak! Peki Ya T.C. Egemenliği? 
  Türkiye IŞİD'e Karşı Suriye'de Kara Harekatı Yapabilir mi? 
  ABD Türkiye'de Neyin Peşinde? G-20'de Obama-Erdoğan Görüşmesi ve Açıklamaların  Şifreleri! 
  Paris'te IŞİD saldırısı ve Türkiye'yi bekleyen büyük tehdit! 
  İncirlik Mutabakatıyla Türkiye'ye Kaç Amerikan Askeri Gelecek? ABD Kalıcı Mı, Geçici Mi? 
  NATO'nun Türkiye'de ne işi var? 
  AKP İktidarından Suriye'de Büyük Geri Adım ve Keskin U Dönüşü! Şimdi Ne Olacak? 
  PKK'nın Yol Haritası: Ya çözüm süreci kumpasına dönüş ya da iç savaşa giden ayaklanma! 
  Türkiye Gözümüzün Önünde Bölünüp İşgal Edilirken... 
  Suriye'de IŞİD'e Karşı Operasyona Başlayan Türkiye'yi Bekleyen Tehditler 
  İncirlik Mutabakatının Stratejik Sonuçları 
  Suruç Saldırısının Türkiye Açısından Stratejik Sonuçları ve Etkileri 
  ABD'nin Askeri Stratejilerinde Türkiye'nin Yeri 
  AKP'nin Ortadoğu Politikasının İflası: S.Arabistan'ın Büyük Kürdistan Planı ve 
  Suriye'de Kürt Koridoru 
  Çözüm Süreci Sorunu Neden Çözemez? 
  İmralı'da Büyük Kürdistan Kuruluyor 
  Şah Fırat Operasyonunun Türkiye Açısından Stratejik Sonuçları ve Etkileri 
  ABD'nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Stratejide Türkiye'nin Yeri 
  Çözüm Sürecinde Kelime Oyunları Ve Türkiye Cumhuriyeti'ne Kurulan Tuzak! 
  2015'de Türkiye ve Dünyada Beklenen Kriz ve Çatışmaların Olasılıkları, Etkileri ve Öncelikleri  
  Hükümetin Kamu Düzeni Sağlansından Kastı  
  ABD'nin IŞİD konulu "Harp Oyunu"; IŞİD'le mücadelede neler olacak?  
  ABD Düğmeye Bastı: Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor 
  IŞİD tehdidinin "Kazananları" ve "Kaybedenleri" 
  IŞİD Eliyle Irak'ın Yeniden Dizaynı: Kerkük'ten Sonra Musul Barzani'ye Peşkeş Mi Çekiliyor? 
  Türkiye'nin Cumhurbaşkanını Seçmek; Kim Seçilirse Ne Yapar, Hangi Kararları Alır? 
  Başbakan'ın "Terörün Nedeni" Tanımlaması ve Türkiye'yi Bekleyen Tehlikeler 
  PKK'nın zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin bölünüşünü ilan eden kanun 
  TSK Neden Hedef Alındı ve Nasıl Bertaraf Edildi? 
  Üç Kollu Gemi Halatı ve Yeni MİT Yasası 
  AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda 
  Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve  Cemaat 
  İki Buçuk Savaş Tehdidinden "İki Buçuk Devlet & İki Buçuk Hükümet Tehdidi"ne 
  Dönüşen Türkiye'nin Beka Sorunu 
  Amerikan İstihbaratının 2014 Yılı Küresel Tehdit Değerlendirmesi ve Türkiye'nin Durumu 
  ABD-Romanya Stratejik Ortaklığı; ABD Artık Sürekli Karadeniz'de  
  ABD Enerji Alanında da Süper Güç Oluyor 
  Tokyo 2020; Küresel Güç Dengeleri ve Asya-Pasifik'in Yükselişi 
  Esad'ı Cezalandırmak ve Askeri Operasyonun Sürpriz Etkisi 
  Amerikan Ordusu Suriye’de Askeri Harekâta Hazır mı ve Sürdürebilir mi? 
  ABD Suriye'yi Neden Vurmalı, Neden Vurmamalı?  

***

ABD Düğmeye Bastı: Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor



ABD Düğmeye Bastı: Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor 


   
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Cahit Armağan DİLEK tarafından yazıldı.
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
20 Ekim 2014 Pazartesi



IŞİD'in Irak ve Suriye'de başlattığı işgaller kapsamında Türkiye sınırının hemen dibindeki Suriye'nin Ayn El-Arab (Kobani) kentini Türkiye ve dünya gündeminde 
uzunca süredir en üstte tutanların (PKK/KCK) Büyük Kürdistan'a giden yoldaki beklentileri hayata geçmeye başladı. Özellikle yaklaşık son on gündür meydana 
gelen görüşmeler trafiği ve açıklamalar bunları ortaya koymaktadır. 

Kobani Bahaneli Terör.,

Türkiye'de PKK/KCK/HDP'nin çağrısıyla Kobani'yi savunduğu söylenen PYD / YPG'ye yardımın önün açılması (daha doğrusu sınırda serbest bir koridorun açılarak sorgusuz sualsiz her türlü insan ve malzemenin, silahın geliş - geçiş yapabilmesi) dayatmasıyla Türkiye bir terör dalgasına maruz bırakıldı. Bu terör dalgası hükümetin HDP üzerinden İmralı'daki Öcalan'a ulaşmak zorunda kalmasıyla PKK/KCK/Öcalan cephesi terörle bir şeyler alabileceklerini bir kez daha gördü. 
Ve bunun üzerine Öcalan'dan terörü sona erdirmekle ilgili değil çözüm süreciyle ilgili diyalog ve müzakerenin hızlandırması çağrısı (yani aslında hükümete eğer 
müzakere şartları oluşmazsa yani benim şartlarım değişmezse terör devam eder tehdididir) geldi. Nitekim hükümetin gündeminin en üst konusu Öcalan'ın 
şartlarının iyileştirilmesi oldu.

Bununla eş zamanlı yürüyen diğer konuda yani Türkiye'nin IŞİD'e karşı oluşturulan koalisyona girmesi bağlamında Suriyeli muhaliflerin eğitilip-donatılması projesine PYD/YPG'nin dolayısıyla PKK'nın da alınıp alınmayacağı tartışılmaktaydı. PYD'nin PKK'nın uzantısı olması nedeniyle hem Türkiye hem ABD görünürde tereddüt yaşamış, çelişkili açıklamalar yapmışlardı.

ÖSO Devre Dışı, Suriye'nin Kuzeyinde Esas Muhalif Güç Kürtler 

İşte tam bu sırada hızlı gelişmeler oldu. ABD kararını vermiş ve harekete geçmişti yani düğmeye basmıştı sanki. Önce ABD'nin 2012'den bu yana PYD ile 
dolaylı görüşmeler yapmış olduğu basına sızdı. Sonra bizzat Amerikan Dışişleri Bakanlığı PYD ile bu hafta doğrudan görüşmeye başladıklarını ve hatta Kobani' de istihbarat paylaştıklarını açıkladı. PYD sözcüsü bir adım daha ileri giderek ABD ile Kobani'deki Kürtlere (yani PYD'ye) askeri yardımın nasıl yapılacağını  görüştüklerini açıkladı.

Amerikan Dışişlerinin açıkladığı bu faaliyetlerle hemen hemen aynı zaman diliminde konuyla ilgili başka gelişmeler de oldu. Obama'nın özel temsilci 
sıfatıyla IŞİD stratejisinin koordinatörlük görevine getirdiği (E) Org. John Allen göreviyle ilgili olarak Türkiye dahil bölge ülkelerine yaptığı ziyaret sonrasında değerlendirmelerde bulunmak üzere geçen Çarşamba günü basın toplantısı yaptı. Allen basın toplantısında, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve ılımlı muhaliflerin nasıl bir yapı oluşturacağıyla ilgili sorular üzerine: "ÖSO ile resmi bir koordinasyonumuz yok. Eğiteceğimiz ılımlı muhalifleri ÖSO'nun içine katma gibi düşüncemiz de yok." dedi. Allen, Suriye'de siyasi muhalefeti güçlendirmek için ABD ve koalisyon ortaklarının çalışmakta olduğunu, bu siyasi muhalefetle bağlantılı "güvenilir bir kara kuvvetinin" de oluşturulacağını, ancak bu kuvvetin çok dikkatli incelemelerle seçilerek oluşturulacağını açıkladı. Yani Allen ABD'nin ÖSO'yu devreden çıkaracağını ve yerine başka bir ortak koyacağını açıklıyordu. Allen'in söyledikleri aslında ABD'nin sadece PYD konusunu değil daha geniş yelpazede ve sonuçları Türkiye'deki süreci de etkileyecek şekilde Barzani-Kobani-PYD(PKK) konusuna el attığını gösteriyordu.

ABD-Suriye'nin Kuzeyi-Irak'ın Kuzeyini Görüşüyor

Peki bu güvenilir kara kuvvetinin bel kemiğini kim oluşturacaktı? ABD ne planlıyordu? İşte bunun cevabı da geçen bir hafta on gün içinde Irak'ın 
kuzeyindeki görüşmeler ve toplantılarda saklı. Bunlarla ilgili haberler önce Barzani yönetimine yakın haber sitelerinde daha sonra bölge ve dünya genelindeki haber ajanslarınca yayımlandı. Buna göre;

    - Suriyeli bütün Kürt parti temsilcilerinin (PYD'li Salih Müslüm dahil) Barzani'nin çağrısıyla Dohuk'ta Suriyeli Kürtlerin birliğinin oluşturulmasına 
yönelik  olarak geçen hafta başında toplantılar yaptılar. Bu toplantı ABD'nin yönlendirmesiyle yapılıyordu ve toplantılara Amerikan Dışişleri Bakanlığı 
yetkilileri de katılıyordu. ABD, Suriye'deki Kürtlere yardım etmek için bir şart koymuştu, o da Suriyeli Kürtlerin hepsinin (PYD dahil) tek bir yapı içinde 
birleşmesiydi. (Böylece PYD/YPG'ye verilecek yardım doğrudan verilmemiş olacak ve Türkiye'nin muhtemel tepkileri önlenmiş olacaktı. Esasen PYD/YPG, ABD'nin terör örgütleri listesinde değildi, dolayısıyla kendi iç hukukları açısından bir sıkıntı yoktu; ama Türkiye ile ilişkilerin gerilmesini de istemiyorlardı.) Ve 
toplantının liderliğini de Suriye'nin kuzeyinde PKK öncüğünde oluşturulan kanton yönetimlerine ve PYD/YPG'ye karşı tutum sergilemiş olan Barzani yapıyor, aynı 
Barzani PYD'ye silah yardımı yaptıklarını da açıklıyordu. Buradaki en can alıcı nokta Suriye'nin kuzeyinde Kürtleri bir araya getirme (Suriye Kürdistanı ya da 
Batı Kürdistan) projesinin liderliğinin Barzani'ye verilmesine PYD'den  ve dolayısıyla PKK/KCK/Öcalan cephesinden hiçbir itiraz gelmemiş olmasıdır. Bu 
durum bütün bunların Öcalan'ın ve Kandil'in bilgisi dahilinde gerçekleşmiş olduğunu da göstermektedir.

   - Nitekim bu haberleri veren haber sitelerinde Suriyeli Birlik Kürt Partisi Genel Sekreterine atfen Suriyeli Kürtlerin Ankara’daki ABD Büyükelçisi ile de bir araya geldikleri, görüşmede Rojava’daki Kürtler için potansiyel ABD ve uluslararası destek üzerinde durulduğu da bildiriliyordu. Aynı haberlerde ABD’nin desteğini alabilmeleri için Kürt gruplarının birlikte çalışması gerektiğinin söylendiği, bu maksatla Duhok’ta Suriyeli Kürt gruplar arasında geniş kapsamlı bir toplantı yapıldığı, ayrıca grupların Kürt bölgelerini savunmak için ortak bir güç oluşturulması olasılığını görüştükleri de açıklanıyordu.

    - Bu toplantılarla bağlantılı olarak Salih Müslim'in Erbil ziyaretini müteakip Irak Kürt bölgesi parlamentosu Suriye'deki Kürt kantonlarını resmen tanıdığını 
açıkladı. Aynı karar metninde Barzani yönetimine de anılan kantonları tanıma ve buralara yardım etme çağrısı yapıldı.

Türkiye Bocalıyor 

ABD-Barzani-Kobani (PYD) üçgeninde bu gelişmeler yaşanırken Türkiye'de Kobani bahaneli terör gündemden düşmüş, hükümet İmralı'dan gelen tehditkar mesajlar karşısında Öcalan'ı müzakereye razı etmek için hapishane şartlarını iyileştirme konusuna odaklanmıştı. Bununla beraber her nedense IŞİD saldırıların yoğunlaştığı günlerin aksine ABD'nin Kobani çevresindeki IŞİD hedeflerine yönelik hava saldırıları artmış, IŞİD'ın ilerleyişi durma eğilimine girmişti. 
Böylece Kobani'ye yardım konusu da gündemde alt sıralara düşmüş, hükümet akil insanlar vasıtasıyla Öcalan'ı ön plana çıkarmaya başlamıştı. Diğer taraftan 
Türkiye'nin yönetiminde en üst makamlarda kafaların karıştığı, bırakın harekete geçmeyi nasıl bir pozisyon alınacağı konusunda da farklı görüşler vardı. 
Başbakan ve yardımcılarından Öcalan'ın şartlarının iyileştirilebileceğinden, PYD ile görüştük bu bir anlamda onları meşru görmedir şeklinde açıklama gelirken; 
Cumhurbaşkanı: "PYD bir terör örgütüdür, Öcalan'ın şartlarında mevcut durumdan daha ileri yapacak bir şey olamaz" şeklinde açıklamalar yapıyordu. Diğer taraftan yine hükümet tarafından çözüm sürecinde PKK/KCK tarafının verilen hiçbir sözü yerine getirmedikleri; ama hükümetin süreçten vazgeçemeyeceği gibi tavizkar açıklamalar geliyordu. Bu yalpalamalar tabii ki hem PKK/KCK hem de bölgede inisiyatifi ele geçirmekte olan ABD tarafından bir zayıflık olarak görülüyor, ön alıcı karar ve uygulamalarla AKP hükümetini de facto durumlarla karşı karşıya bırakma şansı yakalıyorlardı.

ABD Kararını Veriyor

Anlaşılan o ki ABD, IŞİD'in Kobani'ye saldırısının 

(1) Türkiye'deki çözüm sürecini, 

(2) Kobani özelinde PYD/YPG'nin statüsü ya da Suriye'nin kuzeyindeki 

Kürtlerin statüsünü, 

(3) Eğitilecek Suriyeli ılımlı muhalifleri,  


(4) Barzani'nin pozisyonunu, 


(5) Türkiye'nin çözüm süreci, IŞİD, ÖSO, PYD politikalarını hep birden birbirine bağlı ve çakışır hale getirdiğini ve inisiyatif alacak bir ABD'nin, IŞİD eliyle Ortadoğu'yu dizayn etmeye Kürtlerin yaşadığı bölgelerden başlayabileceğini gördü. Liderlik pozisyon almak değil karar verip uygulamaya geçmektir. İşte ABD de bu aşamada liderliğini gösterdi, Kobani merkezli olarak yukarıda belirtilen alanlarda meydana gelen gelişmelerin (kamuoyuna yansımayan perde arkası gizli görüşmeler ve mesaj trafiğinin de olduğunu düşünmeliyiz) son halini değerlendirdi, IŞİD sonrasında öngördüğü güç dengelerine göre kararını verdi ve harekete geçti. Konuyla ilgili diğer aktörlere de ABD'nin bu kararını ve uygulamalarını takip etmek düşüyor.

ABD'ye göre Suriye'nin kuzeyinde IŞİD'le mücadelede Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)'na güvenilmezdi. Çünkü ÖSO'nun yapısı uyumlu çalışmıyor, savaşma yetenekleri yok, en önemlisi El Kaide bağlantılı El Nusra cephesiyle alanda çok sık koordinasyonlara girdiği biliniyor. Dolayısıyla Suriye'de ılımlı muhaliflerin bel kemiği olamaz. 

Onun yerine Suriyeli Kürtler en iyi seçenektir. Çünkü komşu ülkelerdeki Kürtler destek alabilecekleri gibi IŞİD'in saldırılarının başladığı Haziran'dan bu yana 
dünya kamuoyunda mağdurluk ve kahramanlıklarıyla(!) öne çıktığından batılı ülkelerden de destek gelecektir. Zaten batılı ülkeler Barzani üzerinden 
Kürtlere yoğun bir askeri destek programı başlatmışlardı. Aslında IŞİD kriziyle birlikte ABD başta olmak üzere batılı ülkelerin öncelikle ve ağırlıkla Barzani yönetimine politik ve askeri destek yağdırmaya başlamaları onların birIŞİD krizi beklentisinde olduklarını ve IŞİD sonrasında Kürtlerin yeni aktör olarak bölgede yer almasına önceden karar verdiklerini de gösterebilir. İki Irak savaşıyla Iraklı Kürtler devlet olma seviyesine getirilmiştir. Şimdi sıra Suriyeli Kürtlerdedir. Türkiye'de ise AKP'nin çözüm süreci politikasıyla Kürtlerin tek temsilcisi konumuna getirilen PKK/KCK vasıtasıyla bu iş zaten yapılmaktadır.

İşte Suriye'nin kuzeyindeki Kürtlerin bir araya getirilmesi de Barzani liderliğinde yapılırsa o desteğin Suriye'nin kuzeyine aktarılması da sağlanabilecektir. Ayrıca Suriyeli Kürtlerin birleşmesi o bölgenin hakim silahlı gücü PYD/YPG'nin de görünürde meşru bir yapının altına girmesini sağlayacağından PKK terör örgütüyle bağlantılı bir gruba da açıkça askeri destek verilmemiş olacaktır. Ayrıca PYD'nin bu şekilde desteklenmiş olması PKK/KCK yapısını da belirli ölçüde rahatlatacaktır. Ne de olsa Suriye'de kendi kolu olan PYD ılımlı muhaliflerin esas silahlı gücü olacak, sonunda bunun politik getirisi de mutlaka olacaktır. Ayrıca PKK tehdit/şantaj/terörle Öcalan'ın vazgeçilmez müzakereci olduğunu, bunun devamı için hapishane şartlarının iyileştirilmesini Türkiye'de hükümetin zaten öncelikli maddesi yapmıştır. PKK/KCK tarafının Öcalan'ın müzakere etme koşullarına kavuşturulmasından kasıtları Öcalan'ın hapishaneden çıkarılmasıdır. Süreci bizzat dizayn eden kişi olarak çözüm sürecinin bu rotaya gittiğini bilen ve hükümetin taleplerini birer birer karşıladığını gören Öcalan da özgür kalacağından emindir, bu sadece zamanlama meselesidir. Dolayısıyla Öcalan açısından şu aşamada Suriye'nin kuzeyindeki birlik oluşumuna Barzani'nin 
liderlik yapmasını sorun etmeye, süreçte hükümetle gereksiz kırılmalar yaratmaya gerek yoktur. Öcalan özgür kaldığında bu konu zaten tekrar ele alınacaktır. 

Diğer taraftan AKP hükümeti de Öcalan'ı fiziki özgürlüğüne daha da yakınlaştıracak yeni tedbirleri (Öcalan'ın istediği herkesle görüşmesi, doğrudan 
kamuoyuna mesaj verebilme vs) hayata geçirecek adımları hızlandırmıştır. Yani hem ABD'nin hem de Öcalan'ın öngörüleri tıkır tıkır işlemektedir.

Sonuç olarak;

ABD Türkiye'nin dış politikasında ve terör örgütleriyle mücadelesinde zig zag çizen, istikrarsız ve kararsız tutumdan da faydalanarak PYD ile resmi görüşmeler başlatıp düğmeye resmen basmıştır. Bu kapsamda Suriye'nin kuzeyinde Kürtleri esas unsur olarak seçmiş, onlara eğer benden yardım istiyorsanız birlik olun mesajı vermiş, şimdilik Barzani'yi de bu işe göz kulak olması için görevlendirmiştir. ABD ayrıca, Suriye ve Irak'ta dış müdahaleyle yapılanı yani Kürtlere yeni topraklar kotarılarak bağımsız bir devlet olmalarının önün açılmasını ne de olsa Türkiye'de AKP iktidarının bilerek veya bilmeyerek izlediği politikalarla kendi elleriyle yaptığını görmektedir. 

Dolayısıyla ABD aldığı karar ve uygulamalarıyla Türkiye'deki süreci de kontrol altına alabilmekte, yönlendirebilmekte, kendi çıkarlarına uygun şekilde ve zaman diliminde gerçekleşmesine etki edebilmektedir.

Obama'nın IŞİD stratejisinin koordinatörü (E) Org. John Allen'in söylediği gibi ABD Suriye'de siyasi-askeri yapısı olan yeni bir ılımlı muhalefet hazırlamaktadır. İşte bu yeni gücün esasını ve liderliğini Suriyeli Kürtler yapacaktır. Bu da Suriye Kürdistanı'nın PKK/KCK cephesinin söylemiyle Batı Kürdistan'ın kurulmasıdır. Yine aynı cephenin Kuzey Kürdistan dediği Türkiye topraklarında ise, Öcalan'ın yönettiği çözüm süreciyle sonuca ulaşılacaktır. 
Onun sonucu da Öcalan'ın özgür kalmasıdır. Öcalan'ın özgür kalması Kuzey Kürdistan'ın kurulması demektir. Parçaların birer birer oluşturulması büyük 
resmi yani Büyük Kürdistan'ın oluşturulmasının önünü açmış olacaktır.  Çünkü sızan İmralı zabıtlarında Öcalan kendisini ziyarete gelenlere: "hükümete 
kendisiyle ilgili hiçbir talepte bulunmadığını, çünkü bu süreç tamamlandığında kendisi dahil herkesin özgür kalacağını" söylemektedir. Yukarıda anlatılan bütün 
gelişmeler de Türkiye'nin bekasına tehdit oluşturan bu sonuçların maalesef gerçekleşeceğinin birer göstergesidir. Bu durum aynı zamanda ABD liderliğindeki batı koalisyonun IŞİD stratejisinin yani IŞİD eliyle bölgeyi dizayn girişiminin ilk somut sonucu olacaktır.

Yorumlar;
  
Akp Bölünebilir / Eren Durmuş / 23 Ekim 2014 - 22:27

  _ Akp içindeki kürt bakan ve m.vekillerinin gönlünü yapma uğruna, memleketi risklerden risklere atma aymazlığı. dış politikada hiç birşey bilmiyorsan, 
     statükoyu korursun. gücün yoksada varmış gibi davranmazsın. blöfle dışilişkiler buraya kadar yürür.



  HAKAN TUĞ / 22 Ekim 2014 - 17:57

  BU DURUDA AKP YE OY VERENLER MUTLU OLSUNLAR. RTE DE BU SÖZDE ÇAPULÇULARIN DEVLETİNE CUMHURBAŞKANI OLSUN. YAKIŞIR DOĞRUSU......

    Dimyat'a Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak / Tuncay NEHİR / 22 Ekim 2014 - 13:19

  Türklerden arındırılmış Kerkük'ün 6 trilyon dolarlık petrolü, AKP yönetimine pay vermeden mi Akdeniz'e, İsrail'e ulaşacak? Sivas'ın Doğusu PKK'ya bedelsiz mi 
verilmiş olacak? Sivas'ın Batısı IŞİD'in yeni oyun alanı mı olacak?




Uzman Hakkında
Cahit Armağan DİLEK
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
cadilek9011@gmail.com


Uzmanın Diğer Yazıları

  Suriye Sınırında Türk Hava Sahasını Amerikan Savaş Uçakları Koruyacak! Peki Ya  T.C. Egemenliği? 
  Türkiye IŞİD'e Karşı Suriye'de Kara Harekatı Yapabilir mi? 
  ABD Türkiye'de Neyin Peşinde? G-20'de Obama-Erdoğan Görüşmesi ve Açıklamaların Şifreleri! 
  Paris'te IŞİD saldırısı ve Türkiye'yi bekleyen büyük tehdit! 
  İncirlik Mutabakatıyla Türkiye'ye Kaç Amerikan Askeri Gelecek? ABD Kalıcı Mı, Geçici Mi? 
  NATO'nun Türkiye'de ne işi var? 
  AKP İktidarından Suriye'de Büyük Geri Adım ve Keskin U Dönüşü! Şimdi Ne Olacak? 
  PKK'nın Yol Haritası: Ya çözüm süreci kumpasına dönüş ya da iç savaşa giden ayaklanma! 
  Türkiye Gözümüzün Önünde Bölünüp İşgal Edilirken... 
  Suriye'de IŞİD'e Karşı Operasyona Başlayan Türkiye'yi Bekleyen Tehditler 
  İncirlik Mutabakatının Stratejik Sonuçları 
  Suruç Saldırısının Türkiye Açısından Stratejik Sonuçları ve Etkileri 
  ABD'nin Askeri Stratejilerinde Türkiye'nin Yeri 
  AKP'nin Ortadoğu Politikasının İflası: S.Arabistan'ın Büyük Kürdistan Planı ve Suriye'de Kürt Koridoru 
  Çözüm Süreci Sorunu Neden Çözemez? 
  İmralı'da Büyük Kürdistan Kuruluyor 
  Şah Fırat Operasyonunun Türkiye Açısından Stratejik Sonuçları ve Etkileri 
  ABD'nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Stratejide Türkiye'nin Yeri 
  Çözüm Sürecinde Kelime Oyunları Ve Türkiye Cumhuriyeti'ne Kurulan Tuzak! 
  2015'de Türkiye ve Dünyada Beklenen Kriz ve Çatışmaların Olasılıkları, Etkileri ve Öncelikleri  
  Hükümetin Kamu Düzeni Sağlansından Kastı  
  ABD'nin IŞİD konulu "Harp Oyunu"; IŞİD'le mücadelede neler olacak?  
  ABD Düğmeye Bastı: Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor 
  IŞİD tehdidinin "Kazananları" ve "Kaybedenleri" 
  IŞİD Eliyle Irak'ın Yeniden Dizaynı: Kerkük'ten Sonra Musul Barzani'ye Peşkeş Mi Çekiliyor? 
  Türkiye'nin Cumhurbaşkanını Seçmek; Kim Seçilirse Ne Yapar, Hangi Kararları Alır? 
  Başbakan'ın "Terörün Nedeni" Tanımlaması ve Türkiye'yi Bekleyen Tehlikeler 
  PKK'nın zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin  bölünüşünü ilan eden kanun 
  TSK Neden Hedef Alındı ve Nasıl Bertaraf Edildi? 
  Üç Kollu Gemi Halatı ve Yeni MİT Yasası 
  AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda 
  Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve  Cemaat 
  İki Buçuk Savaş Tehdidinden "İki Buçuk Devlet & İki Buçuk Hükümet Tehdidi"ne  Dönüşen Türkiye'nin Beka Sorunu 
  Amerikan İstihbaratının 2014 Yılı Küresel Tehdit Değerlendirmesi ve  Türkiye'nin Durumu 
  ABD-Romanya Stratejik Ortaklığı; ABD Artık Sürekli Karadeniz'de  
  ABD Enerji Alanında da Süper Güç Oluyor 
  Tokyo 2020; Küresel Güç Dengeleri ve Asya-Pasifik'in Yükselişi 
  Esad'ı Cezalandırmak ve Askeri Operasyonun Sürpriz Etkisi 
  Amerikan Ordusu Suriye’de Askeri Harekâta Hazır mı ve Sürdürebilir mi? 
  ABD Suriye'yi Neden Vurmalı, Neden Vurmamalı?  


***

AK PARTİ'NİN TEMELİ 1996'DA WASHİNGTON'DA ATILDI..!







AK PARTİ'NİN TEMELİ 1996'DA WASHİNGTON'DA  ATILDI..!


AKP’yi doğuran kripto Darbe Komisyonu raporunda..



http://2.bp.blogspot.com/-MsecCHPcXXc/TWPF73gpOUI/AAAAAAAACjA/uM8e1j5l4Ao/s1600/er.jpg

Darbe Komisyonu’nun 130 bin sayfaya ulaşan belgeler arasından raporuna aldığı ABD Kriptosu, iktidar partisinin kuruluşuyla ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi

28 Şubat sürecine ışık tuttu İşte 1996 tarihli ve ABD elçisine Bakan Warren Cristopher imzasıyla gelen o kriptonun özü: Erbakan’ın İslam dünyasına yönelmesi endişe verici. Çiller çekilirse Erbakan düşer ama daha güçlü gelir. Türkiye anahtar stratejik ortak olarak kalmalı. Türk askeri de harekete geçirilmeli.

Kazan: İzinsiz darbe olmaz!Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, gelinen noktayı değerlendirirken, “Kriptonun aslı Erbakan’daydı. Darbelerin hepsini ABD yapmıştır diye çok açık söylemiştim. AKP’nin fikri temeli de 20 Temmuz 1996’da Washington Enstitüsü’nde düzenlenen bir panelde atıldı” dedi.

Asiltürk: Haklılığımız ortadaRP’nin Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk de sert tepki gösterdi: 28 Şubat’ta alınan kararların tamamı, ABD’de alınan kararlardır. Erbakan da ben de bu kriptoyu basına çok önceden dağıttık ama yeni dikkat çekti. Ne kadar haklı olduğumuz ortada. 

Kazan: AKP’nin fikir babası Washington 

Refah-Yol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan, iktidar partisinin temelinin 1996 yılında Amerika’da atıldığını söyledi
Milli Görüş’ün önde gelen isimleri, 28 Şubat dönemine ait önemli açıklamalarda bulundu. Refah Yol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan AKP’nin temelinin 1996 yılında Washington’da atıldığını söyledi. Kazan, “28 Şubat sürecinde AKP diye bir düşünce söz konusu değildi. AKP düşüncesi Refah partisinin kapatılmasından sonra fikir olarak parti içinde belirmeye başladı” dedi. TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonuna gelen 1996 tarihli ABD Devlet Bakanı Warren Christopher imzalı kriptonun detaylarını Yeniçağ gazetesine anlatan Kazan, kriptonun aslının merhum Necmettin Erbakan’da bulunduğunu söyledi. Basına yansıyan kriptoyu Meclis’te kendisinin dile getirdiğini ve savcılığı da suç duyurusunda bulunduğunu söyleyen Kazan, “28 Şubat sürecinde Erbakan Başbakanlığındaki hükümetin Amerika için risk teşkil ettiğini iddia eden kriptoda askerin bir an önce harekete geçmesi gerektiği not ediliyor. Meclis’te ilk söylediğim gerek 1960, gerek 1982 gerek se 28 Şubat sürecinde başı Amerika çekmiştir. Hepsini ABD yapmıştır diye çok açık söyledim. Türkiye’de Amerika’nın müsaadesi olmadan darbe yapılamaz. Çünkü TSK tamamen ABD güdümünde bir çizgi takip etmiştir” diye konuştu.
     Kurtulmak istediler Kazan, AKP’nin nasıl kurulduğunu da şöyle anlattı: “20 Temmuz 1996’da bir panel düzenlenmişti Washington Enstitüsünde. Burada Erbakan’ın hükümetten bir an önce uzaklaştırılması düşüncesi tartışıldı. Ortaya iki alternatif konuluyor, biri Erbakan’ı başarısız kılmak. Erbakan başarısız olursa Tansu Çiller hükümetten ayrılacak, hükümet düşmüş olacak. Diğer alternatif ise parti içindeki yenilikçi gençlerdi. Bunu Refah Partisi’nde yapamadılar ama Fazilet Partisi’nde denediler. İlk defa Fazilet Partisi kongresinde Genel Başkan Recai Kutan’a karşı Abdullah Gül yenilikçi hareketin lideri olarak başkan adayı olarak çıktı. Daha sonra partinin kapatılmasını fırsat bildiler. Saadet Partisi’nin yanı sıra AKP’yi kurdular. Yani bunun fikri temeli 20 Temmuz 1996 Washington Enstitüsü’nde atılmıştır” 
    28 Şubat dönemi Eski Refah Partisi Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk ise 28 Şubat’ta alınan kararların tamamının Amerika’da alınan kararlar olduğunu söyledi. Asiltürk, “Gerek Erbakan hoca, gerekse ben bu kriptoyu basına çok önceden dağıttık ama yeni yeni dikkat çekmeye başladı. 28 Şubat Amerika’da hazırlanmış bir şeydir. Kendi silahlı kuvvetlerimizin bir uğraşı değildir. 28 Şubat’taki 18 maddenin tamamı Amerika’da alınan kararda ifade ediliyor. O dönem görmezden gelindi. Şimdi ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkıyor” dedi.  
ABD: Türk Ordusu’nu Harekete geçirelim TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na ulaşan ve 130 bin sayfaya ulaşan belgeler arasında bir ABD kriptosu da yer aldı. 28 Şubat sürecine ilişkin kripto, Ekim 1996’da ABD Devlet Bakanı Warren Christoper tarafından “gizli” ve “acil” koduyla Ankara Büyükelçisi’ne gönderildi. Kriptoda şöyle denildi: “Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirmek konusundaki mevcut tutumu, bizim milli menfaatlerimize aykırıdır. Biz inanıyoruz ki Tansu Çiller’in koalisyondan çekilmesi Erbakan’ı düşürür ve ülkeyi yeniden erken seçime götürür. Sonuç kesin olmamakla birlikte, RP büyük bir ihtimalle seçimlerden eskisinden daha güçlü olarak çıkacaktır. Türkiye, Birleşik Devletler’in anahtar stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunu gerçekleştirip sürdürmedeki başarımız milli menfaatlerimizi doğrudan etkileyecektir. Türk askeriyse, bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük çaba sarfetmesi için harekete geçmeye zorlanmalıdır”

 YENİÇAĞ

*** 




ŞEVKİ YILMAZ DEŞİFRE ETMİŞTİ..

Merhum Erbakan Hoca vefatından evvel açıkladığı bir belgeyle 28 Şubat most-modern darbesinin dış bağlantılı olduğunu ispat etmişi. ABD Dış İşleri Bakanı Warren Cristopher’e imzalı kripto Atina, Beyrut, Moskava Büyükelçiliklerine, bir çok misyon şefliklerine ve ABD Ankara Büyük Elçiliğine gönderilmişti.  Bu belge, 28 Şubat’ın dış bağlantılı olduğunun, ABD’nin bizzat iç işbirlikçileri aracılığıyla darbeyi gerçekleştirdiğinin en bariz delilidir. Sanırım bu belge, savcıların elinde var. Belgenin, 28 Şubatın dış bağlantılarını araştırmak noktasında savcılara katkısı büyük olacaktır.
28 Şubat darbesinin dış bağlantısını 10 yıl kadar evvel “Niçin Yargılıyorlar” isimli kitabında Fransa Yüce Konseyinin Türkiye Büyük Mason Locası Üstadı Necip Arıduru’ya yazdığı talimat içerikli mektubu/belgeyi yayınlayarak  Şevki Yılmaz ortaya koymuştu. 

Önemine binaen, ABD Dış İşleri Bakanı Warren Cristopher  imzalı kriptonun maddelerini tekrar sizinle paylaşıp Fransa Yüce Konseyinin belgesine geçmek istiyoruz.
Kripto dört maddeden oluşuyordu. Üç Maddesinde şunlar ifade ediliyordu;

1-   Depertmanlarımız, Türk Hükümetinin milli eğilimlerinden ve Başbakan Erbakan’ın ideolojisinden ilham alarak dış politikayı Batı’dan ayırıp Arap ve Müslüman Dünyasına doğru yeniden yönlendirilmesinden dolayı derin endişe içerisindedir. Kanaatimizce, Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirmek konusunda ki mevcut tutumu, bizim milli menfaatlerimize aykırıdır. (düşmancadır)

2-   Doğru Yol Partisi, Erbakan’ın radikal İslami söylemlerini (taahhütlerini) ılımlılaştırmada başarılı olamadığına göre, kendisinin Refah Partisi ile koalisyonu verimsiz görünmektedir. Biz inanıyoruz ki, Tansu Çiller’in koalisyondan çekilmesi Erbakan’ı düşürür ve ülkeyi  erken genel seçimlere götürür. Sonuç kesin olmamakla birlikte, Refah Partisi büyük bir ihtimalle seçimlerden eskisinden daha güçlü olarak çıkacaktır.

3-   Türkiye, Birleşik Devletlerin Anahtar Stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunu gerçekleştirip sürdürmedeki başarımız, bizim milli menfaatlerimizi doğrudan etkileyecektir. Türk Askeriyesi, bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük çaba sarf etmesi için  harekete geçmeye zorlanmalıdır. Bu konuda ki aksiyon planlarınızı ve yorumlarınızı bekliyoruz.

Fransa Yüce Konseyinin Türkiye Büyük Mason Locası Üstadı Necip Arıduru’ya gönderdiği talimat dolu mektup dikkat çekici ve 28 Şubatın perde ardını aralayıcı niteliğe sahip.

Şevki Yılmaz’ın da kitabında yer verdiği belgenin tercümesini aynen aktarıyorum;

 < “ Üstadı bulunduğunuz Türkiye Büyük Mason Locası’nda  meydana gelen skandallar, endişe verici ve talihsiz olaylardır. Büyük Loca’nızda irşad edilmiş bazı masonlar, masonluğun vakarına ve yeminlerine ihanet etmişlerdir. Bu kişiler, en gizli toplantılara kadar bütün faaliyetlerimizi mikro kameralar aracılığıyla kaydetmiş bulunmaktadır; bu affedilmez dikkatsizlik, çok ciddi neticeler doğurmuştur. Mason olmayan milyonlarca kişi eski ve kabul edilmiş İskoç Riti’nin törenlerine ve sırlarına şahit olmuş durumdadır.
Ayrıca tapınaklarınızda başıboş dolaşan bu dönek masonlar, 33’üncü derecede ki kutsal ayin ve törenleri kaydetmişlerdir; bu filmlerin, gerici ve İslamcı bir televizyon kanalı aracılığıyla yayınlanması sonucunda milyonlarca Türk seyircisi, aşağı derecede ki biraderlerimiz tarafından bile bilinmemesi gereken kutsal ayini, ne yazık ki, izlemiştir.

İsrail Yüce Konseyi, bu skandalla ilgili tahkikata başlamıştır. Nizamnamemiz mucibince, konu hakkında tahkikat yapmaya yetkili tek otorite olan İsrail Yüce Konseyi, olayın müsebbiplerini açıklama, gerekli önlemleri alma ve 27 Mart 1997’ye kadar geniş bir tutanak fezlekesi hazırlama görevini bize tevdi etmiştir.  Tebliğ tezkeresinde Refah Partisi yönetiminde ki hükümetin cemiyetimize karşı bir tavır koyduğu belirtiliyor, bizde aynı düşünceyi paylaşıyoruz. Türk hükümeti başlangıçtan itibaren dincilerin zorlamalarına boyun eğmiştir. Bilhassa Refah Partisi ve yöneticileri bir TV vasıtasıyla; masonluk ilkelerine aykırı yayınlara hoşgörü göstermişlerdir. Hükümet localarımıza baskı uygulayarak, adli tahkikat açarak ve polisi arşivimizi aramayla görevlendirerek, düşmanca tavrını belli etmiştir.  Bu baskıyı,  derhal ortadan kaldırmak kaçınılmaz görülmektedir.
Refah Partisinin tutumu kafi derecede açık olduğundan, Fransa Yüce Konseyi ılımlı bir hükümetin teşkil edilmesinin elzem olduğuna hükmetmektedir.  Buna binaen Fransa Yüce Konseyi kardeşçe şunları tavsiye eder;

1-   Türk basınında ki ve ilgili kuruluşlarda ki biraderleri örgütleyin ve Refah Partisi’ni iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli diğer bütün tedbirleri alınız.

2-   Refah Partisi’nin itibarının tamamen yok olması ve seçmenlerinin ümidini kaybetmesi ile neticelenecek siyasi bir konjonktür oluşturun.

3-   Her çeşit belgeyi, tutanağı, sirküleri ve riskli mektupları Büyük Sekreterlikten uzak tutun.

4-   Locaların toplantılarını belli bir zamana kadar, alışılmış merkezlerde gerçekleştirmekten kaçının.

5-   Size ikinci bir talimat ulaştırılıncaya kadar müracaat edenler konusunda son derece dikkatli işlemler yapın, aynı yanlışlıklara düşmeyin.

6-   Mason olmayanların ve mason cemiyetinden çıkarılmış eski masonların tapınaklara girişine kesin bir şekilde mani olun.

7-   Masonluğa ihanet etme suçunu işlemiş masonlara karşı tahkikatlara devam edin. Dönekleri, İskoç Riti’nin prensiplerine, adetlerine ve geleneklerine uygun bir şekilde cezalandırın.

8-   Masonluk aleyhinde ki radyo, gazete, televizyon, kitap, dergi  gibi yayınları izleyip bunlara mani olun. Refah Partisi’ne mensup İslamcı basını ekonomik, siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale getirin.

9-   Bağımsız Büyük Komitemize bu skandala yol açan belirsizlikle ilgili ayrıntılı bir tutanak fezlekesi  hazırlamakla görevlendirin ve neticeleri Fransa Yüce Konseyi’ne 
bildirin.

14 Şubat 1997 – Fransa Yüce Konseyi- Paul Veysett ” >

Türkiye Büyük Mason Locası Üstadı Arıduru’ya gönderilen mektup bu çarpıcı ifadeleri içeriyordu. Gel gelelim 28 Şubat Soruşturmasına; şuana kadar içeri alınan bir medya mensubu, iş adamı, medya patronu ve mason yok. Hem Merhum Erbakan hocanın açıkladığı belgeden, hem de Şevki Yılmaz’ın kitabında yer verdiği belgeden bahseden yok.
Daha acısı ve garibi şu; Şevki Yılmaz 28 Şubat Soruşturmasıyla ilgili (takip ettiğim kadarıyla) iki açıklama yaptı, ikisinde de kitabında yer verdiği bu belgeden bahsetmedi. Merakım şu; Şevki Yılmaz 28 Şubat Mağduru olarak açılacak davaya müdahil olacak mı ve bu belgeyi mahkemeye sunacak mı?

ERBAKAN KRİPTO İLE  İLGİLİ NE DEMİŞTİ?




Gizli kriptoyu ilk kez kamuoyu ile paylaşan Erbakan, o zaman şu yorumu yapmıştı:

" Ne Planı Bekliyor ? Ankara'daki Amerikan Elçisi, Askeri ihtilali Nasıl planlayacak? Askeri ihtilal yapın, Başka Çaremiz yok diyor. 
İşte kripto. 
En gizli tabiriyle bütün önemli Büyük elçilere gönderilmiş ve  Türkiye nasıl yöneltiliyor, apaçık bir şekilde görüyorsunuz. Neden böyle bir yola saptılar? 
Çünkü, Refah Partisi, onların tahmin ettiklerinin üzerinde bir efor ve başarı gösterdi. Onlar 350 sene dolar ve piramitle, dünyaya Hâkim olmuşlardı " dedi. 

 İLGİLİ HABERLER:

http://bmajans.blogspot.com.tr/2012/12/ak-partinin-temeli-1996da-washingtonda.html

**********


AB, Türkiye ve “ Yalancı Bahar ”: Yozlaşmış İlişkiler Perspektifinden Mülteci Pazarlığı ve “ Geri Kabul Anlaşması ”



  AB, Türkiye ve “ Yalancı Bahar ”: Yozlaşmış İlişkiler Perspektifinden Mülteci 
Pazarlığı ve “ Geri Kabul Anlaşması ”  



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
AB, Türkiye ve “ Yalancı Bahar ”: Yozlaşmış İlişkiler Perspektifinden Mülteci 
Pazarlığı ve “ Geri Kabul Anlaşması



Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
03 Aralık 2015 Perşembe
Bülent Şener 
tarafından yazıldı.


Türk dış politikasında Rusya Federasyonu’yla yaşanmakta olan uçak krizi nedeniyle geçen hafta dikkatlerden kaçan bir başka önemli olay, 29 Kasım 2015’te Türkiye ile AB arasında Brüksel’de gerçekleştirilen zirvede, ülkelerindeki iç savaştan kaçan Suriyeli mültecilerden oluşan göçmenlerin AB ülkelerine akınını kontrol altına almak ve engellemek için birlikte çalışma ve işbirliği yapma konusunda varılan mutabakattı. Ayrıntılarına aşağıda dikkat çekeceğim bu 
mutabakat, AKP iktidarının ve ona yakın medya gruplarının uyguladıkları “ Algı yönetimi ” çerçevesinde kamuoyuna AB’yle ilişkilerde bir “yeni bir dönem”[1], 
AB’yle kucaklaşma ”[2], “ tarihi bir anlaşma ve bahar”[3] şeklinde yansıtılsa da, gerçek durum gerek insani, gerek ahlaki, gerek politik ve gerekse ulusal 
çıkarlar açısında bunun tam aksi yöndedir.

Bu mutabakat aynı zamanda AKP iktidarları döneminde AB-Türkiye ilişkilerinin ne kadar yozlaştığını, ne kadar ikircikli hale geldiğini göstermesi açısından da 
son derece manidardır. Zira bu mutabakatla, AB ülkeleri liderleri kendi ülkelerine yönelik mülteci akınını engellemek için Türkiye’de demokrasi ve hukuk 
açısından yaşanan/yaşanmakta olan skandalları ve endişeleri herhangi bir tartışma konusu yapmadan bunları rahatlıkla bir kenara itebilmişlerdir. Oysa 
daha 10 Kasım 2015’de yayınlanan “Avrupa Komisyonu 2015 AB Türkiye İlerleme Raporu”nda[4]reform sürecinde ilerleme kaydedilememesi, ifade ve basın özgürlüğü, bağımsız ve tarafsız yargı konularında oldukça olumsuz sayılabilecek eleştiriler yer almış, zaten bundan dolayı da AKP iktidarının isteğiyle raporun yayınlanması 7 Kasım 2015 genel seçimleri sonrasına bırakılmıştı. Ve yine bu raporun oluşturulması sürecinde, AB Komisyonu Ekim ayında Türk vatandaşlarına vize muafiyeti, ek mali yardım, müzakerelerin yeniden başlatılması ve Türk liderlerinin AB zirvelerine davet edilmesi karşılığında Suriyeli mültecilerin Türkiye’de barındırılmasına ilişkin önerisini dile getirmiş, bu teklifler dönemin AB Bakanı Beril Dedeoğlu tarafından da sert bir şekilde eleştirilmişti.[5] Dolayısıyla o gün ilerleme raporunun eleştiriler açısından biraz daha yumuşak çıkması için AB yetkilileri tarafından yapılan ve iktidar çevreleri tarafından “ahlaksız” ve “çirkin” addedilen bu teklifin 29 Kasım 2015’te AB ile Türkiye arasında somut bir mutabakata dönüşmesi gerçekten 
düşündürücüdür.

Söz konusu mutabakatın içeriğine bakıldığında, AB ülkelerine yönelik mülteci akınıyla mücadelede işbirliği karşılığında AB Türkiye’yle ilişkilerini üç temel 
alanda geliştirme taahhüdü vermektedir:

i) AB’ye üyelik sürecinin hızlandırılması,

ii) 400 bin Suriyeli mültecinin yasal yollarla AB’ye alınması ve geriye kalan 
mültecilerle ilgili olarak Türkiye’ye 3 milyar Euro finansal destek,

iii) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına Schengen Bölgesi’nde vize serbestisi.


AB’nin sunduğu bu üç taahhüdün hayata geçirilmesi ise Türkiye’den talep edilen konuları ne derece yerine getirip getirmeyeceğine bağlanmıştır. Bu çerçevede, 
Türkiye’nin sınır güvenliğini arttırması, insan kaçakçılığıyla etkin mücadele etmesi ve “Geri Kabul Anlaşması”nı imzalanması AB tarafından şart koşulmuştur.


Yozlaşmış İlişkiler, İkirciklikler ve Dış Politika

Gerek iç politikadaki gerekse dış politikadaki sıkışmışlığı, tutarsızlıkları, yalnızlığı, prestij kaybını ve imaj bozukluğunu düzeltmek noktasında AKP 
iktidarı açısından adeta “can simidi” işlevi gören bu mutabakat, aslında hem ulusal çıkarlar açısından hem de dış politika ve güvenlik açısından oldukça 
riskli ve olumsuz unsurlar taşıyan, Türkiye’yi mülteci krizi konusunda yeni sorun ve sorumluluklarla baş başa bırakan ve buna karşılık gerek ilişkilerdeki 
çarpıklığı düzeltmek açısından gerekse AB’ye tam üyelik açısından müzakere fasıllarında Türkiye lehine hiçbir fark yaratmayan bir belgedir.

İlkin, Türkiye ile AB arasında 16 Aralık 2013’te imzalanan “Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni” ve imzalanması istenen “Geri Kabul Anlaşması”nın 
Türkiye lehine adeta bir pembe tablo gibi ve bir lütufmuş gibi yansıtılması açık bir çarpıtmadan ibarettir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının AB üyesi ülkelere 
vizesiz seyahat edebilmeleri ve bunun karşılığında Türkiye’nin kendi ülkesinden transit olarak AB üyesi ülkelere düzensiz olarak geçen üçüncü ülke vatandaşı 
veya vatansız göçmenleri ve Suriyeli mültecileri geri alma taahhüdü anlamına gelen bu anlaşmayla, Türkiye yasadışı göç konusunda adeta AB’nin “tampon 
bölge”si haline yani deyim yerindeyse “mülteci çöplüğü” haline gelecektir. Bu gelişme bile göstermektedir ki, AB kendi içinde yarattığı barış ve güvenlik 
havzasının sınırını Meriç Nehri, Ege Denizi ve Kıbrıs’ı da kapsayacak şekilde Doğu Akdeniz olarak çoktan tespit etmiş durumdadır. Bu sınırların dışında kalan 
alan AB’nin tampon bölgesidir ki, bu alanlar güvenliğin ve hukukun olmadığı şiddetin kol gezdiği hukuksuz topraklardır ki orası da Türkiye ve onun ötesidir. 


Kaldı ki bu anlaşmayla Türkiye’ye “siz yükümlülüklerinizi yerine getirin, sınırlarınızı kendiniz için değil bizim için koruyun ve ülkenizden geçen/ geçmekte olan bütün yasadışı göçmenleri ve mültecileri alın ki, bunların karşılığında biz de size en erken Ekim 2016’da nitelikli çoğunlukla alacağımız bir kararla Schengen bölgesine vize muafiyetini sağlayabilecek adımları atabilelim” denmektedir. Yani gelecek adına Türkiye’ye Schengen bölgesine vize muafiyeti konusunda AB aslında hiçbir garanti vermemektedir. Diğer taraftan, Gümrük Birliği üyesi fakat AB üyesi olmayan bir yapı içerisinde Türkiye’ye sağlanacağı söylenen bu vize muafiyeti bir lütuf değil aslında çok geç kalmış olan ve Gümrük Birliği çerçevesinde zaten uygulanması gereken bir haktır. Ama gelin görün ki, Türkiye, Gümrük Birliği’ni uygularken, kendisinin tanımadığı, ancak AB’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıdığı Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni muhatap kabul etmezse Schengen bölgesine vize muafiyeti uygulaması hiçbir şekilde yürürlüğe girmeyecektir. Bu durum Türkiye’nin ulusal çıkarları ve Kıbrıs politikası açısından tam bir paradokstur. Bundan dolayı, Kıbrıs’taki çözüm müzakerelerinin 2016’da fazla gecikmeden olumlu sonuçlanması gerekmektedir ki, AKP iktidarının daha önceki deneyimlerinde de gösterdiği gibi, bu durum başta Kıbrıs olmak üzere Ermenistan, Yunanistan gibi ülkelerle de olan egemenlik ve güvenlik sorunlarının çözümünde AKP iktidarının yeni tavizler vermeye hazır olduğunu çok net olarak ortaya koymaktadır.

İkinci olarak, Türkiye’nin milyonlarca mülteciyi (uzmanlar tarafından bu konuda öngörülen sayı beş milyon civarındadır) gelecekte de kendi ülkesinde 
barındırması ve bunlara yenilerinin eklenmesi, zaten kırılgan bir yapıda olan Türkiye için kaostan başka hiçbir sonuç doğurmayacaktır. Zira, bu tür kontrolsüz ve büyük çaplı nüfus hareketleri ve özellikle de iç savaş yaşayan ülkelerden gelen büyük göç dalgaları hangi ülkede durursa doğası gereği, o ülkede de benzeri çatışmaları tetikleme gücüne fazlasıyla sahiptir. Ve yine bu tür büyük göçlerle ortaya çıkan yeni toplumsal tablo ekonomik, sosyal, siyasal, hukuki ve güvenlik sorunları yaratarak ülke içerisinde her anlamda ciddi gerginliklere ve bunalımlara yol açabilme kapasitesine sahiptir. İşte AKP iktidarı Türkiye’nin zaten yaşamakta olduğu bu sorunların, AB’yle vardığı bu mutabakatla kendisi açısından daha da katlanarak büyümesini göze alarak, partisel, kişisel ve ideolojik siyaset hesapları uğruna Türkiye’yi sonuçları açısından çok ağır ve kronik olması kuvvetle muhtemel yeni bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bırakmakta herhangi bir beis görmemiştir.

Yeni Felaketlere Doğru Türkiye…

Doğrusu, Türkiye’nin bundan sonra ulusal güvenlik ve toplumsal barış konusunda yaşayacağı felaketler sürpriz sayılmamalıdır bu tür politik kararlar karşısında. ,

İzlemekte olduğu Neo-İslamcı ve Neo-Osmanlıcı politikalar sonucunda Türkiye’yi zaten yasadışı göç ve mülteciler konusunda yol geçen hanına çeviren ve adeta 
Ortadoğululaştıran AKP iktidarının, iç ve dış politikadaki sıkışmışlığını ve yalnızlığını aşmak ve AB’ye yaranmak adına böylesi bir mutabakata varmış olması, tıpkı Aralık 2004’teki Brüksel Zirvesi’nde Türkiye’ye hayali ve imkânsız –hadi daha iyimser bir gözle “ yarım yamalak ”− bir AB üyeliği sunan “ Müzakere Çerçeve Belgesi ” ni kabul ettirilmesi olayının bir benzeri gibidir. AB, mevcut siyasal ve hukuksal yapısı itibariyle Türkiye’nin birliğe asla üye olamayacağını uzunca bir 
süredir zaten kavramış durumdadır. AB’nin başından beri tek derdi, Türkiye’nin üyelik umuduna bu şekilde ara ara canlılık vererek hem birliğin çıkarlarını hem 
de birliğe üye ülkelerin çıkarlarını Türkiye üzerinden maksimize etmektir. Bundan dolayı Türkiye AB’nin gözünde “aday ülke” değil, artık bir “komşu 
ülke”dir, bir “tampon ülke”dir.

AB’nin AKP iktidarıyla Suriyeli mülteciler üzerinden yapmış olduğu bu “insan pazarlığı” aslında Avrupa’nın/Batı’nın Türkiye’ye, Türklere ve İslam dünyasına 
bakışını ve tavrını çok net bir biçimde ortaya koymasına rağmen, son yıllarda ulusal olarak içerisine düştüğümüz kimlik ve değerler yozlaşması, ikircikli 
siyaset tavırları bu gerçeği görmemizi ve buna karşı ilkesel ve ulusal bir duruş sergilememizi engellemeye devam etmektedir.


Sonuç Yerine: “ Pax Romana ”, “ Limes ” ve “ Terra Incognitae ”

Türkiye’nin ve Türklerin son 200 yıldır Avrupa/Batı karşısındaki bu durumu tarihsel olarak “Pax Romana” (Roma Barışı) olgusunu hatırlatmaktadır aslında. 
Roma İmparatorluğu’nun gücünün doruğunda olduğu “Pax Romana” dönemi, imparatorluğun sınırları içerisinde barışın ve zenginliğin hâkim olduğu bir 
dönemdi ve bu dönemde merkeze bağlı sistemin sürekliliği, güçlü bir ordu ve hukuk düzenlemelerinin varlığıyla sağlanmaktaydı.

“Pax Romana”, aynı zamanda “ Hukuk ” la kavranan “ Şiddetten Arınmış ”, “ Güvenli ” bir mekânın adıydı. “ Pax Romana ”nın bittiği yerde ise “ Terra Incognitae ”nin (Bilinmeyen Topraklar) “ Hukuksuz Topraklar ”ı başlardı. Bu ikinci mekânın temel niteliği, “ Kişi Özgürlüğünün ve Güvenliğinin Olmadığı ”, şiddettin alabildiğine kol gezdiği “istikrarsız topraklar” olmasıydı. Diğer taraftan, “ Pax Romana ” ile  “ Terra Incognitae ” aralığında üçüncü bir mekân daha vardı: “ Limes ”... 
     “ Limes ”, “ Pax Romana ”nın güvenliğini sağlayan “tampon” bir bölgenin adıydı. Hukuksal olarak Roma’nın bir parçası olsa da, Limes’de yaşayanlar “ Romalı ” sayılmazlardı.

Toplumsal ve medeni davranışlardan, alacak-verecek ilişkilerine, diplomasiden savaş kurallarına kadar her konuyu “Pax Romana”da hukuk kuralı haline getiren 
Romalılar, kendi güvenliklerinin bekası adına bu kurallara uyarlarken; diğer taraftan, “ Terra Incognitae” ve “ Limes ”de yaşayanlara, yani “ Öteki ”lerine karşı uyguladıkları gayri insani ve etik dışı yöntemlerle de “Pax Romana”nın 
meşruiyetini oluşturmaktaydılar.


Evet... İşte, Türkiye’nin özel olarak “ Avrupa ” genel olarak da “ Batı ” karşısındaki siyasal, sosyal, kültürel, hukuksal ve anayasal durumu tam da bu 
işte! O zamanlar “ Limes ”de yaşayanlar “ Romalı ” olmadıklarının farkında mıydılar, değil miydiler bilinmez ama Türkiye’de yaşayanların çok büyük çoğunluğunun  aslında son 200 yıldır “ Limes ”de hatta “ Terra Incognitae ”de yaşadıklarının farkında olmadıkları kesin! Yozlaşmış ilişkiler perspektifini kendilerine zemin yapan AKP iktidarının ve AB liderlerinin gerçekleştirdiği bu “ Çirkin ” ve “ Ahlaksız ” mutabakatı resmi twitter hesabından mağrur bir edayla yorumlayan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve anayasa hukuku profesörü Burhan Kuzu’nun yukarıdaki tweeti sizce bu gerçeği doğrulamıyor mu?


[1]“Ekim 2016’da Vizesiz Avrupa”, Yeni Şafak Gazetesi, 30 Kasım 2015, 
http://www.gazetemanset.com/yenisafak-gazetesi/30-kasim-2015


[2]“ AB ile Kucaklaşma ”, Türkiye Gazetesi, 30 Kasım 2015, 
http://www.gazetemanset.com/turkiye-gazetesi/30-kasim-2015


[3]“ AB ile Bahar ”, Hürriyet Gazetesi, 30 Kasım 2015, 
http://www.gazetemanset.com/hurriyet-gazetesi/30-kasim-2015; “Tarihi Anlaşma”, 

Posta Gazetesi, 30 Kasım 2015, 
http://www.gazetemanset.com/posta-gazetesi/30-kasim-2015


[4]Bkz. Avrupa Komisyonu AB 2015 Yılı Türkiye Raporu, 10 Kasım 2015, Brüksel, 
http://www.ab.gov.tr/files/000files/2015/11/2015_turkiye_raporu.pdf


[5]“İlerleme Raporu Öncesi AB’den Çirkin Teklif ”, 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/1152153-ilerleme-raporu-oncesi-abden-turkiyeye-cirkin-teklif,l
12 Kasım 2015.




Uzman Hakkında
Bülent Şener
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi

Uzmanın Diğer Yazıları

  AB, Türkiye ve “Yalancı Bahar”: Yozlaşmış İlişkiler Perspektifinden Mülteci 
  Pazarlığı ve “Geri Kabul Anlaşması” 
  “Aşırılıklar Çağı”ndan “Küresel Terör Çağı”na: Paris Terör Saldırıları, 
  Medeniyetler Çatışması ve 21. Yüzyıl 
  “Çözü[l)m(e) Süreci”: Tek Taraflı ve Şiddete Bağımlı Bir Aşkın Anatomisi 
  Türkiye’nin Bir Ulusal Güvenlik Politikası Hala Var mı?: Suruç Saldırısı 
  Üzerine Düşünceler 
  Muaviye, Erdoğan ve Din İstismarı: İktidarın Yozlaşması ve Yozlaştırması 
  Üzerine 
  “Çözü(l)m(e) Süreci”: Türkiye’nin Araf’taki Son Tangosu ve Kürt Hegemonyasının 
  Yayılışı 
  Askeri Güç Kullanımı Bağlamında Dış Politikada TBMM’nin Görev ve Yetkileri 
  Üzerine Bir Değerlendirme 
  “Medeniyetler Çatışması” ve Erdoğan’ın Sahte İsrail Karşıtlığı 
  Türkiye’nin “Köprüden Önce Son Çıkış”ı: 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi 
  Süleymaniye Baskını’ndan IŞİD Tutsaklığına: Türk Dış Politikasında 
  Caydırıcılık Yitimi Üzerine 
  Diyarbakır’da Sona Eren Bağımsızlık ve Egemenlik 
  Soma, Takdir-i İlahi, Erdoğan ve AKP: Sekülerleş(e)meyen Bir Politik    Toplumun İzdüşümleri… 
  Loizidu Davası’ndan AİHM’nin 12 Mayıs 2014 Kararına: AKP’nin Dış Politika 
  Romantizmi ve Kıbrıs 
  Fiili Başkanlık Sistemi Artık Kapıda: Çanlar Türkiye İçin Çalarken... 
  AKP (Erdoğan) Peronist Hegemonya Kuruyor: Türkiye’nin Yeni “Tarihsel Blok”u 
  Yeni Berlin Duvarı Ukrayna’dan Geçecek… 
  Türk Dış Politikasında Kriz Yönetiminde Sivil ve Askeri Bürokrasinin Rolü 
  “Bölünmüş ve Kararsız Ülke”: Huntington’un Türkiye Paradigması ve Erdoğan 
  Catonizmi Üzerine Düşünceler 
  AKP’nin “Can Simidi” Annan Planı: Kıbrıs’ın 20 Yıl İçinde Rumlara Teslimi 
  Üzerine Düşünceler 
  Dış Politikada Yumuşak Güç Olgusu 
  Türkiye’nin Ortadoğu’daki Diplomatik Kapasitesinin Sınırları Üzerine Bir 
  Değerlendirme 
  Unutulan Bir Krizin Anatomisi ve Perde Arkası: Kardak Kayalıkları Krizi 
  Ege Denizi’nde Egemenliği Tartışmalı Ada, Adacık, Kayalıklar Sorunu ve Son 
  Durum: Kardak Kayalıkları Kimin? 
  Türk Dış Politikası “Quo Vadis”? : Dış Politikada Bir “Reset” Mümkün Mü? 
  Dış Politikada “Reset” mi Yoksa Yeni Tavizler mi?: AKP Hükümeti’nin Son Dönem 
  Kıbrıs ve Ermenistan Açılımları 
  Türkiye Ortadoğu’da “Dengeleyici Güç” Olabilir mi? 
  Türk Dış Politikasını Etkileyen Bir Unsur: Askeri Kapasite 
  TSK’nın 1983–2010 Yılları Arasında Kuzey Irak’ta PKK Unsurlarına Karşı 
  Yürüttüğü Sınır Ötesi Operasyonlardaki Başarısı Üzerine Bir Değerlendirme 
  “Demokratikleşme Paketi”nin Seçim Sistemi Üzerinden Bir Değerlendirmesi: 
  “Türkiye Cumhuriyeti’nin Zaman Ayarları”yla Oynamak 
  Dış Politikada “Değerli yalnızlık” ya da “Yanlış Hesabın Şam’dan Dönmesi”  
  İnsanlığın Olağan Durumu “Savaş” ve Bir Medeniyet Hâli “Barış” Üzerine  
  Kürt Sorunu’nda “Federalizm” Tartışmaları Üzerine 
  “Arap Baharı” Sürecinde Türk Dış Politikasında Proaktiflik Yitimi 
  Asker Neden Darbe Yapar? 
  Taksim Gezi Parkı Olayları ve Yeni Rejim Kodları  
  Araftaki Suriye Politikası 
  Reyhanlı’daki Patlamalar: Dış Politikada Deli Dumrulluğun Artan Faturası 
  Aziz Babuşçu’nun Sözleri Üzerinden Türkiye’nin Gelecek On Yılı 
  Demokratik Açılım ve Terörle Mücadele Süreci:Yanlış Bilinenler ve Temel 
  Açmazlar 
  Türk Dış Politikasının Akdeniz’de Batışının Hikayesi: AKP’nin Dış Politikadaki 
  Pirus Zaferleri 





E-BÜLTEN

E-Bültenimize kayıt olarak yeni araştırmalardan haberdar olabilirsiniz
   

Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: FemaBilişim

***