24 Mart 2020 Salı

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA JEOPOLİTİK TEORİLER VE PRATİKLER BÖLÜM 1

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA JEOPOLİTİK TEORİLER VE PRATİKLER  BÖLÜM 1



Mustafa Kocakenar* 
*Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, 
mkocakenar.mk@gmail.com 


Giriş

     Bu Çalışmanın amacı Amerikan dış politikasında jeopolitik teorilerin rolünü anlamak ve bu teorilerin pratiklerini analiz etmektir. 
Çalışma iki temel bölüme ayrılarak oluşturulmuştur. 
Birinci bölüm içerisinde, jeopolitik biliminin kavramsal boyutu, unsurları ve tanımı okuyucuya verilmeye çalışılmıştır. 
İkinci bölüm içerisinde, Amerikan dış politikasına yön veren önemli jeopolitik teoriler ve onların yansımaları yani pratikleri incelenmiştir. 

İncelenen önemli jeopolitik teoriler şunlardır; Deniz Hakimiyeti Teorisi, Kenar Kuşak ( Rimland ) Teorisi, Hava Hakimiyeti Teorisi, Uzay Hakimiyeti Teorisi, Tarihin Sonu Tezi, Medeniyetler Çatışması Tezi ve Büyük Satranç Tahtası Teorisidir. 
Bu Teorilerin Amerikan dış politikası oluşturulma sürecindeki rolünü anlamadan Amerikan dış politik davranışlarını açıklamaya çalışmak yetersiz kalacaktır. 

1. Jeopolitiğin Kavramsal Boyutu, Unsurları ve Tanımları. 

1.1. Jeopolitiğin Kavramsal Boyutu 

Etimolojik olarak Jeopolitik kelimesi ' geo ' ve ' politika ' terimlerinin bir araya gelmesi ile oluşmaktadır. Yunan dilinde geo arz ( yer ) anlamına gelirken, politika terimi ise yönetim ( idare ) sanatı manasına gelmektedir. Bu bağlamda jeopolitika coğrafyanın yönetimi sanatı olarak kısaca tarif edilebilir. Genel olarak ' coğrafyanın yön verdiği dış politika ' ya da ' coğrafyaya dayanan politika ' anlamında tanımlanmaktadır. 

Jeopolitik terimi ilk kez İsveçli bir siyaset bilimci olan Rudolf Kjellen ( 1864- 1922 ) tarafından 1899 tarihinde ' İmer ' isimli dergide yayınlanan İsveç'in sınırlarına ait bir makalede kullanılmıştır.1 Kjellen, 1916 tarihinde yayınlanan The State as a Living Form 

( Bir Hayat Şekli Olarak Devlet ) İsimli kitabında kendi jeopolitik tanımlamasını şöyle yapmıştır; yaşayan bir organizma olan devletin araştırılması. Kjellen'e göre devlet yaşayan bilinçli bir organizmadır. Devletin ülkesi bu organizmanın gövdesini; idare merkezi beynini; nehirler, karayolları ve demiryolları ise damarlarını oluşturmaktadır. 

1918 tarihinde I. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra yayınlanan ' Bir Siyaset Sistemi Taslağı ' isimli kitabında; yine yaşayan bir organizmaya benzettiği devletin sosyal, ekonomik, siyasi, beşeri ve coğrafi olmak üzere beş aktif unsuru olduğunu belirtmiş ve bunları sırası ile sosyo politik, ekonomi politik, karato politik, demo politik ve jeopolitik olarak isimlendirmiş tir.2 

Her ne kadar jeopolitik teriminin isim babası Kjellen olsa da, coğrafya ve insan toplulukları arasındaki ilişkilerin analiz edilmesi eski zamanlara kadar götürülebilmekte dir. Eski zamanlardaki araştırmacılar adını koymadan coğrafyanın politika ve insan toplulukları üzerindeki etkisini göstermeye çalışmışlardır. Coğrafi faktörler ile medeniyetlerin gelişmesi 
arasında doğrudan ilişki bulunduğunu düşünen milattan önce 4. yüzyılda yaşayan Heredot ( M. Ö. 485- 425 ), ' Mısır, Nil'in hediyesidir ' diyerek Mısır, Pers ve Yunan medeniyetlerinin coğrafi avantajları sayesinde yükseldiğini iddia etmiştir.3 

Aristo ( M. Ö. 384- 322) kurguladığı devlet modelinde nüfus ile toprağın niteliklerini ve birbirlerine oranını esas almış; başkentin ihtiyaçlarını, ordunun ve donanmanın kuruluşlarını, sınırları ve diğer coğrafi faktörleri inceleyerek fiziki çevre ve iklimin devletlerin yapısında belirleyici olduğunu savunmuştur. Yaşadığı dönemde Atina şehir devletinin coğrafi yapısını dikkate alarak, bir ülkenin büyüyüp gelişmesi için muhtemel dış saldırılardan tepeler ve dağlarla korunmuş olması ve denizaşırı ticaretten azami istifade için iyi bir limana yakın bulunması gerektiğini ileri sürmüştür.4 

Göktürklerin Orhun Anıtları ( 732- 735 ) da incelendiği zaman coğrafyanın bir devletin savunması açısından ne kadar önemli olduğu sonucu çıkarılmaktadır. Başbuğ Bilge Kağan, Türklerin kendilerini dış saldırıya karşı savunmaları için, Ötüken Ormanları bölgesinin çok uygun olduğunu ve bu bölgenin asla terk edilmemesi gerektiğini Türk budunu na öğütlüyordu.5 

Devletlerin yükseliş ve çöküş nedenlerini Mukaddime adlı eserinde açıklamaya çalışan Tunus doğumlu tarihsel sosyoloji alanında önemli isimlerden biri olan İbni Haldun ( 1332- 1406 ), iklimlerin insan karakterini şekillendirdiğini belirtmiştir. İbni Haldun'a göre iklimler insan karakterinin hakimidir. İklim, kişiyi insani doğalara kavuşturduğu gibi, hayvan mizacına da sahip kılabilir.O'na göre, medeniyetler çok sıcak ya da soğuk iklimlerde değil, ılıman iklimlerde gelişebilir. Egemenlik kavramını ilk kullanan düşünür olan Fransız Jean Bodin de Cumhuriyetin Altı Kitabı isimli çalışmasında iklim ve insan doğası arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Bodin'e göre insanların karakterleri iklim şartlarına göre değişmektedir. Bu bağlamda, kuzey ( soğuk ) bölge insanları fiziki olarak daha güçlü, güney ( sıcak ) bölge insanları zeki ve hünerlidir. Bu iki bölge arasında kalan ılıman bölge insanları ise, hem güçlü hem de zeki ve hünerli olurlar. Bu sebepten dolayı ılıman kuşak insanları,dünyada daha büyük devletler kurabilmişlerdir.6

Görüldüğü gibi coğrafya ve politika arasındaki ilişkinin incelenmesi modern bir olgu değildir fakat jeopolitik biliminin ortaya çıkışı 19.yüzyılın sonu ve 20.yüz yılın başlangıç tarihleridir.
Jeopolitiğin yeni bir disiplin olarak ortaya çıkması;özellikle 19.yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen bilimsel, teknolojik ve siyasal gelişmelere dayanmakta dır.7

Dünyayı saran bilimselcilik; evrendeki her şeyin keşfedilen ya da keşfedilecek olan bilimsel kanunlara tabi olduğu, dolayısı ile insanın yaşadığı bölge ve dünya ile ilişkilerinin de bazı bilimsel esaslara  dayanması gerektiği fikrini yaymıştır.

Özellikle iletişim ve ulaşım araçlarındaki teknolojik gelişmeler dünyayı küçülterek bir bütün olarak algılanmasına sebep olmuş ve nihayet ulus-devlet olarak gelişmelerini tamamlayan güçlü devletlerin yayılmacı siyasetlerine meşruiyet sağlama çabaları, jeopolitiğin siyasi coğrafyadan ayrılarak yeni bir disiplin olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır.8

Jeopolitik kelimesini hiç kullanmamış olmasına rağmen,coğrafyacılar ülkesi olarak anılan dönemin Almanyasın da yaşayan, Kant,Fichte, Hegelve Darwin  gibi düşünürlerin etkisi altında kalan Alman antropolog ve coğrafyacı Friedrich Ratzel (1844-1904 ),ırkların dünya üzerindeki yayılışlarını incelediği 1882 tarihli Antropo coğrafya ( Anthropo - geographie) isimli kitabı ile beşeri coğrafyanın ve 1897 tarihinde yayınlanan Siyasi Coğrafya ( Politische Gepgraphie ) isimli kitabı ile de siyasi coğrafyanın temellerini atmıştır.Bu bağlamda Ratzel'in fikirleri ve çalışmaları jeopolitik biliminin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.9

F.Ratzel, Siyasi Coğrafya adlı çalışmasında; politik olayların incelenmesinde, mekan ( raum), mevki(lage ) ve mekan duygusu (raumsinn ) olmak üzere üç faktör bulunduğunu belirtmiştir. 

Bunlardan mekan, genişlik, iklim ve bitki örtüsü gibi fiziki karakterleri; Mevki ise mekanın dünya üzerinde ki yerini ifade etmektedir. 

Ratzel'e göremekan ve mevki faktörleri devletin gelişmesine etkietmek ile beraber milli gücün dış politikayı yönlendirmesi için yeterli olmayıp mekan duygusunun da bulunması gerekmektedir.  Mekan duygusu doğuştan gelen bir yetenek olup bütün milletlerde aynı derecede gelişmemiştir. Bu neden ile bazı Milletler genişlemeye ve yayılmaya daha kabiliyetlidirler. 10

Araştırma konuları arasında ki benzerliklerden dolayı insanlar siyasi coğrafya ve jeopolitik biliminin aynı olduğunu düşünmektedirler.  
Oysa, siyasi coğrafya ve jeopolitik belirgin bir şekilde birbirlerinden farklılaşmaktadırlar. 
Birbirlerinin kuzeni olan siyasi coğrafya ve jeopolitik arasındaki farkı Nazi dönemi Alman dış politikasının beyni olarak bilinen jeopolitikçi Karl Haushofer ( 1869-1946 ) şöyle açıklamaktadır:

Siyasi Coğrafya, Arz üzerinde ki  toprakların hangi Devletlere ait olduğunu, devletlerin sınırlarının hangi antlaşmalar ile tespit edildiğini, Demografik  
ve ekonomik istatistik i verileri inceler. İstatistik i bilgiler bir devletin bütün varlığını izah etmek hususunda yetersiz kalır.

   İstatistik i veriler daha ziyade geçmiş ile ilgilidir.Geleceğe ait bir bilgi vermez.  Oysa jeopolitik, geleceğe yöneliktir. Jeopolitik, devleti fertler üstü bir canlı organizma telakki ettiğinden, yalnız Siyasi Coğrafya ile yetinmez, diğer bilimlerden de istifade eder. 
   Devletin ve Milletin İdeolojisini, Kültürünü, Medeniyetini, Ekonomik gelişmesini, Dış münasebetlerini inceler ve dünya politikasının gidişatını  
takip eder.
   Jeopolitik, bu konuları incelemesi bakımından Siyasi Coğrafyadan ayrılır. 11 
   Ayrıca, Siyasi Coğrafya Statiktir, Jeopolitik ise Dinamik.

1.2. Jeopolitiğin Unsurları.,


Türkiye'de jeopolitik bilimi ile ilgilienen önemli isimlerden biri olan Suat İlhan, Stratejinin Üç unsuru olan ' Mekan, Kuvvet ve Zaman'ın'  jeopolitiğin 
unsurlarının başlıklarını oluşturduklarını belirttikten sonra jeopolitiğin unsurlarını şu şekilde sınıflandırmaktadır;

• Jeopolitiğin coğrafi unsurları ( Değişmeyen Unsurlar ):
  (1 ) Coğrafi konum; kıtalar arası ve bölge düzeyinde 
  (2 ) Sınırlar ve Coğrafi bütünlük 
  (3 ) Saha genişliği ve sahip olunan stratejik kaynaklar; Petrol, Doğalgaz, Değerli Madenler vb.
  (4 ) Coğrafi özellik; Ada devleti, Kıta Devleti, Kara Devleti, İç Devlet vb.
• Jeopolitiğin beşeri unsurları ( Değişken Unsurlar):
 (1) Sosyal Değerler
 (2) Ekonomik Değerler
 (3) Politik Değerler 
 (4) Askeri Değerler 
 (5) Kültür Değerleri ve Kültür çevresi. 12

Coğrafi konum, bir ülkenin dünya üzerinde işgal ettiği mevkiyi tanımlar ve enlem-boylam ölçüleri ile ifade edilir. Coğrafi konum jeopolitiğin 
değişmeyen unsurlarındandır. Fakat bir ülkenin coğrafi konumu ile jeopolitik konumu aynı değildir. Coğrafi konum, fiziki coğrafyaya 
göre ülkenin bulunduğu yere karşılık gelirken, jeopolitik konum, Coğrafi konumun değeri ile birlikte dünya ve bölge Güç Merkezlerine göre, diğer  
bir deyişle Dünya Politik yapısına göre ülkenin bulunduğu yeri açıklamaktadır.13 

   Örneğin, Amerika kıtasının keşfi ve daha sonra meydana gelen keşifler sonrasında Osmanlı Devleti'nin coğrafi konumu değişmesede jeopolitik 
konumu değişmiştir. Bir diğer örnek ise Soğuk Savaş döneminde tampon devlet ( NATO belgelerinde Türkiye '' barrier country '' olarak geçmekteydi ) 
olarak jeopolitik konumu belirlenen Türkiye'nin, 1991 yılında SSCB'nin tarihe karışması ile jeopolitik konumu merkez ülke olma sıfatına dönüşmüştür.

1.3. Jeopolitiğin Tanımları.,

Ülkelerin coğrafi konumlarının uluslar arası ilişkilerde ki önemine vurgu yapan jeopolitik kavramı, çoğunlukla coğrafya ve siyaset arasındaki ilişkiyi  
tartışmaların merkezine koyar ve dünyadaki stratejik kaynakların yer aldığı coğrafi alanların kontrolü için sürdürülen rekabette siyasi-iktisadi-askeri vs.  
faaliyetler konusunda yapılan tartışmalar üzerine yoğunlaşır.14

Üzerinde anlaşmaya varılan tekbir jeopolitik tanımlaması bulunmamaktadır. Fakat tüm tanımlar dikkatlice incelendiğinde 3 Sihirli kelimenin 
mutlaka tanımın içinde geçtiği görülmektedir. 

Bu Üç sihirli kelime; 

(1 ) Devlet
(2 ) Coğrafya ve 
(3 ) Politikadır.  

Farklı coğrafi tanımların verilmesi fikir zenginliği açısından önemlidir.

• Mert Bayat'a göre; Jeopolitik, tabiat ile politika arasında bir sebep sonuç ilişkisi kurarak, saptadığı kurallar ve değer yargıları ile politik 
çalışmalara yön veren bir bilim dalıdır.15
• Kieffer'e göre; Jeopolitik, bir devletin sosyal, politik, ekonomik ve stratejik unsurlarının bu devletin dış politikasının tayin ve izlenmesine uygulanmasıdır.16
• NejatTarakçı'ya göre; Jeopolitik, bir devletin, devletler topluluğunun (birlik ve ittifaklar ) veya bir bölgenin, mevcut coğrafi platform üzerinde, sabit ve değişen 
  coğrafi unsurların dikkate alınarak, güç değerlendirilmesi yapılmasını, küresel ve bölgesel güç merkezlerinin etkilerinin incelenmesini, değerlendirilmesini, buna 
  bağlı olarak hedef ve stratejilerin belirlenmesini sağlayan bir bilimdir.17
• Muzaffer Özdağ'a göre; Jeopolitik, devletler arası ilişkilerde, devlet kudretinin oluşumunda, kuvvet dengelerin in şekillenmesinde, kapsamına aldığı kaynaklar ile 
   ülkelerin hayat ve faaliyet alanlarının; mekanın, doğanın ve coğrafi konumun etkisini belirleyen, vurgulayan bilgi disiplinidir.18
• Alexandr Dugin'e göre; Jeopolitik, insanlığı mekan faktörü ile karşılıklı ilişkisi içerisinde inceleyen bir disiplin dir.19

• Suatİlhan'a göre; Jeopolitik, dünya coğrafyasını, coğrafi yapı ve evrensel değerleri inceleyerek dünya, bölge ve ülke çapında güç ve politik düzeyde hareket araştırması yapar.
  Jeopolitik, politika belirlenmesi amacıyla, bir ulusun, uluslar topluluğunun veya bölgenin, jeopolitiğin değişmeyen ve değişen unsurlarını dikkate alarak güç 
  değerlendirmesi yapan, etkisi altında kaldığı o günkü dünya güç merkezlerini, bölgedeki güçleri inceleyen, değerlendiren birbilimdir.  
  Jeopolitik, bu günkü ve gelecekteki politik güç ve politik hedef ilişkisini coğrafi gücü esas alarak inceler, hedefleri ve hedeflere ulaşma şart ve aşamalarını belirler.20

• NicholasJ. Spykman'a göre;Jeopolitik,bir ülkenin güvenlik politikasının coğrafi unsurlara ve olaylara göre planlanmasıdır.21

2. Amerikan Dış Politikasında Jeopolitik Teoriler ve Pratikler

   Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 1776 tarihinden bu yana önce Avrupalı Sömürgecilerden Bağımsızlığını kazanmış ardından bir zamanlar kendisini  
sömüren Avrupalı devletlere Rüştünü ispat etmiş daha sonra kendi kıtasın dan başlayarak tüm Dünyaya genişlemiş ve Emperyalist yayılma yapmış  
en nihayetinde ise tüm dünya sistemi üzerinde etkili olmuş ve onu şekillendirmiştir. 
   Tüm bu sürecin sonunda ABD bugün uluslar arası sistemin süper gücü konumuna yükselmiştir.

ABD'nin uluslararası alandaki bu yükselişinde coğrafi konumunun getirdiği avantajlar ciddi ölçüde etkili olmuştur. 
ABD, coğrafi konum olarak Kuzey Amerika kıta'sın da, Kuzey Atlantik Okyanusu ve Kuzey Pasifik Okyanusu kıyısında, Kanada ve Meksika arasında yer alır. 
İbni Haldun'un medeniyetlerin ve imparatorlukların gelişmesinde önemli etkenlerden biri olarak gördüğü ılıman iklim kuşağı üzerinde ikamet etmektedir.

ABD, kaynak zenginliği açısından çok önemli olan topraklar üzerinde ikamet etmektedir. 
Bu açıdan kaynak açısından diyaliz makinesine muhtaç bir böbrek hastasına benzeyen Avrupa devletlerine göre çok daha iyi bir durumdadır. Ayrıca, geniş bir toprak parçasına ve güvenli sınırlara sahiptir. Avrupa'dan uzak bir konumda bulunuşu onu 19. yüzyıl Avrupa'sındaki çatışmalardan uzak tutmuştur. 19. yüzyılın tümünde ve 20. yüzyılın ilk yarısında ABD, coğrafyasının sağladığı avantajlar sayesinde savunma harcamalarına Avrupalı devletlere göre çok daha az bir kaynak ayırmış ve ekonomik büyümesine odaklanmıştır. 

Coğrafi açıdan Tanrı'nın şanslı kıldığı Amerikan devletinin dış politikasında jeopolitik ve jeopolitik teoriler kurulduğu günden bu yana etkili olmuştur. Denilebilir ki, '' Amerika Amerikalılarındır '' felsefi düşüncesinden hareket ile tüm Amerika kıtasını jeopolitik etki alanı olarak belirleyen Monroe Doktrini aslında jeopolitik bir teoridir. Bu bağlamda Amerikan dış politikasına yön veren jeopolitik teoriler ve onların pratikleri bu bölüm içerisinde incelenmeye çalışılacaktır. 

2.1. Deniz Hakimiyeti ( Sea Power ) Teorisi ve Alfred Thayer Mahan 

'' Denizlerin Clausewitz'i '' olarak anılan Alfred Thayer Mahan ( 1840- 1914 ), ABD'nin 20. yüzyıl deniz stratejisinin kurucusu, İngiltere, Almanya ve Japonya deniz güçlerinin gelişiminin de büyük ölçüde etkileyicisidir. İngiltere'nin dünyaya hükmettiği bir dönemde, ülkesi ABD'nin dünya gücü olması amacı ile jeopolitik düşünceler üreten Mahan'ın stratejileri, önce Deniz Kuvvetleri Komutan Yardımcısı daha sonra da devlet başkanı olan ve ABD'nin lider deniz gücü olmasında ciddi katkıları bulunan Theodore Roosevelt'i ( 1901- 1909 ) büyük oranda etkilemiştir.22 

   En Önemli eseri The Influence of Sea Power upon History 1660- 1783 ( Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi 1660- 1783 ) 1890 yılında yayınlanmış, 
bunun devamı niteliğindeki The Influence of Sea Power upon the French Revolutuion and Empire 1793- 1812  ( Deniz Gücünün Fransız Devrimi ve İmparatorluk Üzerine Etkisi 1793- 1812 ) isimli kitabı ise 1892 yılında yayınlanmıştır. Bu kitap öncelikle '' Elements of Sea Power '' başlıklı giriş bölümü ile dikkat çekmiştir.23 

   Mahan'ın İngiliz devletinin yüseklişi döneminde denizcilik tarihini incelemesi O'nu denizlerin, özellikle de stratejik öneme sahip dar su yollarının kontrolünün 
büyük güç statüsü için hayati olduğu sonucuna vardırmıştır. 


DİPNOTLAR;

1.Yılmaz Tezkan, M. Murat Taşar, Dünden Bugüne Jeopolitik, İstanbul, Ülke Yayınları, 2002, s. 96. 
2 Servet Cömert, Jeopolitik ve Türkiye'nin Yer Aldığı Yeni Jeopolitik Ortam, İstanbul, Harp Akademileri 
   Komutanlığı Yayınları, 2001, s.7. 
3 Bülent Ulaş, Jeopolitik: Türkiye'nin Milli Güvenliği ve Avrupa Birliği Üyelik Süreci, İstanbul, Başlık Yayın Grubu, 2011, s. 22. 
4 Mackubin Thomas Owens, '' In Defense of Classical Geopolitics '', Naval War College Review, Volume: 52, Number: 4, Autumn 1999, pp. 60- 72. 
5 Ersoy Taşdemirci, '' Jeopolitik ve Türkiye'nin Jeopolitik Durumu '', Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı 323, Eylül 1989, s. 31. 
6 Ramazan Özey, Merkezi Türk Hakimiyet Teorisi, İstanbul, 21. Asır Yayınevi, 2010, s.36. 
7 Alexandre Defay, Jeopolitik, çev. İsmail Yerguz, Ankara, Dost Kitabevi, 2005, ss.14-15. 
8 Bülent Ulaş, a.g.e.,s.27. 
9 Servet Cömert, a.g.e., s.6. 
10 YılmazTezkan, M.Murat Taşar, a.g.e.,ss. 61-68.
11 Ersoy Taşdemirci, a.g.m.,s.27.
12 Suat İlhan, Jeopolitik Duyarlılık, Ankara, T.T.K. Basımevi,1989,ss.14-15.
13 İsmail Hakkı İşçan,'' Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları '',Uluslararası İlişkiler, Cilt:1, Sayı:2, Bahar2004,s.50.  
14 Emin Gürses,'' Mackinder ve Mackinderci Jeopolitik'', (haz.) Kadir Yılmaz, Tarihin Coğrafi Kalbi, İstanbul, Doğu Kütüphanesi,2013,s.7.
15 Mert Bayat, Milli Güç ve Devlet, İstanbul, Belge Yayınları, 1986,s.438. 
16 Suat Bilge, Milletlerarası Politika ,Ankara, A.Ü.S.B.F.Yayınları,1966, s.102.
17 Nejat Tarakçı, Devlet Adamlığı Bilimi, İstanbul,TASAM Yayınları, 2013,s.54. 
18 Muzaffer Özdağ,Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği Üzerine, Ankara, ASAM Yayınları, 2001,s.1.  
19 Alexandr Dugin, Rus Jeopolitiği-Avrasyacı Yaklaşım, çev.Vügar İmanov,İstanbul, Küre Yayınları,2003,s. XII.
20 Suat İlhan, a.g.e.,s.36.
21 Servet Cömert, a.g.e.,s.13.
22 Michael Lee Lanning, En Büyük 100 Asker: Tarihin Gelmiş Geçmiş En Etkili Askeri Liderleri, çev. Belkıs Çorakçı Dişbudak, İstanbul, Show Kitap Tarih Dizisi, Aralık 1998, ss. 152- 154. 
23 Yılmaz Tezkan, M. Murat Taşar, a.g.e., ss. 28- 29. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

23 Mart 2020 Pazartesi

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH., BÖLÜM 8

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH.,  BÖLÜM 8



     Siyasîler arasında çoğu zaman “lüks denilen” yaşantılar, “malvarlıkları” gibi konular birbirlerini eleştirmeleri için konu olmuş durumlardır. İnce’nin, bu konuşmasında bakanlara yönelik hicivleri vardır. Ona göre bakanlar lüks içinde yaşarken halkın sıkıntılarına çözüm bulmamaktadırlar. Kendi meslek alanları ile ilgili bilgi sahibi değillerdir. İnce’nin aynı zamanda Başbakan’a yönelik “saltanatçı” olmakla ilgili bir görüşü vardır. 

Recep Tayyip Erdoğan 22.11.2011 tarihli parti grup toplantısında şöyle konuşur: 

 “Nâdân ile sohbet zordur bilene, çünkü nâdân ne gelir ise söyler diline.” Bunların da eline bir-iki belge tutuşturuyorlar, aslını astarını öğrenmeden, künhüne vakıf olmadan, önünü ardını araştırmadan çıkıp Meclis kürsüsünde söylüyorlar.” Erdoğan, Yusuf Has Hacib’in “Nâdân ile sohbet zordur…” sözünü kullanarak muhalefeti cehaletlikle eleştirir. Nâdân kelimesi ‘bilmez, kaba, terbiyesi kıt’ şeklinde açıklanır ( Develioğlu 2002:794). Nâdânlık ile Ziya Paşa’nın Tekbi-i Bent’inde de şöyle geçer: 

“Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz. Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerektir” 

Yani; cahil, kendi gibi olanla sohbet etmeyi sever. Görülüyor ki, “nâdânlık” ağır bir yafta, bir söylemdir. Ancak, hicvin de gereği “ağır itham”lar olduğundan, bu örneğe bir hiciv türüdür diyebilmekteyiz. 

3.4.2. İstihza 

“İstihza, gizli veya kinayeli bir biçimde alay etmektir” (Türkçe Sözlük 2011: 1216). İnce alay şeklinde değerlendirilen, istihza da mizah türleri içerisinde değerlendirilir. 

Zekeriya Akıncı 31.07.2003 tarihli Genel Kurulunda şöyle konuşmuştur: 

“Bakınız, dün gece, burada çok ilginç bir polemik yaşandı. Sayın Orman 
Bakanımız dedi ki ‘Fransa'da da ormanlar yanıyor; bu, Akdeniz bitki örtüsünün 
sonuçları, bu mevsimlerde olur" ve arkasından da ekledi "Ama, kimse, orada, 
yangınlardan ötürü, Fransız Orman Bakanını suçlamıyor.’ Sevgili arkadaşlarım; 
hepimiz bilelim ki, Fransa'da ormanlardan sorumlu Tarım Bakanı Herve 
Gaymard, ormanların yağmasının önünü açacak, böylesi bir yasal düzenleme için, anayasa değişikliği isteme cesaretini bulamaz; bulsa da, bir gün bile, o bakanlık koltuğunda, Fransa'da, oturamaz. Aynı şekilde, Fransız Gençlik, Eğitim ve Araştırma Bakanı Sayın Luc Ferry'i, Paris'teki, 17 nci Yüzyıldan kalma IV. Hanri Lisesini ya da 19 uncu Yüzyıldan kalma Louis le Grand'ı ya da Lyon'daki, 19 uncu Yüzyıldan kalma Lycee Dü Park'ı satmaya kalkışsa -ki, hepsi faaldir- o bakanı da, o koltukta, Fransızlar bir tek gün oturtmazlar. Ama, belli olmaz, kimbilir, belki de sizler, Avrupalıyı kendinize uydurursunuz. Onlar da sizin bu parlak fikirlerinize bakıp, yüzlerce yıllık okullarını, kolejlerini, üniversite binalarını satmaya kalkabilirler. Bu da, olsa olsa, bizim Batı uygarlığına bir büyük öncülüğümüz olur, onlar da bu dehadan yararlanma imkânı bulur!” 79 

Bu söylemde muhalefet milletvekili, Fransa bakanları ile Türk bakanları arasında bir mukayese yapmaktadır. Fransa’da ülke içinde yaşanan olumsuzluklar üzerine bakanların istifa edebilmesi konu edilir ve Türk siyasetçilerin ise onlara ayak uydurmak yerine, Batılıları kendilerine benzetebileceği ihtimali ile istihza edilmiştir. 

Dönemin devlet bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener 09.10.2003 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşmuştur: 

“Geçmiş yıllara baktığımızda da -eğer bu sorunların tamamından da siyasal 
iktidarlar sorumluysa- şunu söyleyebiliriz: Bu sorunların ortaya çıkmasının 
sorumluluğu, geçmişteki bütün siyasî iktidarları da kapsayacak şekilde, tüm siyaset kurumuna aittir deriz ve bunun içerisinde Cumhuriyet Halk Partisini de görürüz; çünkü, geçmişte iktidar dönemleri olmuştur. 

Ahmet Ersin (CHP) - Ne zaman olmuş Sayın Bakan? 

Abdüllatif Şener (Devamla) - Hiç iktidara gelmediniz mi? 

Ahmet Ersin (Devamla) - Gelmedik. 

Abdüllatif Şener (Devamla) - Demek ki, milletimiz sizi devamlı muhalefette tutacak.” 80 

Bu örnekteki diyalogun tamamına bakıldığında “Milletimiz sizi devamlı muhalefette tutacak” söylemi dikkati çeker. Şener, CHP’nin 1977’den beri iktidara gelemeyişi ile istihza etmiş ve bunu da milletin tercihine dayandırmıştır. Esas itibariyle, bu örnekte mizahın Üstünlük Kuramı söz konusu olabilmektedir. Milletin, CHP’yi değil de, kendilerini tercih ettiklerinin altını çizmesi, Üstünlük Kuramındaki ‘üstünlük duygusu’ndan kaynaklanmıştır. 

01.12.2005 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ile CHP milletvekili Muharrem İnce arasında şu diyalog geçer: 

“Hüseyin Çelik: Bakın, önümüzdeki günlerde Şırnak’a ve Mardin’e gidiyorum, 
oralarda aynı şeyler yapılacaktır. Bunu kamuoyu çok iyi biliyor. Aslında 1001 okul açtığımız gün…1001 okul derken, o bir sembolik ifadeydi, 1001 değildi, o gün 1.247 okul açıldı değerli arkadaşlar… 

Muharrem İnce (CHP): Biz de 1001 Gece Masalları sanmıştık onları, yanlış anlamışız!” 81 

Bin Bir Gece Masalları, Ortaçağ’da kaleme alınmış, Arap ve Fars kökenli bir eserdir. İnce, iktidarın okul açma projesini, Bin Bir Gece Masalları ile özdeşleştirmiştir. Zira, masalın kahramanlarından Şehrazad, her gece kocası Şah Şehriyar’a bir masal anlatır ve o gece de ölümden kurtulurdu. Bu bağlamda, projenin bitmiş ve okulların açılmış olduğuna inanamayan İnce, böyle bir anlam ilgisi kurarak, iktidar ile istihza etmiştir. 

28.03.2006 tarihli TBMM Genel Kurulunda Mahmut Duyan şöyle konuşur: 

“Bir de mayınlı tarla derdimiz var. Mayınlı tarlayı da, işte, Sayın Bakan 
Unakıtan'ın açıkladığı gibi, bunu, dışarıdaki firmalara verilecektir. Aslında, o 
bölgedeki arazilerin çoğu hisseli, çoğu da mahkemelik. Mesela, bir ailenin bir 
kardeşi Suriye vatandaşı olmuş, bir kardeşi de bizim orada. Şimdi, yarın miras 
paylaşımı olduğu zaman, mahkeme lehte karar verirse ne olacak?! Toprak 
köylünündür. Oradaki toprağı da, oradaki vatandaşa vermemiz şart. Şimdi, Sayın Kürşad Tüzmen keşke burada olsaydı; herhalde, yine Derimodda veyahut da Ayyıldız Mayolarının defilesine gitmiştir. Gidip de, Habur'daki esnafımızın halini bir görseydi; kuyruk 70 kilometre. Bak, burada söylüyorum, şu anda, esnaf orada perişan halde. Kürşad Tüzmen'i, Habur Gümrük Kapısına davet ediyorum. Gitsin, oradaki şoför esnafın halini görsün, Derimoddaki modelist yapılmasın. Orada, gidiyor, fotomodellik yapıyor Kürşad Tüzmen; oraya gitsin.”82 

İktidar üyelerinin yönetim ile ilgili yaklaşım ve uygulamaları, muhalefet için “siyasî sataşma” ortamı sağlamıştır. Yukarıdaki söylem böyle bir siyasi sataşmanın örneğidir. Muhalefet vekili Mahmut Duyan Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in uygulamalarını eleştirmeyi amaçlarken, istihza türünden faydalanmıştır. Bakanın, bazı tekstil firmalarının defilelerine gidip de, sınır kapısına gitmemesi muhalefet için istihza malzemesi olmuştur. 

Recep Tayyip Erdoğan, 22.04.2007 tarihli Bayburt Mitingi’nde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sözlerine şu şekilde karşılık verir: 

“Şimdi duydum ki, bugün bir meydan okuma yapmış. Taksim’e on bin gençle 
gelecekmişsin veya beş bin gençle. Bin bozkurtla Kasımpaşa’ya kadar kovalarım, demişsin. Allah Allah! 

Sayın Bahçeli, sen bozkurtlarla mı dolaşıyorsun? Bozkurtların sana hayırlı olsun. 
Ben bozkurtla dolaşmıyorum. Ben eşref-i mahlûk olan insanlarla dolaşıyorum.” 83 

İktidar ile muhalefet miting meydanlarındaki konuşmaları zaman zaman istihza türü için malzeme edilmiştir. Erdoğan, “Allah Allah” ifadeleri ve “Sana hayırlı olsun” ifadeleriyle istihzayı kullanmıştır. Öte yandan, MHP’nin ülküsel simgelerinden biri olan “bozkurt” un, “yaratılmışların en şereflisi” olan insanla mukayese edilemeyeceğini söylemeye çalışırken, hiciv türünü de kullanmıştır. 

İbrahim Özdoğan 30.05.2007 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Bak, zatıâliniz bana -bir konuşmamda Naim Hoca fıkrası anlatmıştık -demiştiniz 
ki: "Sana cuma günü de sorgu- sual soracaklar." Ben de size bir şey söyleyeyim 
mi? Bak, siz de herhalde Avrupa Birliğine çok sadakatle sarıldığınız için -ama, 
mesafe katedemediniz- siz de cumartesi veya pazardan medet umuyorsunuz, sorgu sual sorulmaz diye.” 84 

Bu söylemde muhalefet milletvekilinin iktidarın Avrupa Birliğine giriş süreci ile istihza eder. Muhalefet vekiline göre, iktidar fazla Batılılaşarak, kendi dinî değerlerini unutmak üzeredir. “Cumartesi Pazardan medet ummak” ifadesi Gayrimüslimlerin ibadet günlerini hatırlatma amacı taşır. 

CHP milletvekili Uğur Aksöz 01.06.2007 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Hani boksör dayak yer dolanır durur ya, menajerine bakar, öbürüne bakar. 
Sonuçta ne olur biliyor musunuz: Menajeri bir kova suyu alır yüzünden aşağıya 
boca eder, boksör ayılır. 22 Temmuzda size iyi ayılmalar diliyor, saygılar 
sunuyorum.” 85 

Aköz, konuşmasında iktidar ile istihza eder. Yaklaşan 22 Temmuz seçimlerinde 
seçmenin kendilerini ayıltacağını ifade eden Aköz, iktidar ile “su ile ayıltılan boksör” arasında bir benzerlik ilişkisi kurmuştur. 

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile CHP milletvekili Kemal Anadol arasında 
04.12.2007 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle bir diyalog geçer: 

“Maliye Bakanı Kemal Unakıtan -Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk diyor ki: 
“Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi 
bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün hayat ışıklarında bağımsızlık felç 
olur.” 1 Mart 1922. Bunu da soruyordunuz “Ne zaman söyledi?” diyordunuz, bu 
da size bir cevaptır. 

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan (Devamla) – Tamam, teşekkür ederim. Bizi 
alkışlamaya devam edeceksiniz, devam edin. (AK Parti sıralarından alkışlar) 

K. Kemal Anadol (CHP) – Atatürk’ü alkışladık sizi değil!” 86 

Siyasiler arasında geçen diyaloglarda, mizahî ögeler anlık oluşabilmişlerdir. Yukarıdaki diyalogda, iktidar üyesi Kemal Unakıtan’ın Atatürk’ün bir sözünü kullanarak konuşmasına devam etmesi üzerine CHP sıralarından alkışlar yükselmiş ve iktidar alkışları üzerine alınmıştır. Bunun üzerine Kemal Anadol, Atatürk’ü alkışladıklarını beyan etmiştir. Dolayısıyla bu ifade istihza içerir. 

CHP milletvekili Kemal Anadol ile AK PARTİli Kemal Unakıtan arasında 04.12.2007 TBMM genel kurulunda şöyle bir diyalog geçer: 

“K. Kemal Anadol (CHP) – Nerede? Nerede? Devletle iş yapmadı bizim çocuklarımız. 

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan (Devamla) – Bu millet biliyor, her şeyi biliyor. 
Bunları daha önce de yaptınız, bu millet size cevabınızı verdi. 
K. Kemal Anadol (Devamla) – Sayın Bakan, soru soruyorsun; devletle iş yapmıyor bizim çocuklarımız. 
Kemal Unakıtan (Devamla) – Sayın Baykal, bunlara lütfen devam etmeyiniz. 
Sonra sizi biz bile kurtaramayız.” 87 

Kemal Unakıtan’ın dönemin CHP lideri Deniz Baykal’a yönelik “Sizi biz bile 
kurtaramayız” söyleminde iktidar kanadının, muhalefete yönelik bir tavrı söz 
konusudur. Bazı durumlarda, muhalefeti kendilerinin kurtardığına dair bir gönderme yapılmıştır. Yine bu söyleme de Üstünlük Kuramı hâkimdir. Üstünlük duygusunun vermiş olduğu hazla, iktidar muhalefet ile bu şekilde istihza etmiştir. 

Mehmet Serdaroğlu 09.12.2009 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“– … önerimizi kabul ederseniz konu enine boyuna araştırılacak, ortaya 
başkaca çözüm önerileri de çıkabilecektir. Değerli milletvekilleri, yine 2007 seçim öncesinde, Kastamonu’da, AKP milletvekili adayları, şeker fabrikasının salonunda, fabrika özelleştirilmeyeceğini, bunu özelleştirenlerin ellerini kıracaklarını ifade etmişlerdir. Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği Şeker Reformu’nun yürürlüğe gireceği 2014 yılını beklemek bize göre hiçbir şey kaybettirmez. Değerli milletvekilleri, dün Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum, Çarşamba, Kastamonu şeker fabrikaları 606 milyon dolara satılmıştır. Bunların 20 bin dönüm arazisi vardır ve arazi fiyatına satılmıştır, 1 dönüm arazi 30 bin dolara gelmiştir. Demek ki, üzerindeki fabrikalar eşantiyon olarak alana verilmiştir. Ayrıca, eğer ürettiğiniz şekerde bir sıkıntınız varsa aynen kömür dağıttığınız gibi şeker de dağıtarak şekeri tüketebilirsiniz.” 88 

Muhalefet milletvekili, iktidarın şeker üretimindeki yaklaşımı üzerinden, yoksul ailelere kömür yardımı yapmasını eleştirmiştir. Bu eleştiri genel anlamda ise istihza taşır. Zira, muhalefetin amacı bir yandan da iktidarın şeker fabrikalarının satılışına müsaade etmesine dikkat çekmek olmuştur. 

18.06.2010 tarihli TBMM Genel Kurulunda şu diyalog kurulur: 

“Ahmet Yeni (Devamla) – AK PARTİ, ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden 
güneyine her karışını görmekte ve işçisinden sanatçısına, çiftçisinden bürokratına, her emeğin ve emekçinin alın terinin değerini veren bir parti ve iktidardır. Çünkü AK PARTİ milletin partisidir, AK PARTİ milletin vicdanıdır, milletin sesidir, milletin ta kendisidir. 

Mehmet Günal (Antalya) – Hangi milletin? 
Ahmet Yeni (Devamla) – Kanun tasarısı hayırlı olsun, milletimize hayırlı uğurlu olsun. 

Oktay Vural (İzmir) – Sayın Başkanım, üç dakika daha süre verin de, gerçekten çok veciz bir konuşma yaptı, herkes gülüyor çünkü!” 89 

Bu söylemlerde muhalefet milletvekili Oktay Vural, iktidar milletvekilinin yapmış 
olduğu konuşma ile istihza eder. Yapılan konuşmanın herkesi güldürdüğünü iddia eden Vural, bu iddiasını imasız apaçık söyler. 
CHP milletvekili Muharrem İnce, 25.12.2009’daki TBMM Genel Kurulunda şöyle 
konuşur: 

“…Yedi yıldır bu kürsüde hayal tüccarlığı yaptınız. Rakamları tersine okuttunuz. 
2002’de ilk iktidara geldiğinizde önce gömlek değiştirdiniz, sonra sakallarınızı 
kestiniz, sonra jiplere bindiniz, sonra orman içindeki villalarınızda havuzlarda 
yüzmeye başladınız…Memleket yangın yeri, millet ölmüş, bitmiş, siz hâlâ ne 
konuşuyorsunuz! 
Başbakan, camdan okuduğu yazılarla pembe tablolar çizerek, milletin canına nasıl okuduğunu saklamaya çalışıyor. Böyle bir ortamda, Başbakan Yardımcısı 
“Civanım, delikanlım ne hâle geldi” diyor. “Civanım, delikanlım ne hâle geldi” 
diye bakacağına, güzelim memleketin ne hâle geldi diye ona bir bakmak lazım.” 90 

İnce, bu konuşmasında yine iktidarı lüks içinde yaşama ile ve halkın sorunlarıyla 
ilgilenmeme yönünde istihzada bulunur. Bu söylemde aynı zamanda benzeşleme dil oyunundan yararlanılmıştır. “Camdan okumak” ile “Canına okumak” ifadelerinin ses benzerliği, bu söylemin istihza vurgusuna dikkat çeker. 

05.04.2011 tarihli TBMM Genel Kurulunda milletvekilleri arasında şu diyalog geçer: 

“Osman Özçelik -Bakın, 1 milyon 700 bin insan sınavlara girdi ve sınavlar 
üzerinde de çok ağır bir şaibe var, şifre şaibesi var. Bu 1 milyon 700 bin insan, bu şaibe tamamen ortadan kaldırılmadan, açık bir şekilde… Sadece teminat vererek bunun olmayacağını herkes biliyor. “Biz Başkana güveniyoruz, onun açıklamaları yeterli.” demek yeterli mi acaba? Bunun mutlaka açığa çıkarılması lazım, yoksa 1 milyon 700 bin gencimizin geleceğini karartmış olursunuz. Yine, onlarca gazeteci cezaevlerinde. Yazarların yazılmayan kitapları toplatılıyor. Dünyanın hiçbir yerinde yazılmamış bir kitabın toplatıldığı görülmüş müdür? Böyle bir ülke için demokrasi tanımı yapılabilir mi, demokratik bir ülke tanımı yapılabilir mi? Hâlâ, kadın cinayetleri var. Kadına işkence, baskı, şiddet uygulanıyor. Bunun önüne geçilebildi mi? Kadınlarımız geleceğine güvenle bakabiliyorlar mı acaba? İnsanlar kılık ve kıyafetlerinden dolayı yasal engellerle karşılaşıyorlar, geleceklerinden umutlu olabilirler mi? Bir kitap yazıldı, hatta yazılmadı bir kitap, bu kitap toplatıldı: “İmamın Ordusu” Şimdi duyuyoruz, yeni bir kitap yazılıyor. Sayın Başbakan İçişleri Bakanına, İçişleri Bakanı da polis yetkililerine, oradan da savcılara bir talimat herhâlde gider bugünlerde. Bu defa “İmamın Şifreleri” diye bir kitap yayınlanıyor bugünlerde, onun hazırlıkları yapılıyor. 

Mustafa Özyürek – Onu kim yazıyormuş? 

Osman Özçelik (Devamla) – Onu da Sayın İçişleri Bakanı arasın bulsun, ben ihbar etmiş olmayayım. “İmamın Şifreleri” kitabını da… 

Mustafa Özyürek – Hayır, kolaylık yapalım da toplayıversinler.” 91 

Bu söylemde gazeteci Ahmet Şık’ın yazmış olduğu; ancak, yayımlanmadan yasaklanan ve Şık’ın tutuklanmasına sebep olan “İmamın Ordusu” kitap konu edilmiştir. Basın üzerindeki göreceli sansür üzerinden, konuyu ÖSYM’nin yapmış olduğu sınavlardaki şaibe iddialarına getiren muhalefet milletvekilinin amacı iktidar bakanı ile istihza etmektir. Yapılan sınavlardaki şifre iddiası, “İmamın Şifreleri” şeklinde malzeme edilmiştir. 

MHP Grup Başkanvekili ve İzmir Milletvekili Oktay Vural 17.05.2011’de MHP’nin 
İzmir İl Başkanlığında düzenlediği toplantıda, Başbakan Erdoğan hakkında şöyle 
konuşmuştur: 

“…Sayın Başbakan miting meydanlarında üfürüyor. Bazen sadece yazılanları 
okuyabiliyor, onun dışında bir konuşması yok. Bakın, Sayın Başbakan Antalya 
mitinginde!(Başbakan susmaktadır) 

Konuş, oku bakayım, oku bakayım, oku ya! Nihayet, promter çalıştı. Promter 
çalışınca Başbakan maşallah üfürüyor…” 92 

Vural, Başbakana yönelik ‘mükemmel hatip’ söylemleri ile bu şekilde istihza etmiştir. 
Zira, ona göre promter çalışmayınca Başbakan konuşamamaktadır. 

02.11.2011’de Almanya Dışişleri Bakanlığı’ndaki “Türklerin Almanya’ya Göçünün 50. Yılı” nedeniyle düzenlenen etkinlikte konuşan Recep Tayyip Erdoğan şöyle der: 

“Fatih Akın’ın filmleri Almanya’nın olduğu kadar, Türkiye’nin de gururu. Türk 
Milli Takımı’nın kalesini hedef almadığı sürece Mesut Özil’in 93 attığı her golle 
bizler de havalarda uçuyoruz…” 

Mesut Özil’in Türk milli takımına gelmeyişine yönelik bir istihzası bulunur. 

Recep Tayyip Erdoğan 22.11.2011 tarihli grup konuşmasında şöyle konuşur: 
“Değerli arkadaşlarım, Ana Muhalefet Parti CHP’nin hem Osmanlı tarihiyle, hem 
de kendi kişisel tarihiyle olan çatışmasını ibretle izliyoruz. Bunlar, Sultan 
Abdülmecit’le Halife Abdülmecit’in aynı kişiler olmadıklarını bugün elhamdülillah 
anladılar. Zamanla elifle mertek arasındaki farkı da inşallah görürler” 

Erdoğan, bu örnekte deyim kullanarak istihza yoluna gitmiştir. “Elifle mertek arasındaki fark” 94 şeklinde kullandığı deyimin sözlükte kullanılan hali ” Elifi görse mertek sanır” şeklindedir ve “okuma yazma bilmez” anlamındadır (Aksoy 2013: 756). Erdoğan’ın bu sözündeki amaç, CHP’nin araştırmadığı, tarih bilmediği şeklindeki iddiasını istihza yolu ile vurgulamaktır. 

3.4.3. İroni 95 

12.04.2006 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle bir diyalog geçer: 

“Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin - …diğer 
kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilmeyen 11 000 -ona, özelleştirme 
mağduru demeyi doğru bulmuyorum- özelleştirme sonucu, emekli hakkını da 
elde edemediği için işsiz kalan insanları, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam ettik; biz yaptık onu. Yani, özelleştirme sonucu mağdur duruma düşmüş olan memuru, sözleşmeliyi, işçiyi, hepsini, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam eden biziz, biz değerlendirdik onları. 

Ali Rıza Bodur (CHP) - Memlekette iş arayan yok!.. İşçi aranıyor! 
Güllük gülistanlık!..”96 

İroni türünün siyasîler arasında çok kullanılan bir tür olmadığını görmekteyiz. 
Yukarıdaki diyalogda iktidar üyesi Mehmet Ali Şahin iktidar partisi olarak işsizlik 
sorununa çare bulduklarını beyan etmekte iken, konuşmasına müdahale eden CHP milletvekili Ali Rıza Bodur, ülkede hâlâ iş arayan pek çok insanın varlığına dikkat çekmeye çalışırmıştır. Bu amaç doğrultusunda, iktidar üyesinin iddialarını boşa çıkarmak için mizahtan yararlanmak istemiştir. İktidar vekilinin söylediklerinin tam tersini beyan edebilmek için ironi türünü kullanmıştır. ironi yapmıştır. 

3.4.4. Karikatür 

Karikatür, görselliğin de sağlamış olduğu katkıyla, mizahın en etkili alanlarındandır. 

Günümüzde, pek çok siyasetçinin interneti, sosyal paylaşım siteleri ve kişisel web siteleri üzerinden, seçmenleriyle bire bir iletişim kurabildiklerini biliyoruz. 

MHP Lideri Devlet Bahçeli ise günümüze kadar görülmemiş bir uygulamayı yaptı. Kendi kişisel web sitesine, kendisi ile ilgili karikatürleri koyarak, mizahı siyasette bu şekilde de kullanabileceğini göstermiştir. 97 



Siyasetçiler mizah malzemesi olup halkın gözünde itibar kaybetmeyi tercih etmezken, Bahçeli bunun tam aksi bir tutum sergilemiştir. Mizahın savunma ve saldırı işlevinin siyasette nasıl kullanılabilineceğine örnek teşkil eden bu uygulama, Bahçeli’nin itibarının zedelenmesinden ziyade bir öz güven işareti olarak algılanmaktadır. 



SONUÇ 

Gündelik tüketimler içerisinde yer alan gülme eylemi, ciddilikten uzak, basit bir eylem gibi algılanıyor olmasına rağmen, psikolojisi, işlevleri ve tasnifi üzerinde düşündürtmüş bir olgu olarak karşımıza çıkmıştır. 
Mizah üzerine yapılan pek çok tanım, onun fonksiyonlarıyla ilgili bilgiler sunmuştur. 

Gülme ile mizah arasındaki en kuvvetli ayrım da bu noktada karşımıza çıkmıştır: gülme gündelik tüketim nesnesi iken; mizah savaşan, direnen ve daha entelektüel bir dünyadan insanlığa seslenmiştir. 
Cinsel mizah, etnik mizah ve siyasî mizah olmak üzere üç türde karşımıza çıkan 
mizahın, eğlence ve hoş vakit geçirme boyutunu cinsel mizah; üstünlük kurma, hor görme, aşağılama boyutunu etnik mizah; protesto etme, yıpratma, sorgulama, ifşa etme, itibar zedeleme ve statü endişesi yaratma gibi boyutlarını ise siyasî mizah karşılamıştır. 
Aynı zamanda mizah, farklı üslup ve biçimlerle, hiciv, ironi, alay, şaka, karikatür, nükte, karikatür gibi türlerinde form kazanmış; sosyal protestoda ve siyasette kullanılmıştır. 
Mizahın, siyaset ile olan ilişkisini belirlerken, sosyal protesto işlevi özellikle üzerinde durmamız gereken nokta olmuştur. ‘Bir farkındalık yaratma süreci’ olarak tanımladığımız sosyal protestonun dikkat çekmesi önemlidir. Sunduğumuz örnekler göstermiştir ki; sosyal protesto mizahın sivri, uslanmaz, hayal gücü geniş ve ‘orantısız zekâ’ sından faydalanarak dikkat çekmeyi başarmıştır. 
Mizahın, protesto işlevinin yanında, siyasal lider imajına etkisi tartışılmıştır. 
Karizmatik liderlik, kusur götürmez bir olgu olmasıyla birlikte, kitleleri peşinden 
sürükleyebilmektir. İşte bu noktada, liderin imajın zedeleyebilecek bir hata/kusur liderliğini sonlandırmasa da, liderin kendini savunmasını gerektirecek durumlar yaratmıştır. 
Dünya siyasî tarihinde pek çok hatibin, parlamenterin ve liderin söylemlerinde mizahî unsurları kullanmaları, onların popülaritelerini artırmalarına sebep olmuştur. 

Türk siyasetinde, siyasî mizahın kullanılıp kullanılmadığı, kullanıldıysa ne oranda hangi yollarla kullanıldığı çalışmamızın cevap aradığı soru olmuştur. Dönem dönem Türk siyasetçilerden verilen örnekler, esas itibariyle bu üslubun bir tercihten ziyade, bir mizaç meselesi olduğu sonucuna götürmüştür. Mizahın, kıvrak bir zekâ, hazırcevaplılık, şaka kaldırır gibi karakteristik vasıflara sahip kişilerde ortaya çıktığı düşünülürse, Türk siyasetinde de bu mizaçta pek çok siyasîye rastlamak mümkün olmuştur. 

2002-2011 yılları arası Türk Siyasetine baktığımızda şöyle bir tablo karşımıza çıkmıştır: 
Her iki hükümet döneminde de AK PARTİ, tek başına iktidar olurken, CHP ve MHP muhalefet partileri olarak parlamentoda yerini almıştır. 

Bu dönemde Türk Siyasetindeki şahısların, mizahı ne şekilde, hangi yollarla ve hangi icra ortamlarında kullandıkları çalışmamızın ana malzemesi olmuştur. Siyasîlerin TBMM genel kurullarında, parti grup konuşmalarında, çeşitli il toplantılarında ve yurtdışı konuşmalarından alınan örnekler incelenmiştir. 

Netice itibariyle, bir muhalefet aracı olarak algı yaratan ve pek çok toplumsal oluşum ya da bireysel olarak bir muhalefet aracı olarak kullanılagelen siyasî mizah, kısıtlı ve sınırlı da olsa adı geçen dönem içerisinde iktidar tarafından da kullanılmıştır. İktidar partisi konumunda bulunan AK PARTİ içerisinde mizahı kullanımıyla ilgili dikkat çeken isimler Recep Tayyip Erdoğan ve Bülent Arınç olmuştur. 

Türk siyasetinin geneline baktığımızda muhalefetin en büyük silahı eleştirmek ve sorgulamaktır. Bu bağlamda derlenen söylem örneklerinde muhalefet üyelerinin iktidar icraat ve yaklaşımlarına yönelik çok miktarda istihza, telmihlerle mizah ve yine dil oyunları ile mizahtan faydalandıkları tespit edilmiştir. 

CHP içinde ise mizahı kullanımıyla dikkati çeken isimlerden biri Muharrem İnce’dir. İnce, konuşmalarında özellikle sert bir mizah türü olan hicvi tercih etmiştir. CHP’nin farklı bir platformda mizahî taşlamalara yer verdiği seçim şarkıları iktidara yönelik hiciv ve istihzayı içermiştir. 

CHP kanadında, mizahî söylemlere fazlaca yer veren diğer isim partinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Kılıçdaroğlu, il mitinglerinde ve parlamentoda istihza ve fıkra gibi daha yumuşak bir mizah türlerini tercih etmiştir. 

Muhalefet partisi konumunda olan MHP kanadında ise öne çıkan isim partinin grup başkanvekili Oktay Vural’dır. Vural, bilhassa Başbakan üzerine istihzayı kullanır. Öte yandan MHP lideri Devlet Bahçeli, grup konuşmalarında daha resmi bir üslup kullanırken, il mitinglerinde mizahı tercih etmiştir. Bahçeli’nin mizahın işlevlerinden yararlanmak istediğinin en net göstergesi, kendi kişisel internet sitesinden paylaştığı karikatürlerdir. 

Sonuç olarak, siyasî mizah halkın bir savunma ve saldırı mekanizması hâlinde 
kullanılmıştır. Yönetene karşı bir silah gibi kullanılan mizah, görülüyor ki salt halkın kalkanı olmaktan ziyade, “yöneten” katındaki yahut bir şekilde siyaseti meslek edinmiş kişilerin de kullanım alanı olagelmiştir. Mizahın savunmacı ve saldırgan tavrından nasibini almış, tarih önünde bir şekilde mizahın tokadına maruz kalmış otorite, mizaha olan düşmanlığından bir noktada açık vermektedir. Zira, düşman bellediği sistemin çarkına kendisi de düşmüştür. 

Siyasî, bu noktada salt halktan değil, kendi meslek grubundan da bu şekilde ifşa edilme, alay edilme, hor görülme, küçük düşürme gibi eylemlerin edilgeni olmuştur. Bu noktada mizahın öznesi ve nesnesi değişim gösterebilmekte; ancak, maksat aynı kalmıştır. 

Çıkarımımız şudur ki; gerçek anlamda etkili bir mizah yaratma eylemi gösterebilen kişilerin zekâları takdir ister. İster iktidar, ister muhalefet, ister sivil toplum, ister mizahı meslek edinmiş kişi olsun, mizahın söyleyecek sözü tükenmeyecektir. İnsanoğlu, zekâsını ispatlayabilmek adına dahi, mizahtan uzak kalamayacaktır. Mizah, komediden sıyrılıp toplumsal eleştiri söylemi olarak yoluna devam edebildiği sürece ve toplum tarafından da bu şekilde adlandırıldığı sürece, yaşam alanı genişleyecek, türeyecek ve siyasetçinin de en büyük kalkanı ve iletişim tarzı olacaktır. Kaldı ki, bu iletişim tarzı kişilerarası diyaloglarda çoğu zaman son noktayı koyabilecek, koltuklarına “sevdalananları” rahatsız edecektir. Mizahın baskısı, belki vicdan, belki hukuk baskısından daha kamusal, daha basit ve daha utandırıcı olduğundan, siyasi bencilliğe ve dokunulmazlığa zedeleyici bir etki edecektir. 

Elbette, bu çıkarımlarımız bir tartışma konusudur; lakin, bir değerlendirme çabası içerisinde olmamızdan dolayı, mizaha bir yerde hakkını teslim etme gereğini de hissetmekteyiz. Şu noktayı da belirtmekte fayda görmekteyiz: Tarihinde üç askerî darbeyle sınanmış, öğrenci olaylarının bitmek bilmediği, basın üzerindeki sansürün dönem dönem hissedildiği, kadına, doktora, çocuğa ve öğretmene şiddete caydırıcı cezaların uygulan(a)madığı, bir başkasının gazetesini okumaya yönelik azimli performansların sergilendiği, her on ev hanımından sekizinin TV dizisi doktoru olduğu ve hatta öküzünün adını gelinin adından önce yazan kayınpederlerin, karısına köşe bucak “kadın jinekolog” arayan kocaların olduğu Türkiye gibi bir toplumda, mizahın tükenmesi diye bir ihtimali söz konusu edemiyoruz. Bu anlamda mizah belki kılık değiştirebilir, yazılı basına olan ilginin giderek azalmasıyla karikatür dergilerinin tirajı düşebilir; ancak, mizah sokakta, pankartlarda, sosyal medyada ve siyasîlerin 
metinlerinde ihtişamını sergilemeye devam edecektir. 

79 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil1/bas/b114m.htm 
80 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil2/bas/b005m.htm 
81 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil4/bas/b026m.htm 
82 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil4/bas/b080m.htm 
83 https://www.youtube.com/watch?v=Gu0PaudB3Rk 
84 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil5/bas/b117m.htm 
85 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil5/bas/b119m.htm 
86 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil2/bas/b029m.htm 
87 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil2/bas/b029m.htm 
88 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b028m.htm 
89 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b120m.htm 
90 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b042m.htm 
91 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b086m.htm 
92 http://www.habererk.com/arsiv/haber/11793/vural-basbakanla-cook-eglendi-video.html 
93 Türk asıllı Alman vatandaşı olan futbolcu Mesut Özil, Türk milli takımından davet almış, ancak kendisinin Alman takımında daha rahat hissedeceğiniz söyleyerek, teklifi reddetmiştir 
(http://www.sabah.com.tr/Spor/Futbol/2010/10/08/iste_mesut_ozil_gercegi). 
94 Direk 
95 Bkz. 1.Bölüm, Mizah Türleri, İroni Başlığı. 
96 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil4/bas/b087m.htm 
97 (http://www.devletbahceli.com.tr/htmldocs/index/icerik/4/resim_galerisi_goster_10.html). 
C:\Users\ww\Desktop\resim_buyuk.jpg
C:\Users\ww\Desktop\resim_buyuk (1).jpg




KAYNAKÇA 

AKAL, C. B. (1991). Yasa ve Kılıç. Afa Yayınları. 
AKALIN Ş. H. (2011). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. 
AKSOY, Ö. A. (2013). Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1-2. İstanbul: İnkılâp Yayınları. 
AVCI, A. (2/2003). Toplumsal Eleştiri Söylemi Olarak Mizah ve Gülmece. Birikim, 166, 80-96. 
AZİZ, A. (2003). Siyasal İletişim. Ankara: Nobel Yayınları. 

BALCI, Ş. (2006). Negatif Siyasal Reklamlarda İkna Edici Mesaj Stratejisi Olarak 
Korku Çekiciliği Kullanımı.Yayımlanmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, Konya. 
BALCI, Ş. ve BAL, E. (2008). 22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerinde AKP ve CHP 
          Reklamları: Karşılaştırılmalı Bir Analiz. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 33,5-28. 
BAŞGÖZ, İ. (1999). Protesto: Folklorun Beşinci İşlevi. Ö. Çobanoğlu ve M. Özarslan (Ed.). Folkloristik: 
Prof. Dr. Umay Günay Armağanı (s.1-4). Ankara: Feryal Matbaacılık. 
BAUDELAIRE, C. (1997). Gülmenin Özü. İstanbul: İris Yayıncılık. 
BİLKAN, A. F. (1997). Nabi Divanı.C.1-2. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. 
BİZDEN, A. (1998). Günümüz Mağrur Mağdurlarının Muhalif Üslubu Hizayı Bozan Muhalefet. Birikim, 113, 41-46. 


CANTEK, L. (2002). Mizah Mahallesi. Güldiken Mizah Kültürü, 23, 23-24. 
CANTEK, L. (2003). Gülmenin Muhalif Duruşu. Folklor/Edebiyat, 9(34), 57-71. 
CANTEK, L. (2004). Gırgır Efsanesine Dışarıdan Bakmak. Toplumsal Tarih, 129, 16- 22. 
CEBECİ, O. (2008). Komik Edebi Türler Parodi Satir ve İroni. İstanbul: İthaki Yayınları. 
CLASTRES, P. (1991). İlkel Toplumlarda İktidar Sorunu.( Çev: A. Türker) Birikim, 28, 69-71. 
ÇELİKER, M. (2009). Lider İmajının Yaratılmasında Fotoğrafın İşlevi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 
          Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta. 
ÇOBANOĞLU, Ö. (2008). Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş (4.bs.). Ankara: Akçağ Yayınları. 
ÇOŞKUNER, Ö. (2007). Ay Dede Mizah Dergisi’nin İncelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 
          Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul. 


DAVİES, C. (2007). Humour and Protest: Jokes under Communism. M. Hart and D. Bos (Ed.). Humour and Social Protest 
          (s.291-305). Cambridge: Press Syndicate of the University of Cambridge. 
DEVELİOĞLU, F. (2002). Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat (19.bs.) Ankara: Aydın Kitabevi. 
DİLBER, F. (2012). Seçmenlerin Kitle İletişim Araçlarından Aldığı Siyasal İçerikli Bilgilerden Etkilenme Düzeyi; 
          Karaman İli Seçmenleri Üzerine Bir Alan Araştırması. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 1(4), 83-105. 
DOMENACH, J.M. (1995). Politika ve Propaganda. (2.bs.). (Çev: T.Yücel), İstanbul: Varlık Yayınları. 
DOUGLES, M .(2002). Şakalar-Fıkralar. Güldiken, 26, 40-54. 
DUVERGER, M. (2011). Siyaset Sosyolojisi (Çev: Dr. Şirin Tekeli). İstanbul: Varlık Yayınları. 


EKER, S. (2011). Çağdaş Türk Dili (7.bs.) Ankara: Grafiker Yayınları 
ELÇİN, Ş. (2001). Halk Edebiyatına Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları. 
ELÇİN, Ş. (2010). Kerem ile Aslı Hikâyesi. Ankara: Akçağ Yayınları. 
ELMAS, N. (2010). Tarık Buğra’nın Hikâye Dilinde İroni. Karadeniz Araştırmaları Dergisi, 25, 135-143. 
ERSOY, E. (1998). Üniversite Gençliğinin Siyasi Yönelimleri ve Protesto Hareketleri, Bilim Uzmanlığı Tezi, İnönü Üniversitesi, Malatya. 


FENOGLIO, I. ve GEORGEON, F. (2007). Doğu’da Mizah (Çev: A. Berktay). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 
FREUD, S. (1905). Espriler ve Bilinçdışı İlişkileri (Çev: E. Kapkın). İstanbul: Payel Yayınları. 2012 

GÖNENÇ, L. ve CANTEK, L. (2010). Karikatürün Sosyal ve Siyasal Olayları Etkileme Gücü Üzerine. Toplumsal Tarih, 193, 26-35. 
GÜDERİ, C. (2008). Sanat Alanı Olarak Mizah: Sanat, Mizah ve Karikatür İlişkisi ve Türkiye’den Üç Örnek. Yayımlanmamış 
         Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi, Malatya. 
GÜLER, Ç. ve GÜLER, B.U. (2010). Mizah, Gülme ve Gülme Bilimi. Ankara: Yazıt Yayıncılık. 
GÜNGÖR, Erol (2003). Sosyal Meseleler ve Aydınlar. Ankara: Ötüken Yayınları. 
GÜNGÖREN, A. (2001). Şaka! Bir Marjinal Antropoloji Konusu Olarak Şakanın Antropolojisine Giriş. Cogito, 26, 191-197. 

HANÇERLİOĞLU, O. (2008). Felsefe Sözlüğü (16.bs.) İstanbul: Remzi Kitabevi. 

JAKEL, S. (1997). İlyada’da Gülme Olayı (Çev: M. H. Doğan). Güldiken, 12, 36-39. 
JASPER, M. James (1997). Ahlaki Protesto Sanatı Toplumsal Hareketlerde Kültür, Biyografi ve Yaratıcılık (Çev: S.Öner). İstanbul: 
          Ayrıntı Yayınları (2002). 

KANIK, O. V. (2012). Bütün Şiirler (30.bs.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 
KAPLAN, M. (2001). Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3 Tip Tahlilleri. İstanbul: Dergâh Yayınları. 
KAYIRAN, Y. (2002). İronik Algı: Hicivsel Nara. Güldiken, 28, 49-63. 
KILIÇ, Z. (2012). Türk Edebiyatında Birbirine Yakın Üç Kelime: Hiciv, Medh ve Hezel. International Periodical For The 
          Languages Literature and History of Turkish or Turkic. Volume 7/3, Summer, 1741-1750. 
KIŞLALI, A. T. (1992). Siyaset Bilimi. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları. 
KİERKEGAARD, Soren (2009). İroni Kavramı Sokrates’e Yoğun Göndermelerle (Çev.: S. Okur). Ankara: İmge Kitabevi. 
KOCAKAPLAN, İ. (2002). Açıklamalı Edebi Sanatlar. İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları. 
KÖKER, E. (1998). Politikanın İletişimi İletişimin Politikası. Vadi Yayınları: Konya. 

LEFEBVRE, H. (2001). Alaycılık, Doğurtma Yöntemi ve Tarih Üzerine (Ş. Demirkol, Çev.), Cogito, 26, 133-145. 

MODLESKİ, T. (Haz.) (1998). Eğlence İncelemeleri, Kitle Kültürüne Eleştirel Yaklaşımlar. (Çev: N. Gürbilek). İstanbul: Metis Yayınları. 
MORREAL, J. (1997). Gülmeyi Ciddiye Almak. (Çev: K. Aysenever-Ş.Soyer) İstanbul: İris Yayınları. 
MUALLİMOĞLU, N. (1997). Politikada Nükte (2.bs.). İstanbul: Avcıoğlu Basım Yayın. 

NESİN, A. (2001). Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı. İstanbul:Adam Yayınları. 

OKAY, O. (1998). Hiciv. İslam Ansiklopedisi (c. 17, s. 447). İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları. 
ORTAYLI, İ. (1997). Devlet’e Nasıl Bakmalı? Doğu Batı Dergisi, 1, 11-15. 

ÖĞÜT- EKER, G. (2009). İnsan Kültür Mizah / Eğlence Endüstrisinde Tüketim Nesnesi Olarak Mizah. Ankara: Grafiker Yayınları. 
ÖKTEN, N. (2001). Varoluşsal Bir Tehdit Ya da Bir Korunak Olarak Şaka. Cogito, 26, 146-151. 
ÖZDEMİR, N. (2010). Mizah, Eleştirel Düşünce ve Bilgelik: Nasreddin Hoca. Milli Folklor, 87, 27-40. 
ÖZDEMİR, N. (2002). Türkiye’de Siyasal Parti Kültürü. Milli Folklor, 56, 53-74. 
ÖZER, Ö. (2000). Siyasal İletişim ve Basın:1995 ve 1999 Seçimlerinde Çiller Haberleri. Selçuk İletişim, 1(2), 116-126. 

POROY, S. (2007). Yazıp Çizmek. Varlık, 74 (1192), 7-11. 

RENAUDER, P. S.(2001). Şaka ve Humour Duygusunun Evrenselliği Üzerine Türkiye Merkezli Bir Yayın ve Alan Araştırmasının Sonuçları. 
          Cogito, 26, 177-187. 
RYSBAY, K. (2007). Refik Halit Karay’ın Eserlerinde Mizah ve Hiciv. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul. 

SANDERS, B. (2001). Kahkahanın Zaferi (Çev: K. Atakay). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 
SENNETT, Richard (1992). Otorite (Çev: K.Durand). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 
SCHUTZ, C. E. (1977). Political Humour From Aristophanes To Sam Ervin.England: Associated Unıversity Press. 
SCOTT, J.C.(1990). Tahakküm ve Direniş Sanatları Gizli Senaryolar (Çev: A. Türker). İstanbul: Ayrıntı Yayınları (1995). 

ŞENER, S. (2008). Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi (5.bs.).Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. 
ŞENGÜL, M. (2010). Türkiye’de Siyasal İletişim: 22 Temmuz 2007 Seçimlerinde AKP Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 
Hacettepe Üniversitesi, Ankara. 

TAN, O. (1998). Yaza Çize. İstanbul: İris Yayınevi. 
TAŞYÜREK, M. (2009). 22 Temmuz 2007 Milletvekili Genel Seçimleri Öncesi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Siyasal İletişim Stratejileri. 
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara. 

TİRYAKİ, C. (2009).Cumhuriyet ve Yeni Şafak Gazeteleri Örnekleminde 2007 
              Milletvekili Seçim Sürecinde Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Prtisi Politik Eğilimlerinin Basında Yer Alma Biçimlerinin 
              İçerik Analizi Tekniği İle Karşılaştırılması. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara. 
TORUN, Y. (2006). Kültürlerarası Mizah Anlayışının Reklama Etkisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul. 
TUNABOYLU-İKİZ, T. ( 2001).Şakalar ve Psikanaliz. Cogito, 26, 199-203. 
TÜRK, H.B. (2007). İdeoloji. Mümtaz’er Türköne (Ed.) Siyaset. Ankara: Lotus Yayınevi. 
TÜRK, H.B. ve BERİŞ, H.E. (Mart 2004). Yeni Sağ ve Muhafazakâr Demokrasi Arasında AKP. Birikim, 179, 100-103. 
TÜRKMEN, F. (1996). Mizahta Üstünlük Teorisi ve Nasrettin Hoca Fıkraları. Türk Kültürü, 34(403), 649-655. 
TÜRKÖNE, M. (2007). Siyaset. Ankara: Lotus Yayınevi. 

USLU KARAHAN, Z. (1996). Siyasal İletişim ve 24 Aralık 1995 Seçimleri. Yeni Türkiye Dergisi, 11, 790–802. 
USTA, Ç. (2009). Mizah Dilinin Gizemi (2.bs.) Ankara: Akçağ Yayınları. 

WOLTON, D. (1991). Siyasal İletişim: Bir Model Yaratmak (Çev: H. Tufan ve Ö. Laçiner). Birikim, 30, 51-58. 

YÜCEBAS, H. (2004). Türk Mizahçıları Nüktedanlar ve Sairler. İstanbul: L&M Yayınları. 


***

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH., BÖLÜM 7

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH.,  BÖLÜM 7


3.2.3. Kinaye 

“Gerçek ve mecazî anlamları olan bir sözü, onun mecazî anlamını kastederek kullanma sanatıdır.”(Kocakaplan 2002: 92) Kinaye açıkça söylenmesi sakıncalı durumları, alay ve hakaret maksadı taşıyan söylemler için kullanılmaktadır (Kocakaplan 2002: 93). 

26.10.2010 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle bir diyalog geçer: 

Rahmi Güner (Devamla) – Halkın temel geçim kaynaklarına itibar etmiyorsunuz, halkın temel geçim kaynaklarına yatırım, teşvik yok; bir de bahsediyorlar “Ordu’da büyük yatırım yaptık” diye. Halk bunu görüyor değerli arkadaşlarım. 
Ne yatırımı, yatırım falan yok. Hepsi belli söylemden ileri geliyor. 

Bakanlar geliyor değerli arkadaşlarım, Başbakan geldi ilime ve yatırım konusunda tek bir lafı yok. Halkın ürününün değerlendirilmesi için, fındık ürününün değerlendirilmesi için, tekel olmaktan kurtulması için, yabancı alıcılarla iş birlikçilerin kurmuş olduğu bir komploya kurban giden üreticinin, hiçbir zaman onun yanında olduğunu söylemeyen bir İktidar, bir Başbakan, bir bakanlar değerli arkadaşlarım. İşte ben, bugün bunu dile getirmek istiyorum, bu halkın sorunlarını dile getirmek istiyorum. O on iki ay nasırlı elleriyle fındık dibinde çalışan o üreticinin hakkını Meclis kürsüsüne getirmek istiyorum. 
Muharrem İnce – Rahmi Bey, Ordu’yu savundun diye Ergenekoncu diyebilirler sana! 55 
Bu diyalogda, “Ordu” kelimesi üzerine bir kinaye yapılmıştır. Bilindiği üzere Ordu hem bir il ismi, hem de Türk Silahlı Kuvvetlerine için kullanılan bir ifadedir. Kinaye sanatında bir kelimenin öz anlamı yanında, başka bir anlamı da çağrıştırıyor olması mizaha sebebiyet verebilir. İktidar milletvekilinin Ordu ili üzerine yapılan hizmetleri anlatmasına müdahale eden muhalefet vekili, TSK için kullanılan ‘Ordu’ ifadesini hatırlatmıştır. Gündemde yer alan Ergenekon durumuma dikkat çekebilmek adına bu sanatı tercih etmiştir. 

07.04. 2011 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle bir diyalog geçer: 

“Rasim Çakır (Devamla) –. İnsan gibi yaşamak için, sağlıklı yaşamak için, 
kendimizin, çocuklarımızın ve torunlarımızın sağlıklı bir insan gibi yaşayabilmesi 
için mücadele ediyoruz. Mum ışığında yaşamımızı devam ettirebiliriz ama nükleer bir tehdit altında yaşamımızı devam ettirebilmemiz mümkün değil. Diyorlar ki: 
“Herkes ‘Nükleere karşıyız.’ diyor ama hiç kimse 2 ampulden 1’ini kapatmayı 
kabul etmiyor.” Hayır arkadaşlar, öyle değil. 

Muharrem İnce – Ampulü toptan kapatacağız, fişini çekeceğiz.” 56 

Bazı kelimeler anlam itibariyle tek bir bağlam taşıyor olsa da; toplumda bazı durum ve kişiler için sembol olarak kullanılmış ve kültürel bellekte bu şekilde anlamı çeşitlenen kelimeler oluşmuştur. Esas itibariyle “ampul” kelimesi somut bir isimdir ve bir aydınlatma nesnesi olarak gerçek anlamında kullanılır. Ancak, AK PARTİ’nin parti sembolü olarak kullanılan bu nesne, bazı durumlarda AK PARTİ için kullanılmaktadır. 
Muharrem İnce’nin “Ampulü toptan kapatacağız, fişini çekeceğiz” cümlesinde böyle bir durum vardır. Dolayısıyla bu söylemde ‘ampul’ kelimesi mecaz anlama bürünmüş ve söylem mizahîleşmiştir. 

55 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b011m.htm 
56 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b088m.htm 

3.2.4. Mübalağa 

Bir olayın, heyecanın etkisiyle büyütülmesi veya küçültülmesi demektir (Kocakaplan 2002: 109). Bu sanat, edebi sanatlar içerisinde mizaha en yatkın olanlardandır. Zira, dikkati konuya çekebilmek adına yapılan abartma, bünyesinde gülmece unsurunu taşıyabilmektedir. 

CHP milletvekili Muharrem İnce 26.12.2010 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle bir ifadede bulunur: 

“Polis İmdat” hattını kaldırıp “imdat polis” hattını kuran bir Başbakan….”57 

Abartma, var olan durumu mizahîleştirmek için sıkça kullanılan bir sanattır. Zira, kişiyi gülmeye sevk eden unsurların başında gelmektedir. Bu örnekteki abartma kısmı “imdat polis” ibaresindedir. Emniyet güçlerinin topluma yönelik orantısız güç kullandıklarına yönelik iddia, beraberinde muhalefet tarafından böyle bir ifadeyi doğurmuştur. Örnek, aynı zamanda hiciv içerir. 

3. 3. ANLATIM TÜRLERİNİN KULLANIMI 

3.3.1. Deyim ve Atasözleri 

Deyim, asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana getiren kalıplaşmış sözlerdir. Duygu ve düşüncelerimizi dikkati çekecek biçimde anlatan isim, sıfat, zarf, basit ve birleşik fiil görünüşlü gramer unsurlarıdır (Elçin 2001: 642). 

“Atasözleri ise, anonim karakter taşıyan ve atalardan kaldığı kabul edilen, kısa, özlü, kalıplaşmış ve hüküm bildiren cümleler, milletlerin hayat anlayışının ortak bir ifadesi olan sözlerdir” (Elçin 2001: 625-626). Dolayısıyla “Atasözleri ve fıkralarla halk felsefesi ve eleştirel düşünce arasında önemli ilişkiler bulunmaktadır” (Özdemir 2010: 29).

 Bu bağlamda atasözleri ve deyimlerin, toplumların dönemin şartlarına göre 
biçimlenmiş zihniyetleri üzerine ipuçları vermesi önemlidir. 

CHP milletvekili Berhan Şimşek, 12.05.2004 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Sayın Bakan (Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik) ezberine bayılıyorum, iyi 
ezberler; fakat, ezberliyor da, belgeler, maalesef… Sayın Bakanın söylediğini 
doğrulamıyor. Sayın Bakanım, desteksiz atmak güzel iştir; ama, destekli atmak da omzu yormaz.” 58 

Bu örnekteki “desteksiz atmak” ifadesine baktığımızda karşımıza şöyle bir perspektif çıkıyor: Ömer Asım Aksoy tarafından hazırlanmış Deyimler Sözlüğü’nde böyle bir deyim karşılığı bulunmamaktadır. Ancak, popüler söylemler arasında girmiş olan bu tabir, deyim özellikleri gösterir. Anlamından uzak iki kelime, yepyeni bir anlam üretmiştir. Pek çok internet sitesinde karşılık bulabilen bu deyim, “inandırıcılıktan uzak bir şekilde konuşmak, abartmak” anlamlarına gelir. Tabii, muhalefet vekilinin bu söylemindeki amaç, iktidar üyesini deyimin halk arasında kullanılan bağlamına göre eleştirmektir. 

26.09. 2004 tarihli TBMM Genel Kurulunda milletvekilleri arasında şu diyalog geçer: 

“Orhan Eraslan - Haa, bakın, bir de, Başbakan bir taahhütte de bulundu, tüm 
milletin gözünün içine baka baka; yani, yüreğim kanadı arkadaşlar, sizle 
paylaşmak istiyorum. Bir Türk vatandaşı olarak acı duydum, üzüntü duydum; 
süklüm püklüm, süt dökmüş gibi, böyle üzüntü içerisinde büzülmüş... 

Fahri Keskin - Öyle bir şey yok! 
Orhan Eraslan (Devamla) - Yani "bir daha iktidarım süresi içerisinde asla çıkmayacak..." 

Fahri Keskin - Öyle bir şey yok! 
Orhan Eraslan (Devamla) - “...asla çıkmayacak" diye...Ee, ben televizyonda izledim. 

Fahri Keskin - O sizin görüşünüz. 
Orhan Eraslan (Devamla) - Ben televizyonda izledim. "İktidarım süresi içerisinde bu yasa asla çıkmayacak" diye söz verdi. Burada da aslan kesiliyordu; yani, bir şey hatırlatıyor: Onun adı Yaşar, karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar.” 59 

Bu örnekte “Yaşar karakolda doğru söyler mahkemede şaşar” ifadesi kullanılmıştır. Bu ifade Afyon yöresine ait “ Ben Giderim Oduna” adlı bir türkünün nakarat kısmıdır. 
Bu ifadenin her ne kadar Deyimler Sözlüğünde bir açıklaması olmasa da, Türk diline yerleşmiş ve bir deyim gibi kullanılabilmektedir. Bu bağlamda muhalefet milletvekili, iktidarı sözünde durmama ile eleştirmiş ve eleştirisini bu deyimle mizahîleştirmiştir. 

AK PARTİ milletvekili ile muhalefet milletvekili arasında 19.09.2006 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle bir diyalog geçer: 

“Salih Kapusuz: -...Bir iktidarın meşruiyeti millettir, AK Partinin meşruiyeti de 
Türk Milletidir. Bir başkasıyla biz bunu tartışmayız, konuşmayız, aramayız; ama, 
değil mi ki, bu ülkenin, bu milletin, bu devletin çıkarı varsa, herkesle, en ileri 
seviyedeki düşmanlarımızla bile, çıkarımız lehine görüşmeyi, konuşmayı ve ilişkiyi devam ettiririz. Orada da aslolan, ülkemizin çıkarıdır. Onun için, biz, birilerinin anladığı manada, meşruiyetin kaynağını zinde çevrelerde, yabancı güçlerde, yabancı sermayede falan arayacak kadar hiçbir zaman küçülmedik! 

Süleyman Sarıbaş (Anavatan Partisi) - Ayağını yerden kaldırıyor musun?” 60 

Yukarıdaki bahsetmiş olduğumuz bu örnekte de mevcuttur. Yine, “ayağını yerden kaldırmak” deyimi Deyimler Sözlüğü’nde bulunmamaktadır. Bir çocukluk inanışına göre, yalan söyleyen insan ayağını kaldırırsa günah yazılmaz. Neticede, bir kalıp davranış olarak uygulanan bu eylem, Türkçede yalan söyleyen insanların yapmış oldukları bir hareket gibi algılanıp deyimleşmiştir. 

CHP milletvekili Feridun Fikret Baloğlu 31.06.2007 tarihinde TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Son olarak söyleyeceğim şu: Sayın Badazlı'ya bu yanıtlan verdim. Benimle ilgili 
güzel sözleri için de teşekkür ediyorum, fakat benimle ilgili kanaatinin tam 
anlamıyla oluşmadığını da anlıyorum. Konuşmasında, benim kendisinin "gözünün yağı" olduğumu söyledikten dört satır sonra "göz ağrım" diyor. Bu konuda artık bir karara varması gerekiyor. Evet, zaman zaman Antalya'daki iktidar partisini ağrıttığımı biliyorum, sıkıntılara soktuğumu biliyorum, ama ben bir muhalefet milletvekiliyim, birtakım şeyleri söylemek zorundayım. Çünkü, insanlar bize soruyorlar, biz onların vekiliyiz, bunu onlara anlatmak gerekiyor.” 

Bu örnekte “göz yağı” ve “göz ağrısı” deyimleri birlikte kullanılmıştır. Anadolu’da 
“gözümün yağı”, “gözünün yağını yerim” şeklinde kullanılan bu deyim; sevgi belirtme durumlarında kullanılır; ancak, Deyimler Sözlüğü’nde açıklaması yoktur. “ Göz ağrım” ifadesi ise “ilk göz ağrım” şeklinde açıklama bulur. Açıklamaya göre “ilk sevgili, ilk evlat”lar için kullanılır (Aksoy 2013: 879). Her iki deyimin bu örnekte kullanımına bakıldığında muhalefet ve iktidar üyesinin söylemlerinde tutarlılık gözetir. Zira, göz ağrım ifadesini “iktidarı ağrıtmak” şeklinde kullanmış tır. Deyimlerin açıklamasına bakıldığında doğru bir anlam çıkmamaktadır; fakat, muhalefet üyesi her iki deyimi de birbirinin tezadı şeklinde kullandığından, mizahsal bir üslup oluşmuştur. 

03.11.2009 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle bir diyalog geçer: 

“Suat Kılıç (Devamla) – Diğer grup önerileri üzerinde konuşan arkadaşlarımızın 
işaret ettiği bazı hususlar var, onlarla ilgili de birkaç konuyu açıklığa kavuştur mak istiyorum; Sayın Başbakanımızın bugünkü grup konuşmasında domuz gribi aşısıyla ilgili olarak ifade ettiği cümleler: Değerli arkadaşlarım, Hükûmetimiz bu konuda yapması gerekeni yapmış ve koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında en ileri düzeyde ihtiyaç duyulması hâlinde bile gerekecek olan sağlık tertibatını Sağlık Bakanlığı üzerinden temin etmiştir yani bugün itibarıyla Türkiye bu hastalık riski karşısında Avrupa ve Amerika da dâhil olmak üzere risk kapsamın da ki ülkeler içerisinde bakıldığı vakit konuya en hazırlıklı yaklaşan ülke 
durumundadır. Dolayısıyla Hükûmetin bu konuya hazırlıksız yakalanması hâlinde neler söyleyebileceğinizi düşündüğüm vakit 72 milyon insanımızın yaşadığı bir memlekette bu koruyucu sağlık önlemleri kapsamında atılan adımın doğru ve normal bir adım olduğu herkes tarafından idrak edilecektir. 

Ali Uzunırmak (Aydın) – İndira Gandhi olunca öyle oluyor canım!” 61 

Bu örnekte “İndira Gandhi” sözcüğü geçmektedir. İndira Gandhi Hindistan’ın eski başbakanlarındandır. Türkçede argo bir sözcük olarak kullanılan ve “çalmak” manasına gelen “indirmek” kelimesi ile “İndira” kelimesi arasında bir ilişki kurulmuştur. 
Böylelikle Deyimler Sözlüğünde açıklaması olmasa da “ çalan, hırsızlık yapan insanlar” için bu ifade bir deyim şeklinde kullanılmaktadır. Muhalefet milletvekili de iktidara yönelik eleştirisini bu deyimle mizahîleştirmiştir. 

22.07.2010 tarihli TBMM Genel Kurulunda Ertuğrul Kumcuoğlu şöyle konuşur: 

“ Bunu niçin yaptığınızı biraz sonra… Bunları niçin yapıyoruz? Diyoruz ki: 
Anayasa Mahkemesinden on madde döndü. Kanunda boşluk oldu. Bunu telafi 
etmek için bu düzenlemeyi yapmamız gerekir. Tamam, amenna ve saddakna, 
getirdiniz, bu düzenlemeyi yapıyorsunuz ama ben size söyleyeyim: Bu kanunun pek çok maddesi tekrar Anayasa Mahkemesinden dönecek ve siz ‘Hukuk önümüzü kesiyor.’ diye tekrar şikâyet edeceksiniz. Yani ‘Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur.’ ‘Yap kanun, boz kanun.’ ‘Yap kanun, boz kanun.’ Böyle kanun yaparak, bozarak ve bir hafta önce burada parmak kaldırarak kanunlaştırdığınız bir kanunu hemen bir hafta sonra değiştirerek “Biz doğru iş yapıyoruz. Biz haklı iş yapıyoruz. Biz bu memleketi iyi idare ediyoruz.” diyebilir miyiz Allah için yani?” 62 

Bu söylemde geçen “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” deyimi 
kullanılmıştır. Deyim, çalışmaları verimli olmayan, yerinde sayan ve aynı şeyleri 
tekrarlayıp duran insanlar için kullanılmaktadır (Aksoy 2013: 634). Bu bağlamda, muhalefet milletvekili, iktidarın anayasa kanunları üzerinde tutarlı olmadıkları yolundaki getirdiği eleştiriyi, bu deyimi kullanarak mizahîleştirmiştir. 

06.07.2010 tarihli TBMM Genel Kurulunda milletvekilleri arasında şu diyalog geçmiştir: 

“Suat Kılıç – Ankara’da Yıldırım Beyazıt üniversitesi yeni bir üniversite olarak 
kurulacak. Ecdadın hatırasını yad etmiş olacağız, artı, Ankara yeni bir üniversiteye kavuşacak. 

Bursalılar ekran başında, Bursa teknik üniversitesinin kuruluşu bekleniyor. 
İstanbul’da yeni bir üniversite, medeniyet üniversitesinin kuruluşu sağlanacak. 
İzmir’de Kâtip Çelebi üniversitesinin kuruluşu sağlanacak. Konyalılar ekran başında, Konya teknik üniversitesi bekleniyor ve yine Erzurum’da Atatürk Üniversitesinin yanında “Erzurum Üniversitesi” adıyla bir yeni üniversite kurulacak. İnsanlarımız bizden bunu bekliyor ve âdeta ekran başındakiler size şunu söylüyor: “ Bırakın da çalışsınlar.” Biz de senelerdir bunu söylüyoruz, “Bırakın da çalışalım.” E olmadı, bunu anlamayacaksanız şunu söylüyoruz… 

Mehmet Şandır – Yeriniz mi dar! 

Suat Kılıç (Devamla) – Meclis, İç Tüzük’e göre 1 Temmuz tarihi itibarıyla zaten 
tatile girmiş durumdadır ama buna rağmen, iktidar-muhalefet milletvekilleri 
çalışma süresini uzattık ve bir günlük çalışmamızda İç Tüzük’te yazılı sürelere göre bir haftalık çalışmaya değer sürelerle çalışıyoruz. Şu an bakarsanız İç Tüzük’e göre -15.00-19.00- yarım saat var ama yarım saat sonra biz yasama gündemine bile geçmiş olamayacağız maalesef. Değerli arkadaşlar, bu büyük bir kayıp. Yeni bir çağrıda bulunuyorum. “Bırakın da çalışalım.” çağrısını dikkate almıyorsanız… 

Kamer Genç – Yahu, geçmişte salı günleri kanun çıkmazdı. Sen daha süt 
kokuyorsun, sen bilmezsin.” 63 

Bu söylemlerde, iki muhalefet milletvekilinin kullanmış olduğu deyimler göze 
çarpmaktadır: “ yeri dar olmak” ve “ağzı süt kokmak”. Yeri dar olmak deyiminin 
Deyimler Sözlüğünde açıklaması yoktur. Ancak bu deyimin anlamını “çeşitli bahaneler sunarak bir işi yapmamak” şeklinde açıklayabiliriz. İktidarın “bırakın da çalışalım” sözüne karşılık, çalışmak için imkânlarının yeterli olduğunu söylemek isteyen muhalefet milletvekili bu deyimi kullanmayı tercih etmiştir. 

Öte yandan “ağzı süt kokmak” deyimi “çok genç ve deneyimsiz olmak” şeklinde karşılık bulur (Aksoy 2013: 546). Bu bağlamda, muhalefet milletvekili iktidar vekilinin genç yaşından hareketle, konuşmasına itibar edilmemesi gerektiği imasını bu deyimle vermiştir. Her iki deyimin kullandığı söylemlerde, aynı zamanda iktidar vekillerine yönelik bir istihza vardır. 

CHP milletvekili Muharrem İnce, 26.12. 2010 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Miting meydanlarında, Kocaeli mitinginde ‘İşsizliği yüzde 10’un altına 
düşüreceğiz’ dedi Sayın Başbakan; ama, 2010 bütçesinde yüzde 12 olacağı 
öngörülüyor. Yine, Ofer’le “görüştüm, görüşmedim”i, sabah yaktığınız mumun 
bırak yatsıya kadar gelmesini ikindide nasıl söndürdüğünüzü hepimiz biliyoruz.” 64 

Bu örnekte “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” atasözüne telmihte bulunulmuştur. 
“Bir kimsenin söylediği söz yalan ise durum çok geçmeden anlaşılır” (Aksoy 2013: 465) şeklinde açıklama bulan atasözünü kullanan muhalefet, Başbakan’ı hicvetmiştir. 

Recep Tayyip Erdoğan, 22.02.2011 tarihli parti grup konuşmasında şöyle der: 

“Sayın Kılıçdaroğlu, İstanbul'a Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğu zaman 
da biliyorsunuz bol miktarda bir şeyler dağıtacağını söyledi ve bol keseden attı. Şu kadar vereceğim, bu kadar vereceğim, şunu yapacağım, bunu yapacağım. Diyorum ki ne kadar güzel, o zaman adaydın. Şimdi Genel Başkan oldun. Peki, bak 3 tane büyükşehir belediye başkanlığı sizde; Antalya sizde, Mersin sizde, İzmir sizde. Hadi gel Antalya'da, Mersin'de, İzmir'de bu dediklerini uygulamaya koy. Gel, Genel Başkansın, o belediyelerde bunu yapın. Güzel bir şey değil mi bu? Güzel bir şey. Bu güzel şeyi oralarda uygula, dürüstlüğünü, samimiyetini görelim. Ve benim oralarda yaşayan vatandaşım da bu güzellikleri görsün ya, yap. Yapamaz, çünkü İstanbul'a aday olduğu zaman bekârdı. Bekâra karı boşamak kolaydır, yapar. Ama şimdi evlendi, siyasi evlilik öyle kolay değil.” 

Deyimler, bir dile çağrışım zenginliği kattığı gibi, dildeki üslubu pek çok açıdan 
mizahîleştirmektedirler. Erdoğan ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu yererken “ bol keseden atmak” deyimi ile “ Bekâra karı boşamak kolaydır” atasözü ile söylemini dikkat çekmek istemiştir. Türkçede bol keseden atmak; “bol bol, ölçüsüz, çok konuşmak” (Aksoy 2013: 656) anlamına gelir. “Bekâra karı boşamak kolay” atasözü ise “Sorumluluk sahibi olmayan, neticesini hesaplamadan kolayca hüküm verir.”65  anlamında kullanılır. Bu bağlamda, Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu “boş ve ölçüsüz konuşmak” ve “vaat üretmek” gibi açılardan eleştirmiştir. 

13.04.2011 Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde bir Fransız parlamenterin Türkiye’de gayrimüslimlerin ibadet edemediği şeklindeki iddiasına Recep Tayyip Erdoğan şöyle yanıt verir: 

"Sizi ben Türkiye’ye davet etmek isterim. Türkiye’yi yakından takip etmiyorsunuz, duyduklarınızla hareket ediyorsunuz. Zannediyorum, arkadaşımız Fransız mı? Ama Türkiye’ye de Fransız…” 66 

Türk Dil Kurumu’nun deyimler ve atasözleri sözlüğüne göre “Fransız kalmak/olmak” şeklinde bir deyim yoktur. Ancak, dillerin literatürden bağımsız olarak, sıkça kullanılan üretimleri vardır. Bazı tabirler, ihtiyaç zuhur ettiğinde üretilmekte ve dilde yerleşik halini alabilmektedir. Yukarıdaki söylemde böyle bir örnek vardır. “Fransız kalmak” ifadesinin Deyimler Sözlüğünde bir karşılığı yoktur; ancak, “bir konuya uzak olmak, durumdan veya olaydan habersiz kalmak” şeklinde Türkçede kullanılmaktadır. Erdoğan, uluslar arası bir platformda bu deyimleşmiş ifadeyi kullanarak, Avrupalıların Türkiye’yi 
yeterince tanımadığına dikkat çekmek istemiştir. Erdoğan’ın bu ifadeyi kullanarak aynı zamanda Türkiye’ye yönelik bu yaklaşımlarla istihza ettiğini görebilmekteyiz. 

Konuşmalarında çoğunlukla ılımlı ve yumuşak bir üslup tercih eden Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç, 11.11.2011 Manisa-Saruhanlı zeytin ve kültür festivalinde yaptığı konuşmada şöyle der: 

 “Sevgili Demirel, her gittiği ilçeyi il yapmayı vaad ederdi. Seçime üç gün 
kala…Alanya’ya giderdi, Alanyalılar sizi il yapacağız plakanız 78, Nazilliler 
sizinki 83, İskenderun seninki 89, Akhisar seninki 99, Salihli seninki 109. Ve işe 
ciddiyet katmak için de “bu sözlerimin altını iyice çizin” derdi. Allah Allah…Bir 
seçim geçti olmadı, iki seçim geçti olmadı, üçüncü seçimde de “baba” yine aynı 
vaadi söyleyince, biri uyanmış; “ baba ya hep vaat edip duruyorsun, plakayı da 
verdin, altını da çizin dedin, ne olacak bizim halimiz”. Sevgili kardeşim, şimdi de 
üzerini çizin” 67 

Konuşmanın devamında Arınç, kendi partilerinin böyle bir vaad partisi olmayacağını ifade etmiştir. Bunu belirtirken de Demirel’in bir anekdotunu kullanmıştır. Bu anekdotta; “altını çizmek” deyimini ve “üstünü çizmek” tabirini kullanır. “altını çizmek” deyimi, “bir sözün üzerine dikkati çekmek” anlamındadır. (Aksoy 2013: 569). 
“Üstünü çizmek” ise ‘vazgeçmek, unutmak, silmek” anlamlarında kullanılabilinir. 

57 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b042m.htm 
58 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil2/bas/b088m.htm 
59 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil2/bas/b124m.htm 
60 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil4/bas/b125m.htm 
61 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b012m.htm 
62 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b139m.htm 
63 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b129m.htm 
64 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b042m.htm 
65 http://www.sozlukanlaminedir.com/bekara-kari-bosamak-kolay-ne-demektir/ 
66 https://www.youtube.com/watch?v=cOZfDYoffQU 
67 https://www.youtube.com/watch?v=DsM0bTUEtec 


3.3.2. Şiir 

Anlatım türleri içinde yer alan şiir türü, siyasetçiler arasında kullanılmıştır. 

CHP milletvekili Hüseyin Bayındır 09.10 2003 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşmuştur: 

“Bakın arkadaşlar, ülke, gerçekten darda; sizin bize anlatmaya çalıştığınız gibi 
değil. Anadolu'da fiilî hayat bir başka yürüyor. Çaresizlik almış başını gitmiş. 
Umutsuzluk umut olmuş ülkede. Görün bunları. Görmezseniz, bir gün onlar 
gösterirler. 

Bakın, aklıma ne geldi biliyor musunuz; aklıma, çok değerli Şairimiz Orhan Veli 
Kanık geldi. Ne güzel söylemiş sizin iktidar günlerinizi, nasıl tarif etmiş 
ekonominizi. Memleketimdeki insan manzaraları için ne diyor biliyor musunuz?: 

‘Cep delik cepken delik 
Yen delik kaftan delik 
Don delik mintan delik 
Kevgir misin be kardeşlik?’ " 68 

Siyasîler söylemlerini etkili ve dinamik tutabilmek hatta durumu mizahîleştirmek adına şiir türünden faydalanmışlardır. Muhalefet vekilinin görüşüne göre, iktidarın ülke yönetimi arzu edilen şekilde değildir ve halk sıkıntıdadır. Bunu etkili bir şekilde ifade etmeye çalışan muhalefet üyesi, halkın yaşadığı sıkıntıyı Orhan Veli’nin mizahî öğeler içeren bu şiirini referans göstererek izah etmeye çalışır. 

CHP Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ, 25.06.2009 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşmuştur: 

“Değerli arkadaşlarım, siyaset kurumuna bu negatif bakışın nedeni halkımızın 
siyasetin bir kamu hizmeti olmaktan çıktığına, çıkar kapısı hâline dönüştüğüne, 
servet kazanımının ve devleti soymanın aracı hâline geldiğine inanmasından ileri 
geliyor. Dokunulmazlığı da bu kirli emellere ulaşmak için kullanılan bir zırh 
olarak görüyor. Bu nedenledir ki Neyzen Tevfik’in hepimizi isyana sevk eden şu 
dörtlüsü dillere pelesenk olmuştur: 

‘Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler, 
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus dediler. 
Künyeni almak için partiye ettim telefon, 
Bizdeki kayda göre şimdi o mebus dediler.’ “ 69 

Şiir türünün kullanıldığı yukarıdaki söylem aynı zamanda bir hiciv içerir. Muhalefet vekili, toplumun siyasete ve siyasîlere olan güveninin azaldığını, bunun sebebinin de siyasiler olduğunu ifade etmeye çalışırken Neyzen Tevfik’in hiciv içeren bir dörtlüğüne yer vermiştir. Hicvin, keskin ve sert dili bu örnekte karşımıza çıkmıştır. ‘hırsız’, ‘alçak’ ve ‘deyyus’ kelimeleri mebuslar yani milletvekilleri için kullanılmıştır. 

Muhalefetin, siyasî çatışmada şiiri kullanmasına bir örnek de CHP’nin 2011 Genel Seçiminde sözleri Ali Dilki ve bestesi Onur Akın’a ait olan, Nilüfer Sarıtaş tarafından seslendirilen şarkıdır: 

“Halkım bir kumar oynadı Yazı dedi tura çıktı 

Düştü çukuru boyladı 
Her yerinden yara çıktı, 
Ak dediler kara çıktı 
Kaldırdılar keplerini 
Tanıdılar tiplerini 
Aradılar ceplerini 
Her taraftan para çıktı 
Ak dediler kara çıktı 
Bir araya tıkıştılar 
Kuyrukları sıkıştılar 
Bir ara çok takıştılar 
Ve askeri şur’a çıktı, 
Ak dediler kara çıktı. 
Getirdiler başımıza 
Uğramadı çarşımıza 
Geçemedi karşımıza 
Eli yüzü kara çıktı, 
Ak dediler kara çıktı. 
Karıştırdı dibimizi 
Ele aldı ipimizi 
Beğenmedi tipimizi 
Gözümüzse mora çıktı, 
Ak dediler kara çıktı. 
Tuttuğunu tıkıyorlar 
Ümüğünü sıkıyorlar 
Cayır cayır yakıyorlar 
Bunlar tam bir çıra çıktı, 
Ak dediler kara çıktı. 
Götürdüler kasa kasa 
Dedim ki bu nasıl yasa 
Sürgün yedim ta Sivas’a 
Tayinimiz Zara çıktı, 
Ak dediler kara çıktı. 
Birisini tutmak için 
İçeriye atmak için 
Mahpuslarda yatmak için 
Hemen bize sıra çıktı, 
Ak dediler kara çıktı. 

Ali: yobaz bunlar bence 
Söylemiştim daha önce 
Gerçekleri söyleyince 
Karşıma Ankara çıktı, 
Ak dediler kara çıktı.” 

Bu şiir, esas itibariyle hiciv türüne de en uygun örneklerden biridir. Muhalefet, AK PARTİ’yi hedef alan sözlerini, mizahtan yararlanarak kullanırken, maksat mizahın itibar zedeleme işlevinden faydalanmaktır. Bu şiir, hicvin sert ve keskin üslubunu gözler önüne sermek için spesifik bir örnektir. Bu şiiri bir seçim şarkısı olarak kamuoyuna sunan CHP’nin maksadı mizah yoluyla AK PARTİ’nin itibarını zedelemektir. 

CHP milletvekili Yılmaz Ateş 30.03.2011 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Sayın Başbakan, değerli arkadaşlar, çok ilginç bir şiir okudu, hak etmediği belki bir cezayı da aldı. Şimdi, şiir okudu diye kendini düşünce mağduru ilan eden Başbakana ve Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarına ben de bir şiir ithaf edeceğim. Değerli arkadaşlar, Demokrat Parti “Özgürlükler sağlayacağım.” diye iktidara geldi ama bir süre sonra onlar da sizin gibi demokratik hak ve özgürlükleri budamaya başlayınca Âşık Ali İzzet Özkan “Parti Destanı” diye bir şiir yazdı. O şiirin bir dörtlüğünü ben Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarına ithaf ediyorum. Bu dörtlükte diyor ki Âşık Ali İzzet Özkan: 

‘Demokrat Partiyi gözel kız sandık, 
Çirkin çıktı, kahpe çıktı, dul çıktı. 
‘Alnım açık, yüzüm ağ’ dedi, kandık, 
Yüzü kara çıktı, başı kel çıktı.’ 
Bunu AKP’ye ithaf ediyorum.” 70 

Bu söylemde muhalefet milletvekili Demokrat Parti’yi hicveden bir şiir okuyarak, 
esasen AK PARTİ’yi eleştirir. Zira, vekilin “Bu şiiri AKP’ye ithaf ediyorum” 
şeklindeki sözü bu şekilde yorumlanabilinir. Şiirde geçen satırlarda bir yanılgının 
olduğu ifade edilir. Bu bağlamda, vekil AK PARTİ iktidarının özgürlükler konusunda pozitif bir tavır sergilememesi şeklindeki görüşünü bir şiirle hicvetmeyi tercih eder. 

68 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil2/bas/b005m.htm 
69 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil3/bas/b110m.htm 
70 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b084m.htm 


3.3.3. Fıkra 

“Umumiyetle gerçek hayat hadiselerinden hareketle “hisse” kapmayı hedef tutan ve temelinde az çok nükte, mizah, tenkid ve hiciv unsuru bulunan sözlü, kısa, mensur hikâyelerdir” (Elçin 2001: 566). 

CHP milletvekili Uğur Aksöz 02.06.2007 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle bir 
fıkra anlatmıştır: 

“Yönetemediniz... Yönetemediniz... Yönetemediğiniz gibi, ülkeyi de yönetemediniz, krizleri de yönetemediniz, hiçbir şeyi yönetemediniz. Bakın, arkadaşlar, yönetemediniz. Ben size, son olarak... Bu son konuşmamız herhalde, yarın Meclis kapanacak diye umuyorum, tabii sizin grup başkan vekilleri yarın sabah uyanıp Meclise devam demezlerse, akıllarına ilk geleni yapıyorlar. Yarın kapanacağını varsayarak size küçücük bir Temel fıkrası söyleyeceğim: Temel ile Dursun yolda gidiyormuş. Dursun muz kabuğuna basıp düşmüş, kafayı yere vurmuş. Kalkmışlar yola devam etmişler. İleride bir muz kabuğu daha görmüşler, Dursun demiş ki: "Aa, bak orada da muz kabuğu var." Temel de demiş ki: "Desene biraz sonra yine düşeceğuz." Gene düşeceksiniz, gene düşeceksiniz.” 71 

Siyasîlerin söylemlerinin arasında, var olan duruma ya da tespite dikkat çekebilmek ya da ifadelerini örneklendirmek adına fıkra türü kullanılmıştır. Muhalefet vekili Aksöz, bu fıkrayı anlatırken “kayıp düşmek” ile “iktidardan düşmek” ifadeleri arasında bir ilişki kurmuştur. Milletvekili, iktidarı bu şekilde ülke yönetmeye devam ettikleri sürece, akıbetlerinin iktidarı kaybetme olacağını bu komik fıkra üzerinden analiz etmiştir. Tabii, bir de fıkradaki Temel karakteri nin, “aynı hatayı bile bile yapması” üzerinden de iktidara bir gönderme yapmıştır. 

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 06.09.2011 tarihinde Aydın’da yaptığı konuşmada şöyle bir fıkra anlatmıştır: 

“Adamın biri ölüyor. Öbür dünyaya gidiyor. Bakıyor karşıda bir duvar ve 
milyonlarca saat var. Ucu bucağı görünmüyor. Yanındaki meleğe soruyor. ‘Nedir 
bu saatler?’ O da ‘Herkesin bir saati var, yalan söyleyince yelkovan oynar. O 
nedenle buradan insanları kontrol ediyoruz’ diyor. Karşıda akreple yelkovan 
12'nin üstünde durmuş bir saat görüyor ve ‘bu kimin saati’ diye soruyor. Melek de ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün saati. Hayatında hiç yalan söylemedi’ diyor. 

Sonra kimisi biraz hafif oynuyor, kimisinin akrep yelkovan farklı yerlerde duruyor ve soruyor. ‘Kanuni Sultan Süleyman’ın saati hangisi’ filan diye. Birden aklına geliyor ve ‘Bizim ülkede Recep Tayyip Erdoğan var. Onun saati nerede?’ diyor. ‘Valla onun saatini zebani aldı, cehennemde vantilatör olarak kullanıyor’ yanıtını alıyor.” 72 

Muhalif siyasîler, iktidara yönelik eleştirilerini sıralarken, fıkra türünün anlatım 
geleneği içerisindeki vasıflarından yararlanmak istemişlerdir. Kılıçdaroğlu, Başbakan’a yönelik eleştirilerini somutlaştırmak ve mizahîleştirmek böyle bir fıkra anlatmayı tercih eder. Fıkranın anlamına bakıldığında Başbakana yönelik bir hicvin olduğunu görmekteyiz. Fıkraya göre, Başbakanın saatinin yelkovanı öyle dönüyor ki, dönme şiddetiyle vantilatör etkisi yaratabiliyor. 

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 18.10.2011 tarihli parti grup toplantısında şöyle bir fıkra anlatır: 

 “Adam karısından şüpheleniyormuş. Dedektif tutmuş. Birkaç gün sonra dedektif gelmiş “ Efendim karınız süslendi püslendi evden çıktı, pastanede yakışıklı biriyle buluştu sohbet etti, sonra adamın evine gittiler, eşiniz soyundu, adam da ceketini çıkardı ve perdeyi kapattı” demiş. Bunun üzerine pişkin koca “Tüh, yine ispat edemedik” diye dizine vurmuş.” 73 

Fıkrayı anlatan Kılıçdaroğlu konuşmasının devamında dönemin içişleri bakanı Beşir Atalay’la ilgili olarak ortaya konan belgeleri hatırlatarak “Ben ispat için daha ne yapayım?” diye sormuştur. Kılıçdaroğlu, Atalay ile eleştirilerini mizahîleştirmek için böyle bir fıkra anlatmayı tercih etmiştir. 

71 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil5/bas/b120m.htm 
72 http://www.chp.org.tr/?p=38827 
73 http://www.chp.org.tr/?p=45688 


3.4. MİZAH TÜRLERİNİN KULLANIMI 

3.4.1. Hiciv  74 

22.10.2009 tarihli TBMM Genel Kurulunda milletvekilleri arasında şu diyalog geçer: 

“Bayram Ali Meral (Devamla) - Kim alışveriş yapıyor ki? Alışveriş yapan mı var 
ki fiyatlar artsın. Fiyatlar nasıl artar? Enflasyon nasıl yükselir? Onu bilmiyorsan 
ben sana ne söyleyeyim! Değerli arkadaşlarım, muhterem arkadaşlarım, bakınız, Türkiye'nin… 

Abdülhadi Kahya – İtham ediyorsun. O kadar kolay değil. 

Bayram Ali Meral (Devamla) – Bak, gözünü sevdiğim kardeşim, benimle uğraşma, senin alnına öyle bir yazı yazarım ki, yetmiş karton zımparayla çıkaramazsın, otur oturduğun yerde! Yerinde otur, otur! Benimle ne konuşuyorsun, ben, altınların içinde yüzmedim. 

Abdülhadi Kahya – Sen oraya cevap ver! 

Bayram Ali Meral (Devamla) – Ecevit, altın satanlara, kuyumculara, satışlarınızı 
yazın dediği zaman, devlete vergi vermemek için kapımı kilitlemedim. Benimle 
konuşamazsın, otur oturduğun yerde! ” 75 
Mizahın türlerinden en sert ve keskin ifadeleri içeren hiciv, siyasîlerin söylemlerinde de kullanılmıştır. Muhalefet milletvekilinin bu söyleminde iktidar milletvekiline yönelik bir hiciv vardır. Eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in vergi uygulamasında, iktidar milletvekilinin kuyumculuk mesleğine atfen, vekilin vergi vermemesi yönündeki iddiası hiciv içeren bir ifadeyle sunulmuştur. 

Yaşar Ağyüz 09.12.2009 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Bu durumdan çıkmamızın yolu, iktidarın ekonomik ve sosyal politikalara 
eğilmesinden geçer değerli arkadaşlarım. Gerilim siyasetiyle hiçbir parti puan 
kazanmaya çalışmasın. Özellikle iktidar partisi ve Başbakan son aylarda hep 
gerilim siyaseti yapıyor. Gerilim siyaseti bu topluma yarar getirmez. Uzlaşmacı 
siyaset yapmanız lazım, uzlaşmacı tavır ortaya koymanız lazım ama diyor ki: 
“Muhalefet liderleri konuşurken televizyonu kapatın çocuklar.” Bunu Başbakan 
diyor. Peki, ben ona, partisine “AK PARTİ” denmedi diye bazı yazarlara “edep…” 
lafı söyleyen Başbakana nasıl güveneceğim? Eleştiren muhalefete “şeref…” diyen Başbakana nasıl güveneceğim? Eleştiren muhalefete “namus…” diyen Başbakana nasıl güveneceğim? O konuşurken televizyonu kapatmak lazım. Bereket Amerika’ya gitti, bir de bayramda üç gün kayboldu da toplum bir rahat nefes aldı, “oh” dedi. Demek ki Türkiye’yi içerdeyken kötü yönetiyor, gerilim siyaseti yapıyor, dışarıdayken gerilim azalıyor.” 76 

Muhalefet vekiline göre, Başbakanın toplum üzerinde gerilimi tırmandıran yaklaşımı vardır ve o yokken ülke rahat nefes almaktadır. Vekilin Başbakana yönelik gerilim siyaseti yaptığı eleştirisi üzerine şekillenen söylemde “O konuşurken televizyonu kapatmak lazım” cümlesi mizahî bir amaç için söylenmiş bir hiciv örneğidir. 

CHP milletvekili Muharrem İnce, 16.03. 2010 tarihli Star Tv’de yayımlanan Arena adlı programda şu konuşmayı yapmıştır: 

“…Başbakan geçenlerde diyor ki: Ben de Kunta Kinte’yim. Bunu gerçekten basit 
bir dille açıklamak istiyorum. Kunta Kinte, hepimizin televizyonlarda izlediği, 
gemilerin bodrumlarında onun ataları zincirlerle bağlı olarak Afrika’dan 
Amerika’ya getirildi. Kunta Kinte’nin gemisi yoktu, bu bir. İkincisi, Kunta 
Kinte’nin evinin etrafı duvarlarla çevriliydi, Sayın Başbakan’ın da evinin etrafı 
duvarlarla çevrili bu doğru; ama, Kunta Kinte dışarı kaçmasın diye etrafı 
çevriliydi. Başbakan’ın evi ise halk içeri girmesin diye çevrili…” 77 

“Kunta Kinte” Amerikalı yazar Alex Haley tarafından yazılmış “Roots”(Kökler) isimli bir romanın kahramanıdır. Kunta Kinte, romana göre genç bir delikanlı iken Afrika’dan kaçırılmış ve Amerika’ya köle olarak satılır. Başbakanın kendisini Kunta Kinte’ye benzetmesiyle İnce istihza eder. Zira, ona göre Kunta Kinte kaçmasın diye etrafı çevrilidir. Başbakanın ise halktan kopuk yaşadığını, kendisine ulaşılmasın diye etrafını sardırdığını iddia eden İnce, bu benzetme ile aynı zamanda Başbakanı hicveymiştir. 

Yine CHP milletvekili Muharrem İnce 26.10.2010 tarihli TBMM Genel Kurulunda 
şöyle konuşur: 

“Bir buçuk yılda kırk dört ülkeye yetmiş bir ziyaret yapmakla övünen bir Devlet Bakanı. Eğitimin farklı iki tanımını dahi yapamayan bir Millî Eğitim Bakanı. 
Yumurta atan öğrenciden siyah ceketinin sol omzu kirlendiği için davacı 
olan Vakko bayisi Devlet Bakanı. Bugünlerde, geçmişte düğünlerde “amcasından bir bilezik, halasından bir tencere” diye hediyeler dağıtılırken, artık Bursa’daki seçimlerde “Bakanımdan bir greyder” tartışmalarına geldik. 

“Sıfır sorun yapacağız.” deyip elde var sıfır yapan bir hayalci Dışişleri Bakanı. 
Ben son olarak sizlere şunu söyleyeyim: Siz biraz sonra “Bu kürsüdekinin boynunu vurun, tez susturun, telefonlarını dinleyin, peşine polis takın.” diyeceksiniz. Siz de 

“Padişahım çok yaşa, padişahım çok yaşa!” diyeceksiniz.” 78 

74 1. Bölüm, Mizah Türleri, Hiciv. 
75 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b010m.htm 
76 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b028m.htm 
77 https://www.youtube.com/watch?v=wqVOLNTFeMc 
78 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b011m.htm 


8.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***