23 Mart 2020 Pazartesi

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH., BÖLÜM 6

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH.,  BÖLÜM 6



2.7.3. Süleyman Demirel 

Süleyman Demirel de mizahı pek çok söyleminde kullanan siyasetçiler arasında yer alır. 
Süleyman Demirel'in siyasî yaşamı; gazetecilerle, halkla ve diğer siyasetçilerle 
gerçekleştirdiği fıkra niteliğindeki diyaloglara pek çok kez sahne olmuştur. 

Kıbrıs meselesi nedeniyle İngiltere'yle Türkiye'nin arası kötüdür. Bu dönemde Demirel, İngiltere'ye ziyarete gider. Dönüşte gazetecilerle arasında şöyle bir diyalog geçer: 

- Efendim, neden İngiliz Dış İlişkiler Bakanı’nın elini sıktınız? 
- Neresini sıkacaktım kardeşim? 

Demirel’in gazetecilere vermiş olduğu yanıt, bir istihza ürünüdür. Demirel’in İngiltere Dış İşleri Bakanı’nın elini sıkıp tokalaşmasının sebebini, gazeteciler merakla beklerler. 
Hâlihazırdaki iki ülke gerginliği ve bu tokalaşma üzerine Demirel’in değerlendirmeleri beklenmektedir. Ancak, mizahtaki Uyumsuzluk Kuramına bir örnekle, umulan ile bulunan birbirinden farklı olduğu gibi, Demirel’in “neresini sıkacaktım” ifadesi de cinsel çağrışımları münasebetiyle şaşırtıcı ve gülünçtür. 

"Sizi o bulunduğunuz yerden altı defa indirdiler, hâlâ orada nasıl duruyorsunuz?" 
diyen gazeteciye verdiği cevap: “ Ben altı kere gittiysem, yedi kere geldim.” 

Gazeteciler ile Demirel arasında geçen bu diyalog, Demirel’in hazırcevabıyla 
noktalanmıştır. Türkiye siyasal tarihinde 30.,31.,32.,39.,41.,43.,49. hükûmetleri kurma yetkisi verilen Demirel en uzun başbakanlık yapmış isimlerden biridir. Kendisine yöneltilmiş bu hicvin altında “İstenmediniz gittiniz” manâsını vermek yanlış olmayacaktır. Ancak, Demirel’in “İstendim, yedi kere geldim” manâsına gelebilecek yanıtı da, konuya son noktayı koymuştur. 

“- Türkiye’de yapılan her türlü işi sahiplenmek gibi bir âdetiniz var 
- Sen nerde oturuyorsun? 
- Niye ki? Kadıköy’de! 
- Hah işte buraya her gün gelmek için üstünden geçtiğin köprü var ya 
- İşte onu ben yaptım!” 

Üniversite ziyaretlerinden birinde sol görüşlü bir öğrenci Demirel’i sıkıştırmaya 
çalıştığı bu örnekte, yine onun şakacı tavrına rastlamaktayız. Eğer ki, Demirel kendisine yöneltilen bu eleştiriyi reddetseydi, bu an için çarpıcı bir durum olmayacaktı. Kaldı ki, öğrencinin soruyu sormasındaki amaç da bu olmalıdır. Yani, Demirel’in durumu reddetmesi ve klasik bir politikacı söylemi kullanmış olmasıdır. Ancak, yine mizahın Uyumsuzluk Kuramına örnekle, Demirel farklı bir üslup tercih etmiş ve yapmış olduğu şaka ile mizahın gücünden yararlanmayı bilmiştir. 

“12 ada konusunda Yunanistan ile yaşanan sıkıntılı süreçte karşılıklı kılıçlar 
çekilir. Ertesi gün kabine toplanır ve toplantı uzun saatler sürer. Dışarıda 
gazeteciler merakla yapılacak olan açıklamayı beklerler. 

- Sayın başbakan, Yunanistan Ege Denizi’nin bir Yunan gölü olduğunu iddia ediyor. Cevabınız ne olacak? 

- Ege bir Türk gölü değildir. Ege bir Yunan gölü de değildir. Ege zaten bir göl de değildir.” 30 

Demirel'in başbakanlığı döneminde yaşanmış bir hikâyedir. İki ülke arasında yaşanan sınır sorunu üzerine, gelişmiş olan bu durumda Demirel, durumum diplomatik çözümüne zarar vermemek adına ya da bu konuda görüş beyan etmemek adına bu şekilde bir mizahî yanıt vermiştir. 

"- Mizah bir yumruktur, ne zaman kime vuracağı belli olmaz. 
- Olur mu efendim, demişler, bunu söyleyen siz misiniz? Siz ki bize en çok davayı açan kişisiniz! 
- Eeee, kime yumruk attığını bileceksin!"31 

Cumhurbaşkanıyken Karikatürcüler Derneği'ni kabul eden Süleyman Demirel ile 
karikatürcüler arasında böyle bir diyalog geçer. Demirel, bir yandan mizahın özgürlükçü ve bağımsız niteliklerini ön plana çıkarabilecek sözler ederken, öte yandan “kendisi söz konusu olduğunda” tavrının değişeceğini bu şaka ile izah etmiştir. 

30 http://www.sabah.com.tr/fotohaber/yasam/suleyman_demirelin_sirri/16073 
31 (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/FadimeOzkan/mizah-bir-yumruktur-biy-biy-biy/1454 


2.8. 2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNE GENEL BAKIŞ 

2002 genel seçimlerinde yüzde 34.29 oy oranı ile 363 milletvekili çıkaran AK Parti iktidar partisi oldu. Yüzde 19.38 oy oranı ile 178 milletvekili çıkaran CHP ana muhalefet partisi olurken, parlamentoda 9 bağımsız milletvekili yerini aldı. Oyların yüzde 8.35’ini alarak baraj altında kalan MHP ise parlamentoya giremedi. Anavatan Partisi ise, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nden istifa etmiş milletvekillerinin katılımıyla TBMM'de grup kurabilecek milletvekili sayısına ulaştı ve 3. parti konumuna geldi. 

2007 genel seçimlerinde oyların 46.50’sini alarak tekrar iktidarı tek başına alan Ak Parti’nin milletvekili sayısı 340’a düştü. CHP, oyların 20.89’unu aldı ve 112 
milletvekili ile meclise girdi. MHP, bu kez oyların 14.27’sini alarak 71 milletvekilini meclise soktu. 2002 seçimlerinde 9 olan bağımsız milletvekili sayısı 26’ya yükseldi. 

3. BÖLÜM: 2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAHIN KULLANIM BİÇİMLERİ 

Klasikleşmiş pek çok siyasal iletişim modeli, yararlandığı teknolojik argümanlar göz önüne alındığında çağı yakalamış görünmektedir; ancak, “kullanılan dil” 
değerlendirildiğinde, sıradanlık ilk göze çarpan sıfatlardandır. Siyasette kullanılan dil günümüzde, artık pek çok kesime hitap etmediği gibi, cazibe merkezi olmaktan git gide uzaklaşmaktadır. Karakter itibariyle, “karmaşık” ve “çatışmacı” bir düzene sahip olan siyaseti, çekici kılabilecek metot ve yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Süregelen pek çok siyasi yaklaşımın, siyaseti “monoton” hale dönüştürdüğünü dillendirme mizdeki maksat, siyasetin esas itibariyle mizaha olan ihtiyacını kanıtlamaya yöneliktir. 

Toplumda, bu izlenimi oluşturan pek çok etmeni sayabileceğimiz gibi, bu etmenler de göreceli kavramlardır. Birine “soğuk” gelen bir strateji, bir diğer vatandaş için “sempatik” bulunabilir. Ancak görülen o ki; siyasette kullanılan dil, bilgi toplumunda yerini muhafaza edebilecek kadar geniş perspektife sahip değildir. 

Türk siyasetinde pek çok siyasî parti kurulur; bir kısmı yoluna devam edebilirken, bir kısmı ya kendiliğinden kapanır ya da kapatılır. Hepsinin bir parti programı, tüzüğü, ilkeleri ve her fırsatta altını çizdiği ülküsel bir tavrı vardır. Lakin, seçim alanlarında, parti mitinglerinde, parti kongrelerinde, siyasal içerikli televizyon reklam ve programlarında yanı sıra TBMM’de hep aynı siyaset dili kullanılagelmiştir. Bu dil; seçmenin taleplerini bilen ve bu anlamda vaad/proje üreten, gerçekleştirilen projelerini anlatan, kendi propagandasını yapan, çoğu zaman da rakip başka bir partinin kimliğini zedeleyebilecek gündem oluşturan bir yaklaşıma sahiptir. 

Özellikle 1950’lerden sonra, yeni siyasal iletişim alanlarının kullanılmaya 
başlanmasıyla, siyaset hem renklenir, hem de her alanda karşımıza çıkabilmektedir. Bu genişleme, beraberinde siyasal katılımı da gerçekleştirirken, siyasetten ve siyasîlerden soğuyan halkın ilgisini tekrar yönetime çevirmede etken olur. Bunların yanında siyasî iletişim dili olarak mizahın tercih edilmesi önemlidir. 
Sadece seçim dönemlerinde siyasal iletişime ve siyasal iletişimin yöntemlerine ihtiyaç duyan siyasîler için mizah, her döneme damgasını vurabilir. Neticede mizahın güncel dili, seçim olamayan zamanlarda da siyasînin her programında yerini alarak, diğer yöntemlerden avantajlı bir duruma gelebilir. 

Mizah ve mizahçılar siyasetçilerin düşmanı değil, aksine onların bir nevi popülaritesini artıran etmenler arasında değerlendirilmelidir. Gündemde olabilen, gündemi belirleyebilen ismin, göreceli bir siyasî başarısı vardır ve bu göreceli başarı gerek negatif, gerekse pozitif mizah alan içerisinde malzeme edilir. Bu durum, dolayısıyla taraflar arasındaki bir alışverişten ibarettir. Bu alışveriş, mizaha var olabilme şansı tanırken, siyasetçinin de tedavülde kalmasına imkân sağlar. 
Aşağıdaki kısımda, mizah-siyaset ilişkisi ve alışverişi üzerine örnek teşkil edebilecek söylem ve uygulamalar, bilimsel açıdan analiz edilecektir. Dolayısıyla, siyasetçinin gerekli gördüğü durumlarda, mizahın etkisinden yararlanabildiği örneklendirilecek tir. 
Böylelikle, siyasî mecradaki mizahın niteliğine dikkat çekilecektir. 

3.1. DİL OYUNLARI 

Mizahçılar, dilin anlatım imkânları aracılığıyla, dili çeşitli oyunların içine çekerek onu komik hale getirirler (Usta 2009: 97). Gülmece dilinde kullanılan dil oyunları, çeşitli olmakla birlikte, çalışma dönemi itibari ile var olan mizahî örneklerde karşımıza çıkanları vereceğiz.32 
Çalışma örneklerimizde, kullanılan dil oyunları, sözün bağlamıyla ilgi kurulabilinecek durum ve olaylarla, çağrışım kurmakta ve mizahın sözel anlamdaki gücüne dikkat çekilmektedir. 
Türkçede dil oyunları pek çok yöntemle yapılmaktadır. 

32 Detaylı bilgi için bkz. Çiğdem Usta (2009). Mizah Dilinin Gizemi. Ankara: Akçağ Yayınları. 

3.1.1. Benzeşleme 

 “Benzeşleme, ayrı anlamlarda fakat ses benzerliği bakımından birbirine yakın iki kelimenin, sözün birbiri yerine kullanılmasıdır” (Usta 2009: 98). Buradaki amaç, kullanılan bağlamın herhangi bir niteliği ile var olan durum arasında yakınlık kurarken, ortaya çıkan yeni anlamda gülmece etkisi yaratabilmek, daha genel manasıyla dikkat çeker hale getirebilmektir. 

28.05.2007 tarihli TBMM Genel Kurulunda, milletvekilleri arasında şöyle bir diyalog geçer: 

“ Mevlüt Akgün (AK PARTİ): Demek ki, bugünkü sistem, kriz üretmeye daha yakın bir sistemdir. Sayın Cumhurbaşkanımızın iade gerekçeleri arasında, Meclisin meşruiyetini sorgulayan ifadeler varsa da, 16 Mayısta görev süresi dolan ve kendisini seçen partilerin Meclis dışında kaldığı hesap edilirse, kimin 
meşruiyetinin sorgulanması gerektiğini kamuoyunun takdirine bırakıyorum. 

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün, 27 Mayıs tarihi idi. Bu tarih, 
Demokrasi tarihimizde kara bir sayfa olarak anılmaktadır. Cumhuriyet Halk 
Partisinden istifa eden Hakkâri Milletvekili Sayın Esat Canan " CHP, muhtıradan 
medet umuyor." diyor. 

Tuncay Ercenk (CHP) - Sen ne söylüyorsun? Bak, Afyonlular geliyor, haberin 
olsun! 

Mevlüt Akgün (Devamla) - Sayın Baykal da kendisine sorulan bir soruya, darbe 
dönemlerinden sonra siyasî yelpazenin değiştiğini iddia ederek, örnek olarak da 12 Mart ve 28 Şubatı göstermektedir. Adına sosyal demokrat diyenlerin, konumunu yeniden gözden geçirmesi gerekir. 

Yılmaz Kaya (CHP) - Sen kendi konumuna bak! 
Mevlüt Akgün (Devamla) - Bu, sosyal demokrasi değil, olsa olsa, postal demokrasi olur. ” 33 

33 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil5/bas/b115m.htm 

Siyasette kullanılan dilde bazı kelime ve kavram benzerlikleri üzerine mizahî durumlar görülebilmektedir. Yukarıdaki söylemde “sosyal” ve “postal” kelimelerinin ses benzerliğinden yararlanılmıştır. Maksat; sosyal demokrat kanadın, askeriyeyle olan ilişkisini eleştirmektir. CHP, tarihinde dönem dönem “askerî darbe taraftarı” şeklinde suçlamalarla karşılaşmıştır. AK PARTİ milletvekili geçmişe de gönderme yaparak, sosyal demokrasilerde, ordunun yönetime müdahale edişi diye bir durumun söz konusu olamayacağını ifade etmeye çalışırken, askerî bir simge olan “postal” kelimesi kullanması anlatımı dikkat çekici kılabilmektedir. 

AK PARTİ milletvekili Ünal Kaçır ile CHP milletvekili Hüseyin Bayındır arasında 
01.06.2007 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle bir diyalog geçer: 

“Ünal Kaçır (AK PARTİ) - Halk bu işe karar verirse, neden kaotik ortam 
olacakmış, anlamak mümkün değil. 
Hüseyin Bayındır (CHP) - Halkın vereceği kararda sen olmayacaksın Kaçır, sen 
olmayacaksın. Bu senin son gacırtıların!” 34 

Bu söylemde de mizahın ses benzerliğinden yararlandığını görebilmekteyiz. Ünal 
Kaçır’ın soyadı olan Kaçır ile gacırtı kelimesi arasında bir benzeşim olduğundan, 
Hüseyin Bayındır bunu bir mizah öğesi olarak değerlendirir ve istihza sanatına da başvurur. Bu bağlamda “bu senin son gacırtıların” ifadesiyle, muhalefet vekili halkın seçiminin artık iktidar partisinden yana olmayacağına dair göreceli öngörüsünü mizahîleştirmiştir. 
CHP milletvekili Muharrem İnce 26.12.2010 tarihli TBMM Genel Kurul konuşmasının bir bölümünde şöyle der: 

“Dumansız hava sahasında bir numara, yalansız hava sahasında son numara bir 
Başbakan…” 35 

Bu örnekte de, dumansız ve yalansız kelimelerinde benzeşleme yapılır. İnce, iktidarın ‘Dumansız Hava Sahası’ sloganıyla ‘Kapalı Mekânlarda Sigara İçiminin Yasaklanması’ kanununun eksiksiz uygulandığını söylerken, öte yandan Başbakana yönelik bir hicvi de dile getirmiştir. 

34 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil5/bas/b119m.htm 
35 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b042m.htm 


3.1.2. Değiştirim 

Değiştirimde, kalıp sözün ya da cümlenin bir bölümü, başka bir söz veya sözcük öbeği ile değiştirilir yahut özgün ifadeye eklemeler yapılır (Usta 2009: 110). 
AK PARTİ milletvekili Musa Uzunkaya 25.05.2007 tarihli TBMM Genel Kurulunda 
şöyle konuşur: 

“ ...Hem Sayın Adalet Bakanlığından hem de İçişleri Bakanlığından ve Maliye 
Bakanlığından soru önergem var. Cevabını da doğrusu merak ediyorum. Yani, 
ilişkiler nedir? Ama, ben burada, bu kıyaslamayı şunun için yapıyorum: Değerli 
arkadaşlar, hani, halk arasında bir şey var, denir ki -siyasette, tutarlılığın çok 
güzel bir ölçeği vardır- bazen: Hani, "Sezar'ın hakkını Sezar'a..." Ben şimdi 
"Sezer'in hakkını Sezer'e" diyeceğim de yanlış anlayacaksınız. Sağ olsun, Sayın 
Sezer, Cumhurbaşkanımız, Anayasa değişikliğini, bilindiği ve beklendiği üzere, 
iade etmiş aynen, Meclise. Tabii, beklenen oydu zaten, ben farklı bir şey de 
beklemiyordum doğrusu.” 36 

36 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil5/bas/b112m.htm 
37 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil5/bas/b113m.htm 

Siyaset dilini mizahîleştirebilmek adına kelime ve kavramların değiştirime 
uğramasından faydalanılan yukarıdaki söylemde, işi yapan kişinin hakkını teslim 
etmede kullanılan “Sezar’ın hakkı Sezar’a” kalıplaşmış sözü değişime uğrayarak 
“Sezer’in hakkı Sezer” e şeklinde söylenmiş ve dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in anayasa değişikliği teklifini veto edişi bu şekilde eleştirilmiştir. 

CHP milletvekili Uğur Aksöz ile iki AK PARTİ milletvekili arasındaki 26.05.2007 
tarihli TBMM Genel Kurulu diyalogu şöyledir: 

“Uğur Aksöz (CHP): Değerli arkadaşlar, demagojiye lüzum yok. Bakın, İsviçre, 
İtalya, Yunanistan, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'nde cumhurbaşkanını 
parlamento seçiyor. Almanya'da da milletvekilleri ile eyalet temsilcilerinden 
meydana gelen yine bir kurul seçiyor. Şimdi, bu Avrupa'nın yarısından fazla olan bu ülkelerin hepsi antidemokratik de sadece Salih Kapusuz'un önergesi mi 
demokratik? Böyle yapmayın. Halkı kandırmayın. 

Zülfü Demirbağ (AK PARTİ) - Avrupalı 367'yle mi seçiyor? 

Uğur Aksöz (Devamla) - Bakın, Cumhuriyet Halk Partisi şunu söylüyor: Elbette 
halk seçsin, halk sizi de seçiyor bizi de, Cumhurbaşkanı da seçsin. 

İsmail Bilen - Halkı siz seçin, halkı. 

Uğur Aksöz (Devamla) - Ama, yüzlerce madde olan Anayasa'dan, hiçbir altyapı 
yapmadan, hiçbir kurumlaştırma yapmadan, hiçbir inceleme yapmadan o 
Anayasa'nın içinden bir kelimeyi cımbızla alıp, "Parlamento"yu çıkarıp "halk 
seçsin"i koyarsanız, bunun adı hukuk değil, guguk oyunu olur.”37 

Verilen örmekte hukuk kelimesi ile guguk kelimesi değiştirime uğramış ve istihza örneği sunulmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçim sistemi üzerine uzlaşı sağlayamayan iktidar ve muhalefetin diyalogunda, CHP milletvekilin iktidarın önerdiği seçim sisteminin hukuka uygun olmayacağı iddiası, bu dil oyunu ile anlatılmıştır. 
Aşağıdaki örnekte CHP’li Uğur Aksöz 28.05.2007 tarihinde TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Uğur Aksöz (CHP): Değerli arkadaşlar, şimdi, biz, Adalet ve Kalkınma Partisi 
olarak elimizi vicdanımıza koyalım, tembel öğrenciler gibi, "sınıfı geçmedim" diye öğretmeni mi değiştireceksiniz veya tembel futbolcular gibi, hakem golü 
saymayınca, oyunun hakemini mi değiştireceksiniz, kuralları mı değiştirecek siniz? 
Şair "Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!" diyor değil mi? Şimdi, ben de size söylüyorum: Bir inat uğruna ya Rab, ne AKP'ler batacak, göreceğiz!” 38 

38 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil5/bas/b115m.htm 

Bir şiir dizesinin değiştirime uğrayarak sunulduğu bu söylem, bir hiciv örneği de olarak algılanabilinir. Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine adlı şiirinde geçen “ Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor” dizesi “Bir inat uğruna ya Rab ne ne AKP ler batacak” şeklinde değiştirime uğramıştır. Muhalefet vekili iktidarı bahsi geçen konuda gereksiz bir inatlaşma ile eleştirmiştir. 

Recep Tayyip Erdoğan 07.12.2010 tarihli grup konuşmasında şöyle der: 

“Ben önceki gün Sivas'taki toplu açılış töreninde de ifade ettim. Sivaslıların 
güzel bir deyimi var; ‘ Akıl elden, Fikir emanet diye ’ CHP Genel Başkanı, 
kendisi politika üretemediği, kendisi bir dil oluşturamadığı için ABD'li 
diplomatların yazışmalarından medet umar hale geldi. Allah aşkına şu hale 
bakar mısınız, bir ülkenin Ana Muhalefet Partisi işi gücü bırakıyor, yabancı 
diplomatların iddialarına borazanlık yapıyor. Kendi ülkelerinden o kadar 
kopuklar, o kadar uzaklar ki iç politikayı dahi yabancı diplomatlara havale 
etmiş durumdalar. Hatırlayın Wikipedi adlı sitede yazılanlara inanıp Meclis 
Genel Kuruluna, burada benim dünyanın en zengin 8. Başbakanı olduğumu 
iddia ettiler. Hatırlıyorsunuz değil mi, bunu iddia ettiler. Şimdi Wikileaks'a 
inanıp İsviçre'de 8 banka hesabının peşine düştüler. CHP madem değişiyor, 
oldu olacak ismini de değiştirip, Wiki CHP yapsın.” 

Bu örnekte; Dünya’da genişçe yankı uyandıran ve basında Wikileaks Belgeleri şeklinde geçen bu belgelerdeki iddialar, CHP gündemine de taşınır. Dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan ise, bu CHP gündemini, “Wiki CHP” şeklinde eleştirir. CHP’nin bu belgelere inanıp bunların propagandasını yaptığını iddia eden Erdoğan, söylemini mizahîleştirmek adına “değiştirim” tekniğini kullanmıştır. 

MHP Milletvekili Ali Uzunırmak, 31.03.2011 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Değerli milletvekilleri, aslında, geçenlerde düzenlediğim bir basın toplantısında 
‘Başbakanlık yalan takip merkezi kurulmalı.’ dedim; çünkü, artık siyasetteki bu 
yalandan geçilmiyor, Başbakanın bir gün söylediği, bir gün söylediğini tutmuyor.” 39 

Bu örnekteki değiştirim, başbakanlığa ait birimler üzerinde yapılmıştır. Başbakanlık Basın Merkezi, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi gibi birimlerin adı değiştirilerek, esas itibariyle Başbakanın söylemleri hicvedilmiştir. 

CHP milletvekili H. Tayfun İçli 31.03. 2011 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Değerli arkadaşlarım, ben bunu komisyonda da söyledim. Bu kanun tasarısına 
aslında “Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto etmenin bedeli” ya da ”Recep Tayyip 
Erdoğan’ın gazabı yasası” demek lazım. Neden? Çünkü, Dünya Basketbol 
Şampiyonasında Ankara’da ve İstanbul’da ve daha sonra da Galatasaray’ın o 
Türk Telekom Arena Stadı’nda yapılan protesto gösterilerinden sonra böyle bir 
kanun tasarısının alelacele Türkiye Büyük Millet Meclisine getirildiği sadece 
benim değil, kamuoyunun büyük bir kesiminin inancı.” 40 

Bu örnekte, meclis gündemine gelen yasalar üzerine bir değerlendirme yapan muhalefet milletvekili, Başbakanın göreceli mutlak otoritesi üzerine, yasa isminde bir değiştirim yaparak Başbakanı aynı zamanda hicvetmiştir. 

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 24.05.2011 tarihinde Artvin’deki konuşmasından bir kesit şöyledir: 
“Orada öyle yazdığı gibi olmayacak: ‘Makaram sarı bağlar, Recep söyler, Arınç ağlar.41 

Bu örnekte de bir kelime ya da kavramdan ziyade, bir türkü sözü değiştirime uğrayarak mizahîleşmiştir. Kılıçdaroğlu, bu örnekte iktidarın iki önemli ismiyle istihza edebilmek için, değiştirim tekniğini kullanılır. “Makaram sarı bağlar, kız söyler gelin ağlar” türkünün orijinal halidir. Bu örnekte esas mesele ise, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç’ın sık sık medyada yer alan gözü yaşlı hâlleridir. 

2011 genel seçimleri için Muğla’dan CHP birinci sıra milletvekili adayı olan Tolga 
Çandar ise şu sözleri yazdı: 

“Tarlaya ektim soğan/Mahvetti bizi Erdoğan/ 
Çiftçinin derdi bitmiyor/Ananı da al git diyor/ 
Mahsuller elde kaldı/Kahveler doldu taştı/ 
Mazota zam bitmiyor/Traktör yine gitmiyor 
Çiftçinin büktü belini/Kara çıkardı yüzünü/
Ne ekersen onu biçersin/
Hadi canım anca gidersin Oy niye oy istiye/
Hangi yüzle oy istiye” 

Tolga Çandar da yukarıdaki türküde değiştirim tekniği uygular. Türkünün orijinal sözleri Başbakanı hicvetmeye yönelik değiştirilir.42 
Çiftçi sorunlarını, zamları ve Erdoğan’ın bir çiftçiye yönelik kurmuş olduğu ‘Ananı da al git’ söylemini kullanan Çandar, bu bağlamda bir hiciv örneği de sergiler. 

3.1.3. Argo 

“Argoyu da küfrü de mizah sınırları içine çeken, kullanımındaki zekâ pırıltısı, buluş, ironi ve taşı gediğine koyma gibi özelliklerdir” (Aktaran Usta 2009: 101). Mizahta, özellikle cinsel mizahta argo kullanımına sıkça rastlanmaktadır. Zira, toplum nezdinde uluorta kullanılamayan bazı kelimeler, zekice kullanıldıklarında, gülmeceye yol açabileceği gibi, söylemin belleklere kolayca girmesi açısından önem taşımaktadır. 

Dönemin bağımsız milletvekili Kamer Genç 03.09.2007 tarihli TBMM Genel 
Kurulunda şöyle konuşur : 

“Sayın Başkan, aslında usulle ilgili bir şey soracaktım, ama, siz süremizi hemen 
başlattınız neyse. Değerli milletvekilleri, şimdi, AKP’liler diyorlar ki: “Biz herkesi 
kucaklıyoruz.” diyorlar da -evvela size saygılarımı sunayım da- biraz da bizim bu Tunceli’yi kucaklayın. Yani, kucaklarken doğru tarafından kucaklayın, ters tarafından kucaklamayın! ” 43 

Türkçede bulunan derin yapı ve yüzey yapı kavramları bu örnekte öne çıkar. Derin yapı, zihinde var olduğu kabul edilen söz dizimsel kurallarla elde edilen soyut tümce yapıları ve bunların anlam içerikleri; yüzey yapı ise derin yapıların daha az soyut bir düzleme aktarılması ile ortaya çıkan yapılardır ( Eker 2011: 26). Bu bağlamda, Kamer Genç bu konuşmasında üstü kapalı bir argo kullanımı yapmıştır. 
“Ters taraftan kucaklamak” yüzey yapıda bedensel bir eylem gibi görünse de, derin yapıda cinsel çağrışımları bulunduran bir ifadedir. 

39 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b085m.htm 
40 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil5/bas/b085m.htm 
41 http://www.tvhaber.com/video/4872/recep-soyler-arinc-aglar.html 
42 
Tarlaya ektim soğan 
Bitmedi yedi doğan 
Hep mi güzel oluyor 
Senin anandan doğan 
Oy niye hanım niye… 
Öldüm yar yar diye diye.
( http://www.trtnotaarsivi.com/arsiv/thm/1-1000/00161_1.gif) 
43 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil1/bas/b009m.htm 


3. 2. EDEBÎ SANATLARIN KULLANIMI 

Edebî sanatlar, Türk edebiyatının hemen hemen pek çok türünde görülmekle birlikte, Türk dilinin anlatım özelliğini zenginleştirmek, anlatımı kuvvetlendirmek için uygulanan metotlardır. Bir metinde kullanılan edebî sanat metne, özgünlük kattığı gibi, aynı zamanda az sözcükle çok şey anlatmak gibi amaçlarla kullanılır. Aşağıdaki seçilmiş konuşma metinlerinde var olan edebî sanatlar şöyledir: 

3.2.1. Teşbih 

Teşbih sanatı, en genel anlamda, çeşitli yönlerden benzerlik bulunan iki varlığın zayıfını kuvvetlisine benzetme sanatıdır (Kocakaplan 2002: 163). Teşbihin dört öğesi olmalıdır: 
Benzeyen, kendisine benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı. 

CHP milletvekili Bayram Ali Meral 16.05.2006 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Bir Avrupa sevdasına kendinizi kaptırdınız; Avrupalı oldu 18 yaşında bir 
hanımefendi kız, siz de oldunuz 22 yaşında bir delikanlı, güzel bir sevdaya 
tutuldunuz. Korkarım ki, Kerem ile Aslı’nın sevdasına dönmesin.” 44 

Siyaset dilinin mizahsal bir biçimde sunulabilmesi için yaygın kullanım tekniklerinden biri de benzetme sanatıdır. Yukarıdaki söylem açık bir benzetme örneğidir. İktidarın Avrupa Birliği’ne katılabilme yolundaki çabası için, muhalefetten böyle bir istihzalı bir eleştiri gelmiştir. Örnekte aynı zamanda “Kerem ile Aslı” hikâyesi üzerinde bir telmih yapılmıştır.45  
Kerem ile Asli hikâyesi din farkı üzerine şekillenmiş bir hikâye olmakla 
birlikte her iki sevgili de dinlerinden vazgeçmemişlerdir. ( Elçin 2010: 50). 
Bu bağlamda kavuşamayan iki gencin sonu, Türkiye ile Avrupa Birliği ikilisine 
benzetilmiştir. 

Osman Coşkunoğlu 22.10.2009 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Biz, Türkiye olarak on yedinci büyük ekonomi olmakla övünüyoruz. Bölgemizin 
yani Kafkasların, Orta Doğu’nun ve Balkanların en güçlü ülkesi olmakla 
övünüyoruz. Peki, bu gücü dünyamızın yaşanamaz hâle gelmesini önlemek için 
kullanmamız gerekmez mi? Atmosfere en çok sera gazı salanlara karşı bu 
gücümüzü kullanamazsak mahallesinde çoluk çocuk karşısında hava basan iri yarı ama içi kof bir şişmandan farkımız ne olur bu büyüklükle? 
Bu gücü kullanmalıyız, uluslararası platformlarda kullanabilmeliyiz ama diğer ülkelere baskı yapabilmemiz için önce kendi evimizi temizlememiz gerekir.”46 
Bu söylemde, muhalefet milletvekili Türkiye’yi “mahallede iriliğiyle övünen şişman bir çocuğa” benzetmiştir. Benzeyen Türkiye, kendisine benzetilen şişman çocuk, benzetme yönü ise iri yarı; amai içi boş bir çocuk olmaktır. Bu bağlamda, Türkiye’nin bölge ülkeler arasında büyüklüğü ve kalkınması ile övünebilmesi için var olan gücünü doğru şekilde kullanması gerektiği görüşü, bu sanatla ifade edilmeye çalışılmıştır. 

S. Nevzat Korkmaz 22.07.2010 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Değerli AKP milletvekilleri, samimiyetle soruyorum: Bu suallerin hangisi yanlış? 
Artık geçmiş hükûmetleri suçlamaktan, “Bugün böyle ama dün daha kötüydü.” 
demekten bir vazgeçin. Siz, çare makamı olasınız diye yüzde 47’yle iktidar yapılmış bir partisiniz. Sizin mücadele etmeniz gereken yoksulluk, Milliyetçi Hareket Partisi değil. Sizin yakasına yapışmanız gereken yolsuzluk, ülkücüler değil. Sizin alt etmeniz gereken terör, atalarımız Oğuz Han’ın bıyıklarından ilham alan, içinde özel harekâtçılar, asker ve polislerin de yer aldığı Türk milliyetçileri değil. Ya gereğini yapın -eğer zamanınız kalmışsa- ya da vatandaş gereğini yapacak. Önce hiçbir derdine deva öngörmeyen AKP anayasasının referandum daki oylamasında, sonra da genel seçimlerde sekiz yıllık zamanı ağustos böceği hovardalığında geçiren AKP İktidarına kapıyı gösterecek diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.” 47 

Yine bu söylemde benzetme yoluyla mizah yapılmak istenmiştir. Muhalefet 
milletvekilinin söyleminde iktidar “ağustos böceği”ne benzetilmiştir. Benzetme yönü ise “hovardalık yapmak” olarak verilmiştir. Bu bağlamda, muhalefetin iktidarı eleştirmesindeki göreceli sebep, sekiz yıllık iktidar sürecini çalışmayarak geçirdiği görüşüdür. 

20.05.2011 tarihinde AK PARTİ Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç, Bursa’da 
yapmış olduğu bir konuşmada şunları söyler: 

“ Ana muhalefet partisi lideri zaman zaman Noel baba gibi çantasını 
dolduruyor, Batman’da genel aftan bahsediyor, Hakkâri’de demokratik 
özerklikten bahsediyor, Bursa’ya geliyor başka bir şey söylüyor...Çantası 
dolu. Bazen KDV’yi, ÖTV’Yİ kaldıracağım diyor. Bazen Cem Uzan gibi 
“Mazot bir buçuk lira olacak diyor”. Her şeyi dağıtıyor….” 48 

Muhalefetin benzetme yoluyla yapmış olduklara mizahî örneklerin yanında, iktidar da mizahı kullanmayı tercih etmiştir. İktidarın önemli isimlerinden Bülent Arınç, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun halka vaatleri üzerinden gönderme yaparken, onu Noel Baba’ya benzetmiştir. Bu örnekte; benzeyen “Kemal Kılıçdaroğlu”, kendisine benzetilen “Noel Baba”, benzetme yönü “çanta ile dağıtma” ve benzetme edatı ise “gibi” sözcüğüdür. Bu örnekte teşbih ile birlikte istihza türü de görülmektedir. 

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural 17.05.2011 tarihinde İzmir’deki konuşmasında şöyle der: 

 “…Robin Hood vardı yardı ya, zenginden alıp fakire veren. Robin Hüp, hüplüyor, 
kendisi hüpleme ekonomisi yapıyor.” 49 

Bu söylemde yine bir benzetme sanatı vardır. Muhalefet milletvekili Oktay Vural, Başbakanı Howard Pyle adlı Amerikalı bir çizerin Robin Hood karakterine 
benzetmiştir. Başbakan’ı Robin Hüp şeklinde tanımlamasındaki sebep, iktidarın 
uygulamış olduğu ekonomik yöntemlerdir. Konuşmanın ardından gelen “Millete 
vermeye değil, milletten almaya yönelik bir ekonomi AKP’ninki…” cümlesi aynı 
zamanda de Başbakan’a yönelik bir istihzayı göstermiştir. 

44 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil4/bas/b102m.htm 
45 Hikâye, bir aşk hikâyesi olup, araştırmacılar göre 17.yüzyılda teşekkül etmiş ve Anadolu’ya İran’dan gelmiştir. Kerem Isfahan şahının oğludur. Aslı, bu padişahın hazinedarı olan bir Ermeni keşişinin kızıdır. 
Kerem sadık âşık, Aslı ise ir türlü kavuşulamayan sevgilidir (Kaplan 2001: 159). 
46 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b010m.htm 
47 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem23/yil4/bas/b139m.htm 
48 http://www.iha.com.tr/haber-kemal-bey-noel-baba-gibi-gundem-177721/ 
49 http://www.habererk.com/arsiv/haber/11793/vural-basbakanla-cook-eglendi-video.html 

3.2.2. Telmih 

Türkçede ‘hatırlatma’ kullanılan geçen bu sanat; “meşhur bir olaya işaret etmek” şeklinde tanımlanır. Sanatkârı heyecanlandıran olayın bir yönü, başka bir olayın ya da kişinin yahut bir fıkranın hatırlanmasına sebep olur. Sanatkâr da hatırladığı olayı ön plana çıkarır (Kocakaplan 2002: 150). 
CHP milletvekili Mustafa Gazalcı 31.07.2003 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: “Mustafa Gazalcı (CHP): Mustafa Necati'yi duymuşsunuzdur; 1925-1928 yılları arasında gerçekten çok büyük işler başarmış bir Millî Eğitim Bakanıdır. Millî Eğitim Bakanı olarak bir yere okul yapacaktır, para sıkıntısı vardır. Maliye Bakanına der ki: "Senin görevin para bulmak, benim görevim okul yapmak" Evet, Sayın Başkanım. "Senin görevin para bulmak, benimki yapmak" diyor Mustafa 
Necati. Ya sizinki; aynen Osmanlı İmparatorluğunun Millî Eğitim Nazırı Haşim 
Paşa gibi "şu okullar olmasa eğitimi çok güzel yönetirdim." Yani, o kapıya çıkıyor” 50 

Geçmişte yaşamış kişiler hatırlatılarak, içinde bulunulan dönem içindeki insanlar 
arasında bir mukayese yapılmasını hedefleyen siyasîler için, telmih sanatı 
söylemlerini mizahileştirmek adına sıkça kullanılan bir sanattır. Muhalefet 
milletvekili bu söyleminde iktidarın eğitim anlayışını eleştirebilmek için, Milli 
Eğitim eski bakanlarından Mustafa Necati’nin ve Osmanlı Dönemi Milli Eğitim 
Bakanı Haşim Paşa’nın eğitim kurumları ile ilgili söyledikleri sözleri 
hatırlatmıştır. Vekil bu hatırlatmaları yaparken, bir yandan Mustafa Necati’nin 
eğitim anlayışını övmekte, öte yandan ise iktidarın eğitim anlayışının Osmanlı 
Dönemi eğitim bakanına benzediğini ifade etmektedir. 

CHP milletvekili Onur Öymen, 22.12.2003 tarihinde TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

“Değerli arkadaşlar, sözlerimi tamamlıyorum. 20.yüzyılın başlarında filozof 
Sakallı Celal “Türkiye, garptan şarka doğru giden bir gemidir, üzerinde bazıları 
garba doğru koşar” demişti. Atatürk, işte bu geminin yönünü değiştirdi. O 
zamandan beri Türkiye artık, doğudan batıya doğru giden bir gemidir; ama, 
anlaşılan üzerinde bazıları hala doğuya doğru koşmaya çalışıyorlar; ama, onların 
gücü hiçbir zaman bu geminin yönünü bir kere daha değiştirmeye yetmeyecektir.” 51 

Bu söylemde ise geçmişte yaşayan bir şahsiyetin bir sözü hatırlatılarak, söylemin anlamına dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Öymen, Filozof Sakallı Celal’in sözüne değinerek, Atatürk’ün Batı modernizmi ve teknolojisine Türkiye’nin yönünü çevirdiğini hatırlatmıştır. Ülke içinde gerici zihniyete sahip olanların, bu gidişatı değiştirmeye güçlerinin yetemeyeceğini dillendirmeye çalışırken, istihza türünü de kullanmıştır. 

CHP Milletvekili Berhan Şimşek 07.06.2005 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle konuşur: 

 “İktidarınız döneminde gençler için yaptığınız tek şey -Sayın Bakanıma buradan 
söyleyeyim- 19 Mayıs kutlamalarını statlardan alanlara taşımaktır; bu da eğer iş 
olarak kabul edilirse. Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençler arasında, 
umutsuzluk ve beklentisizlik bir yaşam biçimi haline dönüşmüştür. Oysa, 
gençlerimiz bunu hak etmemektedir. 2005 malî yılı bütçesi üzerinde yapmış 
olduğum konuşmamda şunu söylemiştim: Hükümet, ülke halkına Godot'yu 
bekletiyor. Anlaşılan, bu araştırmaya cevap veren gençler, benim gibi ve ülke halkı gibi, Godot'nun gelmeyeceğini fark ettiler.” 52 

Hatırlatma sanatının kullanıldığı bu örnekte, tiyatro tarihinde önemsenen bir eser üzerinden söylem mizahîleşmiştir. Berhan Şimşek, konuşmasında iktidarın halkı oyaladığı ve hep bir şeyler için beklettiği şeklinde bir iddiada bulunmuştur. Beklemeyi “hiç gelmeyecek bir şeyi/kimseyi beklemek” şeklinde analiz etmiştir. Bunu da Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken” (1952) adlı tiyatro eserini hatırlatarak sunmuştur. 

Oyunun başkişileri, sahne adları Didi ve Gogo olan, Vladimir ve Estragon ikilisidir. Bu ikili, tek bir ağacın olduğu ıssız kır yolunda, Godot’u beklerler ve beklerken, sürekli birbirleri ile konuşurlar. Bu arada, sahneye bir çocuk gelir, Godot’dan mesaj getirmiştir. Gogo ve Didi’ye, Godot’un bugün değil, yarın geleceğini söyler. Godot, hiç gelmez, Gogo ve Didi beklemeye devam ederler. Eserde, kahramanların geçmişlerine dair bir şey bilinmez, gelecek ise belirsizdir, kahramanların geleceğe ait bir tasarıları, hayalleri yoktur. Sadece Godot’un gelmesini isterler; ama, Godot’nun gelip gelmeyeceği tam bir muammadır (Özbalak 2012: 28-30). 

AK PARTİ milletvekili Avni Doğan, 20.09.2006 tarihli TBMM Genel Kurulunda şöyle der: 

 “ ...Edirne'den Kars'a bu büyük ulusun saygı duyduğu değerler neyse, ona saygı duyarak olur. Atilla İlhan'ın bir sözüyle sözlerime son vermek istiyorum. Hangi Sol'da der ki... "Adam" der, "boksör Clay adını Muhammed yapmış diye kahvede sevincinden hora tepiyor, bizim solcular da Muhammed Ali Clay'e karşı çıkarak halktan oy almaya çalışıyor." İşte sizin anlayışınız bu” 53 

Geçmişte yaşamış kişilere veya yaşanmış olaylara atıfta bulunularak, var olan durum ile bir mukayese yapılmasını amaçlayan siyasîler, hatırlatma sanatı ile de söylemlerini mizahîleştirmişlerdir. Bu örnekte, adı geçen milletvekili, söyleminde Atilla İlhan’ın bir sözünü hatırlatarak, sol görüşteki insanların, oy istemedeki yanlış tutumlarını eleştirirken, Muhammed Ali Clay’in Müslümanlığı kabul edişini hatırlatmış, bir yandan da sol kesimin tutumu ile istihza etmiştir. 

MHP lideri Devlet Bahçeli, 18.10.2011 tarihli grup konuşmasında şöyle konuşur: 

“Telefondan sigaraya, alkol ürünlerinden otomobil vergilerine kadar zamlar 
milletimize yağmur gibi yağmıştır. Başbakan haklıdır ve zam derslerine iyi 
çalışmışlardır. Ev sahibini bastıran yavuz misali, zamlara yönelik tepkilere 
hiddetlenen bu zihniyetin; ‘sigara içmezsin olur biter’, türünden açıklamalara 
sığınması tam anlamıyla çirkefliktir. O halde milletimiz doğalgazı da elektriği de 
kullanmasın. Otomobile de binmesin ve ekmek yerine pasta yesin.” 54 
Bahçeli bu konuşmasında, ülkedeki aşırı zamlara ve bu sıkıntılara Başbakan’ın kayıtsız kaldığına dair söylemine dikkat çekmek ve söylemini mizahîleştirmek adına, 18.yüzyılda yaşamış olan dönemin Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’a mâl edilen, halkın yiyecek ekmeği dahi kalmadı feryadına yönelik “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözünü hatırlatmıştır. 


50 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil1/bas/b114m.htm 
51 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil2/bas/b034m.htm 
52 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil3/bas/b108m.htm 
53 http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem22/yil4/bas/b126m.htm 
54 http://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_baskan/konusma/1260/index.html 


7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH., BÖLÜM 5

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH.,  BÖLÜM 5




2.6. DÜNYADA SİYASÎ MİZAHIN KULLANIMINDAN BAZI ÖRNEKLER 


 C:\Users\ww\Downloads\tumblr_luio6piKyq1qze2tmo1_r1_1280.jpg

(Karikatürdeki yazılar: Editor; “Her şey Demokrasi İçin”. Kapitalist; “Her şey şeref için”. Politikacı;” Her şey barış için”. Başkan;” Her şey İsa İçin”. Kaynak: Hart, Boss 2007: 42). 

Mizaha bir çıkış noktası aramak beyhude bir uğraş olacaktır. Mizah, ne bir siyasal sistem, ne bir edebî akım ne de bir sosyolojik/antropolojik/felsefi bir kuramdır. Mizah bir “çatışma” hâlidir ve dolayısıyla “şu tarihte, şurada doğdu” diyemeyiz. Bu da demek oluyor ki, insanın herhangi bir uzvu gibi, her zaman doğasında ve varlığında olagelmiştir. 
Mizah üzerine ilk söylenenler, mizaha dayanak oluşturan gülmenin yanı sıra komedya kavramına dair konuşulanlarda mevcuttur. Dünyada mizah yakın çalışmalar, komedya ile başlamıştır. 
Antik Yunan filozofları, komedyayı o dönem için eleştirmişlerdir. Aristo, komedya hakkındaki söylediklerini sınırlı tutar. O dönemdeki gülme öğesinin fiziksel kusurlar ve eksiklikler olmasından hareketle, kişisel taşlamaya karşı olduğunu, acıtıcı alayı kınadığını belirtir (Şener 2008: 50). Platon ve Aristo gerek siyaset gerekse komedi üzerine teoriler oluşturmuşlardır; ancak bu iki kavramı birbirlerinin dışında tutmayı yeğlerler. “Onların politik ahlakları gözlerini kör eder” ( Schutz 1997: 38). 

“Aristophanes, komedyanın yalnızca eğlence sağlamakla kalmadığını, ayrıca toplumun beğenisini eğittiğini, ahlak eğitmeni ve siyaset danışmanı görevini ileri sürmüş, eserlerinde doğruyu, gerçeği söylediğini, büyük mevkilerdeki kötü kişilere saldırarak ülkeyi pakladığını belirtmiştir” (Şener 2008: 52). 

Antik Yunan’dan günümüze uzanan siyasi mizaha işlevsellik açısından bakmak yararlı olacaktır. Mizahın, siyasetteki rolü, toplum düzenindeki istikrar arayışı yahut yıkıcı/yapıcı/onarıcı performansı tüm Dünya ülkeleri için söz konusu olabilir. Mizah evrensel bir gelenektir. Salt bir bölgeye ya da bir millete / halka / topluma ait olamayacak kadar hitap ve etki alanı geniş bir kültür öğesidir. Tüm Dünyadaki ülkelerin ya da toplulukların mizah anlayışları ve gelenekleri birbirlerinden farklı nitelikler gösterebilir. 

Mizah yapmak ciddilik istemesinin yanında geniş bir bilgi birikimine de sahip olmayı gerektiriyor. Mizahın komediden ayrılan yanı da budur. Sadece güldürmek için özellikle günümüzde kişi taklitleri, bölgesel ağız farklılıkları, bedensel gösteriler, beklenilenin tam aksi hareketler, argo, cinsellik gibi konular yetebiliyor. Ancak mizah yapmak farklı bir perspektif istiyor. 
Mizah evrensel bir gelenektir. Salt bir bölgeye ya da bir millete/halka/topluma ait olamayacak kadar hitap ve etki alanı geniş bir kültür öğesidir. Tüm Dünya’daki ülkelerin ya da toplulukların mizah anlayışları ve gelenekleri birbirlerinden farklı nitelikler gösterebilir. 
Mizah kültürel doku, toplumsal ve hukuksal normlar, geleneksel motifler ya da coğrafik farklılaşmalar gibi pek çok unsurdan etkilenir. Örneğin, Amerika’da çizilmiş bir karikatür sadece gülümsetirken, Ortadoğu’da farklı sonuçlara daha açık bir ifadeyle hukukî cezalara götürebilir. 

1998 yılında bazı ülkelerde yapılan 1 Nisan şaka örnekleri şöyledir. 

“ Japonya’nın Asahi Şimbun gazetesi politikacılara gerçekleri söyletecek, 
sözlerindeki şifreleri çözecek bir makinenin icat edildiğini; Portekiz’de yayın 
yapan Radyo-Paris, İran milli futbol takımının Dünya Kupası’na gitmekten 
vazgeçmesi üzerine FIFA’nın Portekiz milli takımını kupaya seçtiğini; Kıbrıs Rum 
Radyosu, Kıbrıslı Türkler katılamadığı için Rum tarafının da Eurovision şarkı 
yarışmasına katılmaktan men edildiğini; BBC radyosu ABD’de hem yumurta hem de süt veren tavukların yetiştirilmeye başlandığını; bir Danimarka gazetesi 
rahibeler için bacakları ve göğsü açıkta bırakan seksi giysiler tasarlandığını; 
Senegal’de yayımlanan Vel Fecr gazetesi ülkeye giden Amerikan Başkanı 
Clinton’un Dakar Camii’ni ziyareti sırasında Müslümanlığı kabul edeceğini ve 
adını da Bilal olarak değiştireceğini; Vietnam’ın Thanh Nien gazetesi Diego 
Maradona’nın savaş konusunda çok cesur oldukları için Vietnam halkının milli 
takımını çalıştırmaya karar verdiğini haber olarak ilettiler. Türkiye’de Gözcü 
gazetesi ise Mesut Yılmaz ile Tansu Çiller’in görüşmesini seçim pazarlığı olarak 
yorumlarken, Akşam gazetesi oyunculardan biri dopingli çıktığı için Kocaeli’nin 
Fenerbahçe karşısında hükmen yenik sayıldığını ve ligin allak bullak olduğunu 
yazarak 1 Nisan şakası yaptılar.” (Ökten 2001: 150). 

Bu yazıyı kaleme alan yazar, Türkiye’nin şaka/mizah anlayışını diğer ülkelerle 
mukayese etmiş; hatta, Türk şaka anlayışını eleştirmiştir. Ancak, şöyle bir bakış açısı da ortaya çıkmaktadır. Toplumlardaki kültürel doku, yaşanan hassasiyetler, toplumun sıkı sıkıya sarıldığı dinî/millî motifler mizah anlayışlarını direkt olarak etkilemekte hatta şekillendirmektedir. 1998’de Türk medyasının yaptığı şaka, Türk toplumunun siyasete olan ilgisini ve futbola olan düşkünlüğünü ispatlar nitelikte görünmektedir. 

2.6.1. Amerika Birleşik Devletleri 

Amerikan mizahında, cinsellik, etnik mizah ve kaba şakalaşmalar oldukça yaygındır. 
Aynı zamanda Knauer’in dediği gibi agresiflik Amerikan mizahında görülür (Torun 2006: 76). Bu anlamda, Amerikan başkanlarından Franklin Delano Roosevelt için aşağıda anlatılan anekdot, Amerikan toplumunun sivri ve saldırgan mizahına örnek teşkil edebilir: 

“Başkan Franklin Delano Roosevelt, alçakgönüllülük için ironik mizahı kullanırdı ve politika oyununda heyecanlı bir artistti. Aynı zamanda, dolaylı olarak rakipleriyle alay ederdi. Başkanın favori öyküsü, New York’un Cumhuriyetçi Westchester ilçesinde bir trende anlatılır: Her sabah, bir adam tren istasyonunda gazeteci çocuğa bir çeyreklik veriyor ve bir gazete seçiyor. İlk sayfaya göz ucuyla bakıyor ve gazeteyi trenden dışarı fırlatıyor. Sonunda, gazeteci çocuk, merakla müşteriye neden sadece ilk sayfaya baktığını sordu: 

“Ben ölüm ilanlarıyla ilgileniyorum” dedi adam. 

“Fakat onlar yirmi dördüncü sayfada olurlar ve sen onlara hiç bakmadın” dedi genç. “Genç, benim ilgilendiğim o.çocugu birinci sayfada olur.” (Schutz 1977: 266) 

Amerikan siyasetinde nükte denildiğinde ilk akla gelen isin şüphesiz ABD eski 
başkanlarından Abraham Lincoln’dür. Kendisi hakkında anlattığı hikâyeler şöyledir: 

“İki dindar kadın tren kompartımanında konuşuyor. Biri der ki: “Jefferson 
Davis’in kazanacağını zannediyorum.” Diğeri sorar: “Nereden biliyorsun?” İlki 
cevap verir: “ Çünkü Jefferson mütedeyyin bir insan. 22 
” İkincisi “Haklısın, ama Lincoln de mütedeyyin bir adam.” İlki cevap verir:” 
Evet, ama Allah onun şaka yaptığını zannedecek” (Muallimoğlu 1997: 130). 

22 Mütedeyyin, dine bağlı, dindar anlamına gelmektedir (Develioğlu 2002: 763). 

Lincoln’un şaka sever tavrı halk tarafından bilinmektedir ve aralarında konuşan iki kişi Lincoln’un dindarlığı üzerine böyle bir espri yapabilmektedirler. 
“Lincoln’un fiziksel görüşünü pek de iyi değildir. Hatta birçoklarına göre çirkin 
bir adamdır ve çirkinliğini konuşmalarına konu yapar. Lincoln ile senatör Stephen Dougles ile aralarında geçen diyalogda Dougles, Lincoln’ü ikiyüzlülükle suçlar. Lincoln: “Bu konuda dinleyicilerin hükmüne müracaat etmeyi tercih ederim” dedi ve ekledi: “ Eğer benim bir diğer yüzüm daha olsaydı, hiç bu gördüğünüz yüzü takınır mıydım?” (Muallimoğlu 1997: 131) 

Nüktedanlık, bir sözel sataşma halinde, ustaca kendisine edilen lafın altından 
kalkabilmek; hatta, lafı gediğine koyabilmektir. Lincoln’e yönelik yukarıdaki 
“ikiyüzlü” suçlaması, onun bir şekilde karşı tarafı yenilgiye uğratmasını 
gerektirecektirmiştir. Kendi fiziksel özelliklerini bile, bu durumda kullanan 
Lincoln, “ikiyüzlü” kelimesini mecazen yerinde bir espriyle değerlendirmiştir. 

“Lincoln’e bir adamı övüyorlarmış: 
-Bütün ömrü bilgi denizinde yüzmekle geçti. Çok değerli, iktidar sahibi bir şahsiyettir... 
Meğer adamı Lincoln de tanıyormuş. Anlatılanlara başını sallamış: 
-Haklısınız, hayatı boyunca bilgi denizinde yüzdü; ama daima hiç ıslanmadan çıktı.” 

Lincoln, bir başka isim için kendisine yapılan yorumlar üzerine, mecazlı bir 
anlatım sergilemiştir. Aslında, Lincoln’un bu fıkradaki tavrı, övülen insanı 
hicvetmeye yöneliktir. Zira, övülen kişi, çok bilgili bir adam olsaydı, Lincoln’un 
tanıması gerekirdi. Bu anlamda, Lincoln övülen kişinin bilgi arasında dolaşmış 
olabileceğini; ancak, o bilgilerden hiç faydalanmadığını ifade etmeye çalışmıştır. 

Bunu da kendine has bir nükte ile ifadelendirmiştir. 

“Lincoln başbakanken bir genç iş istemek için huzuruna çıkmış. Konuya girmeden önce de dedesinin, babasının, amcasının iç savaş sırasında gösterdikleri kahramanlıklardan, bu yolda hayatlarını bile feda ettiklerinden bahsetmiş. Lincoln delikanlıyı sakin sakin dinledikten sonra tepkisini şöyle dile getirmiş: 
-Evlât, sen bana patatesi hatırlatıyorsun. Zira onun da en iyi tarafı, - işe yarayan kısmı- toprak altındadır.”23 

Abraham Lincoln’un, genç bir delikanlı ile diyalogu verilmiştir. Ancak, sıradan bir 
diyalog olmadığı gibi, benzetme ile bir istihza söz konusudur. Lincoln’un delikanlıya olan bu tavrı, iş istemek için geldiğinde, kendisinden ziyade, akrabalarının özelliklerini anlatmasından kaynaklıdır. 

Öte yandan Amerikan mizahının cüretkâr tarafı ABD’nin Fox isimli kanalında 
yayımlanan bir animasyon dizisi olan Family Guy’ı adlı dizinin 11 Mart 2007 tarihli bölümünde ABD eski Başkanı Bill Clinton üzerinden mizah yapılmasıyla kendini gösteriyor. Bölümün adı Bill and Peter Bogus Journey. Peter, Bill Clinton’ın arabasını tamir ederken sakatlanıyor. Bill Clinton da Peter’ı ziyarete geliyor. Peter ile Bill’in yatak sahnesi ve ot içme sahneleri kanal tarafından sansürleniyor ancak dizinin DVD formatında tüm sahnelere erişmek mümkün. 
Voa News’ün haberine göre; Lewis Black televizyonda siyasi mizah yapan “Daily 
Show with Jon Stewart” programında ün saldı. Stewart ve Black, Amerika’da medyayla ve siyasetçilerle dalga geçen komedyenlerin başında geliyor. “Komedyenler artık kamuoyu oluşturmaya başladı. Kamuoyu yoklamalarına göre gençlerin temel haber kaynağı bu mizah programları.” Hatta, habere göre Amerikalıların çoğu siyasette kutuplaşmanın aşırıya kaçtığını düşünüyor. Siyasetçilere güven tükeniyor. Ancak anlaşılan o ki seçmenin güvendiği başkaları var: komedyenler. Lewis Black siyasetçilerin riyakârlığını gözler önüne sermenin önemli olduğunu vurguluyor: “Halka bu aptalların işe yaramaz olduğunu hatırlatmak bize düşüyor.” şeklindeki ifadesi dahi Amerikan mizahının keskin ve sivri dilini gösteriyor.24 

23 http://ebitik.azerblog.com/anbar/6218.pdf) 
24 (http://www.turkishny.com/hot-news/50-hot-news/38989-amerikada-siyasi-mizahn-gucu/printing). 

Amerikan mizahı, sözlü mizahta olduğu kadar, karikatür mizahında da oldukça agresif ve cüretkardır: 

 C:\Users\ww\Desktop\shoe-fits-sb1216d.jpg

(Karikatürün yazısı: Eğer ayakkabı olursa (uyarsa anlamında kullanılmıştır). Karikatürdeki şahsın sağ kulağındaki ayakkabının üzerinde “ekonomi”, sol kulağının üzerindeki ayakkabıda ise “Irak” yazmaktadır. Kaynak: (http://politicalhumor.about.com/od/bushcartoons/ig/Bush-Cartoons/If-The-Shoe-Fits.htm) 



 C:\Users\ww\Desktop\dick-quiz.jpg

(Karikatür yazısı şöyledir: 2002 Irak’ın Kitle İmha Silahları Var (Wmds: Weapons of mass destruction) 2003 Irak ve El-Kaide işbirliği içindeler. 2006 Biz işkence etmeyiz. 2009 Güvenliğimizi korumalıyız. 
Kaynak: 
(http://politicalhumor.about.com/od/dickcheney/ig/Dick-Cheney-Cartoons/Dick-Cheney-Quiz.05XT.htm) 

2.6.2. Rusya 

Rusya’da özellikle Komünizm dönemindeki şakalar, geleneksel ve demokratik 
toplumlarda söylendiğinden daha çok kişisel, politik, zekâ ürünü ve tarihsel öneme sahipti; ama, kontrolü ele geçirmeye bağımsızlığı, sosyal kuruluşları değiştirmeye veya heyecan duymaları için ısrar etmeyi amaçlamıyordu (Davies 2007: 292). 

“-Rusya ve Hindistan arasında ne fark vardır? 

 -Hindistan’da bir insan diğerleri için açlıktan ölür ve Rusya’da insanlar bir insan için açlık çeker” (Davies 2007: 295). 

Sovyet Rusya’da üretilen bu fıkra, toplumda bazı insanların Komünizm rejimine 
yönelik rahatsızlıkları olduğu göstermektedir. Toplumun hepsi tarafından memnuniyetle karşılanmayan Komünizm’in sınırlı üretim sistemine yönelik bir hicvi, bu örnekte görebilmekteyiz. 

“Sovyetler Birliği 1964 yılında Kanada’dan buğday aldığında, Radyo’da halka bir soru soruldu. 

Ermenistan: Neden buğdayı Kanada’dan aldık? 

Kapitalizm’in eksikliğinden… Kronik aşırı üretim…” (Davies 2007: 299). 

Bu örnekte ise hem Komünizm, hem Kapitalizm eleştirilir. Bir ülkenin başka bir ülkeden tarım ürünü alması Komünizm’in sınırlı üretiminden kaynaklanmıştır. Kapitalizm ise kâr amaçlı bir üretim sistemi olduğundan aşırı üretim görülebilmektedir. Bu iki sistemin, eksiklikleri bu fıkrada, esprili bir dille anlatılmıştır. 

“İki Rus, Stalin mi yoksa Başkan Hoover mı daha iyi diye tartışıyordu. 
Biri ‘’ Hoover Amerikalıların içmemesi gerektiğini düşünüyor’’ dedi. 
Diğeri ‘’Evet ama Stalin de onların yemek yememesi gerektiğini düşünüyor‘’ diye yanıtladı (Davies 2007: 295). 

Bu örnekte ise, iki farklı devlet liderlerinin mukayesesi verilirken, maksat Amerikan rejimi karşısında, Sovyet Rusya rejimindeki Komünizm’in sınırlayıcı ilkesi ile alay etmektir. 

 “ Bir fili bir gazeteye sarabilir misin? 
Eğer kâğıt, Khruschev’in konuşmalarından birini içeriyorsa, evet!” (Davies 2007: 295). 

Bu örnekte ise Nikita Khruschev’in25 uzun süren konuşmaları esprili bir biçimde anlatılmıştır. 

25 27 Mart 1958- 15 Ekim 1964 Dönemlerinde Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulu Başkanlığı yapmıştır.( 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Nikita_Kru%C5%9F%C3%A7ev) 

2.6.3. İngiltere 

Knauer’e göre; “İngilizler bir başkasının başına gelmiş bir talihsizliğe gülmeyi tercih ederler.” Belki de bu bir savunma mekanizmasıdır. “Genellikle İngilizler insaflı insanlardır; ama, her nedense size yardım etmeden önce gülerler. İngilizlerin kendi durumlarına gülmek yani kendilerinle dalga geçmek gibi de önemli özellikleri vardır” (Aktaran Torun 2006: 74). 

“1950lerde İngiliz parlamentosunun bazı “tabu”ları var idi. Mebuslar birbirlerine aptal ya da yalancı diye hitap edemezlerdi. Dönemin Başvekili Winston Churchill, 16 Şubat 1953’teki bir parlamento oturumunda Sosyalistlerden şu şekilde bahsetti: 

“Daima şuna dikkat ediyorum. Muhalefet partisi üyeleri, kendilerinden sadır 
olmadığı için kabul etmeyi reddettikleri zihni tekliflerle karşı karşıya kaldıkları 
vakit, kazan altında çatırdayan boynuz seslerini hatırlatırcasına gülüşüyorlar. 
İncil’de şöyle bir pasaj var: Kazan altında çatırdayan boynuzların çıkardığı ses ne ise, aptalın gülüşü de öyledir ” (Muallimoğlu 1997: 257). 
Mizahın, zekâ ürünü olduğu bu noktada anlaşılıyor. Direkt aptal kelimesini yasa gereği kullanamayan Churchill, İncil örneğiyle bunu ifade edebiliyor. 
İngiliz mizahı Felsch için “Biraz ironi ve dokunaklı alayla şekillenmiş tuhaf ve gülünç bir yanı vardır” der (Aktaran Torun 2006: 74). Winston Churchill hakkında anlatılan başka bir anekdot; Felsch’in bahsettiği ılımlı tuhaflığa işaret eder: 

“Churchill, 85. yaş günü kutlamalarına gazetecileri de çağırmış. Parti çok 
kalabalık olmuş ve neşeli geçmiş. Davetli gazeteciler veda edip ayrılırken 
Churchill için bir temennide bulunmuşlar. 
-Efendim yüzüncü yaş gününüzü de böyle neşeyle kutlamayı dileriz... 
- Elbette kutlarız. Kendinize iyi bakarsanız niçin olmasın?” 

Felsch’in bahsettiği “dokunaklı alay” ibaresi ise aşağıdaki anekdotta görülür: 

“Türklere karşı Yunanlıları kışkırtması ve Yunan yandaşlığı ile de tanınan İngiliz 
Başbakanlarından Lloyd George (1864-1945), oldukça kısa boyluymuş. Bazen 
bundan üzüntü ve kompleks duyduğu da olurmuş. Bir siyasal toplantıda, toplantı başkanı, Lloyd George’u takdim ederken: 

 - Ben L.George’u her bakımdan büyük bir insan sanırdım. Gördüğünüz gibi alçacık boylu biri, demiş. 

 L.George sözlerine bu takdim edilişe cevap vermekle başlamış: 

- Sayın başkan, benim doğduğum yörelerde insanların büyüklüğünü anlamak için çenesinden yukarısını ölçerler. Görüyorum ki siz çenesinden aşağısını ölçüyorsunuz.”26 

26 (http://ebitik.azerblog.com/anbar/6218.pdf) 

Bu örnekte, toplantı başkanının Lloyd George ‘ye “kısa boyluluğu” üzerine sözel bir sataşması vardır. Toplantı başkanının amacı Lloyd George üzerinden kusur gösteren bir şaka yaparak, toplantıdakilerin bu duruma gülmelerini sağlamaktır. Ancak, Lloyd George’nin hazırcevabı sayesinde, kendisini bu durumdan kurtarabilmiştir. Hatta, asıl “alay eden” kendisi olmuştur. 
1916- 1922 yılları arasında İngiltere başkanlığı yapmış David Lloyd George hakkında şöyle bir anekdot anlatılır: 
“ Bir seçim nutku söylerken bir kadın, Başvekilin sözünü kesti: 

-Eğer ben senin karın olsaydım, yemeğine zehir katardım. 

Başvekil hemen cevap verdi: 

-Muhterem hanımefendi, eğer ben de sizin kocanız olsaydım, o yemeği hemen yerdim” (Muallimoğlu 1997: 161). 

David Lloyd George, kendisine yapılan bu sözel sataşmayı, hazır cevaplılığıyla 
karşılamıştır. ilk okumada nazik bir yanıt gibi görünen Başkanın sözleri, en az kadının yaklaşımı kadar rencide edebilecek tarzdadır. Ancak bu örnekteki mizahî söylemin, dolaylı ve kurgusal anlatımı durumu kurtarabilmektedir. 

2.7. TÜRKİYE’DE SİYASÎ MİZAHIN KULLANIMINDAN BAZI ÖRNEKLER 

Gülin Öğüt- Eker’in ifadesiyle, “bir tüketim nesnesi haline gelen mizahın, popüler kültürün bir fenomeni mi yoksa içgüdüsel ortaya çıkan bir muhalefet mekanizması mı?” olduğu sorularının cevabı, mizahın kullanım alanlarının genişliği sebebiyle, her iki durumu da karşılayabilmektedir. 
“Bu anlamda mizah, gülümseme veya kahkaha gibi bir eylemle reklam, sinema, 
ekonomi, siyaset, spor vb. çok farklı alanlarda hedef kitlenin zihnine söz, yazı, resim vb. aracılığıyla gönderilen bir tür yönlendirici mesajdır” (Öğüt-Eker 2009: 203). Siyasî mizahın, gerek mizahçılar gerekse siyasîler açısından kullanım amaçları da birbirlerinden farklı yöntemler izleseler de, nihayetinde bu aşamalar mizah kanalıyla birer politik propagandaya dönüşmektedir. 

Kitle iletişim araçlarının artması, yaygınlaşması daha önemlisi iyiden iyiye 
modernleşmesi üzerine siyasal iletişim dilinin ve icra ortamlarında da farklılıklar 
gözetilmiştir. Siyasetin bir pazar olarak görülmesi beraberinde ürün, pazarlama, sunma, satış, reklam, alış-veriş, ikna gibi kavramları da ortaya koyar. Siyasetçi, rekabet ortamının vermiş olduğu hırsla ürününü pazarlayabilecek yeni yöntemler arayacaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti siyasî tarihine baktığımızda, siyasîler esas itibariyle mizahı, 
gündelik söylemlerinde ve siyasî münasebetlerde kullanmışlardır. Aşağıdaki örneklere baktığımızda, bilinçli/bilinçsiz bir mizahsal tavır karşımıza çıkmaktadır. 

2.7. 1. Demokrat Parti Dönemi Siyasetçileri 

Demokrat Parti, Türkiye’nin çok partili hayata geçişinin sembolüdür. Tabii, çok partili hayatla birlikte, mizahın da salt iktidar nezdindeki tutumunda yeni bir devinim oluşacaktır. Mizahçılar açısından bakıldığında, Adnan Menderes çizimleri mizaha yeni bir süreç katmıştır. Siyasîler tarafında da, CHP’ye muhalif ve etken bir siyasi oluşumun varlığı, karşılıklı siyasi söylemlerde mizahın kullanımına olanak verecektir. Zira, mizahın “çatışma” halinden beslendiği düşünülürse, çatışmak için de en az iki “taraf”a ihtiyaç vardır. 

“Bir dönem siyasetle ilgilenmiş olan edebiyatçı Arif Nihat Asya, 1950 seçimlerinde DP Adana listesinden aday olmuş. Adaylığı kesinleştikten sonra bazı dostları A. Nihat’a: “Sen, CHP’nin Adana’dan Kasım Gülek, Kemal Satır, Cavit Oral gibi devlerinin karşısına hangi cesaretle çıkıyorsun?”diye sorarlar. 

Seçim öncesi bir mitingde konuşan A. Nihat Asya sözlerine dostlarının 
uyarılarından ilham alarak şöyle başlamış: 

“Sevgili Adanalılar! Politikaya soyunmamızdan sonra bazı dostlarım bana "Sen 
CHP’nin Adana’dan falan filan devlerine karşı hangi cesaretle çıkıyorsun?" diye 
sordular. Gerçekte ise bu söz bana cesaret verdi. Çünkü şimdiye kadar sizin 
karşınıza hep birtakım devler çıktı. Biraz da insan görün diye ben huzurunuza 
çıkmış bulunuyorum!” 

Yukarıdaki söylem, Demokrat Parti’nin CHP eleştirilerine dair bir örnektir. Söylemdeki maksat, CHP’nin toplumun bakış açısındaki CHP imajını zedelemekken, “insan görün” ibaresindeki sözel sataşma, aynı zamanda bir hiciv niteliğindedir. 
Demokrat Parti bakanlarından Emin Kalafat’ın oldukça kısa boyu, Adnan Menderes’in şaka malzeme olur. Menderes’in ilk kurduğu kabinede bakan olamayan Kalafat bir gün hayal kırıklığı içerisinde Menderes’in yanına gelir: 

“- Sayın başbakanım, bakanlarınızı neye göre tespit ediyorsunuz acaba? 
Menderes’in cevabı güzel bir espri olarak o günlerde uzun zaman dillerde dolaşmış: 

-Boy sırasına göre Eminciğim, boy sırasına göre…”27 

27 http://ebitik.azerblog.com/anbar/6218.pdf) 

Bu söylem ise Adnan Menderes’in mizahsal tavrına örnek teşkil edebilir. 
Karşısındakinin muhtemel gerilimini azaltmak için, Menderes’in bu mizahî söylemin altındaki istihzayı da görmezden gelemiyoruz. 

2.7.2. Erdal İnönü., 

Türkiye siyasal tarihinde parti liderliği ve başbakan yardımcılığı yapmış Erdal İnönü, Türk siyasetinin gergin simaları arasında bir istisnadır. Genellikle gülümser bir yüz ifadesi ile belleklerde kalan İnönü, mizaç itibariyle mizahtan yana olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 
Siyasete atıldığı il zamanlarda bir CHP’linin otobüsün önüne atladığında aralarında şu diyalog geçer: 

“-Senin Uğrunda ölürüm' 
-Sakın ha ölme, bir oya bile ihtiyacımız var. 28 

28 http://www.sodev.org.tr/Etkinlikler/2010/erdal_inonu_anildi.htm 

Erdal İnönü, SHP genel başkanlığı dönemimde diğer sol parti liderleri ve bürokratlarla bir restorana gider. Garson ile aralarındaki diyalog ise şöyledir: 

“-Bir şey almak ister misiniz, efendim? 
- ´Teşekkürler biz birbirimizi yiyeceğiz” 

İnönü, basitçe sol görüşü benimsemiş siyasilerin, sürekli olarak çekişmelerini, ortak bir paydada buluşamadıklarını, “birbirini yemek” deyimiyle özetlemiş, bir yerde kendileriyle alay etmiştir. 

Bir miting öncesi SHP milletvekili ile İnönü arasında bir konuşma şöyledir: 

“Milletvekili: Sayın Genel Başkanım siz iyi konuşamıyorsunuz, bakın Özal’a esip 
gürlüyor. 

İnönü: Peki ne yapacağım 

Milletvekili: Konuşurken masaya yumruğunuzu vuracaksınız, biz şöyle partiyiz, 
şöyle yaparız, böyle yaparız diye kükreyeceksiniz. 

İnönü kürsüye çıkar, yumruğunu masaya vurur ve şöyle der: 

-Bir öyle bir partiyiz ki adamı…Devamını bu arkadaş söyleyecek.” 29 

29 http://gunlukmizah.com/tag/erdal-inonu/ 

İnönü ile milletvekili arasında geçen bu diyalog, esas itibariyle İnönü’nün siyasete yaklaşımı hakkında ipuçları vermektedir. Siyasetin “çatışmacı” hallerinden uzak, çoğu zaman ılımlı bir üslup kullanan İnönü için, milletvekilinin önerileri uygunsuz görünmektedir. Anlayışını sergilemek adına, bu anekdotta İnönü, sözü millet vekiline vermiş; hatta onu zor bir duruma düşürmüştür. 


 6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH., BÖLÜM 4

 2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH.,  BÖLÜM 4



2.2.1. Siyasî İletişim Dili Olarak Mizah 

Siyasete yönelik farklı yaklaşımları; hükümet etme sanatı, kamusal hayat, uzlaşma uyum ve gücün- kaynakların dağıtımı (Türköne 2007: 32) şeklinde sıraladığımızda, özellikle siyasette kullanılması gereken dilin önem derecesi artıyor. 
Siyasal iletişim yöntemleri, siyaset mekanizması içerisinde kamuoyunun desteğine yönelik yaklaşımlar olduğu için, bizim burada altını çizmek istediğimiz, bu yöntemlerle birlikte, Dünya’da ve Türkiye’de siyasî dilin önemidir. Siyasî bir figürün, topluma ve toplumla münasebetine aracı olan medyayla olan ilişkisinde mizahın ne oranda ve nasıl etkilediği, sosyo-kültürel alanda üzerinde durulması gereken bir noktadır. 

Mizahın, savunma/saldırı, statü zedeleme, değersizleştirme gibi işlevleri, genel anlamda siyasi mekanizmaların tolerans gösterebileceği durumlar değildir. Mizahın, otoriter yapılanmayı sevmediği gibi iktidar cenahı da mizaha karşı mesafelidir. Ancak, görülen o ki; siyasette farklı söylemlerin belirmesiyle, birlikte siyasi dil de ılımlılaşmış, mizah pek çok hitapta kendisine yer bulmuştur. 

Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, Kültür Bakanı’na dönüp bir gün; "Sayın bakan, son zamanlarda karikatürlerim çıkmaz oldu, hakkımda espri yapılmıyor, halk beni sevmiyor mu?" diye sormuş.7

Bu örnekten hareketle diyebiliriz ki; mizahın olumlu propaganda yapabileceğini ve statüye karşı göreceli olumlu katkısına inanan siyasetçiler, mizahtan ve mizahçılardan medet ummuşlardır. 

Siyasetçilerin “ne söylediğinden” çok “nasıl söylediği” artık daha çok cazibe noktası hâline gelirken, üsluplarına ve yaklaşımlarına ana malzeme edilecek mizah, onları halkın nazarında mizahın ince ve kıvrak zekâsından ötürü hem saygınlaştıracak hem de aradaki mesafeyi kısaltacaktır. Siyasal İletişim Enstitüsü Direktörü Yrd. Doç. Dr. Abdullah Özkan bu anlamda şöyle bir yorum getirir: 

“MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sosyal medyayı adeta sallayan 
“Püskevit” söylemini, siyasal iletişim açısından çok ilginç buluyorum. Bahçeli’nin 
kurgulamadan, doğaçlama olarak ortaya koyduğu bu söylemle, halkla daha da 
yakınlaştığına, sempati kazandığına, partisinin reklamını yaptığına, geniş kitlelerin dikkatini çektiğine inanıyorum. İşin içine biraz mizah da girince özellikle gençler üzerinde olumlu etkisinin olacağını değerlendiriyorum.”

Türk siyasetinin temelinde “siyasal particilik” yatar. Belli kural, tüzük, program ve ilkeler etrafında ve bir ana ideoloji temelinde teşkilatlanan bir grubun ülke yönetime talip olması ile başlayan particilik, Türk siyasetinde “siyasal parti kültürü” diye bir analiz edilmesi gereken bir alanı da beraberinde geliştirmiştir. Siyaseti halkbilim perspektifiyle değerlendiren Nebi Özdemir’e göre, toplumu yönlendirebilecek güce sahip siyasetçilerin, kültürü de şekillendirebilme yetisine sahip olmaları normaldir (2002: 60). 
Bu bağlamda, belli bir hâkimiyet alanına sahip olan siyasal partilerin, 
toplum değerlerinin sürekliliğini sağlamakla alakalı işlevsel olabilmeleri gerekebilir. Bir kültür ögesi olarak mizah da, siyasetçilerin hitabet geleneğinde yerini muhafaza ettiği sürece gerek siyaset bilimcilerin, gerek davranış bilimcilerin, gerek iletişim bilimcilerin ve gerekse halkbilimcilerin araştırma alanı olarak sözlü ve yazılı kültürde yerini alabilecektir. 

7 ( http://t24.com.tr/haber/biz-kostuk-basbakan-kovaladi/101010) 

8 (http://www.siyasaliletisim.org/index.php/haber-ve-yorum-arsivi/analiz/712-qpartilerimiz-siyasaliletiimin-oenemini-henuez-anlayamad.html) 


2.3. SOSYAL PROTESTO YÖNTEMİ OLARAK MİZAH 

2.3.1. Sosyal Protesto Nedir? 

İlkel toplumlardaki insanın iyi-vahşi olduğu tezinden yola çıkan İlber Ortaylı’ya göre, insanın bir toprak parçasını çitle çevirmesiyle mülkiyet kavgası başlamış oldu. Mülkiyet kavgalarından doğan anarşiyi önlemek için devlet dediğimiz bir birlik kuruldu (1997: 12). Bütün devletli toplumlar da bünyesinde bir bölünme yaşadılar: Hükmedenler ve hükmedilenler (Clastres 1991: 69). 

İnsanların bir arada yaşama, barınma, yeme-içme, eğlenme, avlanma, korunma gibi temel ihtiyaçlarının bir uzantısı da birbirleri arasında yaşanılabilecek çekişmeler ve uyumsuzluklardır. Egemen sıfatını büyük bir gösterişle taşıyan devlet, idare ve yönetim organlarıyla insanın hizmetinde, refahında ve yanında olacak, bu çekişmeleri kontrol edebilecektir. 

İnsanların birbirleriyle olan çekişme/sürtüşme/mücadele gibi görünüşte negatif ancak bünyesinde boyun eğmez/hürriyetçi bir kimlik taşıyan bu eylemler fikir ayrılıklarından doğar ve karşı tarafı ikna edememenin verdiği hırstan beslenir. Toplum içinde yaşayan sıradan insanın, yani yönetilenin çekişmesi sadece rütbedaşıyla olmayacaktır. Daha elverişli yaşam koşulları adı altındaki talepler ve kabullenil(e)memiş uygulamalar toplum insanını, kendini yönetene yani devlete de isyan ettirebilecektir. 

Çalışmamızın bu bölümünü ayıracağımız esas konumuz olan sosyal protesto “isyan etme” dediğimiz red ve karşı cephe arayışlarıdır. Ersin Kalaycıoğlu’na göre “Protesto bir talebin varlığına dikkat çekmekte, bunu isteyen bireylerin ortak hareket edebilme yeteneğine sahip olma ve daha ileride de bu tür faaliyetlere girebilecek durumda olduklarını ifade eden bir hareketi belirtmektedir” (Aktaran Ersoy 1998:121). 

Ancak Kalaycıoğlu’nun tanımına ek olarak belirtmemiz gerekir ki; protestonun özünde sadece istekler ve talepler yatmamaktadır. Protesto; isyan etmek, başkaldırmak gibi güdüsel hareketlerin legal düzlemde çeşitli materyallerle desteklenerek gösteriye dönüşmesidir. 

Protesto, yöneten ile yönetilenin arasındaki bir nevi “soğuk savaş” tır. 
Toplumun yahut bir bireyin varlığı ve istikbali üzerinde uygulanan kurallar, alınan kararlar, devlet bürokrasisi ve yönetim sistemini yanlış/ çarpık/ kuraldışı/ insan haklarına aykırı/ adaletsiz/ işe yaramaz bulan yönetilenin itiraz etme biçimidir protesto. Protesto etmek tek kişilik bir eylem biçimi iken, bunu kitleler halinde, yönetene karşı çeşitli savunma mekanizmaları yaratarak, sesini duyurma ve dikkat çekme eylemleri sergilemek bizi sosyal protesto kavramına götürür. Yukarıda söylemiş olduğumuz gibi, sosyal protestonun temelinde muhalefet yatarken, bu muhalif duruşun toplumsal harekete doğru evriminin eylemi ise protestodur. 

Anayasal bir hak olan protesto, vatandaşın toplum içinde karşılan(a)mamış 
beklentilerinin ve taleplerinin çoğu zaman öfke ve kızgınlıkla beslenmiş, eylem veya eylemler silsilesidir.9 

9 Anayasa`nın 34. Maddesi : B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı: Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir…(www.tbmm.gov.tr/develop/owa/anayasa.uc?p1=34). 

Protesto, belli bir amaç etrafında toplanmış kişi veya kişilerin, toplum nezdinde 
farkındalık yaratma sürecidir. Bu süreçte, kişi/kişilerin dikkat çekmek için gösterdikleri performans, örgütlü olsun olmasın, orijinal ve marjinal eylemlerle beslendiğinde çok daha dikkat çekici ve etkili olabilmektedir. 

“Hakarete uğrayan bir birey, kişisel bir öç ve hesaplaşma fantezisi geliştirebilir; ama hakaret bütün bir ırk, sınıf ya da tabakanın maruz kaldığı bir hakaretse, bu fantezi kolektif bir eylem haline gelebilir” (Scott 1995: 32). Bireyin toplum içinde kazanmış olduğu statü ve beraberinde kişilik hakları bireyi, sosyal varlık dediğimiz kavramla özdeşleştirir. Haklarına yahut sosyal kimliğine karşı bir tehdit hisseden birey, Scott’un ifadesiyle bu “hesaplaşma”yı, dikkat çekici yöntemlerle kamuoyuna duyuracak ve destek olunmasını bekleyecektir. 
Protestonun kökeninde muhalefet ve isyan yatar. “Muhalefet gelecekte ne olmasını ve dolayısıyla ne olmamasını istiyorsak onu bugünden var etme çabasıyken” (Cantek 2003: 59) aynı zamanda sosyal protesto dediğimiz kitlesel hareketin zemininde yatan yenileşme sürecinin de baş aktörüdür. Muhaliflik durumun düşünsel/ fikirsel boyutunu oluşturur. Yani sisteme ya da iktidara karşı verilecek mücadelenin zihinde planlanan izdüşümüdür. 

Protesto, otoritenin tam aksi düşünüldüğü zamanlarda ortaya çıkar. Sanıldığı gibi, protesto salt devlete yahut iktidara yönelik değil, iktidar ve devlet kavramlarını da kapsayan otoriteye yöneliktir. Zira, otorite hem pozitif hem de negatif pek çok kimliğiyle karşımıza çıkar. Richard Sennett’e göre; “Bir orkestrayı yöneten bir şef bir otorite imgesidir ve bu anlamda güven, üstü yargılama yeteneği, disiplin uygulama yeteneği ve korku uyandırma kapasitesi, bir otoritede bulunan niteliklerdir” (1992: 22- 24). 

Bu noktada, otorite kavramını red ve ve bu kavrama olan itaatsizlik, çeşitli yöntem ve alanlarda, farklı kesimlerden aktörlerle protestoya zemin hazırlayabilir. James M. Jasper’ın, Ahlâki Protesto Sanatı Toplumsal Hareketlerde Kültür, Biyografi ve Yaratıcılık adlı eseri protestonun dinamikleri hakkında yazılmış, fazlaca kanıta sahip kapsamlı eserlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Eserinde özellikle ahlâki sıfatını kullanmış olması manidardır, zira ona göre bir protestonun başarı şansı ahlakî değerlerle örtüşüp örtüşmediğiyle anlaşılabilinir. 

Jasper, ahlakî protestonun kültürel yaratıcılığını, ciddi/ahlakî amacını ve modern 
toplumlara sağladığı katkıyı anlamak için var olanlara ilaveten yeni kavramlar ve yeni bir dil ortaya koyarak boşlukları doldurmak ister (2002: 35). Çünkü Jasper, protesto üzerine düşünülmüş kuramların ezilen halktan ziyade ayrıcalıklı kesimin hakları için düzenlenmiş olduğunu düşünür. Bazı akademik yaklaşımların ise, ahlakî protestoyu bir kalabalık dinamiği, çok sayıda insanın bir araya gelmesiyle açığa çıkan irrasyonel bir taşkınlık hâli olarak tanımlanarak, bir kenara itilmesinden rahatsızdır (2002: 35). 

Sosyal protesto kavramı, bizi örgütlenmiş ve organize olmuş bir gruplaşma hareketine götürür. Grup hâlinde hareket eden protestocular, aslında bir nevi toplumsal bir hareketin içine girmiş olurlar. Jasper, toplumsal hareketleri şu şekilde tanımlar: 
“Kurumsal yolların dışındaki yollarla toplumun bazı yönlerini değiştirme amacı güden( siyasi partiler, ordu, endüstri alanındaki meslek gruplarının aksine) sıradan insanların oluşturduğu örgütlü gruplarca yürütülen, bilinçli, ortak ve görece devamlılık gösteren çabalardır” (2002: 29). Bu tanımdaki “sıradan insan” ifadesi önemlidir. Zira sıradanlık harcamaları devlet tarafından karşılanmayan, bürokrasiden ve ordudan uzak kitlelerle ilişkilendirilir. 

Günümüzde protesto yapmak olağan bir eylem olmanın yanında, ses getiren bir 
toplumsal olay olarak medyada her zaman yerini bulmaktadır. Mitingler, yürüyüşler, Jasper’in deyişiyle “Simgesel ya da stratejik bölgeleri işgal etmek, kışkırtıcı görsel ya da sözlü retorik oluşturmak, bir görüşü yaymak için daha fazla kulis ve seçim propagandası yapmak” (2002: 30) kullanılan protesto yöntemlerindendir. Birey, devlet yönetimi altında hak arama yoluna gitmişse, protesto etmeyi rahatlıkla tercih edecektir. 

Çünkü medya nezdinde protesto gösteri ve eylemlerinin haber niteliği taşıması, hem protestocu hem de medyanın işine gelecek; birey hareketini kitlelere duyurabilmiş olmanın rahatlamasını yaşayacaktır. 

İnsan neden protestoya ihtiyaç duyar? Bu sorunun cevabı hem sosyolojik incelemeler için önemli hem de insan psikolojisini direkt ilgilendiren geniş perspektifte bir inceleme alanıdır. 
Birey; sosyal, siyasî ve ekonomik haklarına uzaktan ya da yakından hissettiği bir tehdit karşısında öncelikle bekler. Bu tehdit karşısında gerekli bilişsel hazırlığını yapan kişinin, itirazı mantıksal zeminde yer almalıdır ki, tehdidin kendisine olmadığını düşünen insan da bu platforma katılıp destek olsun. Jasper’ a göre, protestocuların bir şeyleri protesto etmedeki amaçları, bazı güdülerle iç içedir. Cinsel arzu, arkadaşlık duygusu, kişisel kimlik oluşturma, güvenlik ihtiyacı, teknokratların kararlarına yönelik tepki ve iş/aile dinamikleri gibi güdüler (2002: 135-136), protestonun zeminini oluşturabilir. Bunlara ek olarak, vicdanî baskı, etik, istikbal kaygıları, hırs-intikam duygusu gibi daha duygusal güdülerle de bu zemini örtüştürebiliriz. 
Devlet otoritesi altında yönetilen toplumun bu tür eylemleri, iktidar tarafından hoş karşılanamaz. Zira kitle, “onlar için örtük bir tehdit oluşturacağından” (Scott 1995: 99); devletin emniyet organları tarafından bir an evvel dağıtılmalıdır. Devletin, bu tür itaatsizliklere müsamaha göstermesi demek, onun itibarının zedelenebileceği anlamına gelmektedir. 17 Eylül 2011’de ABD’de “Occupy Wall Street” adıyla başlayan hareket kısa süre içinde New York'taki Zuccotti Parkı'ndan dünyanın dört bir yanına yayılan bir protestodur. ABD hükümeti bu protesto gösterilerine yaklaşık iki ay boyunca müsamaha göstermiş; ancak, sonrasında müdahalelere başlamıştır.10 

10 (http://www.hurriyet.com.tr/planet/23456627.asp) 

2.3.2. Sosyal Protesto Yöntemleri 

Sosyal protestonun dikkat çekici özellikleri Scott’a göre şöyledir: “Yönetimde olanların geniş bir kitle hâlinde olmalarının hem kendi üyelerine, hem de hasımlarına karşı bu kolektif gücün görsel bir etkisi vardır. İkinci olarak, böyle bir kitle her katılana belli bir anonimlik ya da gizlenme olanağı sağlar, kişisel olarak teşhir ve teşhis edilme riski azalır. Son olarak da, ortak bir ifade söylenir ya da yapılırsa, kitlenin nihayet kendini kanıtlamış olmanın coşkusuyla, hareketin etkileyiciliğinde bir artış olacaktır” (1995: 103). 

Bu özelliklere bakıldığında protesto, bireysel bir girişimden ziyade, toplumsal bir 
boyut kazanmışsa bu girişim aynı zamanda bir halk hareketi olacak ve iktidarı 
“düşürmeye” sebep olacaktır. Bu iddianın en yakın tarihli kanıtı Aralık 2010’da 
Cezayir, Libya, Ürdün, Moritanya, Umman, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Fas, Sudan gibi pek çok Arap ve Afrika ülkesine yayılan Arap Baharı denilen halk hareketidir. Bu halk hareketleri, Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’nin yönetimi bırakıp ülkeyi terk etmesine ve Mısır’da Hüsnü Mübarek’in, Libya’da ise Muammer Kaddafi’nin yönetimden düşürülmesine yol açmıştır. 

Sosyal protestonun pek çok yöntemi olabilir. Hâlihazırda yaratıcılığa çok müsait olan bu kavram, pek çok dikkat çekici yöntemle uygulanmaktadır. “Toplu grev, toplantı, gösteri ve yürüyüşler, bildiri yayımlamak, basın açıklaması, imza kampanyaları, dilekçe vermek, boykot, işgal, trafiği engellemek, kamu malına zarar vermek, bayrak/poster/fotoğraf yakmak” gibi bilindik yöntemler günümüzdeki protesto hareketlerinin pek çoğunun yerleşik yöntemidir. 

Esasında bu yöntemler, protestonun türleri arasında dağılım göstermelidir. Çünkü bir protesto anayasal yöntemlerle baş gösterebildiği gibi, şiddeti içeren meşru olmayan eylemlerle de dikkat çekebilmektedir. Yukarıda örneğini vermiş olduğumuz Arap Baharı adlı kitlesel hareketler, protestoların saatlerce hatta günlerce meydanlardaki şiddete dönüştüğü ortadadır. Bu açıdan bakıldığında protestonun türlerine ve bu türlerin içerdiği eylemsel motiflilik önem arz eder. 

Anton J. Zijderveld Soyut Toplum adlı eserinde üç protesto türünden bahsetmektedir. 
Gnostisizm’de savaş ve sosyal adaletsizlikler için protestoda bulunulmaz. 11 
Bu görüşteki insanlara, eylemler heyecan verir ve duygusal şoklar yaratırsa katılabilirler. 

11 Gnostisizm, Antikçağ Yunan Felsefesini gizemcilik ve Hıristiyanlıkla kaynaştırmaya çalışan dinselgizemsel bir mistik felsefedir. Temel düşünce, saltık bilginin anlık sezişlerle kavranabileceği inancıdır. 
Gnostikler’e göre, gerçekte, gizemci tarikat adamlarıdır ve tüm dinleri saltık bilginin sağlanmasında yetersiz bulurlar (Hançerlioğlu 2008: 142). 

Anarşistler, modern dünyanın geleneksel değerlerine karşı mücadelede bulunurlar. 
Kendisine özgü bir yaşam tarzı bulunan ve modern toplum içinde kutsal olan ne varsa tamamını inkâr eden anti kültürü, yani karşı kültürü savunurlar. Düzene, düzenin normlarına ve geleneksel değerlere karşı olan isyan üzerinde tüm enerjilerini boşaltabilir ler (1984: 168-170). 

Aktivistler ise sosyo-politik alanların yeniden düzenlenip biçimlendirilmesi davasını gütmektedirler. Toplumsal değişimi amaçlayan aktivistler, genç entelektüellerin özellikle üniversite öğrencilerinin, öğretim üyelerinin ve sanatçıların yürüttükleri bir harekettir (1984: 172-175). 

Çoğu zaman bu eylemler şiddetsiz dir. 

2.3.3. Değişen Protesto Anlayışında Mizahın Yeri ve Kullanımı 

Toplumsal hareketleri inceleyen araştırmacıların, eylemcilerin toplumsal psikolojik kimliğinin nasıl oluşturulduğuna, fikirlerin ve ideolojilerin siyasî eylemlerdeki rolüne dikkat çektiklerini söyleyen Jasper, kültürün protestodaki önemini vurgular. Zaten Jasper, kültürü protestonun temel boyutlarından biri olarak göstermektedir (2002: 118). 

Bilişsel inançlarımız, duygusal tepkilerimiz ve ahlakî değerlendirmelerimiz (kültürün üç alt bileşeni) birbirinden ayrılamaz ve siyasî eylemi motive eder, rasyonel kılar ve yönlendirir (2002: 39). 
Jasper, sosyal protestoda kültürün önemini vurgularken, kültürün eylemler içerisinde bir güdü ve amaç rolü üstlendiğini ifade eder (2002: 135). Kültür ile birlikte toplumda yaşanan sosyo-ekonomik vakalar da toplumun protesto anlayışına etki eder, dönüştürür. 

Örneğin, Türkiye’de protesto anlayışında 90larla birlikte bir kırılma yaşanır. “Hizayı bozmayan muhalefete alışan Türkiye’de yeni bir muhalif üslupla tanıştı. Anti-Eurogold hareket, bir dakika karanlıkçı muhalefet, memur eylemlerinin kuklalı, davullu zurnalı karnavalımsı eylemleriyle 90lı yılarda tanış olduk.” (Bizden 1998: 41). 
Türkiye’nin muhalefet etme biçemindeki yenilik, bu mizaha da ihtiyaç duyulduğunu gösterir. Zira, “İnsan neden protestoya ihtiyaç duyar? ” sorusunun cevabı, “İnsan neden mizaha ihtiyaç duyar? ” sorusunun cevabıyla paraleldir. İnsan doğası itiraz etmeyi, hem güdüsel bir ihtiyaç hem de toplumsal bir vazife olarak addeder. Mizah; düzeni ve ayak uydurulan sistemi daha katlanılabilir bir hale dönüştürmek, çatışmadan ve çarpışmadan uzak, huzurlu bir yaşam arzusunda olan insanın kalkanı olarak kullanılmıştır. 

Değişmeden kalabilecek tek bir varlık ya da oluşumun olmadığı Dünyada; değiştirme çabası ve tekniği insanın protesto sanatında gizlidir. Bu sanatı icra ederken, kişinin düzeni değiştirebileceğine olan inancı tam olmalıdır ki, her türlü hukuksal ve yaşamsal riski de göze alabilsin. 
Mizah ile sosyal protesto ilişkisini anlayabilmemiz için mizahın temel işlevlerinden biri olan protesto kavramını değerlendirmemiz gerekmektedir. Konuya iki şekilde bakılabilir: Mizahın işlevlerinden biri olarak sosyal protesto… Ya da sosyal protesto yöntemlerinden biri olan mizah… Her iki durumda da karşımıza çıkan ortak payda mizah ile sosyal protestonun müttefik duruşudur. Zira, mizah yapısı ve özü itibari ile itirazcı kimliğini, var olanı protesto ederek kazanır. Mizahın amacı bu noktada önem kazanır. Var olan düzen üzerinden sosyal yahut bireysel başkaldırı araçlarından olan mizah çoğu zaman otoritenin kolay kolay baş edemeyeceği bir güç haline gelir. John Lennon bu konuda şöyle der: 

   “Olay şiddet kullanımına dönüştüğü zaman sistemin oyununa geliyorsunuz 
demektir. Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü siz bir kere şiddet kullanmaya başvurduktan sonra sizinle nasıl baş edeceklerini bilirler. Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır. ” 

Mizah, yaptırım ve dayatma denen sistematik olguları reddeder ve her türlü seçme hakkının bireyde kalmasını ister. Bu bağlamda mevcut olanı kabullenmek mizahın işine gelmeyeceği için, bu noktadaki duruşu başkaldıran bireyin yardımcısı olacaktır. “Platon da gülmenin yerleşik düzeni bozguna uğratma gücüne, kenetlenmiş iktidar saflarını alt üst etmedeki kuvvetinin altını çizer” 12 (Sanders 2001: 111). 

Dolayısıyla mevcut otoriteye karşı etkin protesto yöntemi olan özellikle siyasi mizah, tarihin her döneminde popülerliğini koruyarak, aidiyetini tescilletecektir. Zira mizahın dinamik ve sempatik yüzü, birleştirici niteliğiyle bir cazibe merkezi haline gelir ve kitleler tarafından benimsenen ve uygulanan etkin bir mücadele yöntemi olur. 

Burada bahsedilen, mizahi gülme durumudur. 

Mizahın sosyal protesto ile işbirliğine bakıldığında, toplumsal protesto zamanlarında mizah, kendini karikatür sanatı ile ifade eder. Hatta Randall P. Harrison, siyasal karikatürü iki unsurla tanımlar: “toplumsal protesto” ve “siyasal ikna” (Aktaran Gönenç ve Cantek 2010: 26). 

Sadece güldürmek için çizilen karikatürlerde herhangi bir toplumsal ileti arayamayız. 
Karikatürün protestoya katkıda bulunabilmesi hatta eylemin propagandasını 
yapabilmesi için siyasî bir bakış açısı taşıması gerekmektedir. Dünyada ve Türkiye’de bugün siyasi karikatürün hatırı sayılır bir yerdedir. Sosyal protesto için mizah bir yöntem iken, çoğu zaman da mizah çeşitli protestolara yol açabilmektedir. 
12 Mayıs 2006’da Tahran’da devletin resmi haber ajansı İRNA’ ya bağlı olan İran gazetesinin ekinde yer alan, Türklere hakaret içeren bir karikatür nedeniyle başlayan Azerbaycan öğrenci ayaklanması, kitlesel bir toplum hareketine dönüşmüştür. Güney Azerbaycan Türkleri, hakaretamiz bu karikatüre karşı ciddi bir hareket başlattıklarını protestolarla ortaya koymuştur.13 

Danimarka’da yayımlanan Jyllands-Posten adlı gazetede 2005 yılında yer alan Hz. Muhammed karikatürü, İslam coğrafyasında ciddi tepkilere yol açmıştır. Birçok İslam ülkesinde Danimarka ülkesi protesto edilmiş, hatta karikatürü çizen kişi tehdit dahi edilmiştir.14 
Sosyal protestoda diğer bir araç ise bir mizah türü olan alaydır. Otorite dediğimiz güç, ciddi, ağırbaşlı, saygın ve şaka kaldırmaz bir kesimi temsil eder. Dolayısıyla bu gücün maneviyatıyla alay etmek, onun itibarına gölge düşürmek anlamına gelecektir. 
Sevinç Sokullu, Türk Tiyatrosunda Komedya’nın Evrimi adlı eserinde, alayı acımasız ve düşmanca olan ve kendini gülünen kişinin üstünde sayan bir gülünçleme olarak tanımlar. Sokullu buradaki amacın ise, kötülüklerin farkında olmayanları uyarmak, uyarmakla kalmayıp kişileri kötülük yapanlara karşı tavır almaya zorlama şeklinde görüldüğünü ifade eder (Aktaran Metin-Basat 2010 : 82). 
Mizahın doğasında bulunan alay, günümüzde değişen protesto uygulamalarında önemli bir yerdedir. Alay, aynı zamanda protestoyu protesto etmekte de etkin bir araç olabilir. 
15 Aralık 2008’de görev süresinin bitmesine yakın Irak’ı ziyaret eden ABD eski 
başkanı George W. Bush’a Iraklı gazeteci Muntazar El Zeydi tarafından ayakkabı 
fırlatılır. Durumu espriyle ve dahası kıvrak bir mizah manevrasıyla kurtaran Bush’un tepkisi “ Sadece ayakkabı numaralarının 10 olduğunu söyleyebilirim” cümlesidir.15 

Dünya tarihinin en ilginç protesto eylemlerinden biri kabul edilen Vietnam Savaşı sonrası Washington’da yürüyüş yapan bir grup askerin süngüsüne çiçek takan bir gencin eylemdir.16 Savaş zihniyetiyle ve tüm savaş argümanlarıyla alay eden bu protesto gösterisi, aynı zamanda Dünyada pek çok eyleme de ilham kaynağı olmuştur. 

12 John Morreal gülme durumlarını mizahî olanlar ve mizahî olmayanlar şeklinde sınıflandırmıştır. 
13 http://www.gunaskam.com/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=113 
14 Detaylı bilgi için bkz. http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/359620.asp 
15 (http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/468979.asp#storyContinues). 
16  (http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/06/130610_world_protest_history.shtl). 

2.4. SİYASETTE SAVUNMA VE SALDIRI ARACI OLARAK MİZAH 

Bireylerin birbirleriyle ya da bireyin kurumsal otoriteyle olan mücadelesinde etkin ve etken bir araç olarak mizah kullanılabilir. Kıvrak bir zekâ, ince bir alay anlayışıyla mizahın mücadelede edebileceği -sözel anlamda- hiçbir alan yoktur. Karşısındakinin kalabalıklar önünde itibarını zedeleyebilecek kapasitede uygulanan mizah, dolayısıyla yönetim katlarında çok da hoş görülen bir olgu olmayacaktır. 

“Toplum kendisine yapılan saygısızlığın öcünü gülerek alırken” (Öğüt-Eker 2009: 38), topla tüfekle kazanamadığı savaşı, attığı kahkahalarla kazanacaktır. 

“Zalim, ele geçirdiği ülkeler halkının can, mal ve namusunu almak için işkenceler yaptırırmış. Buna bazen kendi askerleri bile üzülürmüş. 

-Bağışlayın artık kralım! Ağlayıp inliyorlar. Alınacak bir şeyleri kalmadı. derlermiş ama; 
-İşkenceye devam edin! emrini alırlarmış 

Nihayet bir gün huzura çıkmışlar: 

-Tuhaf şey kral hazretleri. Halk artık ağlamıyor, her evde tef, darbuka, zilli maşa çalınıyor. Hepsi göbek atıp oynuyorlar. 

-Öyle mi? Kesin işkenceyi. Çünkü bu, umutların kesildiğini gösteriyor. Ümitsiz bir halktan her fenalık beklenir” (Kabaklı 2002: 211-212). 

Bireyin çeşitli durum ve olaylar karşısında çeşitli savunma mekanizmaları ürettiğini bilinen bir olgudur. Nietzsche’nin söylemiyle “Bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız” (Aktaran Avcı 2003: 80). Hayattan umduğunu bulamayan/bulamamış insanların çılgınca kahkahalar atmalarına şaşırmamak gerek. Umduğu ile bulduğu arasındaki derin uçurum gören kişilerin hezeyana kapılmasındansa, hayatla alay edecek denli kahkahalarla yaşaması, artık onun psikolojik savunması hâline gelmiştir. Bir yandan da hayatla alay etmesi de esasında bir yaşam belirtisidir, zira birey alay ederek “saldırma” eylemini de gerçekleştirir. 
Bu noktada savunma ve saldırı eylemlerini birbirlerinin tamamlayıcısı olarak görmekte fayda vardır. 
“Mizah kavramı, yüceltilmiş saldırganlığın bir ifadesi olarak siyasette önem 
taşımaktadır. Sosyal uyuşmazlıkların çözümlenmesinde barışçıl bir araç olan 
siyaset, vatandaşların doğrudan eylem ya da taleplerindeki saldırgan 
baskılarından vazgeçmelerine ihtiyaç duymaktadır. Vatandaşlar, ilkel dürtülerini 
bastırarak yüksek seviyede yapılandırılmış olan kaidelere göre davranmalıdırlar. 
Saldırgan mizah, vatandaşların saldırganlıklarını barışçıl bir şekilde talim 
etmelerine ve uygar yaşamda meydana gelen bazı gerginliklerin zararsız bir 
şekilde salıverilmesine olanak sağlar. Böylece mizah politikayı kolaylaştırmakta; 
fakat, çelişkili olarak baskı gerektiren politikalar saldırgan mizahın birincil hedefi 
olmaktadır ” (Schutz 1977: 31-32). 
Aşağıdaki örnekte ise mizahın savunma işlevi söz konusu olmuştur. Adı geçen lider, mizahın kendisini kullanmasını pozitif bir yaklaşım olarak görmekte, hatta mizah sayesinde olumlu bir popülerlik kazandığına inanarak, mizahı bir savunma kalkanı olarak görmektedir:

“İtalya eski başbakanlarından Romano Prodi, hükümeti güvenoyu alamayınca 
istifa etmişti. Ünlü karikatürist Laura Pellegrini de, L’Unita gazetesindeki köşesini, Prodi hakkındaki ölüm ilanı ve taziye mesajlarını içeren 11 kutucukla doldurmuş, sayfadaki tek konuşma balonunda ise Prodi kastedilerek, “Benim için artık o ölmüş biri” cümlesi yer almıştı. Kendisi hakkındaki bu mizahı tebessümle karşılayan Prodi, daha sonra karikatürist Pellegrini’yi telefonla arayarak, “Çok eğlendim biliyor musunuz? Zor günlerde mizah insanın moralini düzeltiyor. Bu nedenle size teşekkür ettiğimi belirtmek için arıyorum” der. 17 

17 http://www.milliyet.com.tr/prodi--olum-ilanini-veren-karikaturiste-tesekkuretti/dunya/haberdetayarsiv/01.02.2008/237039/default.htm 


   Türkiye Cumhuriyeti 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, başbakanlığı döneminde mizah dergisi Gırgır'ı ziyaret ederek kendisinin eleştirildiği on dergi kapağı istedi. Özal’ın amacı IMF yetkililerine “Bakın beni memlekette ne hale düşürüyorlar” demekti. Yaşananları Gırgır’ın o dönemki çizeri Mehmet Çağçağ şöyle anlatır: 

"1984'te Özal, dergiye geldi. Kurucusu ve genel yayın yönetmeni Oğuz Aral'la 
görüştü. Ondan kendisini eleştiren geçim sıkıntısıyla ilgili 10 kapak istedi. 
Çerçeveletip IMF yetkililerine vereceğini söyledi. Amacı 'Bakın beni memlekette ne hale düşürüyorlar’ mesajı vermekti. Kapaklar hazırlanıp kendisine teslim edildi.”18 

18 http://m.haberturk.com/para/haber/838266-derdini-girgir-kapaklariyla-anlatti 

Görülen o ki; Turgut Özal, mizahın saldırı işlevinden hareketle, IMF ile yapacağı bir görüşmede, mizahçıların kendisi hakkında çizilenlerin ve söylenenleri baz alıp, bir çeşit kendi savunma mekanizması oluşturmak istemiştir. 

Mizahın bu iki işlevi arasında bağ, mizahın kimin tarafından kullanıldığına göre şekil alabilir. Siyasetçi, düştüğü durumdan kendisini kurtarabilme, önyargıları engelleme yahut sempatik imaj sergilemek adına, pek çok noktada mizahsal bir üslup kullanırsa, bu mizahın savunma fonksiyonuyla alakalıdır. Ancak, mizahçı siyasetçinin hâllerini ifşa etmeye kalkışırsa ve itibarını sarsmaya yönelirse, bu da mizahın saldırı fonksiyonuyla alakalıdır. Elbette, bu iki fonksiyonu değerlendirmek, diğer taraflar için de geçerlidir. 

Siyasetçi, diğer siyasînin komik duruma düşmesi için de mizahsal saldırıyı dener. Bu da, parlamento içi fiziksel çatışmalardan ziyade, toplumun görmeyi ve duymayı tercih edeceği sahnelerdir. Arabesk kültürden miras “ dil yarası” dediğimiz deyim, mizahta en güçlü performansını sergileyebilir. Zekice söylenmiş bir nükte, kıs kıs gülen bir ironi ve ipliği pazara çıkartan bir hicvin altından kalkmak, nihayetinde çok da kolay bir beceri değildir. 

2.5. MİZAHIN SİYASÎ LİDER İMAJINA ETKİLERİ 

1950’lerden sonra tüm Dünyada hızla teknoloji çağına girildi. Birçok alanda ve sektörde teknolojinin günümüz tabiriyle nimetlerinden yararlanabilmek için etkin bir arayışa girişilir. Kitle iletişim araçlarını artması ve bilginin yaygınlaşması hem sermaye sahibinin, hem sektör çalışanının hem de bireysel girişimcinin işine yarar.
 Bu anlamda bu araçların yaygınlaşması ile siyaset arenasında da olumlu/olumsuz yansımaları olur. En basit örneğiyle; sadece seçim meydanlarında sınırlı sayıda seçmene sesini duyurabilen siyasetçinin, halka erişim alanı genişler. Hatta, kitle iletişim araçları belli konulara dikkat çekerler ve politik figürlerin kamusal imajlarını oluştururlar (Aktaran 
Özer 2000: 117). 

Bu tanımdaki politik figürlerden kasıt; tüm siyasî lider ve parti yöneticileri, bir ülkenin devlet başkanı, başbakanı, cumhurbaşkanı hatta kral ve kraliçedir. Bu politik figürler sıradanlıktan uzak oldukları için toplum nezdinde imajları ve liderlik karizmalarıyla dikkat çekicidir. Dolayısıyla bu figürlerin imajlarını çok iyi korumaları, herhangi bir karalamaya maruz kalmaları gerekmektedir. İmaj, belli durum ve statüler için oynanacak rolün görselleşmesi ve biçimlenmesidir. 

İmaj, kişi yahut kurumun, belli bir hedef ve oluşum için toplum nezdinde ilgi ve itibar görebilmek için arz talep dengesi içinde girdiği kalıptır. İmaj, giyim, saç modeli, beden dili, hitabet tarzı, özel yaşamına kadar pek çok unsurdan etkilenir. 
Liderlik ise; yönetme, başı çekme, idare etme, kılavuzluk etme gibi eylemlerle 
tanımlanabilir. Lider olmak bir statü üstünlüğü olduğu gibi, bir süreçtir. Yönetim 
değişikliği, rejim değişikliği, seçimler, atamalar, ölüm ve hastalıklar bu süreçleri 
belirleyebilir. Hatta pek çok ülkede tarihte uygulana gelmiş askerî darbeler dahi liderlik süreçlerini belirlemiştir.19 

19 Türkiye’de 27 Mayıs 1960’ta Askerî darbe sonucu Demokrat Parti lideri ve Başbakan Adnan Menderes idam edilmiş, dolayısıyla liderliği son bulmuştur. 

“Bizden bir şey bekleyen kişinin, aslında bunu istemeye hiç de hakkı olmadığını, 
yani bir iktidar sahibi olmadığını biliriz; ama, yine de onun beklentisine uyarız; 
çünkü, onun, anlama, aydınlatma, değerlendirme yeteneğinin bizimkisinden fazla olduğuna inanmışızdır, bir kez. Bunun içindir ki, çömez ustasının dediğinden çıkmaz, birine hayran olan kişi, ona boyun eğer, sevdalı sevdiğine kapılır, cahil de saygı duyduğu bilginin peşini bırakmaz. Öndere, toplulukça tanınmış olan bir iktidar yüzünden değil, salt saygınlığından dolayı itaat edilir” (Duverger 2011: 130). 

Duverger’in bu ifadesine göre bir lider için saygınlık birincil niteliktir. 

Bu bağlamda, saygınlığını korumak da liderin kişisel yükümlülüğüdür. Bu saygınlığa toplum nezdinde gölge düşürebilecek durumlar olabilir. Liderin herhangi bir davranış ya da tutumu, mizahın malzemesi olduğunda, toplumun tamamı tarafından kabul görsün görmesin, zihinlerde bir bulanıklığa neden olabilir. 
Depree (1998) bir liderde var olması gereken özellikleri şu şekilde sıralar: “Dürüstlük, başkalarına değer vermek, anlayış, insan ruhunu tanımak, ilişkilerde cesaret, mizah duygusu, entelektüel enerji ve merak, tutarlılık, belirsizlikten rahatsız olmamak, her an hazırda bulunmak, geleceğe saygı duymak, bu güne bakmak, geçmişi anlamak ve geniş düşünmek” (Aktaran Çeliker 2009: 13). Bu özelliklerden herhangi biri olmadan lider olunmaz diyemeyiz; ancak, Depree başarılı ve uzun vadedeki bir liderlik süreci için bu özellikleri belirtmiştir. Zira demokratik toplumlarda yönetilen kitle, memnun olmadığı liderini değiştirme şansına sahiptir. 
Yukarıdaki özelliklere bakıldığında, bizi ilgilendiren kavram mizah duygusudur. Bir liderdeki mizahi anlayış, onu sıcak, samimi, dürüst ve katlanılabilinir kılacaktır. Sık sık bahsettiğimiz gibi, mizahın birleştirici, kucaklayıcı bir tavrı vardır. Olaylara ve durumlara mizahî bir üslupla yaklaşıyor olmak, bir lideri gülünç kılmaz. Zira gülünç duruma düşmek ile güldürmek fonetik benzerlikten öteye gitmez. Bir siyasi lider söylemlerinde, halka hitabında ve basın ile olan diyalogunda mizahî bir üslup kullanıyorsa, bu onun “hazırcevaplılığı, nüktedanlığı ve ince zekâsıyla orantılıdır” diyebiliriz. 

Mizahın siyasî lider imajını olumlu ve olumsuz anlamda etkileyebilme şansı vardır. 
Randall P. Harrison, siyasal karikatürü tanımlarken kullandığı siyasal ikna unsuruna atıfta bulunursak, siyasal karikatür de bir mizah türü olduğundan mizahın siyasal ikna gücü görülebilmektedir. 

“1870lerde New York, William Marcy Tweed’in liderliğini yaptığı bir “çete” 
tarafından yönetilir. 
Tweed çetesi, şehri ve şehrin zenginlerini yağmalamaktadırlar. Dönemin gazete ve dergileri, Tweed çetesine karşı savaş açar. Ancak çete üyeleri aleyhlerinde çıkan yazılardan çok karikatürlerden rahatsız olmaktadırlar. Tweed isyanını şu sözlerle dile getirir: “Bir son verin şu lanet olası resimlere! Gazetelerin yazdıkları umurumda değil, benim halkım okuma bilmez ama bu resimleri görebilirler.” Yargılanma sürecinden geçen Tweed, kaçar, ancak bir İspanyol gemisinde çalışırken, karikatürlerden tanınarak ihbar edilir” 
(Aktaran Gönenç ve Cantek 2010: 28). 
Bu örnek konumuzla alakalı spesifik bir örnektir; ancak, günümüzde siyasal ikna için mizahın tek başına yeterli olamayabilir. Çeşitlenen kitle iletişim araçlarıyla birlikte, siyasi liderlerin mizahtan pek de hoşlanmadıkları örneklerle açıktır. Mizahı kendileri için etkin bir silah gibi kullanmak da onların elindedir. Muhalefet oldukları tarafa karşı mizahı kullanmak işlerine gelecektir. Çünkü siyasetçi, mizah karşısında eli kolu bağlı kalır. Mizahın kendine özgü alt etme yöntemi, itibarı zedelerken, bunu en yasal yollardan yapabilir. Mizah yapmak, hakaret öğelerini taşımadığı sürece seçim meydanlarında birbirleriyle atışan parti liderlerini tabir yerindeyse sıradanlıktan ve avamlıktan kurtaracaktır. 

İngiltere Başbakanlarından Lord Atlee, bir mizah türü olan nüktenin politikadaki etki ve rolü hakkında şunları söyler: 

“Nükteli ve hicivli sözler parlamentodaki tasarıların kanunlaşıp 
kanunlaşmayacağına pek etki etmezse de, vekillerin tutumlarını etkilediği 
aşikâr. Şaheser bir nükte ile nutku kesilen mağrur bir vekil sözünü kesene 
gerektiği şekilde cevap veremezse sandalyesini kaybedebilir. Nükte ve hiciv 
tartışmalara canlılık ve parlaklık getirdiği gibi, tartışmalarla ilgili önemli 
bir nokta, bir nükte ile anlatıldığı vakit, çok daha iyi anlaşılır…”(Muallimoğlu 1997: 266). 
Öte yandan günümüzde Türkiye’de şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor. Mizahçılara açılan davalar…."Düşüncedeki özgürlüğün bir başkasının özgürlük alanına kadar olduğuna inanıyorum. Sınırsız olduğuna inanmıyorum, bunu kabul etmiyorum."20 şeklindeki sözler Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a aittir ve ülke mizahçılarına yönelik yaklaşımı 9 Mayıs 2004’te kendisini “kedi” şeklinde çizmiş olan Cumhuriyet gazetesinin çizeri Musa Kart’a açmış olduğu dava ile gündeme gelir. 

20 (http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-14392-34-mizahcilarin-arasina-kara-kedi-girdi.html) 

Bu davayı protesto etmek amacıyla, Penguen dergisi çizerleri “Tayyipler Âlemi” 
başlıklı bir karikatürü 24 Şubat 2005 tarihli dergi kapağında kullandılar. “Başbakanın kişilik haklarına saldırı” ibareli dava dilekçesiyle birlikte 40 bin liralık manevi tazminat istendi. Ancak, dava reddedilir. 
Bir diğer dava ise Leman dergisinin 6 Temmuz 2006 tarihinde, Reco Kongo kenesi Türkiye’nin anasını ağlatıyor başlığı ile kapak yaptığı ve bir vatandaşın sırtına Kırım Kongo hastalığına neden olan bir kene’nin bindirildiği şekliyle resmedilmiş Leman dergisi çizerlerinden Mehmet Çağçağ'ın karikatürüne açılır. 
Kapak nedeni ile Leman dergisi aleyhinde Erdoğan’ın avukatlar tarafından; Başbakanı kan emici, habis ve parazit bir hayvan olan keneye benzeten karikatürün kişilik haklarına tecavüz niteliğinde olduğu, Erdoğan’ın küçük duruma düşürülerek eleştiri sınırları aşıldığı iddiası ile Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 25 bin YTL’lik manevi tazminat davası açılmıştır. 

Dava karikatürün, dünyada en pahalı benzin kullanan Türk halkının tepkisini, en yüksek vergi veren yurt insanının dileklerini tepkisel olarak anlatmak amacıyla 
çizildiğini, Kırım Kongo kanamalı hastalığına yol açan kan emici kenenin dünyada bilinen bir varlık, benzetmenin de Erdoğan’ın kişilik haklarına saldırı değil eleştiri hakkı olduğu vurgulanarak reddedilmiştir.21 

21 (http://tr.wikipedia.org/wiki/Dava_konusu_olmu%C5%9F_Recep_Tayyip_Erdo%C4%9Fan_karikat%C3%BCrleri). 


5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***