60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 5
NATO Makamları ve Ülkeleri tarafından İnkâr edilse de bu yaklaşım bir Çifte Standarttır.
11. Terörle Mücadelede Türkiye’nin Beklentileri Ülkeler coğrafyasına, teknolojisine, ekonomisine ve askeri gücüne güvenerek kendilerini terör
tehdidi dışında görmemelidir. Devletler ve uluslararası kuruluşlar terörün objektif esaslara dayalı müşterek bir tarifini yapmalı, nitelikleri üzerinde mutabık kalmalı, ortak bir anlayışa sahip olmalıdır. Terörün dış politikanın bir aracı olarak görülmesinden vazgeçilmelidir. Bu kapsamda terörün desteklenmesine, terörizm karşısında sessiz kalınmasına ve milli çıkarın bir parçası olarak algılanmasına son verilmelidir.
“Senin teröristin” “benim teröristim” ayırımı yapılmamalıdır. Terörü destekleyen ve besleyenler, bunun bir gün kendilerini de vuracağını akıllarından çıkarmamalıdır.
Terörle mücadelede hiçbir ülkenin tek başına başarılı olamayacağı gerçeğinden hareketle mutlaka küresel düzeyde iş birliği yapılmalıdır.
Bireyler, toplumlar ve ülkeler arasındaki sosyal, kültürel ve ekonomik uçurumların yarattığı asimetrik düzenin şiddet ve teröre zemin hazırladığı
unutulmamalıdır. Terörle mücadelenin sadece silahla yapılamayacağı dikkate alınarak, terörün kaynağını ortadan kaldırmak maksadıyla sosyal, kültürel ve ekonomik tedbirlerin alınması için düzenlemeler yapılmalıdır. Mücadelenin sadece devlet organlarıyla yapılamayacağı, sivil toplum örgütleri ve medyanın kamuoyunu mücadeleye destek olması için yönlendirmesinin önemli bir konu olduğu bilinmelidir.
Devletler ve uluslararası kuruluşlar terörle mücadelede gerekli olan siyasi kararlılığı güçlü bir şekilde ortaya koymalıdır. Mücadelede insani ve hukuki boyutlar da dikkate alınmalıdır.
Diğer taraftan, terörle mücadele adı altında masum kitlelere zarar vermenin daha büyük şiddet ve nefret duygusu oluşturacağı unutulmamalıdır.
Ortadoğu’da İsrail’in uygulamalarının buna bir örnek teşkil ettiği açıkça görülmektedir.
Kuvvetli ile zayıfın mücadelesi, asimetrik güçlerin mücadelesi demektir. Güçsüz olanın elindeki tek seçeneğin terör yaratma olduğu dikkate alınmalıdır. Ancak bu açıklama, terör yaratmanın haklı görüldüğü anlamını da taşımamalıdır. İsrail’in radikal islami örgütlerle mücadele adına Ortadoğu’da sivilleri ve masumları hedef alan davranışları, ABD ve onun stratejik ortağı olan İngiltere tarafından desteklenmiştir. AB de sessiz destek vermiştir. Irak’ta ve Gazze’de yapılan katliamları da bu kapsam içinde görmek gerekmektedir. Terör örgütleri ile mücadele için yürütülen operasyonlarda oluşan vahşet, zarar gören halk, bölge ülkeleri ve hatta dünya kamuoyunun büyük bir bölümünde nefret uyandırmaktadır.
Bu durum Hizbullah örneğinde olduğu gibi terör örgütlerinin destek ve güç kazanmasına ortam yaratmaktadır. Son Gazze saldırısında HAMAS’a karşı sempatinin artmasını da bu kapsamda düşünmek mümkündür.
Terörle mücadele kapsamında yürütülen eylemlerin politik bir hedefe ulaşmak için yapıldığı izlenimi de gittikçe artmaktadır. Bu nedenle terörle mücadelenin kapsamını da dengeli, adil, yeni bir terör ortamı yaratmayacak şekilde düzenlemenin ve konuyu “medeniyetler çatışması” şekline dönüştürmemenin de önemli olduğu dikkate alınmalıdır.
60 yıldır varlığını başarıyla devam ettiren, küresel gelişmelere ve bunun gerektirdiği ihtiyaca göre kendini yenileyen NATO, yeni tehdit algılamasında birinci sıraya terörizmi koymuştur. Terörle mücadelede yeni konseptler oluşturmuş ve stratejiler geliştirmiştir.
Afganistan’a müdahalede, kuruluşundan beri ilk defa İttifak Anlaşması ’nın 5. Maddesini yürürlüğe koymuştur. Terörizm karşısındaki duyarlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Ancak uygulamada üye ülkelerin tümü, özellikle PKK terör örgütü ile mücadelesinde Türkiye’nin beklentilerine cevap verecek anlayışta olamamıştır. NATO’nun kendisini yeniden sorgulaması ve belirtilen yanlışlıklardan kurtulması halinde, bu konunun da üstesinden gelebilecek kabiliyette olduğuna inanılmakta dır.
12. NATO-ABD ve Türkiye Arasındaki Son Gelişmeler
12.1. Afganistan Konusu
NATO’nun Afganistan’da yürüttüğü faaliyetler kapsamında Türkiye, ISAF komutası altında, Kabil ve çevresinde Afgan halkının güvenliğini sağlamaya devam etmektedir. NATO açısından Afganistan’ın geleceği önem taşımaktadır. NATO’nun bu bölgedeki başarı veya başarısızlığı ittifakın geleceği konusunda etkili olacaktır.41 Bu nedenle ABD, Afganistan’ın geleceği açısından ittifak ülkelerinden muharip asker sayısının artırmasını talep etmektedir. Türkiye de, asker sayısının arttırılması istenen ülkelerin başında gelmektedir.
Diğer taraftan ISAF’ın görev tanımlamasının değiştirilmesi ve etki alanının Kabil ve çevresinden, daha güney-güneydoğuya kaydırılarak Taliban’la savaşması öngörülmektedir.
Görüldüğü gibi ISAF’ın asıl amacı barışı korumaktan, savaşmaya doğru değiştirilmek istenmektedir.
Bu noktada Türkiye’nin bunu kabul etmesi beklenilemez. Tarihi boyutta Türk-Afgan ilişkilerinin seyrine bakıldığında dostluk ve yardımlaşma söz konusudur. Afgan halkı Türkiye’ye sempati duyar ve güvenir. Bu çizginin dışına çıkmak, her iki toplum için de sakınca doğurur. ISAF komutası altındaki ülkelerin askerleri elleri tetikte beklerken, Türk askerlerinin silahlarının güvenliklerini kapatarak, halk arasında rahatlıkla dolaşması bunun bir kanıtı olarak görülebilir. Bu güven duygusunu zedeleyecek her türlü faaliyetten kaçınılması gerekmektedir.
Ayrıca Türkiye, güvenlik sağlama faaliyetine ilave olarak Afganistan’da istikrarın sağlanmasına, ülkenin yeniden inşası ve yapılanmasına parasal destek de dâhil önemli katkılar sağlamakta, ülkeye ve ülke halkına çeşitli yardımlarda bulunmaktadır. ISAF’ın komutasını da iki defa üslenmiştir. Bunların yanında, Türkiye, Afganistan Silahlı Kuvvetleri’nin yeniden organizasyonuna yardımcı olmaktadır.
Afgan Savunma Üniversitesinin (Harp Akademileri) veya Savunma Kolejinin (Harp Okulu) oluşumunu sağlamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır.42
Bunların ötesinde gerekli görüldüğü takdirde Afgan subaylarının askeri eğitimlerini Türkiye’de görmelerine yardımcı olunacağı da
Türkiye tarafından belirtilmiştir. NATO müttefiklerinin Afganistan’da teröre karşı mücadele ederken, PKK’ya karşı yürüttüğü mücadelede Türkiye’nin yanında yer almadıkları gibi PKK’yı çeşitli şekillerde himaye ettikleri de bilinmektedir. Türkiye’nin bu gerçeklerin bilincinde olarak strateji oluşturması ve bu paralelde hareket etmesi gerekmektedir.
12.2. Montrö’yü İhlal Teşebbüsleri
Bir diğer konu ise ABD’nin NATO’yu kullanarak Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni delmeye çalışmasıdır. ABD, Kafkasya ve Orta Asya’da söz sahibi olmak maksadıyla Karadeniz’de güç bulundurmak istemekte ve çeşitli hadiseleri kullanarak bunu gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Son beş yıl içinde bu konuda üç defa teşebbüste bulunduğu görülmektedir. Fırsat çıktığında NATO’yu bu maksatla kullanma temayülünü de göstermektedir.
ABD’nin son beş yıldaki Karadeniz’e açılma teşebbüslerinden ilkine, 2003 yılında Irak’a yapacağı müdahale öncesinde, kuvvetlerini Türkiye üzerinden geçirip, Irak’ın kuzeyinden girerek Bağdat istikametinde kullanmasını içeren plan çerçevesinde Türkiye ile yaptığı görüşmelerde rastlamak mümkündür. Bilindiği üzere uzun müzakereler sonucunda ortaya çıkarılan siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda oluşturulan mutabakat muhtıraları, bir anlaşma niteliğinde TBMM’nin onayına bir tezkere ile sunulmuş ve “1 Mart Tezkeresi” olarak literatüre
geçen bu tezkere TBMM tarafından kabul edilmemiştir.
Bu müzakereler sürecinde, ABD’nin Karadeniz’e gemi gönderme ve Trabzon’da üs bölgesi istemesi oldukça yadırganmış ve müzakerelerde, ABD’nin Irak’a yapacağı müdahale çerçevesinde yapılacak anlaşmayı fırsat olarak değerlendirerek Kafkasya’da etkili olmak maksadıyla Karadeniz’e çıkmak istediği anlaşılmış, ancak konu ile ilgisi olmayan bu istek Türk tarafınca geri çevrilmiştir.43
ABD’nin son beş yılda bu konudaki ikinci teşebbüsü ise 2005 yılında gerçekleşmiştir. 11 Eylül 2001’deki terörist saldırının ardından ABD,
Türkiye, İngiltere, İtalya, Almanya, Yunanistan, Norveç, Danimarka, İspanya, Portekiz ve Hollanda donanmalarından tahsis edilen gemilerden oluşan NATO gücü, Doğu Akdeniz’de teröre ve suçlara karşı mücadele amacıyla Aktif Çaba veya Etkin Çaba (Active Endevaour) operasyonunu icra etmektedir. Diğer taraftan da genelde aynı maksatla, Türkiye önderliğinde oluşturulan bir deniz filosu, Karadeniz’de, 2004 yılından beri Karadeniz Uyum Harekâtı ( Black
Sea Harmony) adı altında faaliyet göstermektedir. Bu faaliyete Türkiye ve Rusya’nın yanı sıra Ukrayna da kısmen katılmaktadır. Ancak ABD, 2005 yılı içinde, Doğu Akdeniz’de NATO bünyesinde oluşturulan Aktif Çaba Operasyonu görev alanının Karadeniz’i de kapsayacak şekilde genişletilmesi için resmi olmayan bir plan ortaya koymuş ve bu planı, Karadeniz’in güvenliğinin önemli olduğu gerekçesiyle Akdeniz’de olduğu gibi terörle ve suçlarla mücadele maksadıyla önerdiğini ifade etmiştir. Karadeniz’de buna benzer bir yapının bulunmasına ve bu yapıya yeni NATO üyeleri Bulgaristan ve Romanya’nın da katılması imkânı olmasına rağmen ABD’nin böyle bir teşebbüste bulunmasının,
ifade edilen maksadın dışında, tamamen ABD’nin bir bahane bularak Karadeniz’i doğrudan kontrol altına almak olduğu şeklinde değerlendirilmiştir.
ABD’nin bu konudaki son teşebbüsü de, 2008 sonunda Gürcistan’da meydana gelen olaylardan sonra, Gürcistan’a yapılmakta olan insani yardım çerçevesinde ABD donanmasına ait iki adet 70 tonluk askeri hastane gemisi adı altında yardım gemisi gönderme isteğinde görülmektedir. Hatta NATO’yu da bu kapsamda kullanmaya istekli oldukları müşahede edilmiştir. Gürcistan’a yardımın hava, kara ve Montrö Sözleşmesi’ne aykırı olmayan bir düzenleme ile denizden de yapılması mümkünken, böyle bir isteğin, Karadeniz’de ağır tonajlı askeri gemilerle bayrak gösterme, dolayısı ile Karadeniz’e çıkarak bölgeyi etkileme ve Rusya’nın etkisini sınırlama maksadını taşıdığı değerlendirilmektedir.
Belirtilen bu üç teşebbüs de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlali anlamına gelmektedir.
Montrö Sözleşmesine uygun olmayan bir izni, başka bir ülkeye vermesi, hem egemenlik konusunu tartışmalı hale getirir hem de bölgede güvenlik açısından kendi aleyhine bir husumet yaratabilir.44 ABD’nin Karadeniz’de güç bulundurma veya üs teşkil etme gibi teşebbüslerine karşı ihtiyatlı olunması gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığı, sınırları ve egemenliği Lozan Antlaşması ile tespit ve tescil edilmiştir. Bu antlaşmada Türk Boğazları üzerinde tam bir egemenlik sağlanamamış, uluslararası denetim ön planda tutulmuştur. 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ise Türkiye’nin boğazlar üzerinde tam oluşmayan egemenliğini sağlayarak, bir noktada Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağımsızlığını ve egemenliğini tescil eden bir hüviyet taşımaktadır.
Bu nedenle antlaşma hükümlerinin muhafazası ve buna riayet edilmesi, Türkiye’nin egemenliğini korunması ve Karadeniz’deki dengeleri de gözetmek suretiyle Türkiye’nin güvenliğinin sağlanması açısından önem taşımaktadır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlali, Türkiye’nin egemenlik haklarının kısıtlanması anlamına gelmektedir. Ayrıca dengelerin bozulması, husumet meydana getirmesi, barış ve güvenlik ortamını zedelemesi de söz konusudur.
Bu nedenlerle Boğazlardan geçişin ve Karadeniz’de bulunma usulünün mutlaka Montrö Sözleşmesi’ne uygun olarak yapılması bir zarurettir. Türkiye’nin bu konuda ortak çıkarları olan Rusya ile koordinede bulunması doğru bir yaklaşım olarak nitelendirilmiştir.
12.3. Ambargo ve Önleyici Teşebbüsler
NATO’nun değişmesi, dayanışmanın da değişimini beraberinde getirmemeli, dayanışma esas alınmalı, ‘çifte standart’ tan kaçınılmalıdır.
Bu konuda da, Türkiye çeşitli haksızlıklara uğramıştır. 1962 yılında ABD-SSCB görüşmeleri sonucunda ABD, Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin sökülmesi konusunda Türkiye’nin haberi olmadan tek taraflı bir karar almıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını takiben TSK’nın kullandığı harp silah ve araçlarının tüm destek malzemesine ambargo koymuştur. Bunu ilerleyen yıllarda da kısmi olarak tekrarlamıştır. İkinci Körfez Savaşı’nda NATO platformunda Fransa, Patriot füzelerinin savunma amaçlı olarak Türkiye’ye gelmesini önlemiştir. Bu ülkenin NATO Savunma Planlama Komitesi üyesi olmamasından dolayı bu komitede alınan bir kararla füzeler Türkiye’ye getirilebilmiştir. PKK terör örgütünün
NATO listesine alınmasında güçlüklerle karşılaşılmıştır.
11 Eylül 2001’e kadar terörle mücadeleye bir atıfta bulunulmaz ve bu konuda 4. Maddedeki konsültasyon ile yetinilirken, 11 Eylül’den sonra 5. Madde söz konusu olmuştur. Terörün ülkelerin topraklarına ulaşmadan önlenmesi için tedbir alınması konusu ön plana çıkarken Türkiye’nin bu konuda PKK için Irak’ın kuzeyinde tedbir alması önlenmiş, sonra da kısıtlanmıştır. Bunlar ‘çifte standart’a birer örnektir. NATO ile ilişkilerde bu konunun dikkate alınmasında fayda görülmektedir.45
ABD’nin, yeni oluşacak durumlara göre gerektiğinde diğer ülkelerin, kendi milli menfaatlerine yönelik olarak bu veya buna benzer konuları, ihtiyaç duydukça ve fırsat buldukça yeniden gündeme getirebileceği düşünülmekte, bu nedenle tedbirli olunması ve taviz verilmemesi hususunda hassasiyet gösterilmesinin ülke menfaatleri açısından hayati önem taşıdığı değerlendirilmektedir. NATO’nun ülke menfaatlerini zedeleyecek ABD niyetleri istikametinde kullanılmasına karşı daima dikkatli olunmalıdır.
12.4. NATO’nun Genişlemesinin Türkiye’ye Etkileri
Türkiye temelde NATO’nun genişlemesini desteklemektedir. Bunun başlıca sebebi NATO’ya üye olan devletlerin, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine destek vereceği öngörüsü olmuştur. Ancak karşılaşılan durum bu beklentiyi karşılama mıştır. Ayrıca, yeni üyelerin katılımıyla 26 ülkeye varan NATO üye sayısı, Türkiye’nin pastadan pay alma oranında düşüşler meydana getirmiştir.
Gerek savunma gerekse teknoloji konularında NATO yardımlarında azalmalar görülmüştür. Diğer taraftan, yeni üye ülkelerle beraber artan sayının, Türkiye’nin eskiye oranla stratejik öneminin azalmasına da sebep olmaktadır. Örneğin, Bulgaristan ve Romanya’nın üyelikleri sonucu, NATO’nun Karadeniz’deki ikmal merkezleri de değişmiştir. Önceleri yalnız Türkiye üzerinden ikmal yapılırken, üyelikten sonra iki ülkenin limanları da ikmal merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak belirtilen bu olumsuzluklara rağmen NATO’nun genişlemesi, istikrarlı bölgeyi genişletmekte ve Türkiye’ye istediği konuları daha geniş bir yelpazede müzakere edilmesine imkân yaratmaktadır.
13. NATO’daki Son Gelişmeler
Avrupa’da geleneksel olarak bulunan, Türkiye’de ise son zamanlarda yaygınlaşan Amerikan karşıtlığının daha ziyade Bush yönetimine karşı olduğu bilinmektedir. Önceki Brüksel Zirvesi’nde; Irak Savaşı sırasında yalnız kalan Washington’un, bu ülkeyi yeniden inşasında NATO’dan istediği desteği bulmaya başladığını göstermektedir. Başkan Bush’un ikinci dönemindeki ABD-AB ilişkilerinin, birinci
döneme kıyasla yakınlaşma anlamında belirli alanlarda farklı olduğu görülmüş tür. Obama döneminde de yakınlaşmanın devam edeceği beklenmektedir. Farklılıklar tamamen giderilemeyecek olsa bile ilişkilerde eskisi gibi bir “kopukluk” muhtemelen olmayacaktır. Yeni dönem, başta Atlantik ötesi ilişkiler olmak üzere, ABD’nin dünyayla barışmaya çalışacağı bir sürecin yaşanacağı izlenimini vermektedir.
27 Nisan 2006’da Sofya’da yapılan NATO ülkeleri dışişleri bakanları toplantısı, duraksamaya giren Trans-Atlantik ilişkilerinin geliştirilmesi ve bu ilişkilerin geleceği hakkında görüş alışverişinde bulunulması açısından önemli gelişmelere sahne olmuştur. Trans-Atlantik ilişkilerine önümüzdeki dönemde şekil verecek gelişmelerin daha çok; nükleer güç olma yolunda ilerleyen İran’a yönelik olası uluslararası müdahalenin şekli, Irak’ın geleceği, Afganistan’da istikrarın sağlanması ve enerji güvenliği gibi konular olacağı düşünülmektedir.
27 Nisan 2006’da Sofya’daki NATO toplantısının hemen sonrasında, ABD ve Bulgar Dışişleri Bakanları arasında Bulgaristan’da ABD askerlerinin faydalanacağı bir üs anlaşması yapılmıştır. Benzer bir anlaşma daha önce, 6 Aralık 2005’te, Romanya’yla da imzalanmıştır. Sofya’daki toplantıda, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliklerinin görüşülmesi, gelişmelerin Karadeniz’in Avrupa-Atlantik ittifakının bir parçası haline getirilme çabalarının işareti olarak değerlen dirilmektedir.
Bu çerçevede, Türkiye’nin Karadeniz’in geleceği konusunda siyasi iradesini
net olarak ortaya koyma mecburiyeti vardır.46
NATO’nun geleceğini belirlemeye yönelik yakın zamanlardaki toplantılarından biri NATO Devlet ve Hükümet Başkanlarının katıldığı Kasım 2006 Riga Zirvesi’dir. Sofya toplantısında gündeme getirilen konular Riga Zirvesi’nde ele alınmıştır. Zirve; beklendiği şekilde ABD’nin isteklerinin öne çıktığı, NATO’ya olan güvenin test edildiği ve Avrupalı ortakların tavırlarının belirlendiği bir toplantı olmuştur. Zirve’de NATO’nun yeni amacı: 21. yüzyıl güvenlik tehlikelerine karşı koyulması, üye ülkelerin ve ortak değerlerin savunulması, ortak savunmanın idamesi olarak açıklanmıştır. Ortak dayanışma gösterilmesi istenen yeni tehlikeler olarak ise; küresel ölçekte artan terörizmle mücadele, kitle imha silahları ve bunların yayılmasının önlenmesi ve devlet olmayı başaramayan devletlerden kaynaklanan istikrarsızlıklar belirtilmiştir. NATO’nun “güvenlik danışmaları” için gerekli kurum olarak rol oynaması, BM’nin öngördüğü krizler dâhil, NATO’nun tehditlere karşı ortak hareket etmesi, NATO imkân ve kabiliyetlerinin ve ilişkilerinin devam eden transformasyonu ve geliştirilen imkân ve kabiliyetler için güçlü mali katkıların yapılması istenmiştir.
Bu çerçevede Riga’da; 10–15 yıl ilerisine yönelik, NATO’nun devam eden transformasyonu, imkân ve kabiliyetler, planlama disiplinleri ve istihbaratın geliştirilmesinde amacına yönelik Çerçeve Dokümanı ve kapsamlı Politik Rehber imzalanmıştır. Zirvenin; ABD’nin Transatlantik ilişkilerinin geliştirilmesi ve NATO’nun öne çıkarılması konusundaki istek ve baskıları ile sonuçlandığını söylemek mümkündür.Yapılan değerlendirmeler ışığında, 26 üye ülkenin tümü ele alındığında çıkan sonuç, “Ne NATO’suz, ne de NATO”yladır. NATO, kuruluşundan itibaren önemli işler başarmıştır. NATO’nun bugün 26 olan üye sayısı; 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan’ın katılmasıyla 28’e çıkacaktır. NATO, 28 üye ülkenin yanı sıra Barış İçin Ortaklık, Akdeniz Diyalogu ülkeleri ve bunun dışında kendisiyle ortak değerleri paylaşan ittifak dışı koalisyon kuvvetleri ile dünyanın dörtte birinden fazlasını şemsiyesi altına alan bir kuruluş görünümündedir.
Ancak, NATO’nun güvenirliğinin gittikçe azaldığı da gözlerden kaçmamakta dır. NATO dışında bugün Avrupa’da AGSP ikinci önemli unsur olarak ortaya çıkmıştır. ABD; NATO müttefiklerinden destek aramakta, Transatlantik ilişkilerin kendi liderliğinde geliştirilmesini istemektedir.
Bu gelişim; NATO’nun gelecek ihtiyaçlarının, yeni kabiliyetlerinin ortaya konmasının, yeterli kaynakların temin edilmesinin sağlanmasını içermektedir. Avrupalı ortaklar ise, AGSP ve NATO görevlerinin dünya genelinde pek değişmediğini; barışı destekleme operasyonlarını, Petersburg Görevlerini ve NATO Antlaşması’nın 5. maddesi dışında kalan operasyonları içerdiğini vurgulamaktadır.47
6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***