TÜRKİYE İÇİN YENİ BİR SEÇİM SİSTEMİ ÖNERİSİ, BÖLÜM 1
“ İKİ TURLU, İKİ LİSTELİ SEÇİM SİSTEMİ ”
Hazırlayan
Kübra TOKSARI (Hukukçu)
1982 Anayasası'nın defalarca değişikliğe uğramasına rağmen iskeletinin değiştirilememesi nedeniyle Türkiye'nin yeni bir anayasaya gereksinimi olduğu konusunda kamuoyunda genel bir konsensüs bulunmaktadır. Nitekim anayasalara ruhunu verenin hükûmet sistemleri olduğu hususu göz önüne alındığında Türkiye'nin tercih edeceği hükûmet sisteminin kuvvetler ayılığına
dayalı olması, daha açık bir ifade ile yasama, yürütme veya yargı erklerinin tek bir elde toplanmaması gerektiği konusunda da toplumda tam bir mutabakat vardır. Bununla birlikte tüm fırtına yeni anayasanın tercih edeceği hükûmet sisteminde kuvvetler aynılığının sertlik derecesinin ne kadar olacağı noktasında kopmaktadır.
Daha açık bir ifade ile yeni anayasada kuvvetlerin yumuşak ayrılığına dayalı parlamenter sistemin mi yoksa kuvvetlerin sert ayrılığına dayalı başkanlık sisteminin mi veyahut parlamenter sistem ve başkanlık sisteminin bazı özelliklerini taşısa da aslında pek de özgün bir model olmayan yarı başkanlık sisteminin mi tercih edileceği meselesidir.
Tüm tartışma hangi hükûmet sisteminin tercih edilmesi gerektiği etrafında dönse de asıl önemli olan ve ne yazık ki gözden kaçırılan husus hangi seçim sisteminin tercih edilmesi gerektiği konusudur. Çünkü hükûmet sistemlerinin başarılı olmasında anahtar rolü şüphesiz ki seçim sistemleri oynamaktadır.
Örneğin parlamenter sistemin en çok tenkit edilen yönü istikrarsız ve zayıf hükûmetlere izin vermesidir. Tek partili bir hükûmetin çıkmasını şansa bırakmayacak şekilde kaliteli bir seçim sistemi ile desteklenmediği sürece çok partili siyaset düzeninin egemen olduğu bir parlamenter sistemde ülkenin istikrarlı bir şekilde yoluna devam edip etmeyeceği seçim sonrasında oluşacak
parlamento aritmetiğine göre değişmektedir. Çünkü parlamenter sistem, başkanlık sisteminin aksine parçalı bir hükûmete izin vermekte, daha doğrusu müsamaha göstermektedir.
Nitekim seçimlerde herhangi bir parti tek başına iktidar oluşturacak kadar parlamento üyesi çıkaramamışsa bu durumda ülkenin koalisyon ya da azınlık hükûmeti ile yönetilmesi kaçınılmaz hale gelmektedir. Mesela 1982 Anayasa'nın kabulünden sonra nispi temsil seçim sistemine %10 gibi çok yüksek oranlı bir seçim barajı monte edilmiş olmasına rağmen Türkiye 1991-2002 yılları
arasında kısa ömürlü (ortalama ömrü on üç ay olan), zayıf koalisyon ve azınlık hükûmetleri ile yönetilmekten kurtulamamıştır.
Geçmiş tecrübeler gösteriyor ki koalisyon ve azınlık hükûmetleri istikrarsızlığın esas, istikrarın istisna haline geldiği hükûmet modellerine çok güzel örnek teşkil etmektedir.
Koalisyon ve azınlık hükûmetlerinden bu kadar yaka silkinmesinin nedenlerini sıralayacak olursak; koalisyon ortaklarının aynı zamanda birbirlerine rakip partiler oluşu, seçim öncesinde birbirlerini sert şekilde tenkit etmeleri ortaklıklarını sağlıklı bir şekilde devam ettirmelerine engel teşkil eder. Basit, sıradan, buna karşın bir bütünlük arz etmeyen icraatlar dışında önemli büyük
projelerin hayata geçirilebilmesi için koalisyon ortaklarının öncelikle birbirlerini ikna etmeleri gerekir.
Bu durum ise hükûmetin karar alma sürecinin uzamasına, hantal bir görüntü sergilemesine neden olur. Benzer şekilde koalisyon hükûmetleri, çözme iradesi gösteremediği sorunları halının altına süpürme eğilimi gösterir. Güçlü liderlik sergileme olanağından yoksun olan başbakan ülkenin kronikleşmiş sorunlarını çözme noktasında acizlik içine girer.
Bunun nedeni koalisyonu oluşturan her siyasi partinin tabanının farklı beklentilerinin ve hassasiyetlerinin olmasıdır. Bu durum ayrıca koalisyon hükûmetlerini yurt içi ve yurt dışı kaynaklı manipülasyonlara açık hale getirir.
Bilhassa ülke için kritik öneme sahip konularda (büyük ihale veya dış politika vs.) yerli ve yabancı odaklar, hükûmet içinde kriz çıkartarak kendi lehlerine olacak şekilde siyasete istedikleri şekilde yön verebilme imkanına sahiptiler.
Koalisyon hükûmetlerinde gözlemlenen olumsuzluklardan bir diğeri de koalisyon ortaklarının sahip oldukları bakanlıklar kanalıyla kamu yararı ve ekonomik dengeleri gözetmeksizin oy deposu olarak gördükleri seçim çevrelerine yatırım yapma yarışı içine girmeleridir.
Genellikle bu popülist yatırımların temelleri atıldıktan sonra tamamlanmadığı görülür. Bunun nedeni koalisyon hükûmetlerinin kısa ömürlü oluşu ve bir sonraki hükûmetin bu yatırımları sahiplenmeyişi olarak gösterilebilir. Elbette bu durum yatırımların atıl hale gelmesine neden olmaktadır.
Koalisyon hükûmetlerinin milli serveti fütursuzca tükettiği yetmiyormuş gibi koalisyon hükûmetlerinin varlığı yerli ve yabancı girişimcileri yatırım yapma konusunda isteksizliğe iter. Çünkü koalisyon hükûmetlerinin her an sallantıda olması, önünü göremeyen yatırımcıyı ürkütür.
Bu durum uzun vadeli ve büyük sermaye gerektiren yatırımların yapıl (a) mamasına, vergi gelirinin azalmasına, işsizliğin artmasına neden olur.
Tüm bu birbirini tetikleyen faktörlerden ötürü koalisyon hükûmetlerinin başarısız olması neredeyse kaçınılmaz bir sondur. Hatta yaşanan tecrübeler gösteriyor ki başarısızlık, koalisyon hükûmetlerinin makûs kaderidir.
Bu nedenle koalisyon ortaklarının seçim döneminde birbirlerini günah keçisi ilan ederek başarısızlıklarını örtme eğilimine girdikleri gözlemlenmektedir.
Tabii ki bu durum seçmen nezdinde sıkıntılı bir durum oluşturmaktadır. Çünkü seçmen ilk seçimde başarısız olan hükûmet ortağına oy vermeyerek o hükûmet ortağını cezalandırmayı arzu etse de seçim propagandasında koalisyon ortaklarının başarısızlıklarını birbirlerine fatura etmeye çalışmalarından ötürü seçmen başarısızlığın asıl sorumlusunu tespit etmekte güçlük çeker. Ayrıca
belirtmek gerekir ki koalisyon hükûmetleri demokrasi standardını da ciddi anlamda düşürmektedir.
Çünkü koalisyon hükûmetlerinin ortaklarının kim olacağı seçmen tarafından seçim öncesinde bilinmemekte, hatta kimi zaman seçmen “oy verdiğim partinin koalisyon kuracağı partiyi seçim öncesinde bilseydim oyumu başka bir partiye verirdim” diye serzenişte bulunabilmektedir.
Koalisyon hükûmetlerinde, dikkat çeken bir diğer husus da koalisyonun küçük ortağının parlamentoda üye sayısı ile ters orantılı bir şekilde hükûmette güç elde etmesidir. Koalisyonun büyük ortağı, küçük partiyi koalisyon hükûmetinde yer almasını sağlamak adına bakanlıkların her bir genel müdürlüğünden ayrı bakanlık oluşturulmasına göz yumabilmektedir.
Bu durum koalisyon hükûmetinin daha da hantallaşmasına, kırtasiyeciliğin ve devlet hazinesindeki yükün daha da artmasına neden olmaktadır. Hatta bu küçük ortağın zaman zaman diğer ortakları koalisyona verdiği desteği çekmekle tehdit ettiği de görülür.
Tabii ki bu durum azınlığın çoğunluğa tahakküm etmesi sonucunu doğurur ki bu demokrasinin içine sindirebileceği ve katlanabileceği bir durum asla değildir.
Başbakanın başında olduğu hükûmet ile cumhurbaşkanının başında olduğu bakanlar kurulu olmak üzere iki kanatlı bir yürütme erkine sahip olan yarı başkanlık sisteminde de sistem, parlamento seçimi sonrasında tek partili bir hükûmetin çıkmasını riske atmayacak şekilde dizayn edilen kaliteli bir seçim sistemi ile desteklenmediği sürece ülkenin istikrarlı bir şekilde yoluna
devam etmesi -parlamenter sistemde olduğu gibi - seçmenin sağduyusuna ve şansa kalmıştır.
Üstelik yarı başkanlık sisteminde parlamenter sistemin aksine yürütme erkinin her iki başı da ( Cumhurbaşkanı ve Başbakan) çok güçlüdür.
Bu nedenle yarı başkanlık sisteminde cumhurbaşkanı ve başbakanın ayrı siyasi partilerden olması ihtimalinde yürütme erkinin zirvesinde ciddi bir çatışma riski de bulunmaktadır. Buna karşın başkanlık sisteminde yürütme erki sadece başkandan ibarettir.
Bunun doğal sonucu olarak yürütme erkinin tek başlı olduğu başkanlık sisteminde koalisyon ve azınlık hükûmetlerine de asla yer yoktur. Bununla birlikte başkanın ülkeyi etkin bir şekilde yönetebilmesi için istediği kanunları parlamentodan geçirtebilmesi gerekir.
Başkanın partisinin parlamentoda azınlıkta kalması halinde ise -Türkiye gibi uzlaşma kültürünün yeterince gelişmediği, siyasi partilerin disiplinli olduğu ve pragmatist davranmadığı, kutuplaşmanın keskin olduğu ülkelerde- bu durum çok ciddi krizlerin habercisidir.
Başkan ve parlamento seçimleri aynı anda yapılsa dahi Türkiye gibi çok partili siyaset düzenine sahip olan ülkelerde başkanın partisinin parlamentoda salt çoğunluğu yakalayamama riski bulunmaktadır.
Başkanlık sisteminin doğum yeri olan Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulanan dar bölge, çoğunluk seçim sistemi1 iki partili siyaset düzenini desteklese de bu seçim sistemi tek başına iki partili bir siyaset düzeninin oluşumu için kâfi değildir.
1 Dar bölge, çoğunluk seçim sistemi, tüm ülkenin tek bir milletvekili seçilecek şekilde seçim çevrelerine bölündüğünü ve bir adayın milletvekili olarak seçilebilmesi için en yüksek oyu alması yeterli olduğu seçim sistemidir. Başka bir ifade ile tek bir milletvekilinin seçileceği bir seçim çevresinde seçimde en yüksek oyu alan adayın seçimi kazandığı seçim sistemidir. Bu nedenle bu seçim sistemi “tek turlu, dar bölge çoğunluk seçim sistemi” olarak da ifade edilir. Örneğin İngiltere'de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan parlamento seçimlerinde dar bölge, basit çoğunluk seçim sistemi uygulanmaktadır.
Çünkü Amerika Birleşik Devletleri'nde Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti, siyasi görüş olarak birbirlerinin neredeyse kopyasıdır. Bu nedenle siyasi iklim yumuşaktır ve her iki partinin kemikleşmiş oy miktarı düşüktür. Başka bir ifadeyle iki parti arasında yüzen oy miktarı oldukça fazladır. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri halkı ve halkın içinden çıkan siyasetçiler pragmatist bir
bakış açısına sahiptir.
Tüm bu nedenlerden ötürü parlamento (Kongre), başkanın geçirmek istediği kanunlara veya atadığı bürokratların göreve başlamasına körü körüne karşı çıkmamaktadır. Parlamento ikna olmaya açıktır.
Başkan, mesaj yoluyla, lobicilik faaliyetleri ile kamuoyu oluşturarak çeşitli kanallardan parlamentoya makul gerekçeler sunarak parlamentoyu ikna edebilmektedir. Parlamentodaki muhalif üyelerin, parti disiplini etkisi altında kalmaksızın bu kadar rahat hareket etmelerinin nedeni ise ön seçimle iş başına gelmeleridir.
Yani Amerika Birleşik Devletleri’nde siyasi partiler, başkan adaylarını ve parlamento üyeliklerine gösterecekleri adayları ön seçimle (parti üyelerinin oylarıyla) belirlerler. Tabii ki bu durum Amerika Birleşik Devletleri’ndeki partileri parti disiplininden uzak “gevşek yapılı partiler” haline getirmektedir.
Buna karşın Amerika Birleşik Devletleri'nin aksine Türkiye'de siyasi partiler sağ-sol şeklinde ideolojik bakımdan farklılaştıkları gibi etnik ve mezhepsel temelli siyasi partiler de mevcuttur.
Bu durum ayrıca Türkiye'deki siyasi partiler arasında ideolojik görüş farklılıklarının keskin olmasına da neden olmaktadır.
Yani Türkiye'de parlamento üyeleri siyasi parti liderleri ve/veya yönetimleri tarafından değil de ön seçimle belirlense dahi çok partili bir siyaset düzeninin devam edeceğini tahmin etmek zor değildir.
Dolayısıyla Türkiye'nin başkanlık sistemine geçiş ile birlikte dar bölge, çoğunluk seçim sistemini benimsemesi halinde Türkiye'de iki partili bir siyaset düzeninin oluşacağını düşünmek hayal kırıklığı ile sonuçlanabilir.
Kısacası iki partili siyaset düzeni, başkanlık sisteminin sonucu değil başarısının ön şartıdır. Dolayısıyla Türkiye gibi çok partili bir siyaset düzeninin yerleşmiş olduğu ve yakın zamana kadar bu düzenin değişmesi beklenmeyen ülkelerde başkanlık sisteminden umulan istikrar ortamının sağlanması için başkanlık sisteminin kaliteli bir seçim sistemi ile desteklenmesi zorunludur.
Sonuç olarak Türkiye'nin önümüzdeki dönemde gündeme gelmesi beklenen yeni anayasa yapımında parlamenter sistemi ya da yarı başkanlık sistemini tercih etmesi halinde seçim sisteminin tek partili bir hükûmetin oluşumunu şansa bırakmayacak şekilde dizayn edilmiş olması gerekmektedir.
Keza Türkiye'nin başkanlık sistemini tercih etmesi halinde ise başkan ve parlamento üyelerinin seçiminin aynı anda yapılması ve seçim sisteminin başkanın partisinin parlamento çoğunluğunu sağlayabilmesine imkân verecek şekilde tasarlanmış olması gerekmektedir.
Elbette seçim sisteminin Türkiye'nin %10 gibi çok yüksek olan ve adaletsiz sonuçlar doğrudan ülke seçim barajından kurtulmasını sağlayacak şekilde ve iktidara alternatif oluşturacak güçlü bir ana muhalefet partisinin varlığına zemin hazırlayacak şekilde reforme edilmesi de demokrasimizin güçlenmesi bakımından son derece önemlidir.
Dolayısıyla Türkiye'nin tercih edeceği seçim sistemi, üç özelliğe sahip olmalıdır. Bunlar;
1- Parlamenter sistem veya yarı başkanlık sisteminin tercih edilmesi halinde seçim sonrasında tek partili güçlü bir iktidarın oluşumu kesinlik arz etmelidir, başkanlık sisteminin tercih edilmesi halinde ise başkanın partisinin parlamentoda çoğunluğu yakalayabilmesine imkan vermelidir.
2- Diğer muhalefet partilerine göre daha güçlü bir ana muhalefet partisinin oluşumuna zemin hazırlamalıdır.
2- Ülke seçim barajı sembolik bir seviyede tutularak küçük partilerin de parlamentoda temsiline fırsat verilmelidir.
Önereceğimiz “iki turlu, iki listeli seçim sistemi” bu üç özelliğe de sahip olduğu
iddiasındadır. Bu seçim sisteminin özelliklerini maddeler halinde sıralayacak olursak;
1- Seçimler her halükarda iki turlu yapılır. Yani klasik iki turlu seçim sistemlerinin aksine birinci turun sonucu ne olursa olsun ikinci tur mutlak surette yapılır.
2- Birinci turda ve ikinci turda seçilecek milletvekili sayıları birbirine eşittir. Örneğin 550 milletvekili seçilecekse birinci turda 275 milletvekili, ikinci turda 275 milletvekili seçilir. Bu aynı zamanda bir seçim çevresinden seçilecek milletvekillerinin yarısının birinci turda, diğer yarısının ikinci turda seçileceği anlamına da gelir.
3- Birinci tura, seçime katılma yeterliliğine sahip bütün siyasi partiler katılır. İkinci tura ise birinci turda en yüksek oyu alan iki parti katılır. Bununla birlikte siyasi partilerin ikinci turda ortak listelerle katılmalarının önüne geçebilmek ya da en azından gizli pazarlıkların yapılmasını engellemek için partilerin birinci ve ikinci turda gösterecekleri aday listelerini birinci turdan önce aynı zamana denk gelecek şekilde Yüksek Seçim Kurulu'na sunma zorunlulukları bulunmakta dır. Partiler tarafından Yüksek Seçim Kurulu'na sunulacak milletvekili aday listelerinin birbirinden farklı olması da mecburidir. Yani siyasi partiler ortak aday gösteremezler. Keza siyasi partilerin her iki listesindeki adaylarının da birbirlerinden farklı olması zorunludur.
4- Birinci turda ülke seçim barajı %1 olup nispi temsil (d’Hondt yöntemi2) seçim sistemi uygulanır.
2 d’Hondt yöntemi, seçime katılan partilerin ve bağımsız adayların isimleri alt alta yazılır ve aldıkları geçerli oy sayıları da karşılarına yazılır. Partilerin oy oranları önce bire, sonra ikiye, sonra üçe... bölünür. Bu bölme işlemine o seçim çevresinin toplam çıkaracağı milletvekili sayısına ulaşılıncaya kadar devam edilir. Elde edilen paylar ile bağımsız adayların aldıkları oylar ayrım yapılmaksızın en büyükten küçüğe doğru sıralanır. Seçim çevresinden çıkacak milletvekili sayısı kadar bu payların sahibi olan partilere ve bağımsız adaylara sayıların büyüklük sırasına göre milletvekillikleri tahsis edilir.
5- İkinci tura, birinci turda en yüksek oyu alan ilk iki parti katılır. İkinci tura katılan iki partiden yüksek oyu alan parti hem ikinci turun hem de seçimin galibi sayılır.
Kural: İkinci turun galibi olan parti, kural olarak ikinci turda seçilecek tüm milletvekilliklerini kazanır.
İstisna: İkinci turun galibi olan partinin her iki turda toplamda kazanacağı milletvekili sayısı, toplam seçilecek milletvekili sayısının %55 oranından az, ikinci turda alacağı oy yüzdesi oranından fazla olamaz. Bu istisna gerçekleşir ve ikinci turun galibi olan partinin ikinci turda seçilecek milletvekilliklerinin hepsini kanamaması durumu ortaya çıkarsa bu milletvekilliklerini (artan milletvekillikleri) ikinci turun mağlubu olan parti kazanır.
İstisnanın istinası: İkinci turun galibi olan partinin ikinci turda çıkaracağı milletvekili sayısı, her halükarda ikinci turda aldığı oy oranından az olamaz.
ÖRNEK 1 :
Görüldüğü üzere iki turlu, iki listeli seçim sisteminde, birinci turda %1 ülke seçim barajını geçen tüm siyasi partiler seçim çevresi/çevrelerinde başarılı olmaları halinde parlamentoya milletvekili gönderebilmektedir.
İlk turda, A ve B partileri en yüksek oy oranına sahip oldukları için ikinci tura katılmaya hak kazanırlar.
ÖRNEK 1-(Alternatif A- 2. Tur Sonucu)
Kural olarak ikinci turun galibi olan A Partisi'nin ikinci turda seçilecek olan tüm
milletvekilliklerini kazanması gerekirdi. Yani A Partisi'nin ikinci turda seçilecek olan 275 milletvekilliğini de kazanması gerekirdi. Ancak bu kuralı “güçlü bir istisna” gölgelemektedir.
Çünkü A Partisi'nin ikinci turda oyların %65'ini almasından ötürü A Partisi'nin 1. ve 2. turda toplam çıkaracağı milletvekili sayısı, toplam seçilecek milletvekili sayısının %65 oranından fazla olamaz. Yani A Partisi'nin 1. ve 2. turda toplam çıkaracağı milletvekili sayısı, 357 (550.(65/100))
milletvekilinden fazla olamaz. A Partisi 1. turda 115 milletvekili çıkarmıştı. Bu demek oluyor ki A Partisi'nin 2. turda çıkaracağı milletvekili sayısı 357-115=242'dir. Bu durumda 275-242=33 artan milletvekili söz konusudur. Artan milletvekilliklerini ise ikinci turun mağlubu olan B Partisi kazanır. Sonuç olarak,
A Partisi toplamda, 115+242=357 milletvekili kazanır.
B Partisi toplamda, 72+33=105 milletvekili kazanır.
ÖRNEK 1-(Alternatif B- 2. Tur Sonucu)
Hatırlanacağı üzere ikinci turun galibi olan A Partisi'nin birinci ve ikinci turda kazanacağı toplam milletvekili sayısı her iki turda toplam seçilecek milletvekili sayısının %55 oranından az, ikinci turda alacağı oy yüzdesi oranından fazla olamaz. Bu nedenle A Partisi'nin 1. ve 2. turda çıkaracağı toplam milletvekili sayısı 303 (550.(55/100)) milletvekilidir. A Partisi 1. turda 115
milletvekili çıkarmıştı. Bu demek oluyor ki A Partisi'nin 2. turda çıkaracağı milletvekili sayısı 303-115=188'dir. Bu durumda 275-188=87 artan milletvekili söz konusudur. Artan milletvekilliklerini ise ikinci turun mağlubu olan B Partisi kazanır. Sonuç olarak,
A Partisi toplamda, 115+188=303 milletvekili kazanır.
B Partisi toplamda, 72+87=159 milletvekili kazanır.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***