TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 4
CİNSEL TACİZ,
Uluslararası Af Örgütü, gözaltına alınan birçok kadının yakalandıkları sırada erkek polisler tarafından cinsel tacizle tehdit edildiklerine dair ve iki cinsel taciz iddiası konusunda bildirimler aldı. Aşağıda aktarılan iki vakanın mağdurları bu iddiaları polise de bildirerek suç duyurusunda bulundu. En az bir vakanın, Eylem Karadağ’ın şikayetinin şu aşamada polis tarafından olmasa da yetkililerce dikkate alındığı görülüyor. Her iki vakada da polis ya iddiayı yazmayı reddetti ya da şikayette bulunan kişinin karakterine hakaret etti. Hem fiziksel hem
de sözlü cinsel taciz vakalarının çok az bildirimde bulunulması muhtemel.
Eylem Karadağ Uluslararası Af Örgütü’ne 26 Haziran günü Ankara’nın Dikmen semtinde eylem alanında birkaç erkek polis tarafından nasıl gözaltına alındığını, dövüldüğünü ve cinsel tacize uğradığını anlattı.
“İlkadam Parkı’nda bir kahvenin yanında 17 yaşındaki arkadaşım D.K. ile buluştum. Çok fazla biber gazı vardı ve eylemden döndüğümüz için dinlenecek bir yer arıyorduk. Sabaha karşı saat 01.30 gibiydi. Sekiz sivil giyimli ama polis yeleği giyen polis bize doğru geldi ve kollarımızdan yakaladı. Bizi akrebin olduğu tarafa doğru götürdü. Benim başıma, D.K.’nın da sırtına vurdular. Neyle vurduklarını tam olarak bilmiyorum. Sürekli küfrediyorlardı. Polislerden birinin elini göğüsümde hissettim, bilerek yaptığı çok açıktı.
Daha sonra kalçamda ve cinsel organımın üzerinde bir el hissettim. Beni zırhlı araca bu şekilde koydular. Dışarıda böyle yapıyorlarsa içerde bana neler yapabileceklerini düşünerek çok korktum. Amirleri geldi ve ‘Onları ezin’ dedi. Polislerden biri neredeyse üzerimde oturuyordu. Hiçbir şey söylemedim. Polis karakolu gözaltına alındığımız yerden 10 dakika uzaklıktaydı ama bizi bir saat boyunca zırhlı araçta tuttular. Araçtan dışarıya gaz kapsülleri fırlatıyorlardı.
Sonra bizi normal polis araçlarına götürdüler, D.K.’yı birine, beni başka bir tanesine. Yanımda gözaltına alınan başka bir kadın daha vardı. Otobüste yaklaşık yarım saat bekledik. Bizi daha sonra Ankara İl Emniyet Güvenlik Şubesi’ne götürdüler. Polis karakoluna vardığımızda bize yeniden küfretmeye başladılar, ‘Hain, şerefsiz’ diyorlardı.
Beni sağlık kontrolüne götürdüler. Doktora bana vurduklarını söyledim ama herhangi bir iz olmadığı için bunu yazamayacağını söyledi. Yaşadığım cinsel taciz ile ilgili bir şey söylemek istemedim. Polise ifademi verirken bana vurulduğunu ve cinsel tacize uğradığımı anlattım.
İki gün sonra ayrı bir suç duyurusunda bulundum. Savcılıkta ifade verdim. Polis daha sonra benimle ilgili bir basın açıklaması yaparak, üç defa gözaltına alındığımı ve her defasında cinsel taciz iddiasında bulunduğumu söylediler. Gerçekten üç defa gözaltına alındım ancak daha önce cinsel taciz yaşadığıma dair bir iddiada bulunmamıştım. Daha sonra Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’ndan destek verebileceklerini söyledikleri bir telefon aldım. İçişleri Bakanlığı’ndan da konuyu soruşturmak için müffettişlerin görevlendirildiğini ve 19 Ağustos’ta onlara ifade vermem gerektiğini söylediler.”
Deniz Erşahin Uluslararası Af Örgütü’ne 16 Haziran günü Kızılay’da polis tarafından nasıl cinsel tacize uğradığını anlattı.
“16 Haziran günü Ethem Sarısülük’ün (1 Haziran günü polis tarafından vurularak öldürülen gösterici) cenazesinin yapılacağı gün akşam saat 18.00 gibiydi. Polis cenazenin yapılmasına izin vermedi, buna karşı bir eylem yapılıyordu. Eylemin içinde değildim, uzaktan izliyordum.
GİMA alışveriş merkezinin yanında iki kız arkadaşımla birlikte duruyorduk. Orada tanımadığımız başka kişiler de vardı, toplam sayımız 20’yi geçmiyordu. Eylem, Güven Park ve Sakarya Caddesi’nde devam ediyordu. Bizim bulunduğumuz yerde herhangi bir şey yoktu. Polis zırhlı aracı ile gelerek, hiç uyarı yapmadan bize doğru biber gazı kapsülü fırlatmaya başladı. Yüksel Caddesi’ne doğru koştuk ama orada da çevik kuvvet polisi
vardı. Koşarken yere düştüm. Polisin biri beni yakaladı ve çantamı açmamı söyledi. Arkadaşıma copla vurdu. Üçümüz bir aradaydık. Çevik kuvvet polisi ayağımızın dibine biber gazı bombası attı ve gözlerimize biber gazı sıktı. Kaçmaya başladık. Ben tek başımaydım, arkadaşlarımın ne yöne gittiğini göremedim ama ben Karanfil Caddesi’ne doğru kaçtım. Önümde, arkamda her yerde polis vardı. Biber gazı bombası ve ses bombası sesleri geliyordu. Bir çevik kuvvet polisi çantamı aldı ve açtı. İçinde beyaz toz maskesi, Talcid solüsyonu (göz yaşartıcı gazın etkisini gidermek için) ve bir Türk bayrağı vardı. Bunları görünce eylemde olduğumu anladılar. Güven Park’ın arkasında gözaltına
alınanları tuttukları yere götürdüler beni. ‘Orospu’, ‘Domaltıp sikecek bütün polis seni’ gibi küfürler ediyorlardı. Fotoğraf çeken gazeteciler vardı ama polis yine de bana küfretmeye devam etti. Bir polis kalçama dokundu. Yüzüne baktım, gaz maskesi takıyordu. ‘Ne yapıyorsun’ diye sordum ancak devam etti. Fotoğrafımı çektiler, hiçbir şey söylemedim. Polislerden biri ‘Bu orospu niye konuşmuyor’ dedi. Ben ‘Ne diyorsun’ dedim, ‘Kes sesini’ diye cevap verdi. Kadın bir polis beni polis arabasına dayamış ararken, polislerden biri bacaklarıma tekme attı, kafamı iki defa cama vurdular.
Gözaltına alınan dört kişiyle birlikte beni otobüse bindirdiler. Saat akşam 18.30-19.00 gibiydi. Bizi AnkaMall’un yakınındaki Emniyet Genel Müdürlüğü’ne götürdüler. Oraya gittiğimizde bana vurduklarını, tacize uğradığımı söyledim. Ama sadece gülüp dalga geçtiler. 17’si kadın 118 kişiydik. Erkekler bizden çok daha kötü durumdaydı, kıyafetleri yırtılmış, yüzleri kan içinde. Polis bana atfedilen suçlamaların yazılı olduğu bir kağıt imzalatmaya çalıştı. Her şey yazıyordu, ‘hükümeti yıkmak, polise mukavamet, terör örgütüne üye olmak, kamu malına zarar vermek, molotof atmak’. Kağıdı imzalamayı reddettim.
Sağlık kontrolü olmam için götürdüler beni. Doktora tekmelendiğimi söyledim. Bana hiç bakımdan, bir şeyimin olmadığını söyledi. 24 saatten fazla gözaltında tutuldum, daha sonra uzatıldı. İçtiğimiz her su ve yediğimiz her şey için bir kağıda imza atmamızı istediler. Kağıtta ayrıca bir eylemde gözaltında alındığımız yazıyordu. Polise ifade verdim ve suç duyurusunda bulundum. Bana küfredildiği ni ve cinsel tacize uğradığımı söyledim. Polis başta bunu yazmadı. Avukatım kendisi ile tartışınca sonunda yazdı.”
DÖVÜLME,
Uluslararası Af Örgütü’nün alan araştırması yaptığı Ankara, Antakya, İstanbul ve İzmir’de ve eylemlerin yapıldığı diğer illerde çok sayıda kötü muamele vakası bildirildi. Uluslararası Af Örgütü’ne bildirilen kötü muamele vakaları neredeyse tüm eylem alanlarında, polisin yakalama anlarında, resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve resmi gözaltı yerlerine götürüldükleri sırada yaşandı. Uluslararası Af Örgütü’ne resmi gözaltı yerlerinde çok az sayıda kötü muamele vakası iletildi.
Birçok vakada, polis dayaktan önce çantalarında afiş, gaz maskesi gibi şeyler ararken gösterici olduğundan şüphelendikleri kişilere kötü muamele uyguladı (bkz. Deniz Erşahin vakası sayfa 26). Ancak birçok vakada eylem alanlarında göstericilerin yanı sıra sokaktan geçenlerin de rastgele dayak yediği belirtildi. Gazeteciler, avukatlar ya da doktorlar gibi görevlerini yapmak için eylem alanlarında bulunan kişiler de dövülenler arasındaydı. Bazı vakalarda sadece görevlerini yaptıkları için hedeflendiklerine dair kanıtlar mevcut (bkz.
Eylemlerle ilgili haber yapan, göstericilere yardım eden ya da haklarını savunanlara yönelik saldırılar bölümü, sayfa 46). Uluslararası Af Örgütü’nün görüştüğü kişiler gösterici olduğundan şüphelenilen kişilerin ağırlıklı olarak çevik kuvvet polisi tarafından dövüldüğünü ancak sivil polisler (ellerindeki polis telsizi ve coplardan anlaşılan) tarafından da dayak yediklerini aktardı. Polis cop, yumruk, tekme ile ya da diğer şekillerde dövdü. Kelepçeler de kötü muamele uygulamak için kullanıldı. Bazı vakalarda, polis olup olmadığı belli olmayan
sivil giyimli kişiler de göstericileri dövenler arasındaydı (bkz. Eskişehir’de dövülen Ali İsmail Korkmaz vakası, sayfa 38. Korkmaz’ın ölümünden sorumlu tutulanlar arasında hem siviller hem de bir polis var).
Doktorlar ve avukatlar Uluslararası Af Örgütü’ne çok sayıda kişinin dayak yediğini ancak eylemlere katıldıkları ortaya çıkar, gözaltına alınırlar ya da karşı suçlamalara maruz kalırlar korkusuyla suç duyurusunda bulunmadıklarını belirtti. Uluslarararası Af Örgütü’ne açıklama yapan çok sayıda kişi suç duyurusunda bulunmamalarının bir diğer nedeninin sorumluların adalet önüne getirilmesi konusunda hiçbir umutlarının olmaması olduğunu belirtti (bkz. Polisin ihlallerine karşı cezasızlık bölümü, sayfa 35).
37 yaşındaki iki çocuk babası Hakan Yaman, 3 Haziran günü İstanbul’da evinin bulunduğu Sarıgazi semtinde polis tarafından dövüldü.
Akşam saat 22.30-23.00 gibi minibus şoförü olan Hakan Yaman mesaisini bitirmiş evine dönüyordu. Arabasını evinden birkaç sokak öteye park etti ve eve yürümeye başladı. O sırada Demokrasi Caddesi’nin yakınında bir eylem yapılıyordu. Yaman Uluslararası Af Örgütü’ne olayı şöyle anlattı:
“Birkaç yüz metre ötede çevik kuvvet polisini gördüm. İlk başta tazyikli su sıktılar. Sonra karnıma bir biber gazı kapsülü geldi ama yere düşmedim. Yaklaşık beş polis gelip bana vurmaya başladı. Bir tanesi gözüme bir şey sokup gözümü çıkardı. O sırada yerde hareket etmeden yatıyordum. Bir tanesinin ‘Bu gitti, tamamen bitirelim’ dediğini duydum. Beni 10-20 metre kadar sürükleyerek bir ateşe attılar. Sonra gittiler. Ateşten sürüklenerek çıktım. Daha sonra hastaneye kaldırıldım.”
Adli tıp raporuna göre Hakan Yaman başından ve yüzünden ciddi şekilde yaralandı. Burnu, elmacık kemiği ve çenesi kırıldı. Bir gözünü tamamen kaybetti ve diğer gözünde yüzde 80 görüş kaybı vardı. Kafatasından çenesine kadar bir kırık ve ateşe atıldığı için sırtında ikinci derece yanık vardı. Saldırı sırasında bilincini kaybetti.
Bir görgü tanığı saldırıyı cep telefonu ile kaydetti. Videoda iki çevik kuvvet polisi
TOMA’nın yakınında, dört polis de bir kişiyi ateşe sürüklerken görülüyor.
Hakan Yaman şöyle dedi: “Beni öldürmeye çalıştılar. Gösterici olduğumu düşündüler ve beni öldürmeye çalıştılar.” Hakan Yaman cinayete teşebbüsten dava açtı. Ağustos sonu itibariyle Hakan Yaman ve üç polis savcılığa ifade vermek üzere çağrıldı.
Alper Merdoğlu, Taksim Dayanışma Platformu’nda aktif bir rol üstelenen Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı Fizik Mühendisleri Odası İstanbul Şube yönetim kurulu üyesi.
Gezi Parkı’nın boşaltılmasının ardından, Taksim Dayanışma 16 Haziran günü akşam 19.00’da basın açıklaması çağrısında bulundu. TMMOB’a bağlı Fizik Mühendisleri Odası’ndan Alper Merdoğlu ve diğer birkaç kişi basın açıklamasına katılmak üzere yola çıktılar ve Sıraselviler Caddesi’nde 60 kadar polisle karşılaştılar. Alper Merdoğlu Uluslararası Af Örgütü’ne yaptığı açıklamada polisin çevredeki herkese saldırdığını söyledi. Alper Merdoğlu bazıları sivil giyimli yaklaşık beş polis tarafından cop, tekme ve yumruklarla dövüldü. Çevik kuvvet polisi ellerini arkadan metal kelepçelerle bağladı ve suratına biber gazı [spreyi] sıktı. Yere düştüğü sırada tekmelendi ve yumruklandı.
Alper Merdoğlu Taksim Meydanı’nda çevik kuvvet polisinin kullandığı otobüslerin park ettiği yere götürüldü. Orada daha fazla dövüldüğünü ve biber gazına maruz kaldığını söyledi. Uluslararası Af Örgütü’ne: “Ellerimi hissetmeyene kadar kelepçeleri sıktılar. Dışarda otobüslerin arkasında dövdükten sonra tekrar otobüsün önüne götürüp orada da dövdüler. Sonra beni otobüse bindirip arka tarafta dövmeye devam ettiler. Sonra dışarı çıkarıp, başka bir otobüse bindirdiler ve orada da dövdüler. Yaklaşık bir saat boyunca otobüslerde tutuldum. Sürekli dövüp aileme tecavüz tehdidi de dahil küfür ediyorlardı.”
Alper Merdoğlu, 10-15 kişi ile birlikte gözaltına alınan kişilerin tabi tutulduğu rutin sağlık kontrolü için Haseki Hastanesi’ne götürüldü. Alper Merdoğlu Uluslararası Af Örgütü’ne muayene sırasında bir polisin de yanında olduğunu söyledi. Sağlık raporunda basit darpa maruz kaldığı belirtildi. Doktor bir kulak zarının patladığını söyledi ancak sağlık raporunda buna yer verilmemiş. Raporda “kulağında duyma zorluğu, burun köprüsünde morarma, ayağında ve dizlerinde yüzeysel incinme, sol kolunda, omzunda ve sırtında morarma olduğu” yazılı. Sırt ve kafa tomografisi çekildi. Merdoğlu, muayenenin ardından herhangi bir tedavi yapılmadığını ya da önerilmediğini söyledi. Doktor ağrı kesici ilaç da yazmadı.
Merdoğlu daha sonra Fatih’te Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Genel Müdürlüğü’ne
götürüldü. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırı hareket ettiği gerekçesiyle 36 saat boyunca gözaltında tutuldu. Uluslararası Af Örgütü’ne yaptığı açıklamada hastaneye sağlık kontrolüne götürüldüğünde, 17 Haziran akşamı gözaltına alındığında takılan kelepçelerden dolayı parmaklarını hissedemez hale geldiğini söyledi. 18 Haziran sabahı sağlık kontrolünün ardından, Çağlayan Adliyesi’ne götürüldü, akşam 21.00 gibi serbest bırakıldı.
Al Jazeera’da çalışan iki gazeteci Kemal Soğukdere ve Alper Çakıcı, Uluslararası Af Örgütü’ne 17 Haziran günü akşam saat 22.30 civarı polis tarafından dövüldüklerini anlattı.
“Eşimle buluştuk, Sütiş Café’ye çay içmeye gidecektik. İstiklal Caddesi’nin aşağı
tarafından bağırma sesleri geldiğini duyduk. O taraftan bir grup polisin bağırarak bize doğru yaklaştıklarını farkettik. Fotoğraf makinamı çıkarıp fotoğraf çekmek istedim. İki polisin bana doğru koştuğunu gördüm. Hemen arkalarında elinde kalkanı ile başka bir polis daha vardı. Yakamda Al Jazeera kartı vardı. Kartımı göstererek basından olduğumu söyledim. Elinde kalkan olan bana onunla vurdu ve duvara doğru itti. Üç-dört defa vurdu. Daha sonra saçımdan tutarak beni sokağın ortasına doğru çekti [Kemal Soğukdere’nin uzun saçları var]. Onlara sürekli basından olduğumu söylüyordum. İki polis iki taraftan kollarımı tutarak beni eğilmeye zorladılar, diğerleri de coplarla vuruyordu ve sürekli küfrediyorlar dı, orospu çocuğu falan diyorlardı. Saçımı çeken polis bir avuç saçı kökünden kopardı. Bize medyadan olduğumuz için saldırdıklarını düşünüyorum. Sanki
‘Basındanım’ dedikten sonra daha çok vurmaya başladılar.”
Alper Çakıcı Uluslararası Af Örgütü’ne şunları anlattı: “Beni Kemal kadar kötü
dövmediler. Önce bizi ayırdılar. Bir polis elime vurdu ve fotoğraf makinam bozuldu. Daha sonra makineyi onlara vermemi istediler. İçindeki kartı onlara vereceğimi söyleyerek sakinleştirmeye çalıştım. Onlara kartı verdikten sonra bir tanesi ‘Tamam, kartı aldım, şimdi devam edebilirsiniz’ dedi. Yani bizi daha çok dövebileceklerini söyledi.”
Kemal Soğukdere ve Alper Çakıcı İstanbul Savcılığı’nda suç duyurusunda bulundu ve kendilerini döven dört polisin tespit edilmesi için başvuru yaptılar. Ağustos ayı sonu itibariyle savcılıktan hala bir haber çıkmamıştı.
43 yaşında bir spor salonunda eğitmenlik yapan K.O. Uluslararası Af Örgütü’ne İstanbul’da eylem yapılan bir bölgede olduğu sırada polis tarafından dövüldüğünü anlattı.
K.O., 16 Haziran 2013 günü öğlen saat 14.30 gibi arkadaşları ile buluşmak için
Sıraselviler Caddesi üzerindeydi.
Yaklaşık 1,000 kadar gösterici Taksim Meydanına ulaşmak için yürüyüş yapıyordu. Polis göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su ile grubu dağıtmaya çalışıyordu.
K.O. caddenin Taksim Meydanı’na yakın kısmında ciddi bir karışıklık olduğunu, polis ve göstericiler arasında bir çatışma çıkmış olduğunu gördü ve ters tarafa Firuzağa’ya doğru yürümeye başladı. Sivil giyimli bir polis birden suratına yumruk attı.
K.O. başından geçenleri şöyle anlattı: “‘Direnmiyorum, vurmayın’ dedim. Beş altı polis daha üzerime çullandı ve beni dövmeye başladı. Yere düştüm ve kendimi korumak için cenin pozisyonu aldım. 10 cm uzaklıktan yüzüme biber gazı sıktılar. Hala yerde olduğum sırada ellerimi arkadan plastik kelepçeyle bağladılar ve Taksim Meydanı’na götürdüler. Tam olarak kaç kişi olduklarını hatırlamıyorum ama çok sayıda çevik kuvvet polisi vardı. Tekmeleyip, yumrukladılar ve küfrettiler.
Bir noktada jenital bölgemde kan olduğunu farkettim. Penisimden kan geliyordu.”
K.O. Uluslararası Af Örgütü’ne akşam saat 17.00 civarı bir polis otobüsüne konduğunu anlattı. “Otobüste 19 kişi daha vardı, bazıları otobüste dövülmeye devam ediyordu.
Orada yaklaşık iki saat bekletildik. Sağlık kontrolü için hastaneye götürülmeden önce Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Genel Müdürlüğü’ne götürüldük. Emniyet Müdürlüğü’nde bilincimi kaybetmeye başladım. Uzun bir süre sonra Haseki Hastanesi’ne götürüldüm. Doktor bana sivil bir polisin yanında baktı. Hiç muayene etmeden, hiçbir sorunumun olmadığını söyledi.”
K.O. Uluslararası Af Örgütü’ne yeniden Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğünü ancak kanama devam ettiği için tekrar hastaneye götürüldüğünü söyledi. Akşam 18.00 civarı, “darbe nedeniyle idrar yolunda ödem” teşhisi ile idrar torbasından bir ameliyat yapıldı. 18 gün boyunca stent takıldığını ve bu nedenle çalışamadığı nı aktardı. Uluslararası Af Örgütü ile görüştüğü sırada uzun vadeli bir sağlık sorunu yaşayıp yaşamayacağı henüz belli değildi.
26 yaşında mimarlık öğrencisi olan M.E., Uluslararası Af Örgütü’ne Beşiktaş’ta bir revire malzeme götürmeye çalıştığı sırada eylem alanına yakın bir yerde polis tarafından nasıl dövüldüğünü anlattı.
2 Haziran akşamı M.E. evi yaralı göstericilerin tedavisi için revire çevrilen Beşiktaş’taki bir arkadaşını aradı ve ona bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sordu. Gece saat 23.30 gibi onlara yemek götürmek için Üsküdar-Beşiktaş vapuruna bindi.
M.E. Başından geçenleri şöyle anlatıyor:
“Etrafta çok az insan vardı ama her taraf gaz içindeydi. Vapurdan indiğim gibi biber gazından çok etkilendim, o yüzden Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki revire gittim. Orada öğrenciler ilk yardımda bulundular, gözlerim için losyon verdiler. Oradan arkadaşımın evine doğru yola çıktım. Polisin kapatmadığı bir sokak arıyordum. Pazardan biber gazı bombası sesleri geliyordu ama ortalıkta hiç gösterici yoktu. Beşiktaş bomboştu.
Yürüdüğüm sırada yol kenarında dinlenen dokuz ya da on çevik kuvvet polisi vardı, bana eve gitmemi söylediler. Sanırım gösterici olduğumu sandılar. Yürümeye devam ettim.
Sonra bana küfretmeye başladılar. Yaklaşık yedi polis birden üzerime atladı. Dizlerimin üzerine çöktürüp, ellerimi arkadan plastik kelepçe ile bağladılar. Yüzüme yumruk atıp, sürekli bacaklarımı tekmelediler. Sonra beni kaldırıp, ite kaka Kadıköy’e giden vapurların olduğu, önünde bir polis otobüsünün olduğu iskeleye doğru götürdüler. Etrafta hiç kamera yoktu. Oraya vardığımızda beni yumruklamaya devam ettiler.
Beni altı yedi kişinin daha olduğu bir otobüse koyduklarına saat 00.05 civarıydı. Birinin burnu kırılmıştı. Benim de gözüm şişmiş gibiydi. Gözaltında olan başka biri tişörtünü çıkarıp başıma basınç uygulamak için kullandı. Polislere başımın kanadığını söyledi. Başka bir kadın da doktora gitmem gerektiğini söyledi. Ancak polisler hiçbir şey yapmadı. Bizi dövdükleri sırada plastik kelepçeler kopmuştu, yerine otobüste metal kelepçe taktılar. Orada iki saat tutuldum. Gözlerim sürekli sulanıyordu. Tamamen kanlanmış gibi hissediyordum. Daha sonra beşimizi vapurla Balat’a sonra da İstinye Devlet Hastanesi’ne götürdüler. Doktorla tek başıma görüşmeme izin verilmedi, odada iki polis daha vardı. Doktor beni muayene etmedi. Dayak yediğimi söyledim. Gözümün beyaz kısmı tamamen kanlanmıştı. Bir hemşire dizlerimi ve başımı sargıya aldı.
Sabah saat 05.20 gibi barodan gönüllü bir avukatla görüştüm. Polis avukatın yaralarımın fotoğrafını çekmesine izin vermedi. Diğer gözaltında tutulanlarla birlikte tekrar vapura bindirildik ve Beşiktaş’a götürüldük, daha sonra da minibüsle Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne.
Orada da iki saaat bekletildik. İfademiz sabah saat 07.00’de alındı. 07.30’da da serbest bırakıldım.”
5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***