Zaher Sultan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zaher Sultan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2017 Cumartesi

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 7


ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 7



Lübnan Türkmenlerinin Genel Durumu 
Zaher Sultan 

Sayın Başkan, Sayın Katılımcılar. 

Maalesef Suriye’den acı haberler geliyor. Türkmenler her bölgede sorunlar yaşıyor ve artık bu aşamayı geçmemiz gerekiyor. Hep sorun görüyoruz çözüm de bulmamız gerekiyor. Bir sonraki oturumda herkesin bir sorun ve üç çözüm ile gelmesini arzu ederseniz güzel bir veri tabanı elde etmiş oluruz. Ben önce 
kendimi tanıtayım. Lübnan’da yaşayan Osmanlı torunuyum. Dedemin dedesi 24 yıl boyunca Şam valisiydi. Türkmen kelimesinin çok geniş bir kapsamı var. Hocamızın da dediği gibi içinde Giritliler de var. Oytun Bey araştırmasında da bundan bahsetmişti. İlk önce Lübnan’daki Türk varlığının tanımını yapalım ondan sonra tarihinden, kurumlardan bahsedelim. Lübnan’da on bin civarında Türkmen vardır. Erşad Hoca’nın başta söylediği gibi Kuran’da ayeti var ve bir atasözü de bu durumu açıklıyor; “Her dal tek başına kırılabilir ama demet halinde kırılması 
çok zor”. O yüzden bizim tek bir gövde şeklinde olmamız gerekiyor. Giritliler kendi başına toplantılar yapıyor, Lübnan’daki Türkmenler başka oturumlar yapıyorlar. Artık hep beraber Türk varlığı kelimesini kullanmalıyız diye düşünüyorum. Türk varlığı ifadesi içinde hem Türkmenler hem Çerkezler hem Arnavutlar hem Giritliler hem soydaşlar hem Lübnan’da yaşayan Türk vatandaşları mevcut. Gayri resmi sayılarla Türkmenler -Suriye Türkmenleri hariç- 10.000 civarında biliyorsunuz. Suriye Türkleri bir ara Lübnan’a gelip çalışıyordu. Savaş yüzünden gelenlerin sayısı da epey artmıştı. Giritliler tarihi olarak daha eskiden, Osmanlı döneminden gelmişler. Çerkezler zaten Lübnan’da bulunuyordu. 

Bölge 400 yıl Osmanlı’nın himayesinde bulunmuş ve hocamızın da anlattığı gibi zaten bizim topraklarımız. Bizim topraklarımız içerisinde bu vatandaşlara siz artık Türk değilsiniz veya Türkiye’ye bağlı değilsiniz diyemeyiz. Aynı şekilde Arnavutlar da var, soydaşlar da var. 

Trablus içerisinde veya Lübnan genelinde birçok Türk soyadı taşıyan 
kişiler var. Akar Türkmenleri Koşak köyü gibi köylerde yaşıyorlar. Toplamda 
5 bin civarında Türkmen bu köylerde yaşamaktalar. Tabi ki sayı olarak o köylerde yaşayan nüfus daha fazla. Ancak Oytun Beyin araştırmasına 
göre Türkmen köylerinin sayısı olarak bu bilgiyi veriyoruz. 
Bekaa Türkmenleri de bulunuyor iki köy. Lübnan ve Suriye Türkmenleri 
tüm Lübnan’da dağılmış durumda. Giritlilerin çoğu Trablusşam’da, 
soydaşları ise tüm Lübnan’da bulunuyorlar, Çerkezler, Arnavutlar aynı 
şekilde. Mardin’de Mardinli soydaşlarımız Beyrut’ta bulunuyorlar. Tarihe 
baktığımızda Osmanlı döneminden sonra sadece dalga dalga -çünkü tüm 
tarihi 15 dakika içerisinde anlatmamız çok zor- Türk varlığı bölgeye 
göre ayrılmış, kimi köyde kimi şehirde. Köyde yaşayanlara bakıyoruz 
ilk dalga 1943’te Lübnan istiklal vatandaşlığı alanlar. Bazı köylerde mesela Bekaa köylerinde bazı köyler vatandaş olmadılar. Şehirde yaşayanların 
ise %99’u vatandaşlık aldılar. Bir dalga geldi 1940’lı yıllarda Mardinliler Lübnan’da çalışmak için geldiler ve yoğunlukla Beyrut’ta olmak üzere ülkeye yerleştiler. Sonra 1994’de çıkan bir kanun ile herkese vatandaşlık veriliyor, Bekaa Türkmenleri bu kanun ile vatandaş oldular. Hatta Beyrut’ta bulunanlar da. Şimdi bu eğitimi ve okulları nasıl etkiledi? Vatandaşlık almamış olanlar, kendine kapalı bir toplum oluşturdu. Ama vatandaşlık alanlar okula gittiğinden eğitimi biraz daha iyileşti. Mesela yeni vatandaş olanlar ortaokula kadar ancak gidiyorlar özellikle Bekaa vadisinde bulunanlar. Bazı köylerde mesela Akka köylerinde daha fazla %30’u mesela üniversiteye kadar devam ediyorlar. 
Yeni neslin çoğu üniversiteye ulaşıyorlar Mardin’de. Şehirlerdeki durum 
iyi ve oradakiler yüksek ihtisaslara kadar ulaşıyorlar. Türkçe durumu 
nedir? Tabii Türkmence konuşuyorlar Bekaa’dakiler. Kapalı bir toplum 
oldukları için kendi aralarında konuştular ve dillerini muhafaza ettiler. 
Ama Akka’daki gibi vatandaş olmuş Türkmenler artık pek Türkmence 
konuşmuyorlar. Ancak yeni nesil Türkiye’ye gelip, okudukları için ve 
sağ olsunlar MEB’in hocaları gelip ders verdikleri için biliyorlar. İnşallah 
hocalar Bekaa’ya da gelirler. Ama Mardinliler artık nadir ve soydaşlarda 
hiç yok. Türk kültürü de aynı dili gibi kısmen nadir görülüyor ve sonra 
da hiç yok. Şimdi sorunlar nelerdir? Sosyo-ekonomik sorunlar çok fazla. 
Yani Osmanlı’dan sonra bölgeyi yıkmaya çalıştı batılı ülkeler. Hudutları 
çizen Fransız ve İngilizler tamamen Türkiye’yi yıkmak için bunu yaptılar. 
Oradaki ekonomik yapıları çok zayıf kalmış durumda. Lübnanlı Türkmenlerin 
en büyük sıkıntısı aile gelirinin çok düşük olmasıdır. Bu durum eğitim sürecini etkilemektedir. Daha sonra da sağlık ve kültür alanları etkilenmektedir. Aile gelirinin düşüklüğü sebebi ile çocuklar ortaokuldan sonra iş bulup çalışmaya yönelmektedirler. İş bulamayınca köyden şehre göç başlamaktadır, eğitim seviyesi aşağıda kalmakta ve böylece sosyo–ekonomik problemler doğmaktadır. Ama şehir içerisindekiler ilk üçte kalıyor. Bu sorunlara çözüm olarak ilk proje ev hanımlarına eğitim projesidir el sanatları eğitimi. İstatistiklere göre kadınların %98’i ev hanımıdır. O yüzden burada büyük bir açık var, oradan başlayabiliriz. 
Babalara da meslek dallarına göre eğitim verilebilir. Aile kültürel yardım 
yapılabilir ve çocuğa destek verilebilir. Türkiye sağ olsun, Yurt Dışı 
Türkler ve Akraba Toplulukları bursu sağlamakta. Burada bir sorun var 
o da şu ki aile gelirinin düşüklüğü sebebi ile çocukların dersleri zayıf 
kalıyor ve bursu kazanamıyorlar. O yüzden buna da bir çözüm bulunmalı. 
Bunlar bizim Türkmen kardeşlerimiz, aile gelirini yükseltip eğitim problemini çözeceğiz ve böylece notlar yükselecek. Bu gibi projeler için önce Türk varlığının tespitinin yapılması gerekiyor. Bu tespit her ailenin içine girip sorunlarını teşhis etmek ve bilgilerin anket şeklinde kaydedilmesi ile olur. Türk varlığının tespiti sadece Lübnan bölgesinde değil tüm Osmanlı bölgesinde yapılması gereken bir projedir. Çünkü böyle bir veritabanı Türkmen ve soydaşların sorunları eğitim, sağlık, kültür, aile yapısı konularında fikir verir. Aile bilgileri için çok önemli bir örnek vereceğim. Mesela TİKA’nın Lübnan’da bağış yaptığı bir hastane 24 
milyon dolarlık bir hastane, 2010’da açılışını Başbakan yaptı ama hala 
çalışmıyor. Neden çünkü oradaki yönetim Şii’dir ve başlamasına izin 
vermiyor. Çünkü Şii ülke olan İran, Türkiye’nin Lübnan’a ayak basmasını 
istemiyor. Açıkçası bu. Aynı zamanda Suriye’deki savaş İran’ın da 
sorunudur çünkü Esad güçleri çok zayıfladığı için Hizbullah savaşıyor. 
Türk varlığı projesi Türkiye çevresinde şekillenen bölgesel bir çalışmadır. 
Anket detaylı bilgi içermeli ve sonuçlar analiz merkezinde toplanıp 
bölgenin tarihinden bilgi verebilir. Özetlemek gerekirse Türkvaskart 
veritabanı hazırlandıktan sonra tüm coğrafyada yaşayan bölgedeki Türkmenler 
soydaşlar Girit varlığına, Türk varlığının hediyesi gibi olacak. 

Biz sizi unutmadık 80 yıl geçti özür dileriz ama unutmadık. Örneğin 
mavi kart yapılmış çift vatandaşlara veya kimliğini kaybetmiş olanlara. 
Bu kartı örneğin Türkiye’ye geldiğinizde ulaşımda indirim sağlayabilir. 
Bu projeyi Lübnan’da bir Türkmen önerdi. Ama Osmanlı kimliği şeklinde 
önerdi. Çünkü Osmanlı dönmüş gibi hissediyorlar orada. Tabi biz bunu Türk adıyla yapabiliriz. Resim çok acı, Suriyeli kardeşlerimizin Lübnan’daki halini görebiliyorsunuz soğuk havada hala çadırda yaşamaktalar. 
Teşekkür ederim. 

TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASINDA TÜRKMENLER 


Oturum Başkanı 
Habib Hürmüzlü 

Konuşmacılar 

Irak Kürt Bölgesel Yönetiminde Türkmenlerin Durumu 
Aydın Maruf 

Türk Dış Politikasında Suriye Türkmenleri 
Doç. Dr. Mehmet Erol 

Türk Dış Politikasında Irak Türkmenleri 
Bilgay Duman 


Irak Bölgesel Kürt Yönetiminde Türkmenlerin Durumu 

Aydın Maruf, 


Değerli ağabeylerimiz, sevgili katılımcılar, sizleri saygıyla selamlıyorum. 


Ben Irak Türkmen Cephesi adına ORSAM’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyor ve ORSAM çalışanlarına başarılar diliyorum. Ortadoğu Türkmenleri çok önemli bir konudur. Bugün yapmış olduğumuz sempozyumda, Ortadoğu Türkmenlerinin bulunduğu 4 ülkenin adı geçmektedir. Bu ülkeler, Irak, Filistin, Suriye ve Lübnan’dır. Ben bu sempozyumun daha fazla ülkeyi kapsamasını isterdim. Bunlardan biri Ürdün, diğeri ise İran’dır. İran önemli bir ülkedir. 40 milyon Türkmen nüfusu bugün orada yaşamaktadır. Bugün benim sizlerle paylaşacağım 
konu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde Türkmenlerin siyasi durumudur. 
İnşallah bu konuyu sizlere doğru bir şekilde aktarmaya çalışacağım. Erbil 
Türkmenleri de Irak Türkmenlerinin bir parçasıdır. Erbil de Kerkük gibi 
bir Türkmen şehridir. 1438 yılında Türkmeneli komutanının kurduğu 
Karakoyunlu devletinin yönetimine girmiştir. Musul, Altınköprü, Bağdat, Basra’nın ortasında kavşak noktasına kurulu bir şehirdir. Irak Selçukluları idaresinden sonra 1144 yılında Erbil Atabeyliği’nin başkenti olmuştur. Bu kısa bir tarihi özetti. 1991 yılından sonra Erbil’in durumuna bakarsak; bu yıldan evvel Kerkük’te ya da diğer Türkmeneli bölgelerinde olduğu gibi Erbil’de siyasi bir hareket olmamıştır. Sadece sosyal ve kültürel çalışmalarda bulunulmuştur. 1974 yılında Saddam Hüseyin zamanında Türkmen Kardeşlik Ocağı Erbil’de kurulmuştur. Bugün bu kurum varlığını hala devam ettirmektedir. 1991 yılından sonra ise durum değişmiştir. 1991’den sonra Irak Milli Türkmen Partisi Erbil’de, 
Şaklava’dan siyasete başlamıştır. Bu parti 1992 yılında siyasete Erbil’de 
girdikten sonra, ilk defa 1993 yılında Erbil’de Doğuş adında bir Türkmen 
okulu açıldı. Bu önemli bir gelişmedir. Kifri’de de Karaoğlan Okulu açıldı. Yani bu dönemde iki tane Türkmen Okulu açıldı. Kayıt sayısı on bine ulaştı. Bu sayı büyük bir sayıdır. Çünkü şu anda 15 okul olmasına rağmen toplam kayıtlı öğrenci sayısı ORSAM’ın ve bizim yaptığımız araştırmalara göre 1700 civarındadır. 

Ardından bölgede kurulan siyasi partiler çoğaldı. Doğal olarak fikir aykırılıkları 
da ortaya çıktı. İşte o dönemde Türkmeneli Cephesi gibi Irak Milli Türkmen Partisi de ayrılma noktasına geldi. Akabinde 24 Nisan 1991’de Irak Türkmen Cephesi kuruldu ve üç yıl boyunca çok yoğun çalışmalar yaptı. Bundan rahatsız olan birçok kesim vardı. 1995 senesinde Erbil’de Türkmen Cephesinin yardımıyla Türkmen okullarımızın sayısı 15’e ulaştı ve şu anda da bu çalışmalar devam ediyor. Bizim Kuzey Irak’ta gördüğümüz tablo şudur; Türkiye ile Kuzey Irak arasındaki ilişkiler iyi olmasına rağmen -siyasi partiler ve okullar ayrı tutarsak- Erbil’deki Türkmenler hala milli haklarını elde edememişlerdir. Türkiye ile herhangi bir ülke arasındaki ilişkiler iyi olduğu zaman bu durum orada yaşayan 
Türkmenlerin durumuna da yansır. Bu durum yadsınamaz bir gerçektir. 
Mesela şu an Suriye ile olumsuz bir ilişki var ve oradaki soydaşlarımızın 
durumu iyi değil. Biz bunu Erbil’de yaşadık. Bugün Erbil dışında yaşayan Türkmenlerden örneğin Kerkük ve Musul’daki Türkmenlerden bizim durumumuz hem güvenlik hem de siyasi durum bakımından daha iyidir. Çünkü o bölgeyle Türkiye’nin ilişkileri iyidir. Irak Türkmen Cephesi’nin birtakım çalışmaları oldu, fakat bu süreçte özellikle PKK tarafından yapılan silahlı saldırılara hocamız değinmedi. Bu saldırılar, Talabani başkanlığındaki KYB ve Barzani başkanlığın daki KDP tarafından gerçekleştirilmiştir. O dönemde Irak Türkmen Cephesi bağımsızlığını korumaya çalıştı. Söz konusu dönemde birisi İran’dan, diğeri Bağdat’tan destek almaya çalıştı. 31 Ağustos günü Peşmergeler Bağdat’tan destek alarak Erbil’e girdiler ve tarafsız olmamıza rağmen bizim yaklaşık 50 gencimizi şehit ettiler. Bu olayların dışında da Türkmenlere silahlı saldırı yapılmıştır. 1991’de Altınköprü’de, 1996 ve 1998’de Erbil’de saldırılar 
oldu. 1998 bizim için önemlidir. O dönemde Irak Türkmen Cephesi’nin 
siyasi gücü üst düzeydeydi. 31 Ağustos saldırısının nedeni de budur. 
Arapça bir kitapta 1998 saldırısından bahsedilmektedir. Irak Türkmen 


Cephesi Erbil’de, Türkiye’nin desteğiyle çok yoğun faaliyetlere başladı. 
Irak Türkmen Cephesi Erbil’i ikinci Türkmen şehri yapmak istiyordu. 
Dönemin istihbaratı Kürt yönetimine bu bilgiyi verdi. Irak Türkmen Cephesi 
o dönemde ikinci Kerkük vakasını yaşamıştır. Irak Hükümeti Irak 
Türkmen Cephesi’nin çalışmalarından rahatsız oluyordu ve KDP’den on 
gün içinde Irak Türkmen Cephesi’ne saldırı düzenlemesini istedi. Bunun 
sonucunda da 30 Ağustos gecesinde saldırı düzenlenmiştir. Bu saldırının 
nedenini biz de sonra öğrendik. Çünkü Türkiye’nin Irak Kürtleriyle 
arası çok iyidir. O dönemde Erbil, Kerkük’teki gibi farklı politikalarla 
karşı karşıya gelmedi. Erbil’deki Türkmen nüfusu hakkında çok sayılar 
verilmiştir, ama bizim orda neden sayımız görünmüyor? Çünkü orada 
sessizce Türkmen varlığı katlediliyor. Bugün KDP ve KYB listelerinde 
5-6 Türkmen aday var, İslamcılar içinde de öyle. Hepsi birlikte elli 
bin oya yaklaşmaktadır. Geldiğimiz noktada 2005’te kapanan büroları, 
2011 yılında tekrar açtık. Irak Türkmen Cephesi neden Kuzey Irak’taki 
oluşuma o dönemde katılmadı da şimdi katıldı? Çünkü o dönem gerekli 
değildi ama şimdi gerekli olduğu değerlendirilmiştir. Bu karar Irak 
Türkmen Cephesi’nin bağımsız bir kararıdır ve biz bunun faydalarını 
gördük. Şimdi orada da temsilcilerimiz var. 6 ay içinde 2 parlamentoda 
da temsil ediliyoruz. Erbil’de, Osmanlı İmparatorluğundan bu yana ilk 
defa Türkçe hutbe okundu. Bu çok doğal bir haktır ve olması gerekendir. 
Bu Irak Türkmen Cephesi’nin çalışmalarının sonucudur. Kerkük’te de var 
Musul’da da var ama oralarda resmi bir karar. Biz bir bakanlıkta temsil 
ediliyoruz. Bunun yanında Türkmen işlerinden sorumlu bir danışmanlık 
da kurulacaktır. Bu nedenle bizim çalışmalarımız olumlu yönde gidiyor. 
Ben tüm bu gelişmelerden çok memnun oldum. 

Teşekkür ederim. 


Türk Dış Politikasında Suriye Türkmenleri 
Doç. Dr. Mehmet Erol 

Geçtiğimiz yetmiş yıllık Türkiye-Suriye ilişkileri, Türkiye’nin Suriye Türkmen lerine yönelik izlediği politikanın seyrini ve derinliğini doğrudan etkilemiştir. Aslında Suriye’nin bağımsızlığını kazandığı 1946 yılından 2011 yılı sonuna kadar reel bir politikanın varlığından söz etmek zordur. Belirgin bir politikanın olmayışı; Suriye’nin bu yıllar arasındaki yönetimi ve Türkiye’ye karşı tutumuyla yakından ilgilidir. Bu nedenle iki ülke arasındaki ilişkileri anlamak, en azından hatırlamak, bahsi geçen yıllardaki politikasızlığın nedenlerine ışık tutacaktır. Bu çerçevede, 
konuşmamızda Türkiye-Suriye ilişkileri dönemler altında kısaca verilecek ve dönemler içinde, varsa Türkiye’nin Suriye Türkmenlerine dair algısı 
değerlendirilecektir. 

Türkiye-Suriye ilişkilerini gösterdikleri karakteristik özellikleri bakımından dört dönem altında ele almak mümkündür. 

1. Türkiye Cumhuriyetinin ilk yılları ile Fransız manda yönetimi arasındaki ilişkiler. 
2. Suriye’nin kurulduğu 1946’dan 2000 yılına kadar olan dönemdeki ilişkiler. 
3. 2000-2011 yılları arası ilişkiler. 
4. İç savaş dönemi ilişkiler (2011’den günümüze) 

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Yılları İle Fransız Manda Yönetimi Arasındaki İlişkiler Bilindiği üzere, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile 
Suriye’den Türk birlikleri çekilmiş, 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması ile de Sykes-Picot Anlaşması gereğince Mersin, Adana, Hatay, Antep, Maraş, Urfa illeri ve Suriye-Lübnan Fransızlara bırakılmıştır. (Yavuz 2005: 232-249) 

1918’in sonunda Anadolu’da başlayan Kuvayı Milliye Hareketi (İlk direniş, Güney Cephesi’nde Dörtyol’da 19 Aralık 1918’de Fransızlara karşı başlamıştır) kısa zamanda, özellikle Halep ve çevresinde de teşkilatlanmıştır. Halep’teki direniş Halep Heyeti-i Merkezi adıyla örgütlenmiş; gerek bölgedeki aşiretler ve gerekse Fransızların faaliyetlerine karşı düzenli bilgi akışı sağlamıştır. (Dağ 2010) Bölgedeki bu oluşumların örgütlenmesinde Ankara hükümeti destek olmuştur. Bu bağlamda Mustafa Kemal Paşa tarafından kolordulara gönderilen bir talimatta, “Halep Kuvayı Milliye’nin Islahiye vasıtasıyla tesis edilecek irtibatla yardımlaşmanın temin edilmesi” istenmiştir.1 

   Bu oluşumların Fransızlara karşı askeri anlamda başarılar elde edişi, Türkiye’deki milli mücadeleye büyük katkı sağlamıştır. Halep ve çevresindeki 
mücadele adeta Anadolu’daki mücadelenin bir devamı niteliğinde olmuştur. Ankara Hükümetinin Halep’teki söz konusu oluşumlara ilgisi ve desteği, bölgede Türkiye ile birleşme isteğinin belirmesine de sebep olmuştur. (Özçelik 2005: 52) 

Ne var ki bu uğraşlar ve başarılar kesin neticeyi değiştirecek güçte olmamış, Hatay dışındaki Türk yerleşim yerleri Ankara (20 Ekim 1921) ve Lozan Anlaşmalarıyla (24 Temmuz 1923) Türkiye sınırları dışında bırakılmıştır. Her ne kadar sınırlar dışında kalan Türk nüfusunun yaşadığı yerlerin vakit geçirmeden Türk topraklarına katılması için gerekli çalışmaların yapılması fikri Ankara Hükümetince kabul edilmiş olsa da artık geriye dönüşü olmayan bir yola girilmişti. (Gönlübol 2007: 139) 

Lozan Anlaşmasından sonra Türkiye ile Suriye ilişkilerinin yoğunluğu sınır düzenlemeleri ve özellikle de İskenderun Sancağı ile ilgili olduğu görülür. (Yavuz 1999) İskenderun Sancağı bir otonomi yönetimi ile Fransa tarafından 1921’de Halep manda devletçiğine bırakılmıştır. İskenderun Sancağı’nın bu otonom yapısı, Ankara Hükümetinin Fransa ve Milletler Cemiyeti nezdinde uyguladığı politikalar sayesinde 7 Ekim 1938’de Hatay Devleti’nin kurulması, 29 Haziran 1939’da da Türkiye’ye katılması ile sonuçlanmıştır. (Yavuz 2005: 265-297) 

Hatay’ın bağımsızlığı ve Türkiye’ye katılma süreci diğer bölgelerdeki Türklerin geleceği konusunu tekrar gündeme getirmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’yi yanlarına çekmek isteyen müttefiklerin planlarından biri Türkiye’nin Halep dahil tüm Kuzey Suriye’yi işgal etmesi olmuştur. 
1941 yılında Halep’teki Türklerin ayaklanıp kaleye Türk bayrağı çekmeleri ve Türkiye’ye katılma isteklerini ortaya koymaları bu çerçevede cereyan etmiştir. Ancak, Ankara Hükümetinin tereddütleri yüzünden bu plan işlememiştir. Bu planın dillendirilmesi ve Hatay’ı kaybetmiş olmanın yarattığı ruh hali, Suriye’deki Türk kökenli azınlığa karşı olumsuz bir tutumla kendini hissettirmiştir. (Dağ 2010) 

Yukarıda kısaca özetlenen olaylar, Türkiye ile Suriye ilişkilerinin ilk dönemini oluşturur. Bu dönem, Suriye açısından sürekli gündemde tutulacak ve iki ülke arasındaki yaklaşık yetmiş yıllık ilişkilerin boyutlarını belirleyecek olan, Hatay’ın Türkiye’ye katılması ile Türkiye’nin başarı sağladığı bir dönem olarak kabul edilebilir. Ne var ki, aynı zamanda sonradan misak-ı milli sınırları içine dahil edilmiş olan Halep’in de kaybedildiği bir dönemdir. Yine 1921 Ankara Antlaşmasıyla Türkmenlere tanınan haklar da Suriye’nin bağımsızlığı kazanması ile ortadan kaldırılmıştır. 

2. Suriye’nin Kurulduğu 1946’Dan 2000 Yılına Kadar Olan Dönemdeki İlişkiler 1946 yılında bağımsızlığını kazanan Suriye, Türkiye tarafından aynı yılın Haziran ayında tanınmıştır. (Yavuz 2005: 311) Bağımsızlık sonrası dönemde (1946-1970 arası) Suriye, darbeler ve karşı darbelerin yaşandığı istikrarsız bir dönem geçirmiştir. 1963 yılında Arap Sosyalist Baas Partisi darbeyle yönetimi ele geçirmiş, 1966 ve 1970 yıllarında ise parti içi darbeler yaşanmıştır. 1970 yılındaki darbeyi gerçekleştiren dönemin Savunma Bakanı Hafız Esad önce kendini Başbakan ilan etmiş, ardından 1971 yılında düzenlenen ve tek aday olarak katıldığı referandumda Cumhurbaşkanı olmuştur.2 

Bu dönem Türkiye-Suriye ilişkilerinin adeta yok hükmündeki bir dönemidir.3 

Bu dönemde iki ülke ilişkilerinin durağan olması, hatta Suriye tarafının hasmane bir tavır sergilemesi, Türkiye ve Suriye’nin Soğuk Savaş döneminde (1947-1990) ayrı bloklarda yer alması ve Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının Suriye’de yarattığı psikolojik travmaya bağlanabilir. Bu durumun yarattığı travma, 2008 yılına kadarki Suriye yönetimlerinin haritalarına Hatay’ı dahil etmeleri şeklinde devlet aklı ve halk gündeminde sürekli olarak diri tutulmaya çalışılmıştır. 

Türkiye-Suriye ilişkilerinde gerginliğe sebep olan bir başka konu da Türkiye’nin 1980’de Güneydoğu Anadolu Projesine başlamasıdır. Türkiye, Fırat Nehri’nin sınır aşan sular hukuku kapsamında değerlendirilmesini isterken Suriye, topraklarından geçen Fırat’ın uluslararası sular kapsamında değerlendirilmesini talep etmiştir. (Yavuz 2005) 

Çeşitli etnik gruplardan oluşan Suriye, bağımsızlığını kazandığı gündenitibaren uluslaşma çabası içine girmiş, dolayısıyla kuruluşundan itibaren etnik gruplar yok sayılmıştır. Türkiye ile olan tarihi ve akrabalık bağları dolayısıyla özellikle Türkmenleri zayıf noktaları olarak gören Suriye yönetimleri, ülke genelindeki Türk soylu nüfusu her yönden baskı altına almıştır. Bu çerçevede Türkçe yayın yasağı getirilmiş, 1950’li yılların sonlarında toprak reformu bahanesiyle Türkmenlerin topraklarının önemli bir kısmı ellerinden alınmıştır. Bu ve benzeri uygulamalarla Suriye hükümetleri bir tarihi hesaplaşma tavrıyla faturayı Türkmenlere ödetmiş oluyordu. Böylesi bir ortamda Türkmenler nüfusları oranında devlet kademelerinde temsil edilememiş; ülkenin siyasi, ticari ve eğitim hayatında gereken düzeyde etkili olamamışlardır. 

Söz konusu dönemde Suriye, sadece Türkmenler üzerinden intikam almakla yetinmemiş, PKK terör örgütüne 1985-1999 yılları arasına yardım ve yataklık da etmiştir (Suriye kontrolündeki Bekaa Vadisi ve Şam’da ikamet). Türkiye’nin 1998 yılında yaptığı sert açıklamalar işe yaramış, terörist lider aynı yılın 9 Ekiminde ülkeden çıkarılmıştır. Bu olayın hemen akabinde 20 Ekim 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı ile Suriye PKK kamplarını kapatmıştır. Bu güvenlik antlaşması ile iki ülke arasında 12 yıl kadar sürecek tarihte olmadığı kadar bir yakınlaşmanın kapıları aralanmıştır. 

3. 2000-2011 Yılları Arası İlişkiler (Normalleşme Süreci): Hafız Esad’ın 10 Haziran 2000’de ölmesi üzerine, o sırada 34 yaşında olan oğlu Beşar Esad’ın Cumhurbaşkanı olabilmesi için Anayasada değişiklik yapılarak Cumhurbaşkanlığı yaş sınırı 40’tan 34’e indirilmiş ve Beşar Esad 2000 ve 2007’de art arda iki kez Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Beşar Esad’ın iktidara gelmesinden hemen sonra Suriye’de demokratikleşme, insan hakları ve ifade özgürlüğü alanlarında kısa süren nispi bir iyileşme dönemi yaşanmıştır. “Şam Baharı” olarak adlandırılan bu dönemde, Ulusal İlerici Cephe içinde yer almayan grup ve partilerin kamuya açık toplantılar düzenlemelerine ve farklı görüşler seslendirmelerine imkan tanınmıştır. Ancak, bu dönem 2001 Şubat ayında iki bağımsız milletvekilinin siyasi reformlar talep etmeleri nedeniyle “Anayasayı değiştirmeye teşebbüs suçundan” yargılanarak hapse atılmalarıyla sona ermiştir. Bu tarihten itibaren, Cumhurbaşkanı Esad, Suriye’nin dış politikada karşılaştığı sorunları da ileri sürerek siyasi reformları bir kenara bırakmış ve ekonomik alanda tedrici reformlara yönelmiştir.4 

1998 Adana Mutabakatının hazırladığı zemin üzerinden Beşar Esad’ın 2000-2011 yılları arasındaki döneminde Suriye-Türkiye ilişkileri güvenlik, ticaret, ekonomi, siyaset ve kültür alanlarında dikkate değer bir iyileşme seyrine girmiştir. Ayrıca, Irak’ı işgal sürecinde ABD askerlerinin Türkiye topraklarını kullanmasına dair 1 Mart (2003) tezkeresinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde reddedilmesi, Irak işgaline karşı olan Şam ile Ankara’nın yakınlaşmasında rol oynamıştır. İki ülke arasında bu dönemdeki yakınlaşma çerçevesinde değerlendirebileceğimiz ilkler 
yahut önemli gelişmelerden bazıları şunlardır: 

- 2000 yılında Gaziantep ile Halep Üniversiteleri arasında yapılan eğitim işbirliği anlaşması gereği Halep Üniversitesinde Türk Dili Öğretimi Merkezi açılarak eğitime başlanmıştır. Yine 2005 yılında Halep Üniversitesi İnsani Bilimler Fakültesinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmıştır. 
- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 13 Haziran 2000 tarihinde Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmıştır. Hemen ardından Suriye Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam, Ankara’yı ziyaret etmiştir. 
- 17 Şubat 2011’de Türkiye-Suriye Teknik ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. 

-Nisan 2003’te Türkiye, Suriye ve İran, bağımsız bir Kürt devletinin engellenmesi konusunda irade beyanı niteliğinde üçlü bir anlaşma imzalamıştır.5 
- 6-8 Ocak 2004 tarihleri arasında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Türkiye’ye resmi ziyarette bulunmuştur. 
- Suriye, 13 Ocak 2004’te aldığı kararla Türk sanayicilerine, işadamlarına ve tüccarlarına, Suriye’nin tüm sınır kapılarından vize alma hakkı ve kolaylığı sağlamıştır. 
- 22-23 Aralık 2004’te Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye Başbakanı Naci Otri’nin resmi davetlisi olarak Suriye’ye bir ziyaret gerçekleştirmiş; bu ziyaret sırasında Türkiye-Suriye Serbest Ticaret Antlaşması imzalanmıştır. 
- 13-14 Nisan 2005 tarihlerinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Suriye’de resmi temaslarda bulunmuştur. 
- 2006’da Türkiye Devlet Planlama Teşkilatı ve Suriye Arap Cumhuriyeti Planlama Komisyonu, karşılıklı işbirliğinin amaçlandığı Türkiye-Suriye Bölgelerarası İşbirliği Programını hayata geçirmişlerdir. Program çerçevesinde fiziki altyapının iyileştirilmesi, sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi, ekonomik ortamın iyileştirilmesi gibi ana başlıklarda, turizmden ticarete, eğitimden spora kadar birçok alanda karşılıklı projeler yürütülmüştür. 
-19 Nisan 2007 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı ile Suriye Cumhuriyeti Evkaf Bakanı arasında Süleymaniye Külliyesinin korunmasına dair protokol imzalanmıştır.6 

Bu protokol çerçevesinde 2008 yılında Süleymaniye Külliyesi’nin restorasyonu için anlaşma imzalanmıştır. 

- 2008 yılı içinde Türkiye, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapmıştır. 
- 16 Eylül 2009’da Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Başbakan Erdoğan’ın davetlisi olarak Türkiye’yi ziyaret etmiş, bu ziyarette Türkiye–Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kurulması kararlaştırılmış; aynı gün, Türkiye ile Suriye arasında vizeleri kaldıran anlaşma imzalanmıştır. 
- 12–13 Ekim 2009’da Halep ve Gaziantep’te düzenlenen Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Birinci Bakanlar Kurulu Toplantısı’nda ilişkilerin kurumsal altyapısının inşa edilmesine dair önemli adımlar atılmıştır. 
- Ekim 2010’da Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile Suriye Ulusal Petrol Şirketi’nin ortak petrol arama şirketi kurmasına ilişkin protokol kabul edilmiştir. 
- 2009 ve 2010’un Nisan aylarında, iki ülke kara kuvvetleri arasındaki dostluk, işbirliği ve güveni pekiştirmek için üçer gün süren ortak askeri tatbikatlar yapılmıştır. 
- 6 Şubat 2011 tarihinde Asi Nehri üzerinde kurulacak Dostluk Barajı’nın temelleri atılmış ve bu gün “Türkiye-Suriye dostluk günü” olarak ilan edilmiştir. 

Suriye Devleti’nin bağımsızlığından 1998’deki Adana Mutabakatı’na kadar olan süreçte iki ülke ilişiklerine bakıldığında yaşanan bu gelişmeler baş döndürücü niteliktedir. Bu dönemde, Türkiye-Suriye arasında başta ticaret olmak üzere, kültür, turizm, güvenlik, gümrük, ulaştırma, tarım gibi birçok alanda ortak projelerin gerçekleştirilmesi sağlanmıştır. İlişkilerin bu derece ilerlemesi şüphesiz Türkiye ve Suriye’nin menfaatine olmuştur. Ancak, takip edebildiğimiz kadarıyla, Suriye Türkmenlerinin durumu bu olumlu süreçte gündeme getirilmemiş yahut Türkiye bölgedeki yeni partnerini ürkütmemek adına bu konuyu açmamıştır. Yine de iki ülke arasında normalleşen ilişkilerden Suriye Türkmenleri de dolaylı 
olarak olumlu anlamda etkilenmişlerdir. 

Hayata geçirilememiş olsa da Şam’da yaşayanlar, bir Türkmen kültür merkezi açma çabasına girmişlerdir. İlk olarak Halep Üniversitesinde, daha sonraki yıllarda da diğer şehirlerdeki üniversitelerde Türkçe Öğretim Merkezlerinin açılması Suriye’deki üniversiteli Türkmen öğrencilerde moral ve motivasyon sağlamıştır. Türkiye’den gelen akademisyenler aracılığıyla bir taraftan lisansüstü eğitim için Türkiye’ye gidebilme fırsatları yakalarken, bir taraftan da Türk tarihi ve kültürü ile ilgili yayınları kendi imkanlarıyla Arapçaya çevirip yayınlamaya başlamışlardır. Aynı zamanda Türkiye tarafının akademisyenleri Suriye Türklüğünü adeta yeniden keşfedip tarihi, sosyal ve kültürel hayatlarına dair akademik çalışmalar yapabilmişlerdir. 

İlgili antlaşmalarla ticari, vizelerin kaldırılması ile de turistik hareketliliğin artması Suriye’deki Türkmenlerin Türkiye ile ilişkilerini arttırmıştır. 
Ancak ülke liderleri arasındaki yakın ilişkilerin yaşandığı bir dönem olan bu yıllarda da, Türkiye’nin bilinen bir Türkmen politikası söz konusu değildir. 


8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


.

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 5


ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 5







SURİYE, LÜBNAN, FİLİSTİN TÜRKMENLERİNİN GENEL DURUMU 

ABD İşgalinden Sonra Irak Türkmenlerinin Siyasi Durumu 

Saadettin Ergeç 

     2004 yılının başlangıcında yapılan seçimde Barzani’nin seçmen kütüğüne ilave yapılmasını ısrarla istemesi, aksi takdirde seçime girmeyeceğini belirtmesi sonucu seçmen kütüğüne 87.000 isim ilave edildi. 87.000 isim ilave edildikten sonra seçim yapıldı. Bunun neticesinde ne şekilde sonuç çıktığını tabi ki sizler biliyorsunuz. Durum bu şekilde devam etti ve biz bu seçimleri de protesto ettik. Hiçbir zaman siyasi hareketlerden geri kalmamak için ağırlığımızı değil de varlığımızı ispat etmeye çalıştık. 2004 yılının son ayının ortalarında anayasa çıkarıldı. 
Daha sonra anayasa oylamaya sunularak millete indirildi. Biz anayasayı okuduğumuzda ne kadar tehlikeli olduğunu gördük. Bu anayasa bizim 
için büyük bir tehlike arz eder diye ifade etmemize rağmen seçimlerde onaylandı. Böylece anayasa oylama sonucu geçirildi. Geçirilmesi de 
bir oyun sonucu olmuştur. Çünkü bu anayasanın içerisinde bir madde bulunmaktadır. Bu maddeye göre üç vilayet bu anayasayı reddederse 
anayasa reddedilmiş olur. Kesin olarak bildiğimize göre üç vilayet bunu reddetti. Ancak Musul’un reddetmediğini (uzun bir süreç içinde yapmış oldukları değişiklik sonucu) izah ederek, anayasayı geçirmiş oldular. Anayasa bizim üzerimizde bir sorumluluk yarattı. Çünkü anayasa içerisinde Irak Türkmenlerinin ismi geçiyordu. Bazı arkadaşlarımız; Türkmenlerin isminin anayasa metninde geçtiğini ve bu yüzden bu anayasanın Türkmenler için güzel olduğunu belirttiler. Oysaki anayasada sürekli Türkmenleri küçültmek ve azınlık statüsüne koymak gayesi göze çarpmaktadır. Verilen haklar da zaten o şekilde olmuştur. O anayasa içerisinde Irak’ın resmi dilinin Kürtçe ve Arapça oluşu ifade edilmiştir. 
Bize gelince yine diğer azınlıklar ile birlikte sadece ismimiz zikredilmiştir. 

Sonra anayasanın içine konulması mümkün olmayan bir madde anayasaya koyuldu- bir şehrin geleceğini tespit etmek için madde zannedersem 
anayasaların hiçbirinde bu tarz bir madde bulunmamaktadır- bu madde 

140. maddedir. 140. madde içerisinde üst zaman tespit edilerek, 3 aşamada Kerkük’ün geleceğini tespit etme hükme bağlanmıştır. Birinci aşamada normalleştirme, ikinci aşamada nüfus sayımı, üçüncü aşama da ise referandum yapılacaktı. Biz normalleştirmeyi o zaman o şekilde izah ettik. Normalleştirme göç ettirilenlerin geriye gönderilmesi, mevcut olan arazilerin sahiplerine verilmesi ve Kerkük’ün geçmişte bozulan demografisinin normale döndürülmesi olarak düşünülürken maalesef o normalleştirme bize göre anormalleştirme olarak gerçekleşmiştir. Çünkü gerçekte orada sayı arttırılarak, Kürtlerin memleketi işgal ettiği ortaya çıkmıştır. Maliki hükümeti kurulduğu zaman, bu maddenin hükümetin programına girmesi bizim için şaşırtıcı oldu. Hükümet programında bu madde sınırlandırılmıştır. Bu maddenin geçerliliği 2007’nin 12. ayının 31’inde bitecektir. Bunların zaman dilimi içerisinde gerçekleştirileceği belirtilmiştir. Bu durumu protesto ettik. Bu maddenin konuşulduğu gün 
salonu terk ettim ve bir basın toplantısı yaptım. 140. maddenin tatbik edilmesi mümkün değildir. Anayasanın içerisinde 142. madde vardır ve 140. madde 142. maddeye tabidir. Değiştirilmesi mümkündür. Dolayısıyla uygulanması mümkün değildir diye belirtmemize rağmen kimse bizi dinlemedi. Fakat mümkün mertebe arkadaşlarla bu duruma karşı durduk. Kerkük meselesi herkes tarafından bilinmektedir. Irak’ın günlük meselesidir. 

Kerkük meselesi Irak’ın geleceğidir, Ortadoğu’nun bile anahtarıdır. Irak’ın meselesi zaten Ortadoğu meselesidir. Kerkük maalesef öyle bir memlekettir ki, her taraftan baskı altındadır. Keşke bizim toprağımızın altında petrol olmasaydı. Keşke gelip bizim petrolümüzü alsalar da toprağımızı bize geri verseler. Bir toplantıda basın mensuplarından biri bize bir soru sordu; Kerkük kimindir? Çünkü Kürtler Kerkük Kürtlerindir diyor Araplar da Kerkük Araplarındır diyor. Sizler de Kerkük Türkmenlerindir diye izah ediyorsunuz dedi. Bizim o zaman için cevabımız şu şekilde oldu. Kerkük’ün altındaki petrolü çeksinler, toprağın üstünde kalan kim ise Kerkük onundur. Çünkü hakikaten bugüne kadar biz Kerkük’ü hiçbir zaman zor zamanda ve iyi zamanda terk etmedik, bırakmadık. Zamanında Kerküklüler göç ettirilmelerine rağmen yine de Kerkük’te kaldılar. 

Çünkü Kerkük’ün sahibi olmayanlar zor zamanda hemen Kerkük’ü terk ederler. Bu böyledir. Ama bugün için o kadar ağır bir şekilde üzerimize geldiler ki, hakikaten memleketimiz insanımız zor şartlar yaşıyor. Kerkük zor şartlarda yaşıyor, Türkmen ili bölgesi zor şartlarda yaşıyor. Kerkük’te bazı kesimlerin istediği durumlar gerçekleşirse mutlaka ve mutlaka Irak da parçalanma meydana gelir. Bu bir hakikattir. Biz bunu her zaman söyledik; Irak’ın birliği için Kerkük ve kardeşlik için Kerkük. Ama maalesef birileri bizim Türkmeneli bölgesi üzerinden devlet olmak istiyor. Bu nedenden dolayı da memleket üzerine, insanlarımızın üzerine aşırı bir şekilde saldırı var. Telafer zamanında 2004’te bir toplantıda dile getirdim. Telafar, Kerkük ve bütün Türkmeneli bölgesi ciddi bir saldırıyla karşı karşıya kalmıştır. Bizim insanlarımız bu saldırıyı yalnız 
başına durdurmak ve geri püskürtmek imkanına hakikaten sahip değildir. Türkmenlerimiz güçsüzdür ve silahlı güçleri yoktur. Irak’ta Peşmerge’yi 
hem hükümetin içine hem de ordunun içine getirdiler. Şu an her şey Kürtlerin istedikleri şekildedir. Sanki Amerika’nın gelişi Kürtler için gerçekleşmiştir. Bu durum Kürtlerin baharı oldu. Bizler ülkede herkesin adalet içerisinde güzel bir şekilde yaşamasını isteyen bir toplumuz. Böyle bir toplum olarak da bizlerin insanların hak ve hürriyetine karışmamız söz konusu değildir. Ama adaletin olmadığı bir yerde de hiçbir zaman ne kardeşlik olur ne hak ne de istikrar olur. Biz bunu kesin olarak biliyoruz. Bizim çıkarmış olduğumuz bazı maddelerimiz de vardı. Onların içinde 140. maddeye karşı yapmış olduğumuz maddeler de vardı. Uzun bir süre içerisinde çıkarmış olduğumuz 23. madde için bir günde federal 
mahkemeye müracaat edildi. İçindeki 3. maddeyi kaldırdılar. 3. madde neyi ifade ediyordu? 3. maddenin ifade ettiği; Kerkük’e gelenlerin tespit edilmesi, nüfus kütüğünün gözden geçirilmesi ve gerçekleştirilmiş olan seçim kütüğünün de tekrar bunlara göre gözden geçirilmesiydi. Ondan sonra Kerkük için yapılan seçim gerçekleştirebilirdi, ama maalesef bu madde kaldırıldı. Buna rağmen 2010 seçim yasasında 2 madde getirdik ve o maddelerde de aynı şekilde bu hususları belirttik. Kerkük’te seçim olamaz. Kerkük’te seçim ancak seçmen kütüğünde %100 olmasa bile %90 kanaat getirdiğimiz zaman olacak dedik. Bunu da burada izah etmek istiyorum. Biz bir toplantıda 2004 yılının kütüklerini ele alalım dedik. 
İlave olmadan 2004 kütüklerini gözden geçirelim, ona göre ilaveler yapılarak ileriye doğru hareket edelim dedik. Bunu kabul etmediler. 

Toplantıdaki Hamdiye Hanım komiserlikte baş görevlilerden birisiydi. Kendisi kütüğün bulunmadığını ifade etti. Israr etmemize rağmen bizimle birlikte olan milletvekilleri bile en son Amerikalıların kütüğü yaktığını belirttiler. Böyle bir tutanak nasıl yakılır diye sordum. Daha sonra 2005’te yapmış olduğumuz kütüğü istediğimi belirttim, onun da yakıldığı söylendi. Peki, bu kadar yakılan kütükler neyi ifade ediyor? İfade ettiği şeyler belli, bizim için oynanan oyunlar bellidir. 


SURİYE, LÜBNAN, FİLİSTİN TÜRKMENLERİNİN GENEL DURUMU

Oturum Başkanı 
Hasan Celal Güzel 

Konuşmacılar 

Suriye Türkmenlerinin Genel Durumu 
Abdurrahman Mustafa 

Suriye Türkmenlerinin Siyasi Yapılanması 
Tarık Cevizci 

Filistin Türkmenlerinin Genel Durumu 
Dr. Alyaa El-Hatip 

Lübnan Türkmenlerinin Genel Durumu 
Zaher Sultan 


Suriye, Lübnan, Filistin Türkmenlerinin 
Genel Durumu 
Abdurrahman Mustafa 


Suriye Türkmenlerinin Genel Durumu 


Abdurrahman Mustafa, 

Bugün Suriye’nin farklı bölgelerinde yaklaşık 3,5 milyon Türkmen yaşamaktadır ve Türkmenler, Suriye’nin Araplardan sonra ikinci kalabalık nüfusuna sahiptir. Türkmenler Suriye toplumunun bölünmez bir parçası olup, kurucu ve asli unsurudur. Türkmenler tarih boyunca toplumun diğer unsurlarına karşı din, ırk ayrımcılığı yapmadan hoşgörülü olmuş, bulundukları toplumlarla bütünleşmiş ve ülkenin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumuştur. 

1946 tarihinde Suriye, Suriye Arap Cumhuriyeti adıyla bağımsızlığına kavuşmuş tur. Suriye’nin kuruluşunda Suriye Türkmenleri yok sayılmış; kurucu unsur veya azınlık gibi bir hukuki statü kazanılamamıştır. Kimlikleri ifade edilemeden Müslüman - vatandaş statüsünde hızla asimile edilmiş, kimliklerini ve dillerini unutturmaya dönük baskı ve politikalar altında yaşamaya mahkum edilmişlerdir. 1963 yılından bu yana da totaliter ırkçı Baas rejimi altında zulme muhatap olmuşlardır. 

Değerli katılımcılar, 

2011 yılı Mart ayında başlayan ve gayri meşru katil Suriye rejiminin, Suriye halkının meşru taleplerine karşı izlediği güç politikası ülkeyi üç yıl boyunca 
silahlı çatışma ortamına soktu ve bu çatışmaların en büyük mağduru Suriye Türkmenleri oldu. Özellikle Humus ve Lazkiye bölgelerindeki Türkmen köyleri 
boşaltılmış ve yaklaşık 1 milyon Türkmen yuvasını terk etmek zorunda kalmıştır. 20.000 bine yakın şehit vermişlerdir. Suriye’nin çeşitli şehirlerinde, Türkiye ve çevre ülkelerde 500.000’e yakın Türkmen, mülteci durumundadır. 

Rejim ve yandaşları Türkmenlere karşı adeta bir soykırım işlemektedirler. Söz konusu katliamlardan bazıları şunlardır: 

- 25 Haziran 2012 tarihinde Humus kırsalında işlenen Houla katliamı (Geneli Türkmen 30’u çocuk olmak üzere 92 sivil katledildi). 
Bu katliam uluslararası gözlemciler tarafından belgelendi. 
- 05 Ekim 2013 tarihinde Banyas kırsalı Mitras köyünde, hükümet birlikleri tarafından desteklenen Şebbihalar 34’ü çocuk 40’ı kadın 
olmak üzere 145 sivil Türkmeni katletti. 

- 21 Nisan 2013 tarihinde Şam kırsalında (Cedidet Elfadıl), hükümet birlikleri tarafından desteklenen Şebbihalar, 566 sivil Türkmeni katletti. 
- 31 Mart 2013 tarihinde Humus kırsalı Telkelah kasabasında 8’i kadın 3’ü erkek olmak üzere, 11 sivil Türkmen rejim askerleri tarafından köy meydanında kurşunla infaz edildi. 
-09 Mart 2014 tarihinde Humus El-Zara kasabasında Rejim ve Hizbullah militanları çoğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 150 
sivil Türkmeni vahşice katletti. 
-01 Mayıs 2014 tarihinde Halep’in Hüllük Türkmen mahallesine rejim tarafından yapılan hava saldırısında 55 Türkmen şehit olmuş ve 170’ten fazla Türkmen ise yaralanmıştır. 

Yukarıda belirttiğim katliamlar, rejim ve terörist yandaşlarının işlediği katliamlardan bir kaçıdır ve rejim hala katliama devam etmektedir. 

Rejim birçok Türkmen bölgesini yerle bir etti ve Türkmenleri göçe zorladı (Bab Amro ve Zara Humus ,Hacer El-Esved ve Eltadamun Şam, Hüllük ve 
Bustanbaşa Halep,Cebeli Lazkiya). 

Kısacası, bu durum karşısında Türkmenler adeta var olma mücadelesi vermektedirler. 

Suriye Türkmenleri bugün yurtlarını, vatanlarını ve devletlerini savunmak adına rejim karşıtı mücadelede en ön safta çarpışmaktadır. Verdikleri mücadele 
“ Onur ve Özgürlük ” mücadelesidir. 

Suriye Türkmen Meclisi 31 Mart 2013’te kuruldu. Suriye’de yaşayan 3,5 milyon Türkmen’in verdiği “Onur ve Özgürlük” mücadelesinin uluslararası platforma taşınması ve gerekli bütün çalışmaların yapılabilmesi ve sadece Türkmenlerin değil, herkesin huzur içinde yaşayabileceği bir Suriye için mücadele ediyoruz. Bunu neden söylüyorum, çünkü Türkmenler Suriye’de asli unsurdur ve kesinlikle azınlık statüsünü kabul etmemektedir. Bu ülkenin asli unsurları olarak, herkesin eşit ve hür olarak yaşayabileceği bir yapı için mücadele ettiğimizin bilinmesi açısından bu değerlendirmenin önemli olduğuna inanıyoruz. 

Biz Suriye Türkmen Meclisi olarak, 

- Çatışmalar bir an önce durmalıdır. 
- Katliam yapanların savaş suçlusu olarak uluslararası mahkemede yargılanması sağlanmalıdır. 
- Suriye’nin toprak ve siyasi birliği uluslararası düzeyde garanti altına alınmalıdır. 
- Suriye’nin kaderi Suriye halkı tarafından belirlenmelidir. 
- Suriye vatandaşlarının eşit hak ve özgürlüklerinin garanti altına alındığı, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının egemen olacağı yeni bir 
Suriye Devleti kurulmalıdır. 
- Kurulacak Suriye Devleti’nin siyasi ve toprak bütünlüğü ve egemenliği BM tarafından garanti edilmelidir. 
- Geçiş Hükümeti kurulmalı, ateşkesi ve asayişi temin etmek için BM yönetiminde bir Barış Gücü oluşturulmalı ve Suriye’de görev 
yapması sağlanmalıdır. Suriye’de bulunan tüm yabancı silahlı gruplar ülke dışına çıkarılmalıdır. 
- Suriye Türkmenleri kurulacak bu devletin “ Kurucu Unsuru” olarak Anayasa hukuku düzeyinde ve BM garantisi altında hukuki statü kazanmalıdır. 
- Suriyeli mültecilerin yeniden köylerine dönmeleri temin edilmelidir, 

Saygıdeğer misafirlerimiz, 

Önümüzde bir yol ayrımı gözükmektedir. Devrim ve vatanının toprak bütünlüğü büyük bir imtihan olarak karşımızdadır. Dolayısıyla, bölünmemiz ve çatışan gruplar halinde olmamız için planlar hazırlayan ve uygulamaya alan faşist rejim ve destekçilerinin yolunu kesmek için, tüm mücadelemizi ve gücümüzü tek çatı altında birleşmemizin ne kadar doğru bir yol olduğu bir kez daha bütün çıplaklığı ile görülmektedir. Bu sebeple Suriye Türkmen Meclisi ve diğer Suriyeli muhalif grupların güçlerini pekiştirerek tek vücut haline gelmesi gerekmektedir. 

Suriye Türkmen Meclisi olarak biz bu bilinç ve sorumluluğun neticesinde yeni dönemde daha güçlü bir birliktelik hedefini gerçekleştirmek üzere tüm Türkmen gruplarına kucak açmış durumdayız. Türkmen Siyasi Partilerinin daha iyi örgütlenmesi ümidiyle mecliste yer almaları dileğimizdir. Bütün bu hakikatler ışığında Suriye Türkmen Meclisi ve kardeşlerinizin dertleri ile dertlenme çabanız ve burada bulunarak bizi şereflendirdiğiniz için sizlere teşekkür ederim. 

Suriye Türkmenleri olarak Türk Devletine ve Türk halkına şükranlarımızı arz ederiz. 

Biz Suriye Türkmen Meclisi olarak zaferin yakın olduğuna ve Suriye’nin Allahın izniyle özgürlüğüne kavuşacağına inanmaktayız. 

Şehitlerimizin ruhu şad olsun, mücadele veren bütün kardeşlerimizin gazaları mübarek olsun. 

Bu duygu ve düşüncülerle Türkmen kardeşlerimizin ve Suriye halkının yarınlarının bugünden iyi olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. 

...

Suriye Türkmenlerinin Siyasallaşma Süreci ve Son Durumu 

Tarık Sulo Cevizci, 

Suriye Türkmenlerinin Kısa Geçmişi: 

Suriye Türklerinin Suriye diye adlandırdığımız coğrafyaya geliş tarihleri hakkında birçok görüş vardır. Ancak kitlesel olarak gelişleri, Selçuklu Devletinin bölge üzerinde hakim olmasından sonra yaşanmış ve bu hakimiyet kitlesel göçleri tetiklemiştir. Orta Asya’da başlayan göçler dolayısıyla Türklerin, ücretli asker olarak batıdaki Abbasi ordularına alınmaları, Kayığlı, Kıpçaklı, Karluklu, Azgışoğlu, Yamakoğlu ve daha sonradan da Oğuzlar ve Tokuzoğuzlar’ın başını çektiği bir Türkmen akışını getirmiştir. Daha Abbasiler döneminde başlayan bu göçlerde binlerce Türk savaşçı, kendi komutanlarının liderliğinde Kuzey Suriye ve Anadolu’nun orta kesimlerine yerleşmeye başlamıştır. Türklerin Halep bölgesinde rol oynamaya başlamaları, İslam devrinde Emevi hükümdarı Abdülmelik zamanına kadar dayanır. Abbasiler zamanında Türkler ve Araplar arasındaki yardımlaşma Türklerin İran unsurunun yerini almasıyla kuvvetlenmiş, farklı Türk boylarının askeri ve siyasi faaliyetlerinin artması sayesinde iyice yerleşmiştir. Türk boyları ile hilafet merkezindeki Abbasiler döneminde var olan askeri ilişkiler, Türkmen boylarının bölgede hareketlerini kolaylaştırmıştır. Bozkır halklarının gelişi olarak nitelendirilen Türkmen boylarının batı yönündeki hareketleri aslında, merkezi hükümetlerin zayıflaması ile doğru orantılı bir süreci ifade etmektedir. Şöyle ki, XI. Yüzyılın öncesinde ortaya çıkan ve bir dizi özerk bölgesel hanedan, halifelerin bulunduğu başkentteki siyasi otoriteden bile güçlü hale gelmiştir. Bu tarihlerden itibaren Suriye bölgesinde Türkler idari, askeri ve sosyal güç olmuş ve bugüne kadar ise, bu bölgede varlıkları devam etmiştir. 

Suriye Türkmenlerinin Coğrafi Dağılımı: 

Suriye Türkmenleri, coğrafi olarak Suriye’nin yerleşim yerlerinin tamamına yayılmış durumdadırlar. Ayrıca günümüz Suriye-Türkiye sınırı boyunca 250 km sınırı paylaşmaktadırlar. Suriye geneline dağılmada iki husus dikkatimizi çekmektedir. Birinci husus, Suriye Türkleri Anadolu’dan başlayan Hicaz’a giden yol üzerinde belirli mesafelere serpiştirilmiş durumdalar. Bu dağılımdan hedef; haç ve ticaret yolunu bedevilerin saldırılarından güven altına almak olup bölgenin canlılığını muhafaza etmesini sağlamaktır. İkinci husus ise, Suriye coğrafyasında isyan, kavga çıkaran ve etnik, mezhepsel ve dini farklılık arz eden topluluklar arasına yerleştirilmiş olarak görüyoruz. Buradan maksat topluluklar arasında kavga, savaş ve isyanı engellemek, yağmacı aşiretlerin yukarıya doğru ilerlemesini durdurmak, devlet otoritesini tesis etmek ve toplumsal huzuru, 
barışı sağlamaktır. Günümüz Suriye’sinde ise, Türkmenler çoğunluk sırasıyla Halep, Humus, Hama, Lazkiye (Bayır Bucak), Şam, Golan ve Rakka’dadır. 

Suriye Türkmenlerinin Sayısı: 

Suriye Türkmenlerinin sayısı hakkında net bir rakam söylememiz gerçeksayımlar yapılana kadar mümkün değildir. Suriye Devleti de Türklere asimilasyon politikaları uyguladığı için sayıları hakkında açık bir çalışma yapmamış ve sürekli gerçek sayılarını saklayarak düşük tutmuştur. Ancak yapmış olduğumuz araştırmalar ve tarihi bilgiler ışığında şu şekilde bir ayrım yapmamız mümkün olacaktır. Türkçe konuşan 1,5 milyon Türkmenden bahsedebiliriz. Buna ilaveten Türkçe bilmeyen ama Türk olduğunu ifade eden bir milyon Türkmen de vardır. Son olarak ise ne Türkçe bilen ne de Türk olduğunu ifade ancak çalışma yapıldığında Türk olduğunu kabul edecek bir milyon Kürtleşmiş veya Araplaşmış 
Türkmenlerden de bahsedebiliriz. 23 milyonluk Suriye’de Türkmenlerin sayısı 3,5 milyon olup bu oran %15 kadar tekabül etmektedir. Vilayetler arasındaki oranlar da tahmini dağılım ise şöyle: 

Halep’te %35, 
Hama Humus’ta %20, 
Lazkiye Bayır Bucak’da %20, 
Golan Şam’da %15, 
Rakka’da %3 ve 
Tartus, Deraa ve diğer vilayetlerde %7’dir. 

Suriye Türkmenlerinin Sosyoekonomik Durumları: 

Suriye Türkmenleri bölgede, yıllardır yönetici ve hakim sınıf oldukları için devletin ve toplumun her alanına hakimdiler. Ancak devletin el değiştirmesi, Türk düşmanı yönetime geçmesi ve Türklerin istenmeyen topluluk ilan edilmesinden sonra Türklere karşı topyekun savaş ilan edildi. Mal ve mülklerine çeşitli bahaneler bulunarak el koyuldu. Bir kısım ise gücünü korumak için kimlik değişimine giderek güç tarafına yakınlaşmaya başladı. Bu saldırgan politikalar yüzünden birçok Türkmen fakirleştirildi, karar merkezlerinden uzaklaştırıldı ve sistematik bir şekilde cahilleştirildi. Bu zor şartlarda Türk olarak kalabilenlerin geçim kaynakları köylerde tarım, hayvancılık ve narenciyecilik olmuştur. Şehirlere yerleşenler ise ayakkabı, hazır giyim, araba tamiri gibi çok küçük ölçekli işler kurmuşlardır. Buna ilaveten az da olsa okumuş kimseler ise memurluk yapmıştır. Yurt dışında çalışma imkanı sadece Lübnan’da bulmuş olmalarından dolayı Lübnan’da çalışan birçok kişi olmuştur. 

Suriye Türklerinin 2011 Olayları Öncesi Siyasi Durumu 

Suriye Türkleri, 1918 mütarekesi sonrası maalesef kaderlerine terk edilmiştir. Türkmenlerin başta Türkiye olmak üzere Türk dünyası ile bağlantısı kesilmiştir. Bu noktada hiç kimse masum değildir. Ne devletin merkezini teşkil eden İstanbul bu coğrafyada yaşayan Türkmenlere özel bir çalışma yapmış ne gelecek yapılar için hazırlamış ne de devletin idaresini omzuna almış Ankara gerekli ve yeteri önemi vermiştir. Zira Orta Asya Türk devletlerinin Suriye Türkmenleri üzerinde hiçbir varlığı modern Suriye tarihi boyunca olmamıştır. Suriye’de yaşayan Türkler de bu taksiratın diğer tarafını temsil etmektedirler. Ne Suriye içinde bir teşebbüse girmişler ne de Türkiye ve Türk dünyası ile siyasi, sosyal ve kültürel ilişki kurmaya girişmişlerdir. Bu bahsi geçen hususta, Atatürk döneminde Hatay ve Halep önem arz etmiş olsa da genel itibarıyla yapılan antlaşmalar neticesinde bu coğrafyada yaşayan Türkmenlerin geleceği hakkında ya da hakları noktasında bir güvence alınmamış ve antlaşma yapılmamıştır. Bu bağlamda Suriye Türklerinin kendilerini koruyucu veya toplayıcı bir mekanizma yaratılmamıştır. Üzülerek ifade ederiz ki kendi tebaasının ve vatandaşının haklarını Türk Devleti koruyamamıştır. 

Bu durumu ve sıkıntıyı, Halep Türkmenleri aksakallısı Ali Sulo Cevizci, manidar bir cümle ile şöyle ifade etmiştir: “ Türk Devleti, bin yıl önce ölen Süleyman Şah için bir uluslararası antlaşma yaparken, Suriye üzerinde yaşayan onca Türkmen için bir antlaşma yapmamıştır”. Ayrıca Süleymaniye Tekkesi (Külliyesi) Osmanlı Hanedanın Vakfına alınırken onlarca köy ve arazisi rejim eli ile Türkiye vatandaşı olan kişilerden çıkarılmasına bile ses çıkartmamıştır. Türk askerisinin Suriye bölgesinden çekilmesinden sonra Fransız mandası, Türklerden öç almak için savunmasız ve masum Suriye Türklerine yönelik topyekun savaş yürütmüştür. Fransız mandasından sonra gelen iktidarlar da aynı şekilde Türklere yönelik acımasız olmuş ve 1200 yıllık varlığı bitirmek ilk gündemleri olmuştur. Ancak devletin ve toplumun her kademesine hakim olan Türkler kolay kolay bitmemiş ve direniş gösterebilmiştir. Suriye Türklerinin siyasi faaliyet yapmasına engel olunmuş, parti kurma bir kenara mevcut partilere almama ve partilerden uzaklaştırmaya gidilmiştir. Aynı durum askeriyede de söz konusu olmuştur. Türkler savaşçı bir millet olmalarına rağmen askeriyeye alınmamış ve var olanları da askeriyeden uzaklaştırmaya çalışılmıştır. Bu savaş; sanat, ziraat, ticaret ve sanayide de geçerlidir. Bu ahval ve şeraitte Suriye Türkleri topyekun bir savaşa maruz kalmış ne örgütlenmesine ne de siyasallaşmasına izin 
verilmiştir. Bin yıllık ticari, idari ve asker erbabı olan Türkmenler, Suriye toplumundan ve güç merkezlerinden uzaklaştırılmış, zayıflatılmış ve dağıtılmıştır. Türkmenlerin Suriye Devleti nezdinde sürekli Sünnilik içerisinde görülüp hiç bir zaman bir topluluk olarak kabul edilmemiştirler. 

Fakat iç dengelemede her zaman bir tehdit olarak algılanmış, sürekli baskı ve tehdit altında kalmışlardır. 1963 sosyalist darbeden sonra sistematik bir baskı ve caydırma politikası ile Türkmenler devletten ve toplumdan tecrit edilmişlerdir. Ne bir dernek vakıf ne bir parti, kulüp ne de bir çatı kurulmasına müsaade edilmiştir. Bu politika üzerine Batı-Doğu bloğu kavgası tarafları olan Türkiye ve Suriye’nin sürtüşmesinden en çok zararı Türkmenler görmüştür. Bu baskı ve zulüm altında 2000’li yıllara gelindi. Baba Esat öldükten sonra yönetime oğul Esat gelmiştir. Oğul Esat, Ak Parti hükümeti ile yakın ilişki kurmuş ve bu yakın ilişki pozitif olarak 

Türkmenlere yansımıştır. Lakin bu yakınlaşma Türkmenler için hiçbirzaman yasal bir boyut kazandırmamıştır. Hiçbir kolaylık ve yasal bir düzenleme Türkmenler için söz konusu olmamıştır. Bu şartlar ve koşullar altında Türkmenler herhangi bir sivil ya da siyasal örgütlenmeye gidememiştir, daha doğrusu öyle bir imkan oluşmamıştır. Bu şartlar altında Suriye Türkmenleri 2010 yılında patlak veren Arap Baharına girmiş oldu. 

Türkmenlerin Muhalefetteki Yeri ve Mücadelesi: 

Suriye Türkmenleri ne Suriye’deki oranları ne de sahada verdikleri kahramanlık ve fedakarlık nispetince muhalefet nezdinde temsil hakkı elde etmişlerdir. Bunun iki sebebi bulunmaktadır. Birinci sebep Suriye Türkmenlerinin siyasi muhalefete çok geç başlaması ve siyasi oyuna çok geç dahil olmasıdır. Bu durumun olaylar öncesi siyasallaşma şansı bulmadığı ve olaylar sonrasında Suriye içinde, Türkmenlerin yaptığı gösterilerde, Türkmen adına çıkmaması Türkmen siyasi muhalefetin elini zayıflatmıştır. Muhalefet Türkiye’de ilk denemelerini yaparken, 
Türkmen kanadından kimseler davet edilmedi. Buna ne Türkiye ne de halk ayaklanmasını destekleyen ülkeler müdahale etmiştir. Böylece kurulan ilk yapılar içinde yer almaması ileriki zamanlarda çok zararına olmuştur. Böylece uzun bir süre günümüze kadar Türkmenler, yeterli ve hak ettikleri kadar temsil edilemediler. Dünyanın ve muhalefetin, Türkmenleri görmezlikten geldiği ve hiçe saydığı politikalar ise hala devam etmektedir. Türkmen varlığını kabul etmeyen muhalefet yaptığı tüm açıklamalarda, sayıları Türkmenlerin verdiği şehitler kadar çıkmayan grupları zikrediyor, ancak Türkmenleri zikretmiyordu. Varlığını kabul etmediği Türkmenleri yaptığı toplantılara çağırmıyorlardı. Türkmenler zor bela 
edindikleri bilgiler ışığında Türkiye’de yapılan toplantılara gidiyorlar, kapılardan kovulma pahasına toplantılara katılamaya çalışıyorlardı. Zaten Türkiye dışında yapılan toplantılara katılma imkanı hiç yoktu. Saatlerce kapı önlerinde bekleyen Türkmen aktivistleri bazı zamanlarda kapıdan içeri alınıyor ama toplantı salonu na alınmıyordu. Çoğu zaman kapıdan geri çevriliyordu. Birkaç muhalifin desteği ve yardımı unutulmaz ancak Baas terbiyesinde yetişmiş siyasal muhalif zihniyet, bir Türk varlığı ve gücü aralarında görmek istemiyorlardı. Bu zor şartlar altında Türkmenler muhalefet kapılarını çalmaya devam ettiler. Sahadan, Türkiye ve yabancı ülkelerden, muhalefeti genişletme baskıları netice vererek muhalefeti 
genişletme kararı verildi. Böylece Türkmenler de Suriye muhalefetinin bir zamanlar en üst çatısı olan Suriye Ulusal Konseyi’ne katılma şansı buldu. İlk genişletmede 20 kişi olarak kabul edilmiş fakat zamanla Türkmen temsilci sayısını 16’ya düşürmüşlerdir. Doha’da genişletilmiş Suriye Ulusal Meclis (SUK) toplantısında Türkmenler, 16 kişi genel kurula girmiş iki kişi de genel sekreterliğe seçilmiştir. Aynı günlerde muhalefet başka bir oluşuma gidiyordu. Bu yeni oluşum SUK’un işlevini bitirecekti. Suriye Ulusal Konseyi geç kalan genişleme yüzünden işlevini kaybedince yerine daha kapsayıcı ABD ve Arabistan destekli Riyat Seyif’in bir projesi olan “ Suriye Ulusal Muhalifler ve Devrimci 
Güçler Koalisyonu” Doha’da kurulmuştur. Bu koalisyona Türkmenler davet edilmemiş, kuruluş aşamasında da yer almamışlardır. Katar’ın başkenti Doha’da yapılan kuruluş toplantısına, Doha’da bulunan Türkmen heyetlerinin ve Türkiye’ nin de müdahalesi ile bu yeni oluşma Türkmen oluşumu adı altında 3 kişi alınmıştır. 

Suriye Muhalefetine İlk Girişler: 

Antalya Toplantısı Katılım ve İnkaz (Kurtuluş) Cephesi’ne Giriş: 

Kuzey Afrika’da başlayan özgürlük rüzgarları Suriye’ye de esmeye başlayınca halk sokaklara düştü. Ancak rejim, halkı kanlı bir şekilde bastırmaya çalışıyordu. Bu yöntem insanların nefretine neden oluyordu. Bu konu dünya ve bölge ülkelerinin gündemine taşınıyor ve muhalefet oluşuyordu. Bu bağlamda insanlar siyasi muhatap ve temsilci arayışına başladılar. Her ne kadar küçük düzeyde toplantılar ve program düzenleniyor olsa da geniş çaplı ve uluslararası düzeyde Suriye muhaliflerinin toplanması, Antalya Falez otelde yapılan “Suriye’de Değişim Konferansı” ile gerçekleşmiştir. Suriye’den, Türkiye’den ve diğer ülkelerden gelen muhalifler Antalya’da bir araya geldiler. Bu toplantıya Türkmenler adına Ali Öztürkmen ve Rami Kara Ali katılmıştır. Bu toplantı ile birlikte Türkmenler geniş çaplı muhalefet sahnesinde görünmeye başladı. 
Toplantı akabinde muhalefeti temsil emek üzere bir heyet teşkil etme fikri ortaya çıkmış ve 16 Temmuz 2011 tarihinde 400 Suriyeli muhalifin katılımıyla İstanbul’da toplanan muhalefet, Suriye İnkaz ( Kurtuluş) Cephesini kurmuştur. Bu heyet 25 kişiden oluşuyordu. Yusuf Molla ve Ali Öztürkmen Türkmenler adına bu toplantıya katılmış ve Türkmenler her iki listede de yer almışlardır. Seçimler sonucu Mahmut Duğeyim başkanlığındaki Ali Öztürkmen’in yer aldığı liste seçimleri kazanmıştır. 

Suriye Ulusal Konseyi’ne (SUK) Giriş: 

İnkaz (Kurtuluş) Cephesi Suriyeli aktivistlerinin yaptıkları toplantı birçok eksiği olduğu için eleştiri almıştır. Bu eleştirilerin başında toplantının herkesi kapsamaması ve işlevsiz kalması gelmektedir. Bu cephe yerine 2 Ekim 2011 tarihinde İstanbul’da Burhan Galyun başkanlığında Suriye Ulusal Konseyi (SUK) kurulmuştur. Bu Konsey, uluslararası destek aldığı gibi, geniş çaplı muhaliflerin katılımı ile gerçekleşmiştir. Bu yeni yapı bir önce kurulan yapıyı devre dışı bıraktığı gibi Suriye muhalefet çalışmasına ilk yabancı ülkelerin müdahalesine de sahne olmuştur. Bu çalışma Suriye muhalefet çalışmalarını uzun süre destek leyecek Fransa, Katar ve Türkiye’nin öncülüğünde ve himayesinde kurulmuştur. Bu kuruluşun başına Fransa’da uzun zamandır yaşayan ve sosyal bilimlerde profesörlük yapan Burhan Galyun getirilmiştir. Bu çalışmaların merkezi Türkiye olmasına rağmen Türkmenler bu sürecin dışında kalmış, haberdar edilmemiş lerdir. Bu yeni oluşum uluslararası kabul ve tanınma hakkı elde ettikten sonra daha fazla önem ve güç kazanmıştır. Hal böyle olunca bir çok grup ve ülke bu yapıya dahil olmak istemiştir. Bunlara Türkmenler de dahildir. Ancak muhalefetin Türkmenlere düşmanca ve dışlayıcı tavrından dolayı, Türkmenler sürekli dışarıda tutulmuşlardır. Türkiye’nin baskıları ve Türkmenlerin siyasi örgütlenmeleri netice getirmiş ve zorlu pazarlıklardan sonra Türkmenler genişletilmiş Doha toplantısı na 16 üye ile genel kurula, 2 üye ile de genel sekreterliğe girmiştir. 

Suriye Muhalif Devrimci Güçler Koalisyonu ( SMDK) ve Türkmenlerin Girişi: 

Suriye devriminin başarıya ulaşamamasının birçok sebebi olduğu gibi birçok yansıması da oldu. Başarısızlık sebeplerinden birisi de uluslararası ve bölgesel güçlerin ciddi bir adım atmamaları ve seyri değiştirecek desteği verememe leridir. Ancak bu güçler faturayı sürekli siyasi muhalefete kesmişlerdir. Bunun yansıması olarak da muhalefeti bölerek ve yeni aktörler oluşturularak, muhalefet yapısında değişikliğe gidildi. 
Bu bağlamda da ABD ve Suudi Arabistan desteğini alan Riyat Seyif ve Süheyir Atasi tarafından SMDK projesi ele alınmıştır. Suriye Ulusal Konseyi (SUK) projesi başta Türkmenler olmak üzere eksikliklerini gidermemiş ve karşı tarafın eline koz vermiştir. Geç kalınan genişleme için Doha’da bulunan muhalefet, Suriye Ulusal Konseyi’ni yeni oluşum için davet etmiştir. Bu Konsey için uygun görülen adayların ve grupların adları medyada geçmeye başladı. Bu adlar arasında herhangi bir Türkmen grubunun veya şahsiyetin isimleri bulunmuyordu. Suriye 
Ulusal Konseyi genişleme toplantısında Türkmen grupları proje sahibi Riyat Seyif ile Türkiye’nin baskısı üzerine bir araya geldi. Riyat Seyif başta bir kişi teklifi yapmış fakat iki siyasi grup olan Türkmenler bu teklifi kabul etmemiştir. Bunun üzerine Riyat Seyif Türkmenlerden iki kişi davet etmiştir. Toplantı Katar’ın başkenti Doha’da 11 Kasım 2012 tarihinde gerçekleşmiş, Türkmen siyasi gruplarını temsilen Ziyat Hasan ve Hüseyin Abdullah Dede, bağımsızları temsilen de önemli Türkmen şahsiyetlerinden biri olan Halit Hoca toplantıya katılmıştır. Bu toplantıda batının ve Arap dünyasının yanında Türkiye’nin de desteği alınarak, Suriye Muhalif Devrimci Güçler Koalisyonu (SMDK) kurulmuştur. 
Koalisyonun başına Şam’dan gelen mutedil İslami inanca sahip imam ve mühendis olan Ahmet Muaz Hatip seçilmiş ve birçok ülke tarafından da 
jet hızıyla tanınmıştır. Delege sayısı kuruluşta 67 olan Suriye Muhalif Devrimci Güçler Koalisyonu zamanla bir takım ülkelerin başta ABD ve Suudi Arabistan olmak üzere baskılarına maruz kalmış ve genişlemek zorunda kalmıştır. Bugün itibarıyla Suriye Muhalif Devrimci Güçler Koalisyonu 121 üyeye ulaşmış ama Türkmen grubunun sayısı başladığı gibi sadece üç kişi olarak kalmıştır. Kabaca Suriye’de Türk oranı %15 iken muhalefetteki oran %2,5’dir. Bu çatı örgüt birçok ülke tarafından tanındığı için muhalefet çalışmalarında ciddi bir yer işgal etmektedir ve bu yüzden Türkmenlerin bu yapı içinde güçlü bir şekilde bulunmaları zaruridir. 

Siyasi Durumu ve Muhalefetteki Temsilcileri 

Suriye İnkaz ( Kurtuluş) Cephesi ( Çalışmaları Yok): 

1- Ali Öztürkmen (Halep) Suriye Türkmen Hareketi, Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ( Pasif), 
2- Abdülkerim Ağa (Şam), Suriye Demokratik Türkmen Hareketi, 
3- Hüseyin Abdullah (Rakka), Suriye Türkmen Kitlesi, 

Suriye Muhalifler ve Devrimci Güçleri Koalisyon (SMDK) (Aktif), 

1- Ziyad Hasan (Halep), Suriye Demokratik Türkmen Hareketi, 
2- Hüseyin Abdullah (Rakka), Suriye Türkmen Kitlesi, 
3- Halit Hocaoğlu (Halep), Bağımsız Türkmen Şahsiyeti, 

Suriye Geçici Hükümeti: 

1- Başbakan Yardımcılığı: Zeki Mustafa Türkmen (Halep), Suriye Türkmen Meclisi, 
2- Sağlık Bakanı: Adnan Hazzuri (Humus), Bağımsız Türkmen Şahsiyeti. 

Türkmenlerin İlk Örgütlenmeleri ve Biçimi: 

2011 Olaylarının Öncesi: Türkmen Dernek ve Örgütlerinin Kuruluş Tarihleri ve Liderleri: 

1- Suriye Türkmenleri adına dernek kurma talebi, Mustafa Hamed, Halep 1978, Reddedilmiştir. 
2- Bayır-Bucak Türkleri Derneği - İskenderun, İhsan Bozoğlan. 
3- Bayır-Bucak Türkleri Derneği - Ankara, 1992, Başkanı: Mehmet Şandır. 

2011 Olaylarının Sonrası: 

4-Suriye Türkmen Topluluğu, 27 Nisan 2011 İstanbul, Tarık Sulo Cevizci. 
5- Suriye Türkmen Hareketi Kurucusu ve Sözcüsü: Ali Öztürkmen, İstanbul 1 Haziran 2011. 
6- Suriye Türkleri Derneği Başkanı: Tarık Sulo Cevizci, İstanbul 21 Haziran 2011. 
7- Suriye Türkmenleri Derneği Başkanı: Ali Öztürkmen, İstanbul 27 Temmuz 2011. 
8- Suriye Türkleri Platformu, 10 Eylül 2011, Sözcüleri: Yusuf Molla ve Ziyad Hasan, İstanbul. 
9- Suriye Türkmenleri Birliği Başkanı: Bekir Atacan, 2 Eylül 2011, İstanbul. 
10- Suriye Türkleri Eğitim ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul, 2012, Başkanı Ahmet Şirin. 
11- Suriye Ulusal Türkmen Kitlesi Başkanı: Yusuf Molla, İstanbul, 15 Şubat 2012. 

İki kola ayrıldı, birinin başına Adnan Aşkar, diğerinin başına Turgay Molla Musa geçmiştir. 

12- Suriye Demokratik Türkmen Hareketi, 21 Mart 2012 Kurucu Başkanı: Abdulkerim Ağa. Bu Hareket 03.03.2014 tarihinde Suriye Türkmen Milli Hareket Partisine dönüşmüş Başkanlığına Dr. Muhammet Vecihi Cumaa seçilmiştir. 

13- Suriye Türkmen Platformu, 19 Temmuz 2012, Kurucusu: Esat Erber. Şimdiki Koordinatörü: Muhammet Ali Bardakçı. 

14- Suriye Türkmenleri Meclisi - Kurucu Başkanı: Semir Hafız, 31.03.2013, Ankara. İkinci Dönem Başkanı: Gen. Fayiz Amro. 
Şimdiki Başkanı: Abdurrahman Mustafa. 

15- Suriye Oğuz Boyları Derneği, Gaziantep, Kurucu Başkanı: Ali Öztürkmen. Şimdiki Başkanı: Samir Alov. 2013 Gaziantep. 

16- Suriye Türkmen Kadın Hareketi, Hedle Şahin, Ekim 2013 Gaziantep. 

17- Ulusal Türkmen Akımı, Nurettin Amro, Aralık 2013 Ankara. 

18- Türkmen Nahda (Kalkınma) Partisi Başkanı Muvaffak Şemeli, Osmaniye Kampı, Eylül 2013. 

19- Bahçelievler Bayır Bucak Türkleri Derneği, Mustafa Bozoğlan, İstanbul, 2013. 

20- Münbiç Türkmenleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Hasan Vayis, 2013, Münbiç, Halep. 

Sonuç 

Suriye Türkmenlerinin siyasallaşmasının geç olmasından dolayı, Türkmen siyasetinde büyük bir boşluk mevcuttu. Bu boşluğu doldurmayan Türkmen büyükleri, Türkmen siyasetine en büyük hatayı işlemişlerdir. Bu boşluğu görüp de boş kalmasına razı gelmeyen gençlerle, Türkmen siyaseti oluşmuştur. Bu gençlerin teşkilat bilgisi, siyaset geçmişi olmaması ve yaşlarının da küçük olması sorunların başında gelmektedir. 

Bu işi göğüsleyen gençler, geleceklerini bir milletin geleceği için feda etmişlerdir. Kimsenin olmadığı, ateşten gömlek giyen gençlerin, Türkmen siyaseti dışında bırakılması Suriye Türkmenleri için en büyük kayıp olacaktır. Genel devrim yapısında işe başlayanlar ve başarıya ulaştıranlar ortadan kaldırılarak yerine fırsatçıların gelmesi büyük hata olur. Çünkü bu fırsatçılar bütün kazanımları kendilerine mal etmeye çalışacaklardır. Suriye Türkmenlerini böyle bir tehlike beklemektedir. Her şey yerli yerinde iken saklananlar ve uzak duranlar, ayaklananlara bu işten vazgeçmeleri için baskı yapıyorlardı. Devran dönüp de rejimin gitmesi kesinleşince, sahte kahramanlar çoğalmaya başladı. Bu gelişmeler ışığında da zor günde mücadele veren gerçek kahramanlar göz ardı edildi. Bu insanların yerlerini de fırsatçı, eski konumlarını devam ettirmek ve Suriye Türklerine sağlanacak imtiyazları ellerine geçirmek isteyen sahte kahramanlar aldı. Lakin bazı fırsat ve imkanlardan dolayı ön plana çıkmamış, muhtelif nedenlerden dolayı kendini gösteremeyen ve zamanla tanınan gerçek kahramanları Türkmen siyaseti dışında tutmak doğru bir tutum olmayacaktır. Dolayısıyla şartlar gereği geride kalan ya da tanınmayanlarla fırsatçıları ayrıt edip, dengeyi korumak şarttır. Aksi takdirde kadroya ehil, aklı başında, işi bilen ve siyasi tecrübesi olanlar dahil edilmeyip, küstürülürse Türkmen siyasetine büyük bir kötülük edilmiş olunacaktır. Bu noktada hakiki kahramanlar bu ince dengeyi iyi hesap edip buna göre de kadroyu genişletmeyi zaman kaybetmeden 
tamamlamaları icap etmektedir. Türkmen siyasetini bekleyen diğer bir tehdit ise davanın önüne şahısların geçmesidir. Olaylara yaklaşımın şahıslar üzerinden yapılması, güvenin kaybolması ve suçlamaların davanın ötesine geçip şahıs kavgasına indirgenmesi diğer bir tehlikedir. Bu tehlikelere ilaveten Suriye Türklerine has bölgesel bir ayrımdan kaynaklanan bölgecilik tehlikesidir. Coğrafik bütünlüğü olmayan Türkmenler bölgelere ayrışırlar. Bu ayrışmadan dolayı bazı taraflar arasında bölge kavgası çıkması Türkmen davasına zarar verecek unsurlardan birisidir. Aklıselim bölge temsilcileri arsında alınacak erken tedbir bu tehdidi ortadan kaldırabilir. 


6.CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,