6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955 BÖLÜM 2
24 Ağustos 1955 tarihinde Başbakan Adnan Menderes Kıbrıs’a
ilişkin açıklamalarda bulunmuştur12. Menderes konuşmasında,
Türkiye’nin Türk- Yunan dostluğuna önem atfettiğini, bu nedenle
Yunanistan’ın Kıbrıs politikasına suskun kalındığını ifade etmiştir.
Yunanistan’ı “hatasından döndürme” amacıyla bu açıklamayı yaptığını
belirten Menderes, Yunanlıların “durup dururken türettikleri” bu
sorun ile sadece Türkiye ve Yunanistan’ın değil, tüm dünyanın başına
dert açtıklarını, hür milletler camiasını zaafa uğrattıklarını ifade etmiştir.
28 Ağustos’ta Kıbrıslı Türklerin katledileceğine ilişkin haberlere de
değinen Menderes, İngiliz hükümetinin sorumluluğunu yerine getirmemesi
halinde, “masum, hareketsiz ve silahsız” kalan Kıbrıslı Türklerin
savunmasız bırakılmayacağını söylemiştir. Kendi kaderini kendi
tayin etme konusunu da değinen Başbakan, nüfus çoğunluğuna göre
herhangi bir bölgenin kaderinin tayin edilmesi prensibinin uygulanmasının
mümkün olmadığını, ülkelerin sınırlarının sadece ırka dayanarak
çizilemeyip, coğrafi, siyasi, iktisadi ve askeri gibi çeşitli etkenlerin
tesirinde ve tarihi hadiselerin gösterdiği yönde çizilmesi gerektiği
üzerinde durmuştur. Bir nüfus topluluğunun bir ülkeye ilhak etmediği
zaman mutsuz olacağı yönündeki görüşleri doğru bulmadığını belirten
Menderes, Türkiye’de yaşayan Rum vatandaşların mutluluğunu
örnek göstermiştir. Başbakan, Yunanlıların Türkiye’yi işgalini hatırlatarak,
Yunanistan’ı “irredantizm” ile suçlamıştır. Konuşmasında adanın
Türkiye için jeopolitik önemine değinen Menderes, adanın mevcut
durumunda bir değişiklik olması halinde, “etnik” esaslara değil, daha
mühim ve esaslı olan hakikat ve dayanaklara göre tartışılması ve
Türkiye’nin durumunun göz önüne alınması gerekliliğini vurgulamış
ve sözlerini “bu memleketin Kıbrıs statükosunda bugün ve hatta yarın
için memleket aleyhine olabilecek bir değişikliğe katiyen tahammülü
yoktur” ifadesiyle tamamlamıştır (Ayın Tarihi, 261; Ceylan, 1996: 80-88).
Başbakanın konuşmasının Londra Konferansı’na katılacak olan Türk heyetinin pozisyonunu sağlamlaştırma amacı taşıdığı ve konuşmanın “en provoke edici” haberleri arayan gazetecilerin önünde gerçekleştirilmesinin de, Menderes’in konuyu iç politikada kullanmak isteği ve destekçi toplama stratejisi olduğu, böylelikle gazeteleri okuyanlara ya da bir başka kaynaktan konuşmayı dinleyenlere “Yunanlılar çok ileri gitti ve onları durdurmak için bir şeyler yapmak lazım” mesajını verdiği belirtilmiştir (Ceylan, 1996: 28-29). Buna karşılık, Menderes Yassıada mahkemesindeki savunmasında, o günlerde katliam söylentilerinin yer aldığını ve böyle bir şeyin olması halinde her şeyin çok kötü
hale geleceğini, bu sebeple Yunanistan’ı ikaz etmek ve Londra’ya gidecek
olan heyeti de desteklemek gerektiğini düşündüğünü, nutku tahrik
maksadı ile değil, aksine çıkabilecek mühim hadiseleri önlemek için
söylediğini ifade etmiştir (akt. Dosdoğru, 1993: 115-116).
Muhalefet partileri Başbakanın konuşmasına destek vermişlerdir.
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ve CMP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı,
dış politikadaki bu önemli gelişme karşısında, iç politikada da birlik ve beraberlik gösterileceğini vurgulayan mesajlar verirlerken, Kıbrıs Türktür Cemiyeti Genel Başkanı da, hem Başbakanın verdiği nutuktan, hem de muhalefetle iktidarın tutum birliğinden duyduğu hoşnutluğu belirtmiştir (Armaoğlu, 1963: 134- 137)13. Dönemin basını da Başbakan’ın konuşmasına destek vermiştir. Basında, Başbakanın konuşması ile Türk tezinin haklılığına bir kez daha temkinli ve samimi bir biçimde işaret ettiği ve Yunanistan’a da sorumluluk ve görevleri
hatırlattığı görüşleri ağırlık kazanmıştır (Yeni İstanbul, M. Mermi, Ayın
Tarihi, 26 Ağustos 1955: 181; Hürriyet, Şükrü Kaya “Samimi bir hasbıhal
ve ciddi bir ihtar”, Ayın Tarihi, 26 Ağustos 1955: 182; Ulus, A.Ş.Esmer,
Ayın Tarihi, 28 Ağustos 1955: 187; Cumhuriyet, Ömer Sami Coşar, “İşte
biz işte onlar”, Ayın Tarihi, 28 Ağustos 1955:186).
Londra Konferansı
Türk Heyeti konferanstan önce İngiltere Dışişleri Bakanıyla bir ön görüşmede bulunmuş ve burada Yunanlılara verilebilecek olası hiçbir tavize onay vermeyeceklerini kararlılıkla vurgulamışlardır. Bunun ardından Fatin Rüştü Zorlu,görüşme ve Londra’daki hava hakkında durumu Menderes’e detaylı olarak şifreli bir telgrafla bildirmiştir (Demir, 2007: 40). Bu şifreli telgrafta, Türk tezinde direnileceğini taraflara kabul ettirmek için Başbakanın ilgililere emir vermesinin faydalı olacağı belirtilmiştir (akt. Demir, 2007: 41). Bu telgraf üzerine, DP hükümetinin İngiltere’deki konferansta, tarafları “kamuoyunun büyük baskısı altında olduklarına ikna etmek ve böylelikle ellerini güçlendirmek
için bir protesto mitingi düzenledikleri iddia edilmiştir (Demirel, 2011: 258; Eroğul, 2003: 126)14.
Londra Konferansı’nda ülkeler adanın hukuki statüsü bakımından değişik teklifler öne sürmüşlerdir. İngiltere, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki stratejik çıkarları nedeniyle ada üzerindeki egemenliğini sürdürmekten vazgeçmemiş, fakat Kıbrıs’a muhtariyet vermeyi kabul etmiştir. Yunanistan ise, adanın kendilerine katılmasını sağlayabilmek için ada halkına kendi kaderlerini tayini hakkının tanınmasını istemiştir.
Türkiye ise, adada statükonun sürdürülmesini ancak bunda bir değişiklik söz konusu olacaksa, adanın Türkiye’ye iade edilmesi görüşünü savunmuştur (Ayın Tarihi, 5 Eylül 1955: 158; Bağcı, 1990: 108, Birgit, 2012: 193; Çelik, 1969: 190).
Londra Konferansı, Türk basını tarafından yakın bir şekilde takip
edilmiş, görüşmelerde yaşanan gelişmeler ve ortaya sürülen fikirler
gazetelerde ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. Yunanlıların “haksızlığı”,
Türklerin “haklılığı” üzerinde yoğunlaşan yazılarda, İngiltere’nin
Türkiye’nin yanında yer aldığı ifadeleri ile Rumların gerçekleştirdiği
terör olaylarının ardında komünistlerin bulunduğu vurgusu öne çıkmıştır.
Bunun dışında bazı gazetelerde Türkiye’ye yönelik girişilecek her
türlü kötü plana Türklerin cevap vereceği sözleri yer almıştır (Cumhuriyet,
Ömer Sami Coşar “Yunan Manevrası”, Ayın Tarihi, 1 Eylül 1955:176; Yeni İstanbul, M. Mermi, “Kıbrıs Konferansı”, Ayın Tarihi, 5 Eylül 1955: 184; Hürriyet, Şükrü Kaya, “Türkiye’nin Davası”, Ayın Tarihi, 3 Eylül 1955: 178; Milliyet, “Türk tezi şaheserdir”, Ayın Tarihi, 3 Eylül 1955: 176; Ulus, A. Ş. Esmer, “Londra Konferansında”, Ayın Tarihi, 3 Eylül 1955: 179). Londra Konferansı dış basında da ilgi görmüştür. Dış basında genel eğilim, yaşanan terör hareketlerinin Yunanistan’ı haksız konuma düşürdüğü, ısrarcı tutumlarının müzakereleri zorlaştırdığı, buna karşın Türk siyasetçilerinin daha mantıklı ve makul bir yol izlediği yönünde olmuştur (Daily Mail, Manchester Guardian, Times; Ayın
Tarihi, 2 Eylül 1955, 154; Daily Mail, Time and Tide, Ayın Tarihi, 3 Eylül
1955: 155).
Konferans bu tartışmalar etrafında sürerken, Selanik’ten Atatürk’ün evine bomba atıldığına ilişkin bir haber gelmiştir. Dönemin Dışişleri Genel Sekreter Yardımcısı Melih Esenbel, toplantının yarıda bırakılmasına neden olan telefon görüşmesini şu şekilde anlatmıştır:
Evvela ben konuştum Fatin Bey’le. Diyor ki, “Bu yürümüyor. Yunanlılar
mukavemet ediyorlar. Hiç değilse moratoryum15 yapalım. Ne biz, ne
Yunanistan bunu milletlerarası foruma getirsin. Beş sene uyutalım. Teklif
bu. Moratoryum teklifi”. Menderes aldı telefonu. Ona tekrarladı. Zorlu,
birdenbire kızdı. Çok kızdı. “Fatin Bey, ne söylüyorsunuz. Bu artık milletin
sorunu olmuştur. İstanbul yanıyor, ben ne moratoryum kabul ederim,
ne de başka bir şey kabul ederim. Terk edin gelin konferansı” dedi (Bağcı,
1990: 109, Birand vd., 1999: 110).
Bu görüşmenin sonrasında, konferans bir sonuca varmadan dağılmıştır. Yaşanan bu gelişme; Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde sesini duyurmak için yakalamış olduğu fırsatı değerlendirmek için avantajlı olduğu bir anda, çıkan olaylar nedeniyle Türkiye’nin imajının sarsılması olarak yorumlanmıştır (Irkıçatal, 2012: 197).
6-7 Eylül Olaylarının Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
6-7 Eylül 1955 tarihinde yaşananlar, araştırmacılar tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Olayları ayrıntılı bir biçimde ele almadan evvel, bazı değerlendirmelere göz atmak faydalı olacaktır. Tevfik Çavdar, 6-7 Eylül olaylarının sonuç itibarıyla başta Rumlar olmak üzere azınlıkların göç etmesi sebebiyle İstanbul’un yüzyıllardır sürüpgiden çok kültürlü mozaiğini sona erdirdiğini ifade ederken (2000: 57)16; benzer bir diğer görüş ise, olayın Kıbrıs sorunu ile ilişkilendirilmesi gayretlerine karşın, esasında bu olayların 20’li yıllardan bu yana gayri Müslimleri kovmak üzere girişilen çabaların sürdürülmesi için bir fırsat oluşturduğu ve Trakya Yahudileri olayında olduğu gibi, gayrimüslimlerin taşınabilir ve taşınmaz mallarına zarar verilmesi suretiyle
ülkeyi terk etmeye zorlanmaları olduğu belirtilmiştir (akt. Güven, 2005: 140). Hüseyin Bağcı, 6-7 Eylül 1955 olaylarının o zamana kadar başarılı bir yönetim gösteren DP için ilk büyük şok olduğunu ve bu olaylar sonrası ülkenin sevilen Başbakanının popülerliğini yitirmeye başlayıp, aydınların ve subayların Menderes Hükümeti’nin politikasına karşı olumsuz tepkilerinin artmaya başladığını belirtmektedir (1990: 110). Sina Akşin ise, 6/7 Eylül olaylarını Tan olayı gibi fakat çok daha geniş çapta ülkemizde devletin hukuk dışına çıkmasının üzücü
bir başka örneği olarak tanımlamıştır (234). Ahmad ise, 6/7 Eylül İstanbul olaylarını, Türk kentlerindeki bastırılmış gerilimlerin açığa çıkması olarak nitelemektedir (66).
6/7 Eylül günü yaşananları kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür.
1955 yılının Eylül ayında Kıbrıs konusunu görüşmek üzere toplanmış
olan Londra Konferansı sırasında, 6 Eylül günü Selanik’teki Atatürk’ün doğduğu eve Yunanlılar tarafından bomba atıldığı yönünde gelen haber üzerine İstanbul, İzmir17 ve Ankara’da18 olayı protesto için toplanan grupların, Rum azınlıklar başta olmak üzere diğer azınlıklara ve Türklere karşı 7 Eylül gününün erken saatlerine kadar gösterdikleri türlü şiddet hareketleridir.
Olayların gelişimine ilişkin olarak kaynaklarda şu bilgiler yer almıştır. Olayın başlangıç noktası, Anadolu Ajansı'nın haberi radyoya vermesi ardından İstanbul ve Ankara radyolarının öğlen bültenlerinde Atatürk’ün evinin bombalandığı haberini duyurmasıdır (6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar-Belgeler Arşivi, 2005: 337; Birgit, 2012: 195)19. İstanbul Radyosu Dış Haberler servisinin ikinci bülteninde olay şu sözlerle duyurulmuştur: “Selanik’te menfur bir tedhiş hadisesi”,
“Selanik’te Aziz Atatürk’ün doğduğu ev ile Türk Konsolosluğu binası arasındaki bahçede saat gece yarısını dört geçe bir bomba patlamış ve bu infilak neticesinde Aziz Atatürk’ün doğduğu evin pencereleriyle Konsoloshanenin camları hasara uğramıştır. İnfilak esnasında da insanca zayiat olmamıştır. Yunan polisi tahkikata başlamış ve daha sıkı emniyet tedbirleri almıştır. 5 şüpheli şahsın tevkif edildiği bildirilmektedir.
Yunan Hükümeti Dahiliye Vekili basına verdiği beyanatta “bu işi
hakiki bir Yunanlının yaptığını zannetmiyorum demiştir” (6-7 Eylül
Olayları. Fotoğraflar-Belgeler Arşivi, 2005: 256)20.
İlerleyen saatlerde ise, DP milletvekili Mithat Perin’in sahip olduğu
İstanbul Ekspres ikinci bir baskı yapıp, olayı bütün İstanbul’a duyurmuştur
(akt. Ceylan, 1996: 43-44)21. İstanbul Ekspres’in baskısına dair
bazı soru işaretleri vardır. Radyo, haberi 13:00’de geçmiş, İstanbul Ekspres
ise 13:30’da baskıya hazırlanmıştır. Mithat Perin’in 16:30’da bütün
kopyaların dağıtılmış olduğu yönündeki ifadesi (Akt. Ceylan, 1996:
43-44) ile dönemin teknolojik koşulları göz önüne alındığında baskının
daha evvelce hazırlanmış olma ihtimali akla gelmektedir. Benzer
düşünce, Yılmaz Karakoyunlu’nun, Güz Sancısı romanında da, “İstanbul
Ekspres gazetesi öğle baskısında son haberi vermek için bekletilmiş;
sonra gelen habere göre önceden hazırlanmış kalıplar baskıya
verilmişti” sözleriyle de ima edilmiştir (154). Aynı kuşku Orhan
Birgit’in anılarında da yer almaktadır:
Dışarıdan gazete satıcısı çocukları “yazıyor, Atatürk’ün evinin bombalandığını
yazıyor” diye bağırarak, İstanbul Ekspres adlı akşam gazetesini sattıklarını duyuyorduk. Haber gazetenin ikinci baskısıyla verilmişti. Gazetecilikte şimşir olarak adlandırılan ve o dönemin tekniği içinde sayfalara ancak çok olağanüstü durumlarda konulan başlıklar hazırlanmıştı. Öyle bir hazırlığın arkasında nelerin gelebileceğini bilmek zordu”(195).
Haberin duyulması üzerine Kıbrıs Türktür Cemiyeti22 bir beyanname
yayınlamıştır. Cemiyet olayı, “bardağı taşıran son hadise” olarak
görmüş ve “bugüne kadar gösterilen sabrın artık gösterilmeyeceği”ni
duyurmuştur. Ayrıca, Yunan Hükümeti ve basınının, bu olayı destekleyenlerin,
“akıllarını başlarına almadıkları” takdirde, 1922 yılını gölgede bırakacak şekilde Türkleri karşılarında bulacağı, Kıbrıs’ın her zaman Türk kalacağı bunun aksini düşünenin bunu çok pahalıya ödeyeceği tehdidi yöneltilmiştir (Armaoğlu, 1963: 159)23. Cemiyetle ilgili olarak dikkat çeken diğer nokta ise, Kıbrıs’taki Türk Cemiyetinin başkanı olan Dr. Fazıl Küçük’ün İstanbul’daki Kıbrıs Türktür Cemiyeti başkanı Hikmet Bil’e gönderdiği söylenen mektuptur. Bil’in de inkâr
etmediği söylenen mektupta, “Türkiye’de Rumlar aleyhine bir hareketin
yapılmasının Kıbrıs’taki Türklerin durumunu korumak bakımından faydalı olacağının” belirtildiği ve bu bilginin "çok gizli kaydıyle" şubelerine gönderildiğinin yazdığı ifade edilmiştir (6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar-Belgeler Arşivi, 2005: 290). Buna ek olarak olayların yaşandığı gün, Kıbrıs Türktür Cemiyeti başkanı Hikmet Bil ile Başbakan Adnan Menderesin olayların öncesinde kısa da olsa görüştükleri iddiası da söz konusudur (Birgit, 2012: 194).
Yapılan açıklamalar sonrası, üniversite gençliği Selanik’te gerçekleşen
bombalama olayını protesto için sokaklarda toplanmış ve daha sonra halkın da katılımıyla bir kınama toplantısı düzenlenmiştir (Akşin, 1998: 234; Birand vd., 1999: 109; Ceylan, 1996: 47-48, Güzel, 1997: 163)24. Fakat protesto amaçlı bu “masum” toplantı yerini, profesyonel bir eylem sonucu, yakma ve yağmalama hareketlerine bırakmıştır (Demir, 2007: 59-60)25. Protestonun yıkıma dönüşme hali kaynaklarda şu şekilde anlatılmaktadır:
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***