Yeni Normale Alışma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeni Normale Alışma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ocak 2021 Çarşamba

YENİ NORMALE ALIŞMA COVID-19 DÖNEMİNDE ALMAN DIŞ POLİTİKASI.,

YENİ NORMALE ALIŞMA COVID-19 DÖNEMİNDE ALMAN DIŞ POLİTİKASI.,




YENİ NORMALE ALIŞMA: COVID-19 DÖNEMİNDE ALMAN DIŞ POLİTİKASI VE KAMUOYU* 
JoshuaWEBB*
 Dr. Ronja SCHELER**
*Körber-Stiftung Vakfı’nda Program Yöneticisi ve Berlin Pulse Editörü, Almanya 
 
**Körber-Stiftung Vakfı Uluslararası İlişkiler Programı Direktörü, Almanya
_  Bu makale ilk olarak The Berlin Pulse’da yayımlanmıştır 
    (https://www.koerber-stiftung.de/en/the-berlinpulse)• 


SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

Avrupa Birliği, Almanya, ABD-Çin Rekabeti, Çok Taraflılık, COVID-19 salgını,Yeni Normale Alışma, COVID-19 Dönemi, Alman Dış Politikası, Kamuoyu, 


   COVID-19 salgını son on yılda görmekte olduğumuz jeopolitik değişimlerin temelini oluşturan birçok dinamiğe ivme kazandırdı. Alman bakış açısından 
Koronavirüs neredeyse İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Berlin’in dış politikasının temelini oluşturan ve Avrupa entegrasyonu, Transatlantik işbirliği ile ihracata dayalı ekonomik modelden oluşan sacayağının her bir ayağındaki önemli sorunları ortaya çıkardı. Açık ve kurallara dayalı bir düzene olan bağımlılıkları sözkonusu ayakların ortak noktası olup, bu düzen giderek daha çok tehdide maruz kalmaktadır. 
Bu sınamaların farkında olan Almanya uluslararası işbirliğine yönelik yinelenmiş bir taahhüde önayak olmak için büyük çaba sarf etmiştir. Ocak 2019'da geçici üye olduğu BM Güvenlik Konseyi'nde yeni girişimlerden, Çok Taraflılık için İttifak'ın 
faaliyete geçirilmesine kadar birçok konuda çok taraflılığı gündeminin merkezine taşımıştır. 

Peki bu zorluklar ve ortaya atılan çözümler özellikle pandemi bağlamında halk tarafından nasıl görülüyor? 

Jeopolitik gerçekler değişse de Almanlar birbirine derinden bağlı bir dünyada kendilerini daha rahat hissetmeye devam ediyor ve çoğunluk küreselleşmenin ülkelerine (%59) ve kendilerine (%52) fayda sağladığına inanıyor (Pew Araştırma 
Merkezi’nin verilerine göre, ABD’de bu oranlar sırasıyla %47 ve %49’dur). Benzer bir anlayışla, Almanlar uluslararası işbirliğinin sadık destekçileri olmaya devam ediyor. 2019'daki %96'ya oranla küçük bir düşüşe rağmen %89'u küresel sınamaların üstesinden gelmek için diğer ülkelerle işbirliği yapılmasını destekliyor. Öte yandan, küresel karşılıklı bağımlılığa sınırlı destek veriliyor. %85'lik büyük çoğunluk yüksek maliyet riski olsa bile temel malların üretiminin ve kritik altyapının Alman topraklarına geri döndüğünü görmek istiyor. Bununla birlikte, 
uluslararası sınamalarla Almanlar tek başlarına mücadele etmek istemiyorlar. Peki, bu tercihlerin Avrupa entegrasyonu, Transatlantik ortaklık ve Çin ile ilişkiler hususundaki görüşlerle bağlantısı nedir? 

Avrupa konusunda Almanlar birbiriyle çelişen görüşlere sahipler. Avrupa'ya bakış açısı olumluya yönelen %33'lük kesime karşılık %38'lik kesim COVID-19 krizi sırasında AB ile ilgili görüşlerinin olumsuz olduğunu belirtiyor. Yaklaşık dörtte üçü 
nispeten zengin bir ülke olarak Almanya'nın küresel sorunların çözümünde diğer ülkelerden daha fazla katkıda bulunması gerektiği konusunda hemfikirken, bunun Avrupa ölçeğinde nasıl sonuç vereceği net değildir. %59'luk büyük bir kesim 
son haftalarda en tartışmalı konular arasındaki Koronavirüs tahvillerine karşı çıkmaktadır. Avrupa entegrasyonuna destek somut faydalar sözkonusu olduğunda daha az muğlak hale geliyor. Örneğin, %85'lik güçlü bir çoğunluk Koronavirüs’ün 
üstesinden gelindiğinde katılımcı devletler arasında sınır kontrollerini kaldıran Schengen Anlaşması’na dönmeyi desteklemektedir. 

Avrupa projesi ile karşılaştırıldığında, Almanların Transatlantik işbirliğine yönelik yaklaşımlarında ciddi bir düşme görülmektedir. Washington'a yönelik şüphecilik 
salgın öncesinde de mevcutken, Amerika'nın Koronavirüs’e verdiği yanıt Almanların ABD’den uzaklaşmasını açık şekilde güçlendirdi. Almanların %73'ü ABD hakkındaki görüşlerinin kötüleştiğini söylüyor (Bu oran, Çin'e karşı görüşlerinin 
kötüleştiğini söyleyen katılımcıların sayısının iki katından fazladır). Washington ve Berlin arasındaki yakın güvenlik işbirliğine rağmen, Eylül 2019'daki %19’luk orana kıyasla, Almanların sadece %10'u ABD'yi Almanya'nın dış politikadaki en yakın ortağı olarak görüyor. Transatlantik yabancılaşmanın bir başka örneği, Pekin ile yakın ilişkilerden çok Vaşington'la yakın ilişkilere öncelik veren Almanların oranının Eylül 2019'da %50 iken şu an %37’ye düşmüş olmasıdır. Bu da neredeyse tam 
tersini düşünenlerin sayısına eşittir (%36). 

Peki Almanya ABD'den uzaklaşıyor ve Çin'e mi yakınlaşıyor? 

Pek sayılmaz. Evet, halkın Vaşington ve Pekin arasında eşit mesafede durması politikacıları endişelendirmelidir. Ancak bu Almanların Çin Halk Cumhuriyeti’ne eleştirel yaklaşmadıkları anlamına gelmez. %70'inden fazlası Çin Hükümeti’nin Koronavirüs’ü kontrol altında tutma konusunda daha şeffaf davranmış olması halinde salgını hafifletebilmiş olacağını düşünüyor. Çin’in propaganda çabaları da birçok Alman'a hitap ediyor gibi görünmüyor. Mart ayında Avrupa'nın dayanışma konusundaki eksikliği nedeniyle tüm umutlarını Pekin'e yönlendirdiğini açıklayan Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic'in aksine Almanların %87'si AB'nin pandemiye karşı mücadeleye Çin'den daha fazla katkıda bulunduğuna inanıyor. 
Tüm bunlar Alman dış politikasının geleceği açısından ne anlama geliyor? AB üyeliğinin faydaları popülerliğini koruyor. Bununla birlikte elde edilen sonuçlar, Almanlar nezdindeki AB imajına salgının nihai etkisinin olumsuz olduğunu göstermektedir. Batıya baktığımızda Atlantik her zamankinden daha uzak görünüyor. Önceki anketlerden elde edilen veriler Almanların ABD hakkındaki algılarının görevdeki Başkana ilişkin algılarıyla yakından ilişkili olduğunu 
göstermektedir. Bununla birlikte, kamuoyu ve Vaşington'la yakın ilişkilere dayanan dış politika arasındaki büyüyen makas, siyasi yelpazenin her iki ucundaki partilere cazip hedefler sunabilir. Bu meyanda, Sosyal Demokratların NATO'nun 
nükleer programı çerçevesinde Alman topraklarında depolanan ABD nükleer silahlarının kaldırılması yönündeki son talebi, ki bu Almanya'nın ittifak içindeki rolü bakımından hayati bir politikadır, gelecekteki tartışmaların habercisi olabilir. Peki ya Çin? Bazı Alman politikacılar demokratik devletlerin uluslararası arenadan çekilmesiyle ortaya çıkan boşlukları otoriter devletlerin hızla dolduracakları konusunda defalarca uyarıda bulunmuşlardır. 
     Kamuoyu açısından Çin Halk Cumhuriyeti, ABD popülaritesinin zayıflamasından ortaya çıkan boşluğu doldurmanın eşiğinde gibi görünüyor. 
Uzmanlar gibi politikacılar da Çin-Amerikan rekabetinin mevcut gidişatı sürerse Almanya'nın sonunda tarafını seçmek zorunda kalacağına - ki bunun olmayacağını gösteren çok az şey var - ve Pekin'in artan popülaritesinin verilecek kararı 
karmaşık hale getireceğine dair öngörülerde bulunuyorlar. 

Koronavirüs salgını uluslararası işbirliğine acil ihtiyaç olduğunu hissettirdikçe çok taraflılık hem manen hem de uygulamada bocalıyor gibi görünüyor. Pandeminin uluslararası işbirliğini artıracağına %42'lik bir oranla inanan Almanlar uluslararası işbirliğinin geleceği konusunda iyimser kalmayı sürdürüyorlar. 

Umarız acı bir hayal kırıklığı yaşamazlar. 

***

PANDEMİ SONRASI DAHA FAZLA. AZ-TARAFLILIK ZAMANI MI

PANDEMİ SONRASI DAHA FAZLA. AZ-TARAFLILIK ZAMANI MI




Dr. Marton UGROSOY
Dış İlişkiler ve Ticaret Enstitüsü (IFAT) Başkanı, Macaristan 
 

Küreselleşme, Çok Taraflılık, Uluslararası Örgütler, Macaristan , Küresel Yönetişim, Dr. Marton UGROSOY,Rusya, ABD-Çin Rekabeti, Pandemi Sonrası, Daha Fazla, Taraflılık Zamanı, 


SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 


İnsanlığın mevcut Koronavirüs salgını gibi bir sınamayla daha önce karşı karşıya kalmadığını söylemek her ne kadar cazip görünse de doğru değildir. 

Birincisi, mevcut salgından önce de küresel salgınlar dünyayı kasıp kavurmuşlar dır. 

İkincisi, COVID-19’dan kaynaklanan ekonomik hasar hastalığın tahribatından çok daha vahim olacaktır. Küreselleşme, geri dönüşü olmayan karmaşık bir süreçtir ve insanlık yaşanan tüm can kayıplarına rağmen daha fazlasına sahip olma ve 
küresel servetten daha fazla pay alma arzusundan şüphesiz ki vazgeçmeyecektir. 

ABD Kendi Ayağına mı Kurşun Sıktı? 

Küresel yönetişim ve uluslararası kuruluşların geleceği COVID-19 sonrası dünyada beraber şekillenecektir. Batı’nın düşüşünün kaçınılmaz olduğu en az yüz yıldır tahmin edilmekteydi ancak ABD’nin mevcut krize verdiği tepki hayret verici ve tüm beklentilerin dışında oldu. ABD’nin dünya düzeni üzerindeki hakimiyetinin kalan kısmını koruyor olması gerekirken, sözde kurallara dayalı uluslararası düzenin etrafından dolaşarak kurumlarını ortadan kaldırdığını görüyoruz. Ana garantörünün körü körüne ve kibirli bir şekilde kendi kurallarını göz ardı etmesinden başka hiçbir şey bir sistem için daha fazla yıpratıcı olamaz. Sanki bu durum daha önce yaşanmamış gibi, ABD Başkanı Donald Trump bile ABD’nin şu anda sözde “daha büyük küresel iyilik” çıkarına göre hareket ettiğini iddia etmeye çalışmıyor. 
Dahası, hastalıkla mücadeledeki başarısızlığı ABD’nin kendi meselelerini etkin 
bir şekilde yönetmeye yetkin bir güç olduğuna ilişkin imajını zedelemektedir. ABD ve Çin arasında hastalık konusunda patlak veren propaganda savaşı sonu olmayan ve herhangi bir katma değer sunmayan bir suçlama oyununa dönüştü. 

Bu durum, en az iki kısa vadeli sonuca yol açacaktır. 

Birincisi, BM sistemi daha da geçersiz hale gelecektir. 

İkincisi, büyük çok taraflı örgütlerin yararı, ABD ve Çin’in sözkonusu 
örgütleri nüfuz için rekabet edebilecekleri alternatif sahalar olarak kullanacaklarından daha da azalacaktır. Öte yandan, küresel çok taraflı örgütlerin işlevsiz kalınması, Türk Konseyi ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) gibi daha küçük “az taraflı” yapıların veya Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), ASEAN ve Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (BKEO) gibi daha büyük ancak konu veya coğrafya açısından sınırlı uluslararası örgütlerin önünü açabilir. 

ABD’nin küresel nüfuzunun azalmasına ilişkin dikkat edilmesi gereken nokta, hocalarımdan birinin söylediği gibi, dünyanın Cumhuriyetçi ABD Başkanlarından nefret etmesidir. Başkan Trump eğer önümüzdeki Kasım’daki seçimleri kaybeder se, 2008’de George W. Bush’tan sonra göreve gelen Barack Obama’da olduğu gibi küresel kamuoyunun yeni Demokrat Başkana aşık olması ve ABD’nin azalan etkisiyle ilgili tüm tartışmaların bir gecede ortadan kaybolması mümkündür. 

Henüz kural koyucu rolünü üstlenmeye ve buna ilişkin bedelleri ödemeye hazır olmayan Çin başta olmak üzere, ABD hegemonyasına meydan okuyanlar henüz yeterli güce sahip değiller. Çin, halihazırda var olan ayrışmalar, tartışmalar ve fırsatlardan diplomasi yoluyla faydalanıyor olsa da kendi dünya düzenini yürütecek askeri ve ekonomik güçten yoksun olduğundan kendi alternatif önerilerini sunmak istemiyor. 
Başkan Xi Jinping’in 2049 planlarında bu gaye mevcut olsa da Çin Komünist Partisi bile hala önlerinde uzun bir yol olduğunu itiraf ediyor. 

Rakiplerin de Kendi Sorunları Bulunuyor ABD salgın kaynaklı sorunlarla mücadele ederken, rakiplerinin de kendi problemleri mevcut. Virüse karşı mücadeleyi kazandığını beyan eden Çin cazibesini hızla kaybetmektedir. Wuhan ve dışındaki vefatların sayısının “gizemli bir şekilde” çoğaldığına dair raporlar, Çinli şirketler 
tarafından satılan ve standartların altında kalan tıbbi ekipman ve çalışmayan testler, Çin’in basit devlet propagandası ile birleşerek, Batı’da Çin tehlikesine dikkat çekmekte ve Pekin ile gerçekten iş yapma isteğini ortaya koymuş olan Batı’nın son büyük ekonomik gücü olan AB’yi Çin’den uzaklaştırmaktadır. 
Çin’e yönelik ABD’deki algı her geçen gün daha da kötüleşiyor. 

Salgının bittiğini ilan etmesine rağmen, Çin ekonomisinin bu yılın başlarındaki tecrit sırasında ne kadar darbe aldığına ve bunun küresel tedarik zincirleri için ne anlama geleceğine dair güvenilir verilere ihtiyaç duyuyoruz. 

Çin, Batı üzerindeki iki aylık üstünlüğünü kullanarak öne geçmek isterken tedarik zincirlerinin üst kademelerinde alıcı bulunmadığı takdirde Çinli şirketleri tam kapasiteli üretime geri döndürmenin bir anlamı olmadığını öğrendi. Birçok Çinli şirketin tıbbi malzeme işine girmesine şaşmamalı ancak iki hafta öncesine kadar  kamyon lastikleri üreten bir şirket tarafından Çin’de yapılan bir solunum cihazına hayatınızı emanet eder miydiniz? 

Lombardiya’nın en karanlık günlerinde İtalya’ya askeri sağlık ekibi gönderen Rusya salgında en kötü aşamaya giriyor. 

Başbakan enfeksiyon sebebiyle kendini izole ederken Moskova sakinleri sayıları hızla artan kayıplar nedeniyle dijital kontrolle uygulanan sokağa çıkma yasağı ile karşı karşıya. Dibe vuran petrol fiyatlarıyla birlikte salgın, hükümetin durumu idare edememesiyle ortaya çıkan imaj sorununun yanı sıra, Rusya’nın büyük güç hedeflerini gerçekleştirebilmesi için gerekli olan yöntem ve araçları finanse edip edemeyeceği sorusunu da akla getirmektedir. 

Tüm üye devletlerde (her zaman “ortak Avrupa eylemi” hakkında vaaz verenlerde bile) ulusal düzeyde halk sağlığı müdahalelerinin başlatıldığı Avrupa Birliği salgınla başarısız bir mücadele yürütmüş ve çoğu uzman tarafından bu konuda etkisiz olduğu değerlendirilmiştir. Bununla birlikte, her gün binlerce kayıp verilirken bile Ortak Pazar çalışmaya devam etti, mallar kapalı sınırların ötesine sevk edildi ve Macaristan’da Almanların sahip olduğu süpermarketlerde İtalyan brokolisi ve İspanyol çilekleri satın almak hep mümkün oldu. 

Avrupa Komisyonu’nun hakkında konuştuğu tek gerçek mesele malların serbest dolaşımını korumak için çağrıda bulunmasıydı ve üye devletlerin hükümetleri bu çağrıya memnuniyetle uydular. Ancak ekonomik başarıya rağmen, AB’nin acizliğinin açık bir işareti olan Bergamo hastanelerinin kurbanları – asıl hatalının AB’den ziyade Lombardiya bölgesel hükümeti olmasına rağmen – önümüzdeki birkaç yıl boyunca AB’ye musallat olmaya devam edecekler. 

 Tüm Mesele Ekonomi! 

Tüm dünyanın Çin’den tıbbi ekipman satın aldığı bir dönemde pandemi bittikten sonra küreselleşmenin nasıl sona ereceğini öne süren yazıları okumak insanı eğlendiriyor. Krize karşı tepkilerimiz bile küreselleşmiş durumda: her şeyi Çin’den 
satın alıyoruz, diğer ülkelerin salgınla nasıl başa çıktığını araştırıyoruz, en iyi uygulamaları taklit etmeye çalışıyor ve küresel tedarik zincirlerinin yeniden çalışmaya başlamasını bekliyoruz. Küresel ekonomi ağı o kadar güçlendi ki, geriye 
dönmek imkansız hale geldi. Sırf Kaliforniya’da tasarlanıp orada üretildi diye yeni bir iPhone için kim 300 dolar daha fazla verir? Mahallemizdeki marketten muz alamamayı kabul eder miyiz? Tayland’a tatile gitmekten vazgeçebilir misiniz? 

Varlıklı Çin orta sınıfından yüz milyonlarca turist Ginza’da Gucci markalı ürün satın almaktan kaçınacaklar mı? 

Cin şişeden bir kez çıkmaya görsün, ne kadar uğraşsanız yeniden şişeye tıkamazsınız. Tabii ki küçük ekonomik düzenlemeler olacak, ulus aşırı şirketler biraz daha fazla dalgalanmaya ve sonuç olarak tedarik zincirinde ek maliyetlere izin verecek ve üretimlerini ana pazarlarına yakınlaştıracak. Fakat Daimler en fazla kar yaptığı Çin pazarından çekilmeyecek. Aynı zamanda, Macaristan’da üretilen  Audi motorları Şanhay’da satılan Lamborghini’lerde kullanılmaya devam edecek. Aynı şekilde, Foxconn tarafından Shenzhen’de ucuza üretilen Kore akıllı telefonlarını almaya devam edeceğiz ki Facebook’ta küreselleşmenin dayanılmaz 
kişisel maliyetlerinden şikayet edebilelim. 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 


***