Uluslararası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uluslararası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2021 Cuma

RUSYANIN KAFKASYA POLİTİKASINDA KARABAĞ FAKTÖRÜ., BÖLÜM 1

 RUSYANIN  KAFKASYA  POLİTİKASINDA  KARABAĞ  FAKTÖRÜ., BÖLÜM 1





Uluslararası, Sovyet Sonrası, Türkiye-Rusya, İlişkileri Sempozyumu, İzmir, Doç. Dr. Vefa KURBAN, Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ, Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN,
 Azerbaycan, Karabağ, Ermenistan,Kafkasya,

I. ULUSLARARASI SOVYET SONRASI TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI

15-16 Ekim 2020 
Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü İzmir - Türkiye

EDİTÖRLER
Doç. Dr. Vefa KURBAN
Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ
Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
I. Uluslararası Sovyet Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri Sempozyumu


Bu kitapta yayımlanmış bildiriler ile ilgili hak ve sorumluluk bildiri sahiplerine aittir.
ONUR KURULU
Prof. Dr. Necdet BUDAK
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
DÜZENLEME KURULU
Prof. Dr. Nadim MACİT (Başkan)
Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV (Eş Başkan)
Prof. Dr. Mustafa MUTLUER (Eş Başkan)
Doç. Dr. Vefa KURBAN (Eş Başkan)
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Nafiz ÜNALMIŞ
Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ
Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
BİLİM KURULU
Prof. Dr. A. Özlem ÖNDER (Türkiye)
Prof. Dr. Abdullah TEMİZKAN (Türkiye)
Prof. Dr. Aleksandr DRUZHININ (Rusya)
Prof. Dr. Aleksandr KOLESNİKOV (Rusya)
Prof. Dr. Asem NAUŞABAYEVA-HEKİMOĞLU (Kazakistan)
Prof. Dr. Çengiz İSMAİLOV (Azerbaycan)
Prof. Dr. Enver ŞEYHOV (Azerbaycan)
Prof. Dr. Gülzade SHAKULIKOVA (Kazakistan)
Prof. Dr. İrina BUSYGINA (Rusya)
Prof. Dr. İrina TURGEL (Rusya)
Prof. Dr. Leonid VARDOMSKİY (Rusya)
Prof. Dr. Mesut Hakkı ÇASİN (Türkiye)
Prof. Dr. Mirjana GAJIC (Bosna-Hersek)
Prof. Dr. Musa QASIMLI (Azerbaycan)
Prof. Dr. Mustafa MUTLUER (Türkiye)
Prof. Dr. Nadim MACİT (Türkiye)
Prof. Dr. Obren GNJATO (Bosna-Hersek)
Prof. Dr. Osman KARATAY (Türkiye)
Prof. Dr. Rajko GNJATO (Bosna-Hersek)
Prof. Dr. Sait YILMAZ (Türkiye)
Prof. Dr. Türkan OLCAY (Türkiye)
Prof. Dr. Vladimir GONDA (Slovakya)
Prof. Dr. Vladimir KOLOSOV (Rusya)
Prof. Dr. Vedat ÇALIŞKAN (Türkiye)
Doç. Dr. Altuğ GÜNAL (Türkiye)
Doç. Dr. İbrahim ŞAHİN (Türkiye)
Doç. Dr. Muvaffak DURANLI (Türkiye)
Doç. Dr. Nedim YALANSIZ (Türkiye)
Doç. Dr. Svetlana SHABALINA (Rusya)
Doç. Dr. Vefa KURBAN (Türkiye)
Dr. Öğr. Üyesi Maria STOYANOVA (Türkiye)
Dr. Öğr. Üyesi Marina LOMONOSOVA (Rusya)
Dr. Öğr. Üyesi Hanife KESKİN (Türkiye)
SEKRETARYA
Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ
Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
İÇİNDEKİLER
Doç. Dr. Vefa KURBAN, Arş. Gör. Seçil ÖRAZ BEŞİKÇİ, Arş. Gör. Recep Efe ÇOBAN
Editörden 1-2
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
Açılış Konuşması 3-5
Mv. Ahmet Berat ÇONKAR
Açılış Konuşması
E. Büyükelçi Ender ARAT
Açılış Konuşması 11-14
Prof. Dr. Nadim MACİT
Açılış Konuşması
Prof. Dr. Mustafa MUTLUER
Açılış Konuşması 19-21
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Nafiz ÜNALMIŞ
Post-SovietRussia's Approach to the Problems in Georgia
Prof. Dr. Çingiz İSMAİLOV
TypuuA u PoccuA e reononumunecKou Peöyce KaeKasa 39-48
Doç. Dr. Ali ASKER, Afgan BAKHSHALİYEV
Dr. Namık AHMADOV
Azerbaycan Basınında Türk-Rus İlişkileri
Prof. Dr. Alexander DRUZHININ, Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV, Prof. Dr. Mustafa MUTLUER
BsauMoâeücmeue Poccuu u Typ^uu e MeHAW^eücn Eepasuu: meHÖe^uu, eo3Mo^Hocmu, öapbepu, npuopumembi
Prof. Dr. Kyamil SALIMOV
KBonpocy o noeumeHuu }.porutA CompyÖHunecmea T'ypu.uu u Poccuu
Dr. Öğr. Üyesi Argun BAŞKAN
Foreign Policy Orientations of the Russian Federation And Implications for Turkey
Dr. Oğuzhan ERGÜN, Doç. Dr. Vefa KURBAN
Türkiye ve Rusya İlişkilerinde Paradoksal Sürtünmeler 111-127
Prof. Dr. Türkan OLCAY
Geçmişten Günümüze Türkiye 'de Rus Dili ve Edebiyatı Öğretimi
Dr. Öğr. Üyesi Maria STOYANOVA
npenoâaeaHue PyccKo/'o MşbiKa e U,eHmpax^onoAHumeAhHo/'o OöpasoeaHuA l'ypnuu 143-147
Doç. Dr. Muvaffak DURANLI
Sovyet Sonrası Başkent Moskova'da Türkçe Öğreten Akademik Kurumlar ve Son Yirmi Yıldaki Çalışmaları
Prof. Dr. Giray Saynur DERMAN

I. Uluslararası Sovyet Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri Sempozyumu Afişi 
I. Uluslararası Sovyet Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri Sempozyumu Programı 
RUSYA'NIN KAFKASYA POLİTİKASINDA KARABAĞ FAKTÖRÜ




Ali ASKER*
Afgan BAKHSHALIYEV*
* Doç. Dr. Karabük Üniversitesi, İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi,
   aliasker2068@gmail.com
** Karabük Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Uluslararası Politik Ekonomi Anabilim Dalı yüksek lisans öğrencisi, 
   afgan.bakshaly@gmail.com


Özet

Karabağ'ın Rusya'ya ilhak edilmesinden sonraki süreçte bu bölgenin demografik yapısı tahrip edilmiş, Ermeni nüfusu yoğun bir şekilde bölgeye göç ettirilmiştir. Tarihi belgeler gerek imparatorluk döneminde gerekse Sovyetler döneminde bu
bölgede bulunan Ermeni nüfus Rusya'nın sömürgecilik emellerine alet edilmiştir. Ermenilerin silahlandırılması, Türklerle karşı çatışmalara tahrik edilmesi, bu çatışmalarda Ermenileri savunması, diplomatik ve askeri destek sağlanması
göç ettirilmesini göstermektedir. Sovyetler Birliğinin sonlarına doğru ve Azerbaycan'ın bağımsızlığına kavuşmasından sonraki süreçte de bölgeye yönelik politikalar aynı mantık ve zihniyetle devam ettirilmiştir. 1918-1920 Birinci Azerbaycan Cumhuriyeti döneminde de bu bölgede yaşayan Ermeni nüfusu, aynı zamanda Ermenistan Cumhuriyeti Bolşevik Rusyası'nın yayılmacılık politikasına hizmet etmiştir. Sovyet döneminde 1990'larda başlayan çatışmalar sürecinde de Rusya'nın bölgeye yönelik politikasında da aynı çizgi devam ettirilmiştir. 

Bu süreçte Rusya Ermenistan'a ciddi silah desteği sağlarken, diplomatik yolla da sorunun nihai çözümü değil, dondurulması yönünde çaba sarf etmiştir. Günümüzde uluslararası ilişkiler ve bölgesel politikalar bağlamında devam eden gelişmeler statükoyu değiştirme fırsatı sunmaktadır. Keza 27 Eylülde başlamış ve hala devam etmekte olan Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında Rusya'nın görece tarafsızlığı bu fırsatı daha da kuvvetlendirmektedir. Burada dikkat çekmemiz geren bir önemli konu da Türkiye'nin bölge politikalarında kararlı bir tutum sergilediği, Azerbaycan'a diplomatik anlamda güçlü destek sağladığı, gerekirse bu desteğin askeri boyutunu da devreye sokacağı gerçeğidir. Tüm bunlar çeyrek asırdır devam eden statükonun değişeceği, işgali sona erdirileceği ve sorunun nihai çözümüne doğru önemli mesafe kat edileceği umutlarını doğurmaktadır.

Giriş

Rusya'nın Kafkasya politikasında yer alan önemli meselelerinden biri Dağlık Karabağ sorunudur. Günlük kullanımda ve siyasi literatürde bu şekilde adlandırılsa da aslında bu sorun sadece Karabağ'la ilgili mesele olmayıp, Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarının işgali ve iki yüz senden fazla bir müddettir devam eden Kafkasya'daki Ermeni yayılmacılığıyla ilgilidir. 19. yüzyıldan beri Rus Devleti'nin jeostratejik çıkarlarıyla doğrudan ilgili bu sorunun mimarı aslında Rusya'dır. Rusya İmparatorluğu Kafkasya'ya doğru genişlerken ileri karakol görevi icra edecek bir Ermeni teşekkülünün oluşumuna çalışmış ve bu planını bölgenin demografik yapısını tahrip ederek ve Türk topraklarını "Ermenileştirerek" gerçekleştirmiştir.

   20. yüzyılın başlarında Ermenistan'a ilhak edilmeye çalışılan Karabağ bölgesi uzun süren çekişmeler sonucunda Azerbaycan'ın sınırları içinde kalmaya devam etmiştir. Hedeflerine ulaşamayan Ermeniler ve Moskova'nın Bolşevik yönetimi, Karabağ'a, Azerbaycan sınırları içinde özerk bir bölge statüsü verdirmeyi başarmışlar dır.

Yaklaşık yetmiş sene devam eden Sovyetler dönemi boyunca bu sorun zaman zaman, açık veya dolaylı yollardan Moskova nezdinde gündeme getirilmeye çalışılmışsa da Ermeniler hedeflerine ulaşamamışlardı.

Sovyetler Birliği yıkılmaya doğru giderken burası etnik-ulusal düzlemdeki uyuşmazlıklar gerekçe gösterilerek Ermenistan'a ilhak edilmeye çalışılmıştır. 

Bu bağlamda yaşanan çekişmeler ilerleyen dönemlerde sıcak çatışmaya dönüşmüş, Ermenistan ordusu, SSCB döneminden kalan birliklerin de desteğini alarak, Dağlık Karabağ ve çevre bölgelerdeki şehir, kasaba ve ilçelerini işgal etmiştir. İşgal edilen bölgelerin toplam yüz ölçümü Karabağ'ın yüz ölçümünden çok daha büyük olup Azerbaycan topraklarının beşte birine tekabül ediyordu.

Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Karabağ sorununun çözüm sürecinde Rusya faktörü her zaman önemli olmuştur. Nitekim Rusya'nın tarafsız kalacağı bir savaşta, gerek asker sayısı, mühimmat ve teknolojik açısından gerekse stratejik ve teknik manevra kabiliyeti yönüyle Ermenistan ordusundan kıyaslanmayacak derecede üstün olan Azerbaycan ordusunun galip geleceği kaçınılmazdır. 

Maalesef bugüne kadar böyle bir savaşa müsaade edilmediği, Rusya tarafından Ermenistan'a kesintisiz destek sağlandığı için Azerbaycan ordusu savaşarak topraklarını geri almak imkânından yoksun bırakılmıştır.

Hâli hazırda devam eden savaşta Rusya tarafsız kalmaya devam ederse Azerbaycan ordusu Karabağ'ı ve çevresini Ermeni işgal güçlerinden tamamen   temizleyecektir. Fakat Azerbaycan kamuoyu, bu tarafsızlığın sonuna kadar devam edip edemeyeceği, Rusya'nın uygun bir fırsat yakalayarak devreye girip giremeyeceği konusundaki endişelerinde haklıdır. Her bir halde savaşın bu şekilde, yani Azerbaycan'ın üstünlüğü ile devam etmesi muhtemel bir müzakere masasında Bakü'nün elini güçlendirecektir.

1. Rusya'nın Ermenistan'ı Himaye Politikasının Ana Hatları

Kafkasya genel olarak güney ve kuzey diye iki bölgeye ayrılmaktadır. Bu ayrım Çarlık Rusyası ve Sovyet döneminde sadece coğrafi olarak değil aynı zamanda jeostratejik anlamda kullanılmıştır.
Transkafkasya olarak da bilinen Güney Kafkasya'da günümüzde üç bağımsız cumhuriyet - Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan yer almaktadır. Kafkasya'yı güney ve kuzey olarak ayrıştırma Rusya açısından büyük önem arz etmektedir. Keza Güney Kafkasya bağımsız cumhuriyetlerden oluşurken Kuzey Kafkasya bölgesi Rusya'nın bir parçası, aynı zamanda idari birimidir.

Rusya'da Çarlık idaresi yıkıldıktan sonra Güney Kafkasya'daki Azerbaycan Türkleri, Gürcüler ve Ermeniler uluslaşma sürecinde belli başlı ilerleme kaydederek bağımsız devletlerini kurmuşlardır. Bolşevik Rusya'nın askeri müdahalesi neticesinde kısa süre devam eden bu bağımsızlıkların ardından her üç cumhuriyet Moskova'nın egemenliği altına girmiştir. Şunu da belirtelim ki bu süreci en fazla kayıplarla yaşayan ulus yine de Azerbaycan Türkleridir: bu süreçte önemli yüzölçümüne sahip Zengezur bölgesi Ermenistan'a terk edilmiş, Nahçıvan bölgesi Azerbaycan anakarasından koparılmış, bir bütün olarak bilinen ve nüfusunun mutlak çoğunluğu Türklerden oluşan Karabağ'da, Ermenilerin yoğun yaşadıkları dağlık bölgesinde yapay bir özerklik kurulmuştur. Bu özerklik ilerde meydana gelecek çatışmalara zemin hazırlamıştır.

   Güney Kafkasya'daki Ermeni nüfusu Rusya'nın bölgeyi işgal etmesinin ardından geliştirdiği demografik politikalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Nikolay Şavrov'un yazdığına göre, sadece 1828-1830 yıllarında Güney Kafkasya'ya İran'dan 40.000 ve Osmanlı'dan 84.000 Ermeni göç ettirilmiştir. Kalabalık kafileler şeklinde bölgeye göç ettirilen Ermeniler Karabağ, Revan, Borçalı ve Ahıska bölgelerindeki
verimli topraklara yerleştirilmişlerdir. 1900'lü yılların başında Güney Kafkasya'daki 1.300.000 Ermeni nüfusun ancak 300.000'i bu bölgenin yerlisiydi, geri kalan 1 milyon Ermeni ise Rus yönetimi tarafından göç ettirilmiştir.1 

 Ermenilerin iskân ettikleri bölgelerin yerli halkı ise Azerbaycan'ın diğer bölgelerine ve Osmanlı'ya göç etmek zorunda kalmıştır.

   Bu bölgelere yerleştirilen Ermeni nüfus demografik yapıyı esaslı şekilde tahrip etmiş, dönemlerde Müslümanlara/Türklere karşı uygulanacak  baskı, sindirme ve şiddetin bir aracı haline gelmiştir. İşte 1905-1906, 1918 ve 1980'lerin sonu ve 1900'ların başında Azerbaycan Türklerine karşı uygulanan eylemlerinin zemini demografik yapının değişmesiyle atılmıştır. 

Bu eylemler, kırımların her aşamasında Müslümanlara/Türklere karşı vahşet, korkutma ve insanlık dışı işkence yöntemleri uygulanarak yapılmıştır. Dönemin yazılı kaynakları, basın ve arşiv belgelerinde bu konuda yeteri kadar bilgi yer almaktadır. Tarihî belgeler, toplu kıyımlara her kesimden Ermenilerin iştirakini ortaya koymaktadır. Mart 1918 olaylarının araştırılması amacıyla Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde oluşturulmuş Olağanüstü Komisyon raporlarına göre Müslümanlara karşı uygulanan kırımlara Ermenilerin her kesiminden insanlar katılmıştı: petrolcü işadamları, mühendisler, hekimler, kısacası Ermeni ahalinin tüm zümreleri bu 'yurttaşlık görevini' ifa etmekteydi.2

Bolşeviklerle birlikte hareket eden Taşnak örgütlerinin planı Türkleri tamamen tasfiye etmekti. Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin kurulması bu planının uygulanmasını engelledi.

***

1 Mart 2017 Çarşamba

Dünyayı ‘ İşgal Et ’: Uluslararası bir Hareketin Doğuşu



Dünyayı ‘ İşgal Et ’: Uluslararası bir Hareketin Doğuşu 




Ceren AKBABA 

Özet 



Para piyasalarındaki yolsuzluklara karşı Eylül 2011 tarihinde New York’un Zuccotti Park’ında baş gösteren Occupy (İşgal) hareketi ikinci yaşına girerken, tüm dünya da yeni şekillerde zuhur eden kitlesel protestolarla tanışmış oldu. Mayıs 2013’teki 

Türkiye ve hemen sonrasında #OccupyBrazil beraberinde 
Bosna ve Bulgaristan’daki “occupy’ (işgal) hareketleriyle de dünya yeni işgal hareketlerine tanıklık etti, ve bu hareketler ulus devletlerdeki derin temsili demokrasi krizinin henüz son bulmadığını göstermiş oldu. 




Bu çalışma farklı coğrafyalarda ortaya çıkan emsal koşulları yeniden yorumlayarak ve bu küresel hareketin,yani Occupy Wall Street’in (Wall Street’i İşgal Et), öncülerini irdeleyerek söz konusu uluslararası hareketin 
nasıl ortaya çıktığını incelemektedir. İkinci bölümde ise; bölgesel ölçekli başlayıp uluslararası boyutta büyük çaplı protestolara dönüşen Occupy hareketinin nasıl yayıldığı örneklerle açıklanmaktadır. 

Özellikle bu dijital çağda etkili ve net bir ifadeyle oluşturulan bilgilendirici bir etiket (hashtag), dünyada küresel direnişin markası hâline gelen Occupy ile çok daha kolay tespit edilebilmektedir. 


**

15 Ocak 2017 Pazar

Uluslararası Uyuşmazlık Çözümü



Uluslararası Uyuşmazlık Çözümü 



Prof. Dr. Ercan Yılmaz 


Uluslararası toplum her toplum gibi uyuşmazlık yaşar. Aslında uyuşmazlık olarak adlandırılan şey insan yaşamının doğallığının bir parçasıdır. 

Nasıl ki toplum ve toplumun içinde farklı gruplar hatta bireyler uyuşmazlık yaşıyorlarsa uluslararası aktörler de uyuşmazlık yaşarlar. Önemli olan uyuşmazlığın niçin yaşandığı değil, nasıl gerekli bir şekilde çözüleceğidir. Çünkü bu doğal bir sorundur. Ama önemli olan bu durumun yapıcı bir şekilde çözülmesidir. Bu durumda iç hukuka göre bazı sıkıntılar vardır. Sebebi ise iç hukukta uyuşmazlık vukuu bulduğu zaman devreye giren bir takım otoriter mekanizmalar var. Örneğin, bireyler olarak uyuşmazlık yaşıyorsanız polis, hakim, savcı vs. yani genel olarak kamu otoritesi devreye girer ve bu uyuşmazlığı çözer. Yani beğenilse de beğenilmese de böyle bir otoriter durumun varlığı insanlara, topluma güven sağlar. Ancak, uluslararası ortam böyle değildir. Uluslararası ortam biraz anarşiktir. Anarşi sözcüğü buradaki kullanımıyla kaos 
anlamında değildir. Uluslararası anarşi demek, devletlerin üzerinde bir otoritenin olmaması demektir. Çünkü uluslararası arenada en egemen güç devletlerdir. Onların üzerinde bir otorite yoktur. BM örgütü egemen değil midir? Hayır, değildir. En kıdemli olarak gördüğümüz bir örgütlenme bile uluslarüstü bir örgüt değil, uluslararası bir örgüttür. Dolayısıyla onların varlığı ve efektif alanda çaba göstermesi, devletlerin onlara verdiği destekle orantılıdır. Peki, böyle bir ortamda egemenler eşit, onların üzerinde bir otorite yok iken bu uyuşmazlıklar nasıl çözülecek? 

Elbette bir takım mekanizmalar var. En yumuşak olandan biraz daha güç kullanımına doğru sıralayacak olursak ilk olarak ‘görüşme’ ile karşılaşırız. 

Bir uluslararası sorun ortaya çıktığı zaman bunu en kolay, en düşük maliyetli bir şekilde görüşme yoluyla çözebilirsiniz. Bu anlamda görüşme, aslında çok önemli bir uyuşmazlık çözüm stratejisidir, önemli bir yöntemdir. Ortadoğu’da bu durum pek de iyi kullanılmaz hatta yöntem olarak bile görülmez. Fakat bir batılı ülkede örneğin ABD’de arama motoruna ‘negotiation’ yazıldığında onlarca hatta yüzlerce kitap yine onlarca bu alan üzerine yoğunlaşmış ve uzmanlaşmış dergi karşımıza çıkar. Görüşme aslında önemli bir stratejidir bizler her ne kadar onun 
önemi kavrayamasak da. Gerçi görüşmenin önemli bir uyuşmazlık çözüm stratejisi olarak algılanmaya başlanması İkinci Dünya Savaşı’ndan sonradır. 1960-70’lerde Harvard Üniversitesi’nde bir takım çalışmalar başlar. Ardından diğer üniversitelerde devam eder. Bu alanda özellikle 1981 yılı milattır. Çünkü William Ury ve Roger Fisher’in “Getting to YES” adlı kitabı yayınlanır. Bilimsel olarak görüşme ve uyuşmazlık çözüm stratejisi olarak araştırılmış ve bu kitapla yayınlanmıştır. Kitabın içeriğine bakıldığında, özellikle 3-4 önemli özellikten bahsedilir. Bir tanesi, görüşmeleri yaparken duygularına değil çıkarlarına odaklan. Yani özetle kişi ile hedeflediğin ulaşmak istediğin çıkarları ayır ve onlara odaklan. Bizlerin de yaptığı en büyük hatalardan biridir bu. Sorunlar bir tarafa bırakılıp kişiye odaklanılır. Profesyonel kişi bunu yapmamalıdır. 
Sorun ve kişiyi birbirinden ayırıp soruna odaklanmalıdır. Katı bir görüşme izlenilebilir ama kişi üzerinde yumuşak olunmalıdır. Kişi üzerinde yumuşak olunmazsa muhtemelen o kişi de tepki gösterecektir ve mevcut durumun üzerine bir de ilişki sorunu eklenecektir. Dolayısıyla durum daha kompleksli hale gelecektir. Kitapta geçen bir diğer bulgu birinciyle alakalı “duygusal davranma”. Özellikle görüşme esnasında duygusal davranıldığı zaman rasyonalite ikinci plana itilmiş oluyor ve böyle olduğu zaman da ulaşılmak istenilen hedeflere ulaşılamıyor. Üçüncü bir bulgu, sonuca ulaşırken çokça alternatif geliştir. Belki de düşündüğün ilk alternatif en iyi alternatif değildir ve karşı tarafla eğer 
yapıcı bir diyaloğa geçtiysen ilk alternatifinden daha farklı çözüm yolları üretebilirsin. 

Görüşme yapılırken neler yapılmalı, neler yapılmamalı? Örneğin görüşme ortamıyla beden dilini işbirliği ve statüsel eşitlik imar edecek biçimde 
düzenlemek. Öyle bir ortamda görüş ki görüşen taraflar ne çok rahat bir ortamda olduklarını düşünsünler ne de üzerlerinde fazla hakimiyet 
hissetsinler. Hatta yuvarlak masa kullan ki eşitlik ima etsin. 

Oturuş pozisyonu, giyilen kıyafet vs. biraz da karşı tarafın kültürü dikkate alınarak bütün bunlar daha önceden planlanıp görüşmeye başlanılmalıdır. 
Görüş konusuna girmeden önce karşı tarafa güven vermek. Çünkü güven o kadar önemli bir faktördür ki, bu anlamda aslında birçok sorunun en temel nedenidir. Birçok sorun aslında güven eksikliğinden kaynaklanan türev sorunlardır. Dolayısıyla eğer bir sorun çözülecekse en temel sorun olan güvenden başlanılması gerekir. Bunun için de yapılabilecek çok strateji var ama en basiti karşı taraf ile ortak noktalar ortaya koyulmalıdır. Karşı tarafı aktif dinlemek önemlidir. Makul bir göz teması kurulmalıdır. 

Bu durum da kültürden kültüre değişir ancak uzun göz teması her ne kadar kültür farklılıkları gösterse de önemli bir faktördür. Yer yer karşı tarafın söylediklerini özetlemek onun dinlendiğinin göstergesidir. 

Konuşmacının sözünü kesmemektir. Bütün bunlara toplam olarak aktif dinleme adı verilir. 

Görüşme yaparken tehdit kullanmama, hatta tehdidi mümkünse hiç kullanma ma. Uyuşmazlık konusu karmaşık ise bölümler halinde basitten başlayarak ilerleme yapılmalıdır. Çünkü bazı sorunlar vardır kompleks bir yapıya sahiptir. Parçalamada basitten başlayıp zora doğru ilerlenildiği takdirde başarılı olma şansı yüksektir. Sebebi ise basit sorunlardaki uzlaşılar daha zor sorunların uzlaşıları için cesaret vericidir. 

Sonuç olarak görüşme önemli bir uyuşmazlık stratejisidir. Bilimsel araştırmalarla ortaya çıkan detayların bilinmesi halinde iyi bir görüşmeci olunabilir ve az maliyetle sorunun çözümüne ulaşılır. 

Görüşmenin dışında bir diğer strateji ise arabuluculuk ‘mediation’. Görüşme sorunun muhatapları arasındaki trafiktir. Eğer bu trafik başarılı olmazsa, ki bazen olmaz, o zaman üçüncü bir taraf devreye girerek tarafları uzlaştırmaya, sorunu çözmeye çalışır. Üçüncü kişinin içinde olduğu bu durum arabuluculuktur. Arabuluculuk basit bir eylem değildir, bir süreçtir aslında ve değişik versiyonları vardır. Bazı durumlar vardır ki arabulucular sadece iletişimi kolaylaştırır. Buna da daha çok soft mediation denilir. Bu durumda sadece süreci yumuşatıp görüşme trafiğini sağlıklı tutmakla yetinir. Ama bazı durumlar vardır ki taraflar çözüm üretme noktasında tıkanırlar ve böyle bir durumda arabulucudan 
beklenen şey formül üretmektir. Arabulucular bazen bağlayıcı karar alma yetkisine sahiptir. Hatta bu duruma hakemlik de denilebilir. Normalde 
arabulucunun bulguları tavsiye niteliğindedir, bağlayıcı değildir. Çünkü bu bulgular taraflar tarafından onay görebileceği gibi kabul edilmeme 
gibi biri durum da söz konusudur. Taraflar tarafından arabulucuya bir nevi hakemlik (arbitration) görevi de verilebilir. Bu durumda hard hard 
mediation denilen duruma yaklaşılmış olunur. Bu durum her iki taraf sorunu çözemiyor ise uyuşmazlık çözüm yöntemi olarak başvurulur. Bunların 
dışında geleneksel arabuluculuk yöntemi de vardır fakat bu yöntem bazı durumlarda sağlıklı değildir. Geleneksel açıdan güçlü sayılabilecek 
statüler vardır ve bunlar geleneksel açıdan sorun çözülmek istenirse sonuçtan daha avantajlı olarak ayrılacaklardır. Dolayısıyla profesyonel arabuluculuk tan kast edilen eşit, adil, herhangi bir ayrım gözetmeksizin ortaya çıkarılabilen çözümlerdir. 

Uluslararası arabuluculuk uyuşmazlıkları çözmede çok etkin bir yöntemdir. Birçok arabuluculuk profesyonel düzeyde yapılmadığı için başarısız oluyor. Aslında sorunlar biliniyor ama sürecin detayları bilinmiyor. Kıbrıs’a bakın! Sayısız arabuluculuk denemesi var fakat başarısız. Niye? Çünkü sürecin ayrıntıları bilinmiyor. Detaylı bir süreç için neler gerekir? Öncelikle arabulucunun tarafların uyuşmazlığına aşina olması gerekir. Yani süreçten tamamen uzak, sadece güçlü olduğu için devreye girebilecek bir konumda değil. İkinci olarak, kültürel olarak tarafların değerlerine duyarlı olması gerekir. Olayları algılayış biçimlerine hatta kişilik yapılarını dahi arabulucu dikkatle göz önüne alması gerekir. 

Ara bulucuların sorunlar için yeterince mesai yapması gereklidir. Eğer taraflar belli bir olgunlukta görüşüyorlar ise onlara belli bir formülü diretmemeye 
çalışması gerekir. Yani o formül kendince ne kadar adil olsa da sonuçta ara bulucu dışarıdan biridir. O yüzden tarafların istediği gibi sorunları, onları tatmin edecek şekilde çözmeyebilir. Kıbrıs Türkleri’ne ilişkin hazırlanan Annan Planı kötü hazırlanmış bir rapor değildi fakat neden bu kadar reaksiyon verildi? Arabulucu formül üretebilir ama sorunun tarafları bir şekilde çözüm üretiminde bulunabiliyor sa arabulucu kendisi çözüm dayatmasında bulunmamalıdır. Çünkü bu durumda adil olsa bile tepki ile karşılaşır. Annan Planı’nın başarısız olma nedeni de buydu. Görüşme trafiğini açık tutmak bu konuda sabırlı olmak yapılması gereken en önemli hamlelerdir. 

Arabulucunun bazı önemli noktaları vardır. Bir tanesi sorunun, çatışmanın olgunlaşmasıdır. Çatışmaya yerinde müdahale edilirse arabulucu olarak 
başarılı olma şansınız daha yüksektir. Bu konuda William Zartman’ın bir bulgusu ‘ripeness’ı anımsıyoruz. Kabaca, iki taraflı çatışma düşünülürse her iki taraf da kazanacağını düşünür. O yüzden de bir süre bu alanda mücadele verir. Arabulucu bu süre zarfında müdahalede bulunmak isterse bu duruma izin verilmez. Çünkü taraflar nasılsa kendisinin kazanacağını düşünürler. Ama belirli bir noktaya gelindiğinde kazanamayacaklarını hissederler ve bunun etkisi daha fazla bir yıkımdır. İşte tam da bu etki ripe noktadır. Bunu tam olarak ne zaman hissederler? Çatışmaya göre değişir fakat belirli bir sürenin geçmesi gerekir. Bu bazen haftalar, bazen aylar bazen de yıllar sonra olabilir. Büyük çatışmalara dikkat ederseniz, ne zaman görüşmeye ve arabuluculuğa sıcak bakmaya başlarlar? Taraflar sonuç için olumlu düşüncelerden vazgeçmeye başladıkları zaman arabulucular devreye girerler. Kimler arabulucu olurlar? Kişi, kurum, devlet, örgüt… Ama sağlıklı arabulucular güvenilir olmalı, sırdaş olmalı, 
sağlıklı bilgi toplayabilmeli ve aynı zamanda da güç sahibi olabilmeli. Bu güç psikolojik, fiziksel veya her ikisi de olabilir. 

Hakemlik, gönüllü ve zorunlu olarak ikiye ayrılır. Gönüllü hakemlik, taraflar hakemi tayin eder ve onun verdiği sonucu kabul edebilecekleri gibi etmeme hakkına da sahiptirler. Zorunlu hakemlik ise yine taraflar hakemi tayin ederler ve onun vardığı sonuç kabul görür. Devletler, örgütler, uluslararası aktörler diledikleri kişi, kurum ve örgütleri hakem tayin edebilirler. Bu konuda bir sınırlama yoktur. Tahkimname denilen hakemlik sözleşmesi ile hakemler tayin edilebilir. Taraflar bazen bir anlaşmayla sorun çıktığında bazen de sorun ortaya çıktıktan sonra hakem taahhüd edebilirler. Bunun takdimi daha çok uluslararası hakemlere aittir. Hakemlikle görevli efektif çalışırsa önemli bir uyuşmazlık çözüm yöntemidir. 1925’te imzalanan Locarno Antlaşması’nın bir alt antlaşması çatışma olasılığı yüksek Avrupalı devletlerarasında sorunu hakeme götürme yönündeki antlaşmadır. 5 yıllığına Avrupa’ya istikrar getiren bir unsur olarak tarihe geçmiştir. 

Uyuşmazlık çözümünün dördüncü ayağı yargısal çözümdür. Yargısal çözüm birtakım uluslararası mahkemelerin devreye girip devletleri veya diğer uluslar arasındaki sorunu çözmesidir. Uluslararası aktörler; devletler ve legal uluslar arası örgütlerdir ve bunların yargısal konumları sorunu çözüme götürür. Şu gözden kaçan bir gerçektir ki direkt olarak uluslararası yargıya gidilemez. Çünkü iç hukuktan farklı olarak devletler üzerinde bir otorite yoktur. 

Devletler üzerinde bir otorite olmadığı için uluslararası yargının çalışması da devletlerin ona veya diğer aktörlerin onun yargı yetkisinin kabul etmeleri ile orantılıdır. Dolayısıyla devletler veya örgütler olarak bir mahkemenin yargıya yetkisini kabul ederseniz eğer yargılama gerçekleşir. 

Aksi halde yargılama mümkün değildir. Devletler veya örgütler yargı yetkisini kabul ettikleri yönündeki rızalarını nasıl ortaya koyarlar? 

Bunun birkaç yöntemi var. Birincisi anlaşma yoludur. Örneğin A ve B devleti sorun ortaya çıktıktan sonra veya önce sorunu yargıya götürme konusunda bir anlaşma yapabilirler. 

***


15 Kasım 2016 Salı

Türkiye’de ya da Uluslararası Mahkemede…





Türkiye’de ya da Uluslararası Mahkemede…Tayyip için kaçış yok!


AKP’den kurtulmak artık Türkiye için bir Şeriat-Laiklik meselesi ya da sıradan bir yolsuzluk sorunu değil. Bir güvenlik ve varlık sorunu…
Türkiye, Ulusal güvenliği için suçluları yargılamalı, cezalarını vermeli ve başından atmalı.

Beşar Esad



Reza Zarrab ve Babek Zencani


İran’daki yolsuzluk soruşturması ve Türkiye
İran’da uzun süredir devam eden yolsuzluk soruşturması geçen hafta ilk sonuçlarını vermeye başladı. Ahmedinejad döneminin bakanları mahkemeye giderek ifade verdiler. Bakanların yolsuzlukta ortağı olan isim yani Babek Zencani de ifade verdi. Türkiye’deki 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasının İran’daki izdüşümü yaşanıyor aslında. Ama İran, meselenin üstünü örtmüyor. Bilakis doğrudan üzerine gidiyor. Acaba aynı meselenin iki ucunda bulunan İran ve Türkiye’de olayların bu şekilde farklı akmasının nedeni ne?
Bilindiği gibi Babek Zencani, Reza’nın İran’daki ortağı. Ya da daha doğru bir ifadeyle patronu. Yani Zencani’nin İran’da takip edilmesi doğrudan Reza’nın da takibi anlamına geliyor. Tabii ki bu da onun Türkiye’deki ilişkili olduğu isimlerin... Sırasıyla bakan çocuklarının, Egemen’in, Zafer’in, Muammer’in, Erdoğan’ın ve en nihayetinde de Bilal ve Tayyip’in işin içine yeniden girmesi anlamına geliyor.

İran’daki soruşturma Türkiye’ye nasıl mı yansıyacak? Olay sadece İran ve Türkiye arasındaki bir mesele olsaydı yansımayabilirdi tabi. Fakat boyut çok daha büyük… Olay basit bir yolsuzluk davası değil. İş uluslararası bir kara para aklama ve terör finansmanı boyutunda. Bunu gerçekte hem uluslararası camia, hem İran, hem de konunun AKP’li ilgilileri çok iyi biliyor. Ama işte mesele burada kopuyor…

İran, Ahmedinejad döneminde yapılan işlerin İran’ın başına büyük bir bela açacağının farkında olduğu için sert davranıyor. Ahmedinejad’ın yardımcısı olan Muhammed Rıza Rahimi geçtiğimiz günlerde ağır bir ceza aldı: 5 yıl hapis ve 290 bin doları aşkın para cezası. Peki, suçu neydi Rahimi’nin? Babek Zencani’nin kirli işlerinde ortak olmak…

İran’da bunlar olurken bu iş eninde sonunda Türkiye’ye de yansıyacak. Yani Türkiye’de kendi kurdukları komisyonlarda ve kendi milletvekillerinin oylarıyla aklanmak kurtuluş olmayacak. Pisliğin boyutu öyle ya da böyle bizimkileri de zorlayacak. Egemen’in de tahmin ettiği gibi bu iş mahkemede bitecek ama bu Türkiye’nin Yüce Divanı mı olur yoksa Uluslararası Ceza Mahkemesi mi? İşte asıl mesele artık bu…

Örtülemeyecek pislik: Kara Para ve Terör finansmanı ağı
Aslında bu karanlık ağın bir ucu Rusya’da, diğer ucu İran’da. AKP, Reza aracılığıyla bu iki ülkenin kara paralarını akladı. Buradan gelen para ile de Suriye’den Nijerya’ya, Kosova’dan Somali’ye kadar El Kaideci grupları silahla ve parayla besledi. Bunların savaş bölgelerine akmasına yardımcı oldu. Bu nedenle MİT tırlarında yakalanan silahlarla, 17-25 Aralık soruşturması birbirinden bağımsız olaylar değildi. Aksine aynı mekanizmanın iki ucuydu. AKP çok büyük bir kumar oynamıştı. Ama ahlaksızlık sıradan bir kumarbazınkini çok aşmıştı. Kumarbaz kendini riske atar, hadi en fazla da ailesini… Fakat bunlar tüm ülkeyi riske attılar. Kendilerini kurtarmak için olayı örtmeye kalktılar ama maalesef görünen o ki bu işin cezasını bize ulus olarak çektirecekler.
Uluslararası güçlerin ve yargının bu işin peşini bırakması düşünülemez. Nitekim olayın bir ucundaki Rusya, malî araçlarla cezalandırılıyor. Son olarak kredi notunun düşürülmesi bunun bir boyutu. İran ise çok daha kıvrak davranarak işin içinden sıyrılıyor. Kendi içinden olaya bulaşmış olanları cezalandırıyor, Ahmedinejad dönemini her alanda tasfiye ediyor. Böylece uluslararası arenada makbul bir ülke konumu ediniyor. Kısacası dengeler Ortadoğu’da Türkiye’nin aleyhine, İran’ın lehine değişiyor.
Fakat değişen dengelerde kendisini kurtaran sadece İran değil. Diğer kazanan Esad…

Türkiye hedef, İran ve Suriye makbul
İlk haberler ABD’nin Esad’ı istifaya davet etmekten vazgeçtiği yönünde geldi. Gerçi bu yen bir şey değil. ABD bu tip açıklamaları aylar önce emekli devlet görevlilerine yaptırdığında işin devamını geleceğini yazmıştık. ABD, çok uzun zamandır Esad’ın gitmesini istemekten vazgeçmişti. Şimdiyse bu politikasını resmîleştiriyor sadece. Ahmet Davutoğlu ise ABD’nin böyle bir şey yapacağına inanmadığını söyleyebildi ancak… Eşinin kendisini aldattığına bir türlü inanamayan mağdur eşin psikolojisine girdi. Ama strateji psikolojik durumla yürümüyor ki…

Herhalde Esad’ın ABD dış politika dergisi Foreign Affairs’te boy gösterdiğini görünce şok olmuştur bizim “ Stratejik Müflis ”…
Esad’ın ilk sözleri şunlardı:

“Mesele sadece askeri açıdan daha fazla aktif olmak değil. Çünkü bu sadece askeri bir mesele değil. Siyasi bir mesele. ABD’nin Türkleri ne kadar etkilemek istediğiyle ilgili. Çünkü teröristler hava saldırılarına bu kadar uzun süre dayanabiliyorlarsa, Türkler onlara silah ve para gönderiyor demektir. ABD, El Kaide’ye desteğini kesmesi için Türkiye’ye baskı yaptı mı? Hayır yapmadı. Bu yüzden mesele sadece askeri değil. Bu birincisi…”
Düne kadar AKP, ABD’den Esad’a karşı daha fazla baskı yapmasını isterken şimdi işler tersine döndü. Ama Esad’ın diyecekleri bunlarla da sınırlı değildi. 

Röportaj şöyle sürüyordu:

“ Foreign Affairs: Bizzat Erdoğan’ı mı suçluyorsunuz? Bir zamanlar onunla ilişkileriniz oldukça iyiydi.

Beşar Esad: Evet. Çünkü o El Kaide’nin tabanını oluşturan Müslüman Kardeşler ideolojisine bağlıdır. Müslüman Kardeşler, 20’inci yüzyılın başlarında şiddet içeren siyasi İslam’ı özendiren ilk siyasi İslami örgüttür. O (Erdoğan), sıkı sıkıya buna bağlıdır ve bu değerlere inanmaktadır. Fanatiktir ve bu yüzden hâlâ IŞİD’i desteklemektedir. Olanlardan bizzat sorumludur.”
Yıllarca Ortadoğu’daki neredeyse tüm terörist örgütlere destek olmuş bir ülke Suriye… İran ise 1979’dan beri İslam Devrimi ihraç etmek adına Batıyla cepheleşen, sık sık teröre destek vermekle suçlanan diğer ülke… Ama şimdi AKP’nin Şeriatçılığı ve maceracılığıyla o noktaya gelindi ki İran ve Suriye makbul, Türkiye hedef oldu. Esad o kadar makbul ki Amerikan dergilerinde Türkiye’yi hedef gösterebiliyor. İran o kadar makbul ki Yemen’de Şiî Husilere darbe yaptırıyor, Batı da bunu Yemen El Kaidesine karşı destekliyor…
AKP’nin Sünnî Hilali çoktan çöktü, İran-Suriye eksenli Şiî Hilali hem de Batının himayesinde kuruluyor…

Her şey tersine döndü, Ortadoğu dengeleri tepetaklak oldu. Anlaşılan bu sürecin sonunda AKP ve Tayyip rejimi de tepetaklak olacak. Fakat Türkiye’nin de bu işten zarar görmemesi mümkün değil.

Türkiye ulusal güvenliği için suçluları yargılamalı
Bu işin sonu artık belli oldu. Ortadoğu’da değişen dengelerde Suriye ve İran inisiyatifi ele aldı. Suriye’yi bizzat Tayyip maceracılığıyla kurtardı. İran ise Ahmedinejad dönemini bitirerek kendisini Batı himayesine aldı. Üstüne üstlük Reza’nın patronu Zencani ve ortaklarını cezalandırarak suçlanmaktan da kurtuldu. Sırada tüm bu suçlamaların AKP üzerinden Türkiye’ye yöneltilmesi var. Çok yakında Türkiye uluslararası alanda kara para aklayıcısı, El Kaide destekçisi, terör finansmancısı bir şer ülkesi, bir “ Rouge State – Haydut Devlet ” olarak tanımlanacak.

Bu noktada Türkiye’nin gerçekten suçlulardan kurtulması şart olmuştur. Bu adamların ceza almadan kalması ve Türkiye’yi yönetmeye devam etmeleri ABD’ye “ Gel Türkiye’ye müdahale et, Kürdistan’ı kur, hatta hazır sene 2015’ken Ermenistan’a da toprak ver ” demektir.

Zaten Batı, yıllardır Tayyip’e tam da bu nedenle katlanıyor. Onun atacağı delice adımların, işleyeceği suçların Türkiye’yi bu savunmasız duruma getireceğini çok iyi biliyor.

AKP’den kurtulmak artık Türkiye için bir Şeriat-laiklik meselesi ya da sıradan bir yolsuzluk sorunu değil. Bir güvenlik ve varlık sorunu…
Türkiye, ulusal güvenliği için suçluları yargılamalı, cezalarını vermeli ve başından atmalı.




Kaya Ataberk'in önceki yazıları:

-HDP ile AKP’nin ortak seçim stratejisi (Sayı 477 , 25 Ocak 2015)
-İlker Başbuğ’un bitmeyen PKK (S)empatisi (Sayı 476 , 18 Ocak 2015)
-Paris Saldırısı karşısında Müslümanların tavrı ne olmalı? (Sayı 475 , 11 Ocak 2015)
-Cizre’de AKP ve PKK’nın ortak planı: PKK’lılar dışındaki herkese katliam (Sayı 474 , 4 Ocak 2015)
-Tahşiyeciler: Mazlum mu, Radikal Cihatçı mı, Polis Örgütü mü? (Sayı 473, 21 Aralık 2014)
-Mevlana’nın Türk Medeniyetinden, AKP’nin Rantçı Medeniyetsizliğine… (Sayı 472, 14 Aralık 2014)
-Tayyip-Putin görüşmesi ya da “Rus Ayısı”yla yatağa giren AKP (Sayı 471, 7 Aralık 2014)
-AKP’nin II. Dersim Açılımı: Sadece CHP’yi değil Türkiye’yi de Bölme Planı (Sayı 470, 23 Kasım 2014)
-Dünya Liderliğinden, Zabıta Müdürlüğüne (Sayı 469, 9 Kasım 2014)
-CHP'nin yanlış Kobane politikası? (Sayı 467, 19 Ekim 2014)
-PKK-Hüda Par çatışması mı PKK’nın rakibini imha planı mı? (Sayı 466, 12 Ekim 2014)
-Özal, Kürtlük ve “Federasyon” (Sayı 465, 28 Eylül 2014)
-Turgut Özal dönemi ve Nakşîler (Sayı 464, 21 Eylül 2014)
-MSP’nin Akıncıları ve Silahlı Radikal İslamcılığın sahaya inmesi (Sayı 463, 14 Eylül 2014)
-1977 Seçimleri ve MSP’de artan Kürt ağırlığı (Sayı 462, 7 Eylül 2014)
-Erbakan-Erenköy Nakşîleri ilişkisi ve MSP tabanı (Sayı 461, 31 Ağustos 2014)
-Kürt-İslamcı yükselişte Erbakan-Millî Görüş çizgisi ve Nakşîler (Sayı 460, 24 Ağustos 2014)
-Sağdaki Kürt İslamcılardan, Kürt İslamcı Sağcılığa (Sayı 459, 17 Ağustos 2014)
-1960’larda Merkez Sağ’da Kürt-İslamcılar (Sayı 458, 3 Ağustos 2014)
-Türklere Kürt-İslamcı komplo ve Sağ tabanın kökenleri (Sayı 457, 20 Temmuz 2014)
-27 Mayıs döneminde tasfiye denemesi ve Sağın Kürt-İslamcılığı sahiplenmesi (Sayı 456, 13 Temmuz 2014)
-Doğuda devletin tasfiyesi, aşiret-tarikat rejiminin yeniden kuruluşu (Sayı 455, 6 Temmuz 2014)
-Demokrat Parti döneminde Nakşî Kürtler ve aşiretler (Sayı 452, 15 Haziran 2014)
-Hoybun’un kuruluşunda Fransız-Nakşî Kürt işbirliği (Sayı 450, 1 Haziran 2014)
-Nakşî şeyhleri, İngilizler, Ermeniler ve Aryen ırkçılığı (Sayı 449, 18 Mayıs 2014)
- İngilizler, Musul ve Kerkük için Şeyh Sait’i destekledi (Sayı 448, 11 Mayıs 2014)
- Haşim Kılıç, kılıcını çekti (Sayı 447, 4 Mayıs 2014)
- Şeyh Sait Ayaklanması: İngiliz emrindeki Kürtçü şeriatçılık (Sayı 446, 27 Nisan 2014)
- Şeyh Sait ayaklanmasını kimler, nasıl örgütledi? (Sayı 445, 20 Nisan 2014)
- Nakşî Kürtlerin ikinci kolu Şeyh Sait Ailesi (Sayı 444, 13 Nisan 2014)
- Sağın Barzani sevgisi ve Nakşî dayanışması (Sayı 443, 6 Nisan 2014)
- Nakşî Barzanilerin Türkiye’ye ihanet dosyası (Sayı 441, 16 Mart 2014)
- AKP-Barzani kardeşliğinin kökü, Necip Fazıl ve Nehrî ailesii (Sayı 440, 9 Mart 2014)
- Nakşî Kürtçülerin birinci kolu Nehrî Ailesi’nin kısa tarihi (Sayı 439, 2 Mart 2014)
- Tanzimat’ta Nakşî güçlenmesi ve Kürtçülüğün doğuşu (Sayı 438, 23 Şubat 2014)

- Diktatörle tarikatın savaşı: II. Mahmut’la müttefiki Nakşîler nasıl karşı karşıya geldi? (Sayı 437, 16 Şubat 2014)

- Kürt Nakşîliği Türk Devletini ve toplumunu nasıl böldü? (Sayı 436, 9 Şubat 2014)

- İngilizler, Vahhabîlik ve Kürt Nakşîliğinin Türklüğe karşı gizli ittifakı (Sayı 435, 2 Şubat 2014)

- Kürt Nakşîliğinin Kökeni Şehrizorlu Şeyh Halid ve İngiliz Ajanı Claudius Rich (Sayı 434, 26 Ocak 2014)

- AKP-Cemaat çatışmasının ardındaki Nakşibendî-Nurcu kavgası (Sayı 433, 19 Ocak 2014)


http://www.turksolu.com.tr/478/kataberk478.html