Türkiyenin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiyenin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Şubat 2016 Pazartesi

Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması



Suruç Saldırısı veya Türkiye’nin Pakistanlaştırılması
              


Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
20 Temmuz 2015 Pazartesi

Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  


Suruç’ta gerçekleşen saldırı, Türkiye’nin AKP Hükümeti tarafından nasıl bir bataklığın içine çekildiğini ortaya tekrar ve çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Daha önce Gaziantep, Reyhanlı ve Cilvegözü’nde Türkiye’yi vuran Suriye iç savaşı, Suruç  Saldırısı  ile Türkiye sınırından içeriye en büyük dalgayı atmıştır. AKP Hükümetleri, 2011’den bu yana Suriye’de Esad rejimini devirme adına, adım adım Türkiye’yi Suriye iç savaşında yer alan cihatçı selefi örgütlerin cephe gerisi haline getirmişlerdir. Suriye iç savaşında, cephede çarpışan cihatçı selefi gruplar, Türkiye’yi eleman devşirdikleri, dünya ile irtibat kurdukları, dünyadan topladıkları elemanların geçiş koridoru yaptıkları, yaralılarını tedavi ettikleri, finans kaynağı oluşturdukları, silah ve cephane temin ettikleri, cephe gerisi haline getirmişlerdir. Suriye’de 2011’den bu yana yaşanan süreç, Suriye’yi Afganistanlaştırmıştır. Suriye, Afganistanlaşırken Türkiye ise Pakistanlaşmıştır. Diğer bir ifade ile, Afganistan iç savaşı sırasında Afganistan ile Pakistan arasında kurulan ilişkiye benzer bir ilişki, Türkiye ile Suriye arasında kurulmuştur.   

Esad’ı devirmeyi bir tutku haline getiren AKP Hükümetleri, cihatçı selefilerin Türkiye’yi lojistik merkez haline getirme çalışmalarını engellemek yerine teşvik 
etmiştir. Türkiye-Suriye sınırı, AKP’nin uyguladığı politikalar ile Afganistan-Pakistan sınırının Pakistan tarafındaki devletsiz ve aşiretler tarafından kontrol edilen bölgesine benzetilmiştir. Diğer bir ifade ile, Türkiye-Suriye sınırının Türkiye tarafından Türk güvenlik güçleri AKP Hükümetleri tarafından çekilirken, sınırın Suriye tarafında ise terör örgütlerinin sınıra hakim olmasını sağlayacak politikalar izlenmiştir. Böylece, Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafında PKK, IŞİD ve El Nusra’nın hakimiyeti oluşmuştur.

AKP’nin cihatçı selefileri, El Nusra ve IŞİD’i dolaylı ve dolaysız desteklemesinin nedeni Esad’ı selefileri kullanarak devirmek ve daha sonra Müslüman Kardeşler benzeri örgütleri iktidara taşımaktır. Bu yaklaşımın ne kadar zayıf bir zemine oturduğu çok açıktır. Ancak AKP, yıllar içinde bir çok kez bu yaklaşımın başarılı olmayacağı gerçeği ortaya çıktığı halde Türk dış politikasını cihatçı seleficiliğin peşine takmıştır.

Suruç’taki saldırı eğer IŞİD tarafından yapıldıysa, bu saldırıyı IŞİD’in Türkiye içinde kurulmasına müsaade edilen uyuyan hücrelerinin diğer eylemleri 
izleyebilir. PKK ise IŞİD’e Türkiye içinde saldırılar ile cevap verebileceği gibi, Suriye’de de IŞİD’e karşı sert saldırılar gerçekleştirilebilir. Türkiye’de ve bölgede terör tırmanabilir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken nokta, IŞİD’in Türkiye içinde gerçekleştirdiği bu tür terör eylemlerinin PKK’ya karşı sempati uyandıracak şekilde psikolojik operasyonlar için kullanılmasına asla izin verilmemelidir. Yurttaşlarımızın IŞİD’in terör saldırılarında hayatlarını 
yitirmesinden, ülkemizin IŞİD terörüne sahne olmasından elbette üzüntü duymaktayız. Öte yandan PKK'nın bir terör örgütü olduğu gerçeğini ve terörist 
eylemlerine devam ettiğini unutmamalıyız. Bu satırların yazıldığı sırada, 20 Temmuz 2015’de Adıyaman’da bir jandarma timine saldıran PKK’lılar bir jandarma uzman çavuşu şehit etmişlerdir.  Terör örgütü PKK/PYD, Suriye’nin kuzeyinde etnik temizlik dahil her türlü insanlık dışı eyleme imza atmaktadır.    

Öte yandan cihatçı selefilik, yani sadece IŞİD değil, bütün cihatçı selefi örgütler; Türkiye, Türk Milleti ve İslam alemi için çok büyük bir tehdittir. 

  Uzun vadede cihatçı selefiliğin Türk Milleti ve İslam dünyası için bugün olduğundan daha büyük bir tehdit olma potansiyeli vardır. Ancak PKK, kısa ve 
orta vadede Türkiye ve Türk Milleti  için daha büyük bir tehdittir. IŞİD, Suruç’ta 30 kişiyi katletmiştir ancak PKK’nın örneğin bir mağazada 7’si kadın, 1'i çocuk 11 kişiyi nasıl yaktığı unutulmamalıdır. Daha binlerce kişinin PKK tarafından nasıl şehit edildiği akıllardan çıkarılmamalıdır. Suruç’ta bu terörist saldırınınyapılmasın dan bir gün önce Cemil Bayık’ın halkı ayaklanma için nasıl silahlanma ya ve dehlizler kazmaya çağırdığı akıllardan çıkarılmamalıdır.Özetle ahlaki duruş terörün her türlüsüne karşı durmaktan geçmektedir. IŞİD terörüne karşı çıkıp, PKK/PYD’lileri romantik savaşçılar olarak gösteren yaklaşım, emperyalizmin beşinci kol faaliyeti adına Türk Milleti'ne karşı psikolojik savaş yapmaktan başka bir şey değildir.  

Sonuç olarak, Türkiye artık AKP’nin Suriye politikasını taşıyamamaktadır. Suriye iç savaşı adım adım Türkiye’nin içine nüfuz etmektedir. 
Türkiye Pakistanlaştırılmaktadır. Pakistanlaşmanın ne anlama geldiğini anlamak için internette kısa bir gezinti yapmak yeterlidir. Pakistanlaşmak, parçalanmak, 
yabancılaşmak, başbakandan sokaktaki simitçiye kadar herkesin yaşamının tehlikede olması demektir. Bu noktada artık AKP’nin 2011’den bu yana  Suriye / Ortadoğu politikasında yaptığı büyük yanlışları konuşmanın ötesine geçerek, Türkiye’yi içine sürüklenmeye çalışıldığı bataklıktan kurtaracak adımları atmanın zamanı gelmiştir. Çünkü, Türkiye’de patlayacak bombalar, AKP’li, MHP’li ve CHP’li ayrımı yapmayacaktır. Değişik nedenler ile HDP’ye oy vermiş olanlar da Türkiye’nin içine çekilmeye çalışıldığı kan denizinde yüzeceklerdir. Özetle, Türkiye hızla kendisini Suriye iç savaşından uzaklaştıracak ve bütün yurttaşlarının yaşamlarını ve refahını koruyacak adımları atmak zorundadır.


Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Göçler ve Güvenlik 
  Orta Doğu’da Jeopolitik Dönüşüm ve Türkiye İçin Oluşturduğu Tehdit 
  Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor 
  400 Milletvekili Olsaydı Ne Olacaktı? 
  Güneydoğu Anadolu’da Son Durumun Fotoğrafı 
  1 Kasım Seçimleri Yaklaşırken Neden MHP? 
  Seçime Giderken PKK Ayaklanması 
  Savaş Başlıyor ve Seçimler 
  MHP’nin Yükselen Oyları- Erdoğan ve Öcalan 
  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna 
  Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu Şekillendirme 
  Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 



**

10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 8




TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 8



4.2 Türkiye’nin Bölgesel Kürt Yönetimi Politikası 


ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde Türkiye göreli olarak kolay bir işgal için Washington’un planlarında önemli bir yer tutmaktaydı ve bu bağlamda taraflar arasında bir pazarlık süreci yaşanmıştı. Olası bir işbirliğinde Ankara, Türk askerlerinin Irak’ın kuzeyine girmesi ve yaklaşık 30 km derinliğinde bir alanı kontrol altına almasını planlamaktaydı. Böylesi bir planlama PKK’ya yönelik sık sık sınır ötesi operasyon düzenleyen Türkiye’nin elini rahatlatacağı gibi diğer yandan da Ankara Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devlet yapılanmasını 
engelleyecek ve Irak’ın geleceği ile ilgili söz sahibi olabilecekti.17 1 Mart 2003’de TBMM’de tezkerenin reddedilmesi Ankara’nın 1990’lar boyunca Kuzey Irak üzerinde elde ettiği stratejik kazanımları sona erdirmekle kalmamış aynı zamanda bu tarihe kadar sürdürdüğü kırmızı çizgilerinin de ihlal edilmesi ile sonuçlanmıştır. Irak Savaşı sırasında ABD’nin en önemli müttefiki olan kuzeydeki Kürtler, Amerikalılardan önce Kerkük’e girmiş ve savaştan kısa bir süre sonra Irak’ın merkeziyetçi devlet yapısı federal yapı olarak değiştirilmiştir 

(ICG, 16 Rakamlar Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.krg.org 
17 Fikret Bila, “İşte 10 Yıldır Tartışılan Belge”, Milliyet, 12 Eylül 2013. 
2008: 2). Bu tarihe kadar Irak’a yönelik politikasını önemli ölçüde Kerkük’ün “Türk ağırlıklı” etnik yapısı üzerine kuran Ankara, savaş sonrası süreçte Kerkük’ün Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne dahil olması karşısında etkisiz kalmıştır. Benzer bir şekilde Irak’ın bütünlüğünü koruma ve Kürtlerin gelecekte bir devlet oluşturacak şekilde otonom bir yapı kazanmasını engelleme politikaları da sekteye uğramıştır. 

Irak genlinde 30 Ocak 2005’te yapılması planlanan geçici parlamento seçimleri hızla Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki ilişkilerin en önemli gerginlik alanlarından birisine dönüşmüştür. Seçimden önce Baas rejimi döneminde yerlerinden edilen vatandaşların eski yerlerine dönmesini sağlayan yasanın onaylanmasıyla birlikte birçok eski Kerkük yerleşimcisi de Kerkük’e dönmeye başlamıştır. Türkiye Dışişleri Bakanlığı sözcüsü bu demografik hareketlilik karşısında Kerkük’ün demografik yapısının değiştirildiğini ve 
Kerkük’e Kerküklü olmayan yüzbinlerce yerleşimci kaydırıldığını bu yerleşimlerin de “belli siyasi parti ve oluşumlarca” madden ve siyasi olarak teşvik edilip ve desteklendiğini ifade ederek Kürtlerin şehrin demografisini kendi lehlerine değiştirdiklerini savunmuştur.18 Yine benzer bir şekilde dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ 26 Ocak 1995’te yaptığı bir açıklamada “Kerkük’teki durumun bir iç savaşı tetikleyebileceğini” ve “böyle bir durumda Türkiye’nin seyirci kalmayacağını” söylemiştir (İnat, 2006: 3). Türkiye’den gelen 
bu eleştirilere Kürdistan Bölgesel Yönetimi, yapılan düzenlemelerin Saddam döneminde uygulanan Araplaştırma politikası nedeniyle Kerkük’ten zorla çıkarılanların geri getirilmesinden ibaret olduğu şeklinde cevap vermiştir. Bu açıklama Ankara’yı ikna etmediği gibi, Türkiye iddialarına özellikle Iraklı Türkmenlerden alınan bilgiler doğrultusunda yapılan seçimlere hile karıştırıldığı Kerkük’e kayıtlı olmayan Kürtlerin şehre getirilerek oy kullandırıldığı 
gibi suçlamalarla devam etmiştir (İnat, 2006: 7). 

Kerkük için yapılması gereken referandum tarihi yaklaştıkça Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilişkileri de gerilmeye başlamıştır. Türkiye şehirdeki Türkmen nüfusu üzerinden şehrin tarihsel kimliğinin Türk olduğunu ve bilinçli bir şekilde demografik yapısının değiştirildiğini bundan dolayı referandumun ertelenmesi gerektiğini savunmuştur. Türkiye ayrıca Kerkük’ün özel bir statüyle yönetilmesini önermiştir. Bunun üzerine Nisan 2007’de KDP lideri Mesut Barzani’nin “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” 
açıklamasında bulunması Ankara’nın sert tepkisine neden olmuş ve Türkiye Irak’a nota vermiştir (Özcan, 2009: 52). 

Fakat aynı yıl Kerkük üzerinde yaşanan gerilimle eş zamanlı 
olarak Ankara ve Erbil ilişkilerinde olumlu bir seyrin ilk işaretleri de verilmeye başlanmıştır. İlerleyen yıllarda Bağdat’ın gittikçe merkezileşen bir politika izlemeye başlaması ve İran’ın Irak üzerindeki etkisini artırması Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni Türkiye’ye yakınlaştırırken, PKK’nın şiddet eylemlerine yeniden ivme kazandırması da Ankara’yı Erbil ile yakınlaşarak PKK’nın Kandil’deki mevcudiyetini sınırlandırma yönünde motive etmiştir (Balcı, 
2014). Dolayısıyla, henüz 2007 yılının ilk aylarında Türkiye Başbakanı Erdoğan Kuzey Irak’taki Kürt liderlerle görüşebileceğini açıklamıştır.19 

18 “Türkiye’den Kürt yerleşimci tepkisi”, ntvmsnbc.com, 19 Ocak 2005. 
19 Ferai Tınç, “Kürt hükümeti ile yakınlaşırız”, Hürriyet, 15 Şubat 2007. 



 Davutoğlu-Barzani Görüşmesi, Erbil 


2008 ve 2009 yılları ise Türkiye’nin Kürt Bölgesi ile ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığı yıllar olmuştur. Türkiye iç siyasetinde güvenlikçi politikanın temel kaynağı olan askerin siyasi alandan tasfiyesi ile dış politikada hükümetin daha etkin hareket edip karar alabilmesi mümkün olmuş ve böylelikle taraflar arasında yakınlaşma ve diyalog imkanlı hale gelmiştir. Bu zamana kadar Irak Kürtleriyle inişli çıkışlı fakat sürekliliği olan gerilimler yaşayan Türkiye, 
artık Kürt Bölgesi’yle ilişkilerini ekonomik entegrasyon ve enerji ilişkileri üzerine tesis etmeye başlamıştır (Balcı, 2013b). 2008’den itibaren başlayan yakınlaşma ekonomik açıdan değerlendirildiğinde tablo daha da netleşmektedir. Örneğin 2004 yılında Irak ile olan ticaret hacmi 1,8 milyar dolar iken 2008 yılına gelindiğinde 3,9 milyar dolara ulaşmıştı.20 Hızlı bir biçimde yükselişe geçen ticaretin %75 gibi büyük bir payı Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yapılmaktaydı. Fakat olumlu ekonomik göstergeler siyasi gerginlikler yüzünden yavaş 
ilerlemekteydi. Bundan dolayı siyasi gerginlikler de ekonomik yakınlaşmayla tezat oluşturmakta ve sürdürülebilir görünmemekteydi. 

Yakınlaşma resmi ziyaretlerle ilerletilmiş ve Mayıs 2008’de Ahmet Davutoğlu’nun da yer aldığı Türk heyeti Bağdat’a gitmiştir. Cumhurbaşkanı Talabani ile görüşmesinin ardından ilk kez Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile açıktan ve resmi temas gerçekleşmiştir.21 Bu tarihten itibaren karşılıklı ziyaretler daha da sıklaşmış, ekonomik ve siyasi ilişkiler derinleşmeye başlamıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 1 Kasım 2009’da Erbil’e giderek Mesut Barzani ile görüşmüştür.22 Davutoğlu “daha iki sene önce Türk dışişleri ve ticaret bakanları Erbil’e gidecekler ve bu kadar kapsamlı görüşmeler yapacaklar denilseydi, kimse buna pek ihtimal vermezdi”23 ifadeleriyle ziyaretin önemini vurgulamıştır. Aynı gün Kürt Bölgesi’nde Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın da katıldığı Türkiye-Kürt Bölgesi İş Forumu gerçekleştirilmiştir. 

20 Rakamlar Türkiye İstatistik Kurumu resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.tuik.gov.tr 
21 Rafet Ballı, “Kuzey Irak’la resmi temaslar başladı, Neçirvan Barzani Türkiye’ye gelecek”, Zaman, 2 Mayıs 2008. 
22 Fotoğraf Kürdistan Bölgesel Yönetimi resmi web sitesinden alınmıştır. 
23 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009. 


Forumda Bölgesel Yönetimin Ticaret Bakanı Sinan Çelebi bölgede kayıtlı bulunan 450 Türk şirketinin bulunduğunu teşvik ruhsatlarının ise %70’inin de Türk şirketlerine ait olduğunu açıklamıştır.24 

Yine Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde büyük enerji kaynaklarının keşfedilmesi de 
enerji bakımından dışarıya bağımlı olan Türkiye’yi Irak Kürtlerine yakınlaştıran bir diğer unsur olmuştur. Bu konuda siyasi adımlardan çok önce örneğin 2002 yılından beri Kürt Bölgesi’nde petrol sahaları bulunan Türkiye menşeili Genel Enerji, 2007 ve 2008’de Tawke ve Tak Tak alanlarında petrol üretimine başlamıştı.25 Haziran 2009’da ise Kürt bölgesi Kerkük-Yumurtalık petrol hattına petrol vermeye başlamış ve böylece Kürt Bölgesi’nden çıkan petrol ilk kez Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ulaşmıştır. Boru hattına ilk petrolü 
de Çukurova holding bünyesindeki Genel enerji vermiştir. Barzani petrol ihracı için yapılan töreni Kürt tarihinde bir milat olarak nitelendirmiştir.26 Yeni keşifleri dışa bağımlılık karşısında kaynak çeşitliliğini sağlamak ve enerji transfer merkezi olmak gibi hedeflerine ulaşmak için bir fırsat olarak değerlendiren Türkiye Kürt bölgesi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Böylece Kürt Bölgesi ile gelişen ekonomi ve enerji ilişkileri siyasi ilişkilerin de yumuşamasına yardımcı olmuştur. 


4.3 Türkiye, PKK ve Kuzey Irak 

2000’li yıllara girildiğinde Türkiye, PKK ve Kuzey Irak arasındaki ilişkilerde çok önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bu gelişmelerden en önemlisi kuşkusuz PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi olmuştur ve bu gelişmenin devamında, Öcalan 2 Ağustos 1999’da PKK’lılara “ateşkes ilan et ve Türkiye’yi terk et” emrini vermiştir (Özdağ, 2008: 256-257). Dolayısıyla Öcalan’ın yakalanması uzun bir süre devam edecek olan bir ateşkes sürecini başlatmış ve bu ateşkes süreci Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını önemli ölçüde etkilemiştir. KDP lideri Neçirvan Barzani Mart 2000’de Milli-yet gazetesine yaptığı açıklamada “Türkiye’ye tüm komşularından yakın olmak istiyoruz… 
Kürtlerin bağımsız devlet kurma dileği, dilekten öteye geçemez” demiş ve bu açıklama Neçirvan Barzani’nin Ankara ile olan mesafeleri aşma, Türk kamuoyuna mesaj gönderme çabası olarak yorumlanmıştır.27 4 Mayıs 2000’de Türkiye ile KDP arasında yapılan görüşmeye KDP tarafından Neçirvan Barzani başkanlığında üç kişilik bir heyet, Türkiye’dense Genelkurmay Başkanlığı, Dış İlişkiler Bakanlığı ve MİT temsilcileri katılmış, görüşmenin içeriği önemli ölçüde Türkiye’nin Kuzey Irak’tan yapacağı ithalat oluşturmuştur (Özdağ, 
2008: 260). 
Bu görüşmeyi 3-7 Ekim 2000 tarihinde Ankara’ya gelen Barzani’nin dönemin başbakanı Bülent Ecevit, Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Dışişleri Bakanlığı’na bağlı temsilcilerin katıldığı daha geniş kapsamlı bir görüşme takip etmiştir. Bu görüşmelerin sonucunda Barzani, bir kez daha Türkiye ile yakın ilişki içerisinde olmak istediklerini ve PKK ile mücadelede Türkiye’ye destek vermeye hazır olduklarını açıklamıştır.28 Barzani, bu açıklamasını destekleyecek şekilde yaklaşık bir ay sonra 21 Aralık 2000’de Erbil’de yaptığı bir konuşmada PKK’nın sivillere yönelik saldırılarını eleştirmiş ve tüm Kürtlere “PKK’ya karşı birleşin” çağrısı yapmıştır.29 

24 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009. 
25 Genel Energy web sitesi: http://www.genelenergy.com/ 
26 Rıfat Başaran, “Kuzey Irak’tan ilk petrol ihracatı başladı”, Radikal, 2 Haziran 2009. 
27 Barçın Yinanç, “Devlet Peşinde Değiliz”, Milliyet, 31 Mart 2000. 
28 “Ecevit, Barzani ile Görüştü”, ntvmscnbc.com, 7 Ekim 2000. 

Türkiye ile KDP arasındaki ilişkiler her ne kadar gelişse de Ankara, KYB’nin PKK’ya destek vermesinden kaygılıydı. Bu kaygı, Talabani’ye iletilmiş ve PKK’ya karşı tutum alması istenmiştir. Bu bağlamda Talabani, PKK ile olan mücadelede Türkiye’ye aktif destek vereceğinin sözünü vermiş ve Kandil Dağı bölgesinde Groşi-Dola-Koga arasında 3 bin peşmergeden oluşan bir “Güvenlik Kuşağı” oluşturularak PKK’ya verilen lojistik destek kesilmiştir. Bunun karşılığında da Türkiye, KYB’ye sağlık ve gıda malzemesi yardımında bulunmuştur 
(Özdağ, 2008: 261-262). 
PKK ise Güvenlik Kuşağı’nı tehdit olarak algılamış ve KYB ile PKK arasında çatışma başlamıştır. Çatışma süresince KYB Türkiye’den destek alırken PKK 
da İran’dan destek almıştır. Yaklaşık bir ay süren çatışmaların ardından önce 126 kayıp veren PKK ardından da KYB ateşkes ilan etmiştir. Bu ateşkes sırasında Ankara önemli bir adım atarak İran ile yüksek güvenlik komisyonu toplantısı yapmış ve sınır üzerinden gerçekleştirilen kaçakçılığın önüne geçmek için sınır boyunca güvenlik kordonu oluşturulacağı açıklanmıştır. Anlaşmanın ardından İran’ın PKK’ya desteği kesilirken Ankara, PKK ile savaşan KYB’ye gıda ve sağlık malzemesi desteğine devam etmiştir. 3 Aralık 2000’de KYB, PKK’ya karşı tekrardan harekete geçmiş ve çatışmalarda 335 PKK militanı etkisiz hale getirilmiştir. 
Ancak bu çatışmanın on gün öncesinde Türk Silahlı Kuvvetleri, 22-25 Kasım tarihlerinde Şırnak ve Hakkari’de iki tümenin katıldığı bir sınır ötesi operasyon düzenlemiş ve bu operasyon sonucunda, PKK Kandil Dağı’nı büyük ölçüde terk ederken Ankara-KYB ilişkileri de gelişmiştir (Özdağ, 2008: 262-263). 

22-25 Kasım operasyonunun ardından Türk Silahlı Kuvvetleri, sınır ötesinde PKK ile sıcak çatışma içerisine girmemiş, yapılan küçük çaplı birkaç sınır ötesi operasyon da gelen istihbarat üzerine PKK’nın cephanelerini ele geçirme amacı taşımıştır (Özdağ, 2008: 264). 
Bu tarihleri izleyen bir buçuk yıl içerisinde herhangi bir sınır ötesi operasyon olmazken bu dönemde, gelecekteki birçok olayı etkileyecek iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlardan bir tanesi ABD’nin 20 Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin’in devrilmesi, diğeri ise 2 Kasım 2002 seçimlerinden birinci çıkan AK Parti’nin hükümet kurmasıdır. Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesi ile birlikte PKK, Kuzey Irak’ta kendisi için yeni bir alanın oluştuğunu görmüş ve yeni bir strateji geliştirmiştir. Murat Karayılan, bu yeni (askeri-politik) stratejiye “Meşru Savunma Savaşı” adını vermiştir. PKK’nın yayın organı Serxwebûn’da 
yayımladığı yazısında “Ortadoğu Rönesansı” olarak adlandırdığı yeni gelişmeler sayesinde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Lozan’da kurulan düzenin artık geçerliliğini kaybettiğini ve yeni gelişmelere ayak uydurabilmek için hem siyasi hem de askeri adımlar atılması gerektiğini açıklamıştır.30 

ABD’nin Irak işgalinin oluşturduğu yeni güç dengesini lehine çevirme bağlamında Ekim 2003’e gelindiğinde PKK, Ankara’nın, İran’ın sınır bölgelerinde PJAK’a karşı düzenlediği operasyonlara destek verdiği gerekçesiyle “tek taraflı ateşkes olmaz” açıklaması yaparak ateşkesi kaldırdığını duyurmuştur.31 Fakat dönemin Irak Dışişleri Bakanı Zebari 32 sonrasındaysa Barzani 33 ve Talabani’nin 34, PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunması üzerine ateşkesin devamı yönünde bir politika izlenmiştir. 


29 “Tüm Kürtler PKK’ya karşı birleşmeli”, Hürriyet, 25 Aralık 2000. 
30 “Kürdistan’da Yerel Yönetim Sorunları ve Çözüm Perspektifi”, Serxwebûn, Aralık 2003, (264), s. 21-27. 
31 “Çözümü Zorlaştıran İnkarcı ve İmhacı Siyasettir”, Serxwebûn, Kasım 2003, (263), s. 3. 
32 “Zebari’den PKK sözü”, Sabah, 15 Haziran 2004. 


2004 yılına gelindiğinde Türkiye’de yapılan yerel seçimlerde Kürt partisinin önemli oranda oy kaybetmesi ve Kürtlerin koşullarına ilişkin yasal ve politik iyileşmelerin yapılmaması gibi gerekçelerle PKK 1 Haziran 2004’te ateşkesi bozduğunu açıklamış ve yeniden silahlı eylemlere başlamıştır. 2004 yılı boyunca 
PKK herhangi bir eylem gerçekleştirmese de Haziran 2005’te Kuzey Irak’tan Türkiye’ye 2000 civarında militanını sokan PKK geniş ölçekli saldırılar düzenlemeye başlamıştır. PKK saldırılarının artırması üzerine 14 Temmuz 2005’te Erdoğan uluslararası hukukun müsaade ettiği sınır ötesi operasyon “hakkımızı kullanırız” açıklamasında bulunmuştur. Benzer bir açıklama da dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ’dan gelmiş ve Başbuğ, Bağdat Yönetimi’nin gerekenleri yapmaması durumunda Türkiye’nin harekete geçeceğini dile getirmiştir (İnat, 2006: 17). 

Türkiye’nin sınır ötesi operasyon konusundaki ısrarları 2006 yılı boyunca da devam etmiş ve sınırda artan hareketlilik üzerine Irak’taki Kürt grupların talebi üzerine Bağdat Yönetimi kendisini bilgilendirme talebini içeren bir notayı 26 Nisan tarihinde Ankara’ya iletmiştir. Ankara bu notaya cevabında kendi topraklarını kontrol edemeyen ve PKK’nın faaliyetlerini engelleyemeyen Irak’ın Türkiye’nin sınırdaki faaliyetlerinden rahatsız değil aksine hoşnut olması gerektiğini dile getirmiştir (İnat, 2008: 9). Türkiye’nin sınır ötesi operasyon 
konusundaki ısrarlı tavrı Kürt grupları PKK’ya yönelik bir açıklama yapmaya zorlamış ve KYB’nin üst düzey yöneticilerinden İmed Ahmed 5 Mayıs 2006’da PKK’ya “bizim topraklarımızda kalmak istiyorsanız yasalarımıza uymak zorundasınız” mesajını vermiştir (İnat, 2008: 11). 
Kuzey Irak’taki Kürt gruplardan PKK’ya yönelik iletilen mesajlar bununla 
sınırlı kalmamış daha sonra aynı zamanda Irak Dışişleri Bakanı olan KDP’nin önde gelen isimlerinden Hoşyar Zebari Ağustos 2006’da PKK ile mücadelede ciddi olduklarını ve bu doğrultuda örgütün Bağdat’taki bürosunun kapatılacağını açıklamıştır. Irak Devlet Başkanı Talabani ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Başkanı Neçirvan Barzani de benzer açıklamalarda bulunarak PKK lideri Murat Karayılan’ı Türkiye’ye karşı yaptığı saldırılarda Kuzey Irak’ı kullanmaması noktasında uyarmışlardır (İnat, 2008: 15-16). 

Irak Kürtlerinin Ankara’dan gelen sınır ötesi operasyon baskısı konusunda elini güçlendiren ve bu baskıya direnmesini mümkün kılan temel unsur Washington’un 1 Mart Tezkeresi sonrasında Ankara ile gerginleşen ilişkileri olmuştur. Erbil’in bu konudaki temel stratejisi sınır ötesi operasyona izin vermeksizin PKK’nın Kandil’deki etkinliğini sınırlandırmak yoluyla Türkiye ile ilişkileri makul bir çizgide tutmak yönündeydi. Nitekim Türkiye’den gelen baskılar sonucunda 23 Eylül 2007’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 
PKK ve PJAK’ı terör örgütü olarak ilan etmiş (Özdağ, 2008: 325), fakat sınır ötesi bir operasyona sıcak bakmadığını açıklamıştır. Sınır ötesi operasyon politikasını bir ölçüde Ankara ve Washington arasındaki soğuk ilişki üzerine inşa eden Kürdistan Bölgesel Yönetimi için, dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve Türkiye Başbakanı R. Tayyip Erdoğan arasında 5 Kasım 2007’de imzalanan PKK’ya karşı işbirliği antlaşması bir dönüm noktası olmuştur. ABD ve Türkiye arasında imzalanan antlaşmaya göre, PKK ile mücadele kapsamında ABD Türkiye’ye operasyonel istihbarat sağlamanın yanı sıra, PKK liderlerinin
yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesi, PKK’nın lojistik desteğini sona erdirmek için Irak’taki kamplarının kapatılması ve Türk ordusunun Kuzey Irak’taki operasyonlarında işbirliğine gitmek gibi destekler vermeyi taahhüt etmiştir (ICG, 2008: 8). 

33 “Kürtlerden PKK’ya Silah Bırakma Çağrısı”, Yeni Şafak, 18 Haziran 2004. 
34 “Talabani PKK’yı Kınadı”, Zaman, 22 Haziran 2004. 

Antlaşmanın etkin bir şekilde hayata geçirilmesi Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki işbirliğine bağlıydı ve Washington yönetimi her iki tarafa da yakınlaşma önerisinde bulunmuştur. Sonuçta, bu tarihe kadar Türkiye’nin PKK konusundaki sınır ötesi operasyon taleplerine etkin bir cevap vermeyen 
Kürdistan Bölgesel Yönetimi, antlaşmanın ardından Türkiye’yi destekleyen ve PKK’nın Kuzey Irak’ta üstlenmesini eleştiren açıklamalara daha fazla ağırlık vermeye başlamıştır. 

5 Kasım antlaşmasının hemen öncesinde 17 Ekim’de toplanan TBMM Türkiye-Irak sınırı boyunca PKK hedeflerinin bombalanması konusunda orduya yetki vermişti. Bu yetki doğrultusunda ilk operasyon 16 Aralık’ta yapılmış ve daha sonra aynı kapsamda 2008’in Ocak ayı boyunca beş hava saldırısı daha gerçekleştirilmiştir. Bu hava operasyonlarının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri 21 Şubat 2008’de Güneş Harekatı adı altında Kuzey Irak’a yönelik bir hafta süren kapsamlı bir kara operasyonu düzenlemiştir. Bu aynı zamanda Kuzey 
Irak’a 2000’lerde yapılan ilk kara harekatıydı ve harekat sırasında dikkati çeken önemli bir husus ABD ile Türkiye arasında 5 Kasım’da yapılan anlaşmaya ABD’nin harfi harfine uyması olmuştur. Bu durum KDP lideri Barzani’nin operasyona karşı olma politikasının etkin bir şekilde devreye sokulmasını engellemiş ve Barzani’nin açıklamaları ABD yönetiminin Irak Özel Temsilcisi David Satterfield’in PKK’ya karşı Türkiye’nin yanında oldukları şeklindeki 
tavrının gölgesinde kalmıştır. Fakat operasyonun kapsamlı olmasına rağmen kamuoyunun beklentisinin tersine kısa süreli (bir hafta) kalması, Türkiye’nin gerektiğinde Kuzey Irak’a girebilecek pozisyonda olduğunu gösterme amacı taşıdığı şeklindeki yorumlara neden olsa da (Oran, 2013: 290-291), temelde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvenlikçi siyasetinin sonunu temsil etmesi açısından önemlidir. 

Göreli olarak beklentileri karşılamayan sınır ötesi harekatın ardından PKK ve Kuzey Irak’a yönelik politikaların belirlenmesi önemli ölçüde hükümetin eline geçmiştir. Nitekim operasyonun sona ermesinden sadece bir hafta sonra 7 Mart 2008’de Celal Talabani Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştirmiştir. İlişkiler bu ziyaretle sınırlı kalmamış bu tarihten itibaren iki taraf arasında yoğun bir ziyaret trafiği başlamıştır. Ankara’nın bölgedeki Kürt grupları ile yakınlaşması ve bunun sonucunda Kürt gruplarının bölgede PKK’yı zor durumda bırakması sonucunda Cemil Bayık, KDP’yi ve KYB’yi ihanetle suçlamış ve Türkiye ile 
Kürt grupları arasındaki yakınlaşmayı “üçüncü uluslararası komplo” olarak ifade etmiştir (Oran, 2013: 291). 
Ancak ilişkilerdeki tüm iyileşmelere rağmen Ankara’nın her görüşmede 
“sınır güvenliği” başlığını tartışmaya açması PKK konusundaki kaygılarının devam ettiğinin açık bir göstergesi olmuştur. Yine de önceki dönemlerle kıyaslandığında bölgenin üç aktörü arasında (Ankara-Erbil-Bağdat) Türkiye’nin PKK ve Kuzey Irak’a yönelik kaygıları noktasında önemli bir ayrılık görünmüyordu (Özcan, 2010b: 115-116). 

9 CU BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR