Sonuçları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sonuçları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2015 Perşembe

Ayaklanmaların Nedenleri ve Sonuçları



Ayaklanmaların Nedenleri ve Sonuçları 


Erol Manisalı
28 Şubat 2011

2011 yılının başında ortaya çıkan ve kızgın lavlar gibi önündeki diktatörleri ezip geçmeye başlayan halk hareketlerinin sebepleri nelerdir?
- Bir yandan iyice çürümüş ve faşist baskı yöntemleri ile sürdürülen bozuk düzene karşı “iç dinamikler” söz konusu;
- Öte yandan bu iç dinamiklerin bir kısmını kullanarak “kendi bölgesel” hedeflerine ulaşmak isteyen dış dinamikler, yani küresel güçler söz konusu.
Bu iç ve dış faktörler işbirliğine gidince zaten kokuşmuş olan baskı düzeni parçalanmaya başlıyor.
Taktik ve stratejik hedefler, “halkların özlemleri kullanılarak gerçekleştiriliyorlar”.
- Kimi zaman emperyalist hesaplar,
- Bazen demokrasi özlemleri ve halkın uygarca yaşama isteği,
- Ve de dini altyapının siyasal İslamı öne çıkaran talepleri.

Bunlar sanki, aynı hedefe yönelik ortak taleplermiş gibi “aynı kulvarda koşturuluyorlar”. Bir zaman sonra atletizmdeki tavşan (sahte koşucu) benzeri, yolun yarısında koşuyu terk ediyor.
İç dinamikler
1) Arap ülkelerinde nüfusun büyük çoğunluğu sadece fakir değil, kölelik düzeni içinde yaşıyor,
- Sosyal devletin adının bile anılmadığı, olağanüstü bozuk bir bölüşüm yapısı,
- Toplumsal örgütlenmeler yasak olduğu için gücünü kullanamayan insan yığınları, köle konumundaki kalabalıklar; kadının aşağılandığı çarpık bir düzen.
2) Ya elit ve aydının isyanı? Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da, Cezayir’de, Ürdün’de, S. Arabistan’da aydın, Avrupa’yı görüyor ve biliyor. Doktor, mühendis, öğretmen, avukat, gazeteci Avrupalı aydın gibi yaşamak istiyor.
İçinde yaşadığı toplumdaki ilkelliği, geriliği, faşist ve antidemokratik yapıyı görüyor. Ve buna karşı başkaldırıyor.
- Demokrasi ve insan hakları boyutu ile
- Çağdaş yaşam ölçütleri boyutu ile değişmek istiyor.
3) Dini (İslami) kesimin de başkaldırısı var. Onların nedenleri biraz farklı;
- Askeri diktatörlere,
- Karşı mezhepten baskılara,
- Yönetime yerleşen aile monarşisine başkaldırıp “dini bir toplumsal yapı kurmak istiyorlar”. Önceki iki grubun aksine, “Avrupa’ya benzemek yerine İslami bir yaşam tarzı ve düzeni talep ediyorlar”.
Arap ülkelerinde uygar ve demokratik toplumsal örgütlenmeler yasaklandığı için, onun yerini dini örgütlenmeler almış. Bu ülkelerde “siyasal İslam”, en örgütlü grubu (tarafı) meydana getiriyor. “Müslüman Kardeşler”, bunun en belirgin örneğidir.
Dini referans alan İslami cemaat, tarikat ve aşiret benzeri örgütlenmeler, Arap ülkelerinde çok yaygın olarak geçerliliklerini sürdürüyor.
Bu çelişkili durum, çelişkili bazı sonuçlar da yaratıyor; Mısır’da Müslüman Kardeşler Mübarek’e karşı çıktı; buna karşılık Libya’da Kaddafi yaptığı televizyon konuşmasında, “Beni dinciler ve ABD indirmek istiyor” dedi.
ABD ve AB’nin tercihi
Ortadoğu’nun uzun zamandan beri hâkimi Avrupa büyükleri ve ABD doğal olarak, kendi çıkarlarını karşılayacak “bölgesel iç dinamikler arasında tercih yapıyor”.
İslami çevrelerle, askerlerle, monarşilerle, iş çevreleri ve elit ile yakın temasları var. “İstediklerini hangisi daha iyi karşılarsa”, ona destek veriyorlar. “Esas olan bizim kendi çıkaramızdır” diye bakıyorlar.
Demokrasiyi desteklemek petrol ya da doğalgaz çıkarlarına ters düşüyorsa, “asker, kral ya da dinci bir grubun antidemokratik olarak iktidara oturması onlar için hiç önemli değildir.”
Ayaklanmalar sonucu Arap ülkelerinin sınırlarının değiştirilerek küçültülmeleri, son dönemin önemli önceliğini oluşturuyor. Şimdilik Irak ve Sudan’da bölünmeler gerçekleşme yolunda. Yemen, onları izleyecek gibi görünüyor.
Balkanlar’da 1990 sonrası yaşanan bölünmeler 2011 başından itibaren Arap dünyasına taşınmış görünüyor. Arap ülkelerindeki fırtına, Türki ve Farsi bölgelere de yayılmak isteniyor.
Bu durum gerçekleşmeye başlarsa bölgemiz, uzun sürecek bir istikrarsızlık dönemine sokulmuş olacaktır.
Mevcut verilere göre bu olasılık, yüzde elinin üzerinde bulunuyor.


http://www.yadigardundar.com/makaledetay-113/erol-manisali-yazdi-ayaklanmalarin-nedenleri-ve-sonuclari-28-subat-2011.html

..


2 Nisan 2015 Perşembe

2011 Seçim Sonuçlarının Analizi, ( HATALARI TEKRARLAMAMAK İÇİN )





2011 Seçim Sonuçlarının Analizi ( HATALARI TEKRARLAMAMAK İÇİN )


Gökçe Fırat



I- AKP’NİN ZAFERİ, CHP’NİN HEZİMETİ
AKP’nin Büyük Zaferi
Türkiye bir seçimi daha demokrasinin ve halk iradesinin değil diktanın, paranın, emperyalizmin, bölücülüğün, gericiliğin galibiyetiyle karşıladı.
Öncelikle tespit edilmesi gereken AKP’nin artık Türkiye’nin mutlak çoğunluğunu ele geçirdiği, halkın büyük çoğunluğunu AKP’li bir yaşama ikna ettiği, yavaş yavaş toplumu dönüştürdüğünü görmektir.
Gerçekten de AKP, daha önceki hiçbir işbirlikçi iktidarın yapamadığını yaparak, tüm muhalefetin birleşiminden bile daha büyük bir parti konumuna gelmiş, bu gücü korumuş ve hep arttırmayı bilmiştir.
Hiçbir şekilde lafı dolandırmayalım, mazeret bulmaya çalışmayalım, bu AKP açısından büyük bir zaferdir.
AKP Ulusalcılıkla Kazandı
Ancak burada AKP’nin nasıl olup da bu kadar büyük bir kitleye ulaşabildiğini ve onların oylarını almayı başarabildiğini anlamak zorundayız.
AKP’nin 2002 yılındaki oy oranı %47’ydi. Kürt Açılımı’nın başladığı, şehit cenazelerinin geldiği, AKP’nin Kürtçülüğe ağırlık verdiği bir dönemde 2009 yılında yerel seçimler yapıldı. Ve bu yerel seçimlerde AKP, büyük bir oy kaybıyla, oylarının tam %9’unu yitirerek %38’e düştü.
Yine bu yerel seçimlerde gerek Baykal’ın CHP’si gerekse Bahçeli’nin MHP’si oylarını arttırmayı başardılar ve pek çok belediyeyi AKP’nin elinden aldılar.
Fakat 2009’dan sonra siyaset kulvar değiştirmeye başladı.
AKP, çok akıllı bir taktikle Kürtçü görünümünü gizlemeye, milliyetçi mesajlar vermeye, Avrupa’ya ve Amerika’ya kafa tutmaya, bayrak, millet, şehit mesajları vermeye başladı.
Ve bu yönelim değişikliği ile birlikte görülmektedir ki AKP %38’e kadar düşen oylarını %50’ye çıkartmayı başarmıştır.
Demek ki milliyetçilik AKP’yi de etkilemiş, yükselen ulusalcı dalgaya direnmek yerine o dalgayı arkasına almayı seçmiştir!
Bu Fethullahçıların müthiş takıyyesidir. Onlar hiçbir zaman yükselen bir dalgayla boğuşmayı seçmezler, onlar hep düzene uyum sağlar ve faydalanmaya çalışırlar. Nitekim bundan 5 sene önce Fethullah Gülen “Ulusalcı dalgayı aşacağız” demecini vermişken, 2009 yerel seçimlerinde bu dalganın altında kalacaklarını görmüş ve rota değiştirmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun Büyük Yenilgisi
AKP’liler ve Fethullahçılar bu kadar akıllıca taktik değiştirirken muhalefet ne yapmıştır?
En büyük operasyon CHP’de gerçekleşmiş, CHP’nin ulusalcı lideri Baykal tasfiye edilmiştir. Oysa 2009 yerel seçimlerinde Baykal liderliğindeki CHP kısmi de olsa bir başarı gösterebilmişti. 2007’de %21 olan oy oranı 2009 yılında İl Genel Meclisi’nde %23’e, Belediye Başkanlıklarında ise %25’e çıkmıştı. Kısacası Deniz Baykal CHP’yi %25’lere taşımıştı.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun başa getirilmesi ile birlikte CHP neredeyse PKK’nın arka bahçesi haline gelmiştir. CHP içindeki ulusalcıları tasfiye etmiş, tümüyle Kürtçü mesajlar vermeye başlamıştır. Ve tüm basının desteğine rağmen 2009’da %25’te olan CHP oyu ancak %1 artışla %26’ya çıkmıştır.
Kılıçdaroğlu ve onun yandaşlarının yaptığı uyanıklıkla CHP’nin oyu %5 artmamıştır. Eğer Kılıçdaroğlu ve tayfası 2009 yılına dönüp o günkü seçimden sonra verdikleri mesajlara bakacak olurlarsa, o gün CHP’nin oyuna %21’den %25’e taşıdıklarını açıkladıklarını göreceklerdir.
O zaman soralım 2009’da %25 olan oranı 2011’de %26’ya çıkartmak mıdır başarı?
CHP Lideri Kendine Oy Verenleri Enayi Yerine Koyuyor
CHP lideri ve tayfası en başta kendi tabanlarını enayi yerine koymaktadır.
Bir siyasi parti bir seçimde başarısız olabilir, bu gayet doğaldır. Ancak başarısız olan, seçimi kaybeden bir partinin, sanki büyük bir zafer kazanmış gibi açıklama yapması, halkı enayi yerine koymaktır.
Kılıçdaroğlu büyük bir yüzsüzlükle 12 Eylül sonrası CHP’nin oylarının en yüksek seviyeye ulaştığını söylemektedir ki bu büyük bir yalandır, CHP yasaklı iken onun yerine kurulan SHP %35’leri bulmuştu. Gerek SHP gerekse DSP iktidar olmayı başarmıştı.
Türkiye’nin ana muhalefeti ve tek merkez sol partisi kalan CHP’nin bugünkü durumu ise bir başarı değil büyük bir hayal kırıklığıdır.
Kılıçdaroğlu milletvekili sayısını arttıran tek parti biziz açıklaması ile ancak kendisini tatmin edebilir. Ama bu açıklama ile tarihe, Tayyip Erdoğan 3. defa iktidara gelirken masturbasyon yapan tek parti lideri olarak geçecektir.
Kürtçü CHP’ye Kürtler Oy Vermedi
CHP’nin Kürtçülüğü CHP’ye oy kazandırmış mıdır bir de ona bakalım.
CHP liderini Hakkari’de coşkuyla karşılayan o kitleyi hatırlıyoruz. Sonuç ne olmuştur peki?
CHP tüm Güneydoğu’da oylarını düşürmüştür!
Evet Kürtçülük yapan CHP’ye Kürtler oy vermemiştir!
Hakkari’de CHP oyları %3.5’ten %0.9’a, Şırnak’ta %6.7’den %2.4’e, Bitlis’te %8.6’dan %1.7’ye, Mardin’de %6.9’dan %3.6’ya, Diyarbakır’da %2’den %1.9’a, Van’da %4’ten %3.6’ya düşmüştür!
Kürtçü CHP tüm Güneydoğu’da oylarını düşürmüştür!
CHP Belediyeyi Aldığı İlleri Kaybetti
CHP’nin başarısızlığı bununla da kalmamış, 2009 yılında elde ettiği belediyelerdeki illeri de AKP’ye kaybetmiştir.
Antalya, Artvin, Çanakkale, Giresun, Mersin, Sinop ve Zonguldak’ta, yani tam 7 ilde 2009’da 1. parti olan CHP kaybetmiştir.
İzmir gibi bir ilde bile AKP oylarını arttırırken CHP 2009 seçimlerine göre oylarını %10 azaltmıştır!
Kısacası CHP ulusalcılıkla aldığı illeri de kaybetmiştir.
Kimliksiz CHP’ye Halktan Oy Yok
O halde CHP artık ne ulusalcılardan, ne Kürtlerden oy alamamakta, arada derede kalmış bir parti görünümü çizmektedir.
DSP’nin silindiği, Demokrat Parti’nin yok olduğu, aynı kulvarda hiçbir rakibinin olmadığı, diğer muhalefet partisi MHP’nin %3 oy kaybettiği bir ortamda bile, kimliksiz, kişiliksiz bir CHP oy alamamaktadır.
Oysa Baykal’ın CHP’si olsa idi, bu seçimlerde ulusalcı bir kimlikle en az %30 oyu alırdı. Kılıçdaroğlu’nu başa getiren güçler, hem CHP’ye kimlik erezyonu dayatmış hem de onun iktidarsızlığa mahkum bir parti haline gelmesine yol açmışlardır.
Şu anda ulusalcılar açısından, CHP’den kopmak, ulusalcı kimliğe sarılmak bir numaralı görev ve gerekliliktir.
II- SEÇİMİN İKİNCİ MAĞLUBU MHP
MHP’nin Gerileyişi
Bu seçimlerin CHP’den sonra ikinci kaybedeni MHP olmuştur.
MHP’nin 2007 yılında oy oranı 14.3’tü ve bu oranı 2009 yerel seçimlerinde %16.1’e kadar yükseltmişti. MHP, pek çok belediyeyi de alarak, hem sağdan gelen hem de soldan gelen ulusalcı seçmenin yöneldiği bir parti konumuna gelmişti.
CHP’nin tümüyle Kürtçülüğe sarıldığı bir dönemde MHP gerçekten Türk milliyetçiliği ile oy alabilir ve ulusalcı tepkiyi örgütleyebilirdi.
Ancak görüyoruz ki MHP bu seçimde oy oranını 2009’a göre %3 gerileterek %13’e düşürmüştür ki bu 2007 seviyesinin bile altındadır.
Kaldı ki PKK’nın bu kadar güçlendiği ve toplumu rahatsız ettiği bir dönemde MHP, PKK karşıtlığına soyunmamış, bin yılık kardeşlik ile Kürtlerle ittifaka yönelmiştir. MHP, Türk milliyetçiliği yerine ekonomik muhalefeti seçmiş ve AKP’yi yoksulluk edebiyatı ile vurabileceği yanılgısına düşmüştür.
MHP Parti Olma Barajını Geçemedi
MHP şu anda barajı geçebilmiş olmayı bile bir başarı olarak göstermek istemektedir ama kendisine yönelen büyük komplo karşısında teslim olarak zaten en başta kaybetmiştir. Partinin 10 Genel Başkan Yardımcısının 9’unu bir kaset şantajı çetesine teslim ederek, parti ruhunu, dayanışmayı, birlikteliği korumayı başaramamış ve şantajcıların yönlendirdiği bir parti haline gelmiştir.
Şimdi bu partide kim görev üstlenebilir?
Hangi parti yöneticisi kendisini adadığı partinin kendisini bir gün sonra kapı önüne koymayacağını düşünebilir?
MHP, seçim barajını geçmiş ama partililik barajına takılıp kalmıştır. Daha fazla bölünmenin; parçalanmanın, komplonun, şantajın gündeme geleceği bir döneme girilmiştir ve MHP’yi buraya süren güçler MHP’yi un ufak edeceklerdir.
MHP Belediyeleri Kazandığı İlleri Kaybetti
MHP 2009 yerel seçimlerinde Adana, Balıkesir, Bartın, Gümüşhane, Isparta, Karabük, Kastamonu, Manisa, Osmaniye ve Uşak’ta, yani tam 10 ilde 1. parti olmuş ve AKP’yi geçerek belediyeleri kazanmıştı.
2011 seçimlerinde ise bu 10 ilin tümünde birden kaybetmiş ve tüm bu illerde AKP 1. parti olmuştur.
Sadece basit bir kayıp da değildir bu illerdeki.
Örneğin Balıkesir’de MHP’nin oyları %41’den %14’e, Manisa’da %39’dan %17’ye, Uşak’ta %40’tan %16’ya gerilemiştir. Bu sonuçlar ulusalcılığın yükseldiği Batı illerinde MHP’nin hem AKP’ye hem de CHP’ye oy kaybettiğini göstermektedir.
Kaldı ki bu illerde ve diğer illerde de görülmektedir ki CHP seçmeninin MHP’ye yönelmesi gibi bir durum gerçekleşmemiştir. Ulusalcı tabir edilen illerde MHP güç yitirmiştir.
Kürtlerden MHP’ye Oy Yok
MHP’nin Kürt politikasında da sınıfta kaldığı görülmüştür. Tıpkı CHP gibi Kürtlere mesaj verme kaygısına düşen MHP de Kürtlerden oy alamamıştır.
MHP oyları 2007’den 2011’e Diyarbakır’da %2.5’ten %0.8’e, Mardin’de %1.3’ten %0.6’ya, Şırnak’ta %2.9’dan %1.1’e, Hakkari’de %1.8’den %1’e, Van’da %3.2’den %3’e düşmüştür.
Görülmektedir ki Kürtler MHP gibi düşünmemekte, Türklerle bin yıllık kardeş olduklarına inanmamakta ve Türk partisi gördükleri MHP’ye oy vermemektedirler.
MHP Dağılacak
2011 seçim dönemi MHP için bir kabus olmuştur. Seçim sonunda barajı geçmiş olmayı bu nedenle büyük sevinçle karşılamışlardır. Ama MHP’yi daha korkunç kabuslar beklemektedir.
Parti içine atılan kaset bombası ile birlikte, gelen başarısızlıklarla, tabanının sesini dinlemeyerek hatta onu kısmaya çalışarak MHP kendi kendini bitirmeye ilerlemektedir.
2015 yılının seçimlerinde MHP’nin de tıpkı, DYP, DP, ANAP gibi tasfiye olan ve tarihe karışan partilerden biri haline geldiği görülecektir…
III- KÜRT İSTİLASININ SONUÇLARI
%10 baraj BDP’ye yarıyor
2011 seçimlerinin sonuçları 2002’den bu yana parlamentoda temsil edilen PKK’nın bu defa daha da güçlü bir şekilde temsil olanağına kavuştuğunu gösteriyor.
2009 yılında 20 milletvekili bularak Meclis grubu kuran PKK’nın ‘yasal’ partisi BDP bu defa 36 milletvekili elde etti.
2007 seçimlerine kıyasla oylarını sadece %1.5 arttırmasına karşılık milletvekili sayısını %80 arttırmış oldu.
2011 seçim sonuçları BDP’nin %10’luk seçim barajının mağduru değil tersine bunun faydalananı olduğunu göstermektedir.
Güneydoğu’da Durum
PKK açısından Güneydoğu’da ciddi bir hakimiyetin oluştuğu görülmektedir. 2007 genel seçimleri ve 2009 yerel seçimlerinde oluşan hakimiyet artarak devam etmektedir. 2009 seçimlerinde toplamda 2.264.000 olan BDP oyu bu seçimlerde 2.825.000’e ulaşmıştır.
2009 yılında BDP’nin 1. parti olduğu il sayısı 8’di. Bu sayı bu seçimde 7’ye düşmüştür. BDP belediyeyi aldığı Tunceli’de birinciliği CHP’ye, Iğdır’da ise MHP’ye kaptırmıştır. Muş’ta ise AKP’nin yerine bu defa BDP 1. parti olmuştur.
Şanlıurfa, Elazığ, Adıyaman, Malatya, Bitlis, Siirt, Ağrı, Bingöl gibi komşu illerde ise BDP hâlâ üstünlük kuramamış durumdadır.
2009 seçimlerine kıyasladığımızda BDP’nin oyları hâlâ 2009 seviyesindedir ve pek bir artış sağlayamamıştır. Anlaşıldığı kadarıyla BDP’nin bu bölgedeki oy oranı bir doygunluk seviyesine ulaşmıştır.
AKP açısından baktığımızda ise ilk defa açıkça PKK karşıtı bir söylemle Güneydoğu’da kendi tabanını korumayı başarmıştır.
Devlet Olanağı İle Büyüyen Terör Örgütü
Güneydoğu açısından bakıldığında 2004 yılında belediyelerin PKK tarafından kazanılmış olmasının yarattığı sonuçları yaşamaktayız. Eğer 2004 yılında bu belediyeleri PKK değil de AKP almış olsaydı şu anda farklı bir Güneydoğu olacaktı karşımızda.
Belediyeler KCK davasında da görüldüğü gibi PKK’nın şehir örgütlenmesine dönüşmüş, terörü hem finanse etmiş hem desteklemiş, teröristler için hem bir sığınma yeri hem bir güvenlik kalkanı olmuştur. Üstelik “yerel iktidar’ algısı bölgedeki insanları PKK’ya daha bağlı yapmıştır. Çünkü PKK’ya bir güç sağlamıştır.
2007 seçimlerinde mecliste kurulan grup ile birlikte PKK’nın gücü daha da artmış ve kendi tabanına güven aşılamıştır.
Hele hele Habur’dan teröristlerin girişi ile birlikte PKK’nın artık “eş devlet” olduğu algısı yaratılmıştır.
Tüm bunlarla birlikte devletin Apo ile görüşmesi, terör eylemlerinin suç olmaktan çıkartılması ve terörle mücadele eden Ordu mensuplarının hapse atılması, PKK tabanında “bu iş olacak” umudunu arttırmıştır.
PKK, devletin ve iktidarın ona sunduğu bu sonsuz olanaklar sayesinde büyümüştür. Ama şu da görülmelidir ki teröre tanınan tüm bu olanaklara rağmen yine de Güneydoğu çapında bile çoğunluk elde edememiştir.
Kürt İstilasının Sonuçları
Seçimlerde dikkati çeken bir diğer nokta ise BDP’nin ilk defa Güneydoğu dışından bu kadar milletvekili çıkartmış olmasıdır.
İstanbul’da 3, Mersin’de 1, Adana’da 1 milletvekili çıkartmışlardır. Bu bölgelerin hepsinde BDP’nin oy oranı ve sayısı artmıştır. Bu duruma İzmir gibi oyların artığı ama hâlâ milletvekili çıkartmaya yetmediği bir şehrimizi de dahil edebiliriz.
Bu tablodan çıkan, özellikle büyük şehirleri hedef alan Kürt istilasının artık sonuç alacak aşamaya gelmiş olmasıdır.
Bir sonraki seçim döneminde Kürtlerin kıyı şeridine göç ettirilmesi politikası sürerse İzmir’de de PKK milletvekili çıkartacak nüfusa erişecektir.
Kaldı ki pek çok kıyı şeridi şehri de şimdiden bu tehdit alanına girmiş bulunmaktadır.
IV- İKİ PARTİLİ SİSTEME DOĞRU
Küçük Partiler Daha Da Küçülüyor
2011 seçim sonuçlarını genel bir analize tabi tuttuğumuzda çok çarpıcı bazı sonuçlara ulaşırız.
AKP, CHP, MHP ve BDP’yi ilk dört parti olarak ele aldığımızda bu partilerin dışında kalan tüm partilerin Türkiye’deki tüm oylarının toplamının %5’e bile erişmediğini görüyoruz. Oysa bu oran 2007 seçimlerinde %13, 2002 seçimlerinde ise %37’ydi. 2009 yerel seçimlerinde ise %16’ydı.
Görülmektedir ki seçmen oyları büyük partilerde toplanmakta küçük partiler ise ya daha da küçülmekte ya da hepten yok olmaktadır.
Çok seslilik propagandasının bu kadar yapıldığı bir dönem aslında aynı zamanda tek sesli bir Türkiye’ye gidildiği bir dönem olmuştur. Seçmen güçlü görülen partilere yönlendirilmiş, çok sesliliğin imkanları ortadan kaldırılmıştır.
Bunun ötesinde ana muhalefetin oyları son 9 senedir hemen hemen aynı oranlarda seyretmektedir. MHP ise güçlenen değil zayıflayan bir partidir.
Böyle bir tablo çok açık bir şekilde Amerikan tarzı iki partili sisteme gidişin habercisidir. Türkiye’ye biçilen rol bundan sonraki dönem için MHP’nin tabanının AKP ve CHP arasında bölüneceği, iki büyük parti olarak AKP ve CHP’nin kalacağı bir parlamenter düzendir.
Ulusalcı Dalga Dindi
Bir diğer sonuç ise çok daha önemli sonuçlara gebedir. Türkiye özellikle 2005’ten bu yana ulusalcı bir dalgaya tanık olmuştur. Ulusalcı dalga ile birlikte siyaset sahnesinin dengesini değiştirebilecek bir dinamik devreye girmiştir.
Ancak özellikle Ergenekon süreci ile birlikte bu dinamiğin önlenmesi için büyük bir savaş açılmıştır. Ve son 5 yıllık Ergenekon süreci sonrası görülmektedir ki ulusalcı dalga dinmiştir. Bu secim sonuçlarında ulusalcı diyebileceğimiz Ulusal Parti’nin bağımsız adayları, HEPAR, DSP ve Cumhuriyet Güç Birliği adaylarının toplamı ancak %1’i bulmaktadır.
Buradan çıkacak sonucu korkmadan dillendirmeliyiz. Ulusalcı taban küçük gördüğü ulusalcı parti ya da adaylara yönelmekten çekinmiştir. Oylar bölünmesin propagandasının bunda payı elbette büyüktür. Ama bir taraftan da ulusalcı dinamik taban erimekte ve diğer partilere karışmaktadır.
Bunun dışında Ergenekon süreci ile birlikte yükselen bir korkunun olduğunu da görmeliyiz. Bu korku da insanları ulusalcı küçük partilerde örgütlenmekten alıkoymaktadır.
Ve daha da önemlisi, AKP’nin ulusalcı dalgaya karşı Kürtçü bir politika izlediği dönemin koşulları artık yoktur. AKP’nin ulusalcı mesajları, ulusalcı hassasiyetleri köreltmiş, tepkiyi dindirmiş hatta belli ölçülerde AKP’ye bile yönelim sağlamıştır. En azından AKP, kendi tabanındaki Kürtçülük rahatsızlığını ortadan kaldırabilmiştir.
Böylesi bir toplumsal koşullar altında, ulusalcılığın bu seçimlerde büyük bir başarı kazanma şansı da kalmamıştı.
Ulusalcılığı Tek Çatıda Birleştirmek
Peki tüm bu etkenleri alt alta sıraladığımızda ne sonuca varmalıyız?
Birinci sonuç, AKP iktidarının bir süre daha gücünü koruyacağını görmeliyiz.
İkinci sonuç, ulusalcı örgütlenme çabalarının bir süre daha düşük seviyede destek bulacağını bilmeliyiz.
Üçüncü sonuç, ulusalcı taleplerin bir partiye toplanmasının mutlaka ama mutlaka sağlanması gerekmektedir. CHP ve MHP’den bağımsız güçlü bir ulusalcı parti oluşturulmadan, ulusalcı oylar hep sağa sola kaçacaktır.
Bu nedenle önümüzdeki dönem tüm ulusalcı güçlerin bir araya gelmesi için çalışmak son derece önem kazanmıştır.
Şu anda en düşük seviyesinde bile %1 olan ulusalcı taban tek bir çatı altında toplandığı zaman psikolojik eşik aşılacak ve ulusalcı büyüme evresine girilebilecektir.
Doğu Perinçek’in İpiyle Seçime Girenler
Ulusalcı kesim açısından bu seçimlerde denenen bazı parti ve adayları da incelememize katalım.
Öncelikle Cumhuriyet Güçbirliği adayları tam anlamıyla bir fiyasko yaşamışlardır.
İzmir’de Doğu Perinçek, kendi yardımcısından az oy almıştır!
İşçi Partisi’nin tüm imkanlarını seferber etmesine karşın görülmüştür ki Doğu Perinçek isminin olduğu yere halk oy vermemektedir. Eminiz ki bu durumu İşçi Partisi’nin tabanı da çok net görmektedir.
Ama çok daha önemlisi Doğu Perinçek’in bazı değerli komutanlarımızı da bu seçimlere sokarak kendi emellerine alet etmesidir.
İlk aşamada Doğu Perinçek Ordu ile temasa geçmiş ve tüm temasa geçtiklerini tutuklatmıştır.
Şimdi ise tutuklattığı komutanları seçime sokarak, yenilen, halk tarafından istenmeyen askerler konumuna düşürmüştür.
Benzer bir durum Tuncay Özkan için de geçerlidir. Ergenekon’da gazeteci kimliği ile yargılanırken siyasetçi olarak seçme girmiş ve kazanamamıştır.
Ergenekon sanıkları için daha kötü bir dönem başlayacaktır. Çünkü artık mazlum değil halk tarafından istenmeyen insanlar konumuna düşürüleceklerdir.
Bu da Doğu Perinçek’in bu insanlara yaptığı en büyük kötülüktür.
HEPAR ve DSP
HEPAR ve DSP açısından ise bir özeleştiri yapmanın zamanıdır.
Ulusal Parti tarafından bu partilere ve başka bazı partilere bir Muhalif Cephe çağrısı yapılmıştı. Çünkü Ulusal Parti sürecin ulusalcı güçler açısından daha kötüye gideceğini öngörmüştü.
Ancak bu partiler bizleri dinlemeyerek, dahası kendi tabanlarını dinlemeyerek, tek başlarına seçime girdiler ve sonuç kendileri açısından ciddi bir bozgun oldu.
Oysa en azından HEPAR, DSP ve Ulusal Parti’nin yapacağı bir ittifakla bile %1 oy garantiydi. Kaldı ki birleşmenin yaratacağı akıl, para, propaganda imkanının bu seviyeyi çok daha yukarı çekeceği de ortadadır.
Ancak bu şans, bu partilerin liderliği tarafından değerlendirilmemiştir. Takdir bu partilere gönül verenlerindir. Elbette tüm ulusalcılar kendi akılları ve vicdanları ile değerlendirme yapacaklar ve nerede yanlış yapıldığını tespit edeceklerdir.
V- GÜÇLÜ ULUSAL PARTİ GÜÇLÜ TÜRKİYE
Ulusal Parti Başarılı mı?
Ulusal Parti’nin rolü burada devreye girmektedir. Ulusal Parti, ulusalcı tabanın tüm taleplerini eksiksiz bir şekilde programına almıştır. Bunun dışında ulusalcılığın uzun vadede erişeceği teoriyi şimdiden dillendirmektedir.
Amerika’nın iki partili sistemi bir noktada doğru bir tespittir ancak bölünme aşamasına getirilen Türkiye’de gerçek saflaşma başka olacaktır: Türkiye siyasal zemini bir tarafta Türklerin partisi diğer tarafta ise Kürtlerin partisi olarak ikiye bölünecektir.
Bu bölünmenin bir kutbu şimdiden oluşmuş ve PKK bu tabanı örgütlemiştir.
Ancak Türklerin partisi ortada hâlâ yoktur. Türklerin oyları pek çok partiye bölünmekte ve %6’lik bir Kürt oyuna boyun eğilmektedir. Şu anda Türkiye’de %6’lık bir Kürt partisi, %94’ü temsil eden diğer partilere kendi taleplerini dayatmaktadır. Çok açık bir şekilde azınlık diktasıdır kurulan.
Peki bu nereye kadar böyle devam edebilir?
2013 yılında Türkiye’de belediye seçimleri yapılacaktır. 2013 yılına kadar BDP, Kürt bölücülüğünün taleplerini Meclis’te çok daha aşırı bir biçimde dile getirecektir.
2013-2015 arası dönem Amerika’nın İran operasyonunun başlayacağı bir dönemdir.
Dolayısıyla hem Amerika’nın hem Türkiye’nin takviminin çakışacağı bir dönem yaklaşmaktadır.
Bu döneme kadar Türk seçmen de tıpkı Kürt seçmen gibi düşünmeye başlayacaktır. Kürtler nasıl ki ideolojik değil etnik bir tercih yapmayı öğrendilerse Türkler de aynı etnik tercihe yöneleceklerdir.
Kardeşlik masalları ile uyutulan Türk seçmen henüz bu tavır aşamasına ulaşamamıştır. Ulusal Parti’nin desteklediği ulusalcı adaylar, doğrudan Türklük vurgusu ile bir seçim kampanyası yürütmüşlerdir. Türkiye ilk defa bu sloganları duymuştur.
Sonuç sandığa yansımasa bile gördüğümüz Türk seçmenin bu sloganları ve talepleri onayladığı ve desteklediğidir.
Gerçekten de Türk-Kürt çelişmesinin belirginleştiği dört ilde de Türk seçmenin çok büyük bir sevgi ve saygısıyla karşılaşmış bulunuyoruz.
Program halk tarafından onaylanmıştır ancak bu programın uygulanması için henüz halk Ulusal Parti adaylarına oy verecek seviyede değildir.
Buradan bir sonuç çıkartmalıyız, demek ki AKP’nin vadesi henüz dolmadı ve bizim zamanımız henüz gelmedi.
Ulusal Parti’nin Desteklediği Adaylar Ne Kadar Oy Almıştır?
Resmi rakamlar henüz açıklanmamıştır ama partimiz İstanbul’da oylarımızın çalındığını tespit etmiş ve YSK’ya itirazını yapmıştır. İstanbul 3. bölgede, kendi adayımızın akrabalarının, parti yöneticilerinin oy kullandığı sandıklardaki oylarımız bile ya geçersiz sayılmış ya da diğer bağımsız adaya yazılmıştır.
Kaldı ki ilk gün açıklanan PKK adaylarının oyları ikinci gün birden artmış, her ilde 10 ile 20 bin oy arası bir oy PKK adayına eklenmiştir.
Partimizin sandık sonuçlarını değerlendirdiğinde aldığı oy Balıkesir’de 2.500, İzmir’de, 4.500, İstanbul’da, 6.000, Mersin’de 2.500 civarındadır.
Toplam 5.5 milyon seçmenden alabildiğimiz oy şimdilik 15.500 civarındadır ve bu da binde 3-4 seviyesindedir.
Bir bu kadar oyumuzun da sandıklarda sayılmadığını hesaba katarsak 30 bin civarı bir oyumuz var diyebiliriz.
Bu oylarımız oranında bir oyu tüm Türkiye’ye yayacak olursak Ulusal Parti’ye hali hazırda oy verecek bir 300 bin insan olduğunu görürüz.
Bu oy Ulusal Parti için yeterli değildir ve bir başarı olarak göremeyiz. En azından %1’leri geçmek, oylarımızı en az 2 kat arttırmak gerekmektedir.
Elbette seçimlere parti olarak girmemenin, bağımsız adaylara oy vermenin güçlüğünün, seçimlere ayrılan bütçenin ve imkanın olumsuzluklarını bir kenara bırakarak bu yorumu yapıyoruz.
Güçlü Ulusal Parti Güçlü Türkiye!
Ancak buradan çıkartacağımız sonuç da ortadadır, daha örgütlü, daha güçlü, maddi imkanları daha güçlü bir parti yaratmak zorundayız.
Bu amaçla parti bir güçlenme programı ortaya koyacak ve bunu uygulamaya başlayacaktır.
Güçlü Ulusal Parti Güçlü Türkiye gelecek dönemin ana sloganıdır.
Doğru programı bulan partimiz güçlenecek, koşullar olgunlaşacak, Türk milleti uyanmaya başlayacak ve partimiz ulusalcı tabanıyla buluşacaktır.
Gelecek Türklerindir.
Ve biliyoruz ki Türk’ün Partisi olmayı kendi kimliği olarak belirleyen tek parti de Ulusal Parti’dir!
O halde Türklerin kendi partisi ile seçime gireceği bir Türkiye’de sonuç bambaşka olacaktır!

http://www.turksolu.com.tr/ileri/49/firat249.htm

..