Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2019 Cumartesi

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER BÖLÜM 3

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER  BÖLÜM 3



III-DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI BAŞLARINDA ÜNİVERSİTELERLE İLİŞKİLER 

DP'nin kuruluşunda özerk üniversiteye taraf olduğunu beyan etmesi ve özerklik vermesine rağmen CHP'li hükümetlerin buna riayet etmemeleri dolayısıyla üniversiteler DP iktidarına olumlu yaklaşmışlardı. DP Hükümetleri iktidara geldiklerinde öğrenciler ile aralarında diyalogun iyi olduğu görülmektedir. 

4 Ağutos 1950'de komünizmi telin toplantısı yapan İÜ Talebe Birliği toplantısına CHP, Millet Partisi ile beraber DP temsilcisi de hazır bulunmuştu. 
Toplantı sonunda İÜ Talebe Birliği Başkanı Babür Arun tarafından Başbakan Adnan Menderes'e bir telgraf çekilmiş, Menderes'in "Türkiye'de vatansızların 
kökünü kazıyacağız" sözlerine atıf yapılarak Türkiye'de komünist neşriyatın kökünün kazınmasını istediklerini bildirmişti 50. 

İstanbul'daki bazı öğrencilerin inkılapları koruma gayesiyle Büyük Doğu ve Sebilürreşad dergileri aleyhine kanunsuz yürüyüş yapmaları akabinde, Ankara'da 100 kadar öğrenci 21 Mart 1951'de Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'ye müracaat ederek Başbakanla görüşmek istediklerini bildirmişlerdi. 

Görüşmeyi kabul eden Başbakan Menderes'e, gençler, inkılapların korunması mevzuunda görüşlerini anlatmışlardı. Menderes de bu çeşit gösterilerin "gençler 
arasında ikilik yaratmak üzere hazırlandığını, gençliğin politikaya alet edilmesinin doğru olmadığını" ifade etmişti 51. 

23 Mart'ta Ankara'dan İstanbul'a gelen Başbakan yardımcısı Samet Ağaoğlu ve Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, talebe cemiyetleri mümessilleri ile görüşmüş ve bu temaslar üniversite muhitinde ve öğrenci cemiyetlerinde son derece iyi intiba uyandırmıştı. Mevcut olmayan irticayı var gibi gösterildiğini izah eden hükümet temsilcileri bir irtica cereyanı olması halinde kendilerinin tedbir almakta hassas davrandıklarını anlatmışlar ve üniversiteli gençler de bu görüşe katılmışlardı. Öğrenciler kanunsuz gece gösterisine kendilerinin de karşı olduklarını söylemişlerdi. 

Daha sonra İ.T.Ü.' de yapılan diploma töreninde Samet Ağaoğlu ve Tevfik İleri öğrenciler tarafından samimi sevgi ve tezahüratla karşılanmışlar dı 52

1952 yılında, CHP lideri İsmet İnönü'nün İstanbul'da yaptığı bir basın toplantısında, iktidarı suçlayarak "artık üniversitelerin muhtariyetine de tecavüz 
edildiğini, mukavemet için bir mücadele açıldığını" beyan etmesi üzerine, üniversite muhtariyeti konusu gündeme gelmişti. Bu iddia üniversiteler ve 
hükümet tarafından tepkiyle karşılanmıştı. İ.Ü. Rektörü Kâzım İsmail Gürkan, "İstanbul Üniversitesi'nin kanunla tayin edilmiş muhtariyet esasları dahilinde 
idare edildiğini, şimdiye kadar herhangi bir makam veya şahıs tarafından herhangi bir müdahale vaki olmadığına göre, İnönü'nün iddia ettiği mücadelenin 
de varid olamayacağını" belirtmiştir. Aynı konuda açıklama yapan A.Ü. Rektörü Ekrem İzmen "Ankara Üniverstesi muhtariyetine herhangi bir makam 
veya şahıs tarafından hiçbir müdahalenin vaki olmadığını" açıklamıştır. İ.T.Ü Rektörlüğü de İnönü'nün bu iddiaları hakkında kendi açıklamaları ile cevap 
verme yerine öğretim üyeleri arasında bir anket düzenlemiştir. Öğretim üyeleri verdikleri cevaplarla CHP lideri İnönü'nün iddialarını tekzip etmişlerdi. İTÜ 
Senatosu, İnönü'nün iddialarını görüşmüş ve üniversite "muhtariyetine tecavüz şöyle dursun alakalı bütün makamlardan sadece büyük yardım ve teşvik 
görüldüğü ittifakla karara bağlanmıştır". 

İnönü'nün üniversite muhtariyetinin ihlal edildiği hususu 17 Kasım 1952'de Meclis'te de mevzubahs olmuş ve Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, böyle bir müdahalenin mevcut olmadığını açıklamıştı. Konya milletvekili Rıfkı Salim Burçak da, "huzursuzluk ve nifak tohumlarının üniversitelere kadar yayılmak istenmesini" tenkit etmiş ve politikacıların "ihtirasları uğruna hiç olmazsa memleketin istikbâlini hazırlayan bu en yüksek irfan müesseselerimize 
kıymasınlar" demiştir 53. 

8 Ocak 1953 tarihinde İstanbul Üniversitesi'ni ziyaret eden Başbakan Adnan Menderes, Üniversite'de öğrenciler tarafından coşkulu bir şekilde 
karşılanmış ve Edebiyat Fakültesi'nde yüzlerce üniversiteliye hitaben bir konuşma yapmıştı ve üniversitelere müdahale edilmediğini belirtmişti 54. 

Bazı öğretim üyelerinin ve öğrenci örgütlerinin siyasi faaliyetlerde bulunduğunu, ancak muhtariyeti rencide etmemek için bir müdahalede bulunmadıklarını bizzat üniversitede söyleyen Menderes, bu yönde çalışmaları başlatmıştır. Çünkü, 3936 sayılı üniversiteler kanununda öğretim üyelerinin siyasi partilere üye olmalarını ve faaliyet göstermelerini engelleyen bir maddenin olmaması dolayısı ile, kanuni olarak, siyasi faaliyetlere karışanları engelleyecek bir yapı yoktu. Hükümet, üniversiteler kanununun 46. maddesinin D bendini değiştiren bir tasarı hazırlayarak TBMM'ye sunmuştu. Milli Eğitim Komisyonunda kabul edilen bu tasarıya göre, "Siyasi teşekküllerde fiili vazife alanlar ve Türk toplumunun genel seviyesini yükseltici bilim verilerini sözle ve yazı ile halka yaymak dışında neşriyat ve beyanlarda bulunanlar üniversite öğretim camiasından çıkarılacaklar dır. Öğretim üyelerinin siyasetle meşgul olmalarını önleyen tasarının bir ihtiyaçtan değil de, başka bir gayeyi hedeflediği muhalefet ve özellikle CHP 
tarafından ileri sürülmesi üzerine, Milli Eğitim Bakanı Rıfkı Salim Burçak, bu iddiaları yalanlamıştı 55. Öğretim üyelerinin partilerde fiili vazife almalarını yazı 
veya sözlü olarak günlük politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun layihası 21.7.1953 tarihinde, sabahtan akşama kadar süren tartışmalar neticesinde kabul edilmişti. 

Üniversite hocalarına politikanın yasaklanması muhalefet yanında üniversitelerdeki bazı hocalar tarafından da hoş karşılanmadı. 

Öğrencilerle DP hükümeti arasındaki iyi ilişkilerin, muhtariyetin üniversitelerdeki uygulanışı bakımından da bir problem teşkil etmediği anlaşılıyor 1954'te. Mesela Ord. Prof. H.V. Velidedeoğlu, üniversiteden, hocalardan da kaynaklanan bazı aksaklıklara rağmen, "üniversite muhtariyetinin oldukça iyi işlemekte" olduğunu ve bunun memleket için de lazım olduğunu belirtiyordu. Velidedeoğlu, hükümlerde yanılmazlık, Tanrıya mahsus olduğunu, ilim adamlarının mütalaalar vesilesiyle ittihaz edilerek müesseselere muhtariyete hücum olunmaması gerektiğini belirtmiştir 56. 

Ancak üniversiteler ile DP iktidarı arasında bir problem gözükmüyordu. 20 Ekim 1954'te İ.T.Ü'nün açılışına davetli olarak katılan Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, tören salonuna girdiklerinde büyük tezahüratla karşılanmışlardı. Başbakan'ın sadece bilginin kifayet etmeyeceğini, manevi vasıfların da geliştirilmesi gerektiğini belirten konuşması coşkuyla karşılanmıştı. Tören sonunda İ.T.Ü. Talebe Birliği lokalini ziyaret eden Menderes'e sevgi gösterilerinde bulunmuşlardı 57. 

Fakat, 4 Kasım'da yapılan Ankara Üniversitesi'nin açılışında CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek'e büyük bir tezahürat yapılması ve akabinden MTTF tarafından yapılan hareketin doğruluğunu savunması DP'nin üniversitelerin CHP ile işbirliğine yöneldiği kuşkularını arttırmıştı 58. 

IV- DP İKTİDARININ ÜNİVERSİTELERLE ARASININ BOZULMASI 

1- Muhtariyet Tartışmaları 

DP iktidarı, 5 Temmuz 1954 tarih ve 6435 numaralı kanuna bağlı bulundukları teşkilat emrine alınmak suretiyle vazifeden uzaklaştırılacakları hakkındaki kanun ile öğretim üyelerinden icab edenleri bakanlık emrine alabilme yetkisine sahip olmuştu. DP'nin çıkarttığı bu kanun ile üniversitedeki özerkliğin ortadan kalktığı ve öğretim üyelerinin birer memur haline getirildiği konusu gündeme getirilmişti. Bakanlık emrine alma kanununun yürürlükte olduğu zaman özerklikten bahsedilemeyeceğini, muhtariyetin sadece özerklik kelimesinden ibaret olacağını belirten Doç. Dr. Lütfi Duran, üniversite muhtariyetine iki ağır darbe yer değiştiren  CHP ile DP tarafından indirildiğini, CHP'nin iktidarda iken bazı hocaların kadrolarını ilga ederek yaptığını ve o zaman DP'nin ses çıkarmadığını, DP İktidara gelip öğretim üyelerini bakanlık emrine almak için kanun çıkardığın da CHP' nin ciddi bir tavır koymadığını kaydetmiştir. Duran, üniversite öğretim üyelerinin iktidara da ana muhalefete de güvenemeyeceğini belirtmişti 59. 

1955 -1956 öğretim yılının açılışına katılan DP'li Maarif Vekili Celal Yardımcı, parolanın Türk üniversitelerinin itilası, muhtar ilmin bekası ve Türk gençliğinin muvaffakiyeti olduğunu söylemişti 60. Irak Maarif Vekili'nin ziyareti dolayısıyla Maarif Vekili'nin katılmadığı açılış toplantısında konuşan, İ.Ü. Rektörü Fehim Fırat, üniversite muhtariyeti konusunun türlü şekillerle bahis konusu olduğu ve muhtariyetin zedelenmesi ihtimali bulunduğu endişesinin ileri sürüldüğünü, muhtariyetin ilmî, idarî ve malî olarak ayrı ayrı mütalaa edilemeyeceğini, ilmî muhtariyetin tam olabilmesi için diğerlerinin de mevcudiyetinin şart olduğunu belirtmişti. Rektör Fırat, ayrıca ilim adamlarının hür fikirlerinde başka maksatlar aranmamasını istemişti 61. DP döneminde ilk defa bir rektör, üniversite özerkliği konusunda kaygıları dile getirmiş ve özerkliğin ilmi, idari ve mâli olarak bir bütün halinde ele alınmasını ifade ederek, mevcut hali tenkit etmiş ve düzeltilmesini istemişti. 

1953 yılında öğretim üyelerinin günlük politika ile uğraşmamaları hakkında çıkarılan kanuna göre muamele yapılmazken, 1955 sonlarında bu kanuna göre, bazı öğretim üyeleri hakkında tahkikat açılmıştır. İÜ Senatosu tarafından Ord. Prof. Dr. Şükrü Baban hakkında tahkikat açılırken, Maarif Vekâleti tarafından siyasetle uğraştığı hakkında mütalaa bildirilen İÜ İktisat doçentlerinden Osman Okyar için İ.Ü. Senatosu tahkikat açmaya lüzum görmemiştir 62. Daha sonra, İ.Ü. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı'nın " Mebusluktan Iskat " başlıklı yazısı dolayısıyla Maarif Vekâleti tarafından üniversitenin ikaz edildiği haberleri ortaya çıkmıştı 63. 

16 Ocak 1956'da bağlı bulundukları teşkilat emrine alınmak suretiyle vazifeden uzaklaştırılacaklar hakkındaki 6435 sayılı kanunun değiştirilmesine dair olan tasarının TBMM İçişleri Komisyonu'nda yapılan müzakeresi sırasında, bazı milletvekilleri, üniversitedeki öğretim üyeleri arasında komünistlere alet 
olan şahısların bulunduğunu ve bu sebepten dolayı, 6435 sayılı kanundaki hükümlerin aynen kalmasını istemişler ve bu teklif de kabul edilmişti 64. 

İçişleri Komisyonu'nda yapılan bu ithamlar, üniversite çevresinde büyük bir infial uyandırmıştır. 17 Ocak 1956'da toplanan AÜ Senatosu, yaptığı uzun  müzakereler den sonra ithamları reddeden ve üniversite hocalarının bakanlık emrine alınarak işten el çektirilmesini sağlayan kanuna tepkilerini ortaya koyan 
bir kararı, ilk defa üniversitelerin DP iktidarına karşı açıktan tavrının bir ifadesi olarak efkâr-ı umumiyeye duyurmuştur 65. 

Ankara Üniversitesi'nden sonra 19 Ocak 1956'da 1.Ü Senatosu da, A.Ü Senatosu'nun gösterdiği hassasiyete ve fikirlere tamamen katıldıklarını beyan 
ederek DP tarafından üniversitelere gösterilen itimatsızlığı üzüntüyle karşılamışlar dı. İ.Ü. Senatosu, Türkiye'de ilmi inkişâf için vazgeçilmez şartı 
teşkil eden üniversite muhtariyetini esaslı şekilde ihlal eylemiş bir kanun muhafazası Î.Ü. Mensupları arasında büyük bir hayret ve teessür uyandırdığını 
açıklamıştı 66. 

    İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin tebliğlerini değerlendiren Konya DP Milletvekili ve Felsefe Profesörü Hamdi Ragıp Atademir, muhtariyetin "İ stiklâl " mânâsına gelemeyeceğini, üniversite muhtariyetinin, üniversitenin kendi organları üzerinde nizamı temin etmesi demek olduğunu, üniversite 
muhtariyetinin ilim adamlarının şahsında mündemiç bulunduğunu ve alınıp verilemeyecek bir nesne olduğunu söylemiş ve senatoların hareketini 
"işkillenmek" tabiri ile vasıflandırmış tır 67. 

Bu gelişmeler üzerine, DP'ye ve onun yayın organına tepkiler büyümeye başlamıştır. Hürriyet Partisi Kocaeli Milletvekili Turan Güneş, üniversite 
senatolarının kararını yerinde bulmuş, üniversitelerin demokrasinin tahakkuku yolunda batılı bir örnek verdiklerini belirtmiş ve DP liderinin efkâr-ı umumiye 
önünde perişan durumunun tezahür ettiğini ifade etmiştir 68. 

DP iktidarının Bakanlık emrine almayı kaldıran değişikliğe sıcak bakmaması üzerine, senatolardan sonra bazı öğretim üyelerinin de DP  Hükümeti'nin icraatlarının aleyhine açıktan konuşmaya başladıklarını görüyoruz. Î.Ü'den İsmet Giritli, 6435 sayılı kanun ile üniversite mensuplarının  mukadderatını ME Bakanının iki dudağı arasından çıkacak bir emre bağlanmasını, üniversite muhtariyeti ile hiçbir şekilde bağdaştırmanın mümkün  olmadığını, bu uygulamanın "biraz da tek parti devrinin keyfi ve otoriter temayülüne uyularak" bütün memurlara teşmil edildiğini, bakanlık emrine  alınmanın yürürlükten kaldırılarak muhtar üniversitelere yöneltilmiş "daimi baskı ve tehdit hükmünün bertaraf edilmesini" istemişti 69.

Üniversiteler aleyhine yapılan ithamlara ve DP'nin yayın organı Zafer'z cevap veren Î.Ü. Hukuk Fakültesi Profesörü Hüseyin Naili Kübalı, DP'nin ' Meclisin  üzerinde hiçbir gücü yoktur' sözlerine aykırı olarak, basınla beraber en büyük umumi efkâr temsilcisi olan üniversitelerin TBMM'yi de murakabe etmesini demokratik bir vecibe olarak değerlendirmişti. Başta Başbakan Menderes ve DP'lileri çok öfkelendirmişti. 70 

Bu beyanlar üzerine DP grup toplantısında konuşan Başbakan Menderes, İstanbul basını, üniversite ve muhalefetin iktidara karşı bir cephe halinde 
birleştiklerini, üniversitelerde antidemokratik bir fikir taşındığını, devlet idaresinin karşısında her şeyi inkâr eden 3-4 kişilik ve CHP'nin anarşist ruhuna 
hizmet eden bilgiden mahrum oldukları, TBMM üzerinde baskı icra etmek istedikleri ve bunun Üniversiteler Kanunu'nun 3. maddesine aykırı olduğunu, 
öğretim üyelerinin öğrencileri yetiştirmek için ilim yerine günlük politika işlerinin aşılandığını, buna engel olunmak için kanuni tedbirler alınacağını 
söylemişti. 

Üniversitelere çok öfkelenen Menderes, "istersek bugün çanlarına ot tıkayabiliriz" demişti. AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü'nde yapılan bir toplantıya atıf yapan Menderes'e göre, hükümet ve DP'ye karşı şumüllü bir hareketin başlatıldığını, ilmin yerine zulmün ikame edileceğini söyleyecek kadar ileri gidildiğini, bu sözleri söyleyenlerin hepsinin CHP mensubu olduğu ve matbuatla işbirliği yaptıklarını belirtmişti 71. 

Başbakan'ın bu konuşmasına ilave olarak üç doçent ile üç profesörün bakanlık emrine alındığı yolundaki haberlerin yayılması bazı üniversite öğretim üyeleri tarafından tepkiyle karşılandı. Üniversite senatoları ile öğretim üyelerinin sergiledikleri tavrı destekleyen TMTB Başkanı Nejat Canhan, üniversite muhtariyeti için öğretim üyelerinin yaptığı gayret ve faaliyeti, "hayatta en hakiki mürşid ilimdir" diyen Atatürk'ün gençliği olarak takdir ve minnetle karşıladıklarını söylemişti 72. TMTB Başkanı'nm bu açıklaması ile DP döneminde ilk defa bir öğrenci teşkilatının hükümet aleyhine açıktan tavır aldığını tespit ediyoruz. 

2- Dekan Turhan Feyzioğlu'nun Bakanlık Emrine Alınması, Siyasal Bilgiler Fakültesi Olayları ve Tartışmalar 

Üniversite muhtariyetinin tartışıldığı ve öğretim üyelerinin günlük politika ile uğraştıkları hususunda tartışmaların yapıldığı bir ortamda 1956-1957  öğretim yılı açılışında AÜ SBF Dekanı Turhan Feyzioğlu'nun yaptığı konuşma ile bir olaylar silsilesi başlamış oldu. T. Feyzioğlu, öğrencilere 'Nabza göre şerbet veren münevverlerden olmamalı' diye konuşmuştu. Ayrıca A.Ü. Senatosu'nun kararına rağmen İktisat Doçenti Aydın Yalçın'ın profesörlüğe bir yıldır terfi ettirilmemesini üniversite muhtariyetini bir kere daha zedeleyen bir konu olduğunu söylemişti. Feyzioğlu'nun bu konuşması üzerine Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Doçenti Mehmed Köymen Zafer gazetesinde bir yazı yazarak artık bu fakültenin yaşatılıp yaşatılmayacağı konusunun ciddi olarak ele alınması gerektiğini iddia etmişti. Köymen'e Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği tarafından iki defa cevap verilmiş ve son cevap da Feyzioğlu tarafından verilmişti. Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanlığı Turhan Feyzioğlu'nu polemiğe sebep olmakla suçlamıştı 73. Feyzioğlu'nun konuşmalarını hatalı bulan Milli Eğitim Bakanlığı, bu hocanın Vekâlet emrine alınabilmesi için AÜ Senatosu'na bir yazı göndermiş ve muvafakat istemişti 74. 
A.Ü. Senatosu'nun Turhan Fevzioğlu'nun Bakanlık emrine alınmasının aleyhine ilmi siyasete alet etmediği yönünde ittifakla karar vermesine rağmen Milli 
Eğitim Bakanı Ahmed Özel şahsi takdir hakkını kullanarak Feyzioğlu'nu Bakanlık emrine almıştı. Bu gelişmeyi müteakib A.Ü. Rektörlüğü Turhan Feyzioğlu'nun 6433 sayılı kanunun ikinci maddesine dayanarak Bakanlık emrine alındığını 1 Aralık 1956 tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi yönetimine bildirmişti. Kararı öğrenen Feyzioğlu vazifelerini Yönetim Kurulu'na devrederek fakülteden ayrılmıştı 75. 

Turhan Feyzioğlu'nun Bakanlık emrine alınması üzerine talebeler derse girme miş, gece de elektrikleri söndürerek sadece Atatürk'ün büstüne 4 tane 
mum dikmişlerdir. Kızlar siyah elbise giymişler erkekler de yakalarına siyah kurdele takmışlardı. A.Ü. Hukuk Fakültesi'nde bazı öğrenciler dersleri boykot 
etmişti. SBF'li 221 öğrenci Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a telgraf göndererek hocalarının geri iadesini istemişlerdi 76. DP'nin yayın organı konumundaki Zafer 
gazetesi, SBF'deki olaylar CHP Başkanı İnönü'nün tahrik ettiğini, SBF'nin bir CHP ocağı haline getirildiğini ve suçluların kanunun pençesinden kurtulamayacaklarını belirtmişti 77. CHP ise bu iddiaları yalanlamıştı 78. CHP'den sonra Hürriyet Partisi de, Feyzioğlu'nu Başkanlık emrine alınması dolayısıyla iktidarı tenkit etmişti 79. Millet Partisi de, T. Feyzioğlu'nun Bakanlık emrine alınmasının izah ve haklılığının isbatı için M.E. Bakanı tarafından cevaplandırılmak üzere TBMM'ye bir soru önergesi vermişti 80. 

Bu gelişmeler üzerine Doç. Aydın Yalçın ve Doç. Muammer Aksoy'un ardından SBF İktisat asistanlarından Coşkun Kırca istifa etmiştir.81 İstifa serisine asistan Şerif Mardin de katılmıştır. AÜ SBF istifalarına ilave olarak bir de AÜ Hukuk Fakültesi'den Doç. Dr. Münci Kapani de istifa etmişti. 

DP Grup toplantısında, İ.Ü.'de "siyasi tahrikler" olduğu yolunda söylenilen sözler İ.Ü.'de teessürle karşılanmıştı. Bu arada İ.Ü.'de geniş çapta bir tasfiye yapılacağı ve bazı öğretim üyelerinin Vekâlet emrine alınacağı söylentileri İstanbul Üniversitesi'nde huzursuzluk meydana getirmişti. İstanbul Üniversitesi'ndeki söylentilere ilave olarak DP Ankara Merkez Kongresi'nde Çalışma Bakanı Mümtaz Tarhan'ın "Üniversite ancak ilimde muhtardır" demesi ve bunun mevcut üniversiteler kanununa bile aykırı olması tepkiyle karşılanmıştı. Bu konuda bir açıklama yapan İ.Ü. Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ord. Prof. Sıddık Sami Onar , "Üniversiteler kanunen ilmi muhtariyeti haiz oldukları gibi, idari hatta kısmen mali muhtariyete de haizdirler" diye cevap vermişti. 

Feyzioğlu ve SBF hadisesi CHP'den Nüvit Yetkin, Hürriyet Partisi'nden Turan Güneş ve CMP'den Tahir Taşer tarafından verilen soru önergeleri dolayısıyla 19.12.1956'da TBMM'de 5 saat süren sert tartışmalara sebep olmuştu. 

ME Bakanı, Ankara Üniversitesi'nin 2 Kasım'da açılış töreni yapılmasına rağmen kasdi olarak SBF'de açılışın 3 Kasım'da yapıldığını Dekan Feyzioğlu'nun üniversite muhtariyeti ve bir doçentin terfi mevzularında siyasi kabul edilecek sözler söylediğini, 1955'de SBF Fikir Kulübü tarafından yapılan siyasi içerikli toplantı hakkında bakanlığın bu konudaki yazısına cevap verilmediğini, A.Ü. Senatosu'nun da Feyzioğlu'nun konuşmalarını tasvip etmediğini bildiren mektubunun bulunduğunu, Rektör tarafından dekanlıktan istifa etmesinin telkin edilmiş olmasına rağmen bunu dikkate almadığını, ancak A.Ü. Senatosu'nun Bakanlık emrine almaya da karşı olduğunu belirterek Bakanlığın Feyzioğlu'nu görevden uzaklaştırarak Bakanlık emrine almaktan başka çaresi kalmadığını söylemişti. 

Adalet Bakanı ve İçişleri Bakan Vekili Hüseyin Avni Göktürk Üniversite Talebe Birliği'nin yayınladığı tebliğ ile Cumhurbaşkanına çekilen telgrafın Cemiyetler Kanunu'na aykırı olduğunu, talabelerin derslerine girmemek, fakültenin elektriklerini kesmek gibi hareketlerinin suç olduğunu bazı öğretim üyelerinin de öğrencileri teşvik ettikleri ve dolayısıyla bir doçent (Muammer Aksoy) ile bazı öğrenciler hakkında soruşturma başlatıldığını açıklamıştı. 

Üniversite öğretim üyelerinin tamamının alınmaları ihtimali olan sözler söylediği takdirde peşinen özür dilediğini belirten ve muhalefet partilerinin üniversiteler de faaliyet gösterdiklerini iddia eden Başbakan Menderes ana hatları ile şu açıklamayı yapmıştır: " Biz dört senelik muhalefetimiz de eğer üniversiteler de ocaklar açsaydık üniversitemizin hali ne olurdu? Biz dört sene orduya ve üniversiteye hiç bir surette siyaseti sokmadık. O zamanın iktidarı her vesileyle bu mevzularda tehditler savururdu. Hatta 1950'deki seçim nutuklarında bile bu husus yer almıştı. Şimdi iki profesör peyleyip dört doçentle anlaşıp üniversitede tahrikler yapmaya kalkıyorlar. İçte ve dışta memleketi kötülemek istiyorlar. Bilsinler ki bundan sonra buna müsade edilmeyecektir. Üniversitede 1950'den beri bazı meselelerin mecvcudiyeti bilinmektedir. Siyasi nümayişlerle başlayarak tedrisat partizanlığa kadar götürülmek istenmiştir.. 

Üniversitedeki hadiseler birkaç kişiye inhisar etmektedir. Hadisenin mübaşiri addedilebilecek olan dekanın (Turhan Feyzioğlu) hareketini Senato daha ilk hamlede tasvip etmemiştir. Geri kalanlar da ceza göreceklerini anlayınca birer milli kahraman gibi istifa etmişlerdir. Bu hareketler bir takım siyasi çalkantıdan başka mânâ ifade etmez. Madem ki kanun Milli Eğitim Bakanı'na tam selahiyet vermiştir, yapılan muamelede hiç bir hatalı taraf yoktur. Üniversiteler Kanunu'nu değiştireceğiz. Bu tahrikleri tamamen önleyeceğiz..." 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

31 Temmuz 2017 Pazartesi

27 MAYIS 1960 Darbeye Zemin Hazırlayan Olaylar; BÖLÜM 2

27 MAYIS 1960 Darbeye Zemin Hazırlayan Olaylar;  BÖLÜM 2

KURTUL ALTUĞ - Cemal Yıldırım il başkanı, emekli albay kendisi. Kendisi 9 subay olayının içerisinden gelme. Hepiniz biliyorsunuz 9 subay olaylarında o. O 
da korkunç bir hatadır. Subaylarımız da beraat ettiler, mahkeme kararıyla...ama orada gördüğüm manzara, bizim ikimizin sadece cipe bindirilirken tanışmış 
olması. İkimiz de birbirimizi tanımıyoruz. O bana “Sen misin o yahu, Kurtul Altuğ?”, ben de ona “Sen misin Albay Kocabay?” diyoruz. O kadar birbirimizden 
habersiniz ama, Egemen Bostancı bir yazı kaleme almış, diyor ki: “Halk Partisi il başkanlığı…” Basına sansür konmuş, sıkıyönetim ilan edilmiş 28 Nisan sonunda. 
Şimdi, böyle bir şey olunca biz telaşa düştük. Birbirimizin kulağına fısıldayarak bir gazete çıkardık. Yani konuşturmuyorlar, sokakta 5 kişiden fazla insan 
yürütmüyorlar. Bu şartlar altında ne yapalım? Bu işi nasıl yapacağız? Başka çare kalmadı, bunu yaptık. Bunu da Egemen Bostancı yazmış, bize göndermiş… 
Biz buna bu görevi vermişiz. O zaman Kore’de bir ihtilal oluyor. Syngman Rhee devriliyor. Syngman Rhee devrildiği zaman Akis bunu birinci haber yapmış. 
Tahkikat Komisyonunda en çok sorulan soru bu oldu. Şimdi Akis’in yazılarının hepsini ben yazmıyorum. Ben Akis’in yöneticisiyim, genel yayın yönetmeniyim. 
Orada bir yayın kurulu var. Bir tane siyasi adam yok. Doğan Avcıoğlu bile yok. Şimdi, bunun üzerine, bana şeyin başkanlığını, tıpkı sizin oturduğunuz gibi bir 
yerde, Nusret Kirişçioğlu yapıyor komisyonu, Kemal Özçoban var orada, ondan sonra, Osman Kavuncu var. Öbür büyük komisyonda, aslında, 11 kişilik 
komisyon bayağı büyüktü. O komisyona, aynı gün, 28 Nisan günü, olağanüstü yetkilerle bir yasa çıkarttıkları günde sorguya çekiliyoruz. O olağanüstü yetki, işte, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kuvvetler ayrılığı prensibini ortadan kaldırıyor ve sorgu yargıcı görevini bir komisyona veriyor. Yani düşünün ki sizin komisyona yarın sorgu yargıcı görevi verilecek, ben de burada size geleceğim, kemali ciddiyetle meselelerimi anlatacağım, siz de beni buradan doğru hapishaneye göndereceksiniz, böyle bir yetki. Bu, işte, bardağı taşıran damla olmuştur bence. 

İşte ondan sonra Türkiye’de herkesin bir beklentisi başladı. Bizi tevkif ettiler, götürdüler. Ne sıkıntılarla, 15 kişilik heyetin önüne çıkardılar bizi.15 kişilik 
heyette… Bu Nusret Kirişçioğlu da benim Zonguldak’tan tanıdığım, çok sevdiğim bir ağabeyim. Kendisiyle Meclise gideriz. Meclise de sokmuyorlar ama 
ben alt taraflarda falan çağırttırıyorum Nusret ağabeyi. Nusret ağabey geliyor, benimle konuşuyor. Bir gün böyle toplantı hâlindeyiz, bana dedi ki: “Yahu, siz 
niye muhalefet yapıyorsunuz? İşte, millet iradesidir.” “Millet iradesi ama kardeşim senin millet tarafından seçildikten sonra bütün Türkiye'nin milletvekilisin.” dedim. “Hayır, böyle bir şey yok.” dedi. “Ben Adnan Bey’in milletvekiliyim, Adnan Bey beni seçti, ben ona bakarım.” “Olmaz, böyle olursa olmaz. Anayasa böyle diyor. Anayasa’ya aykırı olur.” falan dedik. İşte bütün bunlar üst üste geldi, geldi, geldi, bir sabah biz hapishanede uyandığımızda ihtilal oldu. Ama hapishaneye daha evvelden böyle bir haber geldi. Nasıl geldi bilmiyorum, kim getirdi bilmiyorum ama hapishanenin içerisinde “Yarın darbe olacak, ihtilal olacak.” lafları dolaşmaya başlamıştı. Biz de merakla bekliyoruz. 27 Mayıs sabahı saat üçte, hatta beşte. Biz o zaman revirde yatıyoruz, hastalık dolayısıyla revire gitmişiz. Hatta İsmet Paşa benim hapishanede kalmamam için hastaneye rica etmiş, hastalığı olabilir, onu hastaneye nakil edin, çocuk eziyet görmesin diye. Ben “Hayır.” Yirmi üç–yirmi dört yaşında adamım, ne olacak bana o yaşta. Bu yaşta olsa, tehlikeli. Onu deyince revire geçtim. Revirde yatıyoruz. Ne olmuş? “İhtilal olmuş.” Biz zannettik ki hemen bizi alıp götürecekler. Hayır, bir şey olmadı. Bir subay geldi, içeri girdi. Albay, giyindi, tıraş oldu, çıktı dışarıya, avluya. Subay buna bir selam verdi, bir de tabanca çıkardı elinden, uzattı yani bunlar ihtilalin koreograf hâlleri, size anlattığım, renk olsun diye. Tabancayı uzattı, dedi ki: “Buyurun komutanım, size lazım olur.” O da dedi ki: “Çek onu, benim artık silahla ilgim yok.” Bu kadar. O Cemal Yıldırım sonra senatör oldu. Ondan sonra dışarıdan yazdıklarını öğreniyoruz. Hapishaneden ayrılış şeyine şöyle bir not düşmüş: “Adnan Menderes’in gayrimeşru Tahkikat Komisyonu tarafları tevkif edildi ve Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından kurtarıldım.” Şimdi, bu suçsa, suç değil Cemal Yıldırım’a. Çünkü adam duygularını söylemiş. Bizi bir gün sonra çıkardılar. Burada da şunu ifade etmek istiyorum: Bazı askerler siyasetten daha hukuka bağlı oluyorlar. Şimdi, bizi, bir hukuki statü içerisinde içeri aldıkları için, içeri koydukları için, yine, onun bir hukuki statüye bağlanmasını istiyorlar ve bir gün geciktiriyorlar. Zannediyorum 1 veya 2 sayılı Kanun, bizim dışarıya tahliye edilmemize dair bir af kanunudur. Şimdi, ben bunu gördüğüm andan itibaren, açıkçası şunu söyleyeyim: Askerlere sempati duydum. Şimdi, bunu herkes duyar. Sizi hapse atmış bir iktidar var, oradan sizi kurtaran bir asker var. Şimdi, “askermillet el ele” şeyi buradan çıkmıştır, bugün de devam ediyor.463 Ancak bilhassa Bedii Faik’in 27 Mayıs öncesi yazılarının bir kısmı eleştiri sınırlarında olmadığı gibi, bu yazılar darbe sonrası dönemde hakarette aşırı gidenlerin de başında gelmektedir. Komisyonun kendisine Bayar ve Menderes’i köpekten daha aşağı gösterdiği yazısını sormuş, Akın bu soruyla ilgisiz aşağıdaki cevabı vermiştir: 

“CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Yani, yargılamadan önceki bu soruşturma dosyaları. Bir de yine 15 Haziran 60 tarihli gazetenizin nüshasında 
“Protesto” diye bir makaleniz var, herhâlde köşe yazınız bu sizin. Orada “İstanbul Üniversitesi gençlerinin hazırladıkları bir pankartta Bayar ve 
Menderes’in köpeğe benzetildiklerini gördük. İnsanlara daima sadakatle hizmet eden hemcinslerimiz adına bir hakaret kabul ettiğimiz bu benzetmeyi protesto 
eder, duyurulmasını isteriz. Cümle köpekler yerine kıtmir.” -aynen naklediyorumşeklinde bir şeyiniz var. Şöyle de bir durumla karşı karşıyayız, şunu da herhâlde söylüyorsunuz siz: Gazetecilerin ve gazete sahiplerinin yalnızca gazetecilikle ilgilenmesi gerektiğine dair de bir herhâlde kanaatiniz var. 

BEDİİ FAİK AKIN – Tabii, hâlâ öyle. 

CENGİZ YAVİLİOĞLU (Erzurum) – Bunu hangi tecrübelerinize dayanarak… Yani bu şekilde içine girmiş bir gazeteci ama aynı zamanda da bütün bunlardan 
sonra da böyle bir tecrübe sonucu var. 

BEDİİ FAİK AKIN – Şimdi, bakın, bu gazetecilik başlı başına bir iştir ve ne kadar müstakil olursa, ne kadar tek başına olursa o kadar tesirli olabilir. Eğer 
gazeteciliğe başka şeyleri de ekler de giderseniz bu gazeteciliği yapamaz olursunuz. Binaenaleyh gazete sahibinin sadece gazeteci olmasını ben evleviyetle isterim ve onun savunurum. Şimdi, bugün tutarsız bir alay gazete var. Daha bir şey söyleyeyim size: Türkiye 24 milyon nüfuslu iken ne gazete tirajı varsa, 75 milyon nüfuslu Türkiye’de de o gazete tirajı var. Öyle bir hadise dünya gazeteciliğinde görülmüş değildir. Bunda computer’lerin, twitter’lerin şunların bunların payı vardır, o payı kabul ediyorum. Ama bütün dünyada da var onlar, yalnız bize ait değil ki. Bütün dünyada da gazetelerin rakipleri var, televizyonlar vesaireler, orada niye olmuyor da bizde oluyor? Çünkü inandırıcılığını kaybetmiştir Beyefendi. İnandırıcılığını gazetenin kaybetmesini ben gazetenin sahibine atfetmeyeceğim de kime atfedeceğim? Onun tutumuyla olur o iş”. 464 

Kars ve Ardahan’ın Ruslara Satıldığı İddiası 

Darbe esnasında zayıf bir retorik olarak sahiplenilen Kars ve Ardahan’ın DP’lilerce Ruslara satıldığı iddiası Komisyon tarafından Celal Bayar’ın kızı eski milletvekili Nilüfer Gürsoy ve torunu akademisyen Prof.Dr. Emine Gürsoy Naskali’ye sorulmuş ve şu cevap alınmıştır: O soru mahkemede, Yassıada’da soruldu. Başhâkim büyükbabama tevcihen veya mahkeme salonunda Kars, Ardahan’ın satılması meselesi gündeme geldi. Büyükbabam da orada -İstanbul-Ankara davasında olması lazım, neşroldu o dava da- ‘Böyle bir soruyu nasıl bana tevcih edebilirsiniz?’ diyor. Millî Mücadele’nin içinde bulunmuş bir kimse olarak böyle bir sorunun büyükbabama tevcih edilmiş olması, böyle bir suçla itham edilmiş olması…. 

Komisyonumuzun bu sorunun bilinçli olarak sorulup sorulmadığı hususunda tevcih ettiği suale de şu şekilde cevap verişmiştir: “Tabii, daha önceden, daha farklı iddialarda olduğu üzere, mesela kıyma makineleri meselesi, herkesin çok iyi bildiği veya büyükbabamın Harp Okulunu imha edeceği meselesi. Bütün bunlar bilinçli olarak maddi yönüyle, vatana bağlılığı yönüyle”.465 

Kars ve Ardahan’ın Ruslara satıldığı iddiası Demokrat Partililerin Yassıada’ya götürülmeleri esnasında gördükleri fena muamelelerin de sebepleri arasında zikredilmektedir. Tahkikat Komisyonu üyelerinden Mehmet Önder’in hatıratında yer alan anekdot şöyledir: 

En feci, esasen kalp hastası olan rahmetli Lütfü Kırdar’ın karşılaştığı muamele oldu. Uçağın kapısına gelince, neşesinden kabına sığamayan Hava Subayımız, 
adını, soyadını, hangi vekil olduğunu yüksek sesle haber verdi ve hemen arkasından, babası yerindeki yaşlı, muhterem insanın belinin ortasına, utanmadan, sıkılmadan, Allah’tan da korkmadan sert bir tekme indirdi. Onu merdivenlerden aşağıya adeta boşluğa yuvarladı… Aşağıdaki azgın topluluğun: -Döne döne başın döndü namussuz. Moskova’ya niçin gittin, Kars ve Ardahan’ı satmak için mi?... Mukavelesini imzalamak için mi? Sesler geliyordu...466 

Mehmet Önder’in hatıratına göre Demokrat Partililer Yassıada’da tutuklu bulundukları esnada da MBK üyeleri tarafından da bu kabil ithamlara maruz kalmışlardır. 

Rıfkı Salim Burçak’ın hatıratında Demokrat Parti’nin Kars ve Ardahan’ı Ruslara sattığı iddiasının darbenin hemen akabinde DP’lilerin henüz Harbiye’de tutuldukları bir esnada radyodan da duyurulduğu bilgisi yer almaktadır. 

Oysa Başbakan Adnan Menderes ile birlikte İngiltere’de bulunan Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’ye vekâlet eden Ethem Menderes Bakanlar Kurulu toplantısında Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Faik Hozar’ın göndermiş olduğu 31.5.1953 tarihli ve 68 numaralı şifreli teli okumuştur. Buna göre Rusya 7 Haziran 1945 günü istediği Kars ve Ardahan ile Boğazlardaki üs talebinden vazgeçtiğini ifade etmiş; böylece de iki komşunun ilişkilerini yıllar boyu gergin tutan bir unsuru kaldırdığı anlaşılmıştır.467 

Uşak ve Kayseri Olayları 

DP’nin yıkılışına giden yol, 29 Nisan 1959’da, 48 milletvekili, partililer ve gazetecilerden oluşan büyük bir kalabalığın başında, kendi deyimleriyle “Büyük Taarruz”u başlatan İsmet İnönü tarafından açılmıştır. CHP gezisinin ilk durağı Uşak’tır. Olaylar burada başlamıştır. Burada hükümet tarafından organize edildiği sanılan bir grup göstericiden on altı yaşındaki birinin attığı taş İnönü’nün kafasına isabet ederek yaralamıştır.468 İktidar ve muhalefet yandaşları birbirlerine girmişlerdir. Sonraki duraklarda da olaylar hep birbirini izlemiştir. 
İnönü Ankara’ya dönünce, yine olaylar çıkmıştır, 11 Mayıs 1959 günü, Mecliste CHP’lilerle DP’liler birbirlerine girmişler, karşılıklı küfürleşmeler ve yumruklaşmalar içinde camlar kırılmış, yaralananlar olmuştur. 469 

Bu durum CHP tarafından devamlı gündemde tutuldu ve bu yüzden ülke çapında ortam gerginleşmiştir. Bu hadise askerler arasında da İnönü’ye duydukları saygıdan dolayı huzursuzluğa neden olmuştur. Daha sonra İnönü İzmir’e oradan da İstanbul’a gitmiş orada havaalanından şehre gelirken arabası bir grubun saldırısına uğramıştır. Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki muhalefetin etkisini kırmaya yönelik teşebbüsler etkili olamamış, aksine CHP’nin trendini yükseltmiştir. Son olarak Kayseri’de Yeşilhisar yakınlarında İnönü ve taraftarları için verilen emre askerler itaat etmemişlerdir. Bu durum da göstermiştir ki, DP ordudan destek alamamış, aksine CHP asker yakınlaşması artmıştır.470 

Büyük Taarruzu başlatan İnönü’ye Uşak’ta taş atıldığı ve başının hafifçe kanadığı olay DP’nin tahammülsüzlüğünün ve diktacı rejim arzusunun bir delili olarak lanse edilmiştir. Bu olayda DP ve DP’lilerin de kabahatinin bulunduğu aşikâr olmakla birlikte olayın içyüzünün anlatılandan farklı olduğu da yenilerde yazılmıştır. Güngör Yerdeş, bu olayın İnönü’yle beraber gezide bulunan bir gazetecinin eliyle DP’lilere ‘n…’ işareti çektikten sonra vuku bulduğunu yazmıştır: 

“Tren yavaş yavaş hızlanıyor. Paşanın bulunduğu koridordayız. Pencerelerin camını indirip âdeta üst üste yığılmış şekilde perondaki Demokrat Partilileri seyrediyoruz. İçimizden biri sağını solunu dirsekleyip bir pencereyi aniden kaplıyor ve sol elinin avcunu açıp uzatarak, sağ elinin başparmağını işaret parmağı ile yüzük parmağının arasından geçirip tokmak şeklinde 
uzattığı sağ bileğini o sol avcunun içine yerleştirip sıkarak seyretmekte olan Demokratlara ‘Naaa!’ diye bağırıp başlıyor sallamaya… Aman yarabbi, ne için bu çılgınlık… Bu işareti, terk etmekte olduğumuz perondaki Demokratlara yapıyor. CHP’liler ise, uzaklaşan treni alkışlayarak Paşalarına bağlılıklarını göstermekteler. Ama bizim arkadaşımızın maksadı ne? Bizimki ne için yapıyor bunu? Ve işte bundan sonra başlıyor taşlama… Gelelim bizim çılgın meslektaşımıza… Hayatı komplolar üzerine kurulmuştur desem yalan olmayacak. Aldırmıyormuş gibi görünüp, inceden inceye araştırıp provokasyonunu öyle hazırlayan bir hadise yaratıcısı… Paşayı uğurlamaya gelen CHP’liler bizim meslektaşı trene bindirmeden önce âdeta öpücük yağmuruna tutmuşlardı. Sırtını sıvazlayıp kucaklayarak âdeta teşekkür ediyorlardı. DP’liler de o sırada sadece homurdanıyorlardı diyebilirim”. 471 

Komisyon Güngör Yerdeş’in hatıratını yazmasından sonra vefat etmesi sebebiyle kendisinin bilgisine başvuramamıştır. Ancak Uşak Olayları esnasında Kim Dergisi adına geziyi takip eden ve taş atıldığında İsmet İnönü’nün yanında bulunan Orhan Birgit’e bu husus sorulmuş, kendisi şu cevabı vermiştir: 

BAŞKAN - Rahmetli İnönü’nün Uşak gezisinde -bir gazetecinin- istasyondaki Demokrat Partililere eliyle bir işaret yaptığı, olayların da bu hareket neticesinde 
alevlendiği, başladığı ve İnönü’nün başına atılan bir taşla yaralandığı söylenir. Bu haberi yapan gazeteciyi biliyor musunuz? 

ORHAN BİRGİT – Hayır, bu haber yapılmadı ki. Demokrat Partili vatandaşlar Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanını uğurlamaya gelmemişlerdir herhâlde 
yani hoş-âmedî yapar gibi “Hayırlı yolculuklar.” demeye gelmemişler. Onlar oraya gelmişler, o Uşak Polis Müdürü de onlarla beraber İsmet Paşa’ya taş atıldı, taşlardan bir tanesi Paşa’nın başına isabet etti, bir tanesi de yanındaydı… 

BAŞKAN – “Bahsedilen o hareketi yapan gazeteciyi biliyor musunuz?” diyorum. 

ORHAN BİRGİT – Öyle bir hareket yapıldığını bilmiyorum. Savunma babında konmuş şeyler olabilir. 

BAŞKAN - Yani o esnada orada bulunan gazeteciden birisinin anısında yazıyor, o gazeteciyi de gerekirse verebiliriz. 

ORHAN BİRGİT – Bilmiyorum ben kimse. 
BAŞKAN - Güngör Yerdeş. 

ORHAN BİRGİT – Evet, Güngör Yerdeş… 
BAŞKAN - Okuduğum gibi yazdı Güngör Yerdeş.

ORHAN BİRGİT – Yok, hayır yani Hamdi Avcıoğlu vardı, ben vardım; ikimizin de başı yarıldı o tarihte.472 


28–29 Nisan Olayları ve Üniversitelerin Tutumu,;


İstanbul Üniversitesi olaylarında rektörün izni olmaksızın yapılan polis müdahalesi esnasında rektörün tartaklandığı iddiaları, kimi öğretim üyeleriyle polisler arasındaki arbede, 27 Mayıs sabahı neredeyse üniversitenin intikamcı bir tutumla hadiseye yaklaşmasına neden olmuştur. 

Darbenin hemen ardından, bir daha asla diktacı bir yönetimin iktidara gelmesine, laiklikten ödün verilmesine mani olacak anayasanın yapılması için davet edilen öğretim üyelerinin işe önce hukuki manada yapılanın adi bir hükümet darbesi sayılamayacağını içeren görüşle başlamaları, DP iktidarına karşı duyulan husumet hiyerarşisinde ilk sırada olduklarını göstermektedir.473 Önde gelen darbecilerin yapılacak tutuklamaların dar bir kitleyi kapsaması gerektiği yönündeki eylem planına karşı dile getirdikleri itiraz da bunu kanıtlar niteliktedir.474 

28–29 Nisan 1960 tarihli İstanbul ve Ankara Üniversitelerindeki gösteriler her ne kadar darbe öncesinde bir anlamda bardağı taşıran son damlalar olmuşsa da; iktidar-üniversite ilişkisinin yönü ve seyrinin hiç de iç açıcı olmadığını gösteren önemli bir hadise vardır. Bu da dönemin Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’nun, 1956–1957 öğretim yılında fakültenin açılış töreninde iktidar aleyhinde yaptığı bir konuşma nedeniyle bakanlık emrine alınmasıdır. Feyzioğlu bu konuşmasında, üniversitenin asli vazifesinin hürriyet ortamı içinde hakikati arama, edinme ve açıklama olduğunu belirterek aksi takdirde nabza göre şerbet veren bir kurum olup çıkacağını 
belirtmiştir. Konuşmanın basına aksetmesinin ardından bakanlık emrine alınan Feyzioğlu, üniversiteden istifa etmiş ve CHP saflarında siyasi mücadeleye başlamıştır.475 

DP ile yıldızı bir türlü barışmayan üniversitenin, muhalefete geçmesinin gerekçelerinden en önemlisi 1933 Üniversite Reformudur.476 Reform ile birlikte inkılâba hizmetle vazifeli üniversitenin, yüklendiği mesuliyetle birlikte kazandığı önem 1950’den itibaren gitgide azalmıştır. DP’nin kendisine dayanak olarak seçtiği kesimleri tatmin noktasında daha bir istekli olması, nasıl bürokrasi ve ordunun geleneksel hâkimiyetini zedelediyse, üniversite de bu yeni politikadan incinmiştir. Bayar’ın izahıyla: “ananevi iktidar ortakları olan ilmiye, kalemiye ve seyfiye arasındaki ittifaka reaya lehine” müdahil olan DP, bunun bedelini 27 Mayıs darbesiyle devrilerek ödemiştir.477 

Üniversite kürsülerinden iktidarın icraatını eleştiren öğretim üyelerinin bu tavrına karşı iktidarın tutumu da bir o kadar sert olmuştur. Bakanlık emrine almanın yanı sıra, emekliye sevk etme, hakkında soruşturma açma gibi tedbirler üniversiteyle iktidar arasındaki köprülerin adeta atılması sonucunu yaratmıştır.478 

Özellikle ülkenin iki büyük üniversitesinde başlayan gösterilere hamilik yapan öğretim üyelerinin darbenin hemen ertesinde, devrik hükümet mensuplarına, darbeyi bizzat gerçekleştirenlerden daha sert tutum almalarına neden olmuştur.479 

Toplumun en dinamik kesimi ile en güçlü kesimini karşısına alan iktidarın simgesel olarak bitişi 5 Mayıs’ta Kızılay’da Menderes’in darp edilmesidir. 
Fakat yaklaşan darbenin başlangıcının en keskin işareti Kara Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşüdür. Bu yürüyüş harp okulu öğrencisi yürüyüşünden çıkıp subay yürüyüşü halini almıştır. 480 

Orgeneral Cemal Gürsel’in İzmir’e gitmesi ile bu süreçte darbe planlayan komitenin geçici bir lider bulma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Adaylardan ilki İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Fahri Özdilek’tir. Özdilek Menderes iktidarına karşıydı fakat yapılan teklifi reddetti. Bunun üzerine ikinci aday Cemal Madanoğlu’na teklif götürülerek general açığı kapatılmaya çalışılmıştır. Cemal Madanoğlu başta “Ben bu işe gelmem arkadaşlar, benden büyük rütbe lazım” diyerek tereddüdünü belirtse de daha sonra komiteye girmeye razı olmuştur.481 Artık komite ve darbeciler generalsiz değillerdir. Darbecilerin general rütbesine sahip kişilerle irtibatta olması ve generalsiz yapamayacaklarını bilmeleri komitenin eksikliğinden değil, hiyerarşiye olan bağlılıkları ve ordudaki hiyerarşiyi karşılarına almak istememeleri önemli etkendir. 

Darbeye adım adım yaklaşırken ihbarların yoğunlaşmış ve darbe beklentisi artmıştır. Menderes ve kabine bunlardan etkilenmiş olacak ki o ana kadar pek dikkate almadıkları ordu mensuplarının ekonomik durumlarını iyileştirme kararı almışlardır. Maaş arttırılması dahi ordu mensupları tarafından rüşvet olarak algılanmıştır. Subayların ağzından aynı cümle dökülmüştür: “Bizi para ile satın alacaklarını sanıyorlar”.482

Genelkurmay Başkanı Erdelhun’un hükümete ordudan bir hareketin gelmeyeceği konusunda güvence vermesine rağmen Harp Okulu yürüyüşü hemen herkeste ordunun iktidarı ele almasının artık gün meselesi olduğu, Harbiye’nin boşuna yürümeyeceği inancını doğurmuştur. Hatta Samet Ağaoğlu gibi bazı DP’liler Menderes’i müdahale konusunda açıkça uyarmışlardır. Fakat Ağaoğlu’nun uyarılarına rağmen Menderes, Kara Harp Okulu öğrencilerinin tahrik edildiğini, Harp Okulu Komutanı General Sıtkı Ulay’ın kendisine teminat verdiğini söylemiştir. Hatta o kadar ki Mükerrem Sarol, Harp Okulu’nun hükümete karşı hazırlık içinde olduğunu söyleyince buna çok sinirlenen Başbakan, Okul Komutanı Sıtkı Ulay için “Yalnız okul komutanı değil, hayatımı korumak üzere bir çeşit fedai olarak düşünülmüş ve o mevkiye getirilmiştir” demiştir.483 

Menderes ve DP’liler, generallerin kendilerine verdikleri teminatı dikkate almış, ordu içindeki çekirdek hücrelerin zamanı gelince bu kadar büyüyeceğini hesaplamamışlardır. Alttan gelen baskı ile yukarıda yer alan üst rütbeli subayların dahi yüksek bir debi ile akan darbe kararlılığına kendilerini kaptırmaları siyasiler tarafından kolay kolay algılanmamış, son noktaya giderken eski tutumlarda değişikliğe gitmekte gecikmiştir. 

Tahkikat Komisyonunun Kuruluşu ve İlk Tepkiler;


İnönü’nün büyük bir enerjiyle yurt sathında yürüttüğü muhalefet, her iki parti taraftarlarını zaman zaman karşı karşıya getirmektedir.484 İki partinin de önde gelenleri birbirleri aleyhine sert demeçler verirken,485 tavanda başlayan bu söz düellosu, tabanda da yankısını bulmaya başlamıştır.486 

DP’nin tüm bu gelişmeler karşısında aldığı askeri ve polisiye önlemler yetersiz kalmaya başlayınca, köklü bir tedbir alınması yönünde meclisin devreye sokulması kararlaştırılmıştır. 1924 Anayasasının ruhundan mülhem Tahkikat Komisyonu’nun 487 faaliyete başlaması, muhalefetin sert karşılık vermesine neden olmuştur.488 

Tahkikat Komisyonu üyelerinin hepsinin DP’li olması, geniş sayılabilecek yetkilerle mücehhez kılınması karşısında CHP’nin tepkisi sert olmuştur. İnönü, bir merciin hem davacı, hem yargıç, hem de tatbikatçı olamayacağını, memleketin tek partili devreyi çoktan geride bıraktığını, sert sözlerle ifade etmiştir. 

27 Nisan 1960’ta mecliste tartışılan önerinin DP’lilerin oylarıyla kabul edilmesi karşısında İnönü, meclis kürsüsünden şu cümleleri sarf etmiştir: “…Bu baskı rejimine, bu tedbirlere teşebbüs eden baskı tertipçileri zannediyorlar ki Türk milleti Kore milleti kadar haysiyetli değildir… Artık sizi ben bile kurtaramam”.489 Bu sözlerin ardından İnönü’ye tam 12 celse meclis çalışmalarına katılmaktan men cezası gelmiştir. Salahiyet Kanunu, komisyonun kurulması kadar tepki çekmiştir. Tahkikat Komisyonunun çalışmaları geniş yetkilerle sürdü ve hazırlanan raporun okunmasına fırsat bulunmadan 27 Mayıs darbesi yapıldı. Raporu kaleme alan Nusret Kirişçioğlu, CHP’nin ihtilal yapılmak üzere ne gibi faaliyetler içinde olduğunu gösterir ses bantlarının da elde edildiğini ancak tüm ısrarlara rağmen Yassıada’da raporun okunmasına müsaade edilmediğini belirtmektedir.490 

Tahkikat Komisyonu kurulması ve Salahiyet Kanunu’nun çıkarılmasının 1924 Anayasasına aykırı olduğu anayasanın iç mantığına göre iddia edilemez gibi görünmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki 1926’da İstiklal Mahkemelerinin işleyişi ve üyelerinin milletvekili oluşu bir anayasa meselesi yapılmamıştı. 1960 Nisan ayındaki gelişmelerin de anayasaya aykırılık çerçevesinde değerlendiril mesi pek mümkün gözükmemektedir. DP’nin açmazı şuradadır: 
CHP’nin, sonu darbeyle bitecek bir hazırlığın içine girdiğini, adlî soruşturmanın da bu hazırlığı tam olarak ortaya çıkaramayacağını düşünmektedir. 

Ancak komisyonun kuruluş yapısı Meclis Araştırma Komisyonu değil de DP Araştırma Komisyonu gibi olmuştur. 

Buna rağmen anayasanın iç mantığı ve nadir sayıdaki uygulaması dikkate alındığında bu sonucun anayasayı ihlal değil de maslahata aykırılık olduğu söylenebilecektir. Çünkü anayasanın meclise tanıdığı hak, muhalefet partisini de araştırmayı kapsamaktadır. Bu bağlamda Yassıada Adalet Divanı’nda anayasayı ihlal suçu kapsamında yapılan yargılama aslında maslahata uymama ve demokratik davranmama suçu idi. Fakat kanunlarda da böyle bir suç bulunmamaktaydı. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;


454 Cumhuriyet, 2.5. 1956, s. 1. 
455 Orduda Osmanlı ordusundan gelen bir düşük maaş sıkıntısı hâkimdir. Nitekim dönemin atmosferini iyi okuyanlardan biri olan Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, Adnan Menderes’i bu nedenle uyarmak zorunda kalmış, Abdülhamit’in düşük subay maaşları yüzünden devrildiğini hatırlatmıştır, bkz. Öztuna ve Gökdemir, Türkiye’de Askeri Müdahaleler, s.29. 
456 Nurşen Mazıcı, “Türkiye’de Ordu ve Siyaset..”, s. 51. 
457 Bu olay aynı zamanda Yassıada’da Anayasayı ihlal suçu kapsamında yargılama unsurlarından birini oluşturmuştur. 
458 Yerdeş, Başkentte Önemli Olaylar ve Yazamadıklarım, s.38–40. 
459 Yerdeş, Başkentte Önemli Olaylar ve Yazamadıklarım, s. 52–54. 
460 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.264–265. 
461 Cüneyt Arcayürek, Bir İktidar Bir İhtilal (1955–1960), Ankara: 1984, s.241. 
462 Bedii Faik Akın’la 13 Haziran 2012’de Yapılan Görüşme Tutanağı,
463 Kurtul Altuğ ile 11 Ekim 2012’de Yapılan Görüşme Tutanağı. 
464 Bedii Faik’in 26 Haziran 2012 Tarihli Görüşme Tutanağı. 
465 Nilüfer Gürsoy–Emine Gürsoy Naskali’in 11Ekim 2012 Tarihli Görüşme Tutanağı 
466 Mehmet Önder, Yassıada’da Millî İrade Nasıl Mahkûm Edildi, İstanbul: Dem Yayınları, 1990, s.73. 
467 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950–1960), Ankara: Nurol Matbaacılık, 1998, s. 170–172. 
468 Milliyet, 30.4.1960. 
469 Milliyet, 12.5.1960. 
470 William Hale, Turkish Politics and Military, Routledge, London 1994, s. 106. 
471 Güngör Yerdeş, Başkentte Önemli Olaylar ve Yazamadıklarım, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2006, s.24–27. 
472 Orhan Birgit’le 11 Ekim 2012 Tarihli Görüşme Tutanağı. 
473 Görüşün tam metni için bkz. “Anayasa Komisyonunun Raporu”, Ak Devrim, Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1960, ss.64–66. 
474 Profesörler, masumiyet karinesini tersine çevirerek, yapılan tahliyelerin yersiz ve yanlış olduğunu belirtiyorlardı. Devrilen hükümet mensuplarının hepsinde suç karinesi mevcuttu ve buna binaen: “Aksi ispat edilene kadar hepsi suçludurlar” demektedirler. İpekçi ve Coşar, İhtilalin İçyüzü, s.276. Nitekim tahliye edilenler yeniden toplandılar. 
475 Gürcan Bozkır, “Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu'nun Siyasi Kişiliği”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl 
1996–1997 Cilt 2, Sayı:6–7, s.208. Feyzioğlu, siyasete girmeden önce kısa süreli bir tereddüt yaşadı. Acaba CHP’den mi, 
yoksa Hürriyet Partisi’nden mi siyasete girmeliydi? Yalçın Küçük’ün aktardığına göre bu hususta iki seçkin öğrencisinin görüşünü merak etmişti: Taner Timur ve Yalçın Küçük. Küçük’ün naklettiğine göre Timur, HP’yi tavsiye ederken, kendisi 
CHP’yi önermiştir. Feyzioğlu sonunda CHP’yi tercih etmiştir, bkz. Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler–5 (1830–1980), İstanbul: Tekin Yayınevi, 1988, s.737. 
476 Nurşen Mazıcı, “Öncesi ve Sonrasıyla 1933 Üniversite Reformu”, Birikim, Sayı:76, Ağustos 1995, ss.56–70. 
477 Celal Bayar (Anlatan), Bir Darbenin Anatomisi (27 Mayıs İhtilali), Yazan İsmet Bozdağ, İstanbul: Emre Yayınları, 1991, ss.12–13. 
478 Sedef Bulut, “Üçüncü Dönem Demokrat Parti İktidarı (1957–1960): Siyasi Baskılar ve Tahkikat Komisyonu”, Akademik Bakış, Cilt 2, Sayı 4, Yaz 2009, s.139. 
479 Ümit Özdağ, 27 Mayıs İhtilâli (Menderes Döneminde Ordu–Siyaset İlişkiler), İstanbul: Boyut Kitapları, 1997, s.237. 
480 Doğan Akyaz, Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi Hiyerarşi Dışı Örgütlenmeden Emir Komuta Zincirine, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002, s. 125. 
481 İpekçi, a.g.e., s. 39. 
482 İpekçi, a.g.e., s. 62. 
483 Samet Ağaoğlu, Arkadaşım Menderes, İstanbul, Remzi Yayınevi, s. 166. 
484 “İnönü’nün Uşak’ı ziyareti hadiseli oldu”, Akşam, 1 Mayıs 1959. Oysa İnönü, Afyon’a geldiğinde hiçbir olay olmamıştı. 
485 “Günaltay: ‘Demokrat Parti artık ruhsuz bir partidir’ dedi”, Akşam, 3 Ağustos 1959. 
486 “DP ile CHP Gençleri Düelloya Başladı”, Akşam, 24 Mart 1960. 
487 “Siyasi faaliyetler durduruldu. Dün kurulan 15 kişilik DP Tahkikat Komisyonu çalışmaya başladı ve tahkikat sonuna 
kadar kongrelerle her türlü parti toplantılarını menetti”, Akşam, 19 Nisan 1960. 
488 “Siyasi faaliyetler durduruldu. Dün kurulan 15 kişilik DP Tahkikat Komisyonu çalışmaya başladı ve tahkikat sonuna 
kadar kongrelerle her türlü parti toplantılarını menetti”, Akşam, 19 Nisan 1960. 
489 Yılmaz Öztuna/Ayvaz Gökdemir, Türkiye’de Askeri Müdahaleler, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1987, s.55. 
490 Raporun tam metni için bkz. Nusret Kirişçioğlu, 12 Mart, İnönü&Ecevit ve Tahkikat Encümeni Raporum, İstanbul: Baha Matbaası, 1973. 

***