ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER BÖLÜM 4
CMP'nin Başkanı Osman Bölükbaşı'nın İsmet Paşa'nın yolunu tuttuğunu, Bölükbaşı'nın tenkitlerinde İsmet Paşa'nın da hissesi olduğunu belirten
Menderes, CHP iktidarda ve muhalefette iken farklı tavır sergilediğini belirten Menderes şöyle demişti: "Siz muhtariyeti de hürriyeti de işinize geldiği gibi
anlarsınız. Bizim vaktiyle söylediklerimizi bavul bavul gazetecilerle memleketi dolaşıp tekrar edenler var. Bunu yapan Osman Bölükbaşı, İsmet Paşa'nın
vaktiyle neler söylediğini çok iyi bildiği halde, biz iktidara geçtikten sonra onlardan bahsetmiyor...
Hangi açılış töreninde talebe temyiz heyetimiz gibi, Bakan'ın takdir hakkı için sözler söylüyor. Hadiseler İstanbul'a aksettirilerek mesele büyütülmek isteniyor. Birbiri ardından sual takrirleri veriliyor. Bu sual takrirleri de bir nevi nümayiş vesilesidir.
Bir profesör kendi namına siyaset yapabilir, fakat vatan evladına kendi siyasi kanaatini açıklayamaz. Onlar günlük politikanın oyuncağı haline getirilemez. Getirilirse bunu yapanlar Vekâlet emrine alınır.
Üniversite içinde faal politikaya girdikleri, çocukları tahrik etmeye çalıştıkları için takdir hakkımızı kullandık vekâlet emrine aldık.
Profesörün hakkı olmayan şey talebenin arasına siyaset sokmaktadır" 82.
Başbakan ile Maarif Bakanı'nın yönelttiği suçlamalara karşı Feyzioğlu bir beyanatta bulunarak hakkındaki iddiaları reddetmiştir. Milli Eğitim Bakanı'nın
SBF'nin açılışında yaptığı konuşmanın metnini görmeden kendisini görevden aldığını açıklayan Feyzioğlunun yaptığı açıklama şöyledir:
1- ) SBF'de bu tören her yıl yapılır. Hatta bu müessese üniversiteye katılmadan yani muhtariyete kavuşmadan önce de yapılırdı.
2- ) Açılış töreni yapılması ve hatta bu törende hangi öğretim üyesinin açılış dersi vereceği, her yıl olduğu gibi bu yıl da profesörler kurulunca karara
bağlanmıştır. Karar sureti dosyalardadır.
3- ) Profesörler Kurulu kararı ile yapılan bir törenden dolayı Dekanı muaheze etmedeki isabetsizlik bir yana, sayın Vekil ders yılı başında böyle bir
tören tertipleyen tek fakültenin SBF olmadığını da bilecek durumdadır.
4- ) Kaldı ki böyle bir açılış töreni yapıldığı bütün ilgili makamlara vaktinden çok önce resmen bildirildiği halde hiç ses çıkarılmamıştır.
5- ) Resmen davet edilen üniversite rektörü bu törene akademik kıyafetiyle katılmış hatta töreni kısa bir konuşmayla bizzat açmış ve tören
programını kürsüden okumuştur. Dekan olarak yaptığım konuşmadan dolayı beni hararetle tebrik etmiş: " Güzel bir başlangıç oldu" demiştir.
6- ) 4936 sayılı kanunun birinci maddesine göre üniversitenin hükmi şahsiyetinden ayrı olarak her fakültenin hükmi şahsiyeti vardır ve bu gibi
hususlarda kendi organlarıyla kararlar verebilir. Bir fakültenin çok uzun yıllardan beri devam eden bir geleneğe uyarak ders yılını törenle açması Vekil
tarafından verilen kararı haklı gösterecek bir kusur teşkil etmek şöyle dursun tamamen meşru bir hadisedir.
7- ) Kaldı ki 6435 kanuna göre, bir husus hakkında senato mütalaası sorulmadan, o husustan dolayı vekâlet emrine almak kararı verilemez. Vekil
senatoya gönderdiği tezkerede fakülte açılış töreni yapılmasından dolayı mütalaa istenmediğine ve bu husus hakkında mütalaa verilmediğine göre, Meclis'te ileri sürdüğü bu yeni sebep karşısında vekâlet emrine alma kararının 6435 sayılı kanundaki şekil şartlarına dahi riayet edilmeden verilmesi
bulunduğu neticesine varmamız tabiidir.
8- ) Maarif Vekili konuşması sırasında rektörün beni iki defa istifaya davet ettiğini söylemektedir. Bu tamamen hakikate aykırıdır. Rektörle istifam
konusunda bir kelime bile konuşmadığımı kesin bildiririm. Bugün kendisinden izahat rica ettim. Rektör Birand ikimiz arasında böyle bir konuşma cerayan
etmediğini teyid eylemiş ve hadisede bir yanlış anlama bahis konusu olduğunu söylemiştir.
9- ) Başvekil'in müzakerelerin sonuna doğru öne sürdüğü "üniversite içinde ve tedrisatta partizanlık talebelere siyasi telkin" ve saire gibi ithamların benimle hiç bir ilgisi olmadığına bütün öğrencilerim şahittir. 1950'den önce de sonra da iktidarda bulunanların ne düşüneceğine bakmaksızın, sadece hak bildiğini söylemiş, derslerinde bir devri veya bir partiyi değil bu memleketin hayrına olduğuna inandığı fikri hakikatleri savunmuş bir öğretim üyesine partizanlık izafe edilemez. Maarrif Vekili'nin resmi yazısında temas edilmeyen ve 6435 sayılı kanun gereğince senatodan sorulmayan bir husus vekâlet emrine alma kararının sebebi olarak gösterilemez.
10- ) Bu günkü Maarif Vekili'nin profesör iken bir DP ocağına kaydının olması bir çok üniversite mensupların DP'de üye ve delege olarak çalışmalarını,
DP listelerinde mahalli seçimlere girebilmelerini tabii sayan Başvekil partizanlıkla neyi kasdetmektedir. Meselâ bir Amme Hukuku profesörünün
basın rejimini tenkit etmesi, hakim teminatını zedeleyen kanun hükümlerini tahlil etmesi ve ilim ve objektif kanaatlerini savunması partizanlık mıdır?
11- ) Başvekil bir taraftan üniversitenin ilmi faaliyetini asla takip ve tavassut edilmediğini söylemekte, diğer taraftan ise tedrisatta partizanlıktan
bahsetmektedir. Fakülte içinde siyasi parti propagandası yaptığımıza dair ithamları şiddetle reddederiz. Bu hususta tek delil gösterilemez. Fakat istenirse
ilmi konferanslara polis gönderildiğini ve ilim araştırmalar yapan Türk ve Amerikan meslektaşlarıma dair gülünç iddialarla dolu (mahrem rapor) tanzim
olunduğunu delillerle isbat edebiliriz.
12- ) Sayın Vekil'in yalnız bir cümlesi üzerinde ısrarla durduğu senato kararına gelince: 28.11.1956 tarih ve 1328 sayılı bu kararın hüküm fıkrasının
aynen şöyle olduğunu hatırlatmakta fayda vardır: "Bu itibarla Profesör Feyzioğlu hakkında 6435 sayılı kanunun ikinci maddesinin tatbikine mahal bulunmadığı nın, senato mütalaası olarak arzına oy birliği ile karar verildi. Kim ne derse desin (Forum) da aynen neşredilen açış nutkunda söylediğim sözlerden dolayı bir fakülte dekanın muahaze edilmeyeceğine inanıyorum. Mesleki vazifesini yapmış bir insanın huzuru içindeyim.
13- ) Maarif Vekili'nin Aydın Yalçınla ilgili uzun izahlarından çıkan başlıca netice şudur ki; sayın Vekil, Yalçın'm profesörlük kararnamesinin bir türlü imza edilmemesini hangi sebeple izah edeceği hususunda kesin bir karara varmamış görünüyor. 1945'te doçent olan bu arkadaşım Üniversiteler Kanunu'ndaki müddet şartlarını doldurduğu, mevzuat komisyonu tarafından iki defa karara bağlanmış ve Senato bu görüşe ittifakla katılmıştır. Yalçm'ın ilmi yetkisi Senato ve meslektaşları tarafından ittifakla kabul edildikten sonra, bambaşka bir sahadan gelen Maarif Vekili'nin kendisine ayrıca kıymet biçmeğe teşebbüs etmesi, ne Üniversiteler Kanunu'nun ruhuna, ne de mantığa uygun düşer. Nitekim vekâlet 1955 Ağustos'unda inha tezkeresini cevaplandırırken ehliyet bahsine hiç dokunmamış, sadece müddete dair bazı mütalaalar ileri sürmüştür. Senatonu'nu ikinci kararı üzerine ise ne müddet ne de ilmi ehliyete dair en ufak bir itirazda bulunmamıştır.
Yalçm'ın (kabahat)ı, az eser vermesi değil, belki bazı kimseleri rahatsız edecek derecede çok yazı yazmasıdır. Birçok ilmi ve mesleki mecmualarda, iddia edildiği gibi iki üç sayfalık değil, kitap uzunluğunda müteaddid makaleler ve teksir makinesi ile basılmış iki ders kitabı yazmış olan Yalçm'ın ilmi yetkisi hem Türkiye'de hem de Türkiye dışında bilinmektedir. Kendisi 1954'te İktisadi Yardım Heyeti'nde müşavir olarak çalışmış, geçen yıl Birleşmiş Milletler'e iktisadi uzman olarak davet edilmiş, bu yıl da Kolombiya Üniversitesi'ne profesör olarak çağrılmıştır 83.
T. Feyzioğlu'nun bu beyanatına yalanlama, İçişleri Bakanlığından gelmiştir. İçişleri Bakanlığı, "ilmi konuşmalara polis gönderildiği ve ilim adamları hakkında rapor tanzim edildiği" yolundaki neşriyatın tamamıyla asılsız ve mesnetsiz olduğunu açıklamıştır 84. Bu tartışmalar arasında SBF'nin tam bir fakülte olamadığı gerekçesiyle dağıtılması yönünde fikirler telaffuz edilmeye başlanmıştır. Mesela, 22.1.1957'de bütçe komisyonunda bir konuşma yapan
Gümüşhane DP Milletvekili Halid Tokdemir SBF'nin müfredat programının "yamalı bohça halinde" olduğunu; yüksek okul olarak kurulan SBF'nin bu halde
devamında bir mânâ olmadığını söylemiştir 85.
DP'lilerin üniversiteleri CHP'nin karıştırdığı ve olaylara sebep olanların herhangi bir şekilde CHP'li olduğu yolundaki iddialarını haklı çıkarırcasına Bakanlık emrine alındıktan sonra istifa eden Profesör Turhan Feyzioğlu, 7 Haziran 1957'de CHP'ye kaydolmuştur. Yapılan törende Feyzioğlu'nun üyelik kartını imzalayan İsmet İnönü, yeni üyeyi tebrik ederek,"siyasi hayatımın şerefli vazifelerinden birini yerine getiriyorum. Çok şerefli bir arkadaşımızı partiye kazanıyoruz" demişti 86.
3- Kübalı Olayı ve Tartışmalar
1957-58 açılış merasiminde konuşan İ.Ü. Rektörü Ali Tevfik Tanoğlu demokrasi nin ruhunu ve esasını teşkil eden noktanın son sözünün seçmenlere,
millete ait olması keyfiyeti şeklinde tarif etmiş ve son seçimlerde de son sözün milletçe söylendiğini belirtmişti. Tanoğlu muhtariyetle ilgili de şunları
söylemiştir; "Üniversitemiz muhtar olmakla beraber nihayet bir devlet müessesidir. Bu itibarla dün olduğu gibi bugün de İstanbul Üniversitesi normal
faaliyetini teşkil eden tedris ve ilmi araştırma dışında hükümete çok güç, çok çetin olan işlerde; her türlü politik temayül, mülahaza, tesir ve endişelerden
âzâde kalmak ve bırakılmak kayıd ve şartı ile memleket dâvâlarının halinde yardıma âmâdedir. Bu kayıt ve şartla müessesemiz bütün elemanları ile
hükümetin emrinde ve yanı başındadır."
Rektörün konuşmasının seçimlerle ilgili kısmı öğrenciler tarafından alkışlarla protesto edilmişti 87. Daha sonra bir açıklama yapan İÜ Tıp Fakültesi Anatomi profesörü Zeki Zeren ülke menfaatleri için hükümetlerin yanı başında olduklarını, ancak emrinde olmadıklarını söylemiştir.
Zeren ilmin emir altında yaşayamayacağını; hocaların ilim aydınlığında hükümete yol göstereceklerini, hükümet icraatları ilme uygun değilse tenkid edeceklerini belirtmiş ve rektörün sözlerine katılmadığını ifade etmiştir 88.
DP iktidarını üniversitelerin muhtariyetini zedelediği pek çok defa dile getiren İ.Ü. Hukuk Fakültesi hocası Prof. Dr. Nail Kubalı'nın Meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklikleri89 antidemokratik olarak vasıflandırması DP iktidarını çok kızdırmış ve Kubalı'nın vekâlet emrine alınacağı haberleri ortaya çıkmıştı.
6 Ocak 1958'de DP İdare Kurulu adına Devlet Bakanı TBMM Dahili Nizam namesindeki değişikliklerin Anayasaya aykırı olmadığını açıklamış ve devlet radyosundan tekzibi yayınlanmıştı 90.
13 Ocak 1958'de TBMM Bütçe Komisyonu'nda üniversitelerin muhtariyeti tartışılmış ve Kübalı hadisesi gündeme gelmişti. DP'liler üniversite muhtariyeti ne bir müdahalenin söz konusu olmadığını söylemişlerdi. M.E. Bakanı da üniversitelerde devlet murakabesini getiren bir reforma ihtiyaç olduğunu 91 ve bu amaçla yeni bir üniversiteler kanunun hazırlandığını söylemişti. CHP'liler DP'nin üniversitenin muhtariyetini hiçe saydığını belirtirken, daha önce bakanlık emrine alındığı için CHP'ye katılan ve Sivas Milletvekili seçilen Prof. Turhan Feyzioğlu, DP'nin muhalefet ve iktidarda iken farklı muhtariyet anlayışında olduğuna dikkat çekerek Kübalı hadisesine temasla "doğru söyleyeni kovmak ancak felakete yol açar" demiş ve Kubalı'yı desteklemişti 92.
Hakkındaki açıklamalar ve üniversiteler üzerindeki murakebenin daha da artırılacağı yolundaki açıklamalar üzerine DP'lilerin şiddetle tenkit ettikleri,
hatta gizli komünistlikle suçladıkları 93. Prof. Hüseyin Naili Kübalı bir makale yazarak şu açıklamaları yapmıştı: "1954 seçimlerinden bu yana bir taraftan
üniversite muhtariyeti ne 5.7.1954 tarihli ve 5364 sayılı kanunla ve onun tatbikatı ile indirilen yeni bir darbe ile diğer taraftan esas teşkilat müesseselerimiz de ve onların manevi temellerinde muhtelif şekiller altında birbiri ardına açılan derin rahnelerle tamamen makûs bir istikamette vukua
gelen gelişmelerin yürekleri sızlayan şahitleri olduk... İlmi ve idari mahiyette olan bu dertlerin devası üniversite üzerindeki devlet murakabesinin
genişletilmesi değildir. Bilakis üniversite muhtariyetine asla el uzatmamak ve bu kanuni muhtariyetin gerçek muhtariyet haline gelebilmesi için gereken manevi şartları ve imkânları takviye etmek lazımdır.
Günlük partizan politikanın çok üstünde yer alan milli ve hayati bir mahiyet taşıyan her mesele ilmin ve siyasetin müşterek meseleleridir. Cemiyetin
hukuki, iktisadi ve mali ana meseleleri aynı zamanda ilmi ve siyasi olan problemlerdir... ilme omuz silken yüksem manas ile siyaset olamayacağı gibi
yüksem manas ile siyaseti adım adım takip etmeyen ilim de olamaz. İlim, aklın, faziletin ve adaletin değişmez hasbi ve objektif ölçüleri ile siyasetin tarafsız ve
objektif bir tahlilcisi ve tenkitçisi olmak hakkına ve mükellefiyetine daima sahiptir. Onu bunlardan kimse men edemez. Bunu müdrik olmayarak ya günlük
politikanın mütehavvil ve mütehalif tesirlerine kendini kaptıran yahut ilmin sesini duyurmak milli ve vicdani bir borç olduğu zaman susan ilim adamı ilme
ihanet eden ve memleketine kötülük işleyen adamdır...
Politikacının sözde ilim yapmasını ve ilim adamına dil uzatmasını ilim adamının ilim vakarına yaraşmayan politikacılık yapmasından daha geniş ve büyük bir tehlike telakki etmek lazım gelir. Zira ilim adamının günlük politikacılığı nihayet meslek şiarına aykırı bir hareket teşkil etmesine mukabil politikacının ilim adamı üzerindeki müsbet veya menfi baskısı fikir hürriyeti için en vahim bir tehlike teşkil eder...Politikacıyı ilim ve fikir hürriyetini takyid edici müdahalelerden sindirme teşebbüslerinden men edecek ve demokratik ahlâk prensiplerini destekleyecek diğer bir kanunun ilavesi muhali temenni de olsa, insana makul görünüyor.
İlmi hakikatlerin, Batılı hak ve hürriyet prensiplerinin ve milli menfaatlerin her zaman ve her şeye rağmen cesaretle müdafaasını emreden bir azim ve imanla doluyum"94.
DP İktidarına karşı fikirlerini açıklamaktan çekinmeyen Kübalı için Maarif Vekili Celal Yardımcı İ.Ü. Senatosu'ndan mütalâa talep etmiş ve bunun bir an önce gerçekleşmesini istemişti. 30 Ocak 1958'de toplanan İÜ Senatosu 21 üyenin ittifakıyla "Kubalı'nın beyanlarının siyasi sayılamayacağına" karar vermişti 95.
İÜ Senatosu'nun bu kararını Hürriyet Partisi İstanbul İl Başkanı Orhan Köprülü "Cesaretle alınmış bir karar "olarak değerlendirirken 96 Maarif Vekili Celal Yardımcı, Kubalı'nın Vekâlet emrine alındığını radyo vasıtasıyla açıklamıştı.
Bu karar Kubalı'ya 6.2.1958 tarihinde tebliğ edilmişti 97.
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, ilmi mevzuatlarda hususi efkârı aydınlatıcı vazifesi olduğuna inanan bir öğretim üyesinin Bakanlık emrine alınışını yanlış olarak değerlendirirken CMP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı ile Hürriyet Partisi yetkilileri Kubalı'nın Bakanlık emrine alınışını üniversitelere müdahale olarak
görmüşler ve karşı çıkmışlardı 98.
İ.Ü. Hukuk Fakültesi öğrencileri 3.2.1958'de Kubalı'yı alkışlayarak onu destekledikleri ni gösteren bir tezahürat yapmışlardı. Hukuk Fakültesi'nden 318
öğrencinin imzaladığı bir telgraf Milli Eğitim Bakanı'na çekilerek teessür bildirilmişti. Tıp Fakültesi Öğrenci Cemiyeti de Kubalı'ya hayranlıklarını
bildiren bir yazı göndermişlerdi.
İ.Ü. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Sıddık Sami Onar Bakanlık emrine alınmayı kanunlara aykırı olduğunu söylemişti. Doç. Dr. İsmet Giritli bu
haksız uygulamanın idari mahkeme tarafından iptal edilmesi gerektiğini bildirmişti 99. A.Ü. Hukuk Fakültesi'nden Doç. Dr. Yaşar Karayalçın
üzüntülerini belirtirken aynı fakülteden Prof. Dr. Yavuz Abadan yetkinin üniversitelerde olması gerektiğini belirterek Bakanlık emrine alınmanın "daha
ziyade kifayetsizlik ve aciz hallerde" alınması gerektiğini söylemişti 100.
Kubalı'nın bakanlık emrine alındığının kendisine resmen tebliğ edildiği 6 Şubat günü İ.Ü. Senato üyeleri ile görüşen M.E. Bakanı Celal Yardımcı, üniversiteler ile hükümet arasında bir diyalog başlatmaya çalışmıştı. Başbakan Menderes, İstanbul Üniversitesi'nden Rektör Prof. Ali Tanoğlu, Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Hıfzı Timur, Tıp Fakültesi Dekanı E. Şerif Egeli, Eski Rektör Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan'ı Ankara'ya davet etmiş ve 6.2.1958'de onlarla iki buçuk saat görüşmüştür 101. Bu yumuşama etrafında Kubalı'nın üniversitedeki vazifesine döneceğini, Başbakan ile görüşen öğretim üyeleri açıklamışlardı 102. Ayrıca DP'nin Üniversiteler Kanunu'ndan yapmayı düşündüğü değişikliklerden vazgeçtiği yönünde haberler basında çıkmıştı 103.
Bu yumuşama ortamında da Üniversiteden DP'ye tepkilerin devam ettiğini görüyoruz. 11 Mart'ta Kubalı'nın yerine Anayasa dersine giren Doç. Dr.
Tarık Zafer Tunaya, "Demokraside halk hakimiyeti kâfi değildir. Halkın hürriyeti de lazımdır. Halkın hakimiyeti halkın hürriyetini ezmemelidir. Halkın otoritesi ile, hürriyeti bir muvazene kurmalıdır" demişti 104. 12 Mart'taki dersinde konuşan Prof. Sıddık Sami Onar, üniversitelerin muhtelif fikirlerin hürriyet havası içinde çarpıştığı yerler olduğunu, üniversitelerin önderliği kabul edilmezse bu müesseselerin bir mektep haline geleceğini söyleyerek "Üniversite günlük hadiseleri ilmi gözle inceleyerek nakl edecektir. Böylelikle, politikaya rehber olacak ona ışık tutacaktır" demişti 105.
Başbakan'ın üniversiteden bazı öğretim üyelerini davetine, Üniversite de Başbakan'ı davet ederek karşılık vermişti 106.
14 Mart'ta Üniversiteye gelen Menderes Profesörler Evi'ne geliş ve gidişinde iki yüzden fazla bir öğrenci topluluğu tarafından karşılanmış ve uğurlanmıştır. Ziyafet ve sonra yapılan görüşmelerde "iktidarla üniversite arasında bir kırgınlığın olmadığı" hususunun teyidine gayret sarf edilmişti 107. Buna mukabil Başbakan Menderes 21 Mart'ta öğretim üyelerine bir ziyafet vermişti. Prof. ve Doçent 60 kişilik ziyafete Cumhurbaşkanı Celal Bayar da katılmıştı. Başbakan öğretim üyelerine son derece samimi davranmıştı. Başbakan'ın öğretim üyeleri ile sık sık görüşmesi Kübalı olayı yüzünden Üniversite ile hükümet arasında baş gösteren fikir ayrılığının giderildiği şeklinde yorumlanmış ve Kubalı'nın yakında üniversiteye döneceği kanaati hasıl olmuştu 108.
DP iktidarı ile üniversiteler arasında ilişkilerin belli ölçülerde düzelmesinin bir meyvesi olarak 8 Nisan 1958'de Kubalı'nın Vekâlet emrine alınması kararı iptal edilerek İ.Ü.'deki kürsüsüne iadesi gerçekleştirildi.
Bu durum üniversite ve muhalefet tarafından da memnuniyetle karşılandı ve hükümetin hatadan dönüşü olarak kabul edildi ve 10 Nisan'da karar Kubalı'ya resmen tebliğ edildi109.
Bakanlık emrine alınmasından sonra konuşmayan Kübalı gazetecileri evinde kabul ederek görüşlerini açıklamıştır.
Vazifeye dönüşünü bir yanlışlığın düzeltilmesinden ve bir hakkın iadesinden başka manası olmadığı şeklinde değerlendiren ve en ufak bir yılgınlık eseri
göstermeden vazifesini ifaya devam edeceğinin tabii olduğunu söyleyen H.N. Kubalı'nın açıklamasının bazı kısımları şöyledir:
"...150 senelik bir maziye sahip ve Kubalı'nın da hareketlerinde yegâne saik olan ve hukuk devleti, tefekkür hürriyeti ilim muhtariyeti gibi ana meseleleri kavrayan hedefi her şeyden evvel manevi ve ahlâki Batılı bir kültür ve medeniyet davasıdır... Atatürk İnkılaplarıyla mana ve hedefi değişmez
surette tesbit edilmiş olan bu kültür ve medeniyet davası, bilhassa manevi ve ahlâki problemleriyle karşımızda durmaktadır... İmanlı müdafilerden biri
olduğum asıl dava uğruna her türlü mihnet ve mağduriyeti göze alarak mütehavvil politika cereyanlarının daima dışında kalmak suretiyle davranışta
zerrece bir değişikliğe sebep olmayacaktır. Hatta kanaatlerimi kürsüde ve kürsü dışında açıklamamın değiştirmeyeceği ilmi ve ahlâki ölçülerim yalnız ilmi
hakikatlerin, batılı ve milli menfaatlerin hizmetinde bir kimse olduğunu unutmamayı nefsime karşı bir vecibe biliyorum.110
Kubalı'nm bu demeci Kübalı meselesinin yeniden alevlenmesine sebebiyet verdi. İyileşen DP-üniversite ilişkilerinde kuşkuların artmasına neden
oldu. İadeye karşı olan DP'liler mesuliyeti M.E.. Bakanı'na yüklemişlerdi. Kısacası Kubalı'nın demeci pek memnuniyet uyandırmamıştı 111.
12 Nisan 1958'de İÜ Senatosu toplanarak Kubalı'nın beyanatını incelemiş, kusur bildirme cezası vermeyi kararlaştırarak, yaptığı konuşmasının "üniversite öğretim mesleğine ve vakarı ile kabil-i telif olmadığı" sonucuna varmıştı ve Kubalı'nın derslerine bir ay müddetle girmemesi ittifakla karar altına almıştır 112.
İ.Ü. Senatosu'nun bu kararını "üniversitenin kendine darbesi" olarak değerlendirirken113, muhalefet çevreleri İÜ Senatosu'nun tutumundan dolayı
büyük hayal kırıklığına sebeb olmuştu. Üsküdar CHP Gençlik Kolu bir tebliğ yayınlayarak olayı kınarken CHP İstanbul İl İdare Kurulu Üyesi Oğuz Oran
"üniversiteler ilim adamı yetiştirmekten ziyade, ideal adamı yetiştirir, biz onlar için mücadele ediyoruz, onlar kendi davalarını müdafaa edemiyorlar" diyerek
İ.Ü. Senatosu'na tepkisini ortaya koymuştu.
İktidar kanadı, yani DP'liler hükümet ve ME Bakanı Kübalı meselesinde en uygun hareket tarzını takip ettiklerini ve hadiselerin de Bakan'ı haklı
çıkardığını belirtiyorlardı. DP'liler, partiyi yıpratan bir meselenin üniversite senatosu tarafından halledildiğini düşünmektedir 114.
İ.Ü. Hukuk Fakültesi'nden 14 Nisan'da 456 öğrenci bir tebliğ yayınlayarak Kubalı'yı aralarında görmeyi metanetle beklediklerini açıklamışlardı.115
15 Nisan'da Kubalı'nın gelmeyeceğini bilen öğrenciler sınıfı hıncahınç doldurmuş ve daha sonra rektörlük koridorlarında 1000 kişilik Hukuk öğrencisi sessiz bir yürüyüş yapmıştı. Bahçede ıslıkla " Dağbaşını duman almış " marşını çalmışlardı. Rektör Ali Tanoğlu ve Hukuk Fakültesi Dekanı Hıfzı Timur ve Sulhi Dönmezer aleyhine tezahürat yapan öğrenciler "ya ya ya şa şa şa Sıddık Sami Onar çok yaşa" bağırmışlar ve Ragıb Sarıca lehinde de tezahüratta bulunmuşlardı. Daha sonra dağılan öğrencilere polis müdahele etmemişti. Olayların bittiği bir sırada üniversite bahçesine askeri kuvvetler gelmişti. Ancak
olay bittiği için bir süre üniversite dışında tertibata devam edilmişti. İTÜ'deki Üniversiteler arası Kurul toplantısında olan Rektör Ali Tanoğlu üniversiteye
gelmiş ve " Taleb olmaksızın " Üniversiteyi Emniyet Güçlerinin sokulmasına neden olan valiyi protesto etmişti. Bu olaylar üzerine bir açıklama yapan Kübalı, gösterilen sevgiden dolayı memnuniyet gösterirken, "bu tarzdaki tezahüratı gerek üniversite ve gerek talebe menfaatleri bakımından asla uygun bulmadığını ve gençlerin derslere vakar ve sükûnetle devam etmelerini" tavsiye etmişti116.
Üniversitedeki olayların tansiyonu gittikçe düşmüş ve 13 Mayıs 1958'de Kübalı derslerine yeniden başlamıştır. İlk dersinde bir konuşma yapan Kübalı,
"Atatürk inkılapları, yorulmaz yolcuları olacağınız uğurlu yol bu inkılâpların işaret ettiği bilhassa manevi ve ahlâki değerleri Batılı medeniyet yoludur?"
ifadelerini kullanmıştı 117
5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder