POLİTİKASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
POLİTİKASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2017 Çarşamba

MISIR’DA İKTİDAR DEĞİŞİMİNİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE MISIR-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNE ETKİSİ










MISIR’DA İKTİDAR DEĞİŞİMİNİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE MISIR-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNE ETKİSİ 



Cem YILMAZ 
Gazi Üniversitesi U.İ.B. 
Doktora Öğrencisi 
cem.yilmaz@gazi.edu.tr 



Türkiye’nin yeni dış politikasının, Arap kamuoylarında yarattığı heyecan nedeniyle Mısır yönetiminde rahatsızlığa neden olduğu iddia ediliyor. 
Ortadoğu Analiz 

Mısır, Hüsnü Mübarek’in 30 yıllık devlet başkanlığına veda etmeye hazırlanıyor. Bu konuda, Mübarek’in ağzından henüz resmi bir açıklama çıkmamış olsa da ilerleyen yaşı ve genç siyasilere yol açılması gerektiği yönündeki görüşü, 2011 yılındaki seçimde aday olmayabileceğini göstermektedir. Cemal Abdul Nasır ve Enver Sedat’ın ölümlerine kadar lider olarak kaldığı düşünülürse Mübarek’in de aynı yöntemi seçebileceği düşünülebilir. Ancak, genel kanı Mübarek’in koltuğu devredeceği yönündedir. Aksine bir tutum sürpriz olarak değerlendirilecektir. Bu çalışmada, 2011’de iktidar değişimi olması durumunda, Türkiye’nin son dönem bölge politikası kapsamında Mısır-Türkiye ilişkilerinin nasıl etkileneceği tartışılacaktır. 

1981’den beri iktidarda olan Mübarek’in yerine Başkanlık için şimdilik iki kişinin adı geçmektedir. İlki, Birleşmiş Milletler Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) eski Başkanı Muhammed El Baradey. Ancak, Baradey’in aday olabilmesi için anayasal engeller ya da zorluklar bulunmaktadır. 

Mısır Anayasasına göre, Devlet Başkanlığına aday olmak için Halk Meclisi’nin üçte birinin oyu gerekmektedir. Başkan seçilmek için ise üçte iki çoğunluğu ele geçirmek gerekiyor. Baradey, bu oranları yakalamak için önemli ölçüde çaba sarf etmek durumunda kalacaktır. 



İkinci aday ise Hüsnü Mübarek’in oğlu Cemal Mübarek. 47 yaşındaki Mübarek, Mısır Amerikan Üniversitesi mezunu; Kahire ve Londra’da ABD sermayeli bir banka için çalışmış. 2000 yılında, baba Mübarek kendisini Ulusal Demokrasi Partisi’nin Genel Sekreteri yapmıştır. Cemal Mübarek, siyasi liderlerden Winston Churchill ve Margaret Thatcher’ı örnek aldığını ifade etmektedir.1 Londra’da yaşadığı yıllarda, İngiltere’deki liberalleşme rüzgarından fazlasıyla etkilendiği anlaşılmaktadır. Göreve gelmesi durumunda ki babasının kendisini desteklemesi 
kuvvetle muhtemel,2 Mısır’ın iç politikasında da benzer bir yaklaşım göstereceği öngörülebilecektir. Bu durum, Mısır’ı artan bir şekilde Batı blokuna yakınlaştıracaktır. ABD de Hüsnü Mübarek’in Batılı bir eğitim almış ve İngiltere’de finans sektöründe çalışmış liberal görüşlü oğlunu, başarılı olup olmayacağı konusunda şüphesi olsa da destekleyecektir. 

Cemal Mübarek, Müslüman Kardeşler’i önemli bir sorun olarak tanımlamaktadır. Bu konuda, babası ile aynı görüştedir, ancak bu soruna karşı alacağı önlemler daha farklı olabilecektir. Zira, ülkenin ekonomi ve politika alanında reformlara ihtiyacı olduğunu ve bu reformları gerçekleştirecek yürekli yöneticilere ihtiyacı olduğunun altını çizmektedir.3 Ancak, bu reformlar iç politikada aykırı seslerin yer almasına ve iktidarı eleştirmesine izin verecek midir? Cemal Mübarek, Başkanlık koltuğuna oturduğunda reform politikası açısından bu tür bir çelişkiye düşebilecektir. Mevcut durumda ülkesi için reform ihtiyacından ve bu süreçte cesur olunması gerektiğini ortaya koymaktadır. İktidara geldiğinde ise bu 
cesareti gösterip gösteremeyeceği tartışmalıdır. Öncelikle, daha demokratik bir devlete doğru gidiş babasının çizgisine tamamen ters düşecektir. 



Hüsnü Mübarek dönemi, insan hakları ihlallerinin sıklıkla gözlendiği; aykırı görüşlerin polis zoruyla bastırıldığı bir dönem olarak tarihe geçecektir. Bu döneme “otoriter istikrar” dönemi olarak bakılmaktadır.4 

Cemal Mübarek’in,iktidardaki yerini sağlamlaştırmak için söyleminin 
aksine devletin baskı araçlarına başvurup başvurmayacağı kesinlik arz etmemektedir. 

Şu ana kadarki gelişmeler, son derece sınırlı da olsa yapılan demokratik reformların Müslüman Kardeşler’in işine geldiğini göstermiştir. Müslüman 
Kardeşler 2005’deki son Parlamento seçimlerinde 88 sandalye kazanmıştır. Diğer taraftan, Cemal Mübarek’in ordu ve polis tarafından da desteklenmesi gerekir ki bunu sağlayabilmek için reformlar ile güvenlik boyutu arasında hassas bir denge oluşturması gerekecektir. “Otoriter istikrar” döneminden her kafadan bir sesin çıktığı bir ortama geçiş Mısır ordusu ve polisi tarafından hoş karşılanmayacaktır. Cemal Mübarek’in bu konuda başarılı olamama ihtimalinin yüksek olduğunu ortaya koyan görüşler şimdiden ortaya çıkmıştır.5. 



İktidar Değişiminin Ortadoğu Politikasına Etkileri Dış politika açısından bakıldığında ise Cemal Mübarek’in devlet başkanı olması halinde Mısır’ın ana ekseninde bir kayma söz konusu olmayacaktır. 


 < İç politikasında yaşanabilecek muhtemel karmaşalar nedeniyle dış politikasında da tutarsız politikalara imza atabilecek bir Mısır karşısında, Türkiye’nin bölgede daha esnek, alternatifli bir politika izlemesi gerekecektir. >


Aldığı eğitim ve İngiltere’de özel finans sektöründe çalışmış olması ideolojisini ve söylemlerini şekillendirmiştir. Ortaya çıkan resim, onun yeni kuşak liberal bir politikacı olarak tanımlanmasına yol açmaktadır. Cemal Mübarek’in geçmişi ve mevcut söylemlerinden ülkesinin ABD’ye yakınlığını artırabileceği izlenimi alınmaktadır. Bu bağlamda Mısır’ın, İsrail ile ilişkiler konusunda 1978’de Enver Sedat’ın temelini attığı çizgiyi sürdüreceği öngörülmektedir. İsrail devletinin yaşam hakkını kabul eden, Filistin devletinin kurulmasını savunan ancak, 
net bir taraf tutmayan ve aktif ama yön verici olmaktan uzak bir arabuluculuk görevi sürdüren bir Mısır tahayyül edilebilecektir. Ancak, Mısır’ın şu ana kadarki arabuluculuğu bu konuda önemli bir ağırlığı olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Sadece, bölgede İsrail ile barış içinde yaşamayı kabul etmiş, ABD ile işbirliği yapan, dolayısıyla bu devletlerce makul addedilen, aynı zamanda bölgenin diğer devletlerine göre gelişmiş bir ülkenin, bölgenin en önemli sorununa katılımı olarak yorumlanmalıdır. Buradaki önemli husus, Mısır’ın İsrail-Filistin sorunun da 1979’dan beri belirleyici olmadığı, bundan sonra da olamayacağıdır. 

Türkiye Açısından Yansımalar 

Mısır’ın Türkiye algısına bakıldığında, tüm Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi ikili bir algılayış öne çıkmaktadır. Türkiye’nin emperyalist ülkelere karşı kazandığı Kurtuluş Savaşı, Mısır tarafından da hayranlıkla, öte yandan laik bir devlet yapısının kurulması ise şüpheyle karşılanmıştır. 
Türkiye, NATO üyesi iken Mısır bu örgütün dışında kalmaktadır. Genel resimde Türkiye, Batılı kurumlarla Mısır’dan daha yoğun bir şekilde bütünleşmiştir. 
İki ülke ilişkileri, Ortadoğu politikası çerçevesinde ele alınmalıdır. 

<  Ortadoğu politikaları açısından Mısır’ın, ABD ile işbirliği içerisinde olduğunun altını çizmiştik. >

Birinci Körfez Savaşında ABD’yi desteklemiştir. Irak’ın 2003 yılında işgalinde ise sadece çekincesini ortaya koymuştur. ABD askeri unsurları, Süveyş Kanalından rahatlıkla geçebilmektedir. Mısır, İsrail devletinin varlığını 1978’den beri kabul etmekte; hatta İsrail’in Filistin’e yönelik kullandığı orantısız güce karşı sesini çıkarmamaktadır. Refah sınır kapısından Gazze’ye girmek isteyen yardım konvoylarına her zaman izin vermemektedir. 


Türkiye ise İsrail’in 2008 yılındaki Gazze operasyonundan sonra İsrail’i ciddi bir şekilde eleştirmiştir. Ocak 2009’daki Davos Zirvesi’nde iki taraf arasında önemli bir gerginlik yaşanmıştır. Mayıs 2010’daki Mavi Marmara baskını sonucunda ise iki taraf arasındaki ilişkiler en alt düzeye inmiştir. Bu gelişmelerle birlikte Mısır ve Türkiye, İsrail-Filistin sorununda farklı bloklara geçmiş bir görüntü vermektedir. Ancak, pratikte ortaya çıkan sonuç Mısır’ın aktif ama tarafsız arabuluculuğu, Türkiye’nin ise taraf olan ancak doğrudan görüşmelerde yer alamadığından katılımı içermeyen politikasıdır. Bu şartlar altında, Türkiye’nin girişken hali masaya oturamadığı sürece Mısır tarafından tepkiyle karşılanmayacaktır. Yine de Mısır’ın hareket alanı içinde Türkiye’nin girişimde bulunması Mısır açısından rahatsız edicidir. Şöyle ki Mısır, Türkiye’nin İsrail-Filistin sorununda arabulucu statüsüne ulaşma ihtimalinden endişe edebilecektir. O zaman, bu görüşmelere kendi katılımı zorlaşabilecek ya da görüşmelerde zaten istediği ağırlığı hissedilmeyen Mısır daha pasif bir katılımı kabullenmek durumunda kalacaktır. Mısır bakış açısında, Türkiye’ye karşı duyulan kuşkunun kaynağında bu algılayışın olduğu değerlendirilmektedir. Ancak kuşkunun derecesinin önemli bir boyuta varmadığını belirtmek gerekir, çünkü Türkiye’nin İsrail-Filistin sorununda masaya oturma ihtimali, İsrail-Türkiye ilişkilerinin geldiği noktada kısa ve orta vadede düşüktür. 

Cemal Mübarek’in babası Hüsnü Mübarek’in yerine geçmesi halinde Mısır’ın iç ve dış siyasetinde belirgin bir değişim beklenmiyor. Bu noktada iki ülke arasında önemli bir farklılığa işaret etmekte fayda bulunmaktadır. 2007 yılında yapılan bir çalışmaya göre Türk insanının %86’sı ABD’nin Irak’tan çekilmesi gerektiğini düşünmektedir.6 Türk dış politikasına bakıldığında söz konusu kamuoyunun siyasal düzleme yansıdığı gözlenmektedir. Diğer bir deyişle, halkın duruşu ile hükümetin duruşu arasında bir çelişkiden söz edilemez. Mısır’da ise Türkiye’de yapılan anket veya araştırmaya benzer araştırmalar yapmak mümkün olmayabilir. Ancak, benzer bir anket yapılmış olsa ABD’nin Irak’tan çekilmesini savunan Mısır insanın oranı, Türkiye’deki orandan yüksek olabilecektir. Buna rağmen, Mısır halkının görüşleri, baskı altına alındığından Ortadoğu politikasına yansımayacaktır. İki ülke arasında mevcut şartlar altında bölge politikası açısından temel fark budur ve aşağıda belirteceğimiz sonuca yol açmaktadır. 

Türkiye’nin, özellikle Ahmet Davutoğlu’nun Mayıs 2009’da Dışişleri Bakanı olmasıyla yürütmeye başladığı çok yönlü dış politikanın bir ayağı da aktif bir Ortadoğu politikasıdır. Türkiye’nin bu politikasının Arap insanını etkilemesinin Mısır’ı rahatsız etmesi ise son derece doğal bir sonuçtur. 
Hiçbir devlet, halkının bir başka devletten medet ummasını içine sindiremez. Bu sebeple, Türkiye’nin Mısır toplumuna ve Arap dünyasının gönlüne hitap etmesi Ortadoğu’nun büyük abisi Mısır’ın kolay kolay sindirebileceği bir durum değildir. Hüsnü Mübarek yönetiminde otoriter bir sistem olduğu için halkın bu duyguları siyasal düzleme yansımamaktadır. Ancak, Cemal Mübarek’in bu durumla nasıl baş edeceği demokratik eğilimleri de dikkate alındığında merak konusudur. Toplum, duygularını Müslüman Kardeşler veya oluşabilecek diğer araçlarla siyasal düzleme yansıtacak ortama kavuşursa, Mısır siyasal sistemi derinden etkilenebilecek ve hatta yeni Başkan koltuğunu korumakta zorlanabilecektir. 
Mısır’ın Ortadoğu’nun ve Arapların lideri olma konumu çoktan sona ermiştir. Enver Sedat ile başlayan bu süreç, Hüsnü Mübarek ile tescillenmiştir. 
Mısır, Ortadoğu politikasında açmaza yol açan bir meşruiyet sorunu ile baş başadır.7 Cemal Mübarek ile de Arap dünyasına liderlik etmek için geri dönüşün hiçbir zaman mümkün olamayacağının işaretleri alınmaktadır. 

Bu bağlamda, Türkiye’nin bölgedeki aktifliğinin Arap insanını etkilemesinin Türkiye’ye olan faydası ise dikkatle değerlendirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Arap toplumlarının manevi desteğini almasının ekonomik ve siyasi getirileri doğru bir şekilde hesaplanmalıdır. Ekonomik açıdan olumlu bir gidişat söz konusudur. Mısır özelinde değerlendirilirse iki ülke arasında önemli bir ticaret hacmi artışı söz konusudur. 

Mısır halkının ve iş çevrelerinin Türkiye’ye olumlu bakışının bunda etkisi büyüktür. Ancak siyasi yönden bakıldığında, bu tablonun Türkiye’ye ne 
kattığı belirsizdir. Halkların sempatiyle ancak devletlerin kuşkuyla baktığı bir Türkiye bölgede ne kadar başarılı olabilir? 


<  Gerek Türkiye gerek Mısır, İsrail ile yakınlaştığı veya İsrail’in çıkarlarına çanak tutacak kadar tepkisiz kaldığı dönemlerde birbirlerine eleştirel yaklaşım göstermektedir. Yapılması gereken, İsrail-Filistin sorununa bölgedeki ortak çıkarları koruyarak yaklaşmaktır. >

Mısır devletinin, ilk ve orta dereceli okullarında okuttuğu ders kitaplarında Osmanlı İmparatorluğu’nu “fetheden” statüsünden “işgalci” statüsüne geçirmesi belli bir rahatsızlığın göstergesi olarak yorumlanabilecektir.8 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır’ı yönettiği dönem, Mısırlılar tarafından olumlu algılanmamaktadır. Ancak bunun dışa vuruşunun, Türkiye’nin aktif Ortadoğu politikası uygulamaya başlamasının hemen sonrasına denk gelmesi düşündürücüdür. Gerçi, Mısır’ın Ankara Büyükelçisi Dr. Muhammed Alaa Eldin A. Şevki El Hadidi, Mısır’ın Türkiye’yi kıskanmadığını ve Ortadoğu’da rakip olarak görmediğini ifade etmektedir. Diğer taraftan, iki ülke arasında ciddi yanlış anlamalar ve iletişim eksikliği olduğunun da altını çizmektedir.9 Mısır’ın resmi görüşünü yansıtması açısından önem taşıyan Büyükelçinin dikkat çekici beyanlarından biri de Gazze halkı ile Hamas arasında fark gördüklerini ortaya koymasıdır.10 

Mısır’ın Hamas’ın 2006’da Gazze’de kazandığı seçimi görmezden geldiği ve Hamas’ı sadece şiddete dayalı direnişte bulunan bir yapılanma olarak algıladığı anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili Türkiye’nin bakış açısının ise farklı olduğu değerlendirilmektedir. Türkiye, Hamas’ın Gazze’de seçimle meşruiyet kazandığı ve bu yüzden bölgenin meşru temsilcisi olduğunu savunmaktadır. 

ABD-İsrail-Türkiye ekseninde son dönemde yaşanan kırılmalar, ABD ve İsrail’in Türkiye’ye karşı ültimatom yaratmak için Mısır’ı kullanabilme ihtimalini akla getirmektedir. İsrail çıkarlarına aykırı bir duruş sergileyen Türkiye’nin geri plana itilmesi, onun yerine yön verici olmaktan uzak ve pasif bir Mısır’ın ön plana itilmesi ihtimal dahilindedir. Türkiye’nin Dağlık Karabağ, sözde Ermeni soykırımı, Kıbrıs gibi sorunlarının Mısır tarafından kaşınması mümkündür. 

Temmuz 2005’de Mısır, Kıbrıs Rum Yönetimi ile Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama anlaşması imzalamıştır.11 Söz konusu anlaşma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin karasularına müdahale anlamına geleceğinden, Türkiye tepkigöstermiştir. Mısır, Türkiye’nin tepkisi karşısında anlaşmanın yürürlüğe girmesini süresiz olarak ertelemiştir.12 1967’den itibaren Mısır’ın din eksenli dış politikayı bırakıp ulusal çıkar eksenli politika anlayışına geçmesi önemli bir göstergedir.13 Söz konusu değişiklik olmasıydı Mısır, Müslüman bir ülkenin aleyhine Hıristiyan bir devletle anlaşma imzalamazdı. Türkiye’nin sadece kültürel ve tarihi bağlara dayanarak girişimde bulunması istenen sonucu yaratmayabilir. Türkiye, Mısır’ı kazanmak için ortak çıkar noktaları yaratmak durumundadır. 

Yukarıdaki örneğe benzer bir durum, Mavi Marmara baskınından sonra Ağustos 2010’da İsrail Başbakanı Netenyahu’nun Yunanistan’ı ziyaret etmesiyle yaşanmıştır. İki ülke arasında 1994’ten beri Ege denizinde doğal afetlere karşı önlemler konusunda yapılan tatbikatların başka alanlarda da yapılabilme ihtimalinin ortaya çıkması Türkiye’yi rahatsız edebilecektir. İsrail’in buradaki amacı Türkiye’yi çevreleyerek kendi çıkarlarına karşı gelmesini önlemektir. Aynı şekilde, Mısır da Yunanistan’a benzeyecek şekilde kullanılabilir. Bu ihtimale karşı Türkiye’nin önleyici tedbirleri alması gerekmektedir. 

Ortadoğu politikasının en önemli oyuncularından biri hiç kuşkusuz İran’dır. İran, Anayasası ile kendisini tüm Müslüman halkların haklarını savunmakla 
görevlendirmiştir. Bu görev, İran’ı bölgede aktif bir politika izlemeye yöneltmektedir. Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının yardımıyla 
İran kendi açısından bağımsız bir politika izlemektedir. Ortadoğu’daki Şii eksenini ise ustalıkla kullanmaktadır. Örneğin, ABD’nin Irak’ı işgalinden en kazançlı çıkan ülke İran’dır. Irak nüfusunun %60’ının Şiilerden oluşması, Saddam Hüseyin döneminde siyasal hayattan dışlanmış olan bu grubu, İran’ın etki alanına almasını kolaylaştırmıştır. Lübnan’daki Şiileri Hizbullah vasıtasıyla etki alanında tutması İsrail’in başını önemli ölçüde ağrıtmaktadır. Şiilik, İran’ın Körfez bölgesi ülkelere kadar uzanmasını sağlamaktadır. 

İran’ın bölgede din ekseniyle sağladığı nüfuzundan en fazla olumsuz etkilenen ülkelerden biri Mısır’dır. Bu şartlar altında, İran’ın bölgedeki gücünü dengeleyecek bir Türkiye’nin ortaya çıkması Mısır’ı endişelendirmemelidir. Nüfusunun önemli bir çoğunluğu Sünni Müslüman iki ülke olan Türkiye ve Mısır, Ortadoğu’da İran’a karşı bir güç dengesi yaratabilir. Ancak böylesi bir dengenin İran’ın dışlanmasına sebep olmaması gerekir. İran’a karşı Batılı devletlerce uygulanan yaptırımlara karşı İran’ı korumak ve dengeleyici bir rol oynamak isteyen Türkiye’den zaten böyle bir şey beklenemez. Bunun yanında, Türkiye’nin dengeleri gözetmeden giriştiği aktif bir Ortadoğu politikası bölgenin büyük oyuncularının kendisine karşı bloklaşmasına yol açabilir. Yapılması gereken, İran’ın Türkiye’nin de bölgede önemli bir oyuncu olduğu hissini almasıdır. 

Sonuç 

2011 yılındaki Devlet Başkanlığı seçimlerinin Mısır için bir takım belirsizlikleri beraberinde getireceği genel kabul görmüş bir tespittir. 
İstikrarlı bir iç politika varsayımı yapılmasının zor olduğu değerlendirilmektedir. Kendi içinde barışık olmayan bir Mısır ile işbirliği içerisinde olmak 
kolay olmayacaktır. Cemal Mübarek’e karşı Mısır ordusunda bir yapılanma olması durumunda dengeler tamamıyla değişebilecektir. 

İki ülke ilişkileri ve bölge politikaları açısından bakıldığında, hoşnutsuzluk ile tepki göstermek arasında bocalayan bir Mısır ile bir süre daha karşı karşıya kalınabileceği değerlendirilmektedir. İç politikada yaşanabilecek muhtemel karmaşalarda dış politikada da tutarsız politikalara imza atabilecek bir Mısır karşısında Türkiye, bölgede daha esnek, alternatifli bir politika izlemesi gerekecektir. Öncelikle, Türkiye’nin Neo Osmanlıcılık gibi abartılı bir söyleme başvurması kendisi için olumsuz sonuçlar yaratabilecektir. Böylesi bir söylem, bölgenin diğer oyuncularının olduğu gibi Mısır’ın da kuşkularını pekiştirmekten başka bir fayda sağlamayacaktır. 

İki taraf da İsrail ile yakınlaştığı veya İsrail’in çıkarlarına çanak tutacak kadar tepkisiz kaldığı dönemlerde birbirlerine eleştirel yaklaşım göstermektedir. 
Yapılması gereken, İsrail-Filistin sorununa bölgedeki ortak çıkarları koruyarak yaklaşmaktır. Soruna, İsrail ile ABD çizgisinde bir yaklaşım ve gemileri yakma pahasına atılan adımlar iki ülkenin de çıkarına olmayacaktır. 


DİPNOTLAR 

1 “Gamal Mubarek: We Need Audacious Leaders”, Middle East Quarterly, Vol. 16, No.1, Winter 2009, s. 67. Bu mülakat, ilk olarak Temmuz 2008’de Politique Internationale’de yayımlanmıştır. 

2 Mısır’ın şu ana kadarki seçim karnesi çok zayıftır. Dolayısıyla, Hüsnü Mübarek rahatlıkla oğlunun Başkan seçilmesini sağlayabilecektir. Benzer bir görüş için 
http://www.haaretz.com/news/mubarak-egypt-presidential-elections-will-befreer-in-2011-1.262119 (Son Erişim: 6 Ekim 2010). 

3 “Gamal Mubarek: We Need Audacious Leaders”, Middle East Quarterly, Vol. 16, No.1, Winter 2009, s.68. 

4 Steven A. Hook, “Political Instability in Egypt”, Ağustos 2009, Council on Foreign Relations, 
http://www.cfr.org/publication/19696/political_instability_in_egypt.html?gclid=CM_j9bOvvqQCFUFl7Aodsypl0Q , s. 3 (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

5 Steven A. Hook, “Political Instability in Egypt”, Ağustos 2009, Council on Foreign Relations, 
http://www.cfr.org/publication/19696/political_instability_in_egypt.html?gclid=CM_j9bOvvqQCFUFl7Aodsypl0Q , s. 2 (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

6 Brian J. Grim- Richard Wike, “ Turkey and Its (Many) Discontents ”, 25 Ekim 2007 
http://pewresearch.org/pubs/623/turkey (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

7 Mehmet ÖZKAN, “Mısır Dış Politikasında Filistin ve Bölgesel Yansımaları”, Akademik Ortadoğu, Cilt 4, Sayı 1, 2009, s.98. 

8 “Mısır’da ders kitapları artık Osmanlıyı ‘işgalci’ olarak tanıtacak”, Milliyet, 22 Eylül 2010, 
http://www.milliyet.com.tr/misir-da-ders-kitaplari-artik-osmanliyi-isgalciolaraktanitacak/dunya/sondakikaarsiv/08.10.2010/1292117/default.htm 
(Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

9 “Ortadoğu’da Yaşanan Son Gelişmeler Işığında Türkiye-Mısır İlişkileri Konferansı Yapıldı”, 15 Ocak 2010, 
http://www.usakgundem.com/haber/49120/-quot-ortado%C4%9Fu-39-da-ya%C5%9Fanan-son-geli%C5%9Fmeleri%
C5%9F%C4%B1%C4%9F%C4%B1nda-t%C3%BCrkiye-m%C4%B1s%C4%B1r-%C4%B0li%C5%9Fkileriquot-konferans%C4%B1-yap%C4%B1ld%C4%B1.html 
(Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

10 “Ortadoğu’da Yaşanan Son Gelişmeler Işığında Türkiye-Mısır İlişkileri Konferansı Yapıldı”, 15 Ocak 2010, 
http:// www.usakgundem.com/haber/49120/-quot-ortado%C4%9Fu-39-da-ya%C5%9Fanan-son-geli%C5%9Fmeleri%
C5%9F%C4%B1%C4%9F%C4%B1nda-t%C3%BCrkiye-m%C4%B1s%C4%B1r-%C4%B0li%C5%9Fkileriquot-konferans%C4%B1-yap%C4%B1ld%C4%B1.html 
(Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

11 “Cyprus and Egypt sign offshore oil and gas cooperation deal”, 17 Ağustos 2005, 
http://www.gasandoil.com/GOC/news/nta53382.htm (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

12 “Egypt suspends oil deal with Greek Cyprus”, 30 Mart 2007, 
http://www.africanoiljournal.com/03-30-2007_egypt_suspends_oil_deal_with_greek_cyprus.htm (Son Erişim: 8 Ekim 2010). 

13 Mehmet ÖZKAN, Mısır Dış Politikasında Filistin ve Bölgesel Yansımaları, Akademik Ortadoğu, Cilt 4, Sayı 1, 2009, s.90. 

Ortadoğu Analiz 
Kasım’10 Cilt 2 -Sayı 23 

****

23 Ekim 2015 Cuma

WASHINGTON’UN HAZAR HAVZASI POLİTİKASI ve TÜRKİYE





WASHINGTON’UN HAZAR HAVZASI POLİTİKASI ve TÜRKİYE 


Dr. Ertan EFEGİL* 
* Doğu Akdeniz Üniversitesi, 
Uluslararası İlişkiler Bölümü 
AVRASYA DOSYASI




"….Türkiye’nin 21. yüzyılın biçimlendirilmesinde hayati bir rol oynayacağını, …….Siz hem Türkiye’yi AB’ye katılıma hazırlamak, hem de yeni bin yılın sınavlarını karşılamak için gerekli adımları atarken yanınızda olmayı sürdüreceğimizden emin olabilirsiniz.." 

Bill Clinton 
ABD Devlet Başkanı 


Amerikan Devlet Başkanı Bill Clinton, Avrupa BirIiği’nin Helsinki’deki kararının ardından, Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’e gönderdiği kutlama mesajında 
bu sözleri sarfetmişti. Clinton’ın bu sözlerinden yola çıkarak, şu sonuca varmamız mümkündür: "Hazar merkezli, soğuk savaş sonrası yeni dünya 
düzeninin oluşumunda, Türkiye hayati rol oynayacaktır". 

Peki ama Amerikan yetkililerinin kafasındaki yeni dünya düzeninin parametreleri nelerdir? Bu planlar çerçevesinde, Türkiye’den, nasıl bir rol oynaması istenmekte dir? Türkiye kendisinden istenen rolü oynayacakmıdır? Türkiye’nin çıkarları ile Amerikan çıkarlarında bir kesişme var mıdır? Türkiye, yeni rolü için hazırlıklar yapmakta mıdır? Bu gelişmeIer karşısında Rusya’nın planı ve girişimIeri nelerdir? 21. yüzyılda dünya nasıl bir şekil alabilir? 


1. Hazar Petrolleri’nin Dünya Devletleri Açısından Önemi  Bu sorulara cevap verebilmek amacıyla, öncelikle Hazar bölgesinde bulunan mevcut ve potansiyel doğal gaz ve petrol rezervlerini analiz  etmemiz gerekmektedir. 

Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin Aralık 1998 tarihli  raporunda, Hazar bölgesinin doğal gaz ve petrol rezerv miktarları şöyledir: 

İran ve Rusya’nın da Hazar Denizi’ne yakın bölgeleri de dahil olmak  üzere, Hazar bölgesinde 16 ila 32.5 milyar varil petrol rezervi bulunmaktadır. 
Bu rakamın 15.6 ila 32.1 milyar varillik kısmı, Azerbaycan,  Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan’a aittir. Bu rakamlarda bize Hazar bölgesinin ABD (22 milyar varil) ile Kuzey Denizi (17 milyar varil)  sahalarından daha fazla petrol rezervine sahip olduğunu göstermektedir. 


Muhtemel ek petrol rezervlerinin miktarına bakarsak, bu rakam  daha da yukarıya çıkmaktadır. Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan’ın 145 milyar varil ek petrol rezervine sahip olduğu  görülmektedir. Rusya ve İran ise 1.7 milyar varil ek petrol rezervine sahiptir. Rakamları bir araya getirirsek, üç Orta Asya ve bir Kafkas  Cumhuriyeti’nin Hazar bölgesindeki petrol rezervi, 161 ila 178 milyar varil civarındadır.1 

Bu rezervleri bugünkü uluslararası piyasa değerine göre parasal  açıdan değerlendirirsek (1 varil = 20 dolar), bu devletlerin sahip olduğu petrol rezervi, 312 ila 642 milyar dolardır. Ek petrol rezervinin değeri ise 2 trilyon 900 milyar dolardır. Her iki rezervin toplam değeri de, 3 trilyon 212 milyar ila 3 trilyon 542 milyar dolar civarındadır. 

Doğal gaz rezervlerine bakarsak, bölge devletleri, dünya devletlerinin her geçen gün artan doğaI gaz ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli rezerve sahiptir. Yine Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin verilerine göre, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan, mevcut 236 ila 337 trilyon cubic feet doğal gaz rezervine sahiptir. Bu ülkelerin 317 trilyon cubic feet ek doğaI gaz rezervine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Böylece bu ülkeler toplam 553 ila 654 trilyon cubic feet doğal gaz rezervine sahiptir.2 

1 Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin hazırladığı Aralık 1998 tarihli ve "Caspian Sea Region" isimli raporu. www.eia.doe.gov/emeu/cabs/caspian.html; Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin hazırladığı, Aralık 1998 tarihli ve "Caspian Tables, Maps" isimli Şeması. www.eia.doe.gov/emeu/cabs/caspgrph.html 

2 Ibid. 


Bölgenin sahip olduğu yeraltı kaynaklarına dünya devletleri acilen ihtiyaç duymaktadır. Yapılan hesaplamalara göre, 2015 yılında dünya  genelinde ihtiyaç duyulan günlük petrol miktarı, 103 milyon varil civarındadır. Orta Asya bölgesine coğrafik açıdan oldukça yakın olan  Asya devletlerinin günlük ihtiyacının 25 ila 28 milyon varil; Avrupa devletlerinin ise 15 ila 18 milyon varil olması tahmin edilmektedir. Bu rakamı, OPEC ülkelerinin tek başına karşılaması ise mümkün görünmemektedir.3 

2015 yılından itibaren Asya devletlerinin günlük petrol ihtiyacları ile Hazar havzasının mevcut ve ek petrol rezervlerini matematiksel olarak karşılaştırırsak, karşımıza şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Hazar havzası, mevcut ve ek petrol rezervleriyle, Asya devletlerinin 2015 yılından itibaren günlük petrol ihtiyacını tek başına 18 iIa 20 yıl boyunca karşılayabilmektedir. Avrupa devletlerinin ise 30 ila 33 yıllık petrol ihtiyacına cevap verebilmektedir. 

Doğal gaz açısından da durum benzerlik göstermektedir. Çünkü sanayi sektöründe ve konutlarda doğal gaz kullanımına ağırlık veriIdiği için, doğal gaza duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Örneğin Türkiye’nin 2020 yılı itibarıyle doğal gaz ihtiyacı yıllık 78 ila 80 milyar metreküptür. 46 milyar metreküplük kısmı, imzalanan anIaşmalar ile bir nebze olsun garanti altına alınmıştır.4 Ancak geriye kalan 32 milyar metreküplük kısmın karşıIanması için yeni kaynakların acilen bulunması gerekmektedir. Avrupa Devletleri içinde durum aynıdır. 2020 yılında Avrupa Devletleri’nin yıllık doğal gaz ihtiyacı 456 milyar metreküp dolayındadır ve bu rakamın yüzde 55’lik kısmının ithal 
edilmesi gerekmektedir. Bu durumda Avrupa Devletleri, 2020 yılından itibaren artan oranlarda yıllık 251 milyar metreküp doğal gaz ihtiyacını dışarıdan karşılayacaktır.5 

Dünya devletlerinin petrol ve doğaI gaz ihtiyaçlarını yerinde tespit eden uluslararası petrol şirketleri, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, hiç vakit kaybetmeden harekete geçerek hayati derecede öneme sahip petrol ve doğal gaz boru hatlarının inşası işlemine girişmişlerdir. Yine Amerikan Enerji Enformasyon İdaresinin verilerine göre, petrol boru hatları için bu şirketlerin gerçekleştirmeye çalıştığı projelerin toplam tutarı 20,112 ila 23,812 milyar dolar civarındadır. 

3 Plamen Tonchev, "Rising Asian Oil Demand and Caspian Reserves", Caspian Crossroads Magazine, Vol. 3, Issue No. 3, Winter 1998, pp.1 - 7 
4 Daha detaylı bilgi için bakınız Caspian Investor, fiubat 1999, Cilt 2, Sayı 5, sayfa 10 
5 Japon Milli Petrol fiirketi Başkan Yardımcısı Akira Handa’nın 4. Uluslararası Türkmenistan Petrol ve Gaz Konferası’nda sunduğu, "Nine Routes for Turkmenistan Gas – Assessment of the Export Pipelines" isimli bildirisi, 11-12 Mart 1999, Aşgabat, Türkmenistan. 


Doğal gaz boru hatları projelerinin değeri ise 16,890 ila 18,190 milyar 
doları bulmaktadır. Toplam değer ise 37 ila 42 milyar dolardır.6 

Bu rakamlar, Orta Asya ve Kafkas bölge kaynaklarının, dünya ekonomi ve enerji sektörleri açısından önemini ortaya koymaktadır. 

Ayrıca bölgenin diğer önemli noktaları da şunlardır: 

1-Bu kaynakları güvenli şekilde ve Rusya’nın kontrolü olmaksızın dünya piyasalarına sunabilen Batılı devletler, petrol ve doğal gaz konusunda hem Rus hem de Orta Doğu hakimiyetinden ve bağımlılığından kurtulacaktır. Ayrıca yeni arz nedeniyle petrol ve doğal gaz fiyatlarında belli bir düşüş yaşanabilir.7 

2-Mevcut kaynaklarını dünya piyasalarına sunarak belli bir zenginliğe ulaşan bölge devletleri, dünya devletleri için yeni Pazar anlamına gelmektedir. 

3-Eğer bölge devletleri ekonomik ve siyasi açıdan kendi egemenliklerini sağlamlaştırırsa, Rusya’nın bölge ve bölge kaynakları üzerindeki hakimiyeti tümüyle kırılacak ve Rusya’nın yeniden süper güç olması engellenebilecektir. Böylece bölge devletleri ile serbestçe ilişkiler kurulurken, yeniden soğuk savaş dönemine dönme ihtimali azalacaktır. 

2. 1997 Tarihli Amerikan Planı ve Hazar Merkezli Yeni Dünya Düzeni Bağımsızlığın  ilk yıllarından 1997 tarihine kadar Amerika, bölge devletleri ile temkinli ilişkiler kurmayı ve petrol şirketlerinin çıkarlarını koruyacak dış politika izlemeyi tercih etti. ABD, bu dönemde, bölge devletlerini, otoriter rejim ile yönetilmekle ve insan haklarını ihlal etmekle suçladı ve hatta Azerbaycan’a ekonomik ambargo uyguladı.8 
Ancak gerek bazı akademik çevrelerin baskıları ve gerekse uluslararası petrol şirketlerinin telkinleri neticesinde9 İkinci Bill Clinton yönetimi Orta Asya politikasını 1997 yılında radikal şekilde değiştirdi. 

6 Amerikan Enerji Enformasyon idaresi’nin hazırladığı, Aralık 1998 tarihli ve "Caspian Tables, Maps" isimli şeması. www.eia.doe.gov/emeu/cabs/caspgrph.html 

7 Sç Rob Sobhani, "President Clinton’s Iran Option", Caspian Crossroads Magazine, Sayı 1, Kış 1995, pp. 1 -8 

8 Lowell Nazis,"Turkmenistan: Niyazov Talks of Democratization and Pipelines", Radio Free Europe / Radio Liberty, 22 Nisan 1998; Jim Nichol, "Central Asia’s New States Political Developments and Implications for U.S. Interests", CRS Issue Brief, 93108, 19 Aralık 1996 

9 Jeremy Bransten, "Caucasus / Central Asia: Presidents Seek Stronger Cooperation with U.S.", Radio Free Europe / Free Liberty, 22 Nisan 1999; Ariel Cohen, "The New "Great Game": Oil Politics in the Caucasus and 
Central Asia", Backgrounder, The Heritage Foundation, Sayı 1065, pp. 1-10; Julie Moffett, "Central Asia: East-West Pipeline Could Aid Independence", Radio Free Europe / Radio Liberty, 27 Ekim 1997; Washington 
Post, "Pipe Dreams: A British Coup-Special Report", 23 Kas›m 1998; James McDougall, "A New Stage ın U.S.-Caspian Sea Basin Relations", Central Asia and Caucasus, 1998 - 1999 



Böylece Amerikan Yönetimi’nin yeni dış politikası dört temel prensip üzerine oturtuldu: 

1. Bölge devletlerinin demokratikleşme ve Pazar ekonomisine geçme süreçleri hızlandırılacak ve sağlamlaştırılacak. 
2. Hazar enerji kaynaklarının güvenliği sağlanacak. Bunun içinde Hazar Denizi enerji kaynakları, Rus kontrolü olmaksızın farklı güzergahlardan 
dünya piyasalarına serbestçe sunulması garanti altına alınacak. 
3. Bölgesel çatışmalar, barışcı yollarla çözüme kavuşturulacak ve bölge devletlerinin önce kendi aralarında daha sonra da diğer devletler ile entegrasyonu sağlanacak. 
4. Amerikan ve diğer ülkelerin şirketlerinin bölgedeki ticari faaliyetleri desteklenecek.10 

Amerika’nın 1997 tarihli dış politika prensiplerini dikkatlice analiz ettiğimiz taktirde, aslında İkinci Clinton Yönetimi’nin Hazar merkezli yeni dünya düzeninin kurulmasını hedeflediğini görebiliriz. 

1997 tarihli Amerikan planının başarıya ulaşabilmesi için, öncelikle bölge kaynaklarının Rusya’nın kontrolü olmaksızın farklı güzergahlardan dünya piyasalarına ihraç edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Amerikan yönetimi ısrarla iki projenin gerçekleşmesi için elinden gelen gayreti göstermektedir: Bakü-Ceyhan petrol ve Trans-Hazar doğal gaz boru hatları projeleri. Doğu-Batı istikametlerinden petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünya piyasalarına sunulması neticesinde elde ettikleri gelirlerle, bölge devletleri Rusya’nın kontrolünden çıkacaktır. Aynı zamanda bu devletler, kendi ülkelerinde sosyal barışı sağlama imkanı da bulacaklardır. Bu devletler bir yandan demokratikleşme yönünde önemli adımlar atarken, öte yandan mevcut bölgesel sorunları barışcı yollarla çözeceklerdir. Örnegin, Dağlık-Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya meseleleri gibi. Mevcut bölgesel etnik sorunları aşabilen bölge devletleri, kendi aralarında, Rusya’dan veya diğer bir ifadeyle Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan farklı olarak bir ekonomik entegrasyon sürecine girecekler. Zaten boru hatları sayesinde bir nevi birbirine bağımlı hale gelen bu devletlerin, hem bölgesel çatışmaları barışcı yollarla çözmesi, hem de bölgesel ekonomik entegrasyona girmesi kolaylaşacaktır. Bu aşamayı da gerçekleştiren bölge devletleri, ekonomi, ticaret, enerji ve siyasi sahalarda diğer devletler ile ilişkilerini arttıracak ve "karşılıklı işbirliği" prensibi üzerine oturtulmuş yeni dünya düzeninin bir parçası olacaklardır. 


Hazar Havzası Enerji Diplomasisi konusunda Amerikan Dışişleri Bakanlığı ve Devlet Baflkanlığı Özel Danışmanı Büyükelçi Richard Morningstar’ın 23 Kasım 1998 tarihinde Kent State Üniversitesi’nde yaptığı konuşma. 

Bu nokta da Amerika, bölgede barışı daimi kılabilmek amacıyla, bölgesel çatışmalarda NATO ile birlikte ve/veya bölge devletleri ile ortaklaşa barışgücü operasyonlarına da dahil olmak istemektedir.11 

Böylece Soğuk Savaş sonrası dönemin ardından, işbirliği temellerine oturan ve tamamiyle ticari kuralların hakim olduğu yeni bir dünya düzeni oluşmuş olacaktır. 

Ayrıca, Amerikan yönetimi, Çin, Avrupa Birliği ve Rusya’yla da yakın ilişkiler içerisinde bulunarak, işbirliği çemberine, bu ülkeleri de dahil etmektedir. Zaten Amerikan yönetimi, Avrupa Birliği ile siyasi, ekonomi ve enerji alanlarında stratejik işbirliği anlaşmaları imzalarken, Çin ile de enerji sahasında işbirliği içine girmiştir.12 

Bu denklemde Amerika, Rusya’ya da bir rol biçmektedir. Amerikan yönetimine göre Rusya, demokratikleşme ve pazar ekonomisine geçme süreçlerini tamamlamalı; ve diğer devletler ile işbirliği içine girmelidir. Hazar petrolleri konusunda her iki devletinde ticari anlamda "kazanan" durumda (win-win game) olabileceğini ifade eden Amerikan yönetimi, Orta Asya ve Kafkaslar’ın Rusya’nın arka bahçesi olduğu fikrini şiddetle red etmektedir. Bu nedenle Amerikan yönetimi, dünya ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan, demokrasiyi ve pazar ekonomisini benimsemiş ve Hazar kaynaklarının işletilmesi konusunda ticari düşünceye sahip bir Rusya istemektedir.13 

Bu noktada, Amerika’yı en çok tedirgin eden konuların başında, tüm dünyayı yıkıma sürükleyebilecek kapasiteye sahip Rus nükleer füzeleridir. Bu amaçla "karşılıklı güven ortamı" oluşturmak için, Amerikan yönetimi, Rusya’dan, ABM, START II, Kimyasal Silahları tehdit olmaktan çıkaran anlaşmaların bir an evvel imzalanmasını ve imzalanan anlaşmaların yürürlüğe konmasını istemektedir. Amerika’nın diğer endişesi ise bu silahların, Rusya’nın yeniden parçalanması halinde kontrol altına alınması mümkün olmayan devletlere yayılmasıdır. 

11 Amerikan Dışişleri Bakanlığı Yeni Bağımsız Devletler Özel Temsilcisi Stephen Sestanovıch’in 30 Nisan 1998 tarihinde Amerikan Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşma. 
12 "Transatlantic Partnership on Political Cooperation", Amerika-Avrupa Birliği Zirvesi, Birmingham, İngiltere, 18 Mayıs 1998; Enerji ve Çevre Üzerine Amerika-Çin İşbirliği hakkında Gore 10 / 29 Metni; "U.S.-E.U. Statement 
on Caspian Energy", Amerika-Avrupa Birli¤i Zirvesi, Birmingham, İngiltere, 18 Mayıs 1998. 
13 Amerikan Dışişleri Bakanlığı Yeni Bagımsız Devletler Özel Temsilcisi Stephen Sestanovich’in Avrupa Olayları hakkındaki Alt Komite’de yaptığı 20 Mayıs 1998 tarihli konuşması; Hazar Havzası Enerji Diplomasisi konusunda Amerikan Dışişleri Bakanlığı ve Devlet Başkanlığı Özel Danışmanı Richard Morningstar’ın 7 Aralık 1998 tarihinde Washington’da gerçeklefltirilen CERA Konferans› s›ras›nda yaptığı konuşma; Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Strobe Talbott’un 19 Eylül 1997 günü Stanford Üniversite’sinde yaptığı ve "The End of Beginning: The Emergence of New Russia" adlı konuşması. 


Son olarak Amerika, Rusya’nın bu silahları ve nükleer teknolojiyi başka ülkelere transfer etmesine karşıdır.14 

3. 1997 Amerikan Planı Çerçevesinde Türkiye’nin Önemi Türkiye, Amerikan planının gerçekleşmesi ve dolayısıyla Hazar merkezli yeni dünya düzeninin hayata geçirilmesi için anahtar ülke konumundadır. 


Çünkü öncelikle bu planın başarıya ulaşması için doğu-batı istikametinden bölge kaynaklarını sevkedecek boru hatlarının güvenli bir ülke sınırları içerisinden geçmesi gerekmektedir. Bu ülkede bugünkü şartlarda Türkiye’dir. Ancak bu sayede Amerika, kendi planının başarıya ulaşması için rahat nefes alabilecektir. Bu nedenle, Türkiye’nin 21. yüzyılda, "enerji merkezi" olması normal bir gelişmedir. 

Ayrıca demokratik, laik, insan haklarına saygılı, serbest pazar ekonomisini uygulayan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in dediği gibi İslamiyet ile diğer dinler arasında işbirliği ortamı kurmuş bir Türkiye,15 çok rahatlıkla bölge devletlerinin "model" olarak algılayabilecekleri bir devlet olabilir. Bu açıdan da Türkiye, Amerikan Stratejisi’nin birinci prensibi için de gereklidir. Çünkü Amerika bölgesel ve uluslararası çıkarları açısından, bölgede güçlenmesi muhtemel islami akımlardan endişe duymaktadır. Bu nedenle de bölge devletlerinin  demokratikleşme sini istemektedir. 

Türkiye, Avrupa Birliği, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Ekonomik Kalkınma Örgütü ve İslami Kalkınma Örgütü üyesi olarak, bölgesel devletlerle sıkı ekonomik işbirliği içinde bulunmaktadır ve bu örgütler aracılığıyla Türkiye bölge devletleri arasında "ekonomik entegrasyon’un" gerçekleşmesi için önemli adımlar atabilir ve attırabilir. 

Bölgesel çatışmaların barışcı yollarla çözümünde ve bu çözümlerin kalıcı hale gelmesinde Türkiye yine kilit ülke konumundadır. Çünkü Türkiye, gerek Balkanlar’da gerçekleştirilen güvenlik şemsiyesi benzeri oluşumların Kafkaslar’da ve Orta Asya’da gerçekleştirilmesi sürecine ve gerekse Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü ve NATO üyesi olarak oluşturulacak uluslararası operasyonlarda önemli görevler üstlenebilir. Ayrıca Türkiye, NATO güçlerine ve bölgeye yönelik uluslararası operasyonlara geo-stratejik konumundan ötürü hayati derecede önemli olan lojistik destek sağlayabilir. Son olarak, Türkiye, bölge devletleriyle kapsamlı askeri işbirliği içine girerek bu devletlerin kendi ordularını kurmada 
ve kendi subaylarını yetiştirmede de katkı sağlayabilir. 



14 Ibid. 
15 Zaman, 1 Ocak 2000 



Ticari açıdan Türkiye’nin stratejik konumuna bakarsak 1991 yılından bu yana Türk firmaları Orta Asya ve Kafkaslar’da önemli miktarlarda ticari faaliyetlerde bulunmaktadır. Örneğin Türkmenistan’da Ahmet Çalık hem Türkmen pamuğunu işleyecek tekstil fabrikaları kurmakta, hemde Tekstil Bakan Yardımcılığı görevini sürdürmektedir. Koç Holding, Özbekistan’da ticari faaliyette bulunurken, Yimpaş Holding’te Türkmenistan’da dev alışveriş merkezi kurmuştur. Bu faaliyetlere benzer örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Kısacası dokuz yıl boyunca Orta Asya ve Kafkaslar’da önemli derecede ticari faaaliyette bulunan Türk firmaları yeterli tecrübeye sahiptir ve Batılı firmalar için ideal ortak konumdadırlar. Bu açıdan da Türk firmaları Batılı devletlerin sağlıklı şekilde bölge ekonomisine entegre olmasına yardımcı olabileceklerdir. 

Yukarıda saydığımız işbirliği sahalarından ötürü, Türkiye Amerika’nın planlarında önemli bir yer edinmektedir ve Amerikan yönetimi de Türkiye’nin bu imkanları kullanmasını istemektedir.16 

4. Türkiye’nin Amerikan Planı’na Bakışı ve Girişimleri Amerikan planının genel hatları ile Türkiye’nin şu anda yürüttüğü Orta Asya politikasında tam bir kesişme görünmektedir. Türkiye enerji konusunda bölge kaynaklarının kendi üzerinden güvenli şekilde Batı’ya ve kendi topraklarına akmasını isterken, içinde bulunduğu ekonomik dar boğazı aşabilmek için de bölge devletleri ile sıkı ekonomik işbirliği 
içine girmeyi arzulamaktadır. Tarihsel, kültürel, din ve dil açısından birlikteliğin bulunduğu bu devletler ile kapsamlı işbirliği içinde bulunmak isteyen Türkiye, Kafkaslar’da ve Orta Asya bölgesinde belli bir istikrarın yerleşmesini de arzulamaktadır.17 

Rusya konusunda ise Türkiye Batılı devletler ile aynı düşünceye sahiptir. Orta Asya ve Kafkaslar bölgesine Rusya’nın yeniden hakimiyet kurmasını istemeyen Türkiye, bu devletin parçalanmasına ve aynı zamanda yayılmacı emeller gütmesine de razı değildir. Yine de bu devletle ileride sıkı ekonomik ve ticari ilişkiler içinde bulunmayı arzulamaktadır.18 

16 Hasan Ünal, "Clinton’ın Türkiye Vizyonu", Zaman, 25 Kasım 1999; Faruk Mercan, "Milenyum Türkiyesi – II", Zaman, 16 Aralık 1998 17 Daha detaylı bilgi için Türk Dışişleri Bakanlığı’nın internet sayfasında yeralan ve Türkiye’nin hedeflerini açıklayan resmi bilgiler. 
www.turkey.org/politics/pipeline.htm; www.mfa.gov.tr/grupa/ae/asian.htm; 
www.mfa.gov.tr/grupa/ae/caucasian.htm 
18 Daha detaylı bilgi için Türk Dışişleri Bakanlığı’nın internet sayfasında yeralan ve Türk-Rus ilişkilerini açıklayan 
Adresi bilgiye bakabilirsiniz.
 www.mfa.gov.tr/grupa/ae/russian.htm 


Kısacası çakışan politikaları sebebiyle Türkiye, Amerikan Yönetimi’nin kendisine sunduğu rolü oynamaya hazırdır. 
Cumhurbaşkanı Süleymen Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in açıklamaları da bu tezimizi güçlendirmektedir.19 

Beyanatların ötesine geçen Türkiye, yeni rolüne uygun somut adımlar da atmaktadır. Örneğin; 

1-Bölge devletleri ile ticari ilişkilerini yeniden geliştirmek için, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı düzeyinde karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmektedir. Bu amaçla Türkiye, Devlet Bakanlığı bünyesinde somut adımlar atmaya hazırlanmaktadır. 

2-Türkiye, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde "Transit Petrol Boru Hatları Daire Başkanlığı" ile "Transit Petrol Boru Hatları Kurulu" oluşturmuştur ve Bakü-Ceyhan Boru hattı projesinin hayata geçirilmesi için siyasi ve diplomatik temaslarda bulunmaktadır. 

3-Harp Akademileri Komutanlığı’nın hazırladığı "Deniz Harekat Ortamına Yönelik Gelişmeler ve Deniz Kuvvetleri’nin Özellikleri" adlı rapora göre, Türkiye, 21. yüzyıldaki milli çıkarlarını Basra Körfezi’nden Atlas Okyanusu’na kadar genişletmelidir. Raporda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, 21. yüzyılda, şu sorunlar ile meşgul olması istenmektedir: Bölgesel sorunlar, hukuk dışı davranan ülkeler ile mücadele, çevre, su, petrol, etnik hizipler ve anlaşmazlıklar, ve terörizm gibi. Raporda ayrıca belirsizlik ve istikrarsızlık sonucu bölgesel çatışmaların arttığı ifade edilerek, gelecek yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin alçak yoğunluklu çatışmalara yönelik askeri harekat kabiliyetinin arttırılması
gerektiği  belirtilmektedir. 20 Bu çerçevede Türkiye askeri harcamalarını arttırmakta ve 1000 tank alımı ihalesini gerçekleştirmektedir.21 

Erro-2 anti füze sistemleri ile 145 saldırı helikopteri alacaktır. Diğer bir ifadeyle Türkiye 2000 yılında 7.61 milyar dolar askeri harcamada bulunacak ve askeri kuvvetleri modernleştirme programı çerçevesinde önümüzdeki 30 yıl içerisinde 150 milyar dolar askeri harcama yapmayı planlamaktadır.22 

4 - Amerikan desteğinde hareket eden Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan ile siyasi istişareler bazında "Altılı bir Pakt" kurma girişiminde bulunmuştur.23 


19 Zaman, 16 ve 21 Kasım 1999; Yeni Şafak, 26 Aralık 1999 
20 Mutlu Çölgeçen,"Adriyatik’ten Çin Seddi’ne", Yeni Şafak, 11 Ocak 2000 
21 Yeni Şafak, 11 Ocak 2000 
22 Zaman, 30 Ocak 2000 
23 Hürriyet, 16 Ocak 2000; Radikal, 16 Ocak 2000; Cumhuriyet, 16 Ocak 2000 


AGİT bünyesinde kurulması teklif edilen Pakta, diğer devletlerde dahil olabilecektir. Yine de Türkiye bu teklifiyle bir yandan Rusya’ya durması gereken nokta konusunda imada bulunmuş, öte yandan da resmen Güney Kafkas devletlerinin güvenliğine kefil olduğunu deklere etmiştir.24 

5- Rusya’nın Amerikan Planı’na Bakışı ve Putin’in Hesapları 

1995 seçimlerinden sonra Rus siyasi hayatında etkili konuma gelen aşırı milliyetçi ve komünist gruplar, Amerika tarafından empoze edilmeye 
çalışılan ve kendilerini Orta Asya steplerinden uzaklaştıracak bu plana hiç bir zaman olumlu yaklaşmadılar. Bu yöneticilere göre, Rusya hala dünya siyasetinde belli bir etki gücüne sahip ülkedir ve aslında Batı , Rusya’yı "kendi etki sahasından uzaklaştırarak", zayıflatmak istemektedir. 

Bu nedenle, bu gruplara göre, Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında, Orta Asya ve Kafkas devletlerini, kendi hegemonyası altında yeniden biraraya getirmeli ve karşı-stratejik ittifaklar zinciri oluşturarak, ABD ve Batılı devletleri dizginlemelidir.25 

1991 yılında uygulamaya konan pazar ekonomisi anlayışından zarar gören ve fakirlik sınırının çok altında yaşamaya mahkum edilen Rus halkı da Avrasyacı olarak adlandırılan ve yayılmacı emeller güden bu grupların politikalarını desteklemektedir. 

Bu desteği arkasına alan Rus yöneticiler zaman içerisinde giderek sertleşme eğilimi göstermiş ve Batı’nın politikalarına ve NATO’nun genişlemesine karşı bölge devletleri ile askeri ve siyasi sahalarda işbirliği anlaşmaları imzalamaya çalışmış, Hindistan, İran ve Çin yönetimiyle karşı ittifak için stratejik işbirliği içine girmeye gayret göstermiştir.26 Hatta eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin , Batı’ya karşı nükleer silah tehdidini de savurmuştur.27 

Ailevi sebepler sonucu istifaya zorlanan Yeltsin’den sonra başa geçen ve ülke kaderinde önümüzdeki yıllarda Devlet Başkanı sıfatıyla resmen söz sahibi olmaya hazırlanan Vladimir Putin, diğer bir ifadeyle Tilki Putin, Yeltsin’den bir adım öteye geçerek, halkın istekleri paralelinde yeni bir dünya düzeni için kollarını sıvamıştır. Bizim görüşümüze göre, Tilki Putin Hasta Yeltsin’den daha tehlikelidir. Çünkü 

23 Hürriyet, 16 Ocak 2000; Radikal, 16 Ocak 2000; Cumhuriyet, 16 Ocak 2000 
24 Sami Kohen, "Kafkasya’da Türk Rolü", Milliyet, 13 Ocak 2000 
25 Irina Zviagelskaia, "The Russian Policy Debate on Central Asia", Royal Institute of International Affairs, London, 1995, pp. 1 - 38 
26 Itar-Tass, 4 Şubat 2000 
27 Türkiye, 10 Aralık 1999 



Putin genç olmanın verdiği dinanizmi kullanarak ve arkasına "Rus Oligarklarının" desteğini alarak, daha radikal ve kararlı adımlar atmaktadır. 
Yine de Putin uzun vadeli stratejisini oluştururken, aşağıda ifade edilen iki gerçeği daima gözönünde bulundurmaktadır. 

1-Rusya ekonomik açıdan zayıftır. Hatta ihracaat gelirlerinin yüzde 80’inini oluşturan petrol ve doğal gaz kaynaklarının işletilmesi için acilen 90 ila 130 milyar dolarlık yatırım gerekmektedir. Ülke genelinde ekonomik ve sosyal şartlar ağır ve halk fakirlik sınırının çok altında ezilmektedir.28 O nedenle Batılı devletlerin finansal desteğine ve yüksek teknolojisine Rusya muhtaçtır. Öte yandan halk tamamiyle serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı bir ekonomik sisteme de alışık değildir. Bu nedenle devletin kontrolünün hala devam ettiği bir ekonomik sistem içerisinde, Batı ile ticari ve ekonomik ilişkiler arttırılmalıdır. 

2-Halkın ve ağırlıklı olarak siyasetçilerin özlem duyduğu nokta "Rusya Federasyonu’nun eskiye dönüşüdür". Rusya Batılı’ların ve özellikle Amerikan yönetiminin empoze etmeye çalıştığı yeni rolü kabul edemez. Rusya güçlüdür ve kendi etki sahasıyla birlikte, Batı’yla eşit seviyeye gelmelidir. 

Bu iki noktanın çizdiği sınırlar içerisinde uzun vadeli stratejisini oluşturan Putin’in kafasındaki yeni dünya düzeni bizce şöyledir: 

Putin bir yandan Batılı devletler ve uluslararası finans kuruluşları ile ticari, finansal ve ekonomik sahalarda işbirliğini arttıracak ve devlet kontrolünün devam ettiği "liberal ekonomi anlayışını" kendi ülkesine yerleştirecektir. Bu amaçla Rusya Devlet Başkanı, Amerikan Devlet Başkanı’na işbirliğine hazır olduklarını ve Batı’yla ticari ilişkilerini sürdüreceklerini ifade etmiştir.29 Böylece Rusya mevcut ekonomik ve sosyal sıkıntılarını, Batı’nın desteğiyle aşacaktır. 

Diğer yandan ise Putin eski Sovyetler Birliğini canlandıracak ve ABD’yi dizginleyecek girişimlerine de ağırlık vermektedir. Bunu içinde Putin iki yol izlemektedir: İç ve Dış. 

İç yollar konusunda, Putin öncelikle Çeçenistan üzerine tam hakimiyetini kurmaya çalışmaktadır ve böylece ülkesinin karşı karşıya kaldığı yeniden dağılma tehlikesini ortadan kaldırmaya gayret etmektedir. Çünkü Çeçenler karşısında yenilgiye uğrayan ve bu nedenle bu devletin bağımsızlığını onaylayan Rusya, Çeçenistan ile aynı özelliklere sahip 19 Cumhuriyetinde harekete geçmesi halinde topraklarının 

28 Gerry Van Wyngen, "Russia at the Crossroads", Australian Financial Review, 8 Şubat 2000. 
29 Yeni Şafak, 28 Aralık 1999. 


%28’sini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.30 Bu durum Rusya’nın yeniden dağılması ve toprak açısından daha kuzeye çekilmesi anlamına gelmektedir. 

Daha kuzeye çekilmeye zorlanan Rusya, Hazar havzasından tümüyle uzaklaşmış olacaktı. Bu durumda Güney Kafkaslar’daki Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan, Rus baskısından kurtularak Batı’yla ilişkilerini arttırma imkanı bulacak ve aynı zamanda Batılı petrol şirketleri Hazar havzasında daha rahat hareket edebileceklerdir. 

Bu nedenle her ne pahasına olursa olsun, Çeçenistan da tam galibiyet alması gereken Rusya, insan haklarını açıkca ihlal ederek, Çeçenlere karşı kendi tezgahladığı savaşı başlattı. Bir yandan çeşitli bahanelerle Batı’yla yakınlaşma çabası içerisinde bulunan Gürcistan ve Azerbaycan üzerinde siyasi ve askeri baskı kurmaya çalıştı.31 

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Gürcistan ziyaretinde ortaya attığı ve aslında AGİT’in İstanbul zirvesinde ilk kez dile getirilen "Altılı Kafkas Paktı" fikrini ortadan kaldırabilmek ve AGİT’in girişimlerini engellemek amacıyla, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Devlet Başkanlarını Moskova’ya davet ederek, "Mini Kafkasya Zirvesi’ni" gerçekleştirdi. Zirve sırasında Kafkaslar’da istikrar ve bölgesel işbirliği üzerinde duruldu. Rusya, Dağlık-Karabağ meselesinin çözümü konusunda temaslarda bulundu. Çeçen savaşının ardından Rusya, Kafkaslar da yerel ordular oluşturmayı ve bölgede istikrarı tek başına sağlamayı düşünmekte dir.32 Bu girişimlerine ilave olarak, Rusya, DağlıkKarabağ meselesini sürekli gündeme getirmekte ve doğrudan görüşmelere dahil olmaktadır. Böylece bölge istikrarının sağlanması ve Dağlık-Karabağ meselesinin çözümü konusunda ortaya atılan teklifleri engellemekte ve sadece kendisi ile bölge devletlerinin bulunacağı 
"bölgesel istikrar modeli" oluşturmaya gayret etmektedir. 

Askeri üsler konusunda Ermenistan ile stratejik işbirliğini arttıran Rusya, Gürcistan’daki askeri varlığını hukuki açılardan sağlamlaştırmaya çalışmaktadır.33 Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan’ın da BDT Askeri İşbirliği çemberinin içine girmelerini istemektedir. 

30 Zaman, 2 January 2000. 
31 Zaman, 14 Ocak 2000; Yeni Şafak, 26 Kasım 1999. 
32 Miviam Lanskoy, "Anti-Terrorism as Pretext: Russia Taking Aim at the South Caucasus?", Central Asia- Caucasus Analyst, 2 fiubat 2000; Vladimir Isachenkov, "Leaders of former Soviet Republics Meet in 
Moscow", Associated Press Newswires, 24 Ocak 2000; BBC, "Russia tries to see that Karabagh problem is solved", 24 Ocak 2000. 
33 BBC, "Russian and Armenian Security Councils Sign a Cooperation Treaty", 3 Şubat 2000; Itar-Tass, 17 Şubat 2000. 


Putin’in izlediği ikinci iç yol ise Bağımsız Devletler Topluluğunu kendi hegemonyası altında yeniden bir araya getirme gayretleridir. Bu amaçla Putin BDT üyelerini Moskova’da biraraya getirmiş ve Rusya’nın Başkanlığında daha kurumsallaşmış bir BDT oluşturmaya çaba sarfetmiştir. 
Ancak Orta Asya ve Kafkas liderleri kendi özel meselelerini dile getirmeyi tercih ederek özellikle "Ortak Güvenlik Sözleşmesi" ve "Serbest Ticaret Bölgesi" kurulması yönündeki anlaşmaları imzalamamışlardır.34 

Yine de Rusya, bölge devletleri ile "terörizmle ve uyuşturucuyla mücadele" konularında işbirliği zemini oluşturmayı başarmıştır. Bölge devletlerinin, kendi başkanlığında, BDT mekanizmalarının içerisinde, sık sık bir araya gelmesini sağlamıştır.35 

Orta Asya devletlerini kendisine bağlamak için, Rusya, petrol ve doğal kaynaklarını, siyasi etki gücü olarak kullanmaya başlamıştır. 

Trans-Hazar projesinin yavaşlaması nedeniyle, Rusya, bir yandan Mavi Akım projesine ağırlık verdi, diğer yandan da Türkmenistan’a yıllık 50 milyar metreküp doğal gaz alımı için bir teklif sundu.36 Böylece Türkmenistan’ın yeniden Kuzey Hattı’na bağımlı hale gelmesini ve kendi fiili kontrolünün olmadığı farklı güzergahlar fikrinden vazgeçmesini arzulamaktadır. Aynı zamanda Rus petrol şirketlerinin faaliyetlerini diplomatik araçlarla kararlı şekilde desteklemeye başlayan37 Rusya, Çeçenistan’ı bypass eden, Baku-Novorossiyk boru 
hattı projesini kısa sürede yeniden tamir ve inşa ederek, faaliyete geçirdi.38 Böylece Azerbaycan’a da petrolünü ihraç edebileceği yeni bir güzergah 
sunmuş oldu. Diğer taraftan Rus yöneticilerinin de açık desteğiyle, "Hazar Boru Hattı Konsorsiyum’unun" inşasına hız verildi. Bu projeyle, Kazakistan devleti, petrolünü, Astrakhan üzerinden Kazadeniz’e ulaştırma imkanı buldu. Türkiye’ye de Gürcistan üzerinden yeni bir boru hattıyla doğal gaz sevk etmeyi teklif etti.39 

Sonuç olarak, Rusya, mevcut boru hatlarının kapasitesini arttırarak ve yeni güzergahlar inşa ederek, Kuzey Hattı’nı, Doğu-Batı enerji koridoru karşısında avantajlı konuma getirdi. 

34 Yeni Şafak, 17 Ocak 2000; Zaman, 15 Ocak 2000; BBC, "Russian: Statement Issued on Meeting of CIS Foreign Ministers", 24 Ocak 2000; BBC, "Putin Thanks CIS Leaders for his Election as Head of Presidents 
Council", 25 Ocak 2000; Nezavisimaya Gazeta, "Attempts at CIS Integration Give Way to Bilateral Cooperation", 25 Ocak 2000. 
35 Stratfor, "Central Asia Proving Easier Than the Caucasus for Russia to Swallow", 23 fiubat 2000. 
36 James M. Dorsey ve Bhushan Bahree, "Turkmenistan, Gazprom Near Deal for Natural Gas", The Asian Wall Street Journal, 24 fiubat 2000. 
37 Hart’s E&P Daily, "Lukoil Plans 500 New Wells", 3 Mart 2000; Michael Lelyveld, "Kremlin Determined to Stay in Race for Caspian Oil", Radio Free Europe / Radio Liberty, 11 fiubat 2000. 
38 Dow Jones International News, "Russia Builds 1/3 of Chechen Bypass Oil Pipelines", 7 fiubat 2000. 
39 Zaman, 13 Ocak 2000; Segodnya, "Russia Gas to Be Transported to Turkey via Georgia", 4 fiubat 2000. 


Bu sayede Rusya, Batılı petrol şirketlerinin bölge kaynakları üzerindeki ticari çalışmalarını atıl duruma düşürmek istemektedir. 

Rusya bununla da yetinmeyerek Avrupa Birliği’nin gerçekleştirmeye çalıştığı ve Rusya’yı bypass eden "Tarihi İpek Yolu" projesini, kendi üzerinden geçirmek için gayret göstermektedir. Bu amaçla, "BDT sınırları içerisinde yeni demiryolu güzergahlarının" inşası fikrini ortaya atmıştır.40 Böylece Türkiye üzerinden geçecek Tarihi İpek Yolu’nun güzergahını değiştirmek için Avrupa Devletleri’nin önüne farklı seçenek sunmuş olmaktadır. Ayrıca Orta Asya devletleri de diğer devletler ile ticari ilişkilerini Rus topraklarından geçen demiryolu güzergahı 
üzerinden devam ettirmek zorunda kalacaklardır. 

Dış yol olarak, Putin, İran, Hindistan ve Çin ile askeri ve nükleer teknoloji konusunda işbirliğini arttırmıştır. Çin ile ortak füze üretimine giren Rusya, Hindistan’a da nükleer santral kurma projesi sunmuştur. Rusya silah satışı konusunda Suriye’yle de işbirliği yapmaya hazırlanmaktadır.41 

Her iki yoldaki girişimlerini desteklemek amacıyla Putin, askeri ve savunma reformlarına da ağırlık vermeye başlamıştır. Sovyetler Birliği dönemindeki eski gücüne kavuşabilmesi için hassas silah teknolojisine odaklanan Rusya, sayıca az fakat ateş gücü açısından yüksek kapasiteli profesyonel bir ordu kurmayı hedeflemektedir. Bu çerçevede Rusya, 2000 yılında askeri harcamalarını %50 oranında arttırmıştır.42 

Bu gelişmelere ilave olarak Rusya yeni askeri doktrinini açıklayarak kendisine yapılacak bir saldırı durumunda nükleer silahlarını kullanacağını ifade etmiştir. Daha önceleri kendi milli çıkarlarını zedeleyecek askeri girişimler karşısında nükleer silah kullanacağını açıklayan Rusya, yeni askeri doktrininde, nükleer silah kullanımı konusunun sahasını genişletmiştir.43 

Kısacası Rusya, eski Sovyetler Birliği dönemindeki gücüne geri dönerek, Çin, İran, Irak, Yugoslavya ve Hindistan gibi ülkeleri de yanına alarak Amerika’nın dikte ettirici politikasının karşısına çıkmayı ve daha yumuşak bir soğuk savaş düzenini yeniden kurmayı hedeflemektedir. 

40 Interfax, "Russia Considers TRACECA Participation", 21 Şubat 2000; ASSA-Irada, "CIS and Baltic States Sign Protocol on Railway", 15 Mart 2000. 
41 Zaman, 14 Ocak 2000; Yeni Şafak, 26 Kasım 1999. 
42 Zaman, 18 Aralık 1999. 
43 Türkiye, 16 Ocak 2000; Zaman, 15 Ocak 2000; BBC, "Russia Nuclear Power Station Construction Continues 
in Iran and China", 26 Ocak 2000; SFB, "Russia: New Military Doctrine / "Top Secret"Nukes", 29 Nisan 1999; 
Power in Russia, "New Russian Military Doctrine", Kasım 27, Say› 46. 


Çünkü artık kendi iç ekonomik ve finansal sıkıntılarını aşmak için Batı’yla işbirliği içinde olmayı kabul eden ve ABD ile eşit güce sahip bir Sovyetler Birliği olacaktır. 

6- Sonuç 

Burada sorulması gereken önemli soru bizce şudur: Rus ve Amerikan planlarından hangisinin hayata geçirilmesi mümkün görünmektedir. 


Bizce Amerikan Planı’nın ve dolayısıyla Türkiye’nin hesaplarının hayata geçirilmesi daha büyük olasılık dahilindedir. Çünkü öncelikle Orta Asya ve Kafkas devletleri, 1991 yılında kendilerini kendi kaderleriyle başbaşa bırakan Rusya Federasyonu’nun hegemonyası altında bir birlikteliğin içine girmek istememektedirler. Bu devletler doğu-batı ekseni olsun, kuzey-güney ekseni olsun her güzergahtan doğal kaynaklarını dünya piyasalarına aktararak belli bir zenginliğe ve ardından da ekonomik ve siyasi açılardan tam bağımsızlığa ulaşmak istemektedirler. 

Zaten son BDT toplantısında da ileriye dönük önemli kararların alınamaması da bu yüzdendir. Ancak mevcut boru hatları sayesinde belli bir zenginliğe ulaşamayan ve Batılı devletlerin tam siyasi, askeri ve finansal desteğini sağlayamayan bu devletler, bugünlerde mecburen Rusya Federasyonu ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmaktadırlar. 

Diğer taraftan Rusya Federasyonu’nun tek başına yeniden Hazar Havzasında hakimiyet kurma girişimlerini, Çin, Avrupa Birliği ve diğer bölgesel ve büyük devletler, şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Özellikle Çin yönetimi çok kutuplu dünya düzeninden bahsederken Rusya’nın planlarının aksine, Orta Asya ve Kafkas bölgesine "hiçbir devletin" veya "devlet grubunun" hakimiyet kurmaması gerektiğinin altını çizmeye çalışmaktadır.44 

Avrupa Birliği de, Amerikan çizgisinde hareket etmekte ve yeni enerji kaynaklarına ve yeni pazarlara serbestçe ulaşmak istemektedir. Bu amaçla Avrupa Birliği, bölge ülkelerinin pazar ekonomisine geçmesini ve demokratikleş me yönünde önemli adımlar atmasını sağlamak için, milyarlarca ECU’luk mali ve teknik yardımları kendi kurumları aracılığıyla bu bölgeye sevk etmektedir.45 

44 Çin Dışişleri Bakanlığı’nın "China’s Proposition on the Establishment of a New International Political and Economic Order", ve 
"China’s View on the Development of Multi-polarity" isimli web dökümanları

45  Avrupa Birliği Komisyonu, "EU Cooperation with the NIS & Mongolia", 
http://europa.eu.int/comm/dg1a/nis/intro 

Sonuçta, Çin ve Avrupa Birliği ne ABD’nin ne de Rusya’nın tek başına veya birlikte bölge üzerinde hegemonya kurmalarını istememektedir. 

İran yönetimi bile ileride Amerikan yönetimi ile barışabileceğini hesaplamakta ve Rusya ile kapsamlı işbirliği içine girmekten kaçınmaktadır. 

Çünkü İran yönetimi de Batılı finans kurumlarının finansal desteğine ve uluslararası petrol şirketlerinin yüksek teknolojisine ihtiyaç duymaktadır. Hatta Cumhurbaşkanı Hatemi Amerikalı’lara karşı yumuşak mesajlar göndermektedir.46 

Gelişmeleri Türkiye cephesinden analiz edersek, 21. yüzyılda Türkiye’nin, Avrupa Birliği bloğu içerisinde yer alarak, bölgesel güç olarak ortaya çıkması kaçınılmaz görünmektedir. Bu amaçla Türkiye bu rolü sağlıklı şekilde üstlenebilmek için iç siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarını uzun vadeli olarak sağlamlaştırmalıdır. Bölge devletleri ile sağlam işbirliği içine girebilmek için Türkiye bölge konusunda uzmanlaşmış araştırma enstitüleri kurarak projeler üretmeli ve üretilen projelerin hayata geçirilmesi için somut adımlar atmalıdır. Sadece bölge 
devletlerinden öğrenciler getirilerek ilişkiler sağlamlaştırılamaz. TİKA daha aktif hale getirilmeli; Dış Türklerden sorumlu Devlet Bakanlığı bu bölgede yaşayan Türk işadamlarını mali ve proje bazında desteklemeli; bölgeye gitmek isteyen işadamları için bilgi bankası kurulmalı; ve koordinasyon 
merkezi oluşturulmalıdır. 

Ayrıca kendi iç meselesinden sıyrılmış Türkiye, bölge devletlerine her yönüyle rehberlik edebilecek gerekli bürokratik ve askeri mekanizmalarını 
oluşturmalıdır. Bu devletler ile sürekli ilişki içerisinde bulunarak ortak istişare mekanizmaları kurulabilir ve bu mekanizmalar fiilen aktif hale getirilebilir. 

Kısacası Türkiye dünya için, Hazar petrolleri ve Hazar pazarları da Türkiye için önemlidir. Eğer bir rol oynamaya karar verdiyseniz o zaman gereklerini yerine getirmeniz gerekmektedir. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk zaten yapılması gerekenleri 75 yıl önce bizlere anlatmaya çalışmıştı. Biz ne yapılması gerektiğini uzaklarda değil, yanıbaşımızda aramalıyız. 

46 Chintamani Mahapatra, "Khatami Holds an Olive Branch: Beginning of a Change in US-İran ties", Strategic Analysis, Cilt XXI, 
Sayı 11, Şubat 1998, sayfa 1593-1602. 


..