Oktar Ataman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Oktar Ataman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2018 Cuma

Orta Doğu’daki Gelişmeler ve Türkiye’nin Politikaları., BÖLÜM 1

Orta Doğu’daki Gelişmeler ve Türkiye’nin Politikaları.,  BÖLÜM 1



Dış politika ve Savunma Araştırmaları Grubu*
* Başkan: İlter Türkmen, Büyükelçi (E) - Dışişleri Eski Bakanı,
Bşk.Yrd. Salim Dervişoğlu Oramiral (E),
Üyeler;
Halil Akıncı Büyükelçi (E),
Oktar Ataman Orgeneral (E),
Cemil Şükrü Bozoğlu Tuğamiral (E),
Ahmet Oğuz Çelikkol Büyükelçi (E),
Ünal Çeviköz Büyükelçi (E),
M. Doğan Hacipoğlu Tümamiral (E),
Oktay İşcen Büyükelçi (E),
Güner Öztek Büyükelçi (E),
Seyfettin Seymen Hv. Tümgeneral (E),
Necdet Timur Orgeneral (E).


Büyük Zaferi takiben Atatürk harap bir ülke, okuma yazma düzeyi çok düşük, asırlar boyu kendisini Padişahın kulu olarak gören bir toplumu devralmıştır.
Atatürk ülkeyi kalkındırma görevinin yanısıra kul statüsündeki halka eşit vatandaşlık şuurunu kazandırma, halkın devlet idaresine katılımını sağlayan
Cumhuriyet rejimini kurma gibi birbirinden daha zor hatta imkânsız görevlerle karşı karşıya kalmıştır. Atatürk’ün bu hedefleri gerçekleştirmek için ülkede
ve çevresinde barışa ihtiyaç duyduğu açıktır. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” bu gereksinmeden doğmuş olup Türkiye dış politikasının değişmez bir prensibini
oluşturmuştur. Atatürk bölgeye yaklaşımında da mazideki bütün olumsuzlukların üzerine bir sünger çekerek bölgedeki bütün ülkelere dostluk ve işbirliği elini uzatmıştır. Bu konuda bu bölgeye özel olarak, Araplar arası ihtilaflara hiçbir surette taraf olmama bu ihtilaflara hiçbir surette karışmama bütün ülkelerle eşit mesafede politika yürütülmesi ilkesini koymuştur. Türkiye bu politika ve laik, demokratik rejimi ve Batı ile yakın ittifak ilişkileri nedeniyle bölgede büyük saygınlık ve ağırlık kazanmış, sözü dinlenen bir ülke olmuştur. Bu çerçevede 1980 Irak-İran savaşında Türkiye’nin savaşan tarafların talepleri üzerine Irak’ta İran çıkarlarını, İran’da Irak çıkarlarını koruyan ülke olduğu, 2008’de
iç harbin eşiğine gelen Lübnan’da taraflar arasında gerekli uzlaşmayı sağlayan ve aynı yıl Ankara’da TBMM’de Şimon Perez ile Mahmut Abbas’ı görüştüren ülke olduğu hatırlanacaktır.

Türkiye’nin tarafsızlığa ve tüm aktörlere eşit mesafede durmaya dayalı dengeli dış politika uygulaması 2009 yılından itibaren köklü bir değişikliğe uğramıştır. Uluslararası kamuoyunda ve siyasi gözlemcilerde hâkim kanaat yeni uygulamanın Sünni hamiliği, Müslüman Kardeşleri destek ve yeni Osmanlıcılık gibi bir takım düşüncelere dayandırıldığı yolundadır.

Bölgedeki diğer gelişmeler, Arap Baharı ve özellikle Irak ve Suriye’deki iç savaşlar ve bölgedeki etnik/din kökenli sorunlar, dış müdahaleler
Türkiye’yi dış politika alanında nazik ve güç seçeneklerle karşı karşıya bırakmıştır.

1) Bölgesel Gelişmeler:

 a. Suriye:


Türkiye’nin tamamen insani mülahazalar ve ülkeye demokrasi getirmek amacıyla taraf olduğu iç savaşın kısa sürede Beşar Esad’ın devrilmesi ile sonuçlanacağı sanılmakta idi. Yedinci yılına giren çatışmaların bilançosu 600.000 ölü ve üçmilyonu Türkiye’de olmak üzere Suriye içinde ve komşu ülkelerde mülteci durumuna geçen Suriyeli sayısının 12 milyonu aştığı belirtilmektedir.
Türkiye’ye sığınan 3 milyonun hepsinin güvenlik yönünden kontrol altında tutulup tutulmadığı ve nizami pasaportla ülkemize giriş yapan Suriyelilerin nerelerde olduğu hakkında zaman zaman şüphe izhar edildiği anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin savaş başında hedeflediği Beşar Esad’ın devrilmesi hususunda eskisi kadar ısrarlı olmadığı, Rusya’nın teşviki ve İran’ın katılımıyla müzakere sürecine yöneldiği ve bu çerçevede Astana konferansında herhangi bir şart öne sürmeksizin barışçı çözümde rol oynamayı, Suriye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü Rusya ve İran’la birlikte garanti ettiği görülmektedir.

Savaşın bugüne kadar ortaya çıkardığı olgular olarak din referansı siyasi/askeri örgütlerin ortaya çıkması, Rusya’nın Suriye’ye daha da yerleşerek mevcudiyetini arttırıp bölge dengelerinde ağırlıklı söz sahibi olması, o tarihe kadar demir yumruk altında tutulan Suriye Kürtlerinin hem ABD hem de Rusya’nın himayesini kazanmak suretiyle Suriye’de hem meşruiyet hem de bir statü kazanma yoluna girdiklerini belirtmek mümkündür. Türkiye’nin Suriye’deki iç savaş nedeniyle Güney hudutları boyunca maruz kaldığı güvenlik sorununu çözmek amacıyla Ağustos 2016’da başlattığı Fırat Kalkanı operasyonunun El Bab ele geçirildikten ve iki bin küsur kilometre kareyi kapsadıktan sonra şimdilik
durdurulduğu belirtilmiştir.

Son olarak ABD’nin SDG (Suriye Demokratik Gücü)’de hakim durumda olan PYD/PYG ile Rakka operasyonunu yapacağını ve PYD/PYG’yi ağır silahlarla donatacağını ilan etmesinin hemen sonrasında Trump’un gerekli kararnamelerinin imzalandığı da açıklanmıştır. Bu kararın Sayın Cumhurbaşkanının ziyareti öncesi Türk heyetinin Wasington’daki temasları sırasında ve Trump tarafından kabullerinin ardından açıklaması ilginç görülmektedir. ABD’li yetkililerin Türkiye’nin güvenliği konusunda her türlü teminatı da verdikleri görülmektedir. PYD/YPG konusunda ilginç diğer bir açıklamada hemen hemen aynı sıralarda Suriye Dışişleri Bakanı Muallim tarafından yapılmıştır. Suriyeli Bakanın PYD/PYG’nin DEAŞ’la mücadele ettiğini ve yasal olduğunu vurgulaması da düşündürücüdür.

PYD/YPG’in Rakka’yı alsa dahi şehrin demografik yapısı nedeniyle burayı yönetemeyecekleri ve kenti Rusya’nın da etkisiyle Esad rejimine devredecekleri yolunda basında yorumlara rastlanmaktadır.

IŞİD yenilse dahi Suriye’de ve belki de kısmen Irak’ta kendi amaçları için İslam dinini çarpıtarak araç olarak kullanan militan terör örgütlerinin çeşitli isim ve sıfatlarla faaliyetlerini uzun süre daha devam ettireceklerine muhakkak gözü ile bakılmaktadır.

 b. Irak:

Irak politikamızın esasının ülkenin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin korunması teşkil etmektedir. Son zamanlarda iki ülke arasında vuku bulan gerginliğin önemli nedenleri olarak Ankara’nın Irak seçimlerinde Sünnileri nerdeyse alenen desteklemesi, Kuzey Irak Kürt Yönetimiyle zaman zaman Bağdat’taki merkezi hükümeti göz ardı ederek kurduğu yakın ve yoğun ilişkiler ve nihayet Irak’ta bulunan Başika askeri eğitim üssümüzün Bağdat Hükümetinin kapatılıp personelin geri çekilmesi talebini ısrarlı şekilde geri çevirmiş olmamız hususları sayılabilir. Başbakan Binali Yıldırım’ın Bağdat’a vaki ziyaretinin Irak’ı tatmin edemediği, Iraklıların Başika üssünün boşaltılarak askeri personel ve
teçhizatın geri alınmasında ısrarlarını sürdürdükleri bilinmektedir. Bunlara zaman zaman PKK hedeflerine TSK tarafından yapılan operasyonların da Bağdat Hükümetince protestolarıyla karşılandığını ilave etmek uygun olacaktır. Bağdat Hükümetinin, IŞİD’e karşı koalisyonca başlatılacak operasyona Türkiye’nin katılmasına en kuvvetli şekilde karşı çıkması ve ABD’nin de buna katılmasıyla Türkiye IŞİD’e karşı Irak’taki operasyonların dışında kalmıştır.

Irak her yönden Türkiye için önemli ve tarihsel ilişkileri bulunan bir ülkedir. Bu itibarla gerek Kuzey Irak Kürt Yönetimi gerek başta Türkmenler olmak üzere ülkedeki diğer farklı mezhep ve gruplarla temaslarda bulunulurken Bağdat Hükümetinin hassasiyetini göz önünde tutmak yararlı olacaktır. Kürt yönetiminin bağımsızlık ilanına karşı başta Merkezi Bağdat Hükümeti ve İran’ın gösterecekleri tepki ile bağımsızlık ilanının bölge dengelerinin ve diğer Kürt hareketleri üzerindeki olası etkilerinin çok dikkatle takip ve değerlendirilmesinin hayati önemi haiz olduğu açıktır. Diğer taraftan Türkiye’nin en önemli sorunu PKK’nın Kandil’e ilaveten Sincar’daki varlığının sonlandırılması açısından Irak’taki Kürt Yönetimi ve Bağdat Hükümeti ile ilişkiler önem kazanmaktadır.

 c. İran:

Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler her zaman ikircikli bir seyir takip etmiştir. İki ülkenin tarih boyunca her zaman gizli veya açık rekabet içinde bulundukları bir gerçektir. Halen iki ülke arasındaki önemli sorunlu hususlar olarak Türkiye’ye yerleştirilen NATO radarı, Türkiye Suriye hududuna konan Patriot füzeleri, Suriye’deki rejim konusunda karşıt görüşlerde olmaları, aynı şekilde Irak’da hem merkezi hükümet ve hem de Kuzey Irak’daki çeşitli Kürt partileri konusunda zıt cephelerde bulunmaları İran’ın zaman zaman PKK’ya verdiği destek, İran’ın Suriye’den sonra Yemen’de de Şii Huşi’lere destek vermesini saymak mümkündür. Suriye’de İran’ın Kudüs Muhafızları adı altında askeri birlik bulundurduğu, Esad rejimine her türlü yardım ve destek verdiği gerçektir.

Bütün bunlara rağmen Rusya’nın aracılığıyla toplanan Astana konferansında Türkiye ve İran garantör ülke olmayı kabul etmişler ve son olarak Suriye’de kurulacak uçuşa yasak ateşkes bölgeleri konusunda ortak tutum almışlardır. İran’ın geçen yıl P5+1 üyeleriyle nükleer program konusunda imzaladığı anlaşma çok önemlidir. ABD ambargosu ve yaptırımların tam olarak kaldırılmamış olmasına rağmen İran’ın bölgede ağırlık ve etkinliğini arttırdığı görülmektedir. Ambargonun tam kaldırılması halinde bloke edilmiş milyarlarca dolara da kavuşacak zengin ve nükleer teknolojiye sahip İran’ın Türkiye’ye ciddi bir rakip olacağı kesindir.

Hatırlanacağı üzere ABD’nin Irak’ı işgali, Saddam’ın devrilmesi ve Bağdat’da iktidarın Şii grupların eline geçmesinden sonra Orta-Doğu’da dengeler değişmeye başlamış; Irak’ın bölgede geleneksel olarak oynadığı İran’ı dengeleme rolünü artık yerine getirememesi büyük bir boşluk olarak ortaya çıkmıştır. Bölgede bu boşluğun doldurulması için Körfez Ülkeleri bölgesel olarak Türkiye’ye bakmakta bu durum Türkiye’nin Orta-Doğu politikasında hassasiyet ler doğurmaktadır. Son olarak karşıt güçleri destekleyen İran ve Suudi Arabistan arasında vuku bulan açık savaş tehditleri iki ülke ilişkilerini temelinde mevcut itimatsızlık, mezhepsel ve siyasi rekabet ile düşmanlık hislerinin açığa
vurulmasıyla izah etmek mümkündür. Türkiye’nin yakın ilişkiler sürdürdüğü iki ülke arasında gerginliğin de ülkemizi güç tercihlerle karşı karşıya
bırakacağı anlaşılmaktadır

 d. İsrail- Filistin –Mısır:

2009’da “one minute” krizini takiben 2010’da İsrail’in İHH’in gönderdiği Mavi Marmara’ya vaki operasyonu sonucu iki ülke arasında baş gösteren gerginliğin zaman içinde (İsrail’in özür dilemesi, ailelerine tazminat ödemesi, Gazze’ye yardım konusunda bir şekilde mutabakata varılmasıyla) çözüldüğü anlaşılmaktadır. İsrail gerek teknolojisi ve askeri gücü gerek demokratik düzeni ve uluslararasında özellikle de ABD ‘de sahip olduğu etkinlik ve siyasi ağırlık nedenleriyle Türkiye için çok önemli bir ülkedir. Türkiye’de çeşitli yönlerden İsrail için aynı derecede önemli ve kıymetli bir ülkedir. Bu itibarla iki ülkenin ilişkilerinin yakınlaşması her yönden önemlidir.

Son günlerde Hamas’daki lider değişikliğinin öncelikle İsrail ve bölge barışı bakımlarından son derece olumlu bir gelişme olduğu açıktır.
Nitekim yeni Hamas liderliğinin İsrail Devletinin var olma hakkını tanırken kendini Müslüman Kardeşlerden ayıran net bir tutum takındığı görülmektedir. Bu suretle Müslüman Kardeşler Örgütünün Tunus ve Mısır’dan sonra Filistin’de de etkisini kaybettiği anlaşılmaktadır. Bu gelişmeler siyasi İslam’ın son devirlerde belki de en köklü, popüler zaman zaman silahlı eylem ve ayaklanmalara sahip çıkan Müslüman Kardeşler Örgütü için büyük bir darbe teşkil ettiği gibi bölgede de belirli bir gerilemenin işareti olarak görmek yanlış olmayacaktır.

Diğer ilginç bir gelişmeyi de Suriye’de çatışmaların başından itibaren Esat kuvvetlerinin yanı sıra Şii Hizbullah Örgütünün de hafta sonunda Suriye, Lübnan sınırının temizlenmiş olduğu gerekçesiyle birliklerini geri çekeceğini açıklaması teşkil etmektedir. Sürpriz ile karşılanan bu karar bazı yorumculara göre Trump’ın bir süredir İran’ın ve Hizbullah’ın Suriye’den çekilmesi yolundaki talebinin sonucu olmaktadır.

Türkiye’nin son zamanlarda bölgenin ve Arap aleminin en ağırlıklı ülkesi Mısır’la ilişkilerini ihya ve yeniden işbirliğine yöneleceğine dair işaretler mevcuttur. Sisi’nin darbe ile Müslüman Kardeşler üyesi Mursi’yi devirmesinin gerek Arap aleminde gerek Batı’da uzun süreli fazla bir tepki yaratmamış olduğu hatırlanacaktır. Nitekim darbeyi takip eden birkaç ay sonra ABD Mısır’la askeri işbirliğini tekrar canlandırarak yardımlara başlamış, Fransa Rusya için imal ettiği iki adet helikopter/çıkartma gemisini Mısır’a devretmiştir. Arap aleminden ilk yardıma koşan Suudi Arabistan olmuştur. İki devlet başkanının muntazam aralıklarla bir araya geldikleri ve Suudi Arabistan’ın Sisi’ye ilk aylardan itibaren
önemli mali yardımlarda bulunduğu bilinmektedir. Türk özel sektörünün Mısır’da önemli sayılabilecek yatırımlarını ilaveten civar ülkelerden ihracat yönünden Mısır’dan faydalandığı, Türk deniz ulaştırması açısından Süveyş kanalının önemi de bilinmektedir. Bu itibarla Mısır’la ilişkilerin bir an önce normalleştirilmesinin her yönden faydalar sağlayacağı açıktır.

Mısır ve İsrail ile ilişkilerimizin normalleştirilip iyileştirilmesinin diğer bir önemde Doğu Akdeniz Bölgesinin zengin hidrokarbür yataklarına sahip olması ve bölgenin alakalı ülkeler arasında sınırlandırılması, bulunan tabii gaz rezervlerinin Avrupa pazarlarına ulaştırılması teşkil etmektedir. GKRY ve Yunanistan’ın bu konuda gayet faal politikalar takip ettikleri bilinmektedir. Her ne kadar tabii gazın Türkiye üzerinden boru hattı ile Avrupa pazarlarına sevki ekonomik yönden yararlı görünüyorsa da Türkiye’nin vakit kaybetmeksizin hem sınırlandırma hem de boru hatları konularında aktif bir tutuma girmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

28 Haziran 2016 Salı

Orta Doğu’da Değişen Dengeler



Orta Doğu’da Değişen Dengeler,











Orta Doğu’da yıllar boyu süre gelen dengelerin 21. Yüzyılın başından itibaren vuku bulan başlıca 3 önemli gelişme ile değiştiği ve değişmeye de devam edeceği anlaşılmaktadır. Bunların 2003 de ABD’nin Irak’a askeri müdahalesi ve bunun sonucu Saddam ın ve Baas rejiminin devrilmesi, 2010-2011’den itibaren bölgede başlayan Arap Baharı ve 2015 yazı itibari ile İran’ın Batı ile anlaşması olarak belirlemek mümkündür.

1.ABD’nin Afganistan’da aşırı Sünni Taliban’ı iktidardan uzaklaştırmasını takiben 2003’de Irak’da Saddam’ı ve Sünni Baas rejimini devirmesi İran’ı Batı ve Doğu’da maruz kaldığı Sünni kıskacından kurtararak rahat bir nefes almasını sağlamıştır. Buna ilaveten Irak’ta asırlardır baskı altında tutulan Şii çoğunluğun seçim yolu ile iktidara gelmesi İran’ın elini kuvvetlendiren önemli bir diğer gelişme olmuştur. Bu suretle İran bölgede ve Körfezde önemli bir müttefike sahip olmuştur. Askeri ve siyasi yönden büyük bir hareket serbestisine kavuşan İran hiç vakit kaybetmeden askeri gücünü artırmaya, bu çerçevede çeşitli menzillerde balistik füze imaline başlarken nükleer programına da hız vermiştir. İran’ın Sünni Saddam baskısından kurtularak bölgede belirli bir güce ve hareket serbestisine erişmesi başta Suudi Arabistan olmak üzere ülkelerinde çeşitli oranlarda Şii unsurlar barındıran Körfez ülkelerinde de rahatsızlık ve endişe yaratmıştır.

a) Saddam’ın devrilmesi ve Bağdat’ta Sünni Baas iktidarı yerine Şiilerin iktidara gelmesi Suriye’de Esed rejimini rahatlatan ve hareket serbestisini genişleten bir gelişme olmuştur. Nitekim Saddam’dan kurtulan Esed’in Lübnan’da etkisini artırdığı ve siyasi hayatta söz sahibi olduğu hatırlanacaktır. Buna ilaveten Esed İran’ın Orta-Doğu’daki tüm faaliyetlerinde Hizbullah’ın kurulması ve askeri güç haline getirilmesi, Hamas’a yapılan her türlü destekte Tahran’ın yanında aktif olarak rol oynayabilmiştir. Irak’ta Baas’ın ve ordunun o zamanki ABD Valisi Bremer tarafından tasfiyesi ülkede Sünni/Şii kutuplaşmasına ve gruplar arası şiddetli çatışmalara yol açmıştır. Herhangi bir tazminat ve emekli maaşı verilmeksizin memleketlerine dönmek zorunda bırakılan Saddam’ın kurmaylarının daha sonraki yıllarda IŞİD saflarında görev aldıkları bilinmektedir. Ülkedeki bu Sünni/Şii kutuplaşmasına paralel olarak keza işgal döneminde hazırlanıp referanduma sunulan Anayasa ile Irak Federal bir Cumhuriyet haline gelmiş, Kuzey Irak’ta Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgede de Kuzey Irak Kürt Yönetimi kurulmuştur. Tarihte kısa ömürlü Kürt kuruluşlarının dışında Kuzey Irak Kürt Yönetimi hukuken oluşturulan ilk Kürt hükümetidir. Bu oluşumun diğer üç ülkedeki (Türkiye, İran ve Suriye) Kürt toplumlarında önemli yansımaları olduğu ve de olacağı aşikârdır.

b) Türkiye bu dönemde Irak’taki köklü değişim karşısında gayet dikkatli hareket etmiş ülkedeki çeşitli etnik, dini/mezhepsel gruplarla temaslar yürütmüş, Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi ile ilişkilerini geliştirmiş, savaşta yakılan/yıkılan yerlerde Türk müteahhitlik firmaları gayet faal bir duruma gelmişlerdir. Keza bu dönemde NATO ve Batı kuruluşlarının güvenilir bir üyesi olan Türkiye’nin dış politikada ve özellikle Orta Doğu’da ülkelerin iç işlerine karışmama, birbirleri ile olan anlaşmazlıklarında taraf tutmama ilkesine titizlikle riayet etmesi bölge ülkeleri ile dostluk ve işbirliği ilişkilerini geliştirmekten başka bir amaç gütmemesidir. Bu durum Türkiye’ye bölgede özel bir saygınlık, ağırlık ve etkinlik kazandırmıştır. Türkiye’nin o dönemde Lübnan’daki hükümet krizinde olumlu bir rol oynayarak çözüme ön ayak olduğu gibi Filistin ve İsrail’li yöneticileri Ankara’da bir araya getirerek arabuluculuk rolünü üstlendiği de hatırlanacaktır. Türkiye’nin bu dönemde Suriye dâhil bütün bölge ülkeleri ile ilişkilerinin en yüksek düzeye çıktığı ve bölgeye yönelik dış ticaretinin rekor seviyelere ulaştığı keza hatırlanacaktır.  Gene bu dönemde PKK ile çatışmalar durma noktasına gelmiş ve sorunun siyasi alanda bir çözüme kavuşturulması gündeme gelmiştir. Bu çerçevede iktidardaki AK Parti ilk defa HDP ile çözüm konusunda görüşmelere başlamıştır.

2.  Tunus’ta 2010 yılında başlayan sonra Libya, Mısır ve Suriye’ye sirayet eden Arap Baharı bölgede bir nevi deprem yaratmıştır denebilir. Libya’da Kaddafi, Mısır’da Mübarek devrilmiş, Libya kaosa sürüklenirken Mısır’da Mübarek’in devrilmesini takiben yapılan seçimlerle iktidara geçen Müslüman Kardeşler liderlerinden Mursi de bir müddet sonra askeri darbe sonucu iktidarı General Sisi’ye devretmiştir. Suriye’de takriben bir yıl sonra Müslüman Kardeşlerin de etkisi ile başlayan karışıklıklar kısa sürede bölgeye yabancı terör örgütlerinin karışması ile iç savaş haline dönüşmüş, daha sonra 2013’te Kuzey Doğu Suriye’de IŞİD’in kurulması ile daha da içinden çıkılması güç bir hale dönüşmüştür. İlk önceleri çeşitli muhalif grupları bünyesinde toplayan ve Türkiye’den de yardım alan çeşitli muhalefet gruplarından oluşan Özgür Suriye Ordusu sahada beklenen başarıyı gösteremediği gibi zaman içinde etkisini tamamen kaybederek cihatçı/militan örgütlerin bölgeye gelmesine zemin hazırlamıştır. Suriye’de iç savaş 6 ncı yılına girmesine rağmen Esad  halen iktidarda olup zaman içinde giderek kendisini de uluslararası alanda hiç değilse bir süre için kabul ettirmiş görülmektedir. İç savaşa İran’a ilaveten Rusya’nın da 2015’in sonlarına müdahil olması kuvvet dengesini belirli şekilde Esad lehine çevirmiştir. Rusya Suriye’deki mevcudiyet ve etkinliğini dikkat çekici şekilde arttırarak yalnız Suriye’de değil bölgede de önemli bir aktör haline gelmiştir.

a)  Suriye’deki iç savaşın ve kaos ortamının IŞİD’in yanı sıra diğer bir yan ürünü de o tarihe kadar büyük kısmının kimliğinin dahi reddedildiği ve büyük baskı altında tutulan Suriye Kürtlerini birleştirip teşkilatlandırılmasına olanak sağlaması olmuştur. Barzani’nin yardım ve aracılığı ile bölgede çeşitli Kürt kuruluşları PYD/YPG bünyesinde birleştirilmiş, Peşmergeler de silahlı elemanları eğitmişlerdir. Bugün varılan aşamada Suriye’de Kürtler Kuzey Doğu Suriye’de iki yerleşim bölgesini Türkiye sınırı boyunca iki kanton halinde birleştirmişler ve bunu Batı’da ki üçüncü kantonla bütünleştirmeye çalışmaktadırlar. Ne var ki bu bütünleşme olsa dahi Kürtler Akdeniz’e doğrudan ulaşmış olmayacaklar ve Akdeniz’e çıkış için Hatay’ı kullanmak zorunda kalacaklardır. PYD/YPG halen IŞİD’e karşı sahada çarpışan tek kara kuvveti olarak belirli kazanımlar elde etmekte ve aksi iddia edilse de gerek ABD ve gerek Rusya’dan her türlü yardımı aldığı açıktır. Kürtler bugüne kadar Cenevre barış görüşmelerine Türkiye’nin itirazı üzerine davet edilmemişlerdir. Ancak Kürtlerin Suriye’de ABD ve Rusya tarafından tanınan ve yardım edilen önemli bir güç olarak eninde sonunda Suriye’nin siyasi geleceği ve yapılanmasında bir şekilde söz sahibi olabilecekleri gerçeğinin akılda tutulması faydalı olacaktır.

b) Kürtlerin Kuzey Irak’ta federe de olsa devlet kurmalarından sonra Suriye’de de teşkilatlanıp söz sahibi olmalarının ister istemez PKK terör örgütü üzerinde çeşitli teşvik edici etkileri olduğu şüphesizdir. Bu dönemde AK Parti hükümetin yürüttüğü açılım süreci görüşmelerinin devamı dolayısıyla PKK’nın ileriye dönük bazı hazırlık eylemlerine daha rahat yürüttüğü gözlenmiştir. Görüşmeler Şubat 2015’de Dolmabahçe’de varıldığı söylenen mutabakatın daha sonra hükümet tarafından “yok” ilan edilmesi ile son bulmuştur. 
Bu dönemde HDP’nin ılımlı söylemleri ile bir Türkiye partisi olma yolunda başarılı adımlar attığı ve Haziran 2015 seçimlerinde barajı rahat geçerek 80 milletvekili kazandığı hatırlanacaktır. HDP’nin bu başarısının doğurduğu konuya Meclis çatısında siyasi bir çözüm aranabileceği umudu PKK terör örgütünün aniden Temmuz ayı başında bazı yerleşim merkezlerinde terör eylemlerine başlaması ile son bulmuştur. Çözüm sırasında faydalandığı barış havasından istifade ile türlü yığınak yaptığı kentlerde PKK bir nevi iç savaş havası estirmiştir. PKK’nın bu ani eylemlerini bazı gözlemciler HDP’nin kamuoyunda kazandığı başarısının ve liderlik iddiasının Kandil’de yarattığı rahatsızlık ve Kandil’in siyasi çözüme karşı olması ile izah etmektedirler. Gerekçe ne olursa olsun terör eylemlerinin yeniden başlaması HDP’nin Kasım seçimlerinde büyük bir kayba uğramasına neden olduğu gibi bir kısım HDP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için hükümetin hareket geçmesine neden oluşturmuştur.

PKK terör örgütünün büyük umutlarla başlattığı şehir savaşında hedeflediği halk ayaklanmasını gerçekleştiremediği gibi şehirlerde giriştiği şiddet ve yıkımın bölge halkını her yönden perişan ettiği açıktır. Bugün varılan aşamada Öcalan’ı ve HDP’yi saf dışı bırakan PKK’nın terör yoluyla istediklerini elde etme yoluna girdiği görülmektedir. Terör estirilen üç yerleşim merkezinde PKK’nın büyük kayıplar vererek temizlendiği, halen aktif olduğu bir kaç yerde de güvenliğin kısa sürede sağlanacağı beklenmektedir. Ülkemizde Kürt sorununun terör sorunu ile zaman zaman iç içe girmesi ile sorunun giderek daha karmaşık hale geldiği görülmektedir. Sorunun sadece güvenlik önlemleri ile çözülemeyeceği açıktır. Irak ve Suriye’de Kürtlerin lehine oluşan gelişmelerin özelliklede ABD ve Rusya’dan türlü yardım alan PYD/YPG’nin giderek Suriye’nin geleceği hakkında söz sahibi olmasının, Kuzey Irak Yönetiminin bağımsızlık ilanına hazırlanmasının Türkiye’deki Kürt sorununu giderek daha karmaşık hale soktuğu da gerçektir. Bu itibarla vakit kaybetmeksizin bir yandan bölgenin yeniden devlet eliyle imarı ve halkın sosyal ve mali yardımlarla suretle entegrasyonunun sağlanırken, diğer yandan da sorunun siyasi çözümü için HDP dâhil tüm siyasi partilerin TBMM’nin çatısı altında harekete geçirilmesi gerekmektedir. Kabul edilecek çözüm paketi çerçevesinde yürürlüğe girecek ve bölgeyi her yönü ile kalkındıracak reformların PKK’yı daha da yalnızlaştıracağı düşünülmektedir.

c) Türkiye’nin Suriye politikası hakkında çeşitli bültenlerimizde ayrıntılı bilgi sunulmuş olduğu cihetle burada sırf hatırlatma babında bazı tespitlerle yetinilmektedir. Türkiye Suriye’de insan hakları ve demokrasinin ihyası amacıyla soruna müdahil olmuştur. Sorun 6’ncı yılına girerken ülkede 450.000’e yakın kişinin hayatını kaybetmesine, 12 milyon insanın da ülke içinde veya civar ülkelerde mülteci durumuna gelmesine yol açmıştır. Bu gün varılan bu ağır bilançonun yanı sıra aralarında yetişkin erkeklerin de bulunduğu mültecilerin Esad’a karşı muhalefet güçlerinin safında mücadele etme yerine ülke içinde veya dışında mülteci olmayı tercih etmeleri manidar görünmektedir.

Türkiye’nin Esed’in ve 40 küsur yıldır iktidarda olup başta Hristiyanlar olmak üzere toplumun hemen bütün tabakalarına çeşitli ölçülerle nüfuz etmiş olan laik Baas Partisinin gücünü ve İran ile Rusya’nın rejime kuvvetli desteğini göz ardı ederek Esed’in devrilmesi üzerine bina ettiği Suriye politikasında başarı kaydedemediği gibi Esed’in devrilmesi konusunda da yalnız kalmış durumuna rağmen aynı politika devam etmektedir. İlk dönemde Esed’e karşı olan ABD’nin zaman içinde önceliği IŞİD’e, AB’ninde mülteci sorununa verdiği bunlara mukabil Rusya ve İran’ın totaliter Esed’a giderek daha güçlü destek verdikleri izlenmektedir. Hemen bütün ülkeler 6’ncı yılına giren çatışmalarla Esed’in devrilemeyeceği ve çatışmaların uzamasının IŞİD gibi yeni sorunları yaratma tehlikesini göz önüne tutarak soruna siyasi çözümü öne almış durumdadırlar. ABD ve Rusya’nın BM’in temsilcisinin de katılımıyla toplantılar sürdürülmektedir. Toplantılardan çıkan hava Esed’in asgari geçiş döneminde iktidarını muhafaza edeceğini göstermektedir. Türkiye’nin bu toplantılara katılmasını veto ettiği PYD’nin Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olacağı ve toprak bütünlüğü çerçevesinde belirli bir statü kazanacağında şüphe bulunmamaktadır. Türkiye’nin bu gerçekleri göz önüne alarak Suriye Kürtleri ile ilişkilerini süratle düzeltmesinin hem hudut güvenliği hem de çözümlemeye çalıştığı Kürt sorunu yönünden faydalı olacağı düşünülmektedir.

Son olarak Rusya’nın Suriye’den bir kısım askeri birlik ve uçaklarını geri çektiği ilan edilmiştir. Moskova’nın bu kararında petrol fiatlarının düşmesi nedeni ile esasen ekonomik zorluklar içinde olan Rusya’nın günlük 3-4 milyon dolara varan masraflardan kurtulma arzusunun, siyasi çözüm yolu ilerlerken Suriye’de savaşan taraf görüntüsünden kurtulmak, Suriye muhalefetine bir jest, Afganistan benzeri bir batağa sürüklenmemek gibi çeşitli mülahazaların yanı sıra Rusya için büyük tehdit arz eden ve Suriye’deki radikal eğilimli grupların safında savaşan Çeçen ve diğer militanlara yeteri darbenin vurulduğu gibi hususların yer aldığı anlaşılmaktadır. Ancak Rusya’nın kısmi güç çekiminin Suriye’deki güç dengesini değiştirmediği, hava savunma sistemlerini, S-400 füzelerini aynen Suriye’de bıraktığını ve ayrıca üslerini koruyacak gerekli tedbirleri de aldığı görülmektedir. Bu açıdan 24 Kasım’dan beri Suriye hava sahasına girmeyen Türk savaş uçaklarının hareket serbestisi yönünden bir değişiklik yoktur. Bunlara ilaveten Türkiye’nin bir an önce geleneksel Orta Doğu politikasına geri dönerek başta İsrail ve Mısır olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirmesi, hem Suriye’de hem de bölgede önemli ve etkili rol oynayan ve oynayacak olan Rusya ile de güç olmakla birlikte gerginliği azaltacak adımlar atmasının zaruri olduğu düşünülmektedir.

3.  İran’ın Batı ile Anlaşması:

a) İran 75 milyonluk nüfus din/mezhep yönünden (% 90 şii, % 8 sünni müslüman) homojen ise de etnik yönden (% 45 fars, % 43 azeri, % 7 kürt, % 3 arap, % 2 türkmen) daha çeşitli bir manzara arz etmektedir. Ülkede okuma yazma oranı % 90 civarındadır. Siyasi hayatın tek aktörü İslami gruplardır. Bu gruplar içindeki reformcu ve muhafazakar kesimler görüldüğü kadarıyla bazı nüans farklılıkları saklı kalmak üzere teokratik rejim üzerinde mutabık görünmektedirler. Bu böyle olmakla birlikte okuma yazma oranının artması ve şehirleşmenin iktidardan rejimi liberalleştirilmesi yönünden beklentiler yarattığı da bir gerçektir. Nitekim son seçimlerin bunu teyit ettiği ve Ruhani için önemli bir destek teşkil ettiği görülmektedir.

b) İran ekonomisini ve halkın refah seviyesini ciddi şekilde etkileyen yaptırımların geçen Haziran’da BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ve Almanya (P5+1) ile imzalanan anlaşma ile sona erdirilmesi İran’ı ekonomik yönden rahatlattığı gibi siyasi yönden de tecritten kurtararak uluslararası camiaya dönüşünü sağlamıştır. Her ne kadar anlaşma ile İran’ın nükleer silah imali önlenmiş ve yasaklanmış ise de bugün İran bölgede İsrail ile beraber nükleer teknolojiye sahip bir ülke durumundadır. Keza anlaşma dolayısıyla 150 milyar dolar civarında olduğu ileri sürülen dondurulmuş hesapların serbest bırakılması İran’ı ekonomik yönden de cazip ülke durumuna getirmiştir. İran’ın Batı ile anlaşmayı takiben giriştiği balistik füze deneyimleri ABD’nin tepkisini çekmiştir. Ayrıca İran’ın bölgede etkili bir askeri güç olma niyet ve amacında herhangi bir değişiklik görülmemektedir. Bu çerçevede yaptırımlar öncesi Rusya’dan satın aldığı ancak yaptırımlara takılan hava savunma sistemini de almak üzere harekete geçtiği anlaşılmaktadır.  Anlaşmanın İran’a bölgede belirli bir ağırlık, prestij ve etkinlik kazandırdığı açıktır. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri İran’ın hegemonik eylemlere girişebileceği endişesini belirtmektedirler. Esasen Suudi Arabistan ve İran halen Yemen ve Suriye’de dolaylı savaş halindedirler. Kesin olan husus İran’ın bölgede Irak ve Suriye üzerindeki etkisinin artacağı, bölgedeki Şii militan grupları da kuvvetlendireceğidir. Keza kesin olan diğer bir husus da ABD’yi karşısına almadan Rusya ile işbirliği halinde Suriye’nin geleceği hakkında yürütülen görüşmelerde söz sahibi haline gelmiş olmasıdır. Başka bir açıdan bakıldığında bölgede başlayan ve giderek gerek bölge ülkeleri ve gerek Batı ülkeleri için büyük bir tehlike oluşturan Sünni terör örgütlerinin yarattığı tehdit ile mücadelede İran’ın zaman içinde önemli bir işbirliği ortağı haline gelmesi olasılığı da akla gelmektedir.

c)  Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler her zaman ikircikli bir seyir takip etmiştir. İki büyük İmparatorluğun varisleri olan Türkiye ve İran arasında daima gizli bir rekabet olagelmiştir. Türkiye İran’a uygulanan yaptırımları tam uygulamamış, gaz ve petrol alımını sürdürdüğü gibi Bazı aracılar vasıtasıyla İran’a bir takım ödeme kolaylıkları sağladığı da bilinmektedir.  Bugün iki ülke Suriye’de birbirine tamamen zıt politikalar yürütmektedir. İran’ın Batı ile anlaşmasının bölgedeki ağırlık ve etkinliğinin artmasının ve Sünni terörün şiddetlenerek yayılma göstermesinin ABD ve AB’nin Türkiye’ye bakışını  etkilemesi olasıdır. Bütün bu hususlara rağmen her iki ülkenin de aralarındaki ilişkileri ve İşbirliğini geliştirmeleri her ikisinin de yararına olacağı gibi coğrafyalarının da Türkiye ve İran’ı buna mecbur ettiği de bir gerçektir.

Dış politika ve Savunma Araştırmaları Grubu: 

Başkan: İlter Türkmen, Büyükelçi (E) - Dışişleri Eski Bakanı,Bşk.Yrd
Salim Dervişoğlu Oramiral (E), 

Üyeler

Oktar Ataman Orgeneral (E), 
Cemil Şükrü Bozoğlu Tuğamiral (E), 
Ahmet Oğuz Çelikkol Büyükelçi (E), 
Ünal Çeviköz Büyükelçi (E),  
M. Doğan Hacipoğlu Tümamiral (E), 
Oktay İşcen Büyükelçi (E), 
Güner Öztek Büyükelçi (E), 
Seyfettin Seymen Hv. Tümgeneral (E), 
Necdet Timur Orgeneral (E), 
Turgut Tülümen Büyükelçi (E).



..