Mussolini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mussolini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2020 Pazar

Zavallı, Sözde Avrupalı

Zavallı, Sözde Avrupalı 





Yekta Güngör Özden 
29.09.2003/Sayı:31


Türkiye ne zaman gücünün arttığını gösteren bir başarıyla, kültür, sanat, spor, bilim alanında bir etkinlikle ya da uluslararası bir durumla gündeme gelse Avrupa kaynaklı olumsuz değerlendirmeler, eleştiri ve öneri görüntüsü altında haksızlık dolu yaklaşımlar birbirini izler. Son günlerde AB raportörü Hollandalı Arie Oostlander’in üyeliğimiz için Kemalizm/Atatürkçülüğü engel saymasındaki saçmalık, amaçlı açıklamaların yenisi. 

Bu ilk değil. 

Önceki yıllarda da Atatürkçülüğü, Atatürk’ün yetiştiği Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, müslümanlığı, Milli Güvenlik Kurulu’nu demokratikleşme ve AB üyeliği için engel göstermişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nu sömürge durumuna düşürüp paylaşmayı gerçekleştirmek için saldırılar, oyunlar, planlar, antlaşmalar düzenleyen Avrupalılar kendi yaptıklarını unutup Türkleri barbarlıkla suçlamayı da sürdürürler. “Sözde Ermeni Soykırım Tasarıları” sıklığında olmasa da ısıtıp ısıtıp yineleyerek güncel kılmaya çalışırlar. İçimizdeki aymaz, bağnaz, değerbilmez korosu da bu tür safsatalara alkış tutarak kendi düşüncesinin ve amacının doğrulandığının kanıtı olarak yansıtır, neye araç olduğunun ayırdında mıdır bilinmez ama işbirlikçi durumuna düşer. 

Türkiye’nin atılımı Avrupalıyı kıskandırıyor 

Türkiye’nin her alanda gerçekleştirdiği atılım bilgisiz, kötü niyetli, tutucu Avrupalıyı kıskandırıyor ya da korkutuyor. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin içtenlikli bir izleyicisi olarak kimsenin toprağında gözü bulunmayan laik Türkiye Cumhuriyeti’nin, ölüm-kalım savaşı vererek yarattığı Türk Mucizesi sonunda, en büyük Türk Devrimi olarak gerçekleştiğini unuturlar. Bu gerçek bir yana, AB Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Tom Spencer’in AB üyeliği konusunda dürüst ve içtenlikli olmaya çağırdığı Avrupalıları Roger Geraudy’nin suçlamalarını da unuturlar. Alman tarihçi Hans-Ulrich Wehler’in amaçlı, gerçekdışı anlatımlarını, Türkiye-AB Parlamento Eş başkanı D. J. Bendit’le Huntington’un Atatürkçülük ve ulus devlette direnmeyi sakınca sayan, laikliği dışlayıp islamın çekirdek devleti olmamızı içeren çağdışı, sakat görüşlerine sarılırlar. Atatürkçülüğü ve onun başta gelen bekçilerinden Silahlı Kuvvetleri engel görmelerinde aşağılık duygusu da etkendir. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı sömürgeci ve yayılmacı güçlerle içimizdeki sapkınlara karşı kazanan ordulaşmış Türk Ulusu’dur.. Değişik soy ve inanç topluluklarına karşın elde edilen yapı Avrupalının emperyalist emellerinin engelidir. Tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve aydınlanma amaçlı Anadolu İhtilali başarıya ulaşmış, dinsel ağırlıklı kişisel yönetimle birlikte tüm çürük yapı yıkılmış, Osmanlılıkla hiçbir ilgisi olmayan yepyeni bir kurum sonsuza değin bağımsız yaşatılacak sağlıklı temeller üzerine oturtulmuştur. Bu temel, Atatürk ilkelerinin oluşturduğu Türk Devrimi’dir. Tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni cumhuriyetle demokrasi yaşama geçirilmiş, uygarlığın tüm olanakları her alandaki çabalarla sağlanmış, çağdaşlaşma Avrupa’yı şaşırtmıştır. Atatürkçülük, evrensel değerleri ulusallaştırarak kendini her gün yenileyen, Türkiye’ye özgü düşünce dizgesi, izlence ve uygarlık yöntemidir. İnsanımız tebaa olmaktan yurttaşlığa, toplum ümmet durumundan ulus düzeyine çıkmıştır. 

Doyumsuz Avrupa Atatürk’ün yaptıklarını görmezden gelmektedir 

İşgal günlerinde 339 tekke, 19 tarikat bulunan İstanbul, dünya kenti olarak Türkiye’nin simgelerinden biri kılınmıştır. Üç tür okul, beş tür mahkeme, onbeş tür nikah son bulmuş, gerçekleştirilen devrimlerle Türkiye, 1930’ların dünyada sayılı on cumhuriyetinden biri olmuştur. Tito, küçük kültürleri bağımsız kılarak Yugoslavya’yı tutacağını sanmakla aldanmış, Atatürk ulusallaştırarak kazanmıştır. Atatürk ilkeleri, marksizmi ve kapitalizmi geride bırakmış, kadınlara siyasal hakları Isviçre’den 40 yıl önce vermiş, Avrupa kendi din savaşlarını, iktidar kavgaların, cinayetleri, Stalin’i, Hitler’i, Peten’i, Salazar’ı, Franko’yu, Mussolini’yi, Yunan cuntasını, Makarios’u, EOKA’yı ve öbür diktatörlerle demirperde ülkelerini, Atatürk döneminde Türkiye’ye sığınan 142 bilim adamını, Türkiye’nin Birleşmiş, Milletler Üyesi olarak uluslararası alanda görevlerini özenle yerine getirdiğini, krallıklarla kiliseler arasında süren savaşları, laikliği 300 yıl sonra 300 milyon ölü vererek yaşamaya başladığını unutmuştur. Bilgisizlik, bilinçsizlikle koyulaşmıştır. Doyumsuz Avrupa, Atatürk’ün din bağı yerine ulus bağını seçtiğini, ırkçılığı dışlayıp çağdaş milliyetçilikle dostluğu ve barışı yeğlediğini görmezlikten gelmektedir. Tarih ve siyaset bilgisinden, insanlık ve dostluk bilincinden, demokrasi ve ahlak erdeminden yoksun, içtenliksiz, kötü amaçlı, sözde dostlar AB için yeni koşullar hazırladıklarını duyurmaktadırlar. Bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre kurulan Türkiye Cumhuriyeti AB’ye eşit konumda girerse AB daha çok güç kazanır. 

Kapitülasyonlar Avrupalının ham hayalidir 

Tarihin çöplüğüne atılan Sevr ile kursaklarında kalan, Lozan ile iyice gömülen kapitülasyonlar, Ermeni ve Kürt devletleri Avrupalının ham hayali olarak sırıtmaktadır. 1536’da Fransa ile başlayıp 1569’da genişletilen kapitülasyonları 1583’de İngilizler’in “serbest ticaret izni alması, 1829’da ABD ile 1838’de İngiltere ile ticaret Anlaşması imzalanması izlemiştir. 1839 Tanzimat, 1856 Islahat Fermanları, yabancı dayatmasıyla yenilik görüntüsü altında yeni ayrıcalıkların, büyük ödünlerin verilmesidir. 1876 Berlin Anlaşması ile iyiden iyiye Avrupa’nın koruması altına giren Osmanlı İmparatorluğu 1881’de Muharrem Kararnamesiyle Düyun-u Umumiye’nin esiri olmuştur. Günümüzde olumsuz sonuçları acı ve üzüntüyle izlenen 1963 Ankara Anlaşması, 24 Ocak 1980 kararları, 1995 Gümrük Birliği Antlaşması, 1999 Helsinki koşulları, 2000 Katılım Ortaklığı Belgesi, 2001 Ulusal Program AB’nin Türkiye’yi kıskaca alma, kuşatma, çevirme, uydu yapma kanıtlarıdır. Çok Yanlı Yatırım Anlaşması (MAI)’ndan sonra tahkimle başlayan, özelleştirmelerle devletin sosyal niteliğini bozan gelişmeler de bu dizidedir. Atatürk ise 1934’de Balkan Paktı’nı, 1937’de Sadabat Paktı’nı gerçekleştirmiştir. 

İşte Irak Savaşı. Avrupalı kendi katılıklarını, dinciliğini unutup dünyanın müslümanların çoğunlukta olduğu 53-54 ülkesi içinde Türkiye’nin en uygar, en demokratik, dinsel gereklerin en özgür ve en mutlu biçimde yerine getirildiği, bunu da Atatürkçülüğün en belirgin ilkesi laikliğe borçlu olduğunu görmek istememektedir. Türkiye ile Yunanistan arasında tüm sorunları çözmeye başlayıp dostluğu güçlendiren 30 Ekim 1930 anlaşmasını imzalayan Elefterios Venizelos’un 12.1.1934’de Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösteren ve Oslo’daki yetkili komiteye yazılan mektubu, Birleşmiş Milletler Kültür Bilim Komisyonu (UNESCO)’nun ilki 1963’de, ikincisi 27.11.1978’de “Atatürk’ün doğumunun 100. yılının tüm üye ülkelerde törenlerle kutlanmasına” ilişkin kararını yeniden okumalıdırlar. Atatürkçülüğün o zaman yalnız Türkiye için değil, bölgemiz için, Avrupa için ne kadar yapıcı ve yararlı bir kaynak olduğunu anlayacaklardır. Doğunun batısında, batının doğusunda ilk demokratik devlet. İlk kez dinle siyaseti, siyasetle askerliği ayıran, dostluklara önem veren, aydınlanma devrimleriyle toplum yapısını değiştirip geleceği kurtaran Atatürk’tür. Aykırılıklar, çelişkiler, bozukluklar, olumsuzluklar Atatürkçülük’ten değil yöneticilerden kaynaklanan kötülüklerdir. Çarpıklık, siyasal alanın sayrılığındandır. Avrupa’nın kendi çirkinliğini yansıtan yakışıksız suçlamalarına, bahanelerine ve karalamalarına iktidarın sessiz kalması destekçisi şeriatçı kesimin sevinç çığlıkları atması düşündürücüdür. Yazıklar olsun! 

Not: Günlük bir gazetenin kısaltarak yayınladığı yazının tam metni


http://www.turksolu.com.tr/31/ozden31.htm


***

1 Ekim 2017 Pazar

SİZ DE Mİ VEBALDESİNİZ YOKSA?

SİZ DE Mİ VEBALDESİNİZ YOKSA?


Osman KARABABA 
karababaosman@hotmail.com




Behlül Dâne, bir gün mezarlıkta dolaşırken üç “kuru kafa” bulur, götürür pazara... Koyar tezgahın üzerine, başlar çağırmaya:

-”Satılık kuru kafa geldiiii! Satılık kuru kafaaa!..” diye... Üzerlerine 1 dirhem, 10 dirhem, 100 dirhem diye fiyat yazar.
Sorarlar Behl-ül Dâne’ye:

-”Üçü de nihayetinde ‘kuru kafa’, niçin üçü de farklı fiyata?..” diye.

Behl-ül Dâne şöyle izah eder:

Bu, taş kafa; 1 dirhem: Kafasına hiç laf girmez. Okuma, yazma bilmez. Nasihat dinlemez. Zır cahil...
Bu, boş kafa;10 dirhem: Nasihat dinler ama uymaz; laf bir kulağından girer, öbür kulağından çıkar. Okuma yazma bildiğinden her şeyi bildiğini sanır, çünkü okumaz, yarı cahil...

 Bu, hoş kafa;100 dirhem: Amel-i salih, ihlaslı, çok okur, araştırır, sorar, söz dinler, okuduğunu anlar, her şeye kafa yorar, insan-ı kamil... 100 dirhem.”

Şimdi size gelelim:

Yaptıklarınız, taptıklarınız sizi anlatır, değer verdikleriniz, konuştuklarınız sizi ele verir, sahip olduklarınız, kafa yorduklarınız tıynetinizdir.

Yüreğiniz varsa koyun ortaya...
İşte terazi işte dirhem... Çekin kendinizi tartıya...
Yarın kuru kafa olduğunuzda bunlardan hangisine girmiş olurdunuz?
Sahi, hiç düşündünüz mü?

*
Herkesin bilmekte ahkam kestiği, ancak gerçekte kafalarda lodos estiren bir soru:

Nedir okumak?

...?!

Okumak insan olmaktır...

Siz şimdi, “Ne yani, okumayanlar insan değil mi?” diye çı- kışacaksınız, ama... Hayır, biz okumayanların insan olmadığını iddia etme derdinde değiliz. 
Bilakis, “okumak sadece insana has bir özellik” olduğu için bu sahip olduğu şerefi hatırlatmak istiyoruz. Siz buradan gerekeni çıkarırsınız..
Okumak insan olduğunun farkına varmaktır. Bu yüzden okumak şükürdür, bütün zamanlarda huzur... Okumamak vebaldir, her devirde esas muzır...

Şimdi de “Okumayanlar nasıl vebalde olurlar?” diye kızacaksınız tabii. Ben de size “evet,vebaldeler; günah işliyorlar” diyorum. Peki, Allah bütün kullarına Kuran’da  “Oku!” diye emretmedi mi? Okumuyorsan Allah’ın emrine uymuyorsun demektir ki, bu da günah değil mi?

 Okumak; Kuran’da Zuhruf Suresi, 54. Ayettin “Firavun kavmini aşağıladı, ahmaklaştırdı, paramparça etti, öyle yönetti.” mealini kavrayarak tarihte Mussolini, Hitler,  Çavuşesku, Saddam, Stalin gibi nice diktatör, kral veya liderlerin ülkelerini yokluk, sefalet, zulüm, vahşet ve zillete nasıl düşürdüklerini ve her devirde bunun değişik  kılıkta tekerrür edeceğini anlamaktır.

Okumak, düşünmektir, düşündürmektir, “kalpte iman taşımanın avuçta ateş taşımak olduğu zamanda” şerefsizliğe düşmemektir...
Rantları, saltanatları uğruna satılmışlara vicdan azabını tattırmaktır. Çünkü okumak; mizan olmaktır hakka, adalet için yorulmak, alın teriyle yoğrulmak, zulme karşı doğrulmaktır...

Okumak, emek soğurmak değil, enerji üretmektir... Canlı olmaktır, bilgiyle dolmaktır, gerçeği bulmaktır...Yol olmaktır peşinden geleceklere, dil olmaktır dilsizlere...

Eşik olmak sezgilere, gökyüzü olmak sevgilere... Kafa yormak yergilere; cevap vermek sorgulara... Konu olmaktır dergilere..
Peki, siz bu zevki tattınız mı?.. Yazık!
Okumak; kendin olmaktır, maskelerden kurtulmaktır. Okumak kula kul olmamaktır. Zaafların tanrılaşmasından münezzeh olmaktır.
Elham Suresinin her okunmasında “Allah’ım ancak sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.” diye Allah’a edilen yeminin farkında olarak kişileri rableştirmemektir.
Okumak; iletişim kurmaktır, iletken olmaktır. Her şeyden haberdar olmaktır.
Okumayan insan, beyni oksitlenendir, hurdaya çıkandır, paslanandır... Sıcaklarda donandır, buzullarda yanandır. Hakikatler gözüne batarken martavallara kanandır... 

Dünyada iken cehennemde yanandır...

Okumak düşmemektir tuzaklara, ulaşmaktır uzaklara, oturmamaktır kazıklara...
Tarihi çöz, devrini koy yanına... Bir şey geliyor mu aklına...

*
Okumak, karanlığa ışık olmaktır!..
Işık olmak nasıl bir şeydir, bilir misiniz?.. Yalana cellat,
Hakk’a âşık olmaktır! Aşkları, acıları, açları okumaktır!
Küçük şeylerin bile kıymeti, acil ihtiyaçta ya da tehlike anında daha iyi anlaşılıyor. “1898 yılında Küba’da meşhur doktorlardan William Gogas mecbur kalınca bir kavanoz dolusu ateşböceğinin ışığından faydalanarak bir askeri ameliyat etmişti.” Karanlıkta kalmanın bedelini ödemeyen zihniyet, ışığın kıymetini ne bilsin...

Okumak ilim, fen, teknik ve sanatta zirveye tırmanmaktır.
Uzay çağında yıldız, yıldız savaşlarında söz sahibi olmaktır.
Dünyada en büyük güç olmaktır okumak... Âtiden maziye kanatlanmaktır...
Çağlara hükmetmektir ...
Okumak özgürlüktür, okumayan zihniyet özgülüğü ne bilsin?
Türk dünyasının büyük yazarlarından ve düşünürlerinden Cemil Meriç, gözlerini yitirme pahasına kitap okumaya devam etmiş, âmâ olunca da kızı her gün ona kitap okumuştur. Kütüphanesinde 20 bin kitabı olan Cemil Meriç, öbür dünyaya götürmek için mi bu kadar kitaba sahip oldu, dersiniz? Dar kafalar, yaşadıkları debdebeli hayatı yazarlara, düşünürlere borçlu olduğunu kavrayabilirler mi acaba?

Okumak bir sevdadır, her gönül dayanmaz buna... 
Baharda gövermezse ağaç, elbet döner oduna...
Okuyarak canlı Kalmak, Kuruyup odun olmak, Senin elinde... 

Osman KARABABA 
BİLĞİ YURDU DERGİSİ SAYI 60

9 Ekim 2015 Cuma

Atatürkçü Gençlik





Atatürkçü Gençlik



Yekta Güngör Özden

Hızla değişen dünya ve ülke koşulları toplumları ve bireyleri de etkilemektedir. Bu doğal bir oluşumdur. Ancak, etkilemenin olumlu ve olumsuz yanlarını iyi belirlemek, yararsızlıklardan kaçınıp yararlıları yeğlemek gerekmektedir. Toplumların ileri gitmeleri, kalkınmaları, geleceklerini güvenceye bağlamaları böylece olanaklıdır. 

Türkiye’mizin 1919’da başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecini utkuyla bayraklaştırıp tüm tutsak uluslara örnek olacak bir atılımı gerçekleştirdikten sonra başarmaya çalıştığı çağdaşlaşma koşusu yeterince kavranamamıştır. Büyük ATATÜRK’ün kaynağını oluşturduğu Türkiye Aydınlanması yalnız ülke topraklarının yayılmacı ve sömürgeci yabancılardan kurtarılmasını değil, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne taşıyacak bir yenilenmeyi ve yapılanmayı amaçlıyordu. Bağımsızlık, özgürlük ve ulusal egemenlik temelinde bir soylu yükselişi anlatan bu düşünce usa, bilgiye ve bilime dayanmakta idi. “Yurtta barış, dünyada barış” özdeyişiyle açıklanan, her tür gericiliğe ve aşırı akımlara karşı olan bu anlayış yine ATATÜRK’ün önderi olduğu TÜRK DEVRİMİ’yle yaşama geçirilmiştir. ATATÜRK İLKELERİ’nin çizdiği yolda kazanılan aşamalar tüm dünya uluslarının beğenisiyle karşılaşmış, Türkiye Cumhuriyeti 1920-1930’lu yıllarının en iyi, en demokratik devletleri arasında sayılmış, ATATÜRK de Yunanistan Başbakanı Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiştir. 

Kimseye borçlanmadan, Osmanlı borçlarını ödeyerek, millileştirme yaparak, Türk parasının dolara eşit değerini koruyarak, ülkemizin her yerini yollar, demiryolları, okullar, barajlar, yapılarla donatıp bayındır kılarak başarılanlar TÜRK MUCİZESİ’nin barış dönemini simgelemektedir. 

19 yılda kurtuluşu, kuruluşu, yeniden yapılanmayı sağlamak, küller ve yıkıntılar içinden modern cumhuriyete ulaştırmak, tebaadan kişilikli bireye, ümmetten ulusa taşımak inanılması güç bir oluşumdur. 

Şimdilerde Türk islam sentezi gündeme getirilerek saptırılmak, geriye çekilmek istenmekte, dinsel ağırlık yinelenmektedir. Önleyen laikliktir.

Tüm bunlar kendini eğtimenin, halkına inanıp güvenmenin, bilgi ve deneyimin, hukuka saygının, yurduna bağlılığın kazandırdıklarıdır. 
Son yıllarda kimi kişi ve kuruluşun siyasal dogmalara kendini kaptırıp Türkiyemize özgü yaşamak felsefesi, her gün kendini yenileyen düşün dizini olan Atatürkçülüğe karşı çıkıp yalpalaması, Atatürkçülük özlediklerini vermekten uzakmış sanarak siyasal kutuplar arasında gidip gelmesi, küreselleşmeyi ve globalleşmeyi kavramadan, Batı’nın baskı, dayatma, oyun ve ödün bekleyen aldatmacalarını değerelendirmeden sapkınlığa düşmüşçesine aymazlık içinde olması üzüntü vermektedir. İnsan haklarına dayanan demokrasinin yönetimdeki biçimi, ulusal yaşama geçişi olan cumhuriyeti daha gerçek ve geçerli kılma çabaları yerine, düşkırıklığı, umutsuzluk ve karamsarlık yayarak, kusurlu yöneticilerini, 1950- 2000 sapmalarını, savsaklamalarını unutarak laik cumhuriyeti suçlaması, her kurumdan daha yeni, her zaman yeni olana Atatürkçülük yerine “Yeni Atatürkçülük” önermesi yaralayıcı olmaktadır. Stalin, Hitler, Peten, Salazar, Franko, Mussolini ve daha nice diktatör, nice sultan gitti, Tito unutuldu ama ATATÜRK evrensel kişiliğiyle Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlyaşmış niteliğiyle yaşamaktadır. 

Laik cumhuriyetimizi emanet ettiği, Bursa Söylevi’nde de izlenecek yolu ve yöntemi açıkladığı TÜRK GENÇLİĞİ, süslü sözlere, alıntılara dayanan kopyacılığa, kendini kanıtlama gösterilerine, şimdilik Atatürkçü görünen sahtecilere, her şeyi yozlaştıran çıkarcılara, dün başka-bugün başka olup yarın başka olacaklarını açık-kapalı söyleyen ruhsal ve beyinsel bozukluğu bilinenlere, döneklere, çıkarcılara asla kanmamalıdır. 

Kökten dincilerin, etnik soykırımla devleti yıkıp toprak edinmeye çalışan yabancılara kuklalığı içine sindiren sayrılıların, dost görünerek bizi arkadan vurmaya çalışan yabancıların, kimi komşu ülkelerin amaçları birdir. Sevr’i yeniden gündeme getirmek, Lozan’ı geçersiz kılmak. 

AB kapısında oyalama, azınlık dayatması, Kıbrıs ve Ege ödünleri bunun kanıtıdır. 

İçimizdeki kimi sapkınlar da köktendincilerle etnik ayrımcıların ortaklığını, yarattıkları dehşeti ve vahşeti unutturarak bir tehlike olmadığını söyleyip yazmaktadır. Her şey apaçık ortadadır. Sağlık, yaşam, çevre, yaşam pahalılığı, eğitim-öğretim, üniversite, işsizlik, doğal kaynaklar, ekonomi, yargı bağımsızlığı, uygarlık vb. sorunlar bırakılıp şeriatçıların kurtarılması çabaları hızlandırılmakta, Anayasa ve yasaların değiştirilip düzeltilmesi yerine bunları araç kılarak sonuç alınmak istenmekte, çocuksu gösterilerle halk uyutulmaktadır. Medyanın bir kesiminin şakşakçılık, çıkarcılık, aydınlatma yerine aldatma izlenceleriyle neden olduğu karışıklık, 1980 sonrasında gelişen “ Köşe dönücülük ”le birleştiğinde toplumsal dokudaki olumsuz değişmeler daha iyi anlaşılır. 


İnanç özgürlüğünü en geniş boyutuyla ve en iyi biçimde yaşayan müslümanların Türkiye’de olduğunu unutup dinsel sömürüye kaçanların, Lozan Barış Antlaşması ve Bulgaristan’la imzalanan antlaşmada sayılanlar dışında Türkiye’de azınlık olmadığnı unutanların, her türk yurttaşının her yönden eşit olmasına karşın tersini savlayıp yayanlarla yaygınlaştıran ayrılıkçıların çoğulcu katılımcı kurallar ve kurumlar düzeni demokrasiyi kuralsızlık ve sorumsuzluk düzeni göstermek isteyen yaygaracıların, insan haklarını ve özgürlüklerini koruyup güçlendirmeyi bırakıp kötüye kullanarak sömüren bağnazların ve siyasal oyuncuların kötülüklerini gidermek başlıca yükümlülüktür. 

Sahte dindarlar, sahte demokratlar, sahte milliyetçiler, sahte Atatürkçüler laik cumhuriyetimizi gölgeleyip karartmak, yıpratıp yıkmak için çabalarını sürdürmektedirler. Yapay Atatürkçüler, geçek Atatürkçüleri yobazlarla birlikte “ Putçuluk ”la suçlarken kendileri ATATÜRK’ü özde yıkıp sözde savunarak, büst dikip resim asarak, nutuk atıp rozet takarak putlaştırmışlardır. “Atatürk tabusu” yapay Atatürkçülerle Atatürk düşmanlarının, sağ ve sol şaşkınların ortak ürünüdür. İrticanın Serv’le tırmanışını gizlemeye çalışarak gericiliğe destek verenlerin tıpkı “Laikperest, laikçi, jakoben” suçlamalarıyla sürdürdüğü, laiklik paranoyasıyla sergilediği sapkınlığın önünü amigolar, kuklalar, maşalar, çeteler, mafyalar, sakıncalı örgütler gibi. Yabancıların belli adreslere gelip belli kişilere görüşmesi hala kimilerini uyaramamıştır. 

ABD ile AB’nin karşılıklı paslaşarak gündemde tuttukları “ Sözde Ermeni Soykırım Tasarısı ” kapalı gözleri, sağır kulakları, duyarsız yürekleri, kerpiç beyinleri iyileştirememiştir. Uygarlık olanakları, ortak evrensel değerlerde birleşme, birbirinin toprak tümlüğüne, devlet varlığına, bağımsızlığına tam saygı ve eşiktlikle, barış içinde yaşama durumuna kimsenin bir diyeceği olamaz. Küreselleşmeyi bu çağdaş gerekler dışına çıkarıp uluslararası para kuruluşlarının yeni sömürü aracı türü uygulamayı bağımsızlığı karakteri bilen kimseye benimsetemezsiniz. Batı’nın çelişkili, ikilemli, çıkarcı ve bencil tutumu geleceğe ilişkin kuşkuların, çekinmelerin nedenidir. Bunları gözardı edip “ne olursa olsun, Avrupa Birliği olsun!” demek, tam üyelikten önce ödünlere katlanmak, tam bağımsızlıktan dönüp yarı tutsaklığa, ekonomik bağımlılığa düşmektir. 

Atatürk’ün bir bilim devleti olarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza değin bağımsız yaşatma andıyla onurlanan Gençlik buna olur veremez.
1930’ların dünya ekonomik buhranını tüm güçlüklere karşın atlatan, II. Dünya Savaşı’nın ateşini ülkesine yaklaştımayan, hiç bir iç ve dış dayatmayla değil doğrudan kendi isteğiyle 1950’de iktidarı değiştirerek demokrasiyi yeğlediğini kanıtlayan Türkiye ancak 10 yıl önce birleşen, hala topraklarında yabancı askerler bulunduran Almanya’dan, diktatörlükten yeni kurtulan ülkelerden demokrasi dersi alacak değildir. İçimizdeki tüm olumsuzlukları, ayrılıkları, bozukluk ve kötülükleri bilgiyle, uygar ve yürekli tutumlarla aşacak, kuruluş yıllarının coşkusu, onuru ve devingenliğiyle laik cumhuriyetimizi yücelteceğiz. 

En büyük gücümüz, geleceğin güvencesi olan gençliktir. 
En büyük Türk, en büyük Türk miliyetçisi, en çağdaş milliyetçi olan, insanlık ülküsüne yürekten bağlı olan ATATÜRK’ün yolu ve yönü hepimiz için başka hiçbir şey aratmayacak güzellliklerle doludur. “ Altıok ”la özetlenen ve her biri altın ok olan ilkeleri bizi sonsuza taşıyacak ışıklı düşün demektir. Atatürkçe çalışarak, Atatürkçe düşünerek, Atatürkçe yaşayarak, O’nu aşma çabasıyla O’na yaraşır olmayı erdem bilerek görevimizi başaracağız. O’nu örnek alacağız. Umutsuzluğa düşmeyecek, O’nun sözlerini anımsayacağız. Yoktan var olgusu, ölüm-kalım savaşını, çevremizde, uzak-yakın kimi ülkelerde gençleri gözetip sorumluluk bilincimizi dokuyacağız. Karşılıklı sevgi, saygı, güvenle, kavgayı değil, barışı seçerek doğrularda, yararlılarda, gerçekte birleşeceğiz. 

TÜRKİYE’de ve ATATÜRK’te birleşmek onurda, erdemde, en iyide buluşmak ve kucaklaşmaktır. 
Kışkırtmaları, hukuktanımazlıkları iterek bilgiyi ve kişiliği önemseyerek, ulusal değerleri ve çıkarları üstün tutarak çalışıp kendimizi aşmaya, yenilemeye çalışarak umut ve güven kaynağı olacak, ilkelerden asla ödün vermeyeceğiz. Andımız adımızdır.

Gençlerimiz siyasal oluşumlarla ilgilenmeli, siyasal partilerde görev alıp nitelikli yurttaşların örgütteki çoğunluğunu sağlamalıdır. Partilerüstü kavram, kurum ve ilkelerde birleşmeli, ulusal konularda parti ayrımı gözetmeksizin anlaşma ve dayanışma içinde olmalıdırlar. Terörün bitiği söylentileri giderek yayılmaktadır. PKK terörünün yurt içinde azaldığı gözlense bile yurtdışında yuvalanma, yığınak yapma ve hazırlıklar için aynı değrelendirme yapılamaz. Bu terör bitse bile köktendinci terör artarak sürmektedir. Terörün yalnız öldürme olayları sanılması da yanlıştır. Üniversitelerde, eğitim- öğretimi engelleme biçimindeki şeriat kışkırtması da bir terördür. 

Meyanın bir kesiminin tutumu da bir tür terördür. Trafik terörü de böyledir. Parti terörü, tarikat kadrolaşması, aşırı milliyetçi yerleşme ve kendi adamlarıyla devlet birimlerini doldurma böyledir.

Yargı kararları dinlenmemekte, kişiler için özel yasa çıkarılmakta, anayasaya aykırı yetki yasalarıyla KHK’ler için yıllar önce verilen kararlar, söylenenler ve yazılanlar unutulup yanlışlar ve yanılgılar yinelenmektedir. Sakıncalı eylemler, etkin ve çağdaş yaptırımlarla önlenecek yerde medyaya hoş görünmek için indirimler, ertelemeler getirilmekte, Türk Ceza Yasası’nın 312. maddesi saldırganların yararlanması için boş yere ilerde pişmanlık duyuracak biçimde değiştirilmek istenmektedir. Karşılıklı restleşmeler, gereksiz ve çocukça övgüler ve yergilerle demokrasiye kıyılmaktadır. Demokrasi zıtlaşma, hukuk inatlaşma kaldırmaz. Gençler bölünmemeli, kamplara ayrılmamalıdır. 

Tüm olaylar, kişiler, ilgili kavramlar, değerler, kurumlar gözetilerek özetle değindiğim olumsuzlukların giderilmesi, bir daha yaşanması için “bilinçli yuttaş, bilinçli toplum ilkesi” benimsenmelidir. Gerçeğe koşmalı, bunu sağlayacak bilime ağırlık verilmelidir. İnanmak ve dua etmekle değil, düşünmek ve çalışmakla güçlenebiliriz. Yazgıcılığı bırakıp yaratıcılığa bakmalıyız. 

Gençlerimiz istediklerini okusunlar ama hepsinden önce Atatürk’ün Büyük Söylev’ini okusunlar. 

Alçak gönüllü ve güler yüzlü olsunlar. Kişiliklerine düşkün ve tutkun olsunlar. Bilgi donanımıyla, insanlığa katkıyla, üretmekle, yurduna ve ulusal değerlere bağlılıkla övünsünler. Eğilip bükülmeden, ezilip çiğnenmeden, başı dik, alnı açık, yüzü ak yaşamak, gerçek yaşamaktır. Aydınlık savaşımcıları olarak gençleri selamlıyorum. 
Bu nedenle gençlerle birlikteyim. Gençlerin iyi yetişmesini, iyi yerlere gelmesini, ülke yönetiminde etkin olmalarını, herşeyi ve heryeri gençleştirmelerini istiyorum. Öğrencilik yıllarımda başladığım toplumsal çalışmaların, gençlerin eğitiminde ne ölçüde yararlı olduğunu biliyorum. İçte ve dışta Türkiye düşmanlarının desteklediği terör örgütü başının mesajını ayakta alkışlayan kandırılmış gençlerin bulunduğu toplumda Türkiye’yi Türkiye yapan Atatürk ilkelerini savunan usu özgür, bilgisi özgür, inancı özgür, yüksek karakterli ve sağlam yapılı Atatürkçü gençlerin varlığı kıvanç nedenidir.

Partizan liderlerinin şakşakçısı, devleti, ülkeyi ve ulusu kendi dar açılarından değerlendiren siyasal robotlar durumundakiler yanıldıklarını göreceklerdir. Ulusun değerlerini de iyi geleneklerini koruyup güçlendiren öbür uluslarla uygar ilişkiler kurarak barış içinde insanlığa katkıda bulunan, çalışmalar ve çabalarla bağımsızlık ve özgürlük konusundaki özenini vurgulayan, ülkedeki her yurttaşı kucaklayarak hep birlikte en iyi duruma ve düzeye gelmeyi ilke edinen çağdaş milliyetçilik, kötülüklerin, saplantıların, tutarsızlıkların karşısındadır. Çıkarına düşkün olan bireyler, toplumu kemirir. 

Ulusal kimliğini yadsıyan da yurttaş olduğunu savunamaz. Haklı olmayanın Allah’ı vatanı olmayanın dini olmaz. Değerlerimizi savunup korumak yerine yıpratmak ve yıkmak yapılabilecek kötülüklerin en ağırıdır. Atatürkçü olmayı suç sayma görünümlü çirkinlikler hepimizi yürekten üzmektedir. Yalan-dolanla, yağma ve talanla, kapkaççılıkla, şaklabanlıkla birşeyler sağladığını, biryerere geldiğini sananlar, kendi karanlıklarında yıkılır ve unutulurlar. Çürümüşlükle kokuşmuşluk en kötü belirtilerdir. 
Sakıncalı oluşumlar gençliğin duyarlılığıyla giderilecek kınanan davranışı olanlar gençliğe bakıp utanılacak, gençliğin uygar tepkileri ve çağdaş tutumuyla kendilerini düzelteceklerdir. 

Nasıl, Atatürk bizi 1919’larda birleştirmişse, kimi oyunlara gelmeden, kimi yapaylıklara aldanmadan Atatürkçülük’le Kemalizm’i, Mustafa Kemal Atatürk’ü birbirinden ayırmadan yine Atatürk’te birleşeceğiz. Yeniden Atatürk! Yeniden Atatürkçülük! Gençlerimiz kimilerinin kışkırtmasıyla birbirinden kopmamalı, birleşerek, daha sıkı dayanışma içinde kendilerini kanıtlamalıdır. 

Önce Siyaset Gençleşmelidir. Genç Düşünce, en Sağlıklı düşüncedir. 
Tembelliği, Yozlaşmayı ve Bozulmayı asla Bağışlamaz.


http://turksolu.com.tr/ileri/01/ozden1.htm



..