Muhalefet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muhalefet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2016 Çarşamba

Tayyip'in Büyük Şansı: MHP ve CHP'nin Beceriksiz Muhalefeti



Tayyip'in Büyük Şansı: MHP ve CHP'nin Beceriksiz Muhalefeti




Özgür Erdem
Tayyip'in en Büyük Şansı: Muhalefet Yapamayan Muhalefet


12 Haziran akşamı televizyonların başında tüm Türkiye, tüm Türkiye olmasa bile Tayyip'e oy vermeyen %50, "Nereye gidiyoruz" sorusunu kendisine sorarken, gidişatın farkında olmayan tek insan televizyon ekranlarında görünüvermişti: Kemal Kılıçdaroğlu!
Milletvekili sayısını artıran tek partinin CHP olduğunu anlatmış, çok kısa sürede partisinin oy oranını yükselttiğini söylemiş ve büyümekte olan CHP'den bahsetmişti...

İşin ilginci, iktidar partisinin yarısı kadar oy almış bir ana muhalefet partisi lideri bunları söylerken, CHP Genel Merkezi önünde toplanmış kalabalık da "Başbakan Kemal" sloganları atmaktaydı.

Bu bir inanmışlık mıydı, yoksa körlük mü?
Anlama Zaafiyeti miydi, yoksa kararlılık mı?

Siyasi kabızlığın bir örneği miydi, yoksa umudun mu?
12 Haziran seçim sonuçlarıyla birlikte pek çok siyasi tespit yapılabilir. Ancak, nedense üzerinde durulmayan bir gerçek var: Tayyip'in ve AKP'nin en büyük şansı, MHP ve CHP gibi muhalefet partilerinin olmasıdır. 9 yıllık iktidarına rağmen AKP'nin hiç yıpranmamış, aksine güçlenerek iktidarını devam ettirmiş olması AKP'nin başarısının değil, CHP ve MHP'nin başarısızlığının bir sonucudur.

AKP son iki yılda oylarını üçte bir oranında artırdı


2007
2009
2011
AKP
% 47
% 39
% 50
CHP
% 21
% 23
% 26
MHP
% 14
% 16
% 13
DP
% 5.4
% 3.7
% 0.6

Peki neydi muhalefeti başarısız kılan şey?

Muhalefet partileri sesini duyuramadı mı?

Hayır. CHP lideri Kılıçdaroğlu 81 ilde Miting yaptı. 
Bahçeli ise Diyarbakır'a bile gitti.

İki partinin de reklamları sürekli televizyonlarda döndü, gazetelerde yayınlandı, reklam panolarında yer buldu.
Yani, CHP de MHP de Türk insanına ulaşma konusunda bir sıkıntı yaşamadı.
Ulaştılar ulaşmasına da, demek ki doğru şeyler söylemediler ki, oy alamadılar.
Peki nerede hata yaptılar?
AKP'ye yanlış yerden yüklendiler. MHP de CHP de seçim süresince bir yoksulluk edebiyatı yapıp durdu. CHP'nin en büyük seçim vaadi "Aile Sigortası"ydı. Kılıçdaroğlu her eve 600 TL maaş bağlayacakları vaadinde bulundu. MHP'nin en yaygın söylemi de asgari ücreti 825 TL'ye çıkaracaklarıydı.
Ancak bu vaatlerle oy toplayamadılar. MHP'nin oy oranı düştü. CHP ise 2009 İl Genel Meclisi sonuçlarına çok yakın oy alabildi. İki muhalefet partisinin toplamda %39 oy aldığını görüyoruz. Tabloda da görülebileceği gibi, 2009'dan beri CHP ve MHP'nin oy toplamında bir değişiklik olmamış: %39. Üstelik bu seçimlerde eriyen Demokrat Parti'nin oyu da eklenirse, 2009 sonuçlarına göre muhalefet partileri %3 oyu AKP'ye kaptırmış.
Kısacası AKP, 9 yıldır iktidarda olmanın getirdiği kaçınılmaz yıpranmaya karşın, oylarını %38'den %50'ye artırmayı başarmış. Anlaşılan AKP, son iki yılda öyle bir atak yapmış ki, 2007-2009 yılları arasında %47'den %38'e kadar gerileyen oy oranını tekrar yükseltmeyi başarmış, üçte bir oranında artırabilmiş. Öyleyse 2011 seçimlerinin sonuçlarını gerçekçi bir şekilde analiz etmek istiyorsak, son 4 yılı ikişer yıllık zaman diliminde incelemek ve 2007-2009 ile 2009-2011 arasındaki farkı görmek durumundayız. Bu analizi yaptığımızda AKP'nin zayıf noktası da ortaya çıkacaktır.

AKP'nin " Bayrak Siyaseti "

2007-2009 döneminde AKP'nin oy kaybetmesine neden olan temel sorun artan PKK terörüydü. Peki, 2011 seçimlerine gelindiğinde PKK tehlikesi azaldı mı?
Hayır, aksine arttı. PKK 2009'a göre çok daha güçlü durumda. Artık İstanbul'un göbeğinde bile saldırılar düzenleyen, Doğu ve Güneydoğu'da güvenlik güçlerine göz açtırmayan bir terör örgütü konumunda.

Fakat 2009'da PKK terörünün artmasından AKP'yi sorumlu tutan Türk insanı, 2011 yılında bu algısını değiştirmiş.

Bunda da Tayyip'in 2011 seçimleri boyuncu yürüttüğü çok akıllı seçim kampanyası rol oynadı. Tayyip, bütün kampanya boyunca kendi deyimiyle " Bayrak siyaseti " yaptı. Sürekli PKK'ya ve BDP'ye vurdu. CHP'nin Hakkari'de tek bir Türk bayrağı bile açmadan düzenlediği mitingi eleştirdi. PKK'yla mücadele edeceğini sürekli vurguladı. Üstelik CHP kendi mitinglerinde Türk bayrağı açmazken, AKP mitinglerinde sürekli Türk bayrakları dalgalandırıldı.
Hatta, seçime birkaç gün kalmışken Tayyip, " Apo yakalandığında iktidarda olsaydık asardık "diyerek Türk insanını, tabiri caizse, " Can Evi "nden vurdu.
Halbuki, AKP değil miydi Kürt açılımını başlatıp şehit analarının yüreğine taş bağlayan?

AKP değil miydi, " Taş Atan Çocuklar Yasası "nı çıkarıp Serap Eser'in katillerinin serbest kalmasına neden olan?
AKP değil miydi, Habur'da teröristlerin serbest kalması için ayaklarına kadar mahkeme götüren, PKK'lıların Habur'da adeta bayram kutlaması yapmasına göz yuman?
AKP değil miydi, " Genel af " fı tartışmaya açan?
AKP değil miydi, " Kürtçe TV "yi bir devlet kanalı olarak kuran?
Sorular artırılabilir.
Ancak 2011 seçimlerinde temel mesele de buydu zaten. MHP ve CHP tarafından Türk insanına şu sorular sorulabilmiş olsaydı, seçim sonuçları bambaşka olurdu.
Ama maalesef sorulamadı.

Muhalefet AKP'den de Kürtçü olursa...




12 Haziran seçim sonuçlarıyla birlikte pek çok siyasi tespit yapılabilir. Ancak, nedense üzerinde durulmayan bir gerçek var: Tayyip'in ve AKP'nin en büyük şansı, MHP ve CHP gibi muhalefet partilerinin olmasıdır. 9 yıllık iktidarına 

rağmen AKP'nin hiç yıpranmamış olması, aksine güçlenerek iktidarını devam ettirmiş olması AKP'nin başarısının değil, CHP ve MHP'nin başarısızlığının bir sonucudur.

















Peki Türk insanı " Hafızası Zayıf " olduğu için mi bütün Kürt açılımına karşın AKP'ye yöneldi? Hayır. Türk insanını suçlamak büyük kolaycılık olur.
Bu noktada asıl sorumlu muhalefet partileridir. Türk insanına belli şeyleri hatırlatmadıkları için değil, Kürtçülük yarışında AKP'den geri kalmadıkları için.
CHP ve MHP, bütün seçim süreci boyunca AKP'nin Kürtçülüğünü hatırlatmak ve Habur sürecinin hesabını sormak yerine kendileri de Kürt açılımı yapıp durdular.
CHP Hakkari'de BDP'lilerle birlikte bir miting düzenledi. Ve özerklik vaadinde bulundu.
MHP ise Diyarbakır'da miting yaptı ve "Türk-Kürt kardeşliği"nden dem vurdu.
Hatta şu soruyu sormak lazım: AKP'nin en zayıf noktası olan Kürt Açılımı sürecinde yaşananların hangi birisini iktidar olsa CHP ya da MHP yapmazdı? Seçim sürecinde iki partinin de söylemlerini hatırlayıp yanıtlayalım.
"Taş Atan Çocuklar Yasası"nı mı çıkarmayacaklardı?
Kürtçe TV'yi mi kurmayacaklardı?
"Genel af"fa karşı mı çıkacaklardı?
Habur'da teröristleri mi tutuklayacaklardı?
Tabii ki hayır.
Bugün Habur'daki PKK'lıların avukatlığını yapmış olan Sezgin Tanrıkulu'nun genel başkan yardımcısı olduğu bir CHP mi bunları yapacaktı? Apo'yu asamamış olan MHP mi?
AKP, Türk insanına bu konuyu çok iyi anlattı.
Halbuki muhalefet AKP'nin Kürtçülüğüne vursa, AKP 2009'dan da düşük bir oy oranı alırdı. Sonuçta 2009'da AKP'yi zayıflatan Kürt Açılımı, asıl yerel seçimlerden sonra hızlanmıştı. Örneğin, Habur olayı Mart 2009'daki yerel seçimlerden sonra, Ekim 2009'da gerçekleşmişti. Ancak muhalefetin kendisi de en az AKP kadar Kürtçü olduğu için böyle bir yönelime giremedi.
Yoksulluk edebiyatının sonu: Oy yoksunu muhalefet
Peki ne yaptı muhalefet seçim sürecinde?
Kılıçdaroğlu 81 ile gidip ne anlattı?
Bahçeli seçim meydanlarında ne söyledi?
Bir yoksulluk edebiyatıdır tutturdular. Örneğin Bahçeli'ye tüm Türkiye'nin gülmesine neden olan "püskevit" gafını komik yapan şey de buydu. Mesele Bahçeli'nin bisküvi diyememesi değildi. Mesele, 60'lı yıllarda kalmış bir yoksulluk edebiyatına devam etmesiydi. Bugün bisküvi bile alamayan kaç çocuk var ki Allah aşkına? Siz nasıl bir dünyada, nasıl bir Türkiye'de yaşıyorsunuz?
MHP'nin bu ucuz yoksulluk edebiyatı haliyle bir etki yaratamadı. Aksine MHP'nin inanılırlığını, güvenilirliğini zedeledi. AKP'yi PKK üzerinden vurması beklenen Bahçeli "püskevit" edebiyatı yaparak komik duruma düştü.
CHP de aynı şekilde, seçim boyu yoksulluk ve yolsuzluk edebiyatından başka bir şey yapmadı. Kılıçdaroğlu'nun ağzından "Atatürk" sözü hiç çıkmadı. 2. Cumhuriyetçi yazarların yıllardır yaptığı"CHP Atatürkçülüğü bıraksın, yoksulların partisi olsun. Böylece çağdaş sosyal demokrat parti olsun." söylemi resmen gerçek oldu. CHP'nin yıllardır iktidar olmamasının nedeni sanki Atatürkçülüğüymüş gibi, Kılıçdaroğlu, Atatürk'ün adını ağzına almazken, aç yatan çocuklardan, aile sigortasından, emeklilerin haklarından bahsetti durdu.
Ancak bu yaptığıyla da inandırıcı olmadı.
Çünkü Türkiye'de kimse AKP iktidarı döneminde yoksullaştığını düşünmüyor.
Türkiye'nin yoksul bir ülke olduğu doğru. Ancak yoksulluğumuzun nedeni yapısal. Emperyalist-kapitalist sisteme bağlı ezilen bir ülke olmamızdan kaynaklanan bir yoksulluk yaşıyoruz. Türkiye'yi bir ABD'yle, Almanya'yla karşılaştırsanız, emperyalist ülkelerin neden bu kadar zengin, bizim de onların yanında neden bu kadar yoksul olduğumuzu sorsanız Türk insanından oy alabilirsiniz.
Ancak CHP ve MHP bunu tabii ki yapamadılar. Sistem dışı bir ekonomik alternatif yaratamadıkları için insanlardan 2002 Türkiyesiyle 2011 Türkiyesini karşılaştırarak oy istediler. En büyük hatayı da burada yaptılar. Çünkü bilindiği gibi AKP 2001 ekonomik krizinin hemen ardından iktidara gelmişti. Ve Türk insanı AKP öncesi Türk ekonomisi dendiğinde krizden başka bir şey hatırlamıyor. Muhalefet o krizi doğru bir şekilde anlatabilse, krizin ABD'nin Irak saldırısını ve Kürt devletinin kuruluşunu destekleyebilecek AKP gibi bir işbirlikçi parti iktidara gelebilsin diye çıktığını vurgulayabilse, işte o zaman yoksulluk propagandası tutabilirdi.
Ancak ABD'nin Ortadoğu projesinde rol almak isteyen bir CHP'nin, bir MHP'nin böyle bir söylem geliştirmesi de tabii ki mümkün değil.
Sonuç olarak CHP ve MHP'nin yoksulluk edebiyatı tutmamıştır. AKP'yi yanlış yerden vurmuş, daha da güçlenmesine neden olmuşlardır.
Bunun da en büyük nedeni, siyasi körlükleri değil, bunları söyleyemeyecek yapıda olmalarıdır. AKP'nin en zayıf noktası Amerikancı ve Kürtçü olmasıdır. Ancak en az AKP kadar Amerikancı bir MHP'nin, en az AKP kadar Amerikancı bir CHP'nin bu gerçeği dillendirmesi beklenilmemeli...
Bu açıdan CHP ve MHP'den oluşan bir muhalefet bugün Tayyip'in en büyük şansıdır. Türkiye'deki Amerikancı siyasi ve ekonomik sistem sürdüğü sürece AKP iktidarı da güçlenmeye devam edecektir. AKP'yi devirmenin tek yolu Amerikancı sistemi yıkacak bir muhalefet yürütmektir.
Böyle bir muhalefeti CHP ve MHP'nin asla yürütemeyeceği de ortadadır. Amerikancı sistemin dışında konumlanan bütün ulusalcıların umutsuzluğa hiç kapılmadan AKP'nin Amerikancılığına ve Kürtçülüğüne karşı muhalefeti daha da bir gür sesle dillendirmeleri Türk insanını AKP'den kurtaracak tek reçetedir.
Görev bizdedir.


1 Eylül 2015 Salı

Yolsuzluğun cezasını seçmen kesiyor



Yolsuzluğun cezasını seçmen kesiyor


30 SENE ÖNCE TÜRK SEÇMENİ YANLIŞINI GÖRDÜĞÜ SİYASETÇİYİ CEZALANDIRIRDI..
ŞİMDİ SİYASETÇİ TÜRK HALKINI CEZALANDIRIYOR..


< Yolsuzluğun cezasını seçmen kesiyor >


Türkiye 10 yıl sonra yine yolsuzluk iddialarının gölgesinde seçime gidiyor. AK Parti dört seçimdir ilk defa böyle ithamlarla karşı karşıya. Geçmiş deneyimler seçim öncesi yolsuzluk olayları karşısında seçmenin alternatif gördüğü anda tercihini değiştirdiğini gösteriyor. İşte son 30 yılın bir bilançosu...





DALAN’I İMAR VURDU 1983’teki seçimlerde yüzde 45,1 oy alan ANAP hemen ardından 1984 yerel seçimlerinde de yüzde 41,5 oyla belediyelerde de hakimiyetini ilan etti. En ciddi rakibi (SODEP) SHP’nin oyu yüzde 23,5’ti. Seçimin kalbi İstanbul’da ANAP’lı Bedrettin Dalan yüzde 49,6 oy seçildi. SHP’li aday Korel Göymen yüzde 26,2 oy aldı. Dalan, İstanbul’u imara açan başkan olarak tarihe geçti. Sarıyer sahil şeridi, Unkapanı, Tarlabaşı Bulvarı derken İstanbul adeta şantiyeye döndü. Ve bu imar harekatı yolsuzluk iddialarını da gündeme taşıdı. SHP’nin önergesiyle 1986’da Meclis’te kurulan Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu, 35 dosyayı Meclis’e sundu. Seçim öncesinde imar yolsuzluğu gazete manşetlerini süsledi.



İSKİ SHP’NİN OYUNU KESTİ 1989’daki yerel seçimlerde SHP’nin sloganı belliydi: “Dalan = Talan, Yalana da, Dalan’a da son.” Kampanya etkili oldu ve SHP’den Nurettin Sözen yüzde 35,9 oyla İstanbul’un başına geçti. SHP ülke genelinde de yüzde 32,7 oy aldı. ANAP’ın oyu yüzde 23,7’ye indi. Sözen dönemi için İstanbul suzukluk demekti. Muhalefet buradan vurdu ve 1991’deki genel seçimlerde SHP geriye düştü. DYP yüzde 27 ile birinci, ANAP yüzde 24 ile ikinci olurken, SHP yüzde 20,7 oyda kaldı. Bu dönem DYP-SHP koalisyonu iş başındaydı. Ancak SHP asıl darbeyi İSKİ ile yiyecekti. İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel’in ihaleleri paravan şirketlere aktardığı ileri sürüldü. Seçime bir kaç ay kala 1993’te patlayan ‘klor’ davası SHP’ye son darbeyi indirdi. İktidar ortağı DYP de aynı dönemde İLKSAN başta olmak üzere bir dizi yolsuzluk iddiasıyla uğraşıyordu.



SKANDALLAR RP’Yİ PARLATTI İSKİ ve İLKSAN’ın gölgesinde girilen Mart 1994’deki yerel seçimlerde Refah Partisi, yolsuzluklara son verme sloganıyla hazırlandı. İstanbul’daki başkan adayı; iki kez milletvekilliği seçimini kaybetmiş Recep Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan’ın tüm seçim stratejisi, ‘yolsuzluklarla savaş ve hizmet’ üzerine kuruluydu. SHP, Erdoğan’ın karşısına Zülfü Livaneli’yi çıkardı. Ve seçim SHP için hezimet oldu. 1989’da yakalanan yüzde 28,7 oy oranı yüzde 13,6’lara indi. ANAP yüzde 22,9, RP ise yüzde 19 almıştı. DYP’nin oy oranı da yüzde 15,4’e düştü. RP’nin asıl başarısı İstanbul’u yüzde 25,1 ile kazanmasıydı.



DYP’YE PARSADAN DARBESİ Yerel yönetimlerde RP, ülkede ise DYP-SHP koalisyonu iktidardaydı. Koalisyonun ilk vaadi yolsuzlukların üzerine gitmekti. 1995’e kadar bir kaç kez yıkılıp yeniden kurulan DYP-SHP hükümetleri döneminde tarih bir kez daha tekerrür etti ve yolsuzluklar aydınlatılmak bir yana katlanarak arttı. En fazla gündemi oluşturanlar şöyleydi: TURBAN ve TEDAŞ yolsuzluğu, Çiller hakkındaki malvarlığı soruşturması ile Selçuk Parsadan’ın Çiller sayesinde örtülü ödenekten 5.5 milyar lira aldığı skandal. Aralık 1995’teki genel seçimler öncesi Kasımda patlayan Parsadan skandalı DYP’de deprem etkisi yarattı.



CİVANGATE, SEKA VE DİĞERLERİ 1995 genel seçimleri geldiğinde yerel yönetimlerde belli bir başarı sağlayan RP, DYP-SHP’nin yolsuzluklarını gündeme getirerek iktidara talip oldu. Sonuçta yüzde 21,3 ile birinci parti çıktı. Onu yüzde 19,6 ile ANAP, yüzde 19,1 ile DYP, yüzde 14,6 ile DSP, yüzde 10,7 ile CHP izledi. 4 yıl boyunca sırasıyla DYP-CHP, DYP-ANAP, RP-DYP hükümetleri kuruldu. Aynı yıllarda, Emlakbank (Civangate skandalı), Türkbank ihalesi, Mesut Yılmaz hakkında malvarlığı soruşturması, Karadeniz otoyol ihalesi, SEKA arazisi, GSM ihalesi, Körfez geçiş ihalesi gibi birçok yolsuzluk gazete manşetlerinden hiç düşmedi. Meclis’in de iddiaları araştırmak yerine aklaması veya soruşturmaları kapatmayı seçmesi sandıkta siyasi tarihin en sürpriz sonuçlarından birine yol açacaktı.



YOLSUZLUK SÜRPRİZE YOL AÇTI 1999’da hem yerel hem genel seçimler bir arada yapıldı. Ve adı yolsuzluklarla anılan partiler hezimete uğrarken, yerel yönetimlerde başarılı bir grafik çizse de RP, 28 Şubat duvarına çarptı. Genel seçimlerde iki sürpriz parti çıkış yaptı. Siyasi hayatında hep dürüst olarak görülen Bülent Ecevit’li DSP yüzde 22,8 ile birinci, 1980’den sonra hiçbir iktidarda yer almayan MHP de yeni lideri Devlet Bahçeli ile yüzde 17,9 oyla ikinci, kapatılan RP’nin yerine kurulan FP ise yüzde 15,4 ile üçüncü oldu. 10 yıla damgasını vuran partiler olan ANAP yüzde 13,2, DYP yüzde 12 oy alabildi. Baykallı CHP ise yüzde 8,7 ile Meclis dışında kaldı. Yerel seçimlerde ise FP tüm partileri geride bırakarak yüzde 18,4 oy oranını yakaladı.



AKLAMA VE KRİZ DSP’Yİ BİTİRDİ
2002’ye kadar ülke DSP’nin önce ANAP, ardından MHP ile yaptığı koalisyon hükümetleriyle yönetildi. Ancak bir önceki hükümetler döneminde kamuoyuna yansıyan Emlakbank, Türkbank, GSM ihalesi vb. gibi yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının hiçbirinin üzerine tam gidilmemesi, DSP’nin önderliğindeki hükümetlerin de sonu oldu. Üstüne üstlük bir de banka hortumlama vakalarının patlak vermesi DSP’yi tamamen sildi. 2002 seçimlerdindeki tablo bu duruma kesilen ağır faturaydı. AKP yüzde 34,2 ile büyük çıkış yaparken, CHP yüzde 19,3 ile önemli bir oy oranı elde etti. DYP yüzde 9,5, MHP yüzde 8,3, ANAP yüzde 5,1, DSP yüzde 1,2 ile adeta silindi.

Akıllara kazınan yolsuzluk sözleri



Süleyman Demirel: Verdimse ben verdim
(İLKSAN skandalı)

Murat Karayalçın: Pırıl pırıl bir parti teslim aldım (İSKİ yolsuzluğu sonrası)

Tansul Çiller: Bir dolandırıcının iddialarına kaldılar. Başım dik, dimdik ayaktayım. Başım göğe değecek kadar dik. (Selçuk Parsadan vurgunu ile ilgili)
Hüseyin Parsadan: 14 yıl kaçtım, 4 yıl daha kaçsam zaman aşımı olacaktı. Vallahi sizleri tebrik ediyorum. (Yakalandığında polislere söylediği söz)
Zühre Parsadan: Eşimin mesleğine dolandırıcılık diyorlar. Oysa o çok dürüst. Hiç fakirden çalmadı. Hep zenginden aldı. (Eşi Selçuk Parsadan’ı savunurken)
Selim Edes: Rüşvetin belgesi mi olur p..venk. (Emlakbank skandalı ile ilgili mahkemede kendisine rüşvet verdiğini söyleyen Engin Civan'a hitaben)
Mesut Yılmaz: Ucu nereye giderse gitsin, hangi isme ulaşırsa ulaşsın, benim yakınım dahi olsa açılan soruşturmalardan dönüş olmayacaktır. (Hakkında cetelerle işbirliği ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili Meclis’te soruşturma açılmadan önceki konuşması) Kardeşi Mavi akım antlaşmasına takıldı..,


http://www.radikal.com.tr/turkiye/yolsuzlugun_cezasini_secmen_kesiyor-1168705

..