Merve Önenli Güven etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Merve Önenli Güven etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları




Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları

Yazar: Merve Önenli Güven


Abdullah Öcalan’ın belirli dönemlerde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) bünyesinden temsilcilerle görüşmeler yaptığı bilinmektedir. Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın, hâlihazırda Hükümet ile sürdürülmekte olan görüşmeler açısından KONGRA-GEL (PKK)'yı, BDP'yi ve Halkların Demokratik Partisi (HDP)’ni, ne tür hareket tarzları izlemeleri konusunda yönlendirici bir pozisyonda olduğu da görülmektedir. Bu çerçevede Abdullah Öcalan’ın;
-  Kendisini kurulabilecek olası bir Kürt Devleti’nin lideri olarak gördüğü,
- “Çözüm sürecinin” vazgeçilmez aktörü olduğu iddiasıyla sağlık sorunlarını dahi bir halk hareketine dönüştürebilecek güce sahip olduğu algısını taşıdığı,
- Suriye’de yaşanmakta olan iç savaş nedeniyle ortaya çıkan siyasi boşluğun örgüt tarafından doldurulması ve oluşabilecek siyasi bir yapının da lideri olma konusunda bir eğilim sergilediği,
- Ayrıca Kürtlerin tek lideri ve önderi olma arzusu bağlamında Suriye’de kurulacak siyasi oluşumu, Mesut Barzani’nin hâlihazırda sahip olduğu siyasi güce karşı kullanma gayesi içerisinde olduğu,
- Türkiye sınırları dâhilinde özerk, federatif veya bağımsız bir siyasi yapı kurma amacını sürdürdüğü,
-  Örgütün silahlarını bırakmasının beklenmemesini ifade ederken diğer taraftan örgütün bulunduğu bölgelerde askeri bir hareketliliğin süreci sonlandıracak bir hareket olacağı, bu bağlamda örgüte yeni ve genç katılımların da örgüt için itici güç niteliği taşıdığı yönünde alt mesajlar verdiği,
anlaşılmaktadır.
Abdullah Öcalan’ın 2013 yılında yaptığı görüşmelerinde öne çıkan söylemleri;
“- Bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten vazgeçmediği, Kürtlerin kendisini devlet içinde sivil toplum olarak örgütlemesi gerektiği,
- Suriye/Haseke’nin, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Baas Rejimi’ne bırakılmaması, burada Arapların ve Süryanilerin de savunmasının yapılması, bölgede örgütün alan özgünlüğünü sağlaması,
- Rojova’da siyasi merkezin meclis tarzında konumlandırılması, Kamışlı’da bir tür devlet merkezi şeklinde üslenilmesi,
- (Kürt ulusal birliğinin sağlanması amacıyla) Irak, Avrupa ve Türkiye’de konferanslar düzenlenmesi,
- Halkın kendisinin doğum gününü, kendilerinin yeniden doğuşu olarak anlamlandırdığı,
- Süreç içerisinde üzerine düşeni fazlasıyla yaptığı, bundan sonrasının halkın işi ve görevi olduğu,
- İmralı’da ecelinin geldiği, nefesinin tutulduğu, bunların hesaba katılması gerektiği, stratejik önderliğin en az başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı demek olduğu,
- Sözüyle, eylemiyle özgür yaşamı yaratmanın amaçlandığı,
- Geri çekilmenin başlamasından sonra Kandil Heyeti, akademisyenlerin de aralarında bulunduğu bir danışma kurulu, medya, sivil toplum temsilcileri, Avrupa Birliği (AB) bünyesinden kesimlerle görüştürülebileceği,
 - ‘Akil İnsanlar’ heyetinin olası tıkanmalar noktasında devreye girmesi gerektiği,
- Çözüm sürecini, sol çevrelerin de önünü açmak için yürüttükleri, parlamentonun yapacağı çağrıyla solun da legalleşeceği, ayrıca Ermenilere de kendi hareketleri üzerinden yol açtıkları, diğer taraftan Alevilerin de sol etrafında toplanarak kendi birlikteliklerini tam anlamıyla sağlayamadıkları,
- Geri çekilme sonrasında BDP ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin boşatılan alanlarda halkı koruyacak sivil örgütlenmeler yapması, koruculardan bir zarar gelmesi halinde sert darbe indirileceği,
- Ayrıca çekilmeyle birlikte geride bir izleme kurulunun bırakılmış olması gerektiği, gerillanın boşalttığı alanlarda, köylülerin birbirini öldürmeye başladığı, karakolların, Hidroelektrik Santrallerin (HES) kurulmaya başlandığı, böyle devam etmesi halinde geri dönüşlerin başlayacağı, bu nedenle de gerilla sayısının hızla tırmandığı,
- Askeri olarak en güçlü dönemde olunduğu, PKK’nın tarihin iç ve dış olmak üzere en büyük savaş potansiyeline sahip olduğu,
- Gençliğin sürecin motor gücü olduğu,
- Geri çekilmeye karar verilmesine rağmen öz savunma haklarının baki kalacağı, ancak herhangi bir provokasyona da ortam sağlanmaması, diğer taraftan Hükümet kanadından yapılan; “Geri çekilmenin tek bir kişi kalmayana kadar sürecek” söyleminin saçma olduğu, istenirse gerillanın halkın içine bile karışacağı, gerillanın halkın tek güvencesi olduğu,
 - Örgütün kendisini tasfiye etmeyeceği, siyasi arenada temsil hakkı istediği,
- AKP ve PKK’nın anlaşamaması halinde ellerinin serbest olduğu, bu bağlamda İran’ın, Suriye’nin ve Rusya’nın örgüte destek verebileceği,
- Diplomasinin (diğer Kürt parti ve temsilcileriyle) ortak gerçekleştirilmesi gerektiği, örneğin Mesut Barzani’nin artık Türkiye’ye tek başına gitmeyebileceği,
- Yeni yerinin iyi olduğu ama 24 saatte her şeyin değişebileceği, Kürtlerde ilk defa bir önderliğin (kendisinin) çıktığı,”[1]
şeklinde özetlenebilir.

KONGRA-GEL (PKK)’nın Demokratik (!) Söylemli Diktatör Lideri
Abdullah Öcalan’ın “çözüm süreci” adı altında başlatılan gelişmelere ilişkin söylemleri öznesinde, kendisini sürecin yönlendiricisi ve Kürtlerin tek lideri pozisyonunda gördüğü açıkça anlaşılmaktadır. Kürt halkının, hak ve özgürlüklerinin tek temsilcisi ve sağlayıcısı olduğu inancı, doğum gününün kutlanmasına ilişkin, “halkın doğum gününü kendisinin yeniden doğuşu olarak anlamlandırdıkları” söylemi, grup bilincini kendi kişisel kimliği üzerine inşa etmeye çalıştığı ve bu şekilde kendisinin sorgulanamaz ve vazgeçilemez bir şekilde algılanmasını amaçladığı açıkça görülmektedir. Bu noktada “Kürtlerde ilk defa bir önderliğin çıktığı” şeklindeki ifadesi ve KONGRA-GEL (PKK)’nın geri çekilmesi sonrasında İmralı’da kendisini yabancı heyetler, sivil toplum örgütleri, medya temsilcileri gibi kişi ve grupların ziyaret etmesini beklemesi de ‘tek adam ve kanaat önderi’ rolüne hazırlandığını göstermektedir.
Ayrıca  “İmralı’da ecelinin geldiği, nefesinin tutulduğu, bunların hesaba katılması gerektiği, stratejik önderliğin en az başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı demek olduğu” şeklindeki söylemi de bir yandan kendisine bağlı olan kitleyi hareketlendirmede ve kendisinin biyolojik koşullarının ortaya çıkardığı rahatsızlıkları dahi siyasi ve ideolojik koz olarak kullanma çabasını gözler önüne sermektedir. Ayrıca anılanın kendisini sistem içerisinde cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı olarak konumlandırdığını da göstermektedir. Bu tarz hassasiyetleri belirli bir kitlenin toplumsal psikolojisini güdülemekte kullanarak sağlıklı bir sürecin nasıl yaratılabileceği önemli bir sorunsaldır.
AKP Hükümeti ile KONGRA-GEL (PKK) arasında kurulan bir diyalogun sağlıklı olmasının en önemli koşullarından birisi de tarafların niyetleridir. Bu noktada seçilmiş travmalarını içselleştirmiş bir grubun bireylerinin ait oldukları grupla özdeşleştirdikleri kimliklerinin, lider olarak gördükleri kişi tarafından ani iniş ve çıkışlarla yönlendirilmesi mümkündür. Bu durumu kendi psişik gerçeği ile kişiselleştiren bir kişinin niyeti, bu noktada sorgulanması gereken önemli hususlardan birisi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda “üzerime düşeni fazlasıyla yaptım, bundan sonrası halkın işi ve görevidir” ifadesi aslında bir mesaj niteliğinde olup süreç içerisinde olası olumsuz gelişmeler ve isteklerinin karşılanmaması halinde gerek duyulduğu zaman halkın inisiyatif kullanarak ‘halk ayaklanması’ yaratılabileceği hususunu da aba altından gösterdiği anlaşılmaktadır.
Abdullah Öcalan’ın söylemlerinin örgüt cephesinden yansımaları da anılanın kendisine bağlı örgüt ve uzantılarını, kendi psişik gerçekliği üzerinden yönlendirdiğini açıkça gösterir mahiyettedir. Bu bağlamda 11 Temmuz 2013 tarihinde KONGRA-GEL (PKK) lider kadrosunda yer alan Murat Karayılan’ın yaptığı; “9. Kongra Gel Genel Kurulu’nda bu sürecin devam etmesi için  karar alındı. Bu süreci Önder Apo başlattı ama hala tecrit altındadır. Avukatları onunla görüşemiyor, kimse yanına gidemiyor. Daha da önemlisi şu anda ciddi sağlık sorunları var. Bağımsız ve uzman bir doktor ekibi İmralı’ya gitmeli ve Önder Apo’yu sağlık kontrolünden geçirmelidir. Diğer taraftan eğer bu süreç ilerleyecekse Önder Apo’nun koşulları iyileşmeli ve dışarıdan gelen heyetlerle görüşebilmeli. Dışarısıyla irtibatı olmalı. Diğer taraftan yardımcıları ve sekreterleri olmalıdır.”[2] şeklindeki açıklaması Abdullah Öcalan tarafından söylenenlerin bir hareket tarzı olarak belirlendiğini göstermektedir.
Bir barış ortamı sağlanması noktasında iki tarafın bir diyalog süreci başlatması demek birincil koşul olan niyetten sonra ikinci koşul olarak bu niyetin temellendirilmesi için bu amaç doğrultusunda karşılıklı adımlar atmaktır. Bu noktada da kendisini ancak silahlı olduğu zaman güvende hisseden ve silahlarından vazgeçmeyeceğini açıkça belirten bir örgütün henüz ilk koşulu dahi sağlayamadığı görülmektedir. Siyasi bir varlık olmayan ancak sistem içerisinde kendisini silah ve şiddet kullanımı yoluyla var etmeye çalışan bir terör örgütünün, devletin silahlı kuvvetlerinden silah bırakmasını, bir devletin sınırlarını korumak ve iç güvenliğini sağlamak gibi temel vazifelerden vazgeçmesini beklemesi de örgüt ve uzantılarının gerçekliğe dönük yaklaşımlarının ne kadar kısıtlı olduğunu gözler önüne sermektedir.
Abdullah Öcalan’ın Rüyası
Abdullah Öcalan’ın sürece dair yaklaşımının boyutunu belirgin hale getiren diğer bir husus da ‘Akil İnsanlar’ adı altında kurulan heyete dair söylemleridir. Söz konusu heyetin olası tıkanmalarda devreye girmesi ve bir çeşit ikna aracı olarak kullanılması yönündeki beklentisi, aslında bireylerin ve grupların soru işaretlerinin cevaplanmaksızın, sürece ilişkin atılan her adımın halk tarafından sorgusuz sualsiz kabullenilmesi amacının taşındığını göstermektedir. Bu konuya ilişkin diğer bir husus da ‘Akil İnsanlar Heyeti’nin’ ziyaret ettikleri coğrafyaların, sosyolojik koşullarına ne kadar aşina olduklarıyla ilgilidir. Daha önceden belirlenmiş kişiler ile yapılan kısıtlı görüşmelerin, bölge coğrafyasının gerçekliğini tam anlamıyla nasıl yansıttığı önemli sorunsallardan birisidir.
Söz konusu hususların yanı sıra Abdullah Öcalan’ın sadece Kürtleri değil, örgüt ve uzantıları altında farklı kesimleri de bir araya toplamaya çalıştığı söylemlerinden anlaşılmaktadır. Tüm ulusal ve uluslar arası siyasi olayları çözümlediği algısına sahip olan Abdullah Öcalan’ın, kendisinin başlattığını belirttiği bu sürecin sol, Alevi, Ermeni gibi kesimlerin de önünü açacağı iddiası ve HDK gibi yapılanmalar vesilesiyle bu grupları da örgüt ve uzantılarının çatısı altında toplama çabası açıkça görülmektedir. “Kürdistan topraklarında yaşamak isteyenler özgürce yaşayacaklar” ifadesi, “çözüm süreci” adı altında yürütülen girişimin neticesinde, örgüt ve uzantılarının beklentilerinin kendilerinin sınırlarını belirledikleri belirli bir toprak parçasında kendi yönetimlerini kurma gayelerini açıkça gözler önüne sermektedir. Bu noktada da BDP’nin bir önceki yerel seçimlerde aldığı belediye sayısını, önümüzdeki yerel seçimlerde daha da arttırmak istemesi, “demokratik özerklik” adı altında ifade ettikleri stratejilerinin neyi amaçladığını açıklamaktadır.
“Çözüm süreci” çerçevesinde terörist unsurların geri çekilmesi beklenirken hâlihazırda örgüte özellikle genç kadroların katılmayı sürdürmesi, örgütün kırsal kadrosunu güçlendirmeye devam ettiğini göstermektedir. Bu durum da artış göstermeye devam eden kadroların “çözüm süreci” adı altında nasıl değerlendirileceği sorusunu ve bir taraftan sözde geri çekilmenin amaçlanmasıyla birlikte diğer taraftan kadrolara katılımların sürdürülmesi arasındaki çelişkiyi akıllara getirmektedir. Ayrıca Abdullah Öcalan’ın görüşmelerde örgüt mensuplarının geri çekilirken silahlarını muhafaza etmeleri gerektiği yönündeki yönlendirmesinin yanı sıra “BDP ve DTK’nın bu alanlarda halkı koruyacak sivil örgütlenmeler yapmaları, istenirse geri çekilme yapıldıktan sonra Türkiye sınırları içerisine silahlı unsurların yeniden sokulabileceği” şeklindeki ifadeleri sürecin ne yönde şekillenebileceğinin sinyallerini vermektedir.  

Abdullah Öcalan’ın iç siyasete ilişkin söylemlerinin yanı sıra dış siyasete ilişkin vurguları da dikkat çekicidir. Bu bağlamda özellikle Suriye’deki iç savaş neticesinde ortaya çıkan boşluğu KONGRA-GEL (PKK)’nın Suriye uzantısı olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile bölgede sözü geçen bir aktör haline getirme çabası, ifadelerine de açıkça yansımaktadır. Özellikle “oradaki (Suriye’deki) halkımız bana bağlıdır, bu noktaya gelinmesinde onlar da başat rol oynadılar” ifadesi, Suriye’de ortaya çıkacak olası bir idarenin lideri olmak istediğini göstermektedir. Bu ayrıca Mesut Barzani’nin Irak’ta sahip olduğu siyasi konum bağlamındaki gücüne karşılık Abdullah Öcalan’ın da Suriye’de hâlihazırdaki boşluk üzerinden bu tarz bir güç arzusu içerisinde olduğunun sinyallerini vermektedir. 

Bu durumu destekleyen diğer bir husus da Abdullah Öcalan’ın, Suriye/Haseki’nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Baas Rejimi’ne bırakılmaması yönündeki talimatıdır. Bu çerçevede “öz savunma oluşturarak Arap ve Süryanilerin de savunmasının yapılması” yönündeki talimatı, Türkiye sınırına en yakın bölgelerden birisi olan söz konusu bu alanda farklı etnik grupları da örgütün kontrolü altında toplayarak kendisini başat güç haline getirmeye çalışması olarak açıklanabilir. Ayrıca “Suriye’de siyasi merkezin oluşturulması, bunun meclis tarzında konumlandırılması ve Kamışlı’da bir tür devlet merkezi gibi üslenilmesi” şeklindeki ifade de bu durumu destekler mahiyettedir. Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın, Türkiye/Diyarbakır-Ankara, Irak/Erbil ve Avrupa’da konferanslar yapılmasını istemesinin yanı sıra Türkiye, Suriye, Irak ve Lübnan’da birlik kurulması suretiyle bir Ortadoğu Konferansı’nın düzenlenmesi çerçevesindeki yönlendirmeleri de dört parçada (Türkiye, Irak, İran ve Suriye) kurmayı istedikleri Kürdistan’ın temelini hazırlar nitelikteki çabaların göstergesidir. Ayrıca Dicle-Fırat suyunun bu birliğin esasını oluşturması yönündeki stratejisinin de kurulması planlanan siyasi yönetimin varlığını sürdürebilmesi amacıyla doğal kaynak temini ve bu kaynağın olası komşu ülkelere karşı koz olarak kullanılması niyetlerini de akla getirmektedir. [3]













   

Sonuç olarak tüm bu hususlar ışığında Abdullah Öcalan’ın; “Gerilla Kürtlerin tek güvencesidir, gerilla kısmen içeride kalsa bile bu yanıltıcı olmasın, istesek gerilla halkın içinde bile saklanır, süreç başarısız olursa eliniz serbesttir, İran, Suriye ve Rusya’dan destek alınabilir” şeklindeki ifadeleri, örgüt ve uzantılarını yönlendiren Abdullah Öcalan’ın, süreci nasıl algıladığını ve sürecin nasıl bir yönde ilerleyeceğinin önemli göstergelerinden birisi olarak değerlendirilmektedir. Abdullah Öcalan’ın; “Özerklikten, federasyondan, bağımsızlıktan vazgeçmedim, Kürtlerin kendisini devlet içinde sivil toplum gibi örgütlemesi gerektiği” şeklindeki ifadesinin, BDP tarafından Mart 2014 yerel seçimleri nezdinde “öz yönetimle özgür kimliğe”[4] söylemi üzerinden pratikleştirilmeye çalışıldığı görülmektedir.  Farklı kimlikleri bir araya getiren ve birlikte yaşamanın esası olan devlet bütünlüğüne karşı etnisite, din, mezhep gibi olguların üzerine inşa edilen ve silahların gölgesiyle güvence altına alınan siyasetin, çatışmaları kaçınılmaz kılacağı aşikârdır. Bu bağlamda gerektiği zaman şiddeti kullanırız mantığını taşıyan bir grubun yürütmeye çalıştığı siyasetin, birlikte yaşayabilmenin önünde engel olabilecek en önemli hususlardan birisi olacağı değerlendirilmektedir. 



[1] http://www.bianet.org/konu/imrali-gorusmeleri
[2] http://www.aksam.com.tr/siyaset/karayilandan-ilk-aciklama/haber-224662
[3] http://www.ibp.gov.tr/pg/section-pg-ulke.cfm?id=7F86AC865C88

3 Mart 2015 Salı

10 MADDE DE ÇÖZÜM SÜRECİ


10 MADDE DE ÇÖZÜM SÜRECİ




21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
01 Mart 2015 Pazar
Merve Önenli Güven tarafından yazıldı.


AKP’nin, HDP ile gerçekleştirdiği görüşmelerde dile getirilen hususların açıklanmaması yönünde bir tutum sergilediği süreç içerisinde görülmüştür. Bunun en önemli nedenlerinden birisinin, AKP’nin seçim öncesi dönemde, çözüm süreci adı altında yapılan görüşmelerde konuşulan hususların, olası oy kayıplarına neden olması çekincesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Çünkü AKP’nin zıttı bir tavırla HDP, görüşülen konuların açıklanmasında bir sakınca görmediğini hem ifade etmiş hem de bu yönde çeşitli tavırlar sergilemiştir. 

Bu bağlamda, çözüm sürecinin müzakere aşamasında olmadığını belirterek gerçek vaziyetin betimleyicisi olan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, çözüm sürecinin kendileri açısından ilerleyebilmesi için 10 madde üzerinde uzlaşılması gerektiğini açıklamıştır. Söz konusu maddelerin üstü kapalı ifadelerinden, çözüm süreci çerçevesindeki görüşmelerde hangi konular üzerinden uzlaşılmaya çalışıldığı anlaşılabilecektir. Bu maddeler ne tür talepler içermektedir?

Birinci madde, “demokratik siyasetin içeriği tartışılmalı” şeklinde ifade edilmiştir. Demokratik siyasetin içeriğinin tartışılmasıyla seçimlerde %10 barajının düşürülmesi talebi dile getirilmektedir.    

“Demokratik çözümün, ulusal ve yerel boyutlarının tartışılması” konulu maddeyle çözümün, daha önceden PKK tarafından tayin edilen belirli bir bölge içerisinde 
demokratik özerkliğin ilan edilmesi ile gerçekleşebileceği vurgusu bulunmaktadır. Ulusal ve yerel boyut, bu bağlamda özerkliği temsil etmektedir.  

30 Mart yerel seçimleri sonrasında Doğu Anadolu Bölgesi’nde ciddi sayıda belediyenin yönetiminin ele alınmasından sonra, HDP’li yetkililer tarafından 
yapılan, bölgedeki yerel kaynakların kullanımının kendi idarelerinde olan belediyelerin özerkliğine verilmesi talebi ile enerji kaynaklarından pay 
istemeleri, yerelden kastın ne olduğunu açıkça göstermektedir. Bu duruma diğer bir örnek de Diyarbakır Belediyesi’nin ödenmemiş elektrik borcuna itiraz 
amacıyla gösterdiği tepkiden anlaşılmaktadır. Söz konusu itirazda, devlete karşı gerçekleştirilmesi gereken yükümlülüklerinin kendileri için bir yükümlülük 
taşımadığı vurgusu bulunmaktadır. 

  “Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri, demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına ilişkin başlıklar, ile 
kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal güvenceleri, kimlik tanımı ve kavramına ilişkin eşit mekanizmaların geliştirilmesi, demokratik cumhuriyet, 
ortak vatan, milletin demokratik ölçülerle tanımlanması, bütün bu demokratik hamleleri içselleştirmeye yarayan yeni anayasa” ibareli maddelerle anayasada 
talepleri doğrultusunda gerekli düzeltme ve eklemelerin yapılması yönünde bir talep bulunmaktadır. 

Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisinin kurumsallaşmasından kasıt, yerel yönetimler üzerinden elde edilebileceği vurgulanan demokrasinin, devletin 
merkeziliğinin kırılması ve yerel yönetimler veya eyalet şeklindeki bölümlenmeler üzerinden bu yönetim şeklinin kurumsallaşması ifade edilmektedir. 
Ayrıca, PKK’nın radikal Kürt milliyetçiliği üzerinden istediği gibi bir taban yaratamamış olmasından ve bu durumun niceliksel olarak kısıtlı kalmış olmasından hareketle başta sol kesimler olmak üzere farklı tüm kesimleri kendi çatısı altında toplayabilme gayesi de kadın, ekoloji, kültür vurgularıyla 
anlaşılmaktadır. 

“Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları” maddesinden kasıt, PKK’nın kırsal kadrolarından olası dönüşler karşısında, söz konusu kişi ve grupların topluma 
entegrasyonunun sağlanması noktasında gerekli düzenlemelerin ve yasal olarak örgüt mensubiyetlerinden dolayı söz konusu şahısların ceza almalarının önüne 
geçilmesi amaçlanmaktadır. 

Ayrıca bir dönem sıkça mezar keşifleri çerçevesinde devlet eliyle faili meçhul cinayetlere kurban gittiği iddia edilen ve edilecek kişiler için ulusal ve 
uluslar arası seviyede olayların hukuki boyutlarının tartışmaya açılması, ayrıca tazminatlar çerçevesinde konunun ekonomik anlamda da boyutlandırılmasının 
planlanlandığı anlaşılmaktadır.

“Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı” ile PKK’nın silahlı mevcudiyetini koruyarak demokratik özerklik çerçevesinde kurulacak yerel 
yönetimin silahlı gücünün PKK olması planlanmaktadır. Bu bağlamda çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte gündeme gelen, ancak PKK’nın silah bırakması 
gibi bir durumla sonuçlanmayan, silahlı mevcudiyetin devamlılığı, bu madde ile güvence altına alınmaya çalışılmaktadır. Hiç bir terör örgütünün lider kadrosu 
ve tabanı, kendi kimliklerinden önce grup kimliği altında, kendilerini özdeşleştirdikleri gruplarının ortadan kalkmasına gönüllü olmazlar. Bu nedenle 
de organik bir şekilde mevcudiyetlerini koruyarak yeni şartlara kendilerini uyumlu hale getirirler. Bu madde ile de PKK’nın, kırsal mekandaki silahlı 
varlığını şehirde meşrulaşmış bir şekilde sürdürme amacı ortaya çıkmaktadır. Söz konusu maddelerin içeriğinde ayrıca hasta ve tutuklu hükümlülerin durumu ile Öcalan’ın İmralı koşulları bağlamında tutukluluk şartlarının değiştirilmesi konuları da bulunmaktadır. İlk aşamada Öcalan’ın talebi olan İmralı için 
sekretaryanın kurulması ve sonrasında anılanın ev hapsi gibi tutukluluk şartlarının değişimi konuları, çözüm sürecinin söz konusu 10 maddesinin 
içerisinde yer alan hususlardandır. 

“Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı” ile ilgili husus 10 madde içerisinde bulunmasına rağmen, 28.02.2015 tarihinde Abdullah Öcalan tarafından PKK’nın silah bırakması için bahar aylarında olağanüstü kongre toplaması yönündeki telkini, sorgulanır hale gelen çözüm sürecine, Haziran seçimleri öncesinde bir elektro şok vermek amacıyla yapılmaktadır. Abdullah Öcalan’ın talebi yine, yeni ve olumlu bir adım gibi ana akım medya tarafından gösterilmeye çalışılsa da özünde çok farklı niyetleri ve anlamları taşımaktadır.

Öncelikli olarak PKK, belirli dönemlerde yaptığı kongre ve konferanslarını zaten bahar aylarında yapmaktadır. Halihazırda, örgüt içerisinde çözüm sürecinin bir 
oyalama taktiği olduğu ve bundan dolayı gerek üst kadrolardan gerekse alt kadrolardan, bu bağlamda duyulan rahatsızlıklar hem süreç içerisinde örgütün 
yaptığı açıklamalara hem de alt kadroların eylemsel aktivitelerine net bir şekilde yansımaktadır. Bu nedenle, bahar aylarında örgütün olağanüstü kongre 
için toplanması, örgütün beklenen davranışlarından birisidir. 

Abdullah Öcalan bu çağrıyı, bahar aylarında olağanüstü kongre yapması muhtemel PKK üzerinde hala sorgusuz sualsiz etkisi olduğunu göstermek için yapmaktadır. 

Çünkü Abdullah Öcalan, çözüm süreci nedeniyle tabanı tarafından sorgulanır hale gelmiştir ve  örgüt içerisinde kendisine karşı ciddi anlamda oluşan karşıt 
grubun varlığına rağmen, kendisinin hala örgüt tarafından dinlenildiği izlenimini yaratabilmeyi amaçlamaktadır. 

Hükümet açısından ise örgütü belli bir davranışa kanalize edebilme kabiliyetinde görülen Abdullah Öcalan’ın ilerleyen süreçte tutukluluk şartlarında yapılacak 
olası değişiklikler için Abdullah Öcalan’ın bu çağrısının, kamuoyu nezdinde iyi niyet kanıtı olarak kullanılmasının planlandığı değerlendirilmektedir. 

Çözüm süreci, yol haritası adıyla ilk olarak Abdullah Öcalan tarafından talep edilen bir husustu. Bu çerçevede Abdullah Öcalan’ın silah bırakma ve silahlı 
kadronun Türkiye sınırları dışına çıkartılması yönündeki talebi daha önce de örgüt kadrolarına talimat olarak iletilmiş, ancak hasta, yaşlı ve psikolojik 
rahatsız kadroların aktif kadrolardan Kandil sahasına pasif konumlara gönderilmeleri dışında başka bir durumla neticelenmemişti. Abdullah Öcalan’ın 
şimdiki çağrısı da zaten söz konusu dönem içerisinde toplanması muhtemel kırsal kadrolarını, silah bırakma konusunda ikna ettiği veya bu durumun 
gerçekleşeceğinin garantisini veren bir durumun habercisi değildir. Ne kadar yine ana akım medya kanallarında sanki gerçekten bir silah bırakma durumu varmış yada olacakmış gibi yansıtılsada. 

Son söz olarak “analar ağlamıyor” klişesiyle örtülenmeye çalışılan gerçekler çerçevesinde, örgütün silahlı faaliyetlerinin durmadığı, çözüm süreci devam 
ederken süreç içersinde silahlı faaliyetlerine devam ettiği somut bir şekilde görülmüştür. Bu bağlamda, PKK’nın; adam kaçırma, rehin alma, yol kesme, 
şehirlerdeki kadrolarını eylemsel yönde birçok kez kamu düzenini bozacak şekilde örgütleme, infaz ve patlayıcı temini yönündeki faaliyetlerini sürdürdüğü 
unutulmamalıdır. Eğer hak arama yolu olarak herkes şiddet kullanmayı kendi gerekçeleri ile meşrulaştırarak bu yönde hareket ederse, kimsenin arayacak bir 
hakkı ve bunun için de haklı bir gerekçesi olamayacaktır. 


Merve Önenli Güven
Terörizm ve Terörizmle Mücadele

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2015/03/01/8100/10-maddede-cozum-sureci

Uzmanın Diğer Yazıları

  10 Maddede Çözüm Süreci 
  KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz? 
  Üçüncü Senesinde Suriye İç Savaşı 
  Cumhurbaşkanlığı Seçiminden Açılıma Doğru 
  KDP-PKK-IŞİD Üçgeni 
  PKK-KDP Kıskacına Giren Türkiye 
  PKK’nın Eylemleri Ne Anlatıyor?  
  PKK'da Cemil Bayık Liderliği Dönemi 
  PKK Ne Yapmak İstiyor? 
  Seçim Sonuçları BDP Açısından Ne Anlatıyor? 
  30 Mart Yerel Seçimlerinden Sonra PKK’nın ve BDP’nin Hareket Tarzına İlişkin Senaryolar 
  Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları 

Copyright © 2015. 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.

  http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2015/03/01/8100/10-maddede-cozum-sureci

..

19 Şubat 2015 Perşembe

KDP- PKK- IŞİD Üçgeni


  KDP- PKK- IŞİD Üçgeni 





21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   
Irak
12 Ağustos 2014 Salı
Merve Önenli Güven tarafından yazıldı.


21. Yüzyıl Dergisi'nin 68. Sayısı'nda yer alan ve 15.07.2014 tarihinde kaleme alınan yazı... 


Irak’ta IŞİD’in silahlı operasyonları bağlamında yaşanmakta olan gelişmeler çerçevesinde Irak/Kandil Bölgesi’nde önemli bir mevcudiyeti bulunan PKK’nın 
varlığı ve süreç dâhilinde takınacağı tutum, bölgedeki dengelerin nasıl şekilleneceği noktasında önem arz etmektedir. Yaşanmakta olan sürecin ortaya 
çıkartacağı sonuçlar, sadece Irak coğrafyasını değil Ortadoğu coğrafyasını da direkt olarak etkileyecektir. Bu bağlamda bu yazıda, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi 
(IKBY) tarafından bağımsızlık ilanına ilişkin söylemler çerçevesinde, Irak’ın kuzeyinde kurulabilecek olası bağımsız Kürdistan’ın, PKK’nın Irak’taki 
mevcudiyetini nasıl etkileyeceği, ne tür sonuçların ortaya çıkabileceği değerlendirilecektir. Bu amaçla da bölgedeki ana aktörlerin pozisyonları, hareket tarzları ve birbirleriyle olan ilişkileri irdelenecektir.       

KDP-PKK

Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve PKK arasında bir güç mücadelesi olduğu bilinmektedir. Bu güç mücadelesi;

-Türkiye-KDP, PKK-KDP ilişkileri bağlamında PKK’nın Kandil’deki mevcudiyetinin KDP’yi arada bırakması,

-Suriye cephesinden bakıldığında, Suriye’de yaşanmakta olan iç savaş bağlamında hem KDP’nin hem PKK’nın bölgede etkin bir güç kazanma çabası içerisinde olması,

-Irak cephesinden bakıldığında da Irak’ta IŞİD’in ortaya çıkardığı yeni dengeler çerçevesinde KDP’nin Irak’ın kuzeyinde bağımsızlık ilan etmesi ihtimali, bağlamında şekillenmektedir.

KDP ve PKK arasında güç mücadelesinin net bir şekilde yaşandığı alanlardan birisi Suriye’dir. Suriye’de 2011 itibarıyla başlayan iç çatışma çerçevesinde 
her iki tarafta, bölgede etkin ve baskın bir aktör olma hedefiyle hareket etmektedir. PKK’nın Suriye’deki mevcut durumuna bakıldığı zaman Demokratik 
Birlik Partisi (PYD) üzerinden Suriye’nin kuzeyinde kendi savunma güçlerini konuşlandırması, özerklik ilan etmesi, kendi meclisini kurması çerçevesinde 
önemli bir hâkimiyet ve hareket alanı kazandığı görülmektedir. Bu bağlamda KDP ve PKK arasında Suriye’de ciddi seviyede bir güç mücadelesi yaşanmaktadır. KDP ise uluslararası arenada kabul gören bir aktör olmasının verdiği avantajla PKK’nın Suriye’de edindiği güce ortak olma arayışındadır.  

İki tarafın güç mücadelesi içerisinde bulunduğu başka bir alan da Irak’tır. IŞİD faktöründen sonra KDP-PKK arasındaki dengeler farklı bir boyut kazanmıştır. IŞİD tehdidi PKK’nın Kandil bölgesindeki varlığını muhafaza etmesi ve Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Irak’taki etkinliğini koruması açısından bu iki unsuru ortak paydada bir araya getirebilir mi?

Temmuz 2014 ilk haftası itibarıyla KDP ve PKK’nın ortak paydada buluşmak yerine karşı karşıya geldikleri görülmektedir. PKK güdümünde yayın yapan Özgür Gündem Gazetesi ve Fırat Haber Ajansı’nda; Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin görevlendirdiği Azad Bervari’nin 01/06/2014 tarihinde Ürdün/Amman’da Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ve Sünni Araplarla görüşerek, Musul’u ele geçirme planı yaptığı, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin bunu öğrenmesi üzerine söz konusu planı engellemek için İran’ı devreye soktuğu yönünde bir haber yayınlamıştır.[1] Bu habere karşılık olarak da KDP’nin resmi internet sitesinde; “PKK’nın iftira attığı ve istihbarat örgütlerinin yürüttükleri planın bir parçası olduğu, peşmergeleri şehit eden IŞİD terör örgütüyle ne bugün ne de yarın ittifak halinde olmayacakları”[2] şeklinde bir açıklama yapılmıştır.

KCK Eş Başkanlığı imzasıyla 08/07/2014 tarihinde KDP’nin söylemlerine yönelik bir açıklama daha yapılmıştır. Söz konusu açıklamada; “KDP’nin her fırsatta 
PKK’ya yönelik düşmanlığını dışa vurduğu, Kürtlerin birliğinin ve siyasi güçlerinin ortak davranması gerektiği bir dönemde KDP’nin bu düzeyde saldırgan 
bir dil kullanmasının anlaşılır olmadığı, KCK ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin bütün bileşenleriyle birlikte ulusal birlik için çalıştığı, bu dönemde birlik olmanın ve ortak hareket etmenin derin sorumluluğu ve bilincinde olduğu, KDP tarzı yaklaşımların Kürt ulusal birliğinin önünde engel oluşturduğu, Kerkük’ün 
savunulmasının Kobani’yi, Cezire’nin savunulmasının, Duhok ve Şengal’in güçlendirilmesinin gerektiği, Amed ve Hewler’de izlenen her politikanın ve 
mücadelenin birbirini savunan pozisyonda olmasının önemli olduğu, Kürt Özgürlük Hareketi olarak KDP’ye bağlı yayın organlarında PKK Eş Başkanları’ndan Cemil Bayık’ın hedef gösterilmesinin Kürt örgütleri arasında ilişkiyi bozmaktan başka bir anlam taşımadığı, bu açıdan KCK Eş Başkanlığı’nı hedef göstermek ve bunu bir mücadele tarzı haline getirilmesinden vazgeçilmesi gerektiği, KDP’nin ulusal birliğe ve ortak tutumlara en fazla ihtiyaç duyulduğu bir zamanda daha sorumlu davranması gerektiği”[3] hususları ifade edilmiştir.

Söz konusu açıklamada öne çıkan iki husus bulunmaktadır. Bunlardan birisi ulusal birlik vurgusu, diğeri ise PKK’nın; Türkiye, Irak ve Suriye’de etkin olduğu 
bölgelerdeki hâkimiyetini pekiştirme ve farklı coğrafi bölgeler üzerinden ortak bir hâkimiyet alanı yaratma hedefidir. Farklı coğrafi bölgeler üzerindeki ortak 
hâkimiyetten kasıt da PKK’nın, KDP’nin hâlihazırda sahip olduğu yönetim gücüne eş olabilme, hatta bu gücün üstünde bir pozisyona erişebilme gayesini net bir 
şekilde ortaya çıkmaktadır.            

Aslında PKK, IŞİD’e karşı KDP’de dâhil tüm Kürtçü yapılanmalar/oluşumlarla birlik kurulması taraftarı olduğu yönünde mesaj vermektedir. Ayrıca bu mesaj 
içeriğinde PKK, silahlı gücünün bu tarz ortak bir tehdide karşı diğer grupları da kendi çatısı altında toplamasına yardımcı olacak bir unsur olarak servis etmektedir. Bu şekilde ulusal birlik kurulması noktasında kendi silahlı gücünün tetikleyici ve ulusal birliği kendi çatısı altında sağlayıcı bir faktör olarak 
kullanabileceği stratejisini yürütme amacını göstermektedir.   

IŞİD hem PKK hem KDP için bölgede önemli bir tehdittir. IŞİD ortak tehdit olarak algılansa da PKK ve KDP arasındaki liderlik savaşının ortadan kalkmayacağı ve iki tarafı da ortak mücadele noktasında bir araya getiremeyeceği, taraflar arasında süregelen anlaşmazlıktan anlaşılmaktadır. KDP’nin, var olan silahlı gücü ve aldığı uluslar arası destek çerçevesinde IŞİD’e karşı mücadelesini, PKK desteğini sunsa da bu teklifi kabul etmeksizin devam ettireceği değerlendirilmektedir. Çünkü KDP hâlihazırdaki gücünü ve meşruluğunu PKK ile paylaşmak istememektedir.

Ancak PKK’nın IŞİD’in yarattığı tehdidin PKK’ya ihtiyaç duyulmasını gerektiren bir ortam yaratması beklentisi içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir 
durumun ortaya çıkması halinde de PKK’nın liderliğe ortak olma amacı çerçevesinde, KDP’nin kabulü halinde, KDP’nin yanında yer alabileceği 
değerlendirilmektedir. PKK’nın KDP’ye yönelik IŞİD’e destek verdiği yönündeki açıklamalarının kaynağı, KDP’nin PKK ile ortak hareket etmeyi tercih etmemesi ve özellikle son dönem içerisinde KDP’nin bölgede edindiği gücün PKK’yı rahatsız etmesi olarak açıklanabilecektir.

Yukarıdaki hususlar bağlamında KDP ve PKK’nın Irak’taki mevcudiyetlerinin IŞİD tarafından tehdit ediliyor olmasından daha çok, tarafların bir tarafın diğerine 
üstünlük sağlamasının önüne geçme çabası içerisinde oldukları görülmektedir. Bu güç mücadelesinin emareleri, Kürt ulusal birliği kurulması çerçevesinde 
yürütülen faaliyetler bağlamında da net bir şekilde görülmektedir. PKK’nın kendi yönetimi ve çatısı altında diğer Kürt oluşumlarını bir araya getirme gayesi, 
diğer taraftan da KDP’nin diğer Kürt oluşumların üstünde etkin olma amacı nedenleriyle hâlihazırda ulusal birlik kurulması çerçevesinde, Kürt Ulusal 
Kongresi hala gerçekleştirilememiştir. Mevcut konjonktür göz önünde bulundurulduğun da söz konusu kongrenin gerçekleştirilmesi halinde dahi, somut ve pratik kararlar yerine muğlak ve geneli kapsayıcı, ileriye dönük temenni niteliğinde hususların sonuç bildirgesinde yer alması kuvvetle muhtemeldir. 

IŞİD-PKK

PKK ve IŞİD arasında Irak ve Suriye’de bir güç mücadelesi bulunmaktadır. IŞİD’in hâlihazırdaki stratejisi ve silahlı faaliyeti PKK için bir tehdit unsurudur. Bu tehdidin PKK açısından iki türlü boyutu vardır. Birisi Arap milliyetçiliği ve Sünni mezhepçiliği, diğeri de IŞİD’in yarattığı ortamın, IKBY’nin mevcut Kürt 
oluşumlar arasında uluslar arası arenada meşru, tanınan/kabul gören ve önemli petrol rezervlerine sahip bir aktör haline gelmesidir. 

PKK, IŞİD’in Suriye’deki ve Irak’taki varlığından memnun değildir. PKK internet sitesinde Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi (KCK) adıyla 08/07/2014 tarihinde yaptığı açıklamada; “Rojava devriminin bölgesel, gerici güçlerin bir çete örgütü olan IŞİD’in açık hedefi durumuna geldiği, halklar için gerçek bir demokrasi ve özgürlük modeli olan Rojava devriminin tasfiyesinin hedeflendiği, IŞİD çete örgütünün Musul’a saldırmasıyla birlikte Ortadoğu’daki gelişmelerin merkezinde olan Kürt sorunu ve Rojova devriminin yeni bir boyut kazandığı,

IŞİD’in belli bir strateji temelinde kullanılan bir çete örgütü olduğu, çatışmaların sadece Şii ve Selefi-Sünni savaşı olmasından öte bir tarafta İran, Irak ve Suriye rejimleri, diğer taraftan ise Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi hegemon güçlerin de yer aldığı, bölgesel dinamiklerin ve dengelerin yeniden belirlenmeye çalışıldığı bu dönemde, Kürtlerin tutumu büyük önem kazandığı,

Hiçbir Kürt örgütünün bu kirli çıkar stratejisine alet ve ortak olmaması gerektiği, IŞİD çete örgütünün Kobani’ye yönelik geliştirdiği son saldırıların demokrasi, özgürlük, barış, kardeşlik ve kadın düşmanı olan bir strateji doğrultusunda yürütüldüğü, Kobani’nin düşürülmesiyle Rojova devriminin tasfiyesinden sonra Güney Kürdistan’ın hedefleneceği, bu nedenle tüm Kürdistan halkının var gücüyle Rojova ve Kobani halkının yanında omuz omuza direnişte yer alması gerektiği, Kobani’nin şahsında Kürdistan’ın özgürlüğünü, varlığını ve geleceğini katletmek isteyen güçlere karşı birlikte direnmenin zamanı olduğu, Kobani’de, YPG ve YPJ güçleriyle birlikte, Kürt halkının topyekûn bir ulusal onur ve özgürlük direnişi içinde olduğu, Kobani direnişinin, gece-gündüz dört gündür aralıksız biçimde sürdüğü”[4] hususları vurgulanmıştır.

Irak’ta Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesi PKK tarafından önemli bir tehdit unsuru olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda PKK; “Musul ve çevresindeki Kürtleri de Kerkük’ü de savunmaya hazır olduğu, Kürtlerin bulundukları her yeri yönetmeye ve savunmaya haklarının olduğu, buna Musul ve çevresi, Kerkük ve diğer Kürt bölgelerinin de dâhil olduğu, Kürt gerillasının fedai bir güç olduğu, Kürt düşmanlarının korktuğu öz savunma gücü olması gerektiği”[5] hususlarını ifade etmiştir.

PKK, IŞİD’i sadece Irak’ta değil Suriye’deki mevcudiyeti bağlamında da önemli bir tehdit olarak görmektedir. PKK’ın söylemlerinden de anlaşılacağı üzere bu 
dönemde izlediği strateji, IŞİD’e karşı silahlı mücadele sürdürmek ve etkin olunan bölgelerde güç kaybını önlemek, ayrıca da ortak tehdide karşı tüm Kürt 
oluşumlarını kendi çatısı altında toplamak yönündedir. Bu nedenle son dönemdeki söylemlerinde “öz savunma gücü” vurgusunu sıklıkla yinelemektedir. Bu durumun önemli kanıtlarından birisi de PKK’nın elinde bulunan Suriye/Halep-Kobani (Ayn-El Arap) İlçesi’nde, IŞİD ve PKK arasında yaşanan çatışmalar çerçevesinde Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye, Türkiye’den de Suriye’ye, Demokratik Birlik Partisi (PYD)/Halk Savunma Birlikleri (YPG) safında savaşmak amacıyla 800 kişinin geçmesidir.[6]  

IKBY-Merkezi Hükümet: Bağımsızlık Referandumu

IŞİD’in hareket tarzından dolayı Irak askerlerinin boşalttığı yerlerin peşmergeler tarafından kontrol altına alınması akabinde KDP, enerji kaynaklarına hâkimiyeti bağlamında hareket kabiliyetini arttırmıştır. Irak Petrol Bakanlığı’ndan 11/07/2014 tarihinde yapılan açıklamada; “Kürt peşmergelerin petrol sahasındaki Arap işçileri kovduğu ve yerlerine Kürt işçileri bölgeye yerleştirdikleri”[7]  açıklanmıştır. Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin petrol 
sahalarını ele geçirmesi nedeniyle IKBY ve Merkezi Hükümet’in arasındaki gerginliğin tırmandığı görülmektedir. Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin IKBY’nin 
IŞİD için güvenli liman haline geldiğini söylemesi ve Kürt yönetimini cihatçılara yardım etmekle suçlaması, karşılık olarak da Kürt yönetimi tarafından Maliki’nin istifaya çağrılması[8], arada yaşanan sorunun nasıl boyutlandığını göstermektedir.

Söz konusu hususlar bağlamında IKBY tarafından bağımsızlık çalışmalarının başlatılması ve Mesut Barzani’nin; “Artık kaderimizi belirlemenin zamanı geldi. 
Artık başkalarının bizim kaderimizi belirlemesine izin vermemeliyiz. ... Kendi kaderimizi tayin etmek üzere referandum hazırlıklarına başlayalım”[9] ifadesi 
önemlidir. Bu ifade üzerinden “bağımsız Kürdistan kurulacaktır” şeklinde bir çıkarım yapmak yerine, bu ifadeyi ve mevcut durumu IKBY’nin aldığı uluslar arası destek ve IŞİD’in hareket tarzından hareketle IKBY’nin kazanımları çerçevesinde değerlendirmek daha faydalı olacaktır.    

-IŞİD’in saldırıları bağlamında Irak askerlerinin Kerkük’te boşalttığı mevzilere peşmergelerin yerleşmesi ve IKBY’nin bu çerçevede Kerkük’ün kontrolünü ele 
geçirmesi,

-İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu tarafından; “Bölgenin (Irak) güvenliği açısından bir Kürt Devleti’nin kurulmasının gerektiği, Kürtlerin mücadeleci bir 
topluluk olarak siyasi şartları yerine getirdiği ve bağımsızlığı hak ettiği”[10] yönündeki açıklaması,

-Amerikan Başkan Yardımcısı Joseph Biden’ın 2006 yılında Dış İlişkiler Komitesi’nde görevliyken; “Irak’ın birliğinin sağlanmasının her etnik-dini gruba 
kendisini temsil etme anlamında hareket alanı yaratmasıyla gerçekleşebileceği, bu nedenle merkezi yönetimin Sünni, Şii ve Kürt olmak üzere üçe bölünmesinin 
sorunun çözümü olabileceği” yönündeki beyanatı,

-Amerika’nın Irak işgali deneyiminden sonra, hâlihazırda bölgede yaşanmakta olan etnik, mezhepsel ve dini güdümlü terör örgütlerinin de mevcudiyeti çerçevesinde, Irak’a yeniden girmeyeceği ve uzaktan yönetim modeliyle bölgedeki etkinliğini muhafaza etmeye çalışacağı,hususlarından hareketle IKBY’nin artan imkan ve kabiliyetleri çerçevesinde, bağımsız Kürdistan’ı ilan etmek açısından, elverişli bir ortam içerisinde olduğu görülmektedir. Ancak bu durumun, Amerika’nın Irak’ın bütünlüğünden yana olduğu yönündeki devlet politikası temelli açıklamaları, İran’ın yaklaşımı ve diğer Arap ülkelerinin sergileyeceği tutumlar çerçevesinde de şekilleneceği aşikârdır. Bu coğrafyada kurulacak dengeler yeni dinamiklerin ortaya çıkışıyla farklı boyutlar kazanabilmektedir.           

Sonuç

Yukarıda bahsi geçen hususlar bağlamında PKK’nın IKBY’nin bağımsızlık ilanına yönelik takınacağı tavır da önem arz etmektedir. İlk olarak PKK, IŞİD’in 
varlığından rahatsızdır; IŞİD’in varlığı ve izlediği strateji PKK için bir tehdit unsurudur. 

Elde edilen bilgiler çerçevesinde IŞİD’in, Irak’ta ele geçirdiği silahları, Suriye’de yürüttüğü silahlı çatışmaya da yönlendirdiği görülmektedir. Bu bağlamda PKK, IŞİD’in Suriye/Halep-Kobani’ye girmesinden dolayı ve bölgede PKK’ya alternatif güç olma imkân kabiliyetini arttırması çerçevesinde IŞİD ile çatışmaktadır.

Diğer taraftan KDP ile PKK ilişkileri çerçevesinde süregelen liderlik savaşı, hâlihazırdaki gelişmeler incelendiği zaman, IŞİD ortak tehdidine karşı KDP’nin 
isteksizliği bağlamında PKK ve KDP’yi ortak hareket etme yönündeki stratejiden alı koymaktadır. PKK’nın KDP’ye yönelik suçlayıcı söylemlerinden de aslında 
PKK’nın IŞİD tehdidini, ulusal birlik ve kendisinin liderlik yolunun açılması bağlamında ortak hareket stratejisini benimsenmesini tercih ettiğini 
göstermektedir. KDP tarafından ortak hareket edilmesi yönünde gelecek olan bir adım, KDP’nin mevcut konjonktürel güç kazanımı çerçevesinde, PKK’nın mevcut 
duruma en azından ortak olabilme çabası bağlamında PKK tarafından olumlu karşılanacaktır.     

IKBY tarafından olası bir bağımsızlık ilanı durumunda PKK, Suriye’deki mevcudiyeti ve etkinliği üzerinden güç dengesini muhafaza etmeye çalışacaktır. 
Ayrıca PKK’nın Kandil’deki varlığına bugüne kadar etki edemeyen IKBY’nin, bağımsızlık ilanından sonra da PKK’nın Irak’taki varlığına çok fazla müdahale 
edemeyeceği değerlendirilmektedir. Bu durumun PKK’nın Suriye’de edindiği güç ve artan imkân-kabiliyeti ile birlikte hâlihazırda Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu 
Anadolu Bölgeleri’nde edindiği alan hâkimiyeti çerçevesinde de irdelenmesi gerekmektedir.   

[1]Barzani-PKK Karşı Karşıya, Cumhuriyet, 06/07/2014 

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/91149/Barzani-PKK_karsi_karsiya.html 

07/07/2014


[2]Barzani-PKK Karşı Karşıya, Cumhuriyet, 06/07/2014 

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/91149/Barzani-PKK_karsi_karsiya.html 

07/07/2014


[3]Halklarımıza ve Kamuoyuna, PKKOnline, 08/07/2014, 

http://www.pkkonline.com/tr/index.php?sys=article&artID=2082   09/07/2014


[4] Basına ve Kamuoyuna, PKKOnline, 08/07/2014, 

http://www.pkkonline.com/tr/index.php?sys=article&artID=2083, 09/07/2014


[5] Basına ve Kamuoyuna, PKKOnline, 08/07/2014, 

http://www.pkkonline.com/tr/index.php?sys=article&artID=2083, 09/07/2014


[6] Sınırda Kobani Alarmı, Radikal, 16/07/2014, 

http://www.radikal.com.tr/turkiye/sinirda_kobani_alarmi-1202100, 16/07/2014


[7] Peşmerge İki Petrol Sahasını Ele Geçirdi, Hürriyet, 11/07/2014, 

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26787767.asp, 11/07/2014


[8] Peşmerge İki Petrol Sahasını Ele Geçirdi, Hürriyet, 11/07/2014, 

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26787767.asp, 11/07/2014


9 Peşmerge İki Petrol Sahasını Ele Geçirdi, Hürriyet, 11/07/2014, 

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26787767.asp, 11/07/2014


[10] İsrail’den Şok Kürdistan Açıklaması, 30/06/2014, 

http://www.internethaber.com/israilden-sok-kurdistan-aciklamasi-691295h.htm, 
17/07/2014

..

KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz?




 KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz? 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                            
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
17 Şubat 2015 Salı
Merve Önenli Güven tarafından yazıldı.


Çözüm süreci adı altında PKK terörünün sonlandırılması amacıyla başlatıldığı söylenen ve halen kör topal devam ettirilmeye çalışılan bir dönemin 
içerisindeyiz. 2006’dan itibaren en somut olarak tanık olunan hususların, seçimler öncesinde “sorunun çözüme kavuşmak üzere olduğu, son adımın kaldığı, PKK’nın silahlarıyla birlikte sınır dışına çekildiği” çerçevesinde şekillendiği görülmüştür. Ancak ontolojik durumun, bu söylemlerden çok farklı olduğuna da 
ayrıca tanık olunmuştur. PKK’nın sürecin kendisine tanıdığı imkan-kabiliyetlerin sıcak çatışmaya girmeyi rasyonel kılmamasından kaynaklanan sözde eylemsizliği, sürecin sağlıklı veya çözüm odaklı yürütüldüğünü gösteren bir kriter değildir. Ne kadar bu durum siyasiler tarafından “analar ağlamıyor” gibi mesnetsiz söylemlerle süslenip püslense de artık yüzler makyaj tutmaz hale gelmiştir.

Sürecin gerçekte nasıl bir seyir izlediğini anlamak için zihni sinir analizlere ihtiyaç bulunmamaktadır. Sürecin taraflarının açıklamalarının satır araları bile 
denemeyecek düzeyde satır başlarına yansıyan mesajlar, zaten gidişatın nasıl olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Şubat 2015 itibarıyla HDP kanadından çözüm 
sürecine ilişkin yapılan açıklamalar önemli göstergeler içermektedir. Yapılan açıklamalarda ortaya çıkan birinci husus, HDP kanadının sürekli AKP Hükümeti 
tarafından bir adım atılmasının yönündeki beklentisini dile pelesenk etmesidir. 

Bu talep, AKP Hükümeti’nin, müzakere olarak adlandırılan ancak müzakere koşullarına hiç bir bağlamda uymayan, süreç dahilinde konuşulan ya da pazarlık 
yapılan hususların gizli tutulması yönündeki hassasiyetine ve ısrarına dair sinyaller de vermektedir.

Buradan anlaşılan AKP Hükümeti’nin yapılması konusunda taahhüt ettiği bazı hususların olduğu ve HDP kanadının da ısrarla bunun hayata geçirilmesini 
beklediği yönündedir. Ancak üstüne pazarlık yapılan konu belli ki seçim öncesinde halktan tepki alabilecek ve bu tepkinin olası oy kayıplarına yol 
açabilecek nitelikte olmasından ötürü de AKP Hükümeti tarafından yapılacağı söylenen ancak yapılmasından şimdilik sarfı nazar edilen bir durumun olduğunu 
göstermektedir.

Müzakerelerde taraflar ortak bir noktada buluşmak suretiyle kırmızı çizgilerini belirleyerek sorunun çözümüne iki tarafın da kazançlı olabileceği şekilde bir 
çözüm arayışında olurlar. Ancak mevcut durumda terörün sonlandırılmasının nihai amaç olarak ortak bir şekilde kararlaştırılmadığı anlaşılmaktadır. PKK 
silahlarını bırakmasını kendisinin ortadan kaldırılması şeklinde algılamaktadır ve geliştirdiği grup kimliği çerçevesindeki kimlik bilinci de kendisini yaratan 
lideri Abdullah Öcalan’ı tanımaz noktaya getirmiştir. PKK tarafından yapılan son açıklamalar bağlamında, gerçekleştirilen son İmralı ziyareti sonrasında, 
Abdullah Öcalan’ın taleplerinin ve söylemlerinin, PKK kanadından çok da karşılık bulmadığı görülmektedir.Teknik anlamda müzakere olarak isimlendirilemeyecek bu sürecin, PKK tarafından Öcalan’ın özgür kalma güdüsü ve gayesi çerçevesinde hareket ettiği izlenimine neden olduğu değerlendirilmektedir. Bu durum aynı zamanda AKP Hükümeti tarafından sürecin olumlu yönde seyrettiği şeklinde yaratılmaya çalışılan havanın da günlük güneşlik olmadığını göstermektedir. Hatta sürecin temel zeminin ne kadar kırılgan olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Halihazırda sürecin sıkıntılı durumunu daha da somut bir şekilde gözler önüne seren diğer bir husus da iç güvenlik paketidir. Bu paket, HDP’li yetkililer 
tarafından müzakere sürecini dinamitleyecek kadar tehlikeli olarak tanımlanmaktadır. Bugüne kadar geçen süre zarfında  bir çok dinamik, HDP ve PKK tarafından müzakere sürecinin önünde engel olarak öne sürülmüştür. Şimdi de iç güvenlik paketi aynı rolü üstlenmiş durumdadır. Ayrıca, güvenlik paketinin çözüm sürecinin önünde büyük bir engel olarak görülmesi HDP tarafından, zaten olumlu yönde devam ettiği kuşkulu sürecin, nasıl devam edeceği noktasında önemli bir sorunu da ortaya çıkarmaktadır. Sürecin en kalıcı unsurlarından bir tanesi de sürekli olarak HDP ve PKK tarafından bitirileceği yönünde imalarda bulunulan müzakerenin,  sağlıksız işleyişini  önüne sermektedir. Hal böyleyken, müzakerelere geçiş aşamasının nasıl gerçekleşeceği sorusu akıllara gelmektedir.

Ayrıca dikkatlerden kaçamayacak kadar çelişkili olan diğer bir husus da bir taraf (AKP) müzakerelerin olumlu yönde seyrettiğini açıklarken, diğer tarafın 
(HDP) müzakereye geçiş aşamasında olunduğunu ifade etmesidir. Bu durum, tarafların karşılıklı yürüttükleri bu süreçte durumu ne kadar farklı noktalarda 
algıladıklarını veya kamuoyunun nasıl algılamasını istediklerini gözler önüne sermektedir. Kullanımı şu günlerde sıkıntılı olan paralel kelimesi, tarafların 
ortak noktadan ziyade hiçbir noktada buluşmadan birbirine paralel şekilde ayrı hatlarda frekans ayarlarıyla oynadıklarını göstermektedir.

Çözüm süreci tekniklerinden olan müzakere yönteminin en önemli özelliklerinden birisi de belli bir süre zarfı planlaması dahilinde, adım adım müzakerenin 
işletilmesidir. Bu çerçevede PKK’nın, süreçte sınır olmadığı yönündeki söylemleri, bu sürece PKK’nın çok da taraf olmadığını, diğer bir deyişle istekli olmadığını göstermektedir. Süreç içerisinde PKK, güvenlik birimlerinin geri duruşundan imkan ve kabiliyetlerini geliştirme ve alan hakimiyetini kazanma noktasında yararlanmış ve bu ortamın yarattığı koşulları kendi lehine çevirerek bu oyunun kazanını olabilecek bir noktaya gelmiştir.

AKP’nin seçim kazanma güdüsü ile Abdullah Öcalan’ın özgür kalabilme gayesi, bir müzakere sürecinin işletilmesi noktasında, iki tarafın ortak zemini bulsada bu süreçten etkilenecek diğer taraflar için ortak zemini yaratamayacak kadar egoist bir çıkar ilişkisinin söz konusu olduğu, gerçekleri görmek isteyenlerin yüzüne bir kez daha vurmuştur. Görüşmelerde öne çıkan en önemli pazarlık konularından bir tanesi olan Öcalan’ın serbest bırakılmasına kadar dillendirilen, Öcalan’ın koşullarının, son açıklamaları ve duruşu bağlamında, artık PKK tarafından çokta öncelikli mesele olarak adlandırılmadığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, Öcalan’ın yerleşim yerlerinde eylem yapılmaması yönündeki telkinlerine rağmen, PKK’nın gençlik kolu YDGH’nin, bulundukları bölgenin otoritesi şeklinde lanse ederek askeri düzende geceleri ansızın baskınlarla cezalandırmalar yapması, aslında PKK’nın hangi noktada olduğunu açıkça ortaya çıkarmaktadır.   

Süreç dahilinde net bir şekilde anlaşılan diğer bir husus da PKK ve HDP içerisinde bu sürecin, kabul edilse de edilmese de bir bölünmeye yol açtığıdır. 
Bir kesimin Öcalan ile duygusal bağını koparamazken, diğer kesim (Cemil Bayık ve ekibi) dışardayken bambaşka bir profil sergileyen Öcalan’ın hareket tarzını 
rasyonel bulmamakta ve kendi varlıklarına karşı, Öcalan’ın özgürlüğünün pazarlık edilmesini kabul etmemektedir.

Bu yazı hazırlanırken KCK tarafından yapılan açıklama da yukarıda analizi yapılan hususların sonuç kısmını oluşturacak şekilde gerçekleşmiştir. Bu 
çerçevede KCK bugün (17.02.2015) yaptığı açıklamada; “Bizim için sürecin 15 Şubat’la birlikte son derece tehlikeli, kritik ve bitme noktasında olduğunu 
belirtmek durumundayız. AKP, kendine yakın basın ve medya organları üzerinden algı yaratmaya ve yönetme politikasını ısrarla sürdürmektedir. AKP’ye yakın birçok köşe yazarı, basın ve medya Kürt Halk Önderi Reber Apo’nun açıklama yapacağı beklentisi içinde olduğunu iddia etmektedir. Erdoğan bir adım daha ileri gidip üstenci bir üslupla; “Bugünlerde bir açıklama bekliyoruz. Ama önemli olan açıklama değildir. Bakalım bu defa silah bırakacaklar mı vs.” 
demektedir.Buna karşılık bizde diyoruz ki önemli olan süreç iyi gidiyor demagojisini yapmak değildir. Bakalım bu defa AKP iktidarı hiç vakit geçirmeden hemen yarın resmi müzakereye başlayacak mı? İzleme heyeti kurulacak mı ve bu heyet hiç vakit geçirmeden Önder Apo’yla görüşecek mi? AKP’nin Kürt sorununun çözümüne ilişkin varsa bir politikası bunu açıkça ortaya koyup somut adım atacak mı? En önemlisi de Reber Apo’nun hareketimizle ve hareketimizin de kamuoyuyla paylaştığı müzakere taslağı karşısında bir adım atabilmiş midir?”[1] hususlarını ifade ederek, beklentilerinin karşılanmaması halinde kendileri için sürecin biteceği söylemlerini eskiye nazaran biraz daha sert bir uslupla dillendirmiştir.

Bu süreç dahilinde PKK, geri adım atmadığı gibi durumu kendi lehine çevirmiştir, ayrıca zaman geçtikçe, süreç adına olumlu gelişmeler yaşanmasa dahi PKK’nın, 
taleplerini sistematik bir şekilde hep daha fazlası yönünde arttırdığı görülmektedir. Ancak bir de bunu göremeyen gözler vardır ki bugünkü açıklama 
sonrasında başlayacak olan “beklenmedik gelişme”, “kriz patlak verdi”, “şok şok” gibi sanki süreç olumlu seyrediyordu da birden PKK çark etti algılaması yaratmak amacıyla yazılar ve söylemlerde bulunacaklardır. Artık buram buram dezinformasyon kokan bu söylem ve yazıları yine bazıları anlamak istedikleri 
gibi anlayacaklardır.

[1]KCK’dan Son Dakika Açıklaması, Milliyet, 17.02.2015, 

http://www.milliyet.com.tr/kck-dan-son-dakika-aciklamasi/siyaset/detay/2015093/default.htm

17.02.2015


Merve Önenli Güven
Uzmanın Diğer Yazıları

  KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz? 
  Üçüncü Senesinde Suriye İç Savaşı 
  Cumhurbaşkanlığı Seçiminden Açılıma Doğru 
  KDP-PKK-IŞİD Üçgeni 
  PKK-KDP Kıskacına Giren Türkiye 
  PKK’nın Eylemleri Ne Anlatıyor?  
  PKK'da Cemil Bayık Liderliği Dönemi 
  PKK Ne Yapmak İstiyor? 
  Seçim Sonuçları BDP Açısından Ne Anlatıyor? 
  30 Mart Yerel Seçimlerinden Sonra PKK’nın ve BDP’nin Hareket Tarzına   İlişkin Senaryolar 
  Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları 

...