Abdullah Öcalan’ın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Öcalan’ın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları




Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları

Yazar: Merve Önenli Güven


Abdullah Öcalan’ın belirli dönemlerde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) bünyesinden temsilcilerle görüşmeler yaptığı bilinmektedir. Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın, hâlihazırda Hükümet ile sürdürülmekte olan görüşmeler açısından KONGRA-GEL (PKK)'yı, BDP'yi ve Halkların Demokratik Partisi (HDP)’ni, ne tür hareket tarzları izlemeleri konusunda yönlendirici bir pozisyonda olduğu da görülmektedir. Bu çerçevede Abdullah Öcalan’ın;
-  Kendisini kurulabilecek olası bir Kürt Devleti’nin lideri olarak gördüğü,
- “Çözüm sürecinin” vazgeçilmez aktörü olduğu iddiasıyla sağlık sorunlarını dahi bir halk hareketine dönüştürebilecek güce sahip olduğu algısını taşıdığı,
- Suriye’de yaşanmakta olan iç savaş nedeniyle ortaya çıkan siyasi boşluğun örgüt tarafından doldurulması ve oluşabilecek siyasi bir yapının da lideri olma konusunda bir eğilim sergilediği,
- Ayrıca Kürtlerin tek lideri ve önderi olma arzusu bağlamında Suriye’de kurulacak siyasi oluşumu, Mesut Barzani’nin hâlihazırda sahip olduğu siyasi güce karşı kullanma gayesi içerisinde olduğu,
- Türkiye sınırları dâhilinde özerk, federatif veya bağımsız bir siyasi yapı kurma amacını sürdürdüğü,
-  Örgütün silahlarını bırakmasının beklenmemesini ifade ederken diğer taraftan örgütün bulunduğu bölgelerde askeri bir hareketliliğin süreci sonlandıracak bir hareket olacağı, bu bağlamda örgüte yeni ve genç katılımların da örgüt için itici güç niteliği taşıdığı yönünde alt mesajlar verdiği,
anlaşılmaktadır.
Abdullah Öcalan’ın 2013 yılında yaptığı görüşmelerinde öne çıkan söylemleri;
“- Bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten vazgeçmediği, Kürtlerin kendisini devlet içinde sivil toplum olarak örgütlemesi gerektiği,
- Suriye/Haseke’nin, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Baas Rejimi’ne bırakılmaması, burada Arapların ve Süryanilerin de savunmasının yapılması, bölgede örgütün alan özgünlüğünü sağlaması,
- Rojova’da siyasi merkezin meclis tarzında konumlandırılması, Kamışlı’da bir tür devlet merkezi şeklinde üslenilmesi,
- (Kürt ulusal birliğinin sağlanması amacıyla) Irak, Avrupa ve Türkiye’de konferanslar düzenlenmesi,
- Halkın kendisinin doğum gününü, kendilerinin yeniden doğuşu olarak anlamlandırdığı,
- Süreç içerisinde üzerine düşeni fazlasıyla yaptığı, bundan sonrasının halkın işi ve görevi olduğu,
- İmralı’da ecelinin geldiği, nefesinin tutulduğu, bunların hesaba katılması gerektiği, stratejik önderliğin en az başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı demek olduğu,
- Sözüyle, eylemiyle özgür yaşamı yaratmanın amaçlandığı,
- Geri çekilmenin başlamasından sonra Kandil Heyeti, akademisyenlerin de aralarında bulunduğu bir danışma kurulu, medya, sivil toplum temsilcileri, Avrupa Birliği (AB) bünyesinden kesimlerle görüştürülebileceği,
 - ‘Akil İnsanlar’ heyetinin olası tıkanmalar noktasında devreye girmesi gerektiği,
- Çözüm sürecini, sol çevrelerin de önünü açmak için yürüttükleri, parlamentonun yapacağı çağrıyla solun da legalleşeceği, ayrıca Ermenilere de kendi hareketleri üzerinden yol açtıkları, diğer taraftan Alevilerin de sol etrafında toplanarak kendi birlikteliklerini tam anlamıyla sağlayamadıkları,
- Geri çekilme sonrasında BDP ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin boşatılan alanlarda halkı koruyacak sivil örgütlenmeler yapması, koruculardan bir zarar gelmesi halinde sert darbe indirileceği,
- Ayrıca çekilmeyle birlikte geride bir izleme kurulunun bırakılmış olması gerektiği, gerillanın boşalttığı alanlarda, köylülerin birbirini öldürmeye başladığı, karakolların, Hidroelektrik Santrallerin (HES) kurulmaya başlandığı, böyle devam etmesi halinde geri dönüşlerin başlayacağı, bu nedenle de gerilla sayısının hızla tırmandığı,
- Askeri olarak en güçlü dönemde olunduğu, PKK’nın tarihin iç ve dış olmak üzere en büyük savaş potansiyeline sahip olduğu,
- Gençliğin sürecin motor gücü olduğu,
- Geri çekilmeye karar verilmesine rağmen öz savunma haklarının baki kalacağı, ancak herhangi bir provokasyona da ortam sağlanmaması, diğer taraftan Hükümet kanadından yapılan; “Geri çekilmenin tek bir kişi kalmayana kadar sürecek” söyleminin saçma olduğu, istenirse gerillanın halkın içine bile karışacağı, gerillanın halkın tek güvencesi olduğu,
 - Örgütün kendisini tasfiye etmeyeceği, siyasi arenada temsil hakkı istediği,
- AKP ve PKK’nın anlaşamaması halinde ellerinin serbest olduğu, bu bağlamda İran’ın, Suriye’nin ve Rusya’nın örgüte destek verebileceği,
- Diplomasinin (diğer Kürt parti ve temsilcileriyle) ortak gerçekleştirilmesi gerektiği, örneğin Mesut Barzani’nin artık Türkiye’ye tek başına gitmeyebileceği,
- Yeni yerinin iyi olduğu ama 24 saatte her şeyin değişebileceği, Kürtlerde ilk defa bir önderliğin (kendisinin) çıktığı,”[1]
şeklinde özetlenebilir.

KONGRA-GEL (PKK)’nın Demokratik (!) Söylemli Diktatör Lideri
Abdullah Öcalan’ın “çözüm süreci” adı altında başlatılan gelişmelere ilişkin söylemleri öznesinde, kendisini sürecin yönlendiricisi ve Kürtlerin tek lideri pozisyonunda gördüğü açıkça anlaşılmaktadır. Kürt halkının, hak ve özgürlüklerinin tek temsilcisi ve sağlayıcısı olduğu inancı, doğum gününün kutlanmasına ilişkin, “halkın doğum gününü kendisinin yeniden doğuşu olarak anlamlandırdıkları” söylemi, grup bilincini kendi kişisel kimliği üzerine inşa etmeye çalıştığı ve bu şekilde kendisinin sorgulanamaz ve vazgeçilemez bir şekilde algılanmasını amaçladığı açıkça görülmektedir. Bu noktada “Kürtlerde ilk defa bir önderliğin çıktığı” şeklindeki ifadesi ve KONGRA-GEL (PKK)’nın geri çekilmesi sonrasında İmralı’da kendisini yabancı heyetler, sivil toplum örgütleri, medya temsilcileri gibi kişi ve grupların ziyaret etmesini beklemesi de ‘tek adam ve kanaat önderi’ rolüne hazırlandığını göstermektedir.
Ayrıca  “İmralı’da ecelinin geldiği, nefesinin tutulduğu, bunların hesaba katılması gerektiği, stratejik önderliğin en az başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı demek olduğu” şeklindeki söylemi de bir yandan kendisine bağlı olan kitleyi hareketlendirmede ve kendisinin biyolojik koşullarının ortaya çıkardığı rahatsızlıkları dahi siyasi ve ideolojik koz olarak kullanma çabasını gözler önüne sermektedir. Ayrıca anılanın kendisini sistem içerisinde cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı olarak konumlandırdığını da göstermektedir. Bu tarz hassasiyetleri belirli bir kitlenin toplumsal psikolojisini güdülemekte kullanarak sağlıklı bir sürecin nasıl yaratılabileceği önemli bir sorunsaldır.
AKP Hükümeti ile KONGRA-GEL (PKK) arasında kurulan bir diyalogun sağlıklı olmasının en önemli koşullarından birisi de tarafların niyetleridir. Bu noktada seçilmiş travmalarını içselleştirmiş bir grubun bireylerinin ait oldukları grupla özdeşleştirdikleri kimliklerinin, lider olarak gördükleri kişi tarafından ani iniş ve çıkışlarla yönlendirilmesi mümkündür. Bu durumu kendi psişik gerçeği ile kişiselleştiren bir kişinin niyeti, bu noktada sorgulanması gereken önemli hususlardan birisi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda “üzerime düşeni fazlasıyla yaptım, bundan sonrası halkın işi ve görevidir” ifadesi aslında bir mesaj niteliğinde olup süreç içerisinde olası olumsuz gelişmeler ve isteklerinin karşılanmaması halinde gerek duyulduğu zaman halkın inisiyatif kullanarak ‘halk ayaklanması’ yaratılabileceği hususunu da aba altından gösterdiği anlaşılmaktadır.
Abdullah Öcalan’ın söylemlerinin örgüt cephesinden yansımaları da anılanın kendisine bağlı örgüt ve uzantılarını, kendi psişik gerçekliği üzerinden yönlendirdiğini açıkça gösterir mahiyettedir. Bu bağlamda 11 Temmuz 2013 tarihinde KONGRA-GEL (PKK) lider kadrosunda yer alan Murat Karayılan’ın yaptığı; “9. Kongra Gel Genel Kurulu’nda bu sürecin devam etmesi için  karar alındı. Bu süreci Önder Apo başlattı ama hala tecrit altındadır. Avukatları onunla görüşemiyor, kimse yanına gidemiyor. Daha da önemlisi şu anda ciddi sağlık sorunları var. Bağımsız ve uzman bir doktor ekibi İmralı’ya gitmeli ve Önder Apo’yu sağlık kontrolünden geçirmelidir. Diğer taraftan eğer bu süreç ilerleyecekse Önder Apo’nun koşulları iyileşmeli ve dışarıdan gelen heyetlerle görüşebilmeli. Dışarısıyla irtibatı olmalı. Diğer taraftan yardımcıları ve sekreterleri olmalıdır.”[2] şeklindeki açıklaması Abdullah Öcalan tarafından söylenenlerin bir hareket tarzı olarak belirlendiğini göstermektedir.
Bir barış ortamı sağlanması noktasında iki tarafın bir diyalog süreci başlatması demek birincil koşul olan niyetten sonra ikinci koşul olarak bu niyetin temellendirilmesi için bu amaç doğrultusunda karşılıklı adımlar atmaktır. Bu noktada da kendisini ancak silahlı olduğu zaman güvende hisseden ve silahlarından vazgeçmeyeceğini açıkça belirten bir örgütün henüz ilk koşulu dahi sağlayamadığı görülmektedir. Siyasi bir varlık olmayan ancak sistem içerisinde kendisini silah ve şiddet kullanımı yoluyla var etmeye çalışan bir terör örgütünün, devletin silahlı kuvvetlerinden silah bırakmasını, bir devletin sınırlarını korumak ve iç güvenliğini sağlamak gibi temel vazifelerden vazgeçmesini beklemesi de örgüt ve uzantılarının gerçekliğe dönük yaklaşımlarının ne kadar kısıtlı olduğunu gözler önüne sermektedir.
Abdullah Öcalan’ın Rüyası
Abdullah Öcalan’ın sürece dair yaklaşımının boyutunu belirgin hale getiren diğer bir husus da ‘Akil İnsanlar’ adı altında kurulan heyete dair söylemleridir. Söz konusu heyetin olası tıkanmalarda devreye girmesi ve bir çeşit ikna aracı olarak kullanılması yönündeki beklentisi, aslında bireylerin ve grupların soru işaretlerinin cevaplanmaksızın, sürece ilişkin atılan her adımın halk tarafından sorgusuz sualsiz kabullenilmesi amacının taşındığını göstermektedir. Bu konuya ilişkin diğer bir husus da ‘Akil İnsanlar Heyeti’nin’ ziyaret ettikleri coğrafyaların, sosyolojik koşullarına ne kadar aşina olduklarıyla ilgilidir. Daha önceden belirlenmiş kişiler ile yapılan kısıtlı görüşmelerin, bölge coğrafyasının gerçekliğini tam anlamıyla nasıl yansıttığı önemli sorunsallardan birisidir.
Söz konusu hususların yanı sıra Abdullah Öcalan’ın sadece Kürtleri değil, örgüt ve uzantıları altında farklı kesimleri de bir araya toplamaya çalıştığı söylemlerinden anlaşılmaktadır. Tüm ulusal ve uluslar arası siyasi olayları çözümlediği algısına sahip olan Abdullah Öcalan’ın, kendisinin başlattığını belirttiği bu sürecin sol, Alevi, Ermeni gibi kesimlerin de önünü açacağı iddiası ve HDK gibi yapılanmalar vesilesiyle bu grupları da örgüt ve uzantılarının çatısı altında toplama çabası açıkça görülmektedir. “Kürdistan topraklarında yaşamak isteyenler özgürce yaşayacaklar” ifadesi, “çözüm süreci” adı altında yürütülen girişimin neticesinde, örgüt ve uzantılarının beklentilerinin kendilerinin sınırlarını belirledikleri belirli bir toprak parçasında kendi yönetimlerini kurma gayelerini açıkça gözler önüne sermektedir. Bu noktada da BDP’nin bir önceki yerel seçimlerde aldığı belediye sayısını, önümüzdeki yerel seçimlerde daha da arttırmak istemesi, “demokratik özerklik” adı altında ifade ettikleri stratejilerinin neyi amaçladığını açıklamaktadır.
“Çözüm süreci” çerçevesinde terörist unsurların geri çekilmesi beklenirken hâlihazırda örgüte özellikle genç kadroların katılmayı sürdürmesi, örgütün kırsal kadrosunu güçlendirmeye devam ettiğini göstermektedir. Bu durum da artış göstermeye devam eden kadroların “çözüm süreci” adı altında nasıl değerlendirileceği sorusunu ve bir taraftan sözde geri çekilmenin amaçlanmasıyla birlikte diğer taraftan kadrolara katılımların sürdürülmesi arasındaki çelişkiyi akıllara getirmektedir. Ayrıca Abdullah Öcalan’ın görüşmelerde örgüt mensuplarının geri çekilirken silahlarını muhafaza etmeleri gerektiği yönündeki yönlendirmesinin yanı sıra “BDP ve DTK’nın bu alanlarda halkı koruyacak sivil örgütlenmeler yapmaları, istenirse geri çekilme yapıldıktan sonra Türkiye sınırları içerisine silahlı unsurların yeniden sokulabileceği” şeklindeki ifadeleri sürecin ne yönde şekillenebileceğinin sinyallerini vermektedir.  

Abdullah Öcalan’ın iç siyasete ilişkin söylemlerinin yanı sıra dış siyasete ilişkin vurguları da dikkat çekicidir. Bu bağlamda özellikle Suriye’deki iç savaş neticesinde ortaya çıkan boşluğu KONGRA-GEL (PKK)’nın Suriye uzantısı olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile bölgede sözü geçen bir aktör haline getirme çabası, ifadelerine de açıkça yansımaktadır. Özellikle “oradaki (Suriye’deki) halkımız bana bağlıdır, bu noktaya gelinmesinde onlar da başat rol oynadılar” ifadesi, Suriye’de ortaya çıkacak olası bir idarenin lideri olmak istediğini göstermektedir. Bu ayrıca Mesut Barzani’nin Irak’ta sahip olduğu siyasi konum bağlamındaki gücüne karşılık Abdullah Öcalan’ın da Suriye’de hâlihazırdaki boşluk üzerinden bu tarz bir güç arzusu içerisinde olduğunun sinyallerini vermektedir. 

Bu durumu destekleyen diğer bir husus da Abdullah Öcalan’ın, Suriye/Haseki’nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Baas Rejimi’ne bırakılmaması yönündeki talimatıdır. Bu çerçevede “öz savunma oluşturarak Arap ve Süryanilerin de savunmasının yapılması” yönündeki talimatı, Türkiye sınırına en yakın bölgelerden birisi olan söz konusu bu alanda farklı etnik grupları da örgütün kontrolü altında toplayarak kendisini başat güç haline getirmeye çalışması olarak açıklanabilir. Ayrıca “Suriye’de siyasi merkezin oluşturulması, bunun meclis tarzında konumlandırılması ve Kamışlı’da bir tür devlet merkezi gibi üslenilmesi” şeklindeki ifade de bu durumu destekler mahiyettedir. Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın, Türkiye/Diyarbakır-Ankara, Irak/Erbil ve Avrupa’da konferanslar yapılmasını istemesinin yanı sıra Türkiye, Suriye, Irak ve Lübnan’da birlik kurulması suretiyle bir Ortadoğu Konferansı’nın düzenlenmesi çerçevesindeki yönlendirmeleri de dört parçada (Türkiye, Irak, İran ve Suriye) kurmayı istedikleri Kürdistan’ın temelini hazırlar nitelikteki çabaların göstergesidir. Ayrıca Dicle-Fırat suyunun bu birliğin esasını oluşturması yönündeki stratejisinin de kurulması planlanan siyasi yönetimin varlığını sürdürebilmesi amacıyla doğal kaynak temini ve bu kaynağın olası komşu ülkelere karşı koz olarak kullanılması niyetlerini de akla getirmektedir. [3]













   

Sonuç olarak tüm bu hususlar ışığında Abdullah Öcalan’ın; “Gerilla Kürtlerin tek güvencesidir, gerilla kısmen içeride kalsa bile bu yanıltıcı olmasın, istesek gerilla halkın içinde bile saklanır, süreç başarısız olursa eliniz serbesttir, İran, Suriye ve Rusya’dan destek alınabilir” şeklindeki ifadeleri, örgüt ve uzantılarını yönlendiren Abdullah Öcalan’ın, süreci nasıl algıladığını ve sürecin nasıl bir yönde ilerleyeceğinin önemli göstergelerinden birisi olarak değerlendirilmektedir. Abdullah Öcalan’ın; “Özerklikten, federasyondan, bağımsızlıktan vazgeçmedim, Kürtlerin kendisini devlet içinde sivil toplum gibi örgütlemesi gerektiği” şeklindeki ifadesinin, BDP tarafından Mart 2014 yerel seçimleri nezdinde “öz yönetimle özgür kimliğe”[4] söylemi üzerinden pratikleştirilmeye çalışıldığı görülmektedir.  Farklı kimlikleri bir araya getiren ve birlikte yaşamanın esası olan devlet bütünlüğüne karşı etnisite, din, mezhep gibi olguların üzerine inşa edilen ve silahların gölgesiyle güvence altına alınan siyasetin, çatışmaları kaçınılmaz kılacağı aşikârdır. Bu bağlamda gerektiği zaman şiddeti kullanırız mantığını taşıyan bir grubun yürütmeye çalıştığı siyasetin, birlikte yaşayabilmenin önünde engel olabilecek en önemli hususlardan birisi olacağı değerlendirilmektedir. 



[1] http://www.bianet.org/konu/imrali-gorusmeleri
[2] http://www.aksam.com.tr/siyaset/karayilandan-ilk-aciklama/haber-224662
[3] http://www.ibp.gov.tr/pg/section-pg-ulke.cfm?id=7F86AC865C88