Hikmet Çetin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikmet Çetin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Açılım kıskacı


Açılım kıskacı


ABD’nin gizli emellerini Türkiye’de en iyi bilenlerden biri olan değerli araştırmacı-yazar Erol Bilbilik’in yeni kitabının adı “Açılım Kıskacı” (Kırmızı Kedi Yayınları).
Açılım açılım diyoruz, bu sözcüğün gerçek anlamını hiç merak ettik mi? Türk Dil Kurumu sözlüğü şöyle açıklıyor açılımın anlamını: 


1-Açılma işi. 
2-Herhangi bir konuyla veya sorunla ilgili olarak düşünce ve uygulamalarda yeni koşulların gerektirdiği değişiklikleri veya yenilikleri yapma. 
3-Yeni bir bakış açısı getirme.” 

Son birkaç yıldır tartışmakta olduğumuz açılımlar, bu sözcüğe sözlük anlamının ötesinde anlamlar, içerikler, çağrışımlar yükledi, hatta kirletti. Neden? Çünkü tüm açılımlar, açıp rahatlatmıyor, kıskaca alıp canına okuyor ülke ve milletin.
Peki bu kıskaç ne anlama gelmekte? Son yıllarda öyle çok kullanıyoruz ki, anlamını yazmasak olmayacak. Kıskaç TDK sözlüğüne göre; 


1-Bir şeyi tutup sıkıştırmaya yarayan kerpeten, pense vb. araç, 
2-Demircilerin kızgın demiri tuttukları maşa vb. araç, 
3-Böceklerde besin maddelerini parçalamaya ve kendilerini savunmaya yarayan organ,
” demek.

Şimdi artık bu iki sözcüğün bileşik anlamını zihnimizde canlandırabiliriz. Ancak bu da yetmez, Bilbilik’in kitabı, bu kıskacı tutan eli, niyetini, planını, yerli işbirlikçilerini bir bir yazıyor. Bunları bilirsek bu kıskaçtan kurtulabiliriz.
Haydi bilmeye öyle ise:


Ana başlıklar verelim önce: 

1-Türkiye’nin NATO serüveni ve NATO’nun Orta Doğu yapılanması, 
2-İran Açılımı, 
3-Sudan Açılımı, 
4-Kürt Açılımı,
5-Ermeni Açılımı, 
6-Kıbrıs Açılımı, 
7-Karadeniz, Ege ve Jandarma Açılımı, 
8-12 Mart 1971 CIA (NATO) darbesine ait CIA belgeleri, 
9- Taraf Gazetesi’nin Balyoz Açılımı, 
10-Uğur Mumcu ve İpekçi cinayetlerinde CIA parmağı.

Bu değerli eserden şimdi de önemli, değerli, özel alıntılar sunalım:
-Taraf gazetesinin Balyoz Darbe Planına kaynaklık eden, Türkiye’ye yönelik 5 ABD senaryosu: CIA’nın Türkiye’de şeriatçı iç savaş senaryosu, CIA’nın Ege’de kontrollü Türk-Yunan çatışması senaryosu, Manavgat Türk-Alman gazeteciler semineri toplantısı senaryosu, ABD ordusunun “ Bin Yılın Meydan Okuması-2002 ” tatbikatı senaryosu.


-Erdoğan ve Gül’ün Jandarma’yı MGK’dan ve sınırlardan dışlama planı.
-Kürt açılımı bir ABD projesidir. Bu açılımın mimarı Beyaz Saray’daki Siyahi Başkan’dır. Obama TBMM’deki konuşmasında, bu açılımı övdü, çerçevesini çizdi, içeriğini belirlerdi.
-Neçirvan Barzani ve Bahram Salih CIA ajanı.
-Doğu Ergil, Washington Kürt Enstitüsü Başkanı Dr. Necmaldin Kerim’le bağlantı halinde.
-Öcalan’ın stratejik hedefi: “Demokratik Orta Doğu Kürdistanı”. Öcalan’a göre çözümün esasları ve Öcalan’ın Kürt Açılımı.
-BOP’un Türkiye Enstitüsü: Bahçeşehir Üniversitesi. Fehmi Koru, Soli Özel, Murat Yetkin, Deniz Ülke Arıboğan ve Vamık Volkan kimlerle hangi projelerde, hangi çalışmaların içindeler?
-Küresel Ekonomik Kriz bir CFR tertibidir.
-Erdoğan, İsrail’i enerji üssü yapmaya girişti.
-Hikmet Çetin’in imzaladığı anlaşmaya göre Mossad Türkiye’de şubeler açabilecek.
-İsrail’in Türkiye üslerini kullanabilme anlaşmasını Tayyip Erdoğan imzaladı. Konya üssünün NATO ve Mossad üssü olması.
-Genişletilmiş Karadeniz Projesi... Türkiye, Montrö Antlaşmasının ihlaline yeşil ışık mı yaktı?
-BOP çökmedi, büyüdü.


Kaynak: Açılım kıskacı - Cazim GÜRBÜZ

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/acilim-kiskaci-14779yy.htm

***

25 Şubat 2017 Cumartesi

KKTC’nin Kuruluşundan 6 Mart 1995’e Kadar Geçen Sürede Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları



KKTC’nin Kuruluşundan 6 Mart 1995’e Kadar Geçen Sürede Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları ;



KKTC’nin ilanı, gerçek anlamda bir oldubitti olarak nitelendirilebilir39. Tıpkı Kıbrıs Türk Geçici Yönetimi ve daha sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanından ardından olduğu gibi, Ankara KKTC’nin ilanını da temkinli karşılamıştır40. Hatta 13 Aralık 1983’te hükümeti kuran Turgut Özal’ın bu oldubittiden pek hoşlanmadığı ama askerin gizli desteğiyle kurulmuş olan bu devleti tanımaktan başka çaresinin olmadığı bilinmektedir. 

Türkiye’nin KKTC kurulduğundan bu yana bu devletin uluslararası toplum tarafından tanınması için hiçbir ciddi girişimde bulunmamış olması da üzerinde düşünülmesi gereken bir başka gerçektir (Dodd, 1999: 136). 

Türkiye’nin KKTC’yi tanıtma yönünde bir çabası olmamasına rağmen, bu devleti tanımış olması 1974 Barış Harekatı sonrasında başlattığı uluslararası hukuka aykırı davranma tutumunu bir adım daha ileri taşımıştır. Yukarıda da açıklandığı gibi, Türkiye, 1974 Barış Harekatı’nın gerekçesi olan “Ada’da bozulan düzeni yeniden tesis etmek” bir yana, bütünlüğüne kefil olduğu bir ülkede başka bir devletin kurulmasına göz yumarak ve bu devleti tanıyarak hem 1974 harekatını dayandırdığı hukuki zemini tamamen kaydırmış hem de 1960 antlaşmalarını açık bir şekilde ihlal etmiştir. 

38 Denktaş ise kendi anılarında Türkiye’de sivil yönetim iktidara gelmeden hemen önceki dönemde oluşan iktidar boşluğunun KKTC’nin ilanı için seçilen son şans olduğunu, hiçbir şeyi tehlikeye atmamak için Türkiye ile telefon hatlarını dahi kestirdiğini açıklamaktadır (1988: 123). 39 KKTC’nin ilanının resmi olarak getirilmeyen amaçlara hizmet ettiği öne sürenler de vardır. Örneğin, Türkiye’deki askeri cuntanın, KKTC’nin ilanı ile Batı’ya bir ders vermek istemiş olduğu dile getirilmektedir (Hasgüler, 2002: 241). İkincisi ise KTFD’nin lideri olan Denktaş’ın görev süresinin doluyor olması ve artık seçilemeyecek olmasıdır. Hasgüler, “KKTC’nin ilanı ile Denktaş ömür boyu cumhurbaşkanlığı imkanına 
kavuşuyordu” demektedir (2004a: 345). 
40 KTFD ve KKTC’nin ilan edildiği dönemdeki koşulların benzerliği ve Türkiye’nin tavrı konusunda ayrıntılı bilgi için, Hüseyin Mümtaz,. “”Türkiye-Kıbrıs İlişkilerinin Politik Mantığı ve Sonuçları”, Second International Congress for Cyprus Studies : 24-27 November 1998, Gazimağusa, Turkish Republic of Northern Cyprus. 2. Cilt. der. İsmail Bozkurt, Hüseyin Ateşin, M. Kansu (Gazimağusa: Eastern 
Mediterrenean University Centre for Cyprus Studies, 1999), s.151-173. 

Anavatan Partisi’nin demokrasiye verilen üç yıllık aradan sonra 1983’te yapılan seçimlerde iktidara gelmesi Kıbrıs’ta çözüm arayışları açısından önemlidir. Annan Planı’na gelinceye kadar olan dönemde çözüme en çok yaklaşılan müzakereler bu dönemde yürütülmüştür. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri De Cuellar tarafından 12 Nisan 1985 ve 29 Mart 1986’da sunulan çözüm belgeleri bunun en iyi örneğidir. De Cuellar belgeleri Türkiye’nin desteklediği belgelerdir ve iki toplumlu, iki bölgeli federasyon anlayışına göre düzenlenmiştir. Ancak üç özgürlüğün nasıl düzenleneceği konusu, çalışma guruplarının sonuçlarına bırakılmıştır. Diğer bir deyişle, TBMM’nin 6 

Mart 2003 tarihli kararında altını önemle çizdiği iki kesimliliğin nasıl sağlanacağı konusunda kesin çizgiler çizmemiştir. Dikkati çeken çok önemli nokta, hem Ankara’nın hem de KKTC’nin kabul ettiği bu belgelerin Türkiye’nin 1960 antlaşmalarından kaynaklanan garantörlük hakları ve Türk-Yunan dengesi konusunda herhangi bir hüküm içermemesidir. 1985-86 belgeleri, 1959’dan beri atıfta bulunulan, 1974 müdahalesine hukuki dayanak oluşturan, 1990’lardan itibaren Ada’da çözümün adeta önşartı haline gelen ve 6 Mart 2003 tarihli kararda da vurgulanan bu unsurlarla ilgili herhangi bir düzenleme getirmemekte dir. Belgelerin buna rağmen kabul edilmiş olması, Türkiye’nin o dönemdeki önceliklerini göstermesi bakımından önemlidir41. De Cuellar belgeleri Rum kesiminin genel itirazları üzerine rafa kaldırılır42. 

41 De Cuellar’ın sunduğu çözüm belgeleri, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum tarafları arasında yürütülen müzakerelerin sonucunda ortaya çıkan metinlerdir. Yalnız bu müzakereler sırasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 1 Aralık 1984’te ABD Devlet Başkanı Ronald Reagan’dan bir mektup alır (Uslu, 2001: 150). Bu mektup üzerine, Türkiye’nin Denktaş’tan tavrını yumuşatmasını istediği ve 1985-1986 yılındaki De Cuellar belgelerinin bu uyarıların gölgesinde Denktaş tarafından kabul edildiği bilinmektedir (Camp, 1998: 143) O dönemde Denktaş’ın çözüm çabalarına yaklaşmasında, Özal’dan eski hükümetler 
kadar destek görmemiş olmasının etkisini göz ardı etmek mümkün değildir. Gerek ABD gerekse AET (AB) ile ilişkilerini geliştirmek isteyen Özal bu dönemde Yunanistan’la diyalog çabalarını hızlandırmış, Kıbrıs sorununa bu bağlamda çözülmesi gereken bir sorun gözüyle bakmıştır. Erol Manisalı, Özal için “Özal Kıbrıs’ta kaygısız ve gevşek bir politika izliyordu. AB’nin Ankara’nın boynuna Kıbrıs halkasını iliklemesinin altyapısını hazırlıyordu” demektedir, (2005: 97). 
Nitekim ilk De Cuellar Belgesi’nin tarafların sunulmasından kısa bir süre sonra, bir süredir gergin olan ilişkiler bir yumuşama dönemine girmiştir. 
İkinci belgenin yayınlanmasından önce 30 Ocak 1986’da Papanderou ve Özal Dünya Ekonomik Forumu için Davos’ta bir araya gelmiş ancak başlatılmak istenen diyalog süreci başarısızlığa uğramıştır. Ne var ki iki ülke arasında ilişkiler bir yıl sonra yaşanan Ege Bunalımı ile yeniden gerilecek ve bu gerginlik 30-31 Ocak 1988’de Davos’ta başlayan yumuşama dönemine kadar büyük ölçüde etkisini sürdürecektir. 
Melek Fırat, “1980-1990: Batı Bloku Ekseninde Türkiye-2 (Yunanistan’la İlişkiler), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, 2. Cilt, der. Baskın Oran (İstanbul: İletişim Yayınları, 2001), s. 109-117. 
42 De Cuellar Belgelerinin ayrıntılı bir analizi için, Farid Mirbagheri, “International Peacemaking in Cyprus, 1980-86”, Cyprus and International Peacemaking (London: Hurst&Company, 1998), s. 127-151. 


1990 yılıyla birlikte müzakereler açısından yeni bir hareketlilik başlar43. 
Bunun çeşitli nedenleri vardır. Turgut Özal’ın 1989 yılında Cumhurbaşkanı seçildikten sonra dış politikayla yakından ilgilenmeye başlaması bunlardan biridir. 30 Mayıs 1990’da Özal Kıbrıs sorununun çözümü için dörtlü konferans toplanması önerisi getirir. Ancak bu öneri, ne kendi hükümetinden ne de Denktaş’tan destek görür. Haziran-Kasım 1992 arasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Ghali’nin gözetiminde yapılan New York görüşmeleri sırasında Ekim 1991’de kurulan DYP-SHP koalisyon hükümeti iktidardadır. Ghali’nin müzakereler devam ederken hazırladığı ve 21 Ağustos 1992’de taraflara sunduğu Fikirler Dizisi, tarafları uzlaşmaya çok yaklaştıran belgelerden biridir. Fikirler Dizisi, Türkiye’nin de katkılarıyla hazırlanmış olan bir belgedir (Manizade, 1998: 13)44 ve Türk tarafının tezi olan iki toplumlu, iki kesimli federasyonu öngörmektedir. Aynı zamanda tarafların siyasi eşitliği garanti edilmiştir. 

43 1990’lardan itibaren Kıbrıs ile ilgili gelişmeleri 3 Temmuz 1990’da Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusunda bulunmasıyla başlayan süreç içinde değerlendirmek gerekir. Kıbrıs’ın AB üyeliği süreci ve buna karşılık olarak Türkiye’nin yürüttüğü politikalar ikinci ve üçüncü bölümlerde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. 
44 Özellikle 1990 yılının sonlarından itibaren Kıbrıs konusundaki çözüm sürecinin hız kazanmasını ve Türkiye’nin Denktaş’ı çözüm konusunda yönlendirmesini sadece içteki gelişmelerle açıklamak mümkün değildir. Öncelikle Soğuk Savaşın bittiği, dünya dengelerinin yeniden şekillendiği bir döneme girilmiştir. 
Bu dönemde Türkiye’nin ABD için önemi Soğuk Savaş yıllarına göre daha da artmıştır (Lesser, 1993: 112). 

ABD Başkanı George Bush’un Kıbrıs’ta çözüm konusunda Türkiye’den beklentileri olduğu ve ABD ile yakın ilişkiler içinde olduğu bilinen Turgut Özal’ın Doğu Bloku’nun dağıldığı tek kutuplu dünyada Türkiye’nin yeni oluşacak dengelerde yerini almasını istediği bilinmektedir (Gözen, 2004: 288-289). 

2 Ağustos 1990’da Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i bombalaması sonucu Orta Doğu’da baş gösteren gerilimin 17 Ocak 1991’de Körfez Savaşı’na dönüşmesi Kıbrıs sorununun çözümünü tetikleyen sebeplerden biri olarak görülebilir. Zira ABD, Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından NATO’nun Doğu Akdeniz’deki kanadını zayıflatma ihtimali olan bütün gerginlikleri ortadan kaldırmayı hedeflemiş, Kıbrıs meselesine de bu bağlamda çözüme ulaştırılması gereken bir sorun olarak yaklaşmıştır (Uzgel, 2001: 250). 
Ghali Fikirler Dizisi böyle bir ortamda müzakere edilmiş ve Türkiye tarafından kabul edilmiştir. 1990’ların ilk yarısında Türk-Amerikan ilişkileri ve ABD’nin Kıbrıs sorununun çözümüne müdahaleleri konusunda ayrıntılı analizler için, örneğin, Nasuh Uslu, “ Kıbrıs Sorunu ve ABD ”, Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını), der. İrfan Kaya Ülger ve Ertan Efegil (Ankara: HD Yayıncılık Matbaacılık Tanıtım, 2001), s. 147- 185.; Morton Abromowitz, “American Policy Making on Turkey”, Turkey’s Transformation and American Policy, der. Morton Abromowitz (New York: Century Foundation Press, 2000), s. 153-185.; Sabri Sayarı, “Turkish American Relations in the Post-Cold War Era: Issues of Convergence and Divergence”, Turkish American Relations: Past, Present and Future, der. Mustafa Aydın, Çağrı Erhan (Londra, New York: Routledge, 2004), s. 91-107. Örnekse, 10 Temmuz 1992’de Helsinki’de yapılan AGİK zirvesinde Başbakan Süleyman Demirel’in “ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’e 15 Temmuz’da New York’ta yapılacak ikinci tur Kıbrıs görüşmeleri hakkında bir mektup göndermiştir. Mektuplar Türkiye’de her zaman hassasiyet yaratır. Mektubun bir kopyasını da Sayın Denktaş’a verdim” açıklamasını yapması, ABD’nin çözüm konusundaki baskısını göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim Denktaş aynı gün Lefkoşa’da yaptığı basın toplantısında “Bundan ağır baskı olamaz” diyerek tavrını belli etmiştir.,

http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1992/temmuz1992.htm. 

Yine dönemin önemli olaylarından biri Yunanistan’ın AET’nin Türkiye’ye yönelik 4. mali yardım paketini veto etmiş olmasıdır. 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ghali’nin Fikirler Dizisi’ni taraflara sunmasından kısa bir süre önce Yunanistan Başbakanı Mitsotakis’in “Kıbrıs sorunu çözülmeden Yunanistan’ın ne 4. mali pakete vetosu kalkacaktır ne de Türk-Yunan dostluğu pekişecektir” demesi Türkiye’nin içinde bulunduğu güç durumu açıklar niteliktedir (ibid.). 

Fikirler Dizisi’ne göre kurulacak olan devlet, tek egemenliği olan, tek vatandaşlık temeline dayalı bir devlettir. De Cuellar çözüm planından farklı olarak Fikirler Dizisi’nde 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarının devam ettiği vurgulanmaktadır ancak Kıbrıslı olmayan askerlerinin tümünün belli bir takvime göre adadan çekilmesi karara bağlanmıştır. 

Ghali Fikirler Dizisi, Türkiye’nin 1975’ten beri resmi olarak savunduğu iki toplumlu, iki bölgeli federasyon tezini gerçeğe dönüştüren bir çözüm olarak görülebilir. Her ne kadar üç özgürlük konusu tam olarak netleştirilmemiş olsa da Ankara’nın bu konunun Kıbrıs Rum ve Türk tarafları arasında halledileceğine inandığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda 6 Mart 2003 tarihli kararda atıfta bulunulan “siyasi eşitlik” ve “1960 Garanti Antlaşmaları’nın sürdürülmesi” ilkeleri benimsenmektedir. 

Ne var ki Ghali Planı üzerinde görüşmeler, Rum tarafının genel itirazları, Denktaş’ın da dokuz maddeye yönettiği itirazlar üzerine çıkmaza girer. Bunun üzerine Mayıs 1993’te Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, tarafların uzlaşmasını kolaylaştırmak için Güven Artırıcı Önlemler’i sunar. Amaç, kısa süre sonra tarafları yeniden müzakere masasında buluşturabilmektir. Türkiye’nin çözümden yana tavır almaya başladığını sezen Rauf Denktaş apar topar Türkiye’ye gelir ve Meclis’e hitaben bir konuşma yapar45. Bu konuşmanın hemen ardından aynı oturumda 10 Haziran 1993 tarihli TBMM Kıbrıs Deklarasyonu kabul edilir46. 

Kıbrıs Deklarasyonu’nda özellikle iki noktanın üzerinde durulduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, Kıbrıs’ta yaşayan “iki toplumun” eşitliğinden söz edilmesi, ikinci ise Türkiye’nin “tarihi ve garantörlük haklarından doğan vecibelerinin” hatırlatılmasıdır. KKTC’nin on yıl önce ilan edilmiş olmasına ve Türkiye’nin bu devleti tanımasına rağmen TBMM’nin 10 Haziran 1993 tarihli kararında, Kıbrıs’ta “iki devlet” olduğuna değil “iki toplum” olduğuna vurgu yapması, Kıbrıs’ta federasyon fikrini desteklemeye devam ettiğinin bir göstergesi olarak okunabilir47. Yalnız federasyonun coğrafi veçhesinin nasıl olacağı, yani 6 Mart 2003 TBMM kararında da önemle vurgulanan ve Annan Belgesi’ne yönelik üzerinde en çok itirazın toplandığı iki kesimliliğe dair herhangi bir ibare yer almamıştır48. 

45 Rauf Denktaş’ın TBMM’de yaptığı 10 Haziran 1993 tarihli konuşmanın tam metni için, 
http://www.belgenet.com/kibris/denktas_100693.html. 
46 Bkz. Ekler B.1.1. 
47 Hasgüler, Türkiye’nin KKTC’yi uluslararası toplum karşısında “savun(a)mamasının” önemli sebeplerinden bir tanesinin Kıbrıs Cumhuriyetini kuran antlaşmalardan doğan yasal haklarını kaybetmek 
istememesi olarak açıklamaktadır (2007: 44). Bu nedenden ötürü TBMM’nin 10 Haziran 1993 tarihli kararda “iki devlet” değil, “iki toplum” gerçeğine işaret etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zira bir yandan 1960 
antlaşmalarına zaten aykırı olan KKTC’nin uluslararası toplum tarafından tanınmasını istemek diğer yandan 

Bunun yerine garantörlük haklarının özellikle ön plana çıkartılması dikkat çekicidir, zira bu ifade Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili politikalarında “stratejik önem” 
boyutunun giderek ağırlık kazanması nedeniyle gelecekte daha da güçlü bir tonda vurgulanmaya başlanacaktır49. Haziran 1993’te TBMM’nin aldığı bu karar Kıbrıs’la ilgili politikaların seyri açısından önemli bir kavşak olarak nitelendirilebilir. 

Avrupa Birliği ile ilişkiler bağlamında Kıbrıs meselesi’nin seyri açısından 1994 yılı önemli bir yıldır. AB 24 Haziran 1994’te Korfu Zirvesi’nde Kıbrıs’ın bir sonraki 
genişleme dalgasında yer alacağını karara bağlar. Bundan kısa bir süre sonra Avrupa Adalet Divanı, Rum kesiminin yaptığı başvuru üzerine, 5 Temmuz 1994’te, Kuzey Kıbrıs Türk kesiminden ihraç edilecek malların üzerinde Güney’den alınmış bir onay belgesi olması gerektiğine ilişkin bir karar alır50. Adalet Divanı’nın 1994’te aldığı bu karar, günümüzde hala devam eden ambargolara hukuki gerekçe teşkil etmenin yanı sıra Rum hükümetini “Kıbrıs Cumhuriyeti”, KKTC’yi “Türk toplumu” olarak tanımlamış olması 
itibarıyla da önemlidir. Böylece AB’nin, Korfu Zirvesi’nde bir sonraki genişleme dalgasında üye olması kararlaştırılan “Kıbrıs” ile Ada’nın tek temsilcisi olarak Güney kesimini tanıdığı bir kez daha teyid edilmektedir. Bunun üzerine KKTC Meclisi 28 Ağustos 1994’te “Kıbrıs’ta federasyonu tek çözüm şekli olarak gören önceki kararlarını yürürlükten kaldırdığını” duyuran ve “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye Ada’nın bütünü üzerinde garantörlük hakkının sürdüğünü iddia etmek hiç şüphesiz yaman bir çelişki olacaktır. Ne var ki 1998’lerden itibaren Türkiye’nin bu yaman çelişkiye düşmeye başladığı görülecektir. 


48 Annan Planı’na iki kesimlilik konusunda getirilen eleştiriler için örneğin, Onur Öymen’in 19 Şubat 2004’te Star TV’deki Objektif Programı’nda yaptığı açıklamalar, 
http://www.onuroymen.com/docs/gorselbasin13.doc; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 3 Nisan 2004’te yaptığı konuşma, 
http://www.mhp.org.tr/genelbsk/gbskkonusma/2004/03042004.php; Şükrü Sina Gürel, “ Bir Kasa Portakal.. Bir Çuval İncir ”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2004. 
49 De Cuellar belgelerinde yer almayan garantörlük haklarının TBMM Deklarasyonu’nda bu kadar belirgin bir şekilde ortaya konmasını birkaç nedenle açıklamak mümkündür. Türkiye’nin, “gerektiğinde müdahale 
etmekten çekinmeyeceğini” çağrıştıran muhtıravari vurgu ile 1993 yılında Yunanistan ve Kıbrıs arasında savunma alanında giderek artan işbirliği çabalarına ve Ada’nın silahlanmasına yanıt vermek istemiş olması 
sebeplerden bir tanesidir. Kasım 1993’te Yunanistan ile Kıbrıs arasında imzalanan DOGMA Ortak Savunma Doktrini bu sürecin çok önemli bir halkasıdır. 1988’de Özal ve Papanderou’nun girişimi ile başlayan ve 
Davos ruhu olarak bilinen dostluk dönemi, 1993 yılında Yunanistan ve Kıbrıs arasında askeri alandaki yakınlaşmaların sonucu iyice sekteye uğramıştı. Bu dönemin ayrıntılı incelemesi için, M. James Wilkinson, 
“The US, Turkey and Greece- Three is a Crowd”, Turkey’s Tansformation and American Policy, der. Morton Abramowitz (New York: Century Foundation Press, 2000), s. 185-219. Daha sonra bu denkleme Avrupa 
Birliği ve Kıbrıs yakınlaşması da eklenecektir. Nitekim Deklarasyonun yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra, 30 Haziran 1993’te Avrupa Birliği Komisyonu Kıbrıs’ın üyelik başvurusuna ilişkin görüşünü 
yayınlamış, 20 Temmuz 1993’te Kopenhag Zirvesi devam ederken başvuruyu resmen kabul ettiğini açıklamıştır. Bkz. İkinci bölüm, s. 51-52. 
50 European Court Reports 1994 Page I-03087, 61992J0432. 

Cumhuriyeti arasında tüm kısıtlayıcı önlemlerin kaldırılması ve ekonomik entegrasyonun tamamlanması için Hükümetin gereken girişimleri süratle başlatması gereğini ortaya koyan” bir karar alır 51. 

İlginçtir ki Türkiye, KKTC’ye uygulanan ambargo kararını geri döndürme konusunda hiçbir ciddi girişimde bulunmamıştır52. Hatta bu konuda atılmış tek somut adımın, KKTC’nin aldığı kararın ardından Dışişleri’nden yapılan ve KKTC Meclisini desteklediklerini ifade eden açıklama olduğu söylenebilir 53. KKTC Meclisinin aldığı bu karar, yıllardır uluslararası toplum nezdinde savundukları federasyon tezinin açıkça ifade edilmemekle birlikte yavaş yavaş ortadan kaldırılması ve bunun yerine KKTC ile Türkiye’nin entegrasyonunu öngörmesi bakımından da kritik bir karardır (Çiler ve İkman, 1997: 39-40) Ancak Türkiye’nin bu iki önemli konuda da KKTC’ye henüz yeşil ışık yakmadığı Dışişlerinin açıklamasından anlaşılmaktadır. Nitekim Denktaş’ın entegrasyonun Türkiye’deki resmi ağızlardan dile getirildiğini duyması için Mart 1995’ e, Türkiye’nin federasyon tezinin resmen geçerliliğini yitirdiğini ilan etmesi için de Ağustos 1998’e kadar beklemesi gerekecektir. Böyle bir havada Denktaş ile Klerides arasında Ekim 1994’te yeniden başlayan müzakereler başarısızlıkla sonuçlanır ve ancak üç yıl sonra, Temmuz 1997’de iki lideri yeniden buluşturmak mümkün olacaktır. 

51 KKTC Meclisi’nin aldığı 28 Ağustos 1004 tarihli kararının tam metni için, 
http://www.cm.gov.nc.tr/index/meclisfaaliyet/mecliskarar/28agustos1994.htm. 
52 Derviş Manizade, “Rum ve Yunan propagandası nedeniyle, KKTC’ye ekonomik ambargolar tatbik edilmektedir. Türkiye’nin bu ambargoları kırma potansiyeli olduğu halde siyasi iktidarlar bu güne kadar bu konuda ciddi olarak kafa yormamışlardır. Tam tersine KKTC’ye Türkiye de bir çeşit örtülü ambargo uygulamaktadır...

Anavatan Türkiye resmi makamları işine geldiği zaman KKTC’yi kendinden işine gelmediğinde yabancı devlet statüsünde kabul etmektedir”, demektedir (1998: 101). 

“Ambargoyu sorgulamaya dahi hakkımız yok. Bu tamamen Türkiye’nin hatasıdır”, (Soysal, 2002: 350). 
53 30 Ağustos 1994 tarihli Dışişleri açıklamasında, “KKTC Meclisi'nin 28 Ağustos'ta aldığı "Kıbrıs'ta tek çözümün federasyon olmadığı" şeklindeki kararına destek vererek "KKTC'nin bütün iyi niyetli yaklaşımlarına rağmen, karşı tarafın eşitlik anlayışıyla bağdaşmayan tek yanlı girişimleri yüzünden çözümsüzlüğe mahkum edilirse Kıbrıs Türk halkını bu durumun sakıncalı etkilerine maruz bırakmayacak önlemleri kararlılıkla almak Türkiye Cumhuriyeti için kaçınılmaz ve şerefli bir görev olacaktır", denmektedir, 

http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1994/agustos1994.htm. 



***

10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 5



TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER  BÖLÜM 5



3. 1990’lar: PKK,  Kuzey Irak veTürkiye 

3.1 Körfez Savaşı Sonrası Kuzey Irak 


Körfez Savaşı’nın ardından Irak Kürtlerinin de facto bir devlet ve hükümet yapılanmasına gidebilmesi temelde “Huzuru Sağlama Operasyonu” ve “Uçuşa Yasak Bölge uygulaması” gibi iki dışsal gelişme ile mümkün olmuştur (Gunter, 1993: 295). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1991 tarih ve 668 Sayılı Kararı Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Iraklı sivillere yönelik baskının derhal sonlandırılmasını öngörerek bu iki dışsal gelişmeye yasal bir zemin sağlamıştır. Dolayısıyla 1990’larda Kuzey Irak bölgesinde otonom bir Kürt yapılanmasının nasıl ortaya çıktığı sorusuna odaklanan herhangi bir çalışma bu üç dışsal 
gelişmeyi öncelikli olarak dikkate almak zorundadır. Fakat bu üç dışsal gelişmeyi birbirine bağlayan ve Kuzey Irak özelinde sorunsuz bir şekilde uygulanmalarına olanak sağlayan bir başka dışsal gelişme ise Türkiye’nin her üç konuda da benimsediği işbirlikçi tavır olmuştur. 

Bu gelişmelere bir de merkezi Irak yönetiminin 23 Ekim 1991’de aldığı ekonomik yaptırım kapsamında bu bölgeden devlet memurlarını çekmesi eklenmiş ve böylelikle Kuzey Irak’ta merkezi yönetimin hiçbir otoritesi kalmamıştır. Bu yeni koşullar altında Irak Kürt Cephesi ilk önce Mayıs 1992’de bölge çapında bir seçime gitmiş, ardından Haziran ayında bir parlamento kurulmuş ve son olarak da Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilan edilerek Kuzey Irak’taki Kürt hareketi merkezi Irak yönetimi karşısında otonom bir yapıya kavuşmuştur. 

Ekim 1992’de de Kürt hükümeti nihai hedefinin demokratik Irak içinde federal bir devlet olduğunu açıklamıştır (Gunter, 1996: 226). Kısacası, 1990’larda Kuzey Irak özelinde kurulan de facto Kürt devleti dört önemli dışsal gelişmenin ve Irak’ın ambargo politikasının oluşturduğu uygun koşullar altında buradaki Kürt siyasal hareketlerinin politikalarının sonucunda mümkün hale gelmiştir. 

Körfez Savaşı sırasında ayaklanan Kürtlerin Mart 1991’de başarısız olması ve Irak ordusunun kuzeye yönelmesiyle 1.500.000 civarında Iraklı Kürt, Türkiye ve İran sınırına dayanmıştır. Fakat 1988’de olduğu gibi Türkiye bu sefer Kürt mültecilerin sınırdan içeriye girmesi konusunda isteksizdi. Önceki deneyimin ekonomik maliyet ve içerideki Kürt bilincinin güçlenmesi gibi Türkiye politikacılarının gözündeki olumsuz sonuçları bu isteksizliğin temel nedeni olmuştur (Oran, 1998: 54-55). Fakat gelen uluslararası baskılar üzerine Türkiye 
bir kez daha Iraklı Kürtlere sınırlarını açmak zorunda kalmış ve on binlerce Iraklı Kürt Türkiye’deki kamplara yerleşmiştir. Bunun üzerine Iraklı Kürtlerin ülkede kalmasını istemeyen Ankara yönetimi mültecilerin tekrar Kuzey Irak’a güvenli bir şekilde dönebilmesinin yollarını aramaya başlamıştır. Bu doğrultuda ilk adım olarak ABD ile birlikte hareket eden Türkiye, 6 Nisan 1991’de İncirlik’te konuşlanacak Huzur Ortak Görev Gücü’nün Kuzey Irak’a düzenlenecek insani yardım operasyonlarını yürütmesini kabul etmiştir. Kısa süre sonra ABD yönetimi 10 Nisan 1991’de Kuzey Irak’ın önemli bir kısmının içinde bulunduğu 36’ncı enlemin kuzeyinde uçuş yasağı getirince Kuzey Irak’ta Kürtler için “güvenli bölge” oluşturulmuştur. Daha sonra Huzur Ortak Görev Gücü İngiltere ve Fransa askeri gücünün de katılmasıyla Birleşik Görev Gücü adını almış ve güvenli bölgeyi korumak amacıyla Kuzey Irak’a yönelik kapsamlı bir “Huzur Harekatı” düzenlemeye başlamıştır (Bölme, 2012: 344). Haziran 1991’e gelindiğinde Kuzey Irak’ta güvenli bir ortam sağlanmış ve Türkiye ’deki mülteciler evlerine geri dönmüştür. 

Irak’ta Oluşturulan Uçuşa Yasak Bölge 



Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

Bütün bu gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda 1991 Körfez Savaşı’nın Türkiye-Kuzey Irak ilişkileri bağlamında iki önemli sonucunun olduğu söylenebilir. Birincisi, Yumurtalık-Kerkük Petrol Boru Hattı’nın kapatılması ile birlikte Türkiye, Irak’tan sağladığı enerji ihtiyacının bir kısmını Kuzey Irak üzerinden gelen petrol tankerleri ile karşılamaya başlamıştır. Bu yeni ekonomik bağlantı Kuzey Irak’taki Kürt hareketlerini Ankara düzleminde meşru bir zemine taşımış ve zamanla enerji üzerinden başlayan bu ilişkiler taraflar arasındaki ilişkinin ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür. İkinci ve daha da önemlisi Bağdat 
yönetiminin Kuzey Irak’tan çekilmesiyle birlikte Türkiye-Irak sınırı Kuzey Irak’taki Kürt hareketler ve Ankara arasındaki bir meseleye dönüşmüş ve bu sınırın işlevselliği kendisini yeni bir ilişki üzerinden kurmak zorunda kalmıştır. Örneğin bu sınırı kullanarak Türkiye içlerinde silahlı eylemler düzenleyen PKK konusunda Türkiye meşru müdafaa ilkesinden hareketle sınırın güvenliğini kendi imkanları ile sağlamaya çalışsa da bu konudaki temel ve nihai muhatabı Kuzey Irak’taki Kürt yapılanması olmuştur. Dolayısıyla 1991 Körfez Savaşı ve sonrasındaki gelişmelerin beraberinde getirdiği bu iki önemli değişim Türkiye ve Kuzey Irak’taki Kürt yapılanması arasındaki ilişkilerin zeminini oluşturan kurucu unsurlar olarak değerlendirilebilir. 

3.2 “Kürt Federe Devleti”ne Doğru 

Körfez Savaşı ve daha sonra yaşanan gerginliklerin ardından Kürdistan cephesi ile Saddam Hüseyin arasında görüşmeler başlasa da bu görüşmeler kısa süre içinde başarısızlıkla sonuçlanmış ve Saddam Yönetimi, 26 Ekim 1991 tarihinde devlet görevlilerini Irak’ın kuzeyinden çekmiş ve bölgeye ekonomik ambargo uygulamaya başlamıştır. Merkezi Irak yönetiminin bölgeden memurlarını çekmesiyle birlikte Kuzey Irak’ta ciddi bir yönetim krizi ortaya çıkmış ve gerek Barzani gerekse Talabani bu krizden çıkışın yolu olarak karar alma 
mekanizmalarının oluşturulmasını göstermişlerdir. Fakat her iki lider de komşu ülkeleri yeni ortaya çıkacak olan otonom yönetim bağlamında rahatsız etmemek için bağımsızlık peşinde olmadıklarını ısrarla belirtmişlerdir (Gunter, 1993: 297). Dolayısıyla merkezi Irak memurlarının yerini alacak olan yapılanma bağımsız bir devlet olmayacak aksine ayrı bir parlamentosu bulunan otonom bir yapı olarak işleyecekti. Bu doğrultuda 7 partiden oluşan Irak Kürdistan Cephesi tarafından parlamenter sisteme karar verilmesinin ardından 
seçimlerin yapılması ve yürütülmesi için hukukçulardan oluşan 15 kişilik özel bir komisyon oluşturulmuştur. Böylelikle seçimler yasal bir zemine oturtularak bir meşruluk sağlanmıştır (Stansfield, 2003: 124). 

19 Mayıs 1992’de yapılan fakat Türkmen partilerin yer almadığı4 seçimlerde yaklaşık 1 milyon seçmen 7 parti için oy kullanmıştır. Sadece iki partinin %7 olan seçim barajını geçebildiği seçimlerde Kürdistan Demokrat Partisi %45.05 ile parlamentoda 51 sandalye kazanırken, Kürdistan Yurtseverler Birliği %43.61 oy oranı ile 49 sandalyede kalmıştır. Fakat daha sonra iki parti aralarında anlaşarak sandalyeleri 50’ye 50 şeklinde paylaşmış ve yine bu anlaşma kapsamında parlamentonun başkanlığı KYB’ye bırakılırken, başkan yardımcısı KDP’den atanmıştır. Bu düzenlemeye paralel olarak Yürütme Kurulu’nun başkanlığı 
KDP’ye başkan yardımcılığı da KYB’ye tahsis edilmiştir (Stansfield, 2003: 146-147). 105 kişilik parlamentoda kalan 5 kişilik kontenjan için de 4 parti yarışmış, Asuri Demokratik Merkezi Ankara’da bulunan Irak Ulusal Türkmen Partisi oluşacak yeni yönetime meşruiyet kazandıracağı düşüncesiyle 
seçimlere katılmayı reddetmiştir (Gunter, 1993: 298). 
Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER) 

Hareketi 4, Kürdistan Hristiyanlar Birliği ise 1 sandalye kazanmıştır. Seçim sırasında ayrıca Kürdistan Bölgesi Başkanlığı seçimi de yapılmıştır. Kürdistan Bölge Başkanlığı seçimleri için yarışan Mesut Barzani ile Celal Talabani birbirine çok yakın oy almış ancak başkanlık için yeterli olacak üstünlüğü sağlayamamışlar dır. Başkanlık seçimleri ikinci tura kalmasına 
rağmen ikinci tur yapılmamıştır (Stansfield, 2003: 130). Bunun yerine söz konusu iki partiden eşit sayıda üye ile temsil edilecek şekilde 8 kişiden oluşan bir başkanlık konseyi oluşturulmuştur. Celal Talabani ile Mesut Barzani yasal yönetim mekanizmalarına katılmamış fakat temel aktörler olmaya devam etmişlerdir (Katzman ve Prados: 2006, 6). 

 Irak Kürt Federe Devleti Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 

Partiler Yüzde Oy Sayısı Milletvekili 
Kürdistan Demokratik Partisi %45.08 437.879 51 
Kürdistan Yurtseverler Birliği %43.61 423.833 49 
Kürdistan İslami Hareketi %5.05 49.108 0 
Kürdistan Sosyalist Partisi %2.56 24.882 0 
Irak Komünist Partisi %2.17 21.123 0 
Kürdistan Demokratik Halk Partisi %1.02 9.903 0 
Bağımsız Demokratlar %0.05 501 0 

Seçim sonucuna göre oluşan yeni meclis 4 Ekim 1992 tarihinde Kürt Federe Devleti’ni ilan etmiş ve Meclis, Kuzey Irak’ı kendi içinde özerk fakat Irak merkezi yönetimine bağlı bir yapı olarak tanımlamıştır (Kakayi: 1994, 121). Bölgeden gelen yumuşatıcı söylemlere rağmen Türkiye seçimlere kuşkuyla yaklaşmış ve bağımsız bir Kürt devletinin temellerinin atılmakta olduğu şüphesini çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Örneğin, dönemin CHP İzmir milletvekili, Dışişleri Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle soru önergesi vermiş ve Türkiye’nin 
Kürt bölgesindeki seçimlere yönelik tavrını sormuştur. Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin seçimlerin takip edildiğini ifade etmiş fakat Türkiye’nin bu durumda nasıl pozisyon alacağı sorusuna cevap vermemiştir.5 Türkiye’nin yanı sıra bölgedeki bu siyasal değişimlerden rahatsız olan komşu devletler de Türkiye ile ortak bir tutum benimsemişlerdir. Seçimlerden hemen sonra Türkiye, İran ve Suriye yetkilileri Ankara’da bir araya gelerek bir konferans düzenlemişlerdir. Konferansın sonuç belgesinde üç ülke de Irak’ın toprak bütünlüğünün 
korunmasından yana olduklarını ve bölgede olası bir Kürt devletine müsaade etmeyeceklerini ilan etmişlerdir (Kakayi: 1994, 122). 

Kürt Federe Devleti’nin kuruluş aşamasında etkin bir işbirliği geliştiren KDP ve KYB seçimlerden sonra beklenen işbirliğini gösterememiş ve giderek zıt kutuplara yerleşmişlerdir. İki parti arasındaki ilk gerilim KYB’nin kabinede kendisine tahsis edilen bakanlıklara daha önce atamış olduğu ılımlı ve uzlaşmacı görüşleriyle öne çıkan bakanların yerine radikal görüşleriyle öne çıkan bakanları görevlendirmesiyle başlamıştır. KYB’ye verilen başbakanlık koltuğunda oturan ve bir teknokrat olan Fuad Masum yerine partide sert muhalif görüş leriyle öne çıkan Kosret Resul’ün atanması gerginliği daha da artırmıştır (Gunter, 1996: 232). 


Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi Başkanlığı, Önerge Cevaplanma Tarihi: 17.07.1992, Tutanak Tarihi: 
25.08.1992 http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d19/c016/b094/tbmm190160940169.pdf 


Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 



Fakat asıl gerginlik 1993 yazında, Molla Mustafa Barzani döneminde KDP’li olan 
daha sonra KDP’den ayrılıp Kürdistan Birlik Partisi’ni kuran ve bölgenin deneyimli diplomatlarından olan Sami Abdurrahman’ın KDP’ye tekrar katılması ile yaşanmıştır. Sami Abdurrahman’ın partisi 1992 seçimlerinde %1 oy oranıyla küçük bir kitleye sahip olsa da birbirine çok yakın oy alan iki büyük partinin geleceği için etkileyici bir güce sahipti. Bu katılımla birlikte iki parti arasındaki güç dengesinin KDP lehine değişmesi KYB’yi endişelendirmiştir. 

Yine, siyasi gerilimlerin Kürdistan İslami Hareketi ile KYB arasında patlak veren sıcak çatışmalarla had safhaya ulaşması KDP ve KYB’yi işbirliğinden giderek uzaklaştırmıştır. 20 Aralık 1993’te İslami Hareket bölgedeki yozlaşmanın sebebi olarak gördüğü KYB ile geniş çaplı silahlı çatışmaya girişmiş ve en az 200 kişi hayatını kaybetmiştir. Talabani’nin yurtdışında olduğu bir zamanda gerçekleşen bu olayda KYB’li Peşmerge Bakanı Cebbar Farman’ın Mesut Barzani’nin olayları yatıştırması yönündeki uyarılarını dikkate almaması, aksine olaylara daha sert uygulamalarla karşılık vermesi yönetimdeki iki büyük parti arasında var olan partizanlık krizini gün yüzüne çıkarmıştır. Böylece bölgenin yönetimi meclis 
düzleminde değil, parti merkez yönetimlerinin kararları etrafında şekillenmeye başlamıştır (Gunter, 1996: 232). 

Bunun üzerine Barzani yeni oluşmaya başlayan Kürt yönetimine zarar 
verdiği gerekçesiyle saldırıyı mahkûm etmiş ve KYB’yi açık bir şekilde eleştirmiştir. 

Bu gerilim ikliminde 1 Mayıs 1994’te sıradan bir toprak anlaşmazlığı hızlıca iki parti arasındaki silahlı mücadeleye dönüşmüş ve koalisyon hükümeti işleyemez bir hal almıştır. 
Mayıs’ın sonunda KYB güçleri Kürdistan Ulusal Meclisi’ni ele geçirmiş, Aralık’ta otonom bölge kendi içinde iki ayrı alt bölgeye bölünmüştür. KDP güçlü olduğu kuzeyi,KYB ise güneyi fiili olarak denetim altına almıştır. KYB ve KDP arasındaki iç savaştan en fazla rahatsız olan ülkelerin başında Türkiye geliyordu ve Ankara’daki politika yapımcılarına göre böylesi bir savaşın Kuzey Irak’ta oluşturacağı otorite boşluğu en fazla PKK’ya yarayacaktı. Bu nedenle 
harekete geçen Ankara çatışan tarafları ilk olarak 30 Mayıs 1994’de ve ardından Barzani ile Talabani’yi de 13 Haziran’da Şırnak’ın Silopi ilçesinde bir araya getirmiştir (Gunter, 1996: 233). 
Çatışmaları sona erdirme girişimleri sadece Türkiye ile sınırlı değildi ve özellikle 
Fransa’daki Kürt Enstitüsü, KYB ve KDP arasındaki savaşın sona ermesi için yoğun bir çaba harcamıştır. Bu çabaların sonucunda 22 Temmuz 1994’te Paris Antlaşması imzalanmış ve anlaşma metni Kürt yönetiminin sınırlarından Türkiye’ye yapılan saldırıların engellenmesini de içermekteydi. Bu madde görüşmeler sırasında Türkiye’nin isteklerinin göz ardı edilmediğini gösterse de Ankara’nın kaygılarını gidermemiştir. Çünkü varılan mutabakat aynı zamanda bölgede seçimlerin yapılmasını, kurumsallaşmanın ve dış yardımların devam 
etmesini, devlet kurumlarına partilerin müdahalelerin engellenmesini ve uluslararası desteğin sağlanması gibi çalışmaların devam etmesini belirtmekteydi. Türkiye yönetim ile ilgili maddeleri içeren söz konusu mutabakatın bölgede bağımsız bir Kürdistan devletine neden olacağından endişelenmiş ve Paris’e anlaşmayı imzalamaya Türkiye üzerinden gidecek olan 
Barzani ve Talabani’ye geçiş izni vermemiştir. Böylece Kürt Bölgesi’nin dışa açılan kapısının Türkiye olduğu bir kez daha görülmüştür (Gunter, 1996: 234). Mutabakata rağmen nihai barış elde edilememiş ve durulan çatışmalar bir süre sonra yeniden şiddetlenmiştir. 

Yeniden başlayan çatışma ortamında KYB Erbil’i ve bu şehirdeki Kürdistan Parlamento’sunu ele geçirmiştir. KDP, KYB güçlerini tek başına Erbil’den çıkaramayınca, Saddam ile anlaşıp Irak ordusuyla birlikte Erbil’e girmiş ve KYB güçlerini Erbil’den çıkarmıştır. Bunun sonucunda iki parti güçleri arasında bir ateşkes hattı oluşturulmuş ve oluşan iki bölgede partiler kendi hükümetlerini kurmuşlardır (Stansfield, 2003: 99). ABD’nin yardımıyla ateşkes hattının kurulduğu nispeten sakin geçen bu dönemde barış görüşmeleri Türkiye’nin 
girişimleriyle Ankara’da başlamıştır. Ekim 1996’da sona eren Ankara Görüşmeleri’nde taraflar ateşkes konusunda anlaşmış, Türkmenlerin de içinde yer aldığı bir barış izleme gücünün ateşkes hattında konuşlandırılmasını kabul etmişlerdir. Anlaşma metninde Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yapılmış ve PKK’nın bölgedeki faaliyetlerinin de engellenmesi istenmiştir (Özdağ, 1999: 148-149). 
Ankara görüşmelerinin sonucunda Türkiye kaygılarını anlaşma metnine yansıtmış ve taraflara kabul ettirmiştir. Fakat bu görüşmeler de nihai bir 
anlaşmaya dönüşmemiştir. 

Daha sonra ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde görüşme yapılmış ve son olarak 1998’de Washington Anlaşması ile taraflar, vatandaşların bölgeler arası seyahati, gelir dağılımı gibi birçok konu üzerinde anlaşmaya varmış ve iki yönetimin birleştirilmesi amacıyla geçiş hükümeti kurma çalışmaları konusunda da hemfikir olmuşlardır. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını da hesaba katacak şekilde PKK’nın Türkiye sınırındaki faaliyetlerinin engellenmesi maddesi tekrar anlaşma metninde yer almıştır (Stansfield, 2003: 101). Fakat Türkiye’nin Washington görüşmelerinin dışında tutulması ve anlaşma metninde Irak için federatif bir yönetim modeli öngörülmesi Ankara’yı rahatsız etmiştir. Bunun üzerine Barzani ve Talabani Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirmiş ve bu ziyaret sırasında Ankara’nın sürecin dışında bırakılmadığı mesajı verilmiş ve federasyon konusunda Türkiye’nin kaygılarının paylaşıldığı dile getirilmiştir.6 

ARAŞTIRMA; Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER) 



..