Cahit Armağan DİLEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cahit Armağan DİLEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Aralık 2017 Çarşamba

Çözüm Süreci Komaya girdi!

Çözüm Süreci Komaya girdi! 


Cahit Armağan DİLEK 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
FİKİR TANKI
25 Mart 2015 Çarşamba 

Çözüm Süreci Komaya girdi!

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Kürt sorunu yoktur, İzleme heyetini, 28 Şubat 
açıklamasını doğru bulmuyorum, uygulamada bir şey göremiyoruz" açıklamalarıyla Hükümetle-Cumhurbaşkanı arasıdaymış gibi gözüken çözüm süreci dün ve bugün yapılan açıklamalarla adeta komaya girmiş gibi gözüküyor. HDP'li Demirtaş dün teröristbaşının Nevruz mesajının hükümet ve Cumhurbaşkanının siyasi beklentilerini karşılamadığı için rahatsız ettiğini söylemiş, Kandil ise Nevruz mesajındaki hususlar gerçekleştirilmeden silah bırakmanın gündeme gelmeyeceğini söylemişlerdi. Demirtaş bugün ise izleme heyetinde geri adım anlamına gelecek şekilde "İmralı heyeti kırmızı çizgimiz değildir" açıklamasında bulunmuştu. 

Başbakan yardımcısı Akdoğan bu tepkilere bugün sert tepki vererek hem PKK 
cephesine hem de hükümetle Cumhurbaşkanı arasında olduğu iddia edilen 
anlaşmazlıklara cevap verdi. Akdoğan "DEMİRTAŞ’IN VE KANDİL’İN YAPMIŞ OLDUĞU AÇIKLAMALAR SÜRECİN RUHUNA UYMUYOR. Gelinen aşamanın hassasiyetlerine uygun düşmemiştir, adeta SÜRECİ ZEHİRLEMİŞTİR, İKLİMİ BOZMUŞTUR..... 

Cumhurbaşkanımızın bu konuda sözleri bizim için talimattır." dedi. 


***YORUM***


Aslında fazla yoruma gerek yok. Hükümet tarafında sürecin 
başındaki Başbakan yardımcısı " Süreç Zehirlenmiştir " diyorsa SÜRECİN ARTIK 
KOMAYA GİRDİĞİNİ, SEÇİMLERE KADAR FAZLA BİR ŞEY BEKLENEMEYECEĞİNİ 
söyleyebiliriz. Ama Özellikle HDP/PKK'lıların TSK'nin bugün Mardin'de PKK'ya 
karşı başlattığı operasyonu sürecin ihlali olarak gören açıklamalarını dikkate 
aldığımızda PKK HÜKÜMET SÜRECİ BİTİRDİ DİYEREK UZUN SÜREDİR HAZIRLIĞINI YAPTIĞI AYAKLANMA SÜRECİNİ DOLAYISIYLA TERÖR SALDIRILARINI BAŞALTMA İHTİMALİ DE HİÇ DE AZ DEĞİLDİR.


Cahit Armağan DİLEK 

****

7 Ekim 2017 Cumartesi

PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi


PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi 


Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa: 



Yazar: Cahit Armağan DİLEK 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 




Türkiye Ağustos 1984'den bu yana PKK terörüyle mücadele etmektedir. Geçen yaklaşık 29 senede 35.000'in üzerinde insanımız hayatını kaybetmiştir.[1] 1999-2003 arasında terörü neredeyse sıfır noktasında geçiren Türkiye, 2003'te Irak'ın işgaliyle terörü yeniden ağır biçimde yaşamaya başlamıştır. 

2013'de PKK terör örgütünden kaynaklanan sorunun çözümünde yeni bir safhaya girilmiştir, o da içeriği henüz gizli ancak kamuoyunun gözü önündeymiş gibi yapılan terör örgütüyle pazarlıktır. 

Bu çalışma yapılırken, Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesi iki ayrı dönemde incelenmiştir. Birinci dönem 1984-1999 yılları arasını, ikincisi 2003 sonrası dönemi kapsamaktadır. 

Terörle Mücadelede Birinci Dönem 

Birinci dönemde Türkiye, daha doğrusu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın deyişiyle üç beş çapulcuyla başlayıp dünyanın gördüğü en vahşi terör örgütlerinden birine dönüşen PKK terör örgütüyle tek başına ve kendi belirlediği yöntemlerle mücadele etmek zorunda kaldı. 
Aslında TSK bu mücadelede başarılı oldu. TSK'nın operasyonları sonucunda zaten dağılma noktasında olan terör örgütü terörist başının Kenya'da teslim alınarak müebbet hapse mahkum olmasıyla çareyi Türkiye'yi terk etmekte bulmuştu. Bu durum son dönemde sıkça söylenen "o kadar yıldır defalarca askeri operasyonlar yapıldı, ama terör sona ermedi" nakaratını tekrar edenlere en iyi cevap aslında. Bu olayla birlikte Türkiye'deki genel algı "terör sona erdi, terörü yaratan sorunlar zaman içinde çözülür" şeklinde oluşurken, dağılacağı hesaplanan terör örgütünün kendini taşeron olarak kullanan aktörlerin yardımı ve yönlendirmesiyle "yeniden toparlanma sürecine girdiği, bunda başarılı olduğu" anlaşılmaktadır. Örneğin, 2007 yılı son aylarıyla birlikte Irak'ın kuzeyindeki PKK kamplarına yönelik başlatılan operasyonlara ilişkin görüntüler,   açıklanan bilgiler terör örgütünün 1999-2007 arası dönemde (sınır ötesi operasyon yapılmayan dönem) Irak'ın kuzeyinde öyle bir güvenli sığınak olmuştur ki terör örgütü mağaraların dışına çıkmış, betonarme yapılarla söz konusu bölgelere artık hiç saldırı olmayacakmış, PKK hiç terk etmeyecekmiş gibi yerleşmiştir. Bu aşamada insanın aklına "PKK terör örgütünün orada bu kadar rahat, güvenli hareket etmesini sağlayan faktörler, aktörler nelerdir/kimlerdir?" diye sormak geliyor. 

Terörle Mücadelede İkinci Dönem 

2003 sonrasını kapsayan ikinci dönem birinciden oldukça farklı gelişti. 19 Mart 2003'de başlayan Irak'ın işgaliyle birlikte bölgede PKK'nın hareket serbestini daha da artıran ortam oluştu. İşgal öncesinde ABD'nin her türlü olasılığı düşünerek hazırladığı işgal/ihtimaliyet planlarıyla Irak'ın kuzeyinde yerleşmiş 
örneğin Ansar-al İslam örgütüne karşı operasyon yaparken aynı bölgedeki PKK'ya karşı herhangi bir askeri operasyon yapmamasının verdiği mesaj PKK'yı cesaretlendirmiştir. Amerikalılarla ikili/uluslararası ortamda çalışanlar, Amerikan Ordusu’nun çalışma usullerini, operasyon planlama, hazırlık  faaliyetlerini / kurallarını inceleyenler aslında Irak'ı işgal edecek ABD'nin Irak'la ilgili her türlü istihbaratı toplayıp her olasılığa karşı asıl/yedek harekat planlarını yapacağını, dolayısıyla ABD'nin PKK'ya karşı da mutlaka operasyon hazırlığı yapmış olacağını bileceklerdir. Neden yapmadığına ilişkin söylenecekler İse elde mevcut somut bilgiler ışığında şuanda spekülasyon olacaktır. 

Gerçekse, terörist başının ABD merkezli bir operasyonla sağ olarak Türkiye'ye teslim edilirken 2003 sonrasında Türkiye'ye dayatılacak sözde terörle mücadele yaklaşımlarının ilk adımının atılmış olmasıdır. 
Yıllar sonra Amerikan Büyükelçisi Francis Ricardione'nin açıkladığı şartlar[2] ABD'nin konuyu bir terör olayından ziyade bir özgürlük konusu olarak ele aldığını gösteriyor. Nitekim terörle mücadele adı altında ABD'li ve Avrupalıların Türk muhataplarına önerileri de hep siyasi çözüm tedbirlerini içermiştir.[3] 

Terörizm tanımındaki farklılıklar Türkiye ile ABD/AB'nin terörle mücadeleyi farklı düzlemlerde algıladığını göstermektedir. ABD'nin 1997'den itibaren PKK'yı terör örgütü olarak kabul etmesi[4], yıllık terörizm raporlarına dahil etmesi, terör örgütü listelerinde olmasına rağmen AB ülkelerinde[5] PKK'lılara yönelik göstermelik operasyonlar yapılması Türkiye'de hep kendisine destek gibi algılanmıştır. Ancak tanımlama/algılama farklılıkları nedeniyle Avrupa'da hiçbir PKK'lının yakalanıp iade edilmemesi, ABD'nin sadece sivillere yönelik saldırıları terörizm olarak görmesi, raporlarında PKK'nın güvenlik güçlerimize yaptığı saldırıları terörist faaliyet olarak göstermemesi Türkiye'de gözardı edilmiştir. 
Bu durum sorunun tanımlanmasında ve çözümüne yönelik yaklaşımlarda farklılık yaratmıştır. 

İkinci Ortak ABD Yakın Markajda 

Irak'ın işgalinden sonraki dönemde ABD'nin Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesine yönelik tutumu incelendiğinde bir kanaate ulaşılabilir. 2003'ten 2013'e kadar geçen zaman sürecindeki gelişmeler ABD'nin, PKK konusunu Irak'ın işgali bağlamında değil, Türkiye ile başka bir düzlemde ele alarak fiilen 
işin içine girmeyi ve süreci daha yakından kontrol etmeyi planladığını göstermektedir. 

Amerikan askerleri 9 Nisan 2003'te Bağdat'a girdikten sonra[6] dönemin ABD Başkanı George Bush Irak'ta zafer ilan etmiş, ülkenin işgal dönemi başlamıştı.[7] PKK'ya karşı askeri operasyon yapmayan ABD'nin cevabını aradığı konu, Türkiye'nin PKK'ya karşı ve/veya Türkmenlerin haklarını korumak 
bahanesiyle Irak'a askeri müdahalede bulunup bulunmayacağı olmuştur. Irak'ın kuzeyinde Amerikalıların bilgisi dahilinde görev yapan Türk Özel Kuvvetleri’nin başına 4 Temmuz 2003'te çuval geçirilmesi,[8] 

Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda "Türkiye Irak'a askeri müdahale yapabilir mi?" konusunun değerlendirildiği gizli toplantıların yapıldığı iddiaları[9] Türkiye'yi etkisizleştirmek için muhtelif girişimlerin yapıldığını göstermektedir. 

Söz konusu endişeler ve gelişmelerin yanısıra artık ABD PKK terör örgütü konusunda Türkiye'yi daha yakın markaja almaya başlıyordu. Çuval olayından sonra sadece PKK gündemli ikili toplantıların yanında, her Türkiye-ABD ikili görüşmelerinin gündem maddeleri arasında PKK konusu mutlaka yer alıyordu. 

Üçüncü Ortak Irak, Özel Temsilciler Dönemi 

Görüşmelerde Türkiye destek isterken, ABD "silahla bu sorun çözülmez, konuyu Irak'la da görüşmelisiniz" telkini yapıyordu. Görüşmeler böyle sürerken PKK 2004 bahar aylarından itibaren Türkiye'deki saldırılarını artırdı. Ocak 2005'ten itibaren PKK'ya karşı işbirliği Türkiye-ABD ikili formatından Türkiye-Irak-ABD üçlü mekanizmasına dönüştürüldü.[10] Alınacak kararlar için bir ortağımız daha 
olmuştu. İşgal altında olan, iç savaş yaşayan, tek başına karar alamayan Irak'ın kendi ülkesine, halkına faydası yoktu ki Türkiye'ye destek olabilsin. Bunun böyle olduğu bilinmesine rağmen üçlü mekanizma devam etti. Gerekçe basitti. Irak'ın kuzeyine yapılacak operasyonlar için merkezi Irak yönetimi sürece dahil edilmeliydi, yani iş sürüncemede kalmalıydı.

Böylece 2006 yaz aylarına gelindiğinde bu sefer ABD tarafından özel temsilcilik formatı ortaya atıldı. Türkiye ve ABD'den emekli Orgeneraller, Irak'tan bir Bakan bu görevlere atandı.[11] Ancak Türkiye'de PKK saldırıları artıyor, PKK'ya karşı ABD ve Irak fiili ortak mücadeleye bir türlü dahil edilemiyordu, ancak 
her sene sözde yeni çözüm oluşumlarıyla vakit geçiriliyordu. 2007 yaz aylarına gelindiğinde özel temsilciliğin göstermelik görüşmelerden öteye gidemediği, görevden almalar ve istifalar sonucunda da bu oluşumun işlemediği görülüyordu.[12] 

Dördüncü Ortak Barzani Terörle Mücadeleye Karşı Duruyor 

2006-2007 yıllarında Irak'ta direniş artarken, işgal kuvvetleri ağır kayıplar veriyor Türkiye'de de PKK saldırıları artıyordu. Türkiye, ABD lee Irak'a somut tedbirler almaları konusunda çağrı yaparken ABD, önceliklerinin Irak'taki işgal operasyonu olduğunu, PKK'ya kuvvet ayıramayacağını, Bağdat ise Irak'ın 
kuzeyinde yerel Kürt yönetiminin hakim olduğunu söylüyor, Türkiye'ye Kürt gruplarla görüşmeyi telkin ediyordu. Bu arada Türkiye yasal dayanak oluşturma hamleleri kapsamında Bağdat'la terörle mücadele anlaşması imzalanmasını gündeme getirdi. Ağustos 2007'de başbakanlar arasında imzalan mutabakat 
muhtırasına[13] dayanarak Eylül 2007'de Ankara'da ikili terörle mücadele anlaşması imzalanması için yapılan görüşmelerde üzerinde anlaşılan, PKK'yı terör örgütü olarak kabul eden, karşılıklı sorumluluklar yükleyen, sınır ötesi operasyon için Türkiye'nin niyetini ortaya koyan hükümler içeren anlaşma metni[14] 

Barzani'nin karşı duruşuyla Irak Meclisi’nde onaya sunulamadı.[15] Barzani Irak'ta ve PKK'ya karşı mücadelede kendisinin bir aktör ve ortak olduğunu göstermişti. 

Devam eden saldırılar Türk kamuoyunda infial yaratınca hükümet TBMM'den sınır ötesi harekat yetkisi aldı.[16] 

Ancak PKK olayları tırmandırmaya devam ediyordu. Nitekim 21 Ekim 2007 bir dönüm noktası oldu. Anılan tarihte PKK'nın Dağlıca saldırısı[17] Iraklı Kürt gruplar, Bağdat, İran, AB, NATO ve ABD'den tepkiler ve sınırı ötesi harekat yetkisinin hemen kullanılmaması Türkiye'de tartışmalara yol açtı.[18] 

Bush-Erdoğan Görüşmesi 

Türkiye'nin PKK'ya karşı hem meşru müdafaa hakkı hem de TBMM'den alınan sınır ötesi harekat yetkisiyle yasal açıdan somut dayanaklara ve meşruiyete sahip olmasına rağmen, Başbakanın ABD ziyaretinde konuyu ABD Başkanı ile görüşeceğini açıklaması ABD'nin PKK ile mücadeledeki rolünü ve kontrolü elinde tuttuğunu gösteriyordu. 5 Kasım 2007 tarihinde Beyaz Saray'da yapılan görüşmelerde Türkiye'nin sınır ötesi harekatına kısıtlı vize çıktığı anlaşılıyor, istihbarat işbirliği yapılacağı duyuruluyordu.[19] Gelişmeler Türkiye açısından yeni bir adım olarak algılanırken ABD'nin bu adımı daha öncelerden öngördüğü söylenebilir. Çünkü Irak'ta kötüleşen durum nedeniyle Bush’un Şubat 2007'de 
açıkladığı Irak Stratejisi[20], Irak'ın güvenliği ile Amerikan çıkarlarının korunması kapsamında bölgedeki müttefikleriyle istihbarat paylaşımının artırılacağını, PKK'dan bahsetmeden Türkiye-Irak sınırındaki sorunların çözümünde iki ülkeyle birlikte çalışılacağını vurguluyordu. Aynı açıklamada PKK terör örgütü ortak düşman olarak tanımlanıyordu. Buna rağmen ABD'nin PKK'ya karşı hiçbir askeri operasyona girmemesi, siyasi çözümü/diyalogu içeren yöntemleri önermesi, öte yandan kendisinin terörle mücadele stratejisi gereğince tek terör örgütü gördüğü El-Kaide'ye karşı “teröristi dünyanın neresinde hangi delikteyse bulup imha etme”[21] yönündeki iki farklı uygulamasına Türkiye'den karşılık verilemiyordu.[22] 

İstihbarat Paylaşım Mekanizmasıyla Türkiye'nin Hareketleri Sınırlandırılıyor 
5 Kasım görüşmesinden kısa süre sonra istihbarat paylaşım mekanizması teşkil edilmiş, 1 Aralık 2007'den itibaren TSK'nın sınır ötesi operasyonları başlamıştı.[23] Şubat 2008'de kara birliklerinin katılımıyla gerçekleştirilen sınır ötesi harekata en büyük tepki Barzani ve ABD Savunma Bakanı’ndan gelmiş, Türk askerinin derhal Irak'tan çekilmesi istenmişti.[24] Gelişmelerden, aslında ABD'nin bu operasyonların hava operasyonlarıyla sınırlı kalmasını istediği, Türk askerinin karadan Irak'a müdahalesini engellemek için Türkiye'ye sınırlı hava operasyonu ortamı yaratılarak Türk hükümetinin, askerlerin, kamuoyunun gazının alınmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Amerikan resmi makamlarının beyanına göre istihbarat paylaşımı mekanizmasıyla Türkiye'nin hareketlerinin kontrol edilebildiği, Irak'ın kuzeyine yönelik kapsamlı harekat icra etmesinin engellendiği Amerikan Kongresi’ne sunulan raporlarda yer almaktadır.

[25] Ayrıca Wikileaks belgeleri arasında yer alan Amerikan raporlarında istihbarat paylaşım mekanizmasıyla oluşan olumlu ortamın diğer askeri konulardaki işbirlikleri için manivela olarak kullanılması, TSK'nın sınırlı hava operasyonlarının askeri etkisinin az olduğu, bununla birlikte ABD'nin PKK ile mücadeleye destek verdiği algısının kuvvetlendiği, TSK'nın hava operasyonu yapmadan yeterli zaman öncesinde ABD'ye bilgi vererek Irak'ın kuzeyindeki Amerikan askerlerinin bölgeden(!) ayrılmasının sağlanmasını istediği belirtilmektedir.[26] 

ABD gidişattan memnundu. Türkiye ise kamuoyu baskısını azaltacak şekilde sınır ötesi operasyon yapabiliyor olmaktan memnun, ama sorunun gerçek çözümünden uzaktı. "Sınırlı" sınır ötesi operasyonlarla Türkiye'ye bir şey daha gösterilmişti. Irak bu resmin içinde yer alacaktır, ancak esas güç Barzani'dir. Zaten özellikle Irak'ın üçlü mekanizmaya dahil olmasıyla birlikte hem Amerikalılar hem Bağdat yönetimi Barzani'yle görüşülmesini sürekli telkin etmişlerdir. Şubat 2008'deki hava destekli sınır ötesi kara operasyonunun planlandığı şekilde icra edilmesini engellemesiyle Irak'ın kuzeyinin Barzani'den 
sorulduğu fiilen Türkiye'ye gösterilmek istenmiştir. Artık Barzani PKK konusunda bir güç merkezidir, sorunun çözümü(!) ondan geçmektedir. 

Bütün bunlar 2008 yaz aylarından itibaren Türkiye'yi adeta Barzani açılımına yönlendirmiştir. Önce 1 Mayıs 2008'de N. Barzani'yle görüşülerek ilk resmi açık temas gerçekleştirilmiş[27], görünüşte üçlü pratikte dörtlü olan işbirliği mekanizması kapsamında anlık istihbaratın paylaşımını sağlayacak bir ofisin 
Erbil'de kurulmasının gündeme gelmesiyle (ofis Haziran 2009'da faaliyete geçmiştir)[28] Barzani yönetimi Bağdat'ın önüne geçerek mekanizmanın işleyişinde (daha doğrusu istihbarat akışının kilitlenmesinde) kontrolü ele geçirmiştir. Özellikle Eylül 2008'den sonra özel temsilci M. Özçelik'in 
Barzani ile başlayan görüşmeler süreci[29] Haziran 2009'da hükümeti Kürt açılımına kadar getirmiştir. 
Çünkü Türk hükümetine sorunu Kürt sorunu olarak lanse eden, sorunun silahla değil, diyalogla çözülebileceğini bu bağlamda her türlü desteği vereceğini ama askeri tedbirlerle sorunun çözümüne karşı olduklarını vurgulayarak konuyu direniş/özgürlük düzlemine taşıyıp siyasi çözümü zorlayanlar arasına ABD, AB, Irak'tan sonra Barzani de katılmıştır. 

Beşinci Ortak Teröristbaşı; Tek Muhatap 

Barzani çözümün tek anahtarı olarak lanse edilirken bir süre sonra gerçeğin öyle olmadığı anlaşılacaktır. 
Sonradan açığa çıkan bilgiler göstermektedir ki aslında hükümet PKK ile 2006'dan buyana gizlice görüşmektedir[30]. 2009 Kürt açılımının arkasında PKK'dan alınan/verilen sözler vardır.Hükümetin kontrolünde olmadığı anlaşılan açılım süreci Habur fiyaskosuyla sonuçlanmıştır.[31] Bu manzara açılım 
konusunu bir süreliğine rafa kaldırtmış, ancak terör saldırıları sürerken gizli görüşmelerin devam ettiği Oslo görüşmelerinin ses kayıtlarının deşifre olmasıyla yeniden ortaya çıkmıştır. Oslo'nun da fiyaskoyla sonuçlanması 2011 genel seçimlerinin sonrasında Türkiye'yi yeniden terör saldırıları sürecine maruz 
bırakmıştır. 

2012 yaz aylarının sonuna gelindiğinde PKK'ya karşı gerçekleştirilen askeri operasyonlar ve KCK operasyonları örgütü yeniden tükenme noktasına getirmek üzereyken PKK'nın güdümünde gerçekleşen anadilde savunma/eğitim ve Kürt kimliğinin tanınması, teröristbaşına sözde tecridin kaldırılması, operasyonların durması gerekçeleriyle 12 Eylül 2012'de başlayan açlık grevinin "teröristbaşının 
direktifiyle sona erdirilmesi”[32] teröristbaşının tek muhatap olarak hükümetin karşına çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Artık teröristbaşı beşinci ortak olarak ancak belirleyici aktör olarak masadadır. 

Bu olaydan sonra MİT'in teröristbaşıyla görüşmelerini sıklaştırdığı, teröristbaşının görüşlerini esas alan bir plan üzerinde anlaştıktan sonra 2013 yılı başından itibaren hükümet tarafından İmralı-Barış-Çözüm gibi isimler alan bir sürecin başladığı kamuoyuna yansımıştır. Süreç "tek belirleyici" aktör konumundaki 
teröristbaşının aklındaki planla sürüyordu, yani PKK'dan kaynaklanan sorunun PKK'nın tutuklu liderinin belirlediği ilkeler çerçevesinde çözülebileceği iddia ediliyordu. 

2013 Yılı İtibariyle Bütün Bunlar Ne Anlama Gelmektedir? 

Türkiye PKK terör örgütünden kaynaklanan sorunla mücadelesinin iki ayrı dönemde iki farklıyaklaşımla yürütmüştür. 1984-99 döneminde tam bir mutabakatla sorunu terör sorunu olarak tanımlamış ve terörle mücadelenin gerektirdiği askeri tedbirleri kendi başına verdiği kararlarla başarılı şekilde 
uygulamış ve PKK liderinin yakalanmasını, örgütün Türkiye sınırlarını terk etmesini sağlamış, siyasi, sosyal, ekonomik tedbirlerin uygulanabilmesi için gerekli ortamı hazırlamıştır. Ancak 1999-2003 döneminde bu fırsat heba edilmiştir. 

2003'den sonraki dönemde ise Türkiye sorunun adını koyamamış, sorunu tanımlayamamış ve strateji hazırlayamamıştır. Çünkü PKK'nın salt terör örgütü kimliğiyle başarılı olamayacağını anlayanlar 2003 sonrasında PKK'yı bir direniş örgütüne dönüştürecek yöntemleri, evrensel değerler ile hukuku istismar ederek oluşturdukları talepleri terör tehdidiyle Türkiye'ye dayatmışlar, PKK terör örgütüyle pazarlık / müzakereye zorlamışlar ve bunda da başarılı olmuşlardır. AB ülkeleri ve ABD kendilerine karşı tehdit olarak gördükleri El Kaide'ye karşı askeri yöntemleri neredeyse tek seçenek olarak uygularken Türkiye'nin PKK ile mücadelesinde önerdikleri yöntem ise kendilerinin işgal ettikleri ülkelerde 
uygulamaya çalıştıkları direnişle mücadele yöntemleri olmuş Türkiye'nin askeri tedbirlerden vazgeçmesini istemişlerdir. Bu durum PKK'nın işini kolaylaştırmıştır. Bu süreçte; 

- Teröristbaşının sağ teslim edilmesinin ileride yol açabileceği sorunlar zamanın da iyi incelenememiş ve kavranamamıştır. 

- Terörle mücadelede Türkiye'ye yardım edenlerin aslında bir direniş örgütü yaratmakta olduklarının farkına varılamamıştır. 

- Türkiye sorunu tam ve doğru tanımlayamamış, adını koyamamıştır. Dolayısıyla teröre karşı Türkiye'nin bir stratejisi olmamış, boşluğu diğer aktörlerin stratejileri doldurmuştur. 

- Terör sorununa yönelik karar oluşturulmasında ortak sayısı artmış,   her seferinde  yeni ortak yönlendirici aktör olmuş, Türkiye'nin etkinliği sürekli seviye kaybetmiştir. 

- Bütün bunlara rağmen PKK'nın her açıdan çok sıkıştığı bir dönemde (2012 Sonbahar-Kış) Türkiye "müthiş bir operasyonla terör örgütüyle hem de anayasasını müzakere ve pazarlık ediyor pozisyonuna düşürülmüştür". Artık "müzakere yaptığınız örgüte terör örgütü diyemezsiniz" şikayetleri, "terörist 
derseniz süreç bozulur" tehditleri alınır duruma düşülmüştür. TSK'nın operasyon yapması nasıl engellenir arayışına girilmiş ve daha önce TSK'ya verilmiş operasyon yetkileri geri alınarak yurtdışı için her seferinde Hükümet'ten ve yurt içinde de ilgili Vali'den izin alınması düzenlemesi yapılmıştır. 

- Halen Türkiye'nin kendine has terörle mücadele stratejisi ve çözüm haritası yoktur. 2013'le birlikte teröristbaşı tek yetkili pozisyonundadır, çünkü ondan gelecek açıklamalara, mektuplara umut bağlanmıştır. 

- Türkiye, silah bırakmayan terör örgütüyle pazarlık yapan tek ülke konumundadır. Terör örgütü terör yaparak taleplerini "müzakere ve pazarlık yaptırtma" hedefine ulaşmış, maalesef terörle bir yerlere varılabileceğini göstermiştir. 

- Pazarlık / müzakerelerle yürütüldüğü anlaşılan süreçte teröristbaşının karşısına hükümet adına MİT müsteşarı oturtulmuştur. MİT kanununda teşkilata istihbarat faaliyeti dışında hiçbir görev verilemeyeceği açıkça yazmasına rağmen teşkilat bir pazarlık ve müzakere yürütme sürecine dahil edilmiştir. Bununla birlikte 30 yıldır terör yaparak yaşayan, demagoji ve pazarlık/müzakere konusunda çok tecrübe kazanmış teröristbaşının karşısına müzakere eğitimi / tecrübesi olmayan kişiler oturtulmuş ve yapılan müzakerelerden doğal olarak teröristbaşı galip çıkmış, müzakere edilerek bir sonuca ulaşılmasından ziyade teröristbaşının kuralları, zamanlamayı, uygulamanın nasıl olacağını dikte ettiği bir sürece 
dönüşmüştür. 

- Hükümet süreçle ilgili her şeyin kontrolleri altında olduğunu, sürecin başarıyla sürdüğünü söylemesine rağmen kamuoyun yansıyan gelişmeler maalesef bunu doğrulamamaktadır. Süreçte ne zaman neolacağını ne yapılacağını terörist başından başka tam olarak bilen yoktur. Süreçte atılacak adımlara ilişkin 
başarı kriterleri beli değil tam aksine tersine değerlendirmesinde ve inisiyatifindedir. 

Örneğin Başbakan teröristler silahlarını Türkiye'de bırakarak çekilecekler derken terör örgütü silahla çekileceklerini söylemiş, mizansen fotoğraflarla da bunu göstermişler ve süreçte kendi sözlerinin geçeceğini ortaya koymuşlardır. Bu durum sürecin başarıyla ve mutabık kalındığı şekilde yürümediğini göstermez mi? İnisiyatifin terör örgütünde olduğunu, sürecin başarılı olup olmadığına ilişkin son sözü teröristlerin söyleyeceğini göstermez mi? Teröristlerin Irak'a geçtiklerine dair mizansen fotoğraflar boy boy basında yer alırken Genelkurmay Başkanlığının buna ilişkin bilgi, belge, görüntüye sahip olmadığı açıklamasını da 
dikkate aldığımızda teröristlerin Türkiye'yi terk ettiklerini nasıl teyit edeceksiniz? 

Tek çare terör örgütünün ben çekiliyorum, çekilmeyi tamamladım açıklamasına inanmak olacaksa, sürecin hükümetin kontrolünde olduğunu söyleyebilmek mümkün müdür? 

- Bu süreçte yanlış giden diğer bir husus da hükümetin sadece teröristbaşının sözlerine esas alması ve bu sözleri çok güvenilir bulmasıdır. Ama uygulamada teröristbaşıyla görüşenlerin ve onları destekleyenlerin açıklamaları, hükümetin sürecin uygulanmasıyla gerçekleşeceğini söylediklerinin dışında ama sızan İmralı ve Oslo görüşme zabıtlarıyla örtüşen şeylerdir. Bunların teröristbaşının bilgisi 
dışında söylenmiş olması mümkün mü? Tabii ki değil. Dolayısıyla teröristbaşının gizli niyeti olduğunu ve iki yüzlü davrandığını göstermez mi? Böyle bir hareket tarzı Türkiye'nin bekası açısından kabul edilebilir bir davranış mıdır? 

Sonuç olarak bütün bunlar göstermektedir ki Türkiye, adını koyamadığı, tanımlayamadığı, PKK teröründen kaynaklanan ancak, bukalemunun renk değiştirmesi gibi değişik isimler konarak herkesin başka bir beklentiyle ele aldığı sorunu geçmişi terör, vahşet, kanla dolu güvenirliği sıfır olan bir kişinin aklıyla çözmeyi denemektedir. Türkiye teröristbaşının dümeni elinde tuttuğu su alan bir takaya bindirilmeye ve açık denizlere açılmaya zorlanmaktadır. Bunun kabul edilebilirliği, uygulanabilirliği ve yolculuğun güvenli bir şekilde sonuçlandırılması mümkün değildir. Çünkü bu taka bu haliyle sahilden açılamayacağı gibi, takanın içine sıkıştırılan Türkiye'nin hareket kabiliyeti kısıtlanmıştır. En ufak ters bir 
harekette taka alabora olabilecek, kıyıda takanın hareketlerini izleyenler (yani Irak'ın kuzeyinde elinde silahla bekleyen teröristler) alabora olan takanın içindekilerini bu ters hareketleri nedeniyle cezalandırmaya kalkacaklardır. 

Dolayısıyla Türkiye'nin terörle mücadele etmek yerine terör örgütüyle müzakere ederek sorunu çözmeyi düşündüğü mevcut süreç tamamlanmazsa da PKK’nın kaybedecek bir şeyi yoktur, çünkü mücadelesindeki en üst noktaya ulaşmıştır artık geri dönüş olmaz (yani PKK terör örgütü değildir, Kürtlerin tek temsilcisi olarak haklı bir özgürlük mücadele yapmıştır, teröristbaşı tek muhataptır algısı 
yerleşmiştir) bir noktaya ulaşmış olduklarından mücadelelerini yeni ve kendileri açısından avantajlı bir düzlemde devam ettireceklerdir. Süreç tamamlanırsa da zaten istediklerini almış olacaktır. Türkiye açısından ise mevcut sürecin iki sonucu da kayıpla sonuçlanacaktır. 


Uzman Hakkında

 Cahit Armağan Dilek
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
cadilek9011@gmail.com


Uzmanın Diğer Yazıları

  PUTİN-ERDOĞAN; Irak ve Suriye Konusunda Gerçekten Mutabakat Var Mı? 
  IKBY Referandumu, Kerkük, Barzani'nin Rus Ruleti ve Garantörlük 
  Barzani’nin Referandumu Erteleme Pazarlığı ve Şartlı Tuzağı 
  İdlib'teki El Nusra (HTŞ) Terörünün Türkiye'ye Yönlendirilmesi ve 
  Pakistanlaşmak 
  ABD'nin Türkiye'de İç Çatışma Öngörüsü ve Suriye'de PKK/YPG'ye Desteği 
  Almanya Türkiye'nin Savunma ve Güvenliğini Mi Hedef Alıyor? 
  ABD Esad'ı Vurmaya Hazırlanıyor!  
  Vekalet Savaşından Asıl Aktörlerin Savaşına; Suriye'de Savaş ve Bölünme 
  Derinleşiyor 
  Irak'ı bölecek son hamle; Barzani bölgesinde ve Kerkük'te bağımsızlık 
  referandumu 
  ABD'nin Yeni IŞİD Stratejisi; Teröristleri Yerinde İmha 
  ABD-PYD: Devlet-Örgüt İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye 
  ABD Peşmerge ve PKK/YPG'yi Profesyonel Orduya Dönüştürüyor  
  Soçi görüşmesi; Türkiye-Rusya ilişkileri gerçekten normalleşti mi, sorunlar 
  aşıldı mı? 
  Sincar ve Karaçok Operasyonunun Etkileri ve Sonuçları; Ne Oldu, Neler Olacak?  
  Obama aldattıysa Trump da aldatıyordur! 
  Tillerson'ın ziyareti; ABD ve Türkiye karşı cephelerdeki iki müttefik! 
  Kerkük Kürdistan'a bağlanırken; Kerkük düşerse Türkiye düşer! 
  Rakka’ya Kim Girecek? Türk Ordusu mu Suudi/Arap (İslam) Ordusu mu? 
  Erdoğan-Trump, Stratejik Ortaklık, El-Bab/Rakka, CIA Bşk.; ABD-Türkiye Nereye? 
  Suriye'de Federal Yapı Masada; Özerk Bölgeler Kuruluyor, Kürtler Kurucu Unsur  Oluyor! 
  Suriye bölünürken; Güvenli Bölge, Anayasa Taslağı, Fırat Kalkanı 
  Reina’daki Terör Saldırısının Düşündürdükleri 
  Suriye ve Irak’ın geleceğine Peşmerge ve PKK/YPG’nin “SU” tehdidi 
  Terörle Mücadeledeki Başarısızlıklarımız ve Yapılması Gerekenler 
  ABD ve Rusya Suriye’de “oyunu değiştirirken” Türkiye ne yapmalı? 
  El Bab’ta Türk Askerine Saldırı! Kim, Niye Yaptı? Şimdi Ne Olacak? 
  El Bab Düğümü; Türkiye’nin Güvenli Bölgesi, ABD/PKK’nın Koridoru, 
  Suriye’nin Tampon Bölgesi, Rusya? 
  Türkiye Musul’a Müdahale Edebilir Mi, Etmeli Midir? 
  Rakka’ya Menbiç Modeli Operasyon; Türkiye Dışarıda, ABD-PKK/YPG İşbirliği Zirvede! 
  Türkiye’nin Halep Kuzeyinde PKK/PYD’yi Vurması ve ABD/Rusya/Suriye’nin Tepkileri 
  Musul Operasyonuna Katılma Pazarlığının Arkasında Ne Var? 
  Fırat’ın Doğusunu Vurmadan İçeride PKK’yı Bertaraf Etmek İmkansız! 
  Şemdinli’deki PKK Terör Saldırısı ve PKK’nın Aklanması 
  ÖSO'yu Suriye'nin Milli Ordusu Yapma Girişimi Suriye'yi Böler 
  ABD Fırat Kalkanı’nı Soylu Mızrakla Deldi 
  Türkiye’de Konuşlanan Amerikan HIMARS Füzeleri Suriye’de Kimin Planlarına Hizmet Eder? 
  FETÖ’nün Başının İadesi İçin Terörizm mi Al Capone Suçlaması mı? 
  Türk Ordusu’na Nasıl Kıydınız? 
  Evet FETÖ’yü Mutlaka Yok Edelim Ama TSK’ya Kıymayalım! 
  ABD Türkiye’yi NATO Üyeliğiyle Bal Gibi Tehdit Etti! 

  
Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA
 Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 




DİPNOTLAR;

[1] TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı Terör Alt Komisyonu’nun Ocak 2013'de açıklanan raporunda son 30 yılda terör nedeniyle toplam can kaybı 35 bin 576’dır. Buna göre 7 bin 918 kamu görevlisi şehit oldu, 5 bin 557 sivil hayatını yitirdi ve 22 bin 101 PKK’lı ölü olarak ele geçirildi. "30 Yılın Terör Bilançosu: 35 bin 576 ölü!", Radikal, 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1118893(28.01.2013). 

[2]ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricardione Mayıs 2011'de 32.Gün programındaki röportajında "Öcalan'ın yolda ölmemesi, doğru bir dava görmesi, Kürt sorununda önemli adımlar atılması, idam edilmemesi" koşulların olduğunu doğruluyordu. “Öcalan'ı biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık”, Gazetevatan, 

http://haber.gazetevatan.com/ocalani-biz-teslim-etmedik-turkiyenin-isini-kolaylastirdik/377067/1 /gundem, (13.05.2011). 

[3]Yazarın notu: Terörle Mücadele ve Direnişle(Insurgency) Mücadele ayrı bir yazı veya kitapta incelenmesi gerekecek kadar farklı ve kapsamlı kavramlardır. Örneğin, ABD'nin ayrı ayrı terörle mücadele ve direnişle mücadele stratejileri / doktrinleri vardır. Direniş stratejileri herhangi bir bölgedeki iç karışıklıklarda ve sonrasında barışı yapma ve barışı koruma harekatlarında veya işgal edilen bir ülkede o ülkenin vatandaşlarınca gösterilen direnişi sona erdirmek için 
uygulanacak yöntemleri kapsar. 

ABD Terörle Mücadele Stratejisi için bakınız 

http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/counterterrorism_strategy.pdf. 

(01 Haziran 2011). ABD Direnişle Mücadele doktrini için bakınız
 http://www.dtic.mil/doctrine/new_pubs/jp3_24.pdf. (05.10.2009). 

Söz konusu dokümanlara göre örneğin, direnişle mücadele DDR (Disarmament, Demobilization, Reintegration) yani "silahsızlandır, terhis et, entegre et" 
yaklaşımını esas alırken, direnişçilerle görüşürsünüz, isteklerini anlamaya, silahları bıraktırarak yeni sisteme entegre ettirmeye çalışırsınız, bu kapsamda ev sahibi ülke yönetimini de bu işe yönlendirirsiniz. Terörle mücadele ederken 
teröristle görüşmek/pazarlık etmek yoktur, özellikle lider kadroda olanlar özel operasyonlarla öldürülür, ABD için zaten gerçek anlamdaki tek terör örgütü El-Kaide'dir. 

[4]"Foreign Terrorist Organizations", US Department of State, http://www.state.gov/j/ct/rls/other/des/123085.htm. 
(28.09.2012). 

[5]"Council Decision 212/333/CFSP", The Council of the European Union, 

http://eur-lex.europa.eu/ LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2012:165:0072:01:EN:HTML. (25.06.2012). 

[6]"Bağdat Düştü", NTVMSNBC, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/209701.asp?cp1=1#BODY. (10.04.2003). 

[7]"Commanderin Chief Lands on USS Lincoln", CNN International, 

http://edition.cnn.com/2003/ALLPOLITICS/05/01/bush.carrier.landing/. (02.05.2003). 

[8]"Çuval Olayı", Vikipedi, 

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87uval_olay%C4%B1. (12.04.2013) 

[9]"Washington'daki Gizli Toplantı Sonrası Yakılan Kıvılcım", Açık İstihbarat, 

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8597. (05.01.2010). 

[10]"PKK Zirvesi 11 Ocak'ta", Hürriyet, 

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=286545. 

(05.01.2005). 

[11]"ABD'den PKK Özel Temsilcisi" Hürriyet, http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=4875328, (05.08.2006). 

[12]"ABD, Irak ve Türkiye'de PKK'ya Karşı Kurulan Kurum Çöktü; Özel Temsilcilik Fiyaskosu", Radikal, 

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=230457, 20 Ağustos 2007. (20.08.2007). 

[13]"Irak Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Mutabakat Muhtırası", Dışişleri Bakanlığı, 
07.08.2007, 

http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Bolgeler/Mutabakat Muhtirasi Irak. pdf. 

[14]"Türkiye Irak Terörle Mücadele Anlaşması İmzalandı", Haberler.Com, 

http://www.haberler.com/turkiye-irak-terorle-mucadele-anlasmasi-imzalandi-haberi/. (28.07.2008).

[15]"ABD'nin Irak'tan Çekilme Süreci ve Bölge Dinamikleri Açısından Değerlendirilmesi", BÜSAM, Ocak 2009, 

http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/080109abd-iraktan-cekilme-sureci.pdf. 
Ayrıca 15 Ekim 2009 tarihinde imzalan yeni Türkiye-Irak Terörle Mücadele Anlaşması da henüz TBMM'de onaylanmamıştır. Bakınız; 

http://www.tbmm.gov.tr/gundem/gundem.htm, (11 Nisan 2013). 

[16]"TSK'nin Irak'ın Kuzeyinden Ülkemize Yönelik Terör Tehdidinin ve Saldırılarının Bertaraf Edilmesi Amacıyla Sınır Ötesi 
Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere Irak'ın Kuzeyine Gönderilmesi ve Görevlendirilmesine İçin Hükümete Bir Yıl 
Süreyle İzin Verilmesine Dair TBMM Kararı", 17 Ekim 2007, 
http://www.tbmm.gov.tr/tbmm_kararlari/karar903.html,. 

[17]"PKK'dan Dağlıca Baskını", Milliyet, 

http://www.milliyet.com.tr/2007/10/22/guncel/agun.html, (22.10.2007). 

[18]"Peşmerge Sınırda, Kuzey Irak'ta Endişe", Hürriyet, 

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/7535524.asp?gid=180&sz=14304, (22.10.2007) 


[19]"Erdoğan - Bush Görüşmesi Sona Erdi", Sabah, 

http://arsiv.sabah.com.tr/2007/11/05/haber,3F42A4BD7DEA4B51AE9E5CBD6AC9C9CA.html. (05.11.2007). 

[20]"Bush: We need to change our strategy in Iraq", CNN, 

http://edition.cnn.com/2007/POLITICS/01/10/ bush.transcript/ 

(11.01.2007). 

[21]Yazarın Notu: ABD Başkanı Bush 11 Eylül saldırılarından sonraki konuşmalarında "terörist saldırıları normal bir polisiye olay gibi görmeyecekleri ni, ABD'ye saldıran teröristlerle dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar hangi delikte saklanırlarsa saklansınlar arayıp bulup imha edeceklerini" ifade etmiştir. Başkan Obama da özellikle 2009 Afganistan-Pakistan stratejisini açıklarken benzer yaklaşımı kapsayan ifadeler kullanmıştır. Nitekim El-Kaide liderinin  Pakistan'da öldürülmesi, halen özellikle Pakistan ve Yemen'de insansız uçaklarla seçilmiş lider kadrodaki teröristlere yönelik imha operasyonları bu terörle mücadele stratejisinin en somut örnekleridir. 

[22]"ABD'den PKK'ya Ladin Formülü", Milliyet, 
http://gundem.milliyet.com.tr/abd-den-pkk-ya-ladin-formulu-/gundem/gundemdetay/17.10.2012/1612841/default.htm, 

(17.10.2012). Yazarın Notu: ABD Büyükelçisi Ricardione ABD'nin Türkiye'ye Usame Bin Laden'in öldürülmesiyle ilgili benzer operasyonların Türkiye tarafından da PKK lider kadrolarına yapılmasını önerdiğini açıkladı. Bunu açıkladığında büyük ihtimalle Türkiye'nin artık PKK terör örgütüyle müzakere aşamasında olduğunu biliyordu. 

[23]"İlk Sınır Ötesi Operasyon", Sabah, 

http://arsiv.sabah.com.tr/2007/12/02/haber,4CF1385C7142487FB93CD73E3AC2C1E1.html. (02.12.2012). 

[24]"ABD: Harekat Bir An Önce Tamamlanmalı", NTVMSNBC, 

http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/436669.asp, (22.02.2008). 

[25]“The Kurds in Post-Saddam Iraq”, Kenneth Katzman, CRS Report, 01 September 2009. 

[26]Wikileaks belgeleri arasında yayımlanan ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 05 Aralık 2007 tarihli ve 07ANKARA2898 numaralı mesajı.

[27]Yazarın Notu: Bu tarihte Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı Talabani'yi ziyaret eden zamanın Başbakanlık Danışmanı Ahmet Davutoğlu ve Türkiye'nin Irak Özel Temsilcisi Murat Özçelik Irak'ın kuzeyindeki yerel yönetimin Başbakanı Neçirvan 
Barzani ile de görüşmüştür. 

[28]"Atalay Erbil'de Barzani ile Görüştü", Sabah, 

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/12/21/atalay_erbilde_barzani_ile_gorustu, (21.12.2009). 

[29]"Özçelik-Barzani Görüşmesi Sona Erdi", Haber Türk, 

http://www.haberturk.com/gundem/haber/102713-ozcelik-barzani-gorusmesi-sona-erdi, (14.10.2008). 
"Büyükelçi Özçelik Barzani ile Görüştü", CNN Türk, 
http://www.cnnturk.com/2010/dunya/09/23/buyukelci.ozcelik.barzani.ile.gorustu/590578.0/index.html, (23.09.2010). 

[30]"PKK ile Pazarlık, Öcalan ile Anayasa Yapmak", Ümit Özdağ, Kripto Yayınları, Ankara, 2013. 

[31]"34 PKK'lı Habur Sınır Kapısından Girip Teslim Oldu", Milliyet, 

http://www.milliyet.com.tr/acilim-da-kritik-an/siyaset/sondakikaarsiv/12.08.2010/1151953/default.htm, (19 Ekim 2009). 

[32]"Açlık Grevleri Sona Erdi", CNN Türk, 

http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/11/18/aclik.grevleri.sona.erdi/685028.0/index.html, (18.11.2012). 


http://www.21yyte.org/ adresinden 
12.08.2013 13:48 tarihinde indirilmiştir

..
***

20 Ocak 2017 Cuma

Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve Cemaat,


Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve Cemaat



Yazar: Cahit Armağan DİLEK
15 TEMMUZ 2016  CUMA
Dokümanlarda Türk-Amerikan İlişkileri

Küresel ve bölgesel ilişkiler bağlamında ABD Türkiye için, Türkiye de ABD için kritik öneme sahip iki ülke konumundadır. Türk hükümeti bu ilişkiyi önceleri "stratejik ortaklık" tanımlarken daha sonraları 2009'da Amerikan Başkanı Obama'nın kullandığı "model ortaklık" kavramını benimsemiştir.  Nitekim bu durum T.C. Dışişleri Bakanlığının resmi internet sayfasında "model ortaklık kavramı, Türkiye-ABD ilişkilerinin ulaştığı ileri noktayı, ilişkilerin özgün karakterini ve kapsamlı niteliğini yansıtmaktadır"şeklinde ifade edilmektedir.[1] Aynı sayfada ilişki alanları ve bölgeler "Türkiye ve ABD, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Balkanlar, Kafkaslar, Doğu Akdeniz, Orta ve Güneydoğu Asya gibi çok geniş bir coğrafyada ve terörle mücadelede, enerji arz güvenliği, nükleer yayılmanın önlenmesi ve küresel ekonomik gelişmeler gibi kritik önem taşıyan konularda kapsamlı işbirliği yapmaktadır." şeklinde açıklanmaktadır.  

ABD Dışişleri Bakanlığının resmi internet sayfasındaki

Türkiye sayfasındaki bilgi kağıdında ise Türk-Amerikan ilişkileri için stratejik veya model ortaklık ifadeleri yer almamakta, Türkiye'nin coğrafi konumunun önemine işaret edilerek karşılıklı çıkar ve saygıya dayanan ilişkilerin 1947'deki Truman Doktrini uygulamasıyla derinleşmeye ve gelişmeye başladığı belirtilmekte, Türkiye ile terörle mücadele, Afganistan, Irak, Suriye konularında birlikte çalışıldığından ve Türkiye'nin ABD'ye sağladığı imkanlardan söz edilmektedir.[2]
Dışişleri Bakanlıklarının politik açıklamalarının yanında herhangi bir ülkenin Amerikan iç ve dış politikasındaki yerini anlayabilmek için bakılması gereken dokümanların en başında Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi gelmektedir. Amerikan politikaları ve stratejilerine yön veren, hiyerarşik sıralamada en üst sırada bulunan bu doküman en son Mayıs 2010'da yayımlanmıştır. Obama'nın bu yıl ortalarında yeni dokümanı yayımlanması beklenmektedir. 2010 tarihli Amerikan Ulusal Güvenlik Strateji dokümanını incelediğimde tespit ettiklerim şunlardı:[3] "Dünyanın her yerindeki gelişmelerin içinde olmayı hedefleyen ABD dünya genelinde bölgesel teşkilatları, üçlü mekanizmaları, ikili ortaklıkları kullanmayı öngörüyor. Bu maksatla da dünyanın her bölgesinde bunları organize ettireceği güçlerin ortaya çıkmasını destekliyor. Ancak bunu yaparken bazı sınıflandırmalar yapıyor. Örneğin, en yakın müttefikler (Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya gibi), çok özel ilişkileri olanlar (İsrail), yeni ortaya çıkan güçler (Rusya, Çin, Hindistan gibi) , küresel ve bölgesel rolleri artan güçler (Güney Kore, Güney Afrika, Endonezya, Japonya, Brezilya, Avustralya gibi), bulundukları konum itibariyle işbirliği yapılması önemli olan ülkeler (Türkiye, Körfez ülkeleri, Meksika, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Pakistan, Nijerya, Kenya, Filipinler, Tayland gibi)."

Söz konusu dokümanda Türkiye'nin konumuna ilişkin olarak ise şu tespitleri yapmak mümkündür: Türkiye, strateji metninde adı geçen sınırlı sayıda ülkelerden birisidir. Türkiye’nin adı sadece metnin 42. sayfasında Avrupalı müttefikler başlığı altındaki paragrafta geçmektedir. Ancak adı geçen diğer ülkeler “yakın müttefik, özel ilişkili, stratejik ortak, ortak” şeklinde tanımlanırken Türkiye için bu tip bir ilave tanımlama yapılmamış olması dikkat çekmektedir. ABD Başkanı Obama’nın 2009 yılında Türkiye’ye yaptığı ziyarette gündeme gelen “model ortaklık” veya özellikle Türkiye’de her seviyedeki yöneticiler tarafından sıklıkla telaffuz edilen “stratejik ortaklık” ifadesi Türkiye için metinde yer almamıştır. Metindeki Türkiye ifadesi, Balkanlar’da istikrar ve demokrasinin geliştirilmesi, Kafkaslar ve Kıbrıs’ta sorunların çözülmesine yönelik girişimlere ABD’nin bağlı kalacağını belirten cümleden sonraki “geniş bir yelpazedeki ortak çıkarlar bağlamında ve özellikle bölgesinde istikrarın sağlanması konusunda Türkiye ile angajmanlara girileceği” ifadesinin içinde yer almaktadır.
Metinde adı geçen ülkelerden övücü, bölgesel ve küresel konulara daha fazla söz sahibi olabilirler gibi yaklaşımlarla bahsedilirken Türk siyasetçilerin beklediği ifadelerin metinde yer almadığı görülmektedir. Bu haliyle ABD’nin Türkiye’nin rolünün ve birlikte çalışma alanının daha sınırlı olmasını beklediği değerlendirmesi yapmak yanlış olmayacaktır. Buna göre Türkiye ile Balkanlar, Kafkasya (muhtemelen Ermenistan ile ilişkiler) ve Kıbrıs’ta birlikte çalışılması öngörülüyor. Bu ifadelerle birlikte metnin Ortadoğu bölümüne ilişkin paragraflar da incelendiğinde Ortadoğu’da Türkiye’yi ön plana çıkaracak, ki Türkiye’nin haklı olarak çok iddialı ve önemli bir potansiyele sahip olduğu bölgedir,  bir rol öngörülmüyor.
Amerikan Raporlarına Göre ABD'nin Manivelaları
En üst seviyedeki Amerikan politika ve stratejilerindeki ifadelerin ne anlama geldiğini bunların sahadaki uygulamalarından görmek mümkündür. Bu bağlamda ABD'nin Türkiye'yi nasıl gördüğünü ve Türkiye'nin iç ve dış politikalarını nasıl etkilediğini gösteren önemli bir örneği burada açıklamak istiyorum. Görevli olduğum dönemde Amerikan Savunma Bakanlığının Türkiye'nin bulunduğu bölgeye ilişkin özel ve gizli bir değerlendirme raporunu okuma şansım oldu. Aslında Türkiye'deki son iç politik gelişmeler bağlamında bu makaleye ilham kaynağı olan da bu rapordur. 2004 yılında okuduğum bu raporda ABD'nin Türkiye ile ilişkilerinde kullanabileceği manivelalar şu şekilde ifade edilmekteydi:

- Türkiye bir NATO üyesidir.
- Türkiye ABD'ye üs kolaylığı (İncirlik) sağlamaktadır.

- ABD'nin Türkiye'deki sosyo-ekonomik ve politik ortamı etkileme gücü vardır.
Bu çok sade, kısa ama Türk-Amerikan ilişkilerini ve ABD'nin Türkiye'yi nasıl gördüğünü net olarak özetleyen bir değerlendirmedir. Bu makalede ağırlıklı olarak üçüncü maddeyi ele alacağım. Çünkü bu madde Türkiye'nin bilgi harekatına (psikolojik harekat, algı yönetimi, siber-dijital savaş vs) açık olduğunu göstermektedir. Özellikle 2007'den sonra Türkiye açık ve ağır bir şekilde bunlara maruz kalmıştır. 

İlk ikisinin uygulamasına ilişkin çok sayıda örnek verilip makaleler yazılabilir. Örneğin Afganistan ve Irak'ın işgalinde İncirlik Üssünün kullanımı gibi. Üs imkanını Türkiye sağlamış olmasına rağmen üs bir Amerikan manivelasına dönüşmüştür. Nitekim ABD'nin Irak'tan çekilirken İncirlik Üssü'nü kullanılabileceği ABD tarafına iletilmiş ancak ABD Körfez ülkelerini tercih etmiştir. Ayrıca üssü kapatıyorum demek ABD ile ilişkilerin sıfırlanması demek anlamına geliyor, üs kullanıldığında da Türkiye ister istemez ABD'nin saflarında yer almış algısı da yaratılmış oluyor.
NATO üyeliğiTürkiye'yi Batı dünyasına bağlayan en önemli mekanizmaların başında yer almıştır. Aslında halen de öyledir, çünkü kullanılıp kullanılamaması ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte NATO karar mekanizması içinde veto yetkisi bulunmaktadır. Ancak Türkiye NATO'nun karar mekanizmalarında etkili olamayınca NATO'nun genel politikalarına uymak zorunda kalınmakta ve NATO Türkiye'nin politikalarını şekillendirmekte, Türkiye'nin öngörmediği operasyonların ve projelerin içinde yer almasına yol açmaktadır. Örneğin Libya operasyonu, örneğin Füze Kalkanı Projesi. Bunda son örnek ise Ukrayna krizidir. Ukrayna krizi bir ABD-Rusya ya da AB-Rusya krizi olmaktan çok bir NATO-Rusya krizi olmaya doğru giderken bunun Türkiye'nin çıkarlarına uygun olup olmadığı Türkiye'de hiç incelenmemektedir. Ukrayna krizi ile ilgili yapılan NATO Savunma Bakanları toplantısına Türkiye'nin Savunma Bakanı katılmamıştır. NATO karar alıp savaş gemilerini Karadeniz'e gönderme kararı alırsa buna Türkiye'nin nasıl bir cevap verebileceği kamuoyunda tartışılmamaktadır. Gelişmelere hazırlıklı olmayınca da bu tür gelişmelere yönelik alternatifleri olmayan Türkiye'ye karşı NATO üyeliğinin bir manivela olarak kullanılmasına da ortam yaratılmaktadır.
ABD'nin manivelaları tabii ki bu kadar sınırlı değil. Askeri nitelik taşıyan NATO üyeliği ve üs imkanı gibi manivelaların yanında ekonomik ve askeri yardım konuları, Türkiye'nin AB üyeliği, güvenlik konularında (terörle mücadele gibi) işbirliği de birer manivela olarak ortaya çıkmaktadır. Belirtilen konuların Türkiye'nin iç ve dış politik kararlarında ne kadar etkili olduğunu geçmişteki olaylar göstermektedir. Örneğin sözde işbirliği yaptığımız terörle mücadele alanında Türkiye'nin talep ettiği helikopterler, silahlı/silahsız insansız uçaklar bırakın satılmasını kiralanmasına bile izin verilmezken, aynı ABD bu tür silah ve sistemleri kolayca Güney Kore, Japonya ve hatta Irak'a kısa bir süreçte satabilmektedir.
Ancak bunların yanında etnik ve dini/mezhepsel hassasiyetler bir toplumun şekillendirilmesinde, algılarının yönetilmesinde en önemli alanlardır. İşte ABD'nin Türkiye'de toplumu ve yöneticilerini şekillendirecek sonuçlar yaratmakta en çok kullandığı alanlar bunlar olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Çünkü ABD Savunma Bakanlığı dünyada bu konuda en büyük harcamayı yapan, en çok personel kullanan kurumdur. İşte bu konu yukarıda bahsettiğim Amerikan raporundaki üçüncü maddeye girmektedir.

Türkiye'deki Sosyo-Ekonomik ve Politik ortamı etkileyen Amerikan Manivelaları; PKK ve Cemaat
PKK Terör Örgütü

Etnik bölücülük temeline dayalı bir hedefle ortaya çıkan PKK terör örgütü ABD tarafından 1997 yılında kendi terör örgütleri listesine dahil edilmiştir. Bu kararla ABD, PKK'ya karşı terörle mücadelede Türkiye'nin yanında olduğu mesajını da vermiştir. PKK'nın ortaya çıkışından itibaren ABD'nin PKK'yı izliyor olması normal bir gelişmedir. Ancak ABD açısından PKK'nın tam bir manivela haline gelmesi PKK'nın lideri Öcalan'ın 1999'da Türkiye'ye teslim edilmesiyle olmuştur. Çünkü PKK liderinin teslim edilme şartları (Türkiye'ye götürülürken yolda ölmemesi, doğru bir dava görmesi, Kürt sorununda önemli adımlar atılması, idam edilmemesi)[4] ABD'nin konuyu terörle mücadele kapsamında değil bir etnik grubun özgürlük mücadelesi olarak ele aldığını gösteriyordu. Artık ABD doğrudan işin içindeydi. Bu konuda daha önce yazdığım ve süreci anlatan makalemde detaylar yer almaktadır.[5]

Anılan makalede özetle şunları anlatmıştık: Teslim şartlarında belirtildiği şekilde Öcalan doğru bir dava görmüş ve idam edilmemiştir. Bundan sonra da Türkiye'nin Kürt sorunu adı verilen konuda köklü adımlar atması için PKK yeniden devreye sokulmuştur. 2003'te Irak'ın işgal edilmesiyle Türkiye ABD'yle komşu olmuş, Irak'ın kuzeyinde üslenen ve yeni saldırılara hazırlanan PKK'nın tasfiye edilmesi konusu Türkiye-ABD ikili görüşmelerinde Türk tarafının ana ve çoğunlukla da tek gündem maddesi olmuştur. 2004'den itibaren PKK'nın saldırıları artmaya başlayınca da ABD Türkiye'nin alması gereken tedbirler konusunda fikir beyan eden, görüşleri dinlenen birinci aktör konumuna gelmiştir. Bu durum Türkiye'nin sınır ötesi operasyon girişimlerinin sürekli ötelenmesine yol açmış, 2007 yılı sonundan itibaren ABD'nin izniyle Irak'ın kuzeyine başlatılan sınır ötesi operasyonların koordinasyonu kapsamında operasyonların sınırlı kalması ve Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine (hem PKK hem de Irak'ın kuzeyindeki yerel Kürt yönetimine) yönelik kapsamlı operasyonlar yapılması engellenmiştir. ABD bu şekilde Türkiye'nin Kürt sorununda askeri seçenekleri kullanmasını kontrol etmiş ve sınırlandırmış, sorunun askeri tedbirlere değil siyaset içinde çözülmesini sürekli telkin etmiştir.

ABD'nin bu kapsamda Türkiye'ye önerdiği yöntemler terör örgütleriyle değil "isyan eden-ayaklanan-özgürlük arayan-ülkesinin işgaline direnen" gruplara (insurgency) karşı kendisinin uyguladığı yöntemlerdir.[6] Bu durum PKK konusunun yani terörün siyasallaşmasını hızlandırmıştır. Nitekim 2006'dan itibaren hükümetin PKK ile başlattığı gizli görüşmeler, Habur'dan giriş, sızan Oslo görüşmeleri ve İmralı zabıtları, 2013 yılı başından itibaren artık kamuoyuyla da paylaşılan hükümet-PKK terör örgütü görüşmeleri, teröristbaşının son iki Nevruz'daki mesajları, teröristbaşının son sızan ses kayıtları göstermektedir ki PKK ve onun hapisteki lideri anayasa yazılmasından Meclis'in çalışması ve çıkarılacak kanunlara, sözde çözüm sürecinin nasıl uygulanacağından TSK'nın uyacağı kurallara kadar hatta bir iddiaya göre Bakanların kimler olacağına kadar hükümetin dolayısıyla Türkiye'nin kararlarını yönlendirir, Türkiye'nin geleceğini belirler hale gelmiştir.

Bunun için Öcalan da muhtemelen öldürülmeyeceği ve Kürt sorunun siyasi alanda çözüleceği kulağına fısıldanmış olarak ABD tarafından adeta bir Truva atı gibi Türkiye'nin terörle mücadele mekanizmasının içine sokulmuştur. ABD Öcalan'ı teslim eden olarak ve Öcalan vasıtasıyla, ayrıca terörist saldırıları yapan PKK'nın üslendiği Irak'ın kuzeyi dahil Irak'ta kontrolü elinde bulunduran ülke olarak PKK vasıtasıyla bizzat işin içine girmiştir.  ABD'nin bir manivela olarak tasarladığı Öcalan bütün bu süreci yönetip kendi tasarladığı stratejiyi hayata geçirmiş, PKK'nın hem terör saldırılarını hem de eylemsizlik sürecine sokulmasını dönüşümlü bir manivela olarak kullanmıştır. Eylemsizlik süreçlerinden özellikle seçim dönemlerinde karlı çıkmaya alıştırılan hükümet son olarak sözde çözüm süreci adı altında terör örgütüyle müzakereye oturmak zorunda kalmıştır. Gelişmeleri objektif şekilde değerlendirenlerin söylediğini teyit edercesine Öcalan'ın kendisini ziyaret edenlere söylediklerinden ve son günlerde sızan konuşmalarından da anlaşılmaktadır ki müzakerenin yasal dayanağı yoktur, hükümeti iktidardan düşürerek yargıya götürecek  sonuçlar doğurmuş, hükümeti geri dönülemez bir noktaya getirmiş ve hükümeti bununla tehdit etmiştir.

 Öcalan bu süreçte kazanmış olduğu yetkilerle (Kürt halkının temsilcisi, müzakere yetkilisi, siyasi şahsiyet, barışsever ve barış yapar vs) bu hükümetin yerine gelecek yeni bir hükümetle bile kaldığı yerden devam etme pozisyonuna gelmiştir.

Bütün bu gelişmelerden ABD'nin habersiz olduğu, sözde çözüm sürecinin Türkiye'nin projesi olduğuna ilişkin kamuoyuna pompalanan haberler ise hayatın normal akışına terstir, zaten öncesini yukarıda açıkladık. Söz konusu çözüm süreciyle ilgili İmralı'dan Kandil'e, PKK'nın Avrupa temsilcilerine, Irak'ın kuzeyindeki Kürt gruplara giden bilgilerden ABD'nin haberdar olmaması mümkün değildir. Ayrıca artık herkes tarafından bilinen ABD'nin küresel bazdaki dinleme faaliyetleriyle bu ilişkileri ortaya çıkarması kaçınılmazdır. Burada muhtemelen ABD'nin dikkat ettiği husus "gelişmelerin ABD'nin öngördüğünden daha çabuk sonuçlanması veya geri dönülemez bir anlaşmazlıkla sonuçlanmasıdır." Bunun için de hem hükümet hem de PKK kanadını yoklayarak süreci kontrol altında tuttuğunu söyleyebiliriz. ABD açısından; 2002 sonunda iktidara geldiğinde teslim edilmiş ve İmralı'da mahkum olan Öcalan'ı elinde bulunan AKP hükümetinin PKK terör örgütüyle müzakere masasına oturtulmuş olmasının önemli bir başarı olduğunu söylemeliyiz. Çünkü ABD bu sorunun tarafların birbirini hırpaladığı ama kesin bir üstünlük sağlayamadıkları bir ortamda, zamana yayılmış olarak, zamanı geldiğinde sonuçlanmasını beklemektedir. Bundan sonraki basamakta yeni bir hükümetle ama aynı Öcalan'ın müzakereyi tamamlaması beklenmelidir. Mevcut hükümet veya yeni hükümetin müzakereye yanaşmaması halinde ne olacağının mesajını (ya müzakere ya savaş) son Nevruz'da hem Öcalan hem de Kandil ve destekçileri tarafından verilmiştir. Yani Öcalan süreçte sözde barışı arayan baş aktör olmaya devam ederken hükümeti ve toplumu müzakereye resmen ve kanunen başlatmak için PKK'nın terörist saldırılara başlaması da çok büyük ihtimaldir. Yeni dönemde Öcalan süreci çok daha sıkı kontrol altında tutabilecektir, ABD'nin 1999'dan itibaren fiilen içinde bulunduğu suni etnik bir sorun üzerinden Öcalan'ı (ve PKK'yı) kullanarak Türkiye'deki sosyo-ekonomik ve politik gelişmeleri etkilemeye devam etmesi de mümkün olacaktır.
ABD'nin PKK ve Öcalan konusunda işin içinde olduklarını gösteren diğer konu da yine Amerikan kurumlarının hazırladıkları bazı raporlar ve bunların birbiriyle çelişkileridir. Örneğin Amerikan düşünce kuruluşu RAND dünya genelindeki terör örgütleri ve direniş örgütleriyle ilgili olarak 2010 yılından sonra hazırladıkları raporlarda PKK'yı da incelemişlerdir. Bunlarda 1999 yılında PKK lideri Öcalan'ın yakalanmasıyla Türkiye'nin zafer kazandığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Aynı dokümanlarda terör örgütlerinin keskin hiyerarşik yapıya sahip olmaları nedeniyle lideri etkisiz hale getirilen terör örgütlerinin dağıldığı tespiti de yapılmaktadır. Ancak yıl 2014 ve halen Öcalan lider hatta hapishaneden ülkeyi yönlendiren bir konuma gelmişse Öcalan'ın etkisiz hale getirilemediğini söyleyebiliriz. Bunun temelinde de Öcalan'ın 1999'daki teslim şartları yani ABD'nin Öcalan'ı manivela yapacak şartları vardır.  Öcalan'ın şuanda çok etkin konumda olduğunu teyit eden diğer bir dokümanda ABD Kongresi Araştırma Merkezinin periyodik olarak hazırlayıp Kongre üyelerine sunduğu Türkiye raporlarında (Türkiye'ye ilişkin karar alışlarda temel başvuru dokümanı olarak kullanılmaktadır) Türkiye'deki ana aktörler (key figures) listesinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanının yanında sayılan dördüncü kişi Öcalan'dır. 

Cemaat

Cemaatten bahsederken hemen söyleyelim ki söz konusu Kongre raporlarında bahsedilen beşinci ve son kişi Fethullah Gülen'dir.
Ne kadar ilginçtir ki ABD'nin PKK'yı tam bir manivela olarak kullanmaya başlaması ile Cemaat denince herkesin aklına gelen dini örgütlenmenin bir manivela haline gelmesi hemen hemen aynı döneme denk gelmektedir. Birisini vermiş diğerini almıştır. Öcalan Şubat 1999'da Türkiye'ye teslim edilirken cemaat lideri F.Gülen ise Mart 1999'da ABD'ye gidiyordu diğer bir ifadeyle sığınıyordu. Öcalan görünüşte o güne yaptıklarının hesabının görüleceği bir davada yargılanacaktı ama öldürülmemesi / idam edilmemesi şartı vardı. Nitekim ömür boyu hapse mahkum oldu, ancak Hapisteyken Kürtlerin sözde tek temsilcisi unvanına ulaştı ve onların adına müzakere masasına oturdu. F.Gülen devlete sızıp ele geçirme planları var diye hakkında dava açılma hazırlıkları yapılırken ABD'ye kaçtı, açılan davada ise beraat etti. Ama Türkiye'ye dönmedi ama bulunduğu yaşadığı ABD'den Türkiye'deki gelişmeleri etkileme, hükümeti yönlendirme, dini bir lider olmaktan çok devletin Cumhurbaşkanının ve hükmet üyelerinin muhatap olduğu siyasi bir figür haline geldi.
Bütün ülkelere ilişkin yıllık terör raporları, insan hakları raporları, dini özgürlükler raporu hazırlayan ABD'nin F.Gülen hareketinden habersiz olması, Amerikan topraklarında kendince sürgün hayatı yaşayan bir dini liderin ve onun cemaatinin faaliyetlerini takip etmemesi, onları yönlendirmemesi mümkün değildir. Nitekim Amerikan gizli servislerinin F.Gülen cemaatiyle ilişki içinde olduklarına ilişkin haberler basına da yansıdı. Bırakın gizli servislerin faaliyetlerini yukarıda bahsedilen Kongre raporlarında verilen detaylı bilgiler F.Gülen'in ABD'nin takibinde olduğunu göstermektedir. Türkiye'nin iç dinamikleriyle yakında etkileşim içinde bulunan bir aktörün ABD tarafından kullanılmadığını düşünmek uluslararası ilişkileri, gizli servislerin faaliyetlerini bilenler açısından mümkün değildir.

2013'ün son çeyreğinde ve 2014'ün ilk aylarında ortaya çıkan bilgi ve belgeler gösterdi ki hakkındaki davadan beraat eden F.Gülen'in liderliğindeki oluşum 2000 yılında hakkında açılan davanın iddianamesinde belirtildiği şekilde devletin bütün kurumlarına sızmış, elemanlarının kritik görevlere yerleşmesini sağlamıştı. Bununla yetinmeyip hükümetin desteği ve sağladığı olanakları kullanarak görünürdeki hükümetin arkasında aslında devleti yöneten gizli güç haline gelmişti.

Aslında burada Türkiye'nin seçilmiş hükümeti dar kadrosunun açığını cemaatin yetişmiş elemanlarıyla kapatıyordu.  Bu durum her iki tarafın işine de geliyordu. Bu birliktelik amaçların örtüştürülmesiyle daha da derinleşti. Türkiye'de gündem demokratikleşme, askeri vesayetin sona erdirilmesi ve Kürt sorunun (bazılarına özellikle askerlere göre terör sorunu) çözülmesiydi ya da kısaca askerin etkisizleştirilmesiydi. Bu hedef Kürtçü kesim ve PKK tarafının da işine geliyordu, çünkü onlar da asker aradan çıkarılırsa terörün siyasallaşmasının daha kolay olacağına inanıyordu.  Nitekim öyle oldu ve 2007'den sonra başlayan operasyonlar ve davalar süreci ile bazı yasal düzenlemeler yetişmiş askeri kadroları hapishanelere tıktı, geri kalanlarının özellikle Güneydoğu Anadolu'da kışlalarından bile çıkamaz hale getirdi.
Konuyu biraz yakından takip edenler bilecektir ki bahse konu süreçte psikolojik harekat  teknikleri uygulanmış, toplum yönlendirilmiştir. Şimdi hükümetin söylediği şekilde bunu cemaatin tek başına yapmış olması mümkün değildir. Hükümet ortam hazırlamıştır, destek sağlamıştır (zaten bunun yapıldığı inkar edilmiyor, sadece safmışsız denilerek işin içinde çıkılmak isteniyor). Cemaatin insan gücünün de psikolojik harekat tekniklerinin uygulanmasına ve binlerce belge, bilgi, kayıt elde edilip analiz edilerek tasnif edilmesine yönelik teknik imkanlara sahip olmadığını, bunun bir başka gücün desteğiyle yapılmış olası çok büyük ihtimaldir. Bu gücün de cemaatin liderini ağırlayan ülke olduğunu söylemeliyiz.

Ancak burada şu konuyu hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Bütün bunlar yani cemaatin arkasında ABD'nin olması, cemaatin çift taraflı oynayarak hükümeti zor durumda bırakması, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının yok sayılması, kapatılması, bu konuda hükümetin mağdur gösterilmesi kabul edilemez, rüşvet ve yolsuzluğa bulaşanları haklı göstermez.

Neden Cemaat-Hükümet Kavgası

Peki her şey anlattıklarımız gibiyse son aylardaki hükümet-cemaat çatışması neden yaşanıyor? 

  Bunun Kürt sorununun sözde çözümü ve hükümetin etkinlik sürecini ve görevini doldurmuş olmasıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum. 11 yıldır iktidarda olan AKP artık yıpranmıştır, özellikle 2011 seçimlerinden sonraki süreçte hükümetin demokratik esaslardan ayrılmaya başladığının iyice belirginleşmesi yurt içinde hem halk hem de kanaat önderlerinden tepkiler almış, bu tepkiler artık sokaklara taşmıştır. Ayrıca dış politika bağlamında özellikle bölgesel konularda ABD politikasıyla uyuşmazlıklar yaşanmaktadır. Yani hükümet hem iç hem de dışarıda destek sıkıntısı yaşamaktadır. ABD açısından Hükümet öyle bir değişmelidir ki toplumun genelinden gizli yürütülen sözde çözüm süreci de hasar görmemeli, ülkede ve bölgede kaosa yol açmayacak şekilde muhtemelen genel seçimlere kadar halk desteğini yitirmiş seviyeye gelerek iktidarı kaybetmelidir.

Cemaat-hükümet kavgasının sonucundan en fazla faydalanan kesim sözde çözüm süreciyle ülkemizin güneydoğusunda özerk bir yönetim kurmaya çalışan Öcalan liderliğindeki Kürtçüler ve PKK tarafı olmuştur. 

Sözde sürecin başlaması ancak işlemediğini ortaya çıkmasıyla birlikte 2013 yaz aylarının sonundan itibaren cemaat-hükümet kavgasının da başladığını görüyoruz. Bu kavga sertleştikçe ve 17 Aralık ile birlikte en üst seviye çıktıkça bölgeden hiçbir haberin kamuoyuna yansıtılamadığı çünkü gündeme alınamadığı, adeta bir karartma uygulandığını görüyoruz. Diğer taraftan hükümetin bu kavgayı bir seçim stratejisine dönüştürerek yeni karşı taraflar yarattığını da görüyoruz. Hal böyle olunca kavganın da bir senaryo olabileceğini düşünmeliyiz. 30 Mart'taki yerel seçimlerden sonra hükümetin kendince yeterli oy aldığını değerlendirmesiyle birlikte bu kavganın sönümlenmesi hiç de küçük bir olasılık değildir. 

 Sonuç

Küresel güç ABD'nin küresel bazda politika ve stratejiler oluştururken ülkelerin ve yerel unsurların varsa hassasiyetlerini kullanması Amerikan çıkarları açısından normal bir uygulamadır. Yukarıda bahsettiğim Amerikan raporunda ABD'nin Türkiye'ye yönelik belirttiği üç maniveladan üçüncüsünü (ABD'nin Türkiye'deki sosyo-ekonomik ve politik ortamı etkileme gücü vardır.) Türkiye'de 1999 ve özellikle 200'ten itibaren kullandığını görmekteyiz. Burada öne çıkan manivelalar ise PKK ve cemaattir. PKK'nın yaptıkları bellidir, geçmişi zaten onu aklamaya ve affetmeye izin vermeyecek kadar vahşidir.
Cemaattin ise biz bir hizmet hareketiyiz, iyilik yapıyoruz demesi yaptıkları yasa dışı işleri görmezden getiremez. Hükümetin sağladığı ortamla ve şuanda sığındıkları ülkenin teknik ve operasyonel desteğiyle ülkemize, kurumlarımıza ve insanlarımıza karşı yaptırdığı operasyonların, düzmece davaların hesabını vermeden, işin içinde yer alanları yargıya teslim etmeden, ne yapalım bizi de başkaları kullanmış diyerek işin içinden sıyrılması kabul edilemez. Aynı şekilde hükümetin de her ne kadar soruşturma işinin içinde cemaatin adamlarının olduğunu söylese de 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk iddialarından yargı önünde mutlaka hesap vermesi gereklidir. Kumpas ve yolsuzluklar birbirine uygun ortam hazırlamış olabilir ancak ayrı suç iddialarıdır.
Önümüzdeki en büyük tehlike ise hükümet-cemaat kavgasının da büyük kumpasın parçası bir senaryo olması ve güneydoğudaki bölünmeyi maskeliyor olmasıdır. Böylece yetişmiş insanlarımızın, kurumlarımızın, Atatürk'ün deyişiyle mazisi insanlık tarihiyle başlayan Türk Ordusunu tasfiye gayretlerinin ülkemizin ve milletimizin bölünmesine yol açacak kumpasın saklanmasıdır.

 KAYNAK;

[1] "Türkiye - Amerika Birleşik Devletleri Siyasi İlişkileri", http://www.mfa.gov.tr/turkiye-amerika-birlesik-devletleri-siyasi-iliskileri.tr.mfa, Erişim tarihi 23 Mart 2014.
[2]U.S. Relations With Turkey, Fact Sheet, January 7, 2013, http://www.state.gov/r/pa/ei/bgn/3432.htm, Erişim tarihi 23 Mart 2014.
[3] ABD Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Türkiye, Cahit Armağan Dilek, Ocak 2013,  http://www.asssastratejibulteni.com/ABD_Guvenlik_Stratejisinin_Sifreleri_ve_Turkiye.pdf
[4]“Öcalan'ı biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık”,  13.05.2011, Gazetevatan,  http://haber.gazetevatan.com/ocalani-biz-teslim-etmedik-turkiyenin-isini-kolaylastirdik/377067/1 /gundem. Erişim tarihi 23 Mart 2014.
[5] Çapulcudan özgürlük savaşçısına, terörden direnişe, direnişten bağımsızlığa; PKK terör örgütünün dönüştürülmesi, 27 Mayıs 2013, Cahit Armağan Dilek, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/05/27/7012/capulcudan-ozgurluk-savascisina-terorden-direnise-direnisten-bagimsizliga-pkk-teror-orgutunun-donusturulmesi. Erişim tarihi 23 Mart 2014.
[6] Yazarın notu: ABD açısından dünyada mücadele edilmesi gereken tek bir terör örgütü vardır o da El Kaidedir. ABD'nin teröre ve ayaklanmaya (direniş örgütleri) karşı ayrı ayrı stratejileri vardır. Türkiye'ye dikte edilen ayaklanmalara (direniş örgütlerine) karşı olan yöntemlerdir. Bu yöntemler söz konusu örgütlerle ilişki kurmayı, liderleriyle görüşmeyi ve müzakere etmeyi kapsamaktadır. Ancak terörle mücadelede bu konuda sıfır tolerans vardır ve teröristler nerede olurlarsa olsunlar aranıp bulunup imha edilmektedir.