Ali L. KARAOSMANOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ali L. KARAOSMANOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2015 Salı

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 2


TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
BÖLÜM 2



DEĞİŞEN GÜVENLİK ANLAYIŞLARI VE TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK STRATEJİSİ

Dr. Atilla SANDIKLI


GÜVENLİK KAVRAMI

20’nci Yüzyılın sonunda ve 21’nci Yüzyılın hemen başında siyasi, ekonomik, teknolojik ve sosyo-kültürel alanlarda meydana gelen hızlı değişimler güvenlik kavramını derinden etkilemiştir. Bu dönemde soğuk savaş sona ermiş, teknoloji, özellikle iletişim alanında yaşanan baş döndürücü gelişmeler küreselleşme olgusunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bütün bu gelişmeler yaşanırken 11 Eylül’de ABD’de ikiz kulelere yapılan saldırılar bütün dünyada şok etkisi yaratmıştır. Bu olaylar uluslararası ilişkileri, ittifakları, stratejik düşünceleri, “tehdit” ve buna bağlı olarak “güvenlik” kavramlarını temelden sarsmış ve büyük oranda değişime zorlamıştır.

Yeniden şekillenmekte olan günümüz dünyasında büyük güçler arasında büyük zayiat ve tahribata neden olabilecek savaş ihtimalinin ortadan kalktığını söylemek mümkündür. Ancak bölgesel ve etnik kökenli savaşlar hala önemini korumaktadır. Asimetrik tehdit olarak terörizm ön plana çıkmış, terörist örgütler herhangi bir zamanda dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkarak saldırıda bulunabilme olanak ve yeteneğine ulaşmışlardır.
Güvenlik kavramının değişmesiyle birlikte, güvenliğin boyutları ve kapsamı da değişmiştir. Güvenlik de bir yerde küreselleşmiştir. Çünkü küresel ekonomi ve küresel güvenlik birbirini tamamlayan iki önemli kavram olarak ortaya çıkmıştır. Dünyadaki büyük şirketler ve finans çevreleri konunun ekonomik boyutuyla ilgilenirken, büyük devletler güvenlik boyutu üzerinde yoğunlaşmışlardır. “Güvenlik boyutu”, ülke güvenliği kavramından uluslararası güvenlik şeklinde tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına kaymıştır. Ayrıca güvenlik olgusunun kapsamı genişlemiş; savaş, silahlı çatışma, kuvvet kullanma hallerinin
dışında başta ekonomi, enerji, çevre, sağlık, sosyo-kültür ve eğitim alanları güvenlik kavramına dahil olmuştur.
Bu nedenlerle 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu’nun
2’nci maddesinde milli güvenlik; “Devletin anayasal düzeninin, milli varlığının ve bütünlüğünün milletlerarası alanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dahil bütün menfaatlerinin ve ahdi hukukunun her türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması ve kollanmasıdır” şeklinde tanımlanmıştır.

TÜRKİYE’NİN MİLLİ MENFAATLERİ VE MİLLİ HEDEFLERİ

Güvenlik kavramındaki değişim ve gelişime uygun olarak; devletin bekası, bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin korunması, milletin refahı, ülke ve bölge barışının sağlanması, yurtdışındaki soydaşlarımızın güvenlik ve refah içinde bulunması Türkiye’nin hayati milli menfaatleri olarak sıralanabilir. Çoğulcu demokrasi, insan haklarına saygı ve geçirilen evrim sonunda ulaşılan ve benimsenen sosyal ve yasal hayat biçiminin sürdürülmesi, milli gücümüzün geliştirilmesi, ekonominin serbest piyasa prensipleri ve istikrar içinde büyümesi, dünya ile entegre hale getirilmesi, refahın tabana yayılması yine milli menfaatlerimiz arasında yer alması gereken hususlardır. Ayrıca güvenliğin garanti altına alınabilmesi için menfaat birliğine sahip olduğumuz ülkelerle müşterek tehdide karşı dayanışma ve ortak ittifak sistemi içinde bulunulması
önem arz etmektedir.
Bu kapsamda Türkiye’nin milli hedeflerini aşağıdaki şekilde belirtebiliriz.
Devletin Anayasal düzenini, milli varlık ve bölünmez bütünlüğünü, uluslar arası alanda siyasi, askeri, sosyal, kültürel ve ekonomik dahil tüm menfaatlerini ve ahdi hukukunu her türlü iç ve dış tehlikelere karşı korumak ve kollamak,
Yurt içinde milli birlik ve beraberliği, huzur güven ve istikrarı sağlamak,
Vatandaşların Anayasa ile teminat altına alınan hak ve hürriyetlerini korumak, hayat şartlarını ve refah seviyelerini demokratik düzen içerisinde ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak geliştirmek, Bağımsızlık, hürriyet, adalet ve hak eşitliğine dayanan bir dünya düzeni içerisinde, yurtdışında Türkiye’nin de güvenliğini sağlayacak şekilde sürekli ve adil bir barışın tesis ve idamesine yardımcı olmak, Türkiye’nin etrafında bir barış kuşağı oluşturmak, Türkiye Cumhuriyetini siyasi, askeri, ekonomik, sosyal, bilimsel ve teknolojik gücü ile bütün dünyada tanınan ve sayılan itibarlı ve güçlü bir mevkie kavuşturma çabalarına devam etmek, böylece Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak, Türkiye’yi silah, araç ve gereç bakımından dışa bağımlı olmaktan kurtarmak, Yurt dışındaki Türk vatandaşlarının ve soydaş topluluklarının güvenlik ve refahına yardımcı olmak.

KÜRESEL GÜVENLİK BOYUTU

Değişen güvenlik anlayışı çerçevesinde gelecekte küresel kırılmalara aday bölgeleri incelediğimizde, bu bölgelerin başında Uzak Doğu gelmektedir.
Uzak Doğu’da, Çin ve ABD’nin gelecekte siyasi, ekonomik nedenlerle Tayvan veya Kuzey Kore sorunlarından dolayı karşı karşıya gelmeleri için yeterli potansiyel mevcuttur. Asya’da devletler arası büyük çatışma olasılığı diğer bölgelerden daha yüksektir.
Yine bir başka küresel kırılma hattı da zengin enerji kaynaklarına sahip Orta Asya ve Kafkasya’ya bölgeleridir. Soğuk Savaş sonrası küresel güç olma vasfını kaybeden ancak son yıllarda süratli bir şekilde toparlanan ve geleceğin küresel güç adaylarından Çin’le de yakın bir işbirliği içerisine giren Rusya bu bölgede ABD ile karşı karşıya gelebilecektir.
Dünya enerji kaynaklarının büyük bir bölümünün bulunduğu, çatışmaların
ve istikrarsızlığın sürdüğü Ortadoğu bölgesi ise, daima dünyanın öncelikli konusu olagelmiştir. Bu bölgede, bölgesel bir kırılmaya yol açabilecek enerji birikimini sağlayacak gerginliklerin daima var olacağı unutulmamalıdır. Gelecekte bu bölgede enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda küresel bir kırılma yaşanabilir.
Günümüzde klasik tehdit algılamaları dışında küresel güvenlik ortamının
en önemli asimetrik tehdit algılamalarından birisi uluslararası terörizmdir. Son derece organize bir yapıya sahip terörist örgütler, gelişen ve ulaşılması daha da kolay bir hale gelen teknolojiler sayesinde, büyük bir imkân ve kabiliyete ulaşmışlardır.
Kitle imha silahlarının kontrolsüz olarak yayılması ve bunların uluslararası
sistem dışında kalan, uluslararası hukuka saygılı olmayan devletlerin veya terörist örgütlerin eline geçmesi önemli bir risk oluşturmaktadır.
Ayrıca uluslararası organize suçlar, yasa dışı göç, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi konular uluslararası güvenlik politikalarında dikkate alınması gereken tehdit ve riskleri oluşturmaktadır. Çevre sorunları ve salgın hastalıklar riski de her geçen gün önemini artırmaktadır.

BÖLGESEL GÜVENLİK BOYUTU

Türkiye dünyanın en istikrarsız bölgeleri olan Ortadoğu ve Kafkaslara
komşudur. Ortadoğu tarihi ve kültürel varlığı, zengin petrol kaynakları
ve dünya ulaştırma yollarının kesişme noktasında bulunması gibi özelliklere sahip olmasına rağmen, bitmeyen bir şiddetin merkezi hâline gelmiştir. Başta bölge insanları olmak üzere, bütün dünyanın güvenlik ve refahını etkileyen Ortadoğu’daki istikrarsızlığın olumsuz yansımaları en çok Türkiye’de hissedilmektedir.
Kafkaslarda ayrılıkçı bölgeler ile mücadelesini sürdüren Gürcistan,
Acaristan problemini çözmüştür. Ancak Güney Osetya ve Abhazya her
zaman için büyük problem kaynakları olmaya devam etmektedirler.
Rusya’nın gelişmelere müdahale etmesi risk faktörünü arttırmaktadır.
Gürcistan’ın ulusal birliği ve toprak bütünlüğü, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru
hattının güvenliği ve Türkiye’nin Orta Asya açılımı açısından büyük
önem arz etmektedir.
Doğu komşumuz Ermenistan Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımamakta,
uluslararası arenada asılsız Ermeni soykırımı iddialarının tanınması için girişimde bulunmakta, BM Güvenlik Konseyi kararlarını hiçe sayarak Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümünü işgali altında bulundurmaktadır. Diğer doğu komşumuz İran teokratik bir rejime sahiptir ve geçmişte rejimini, Türkiye de dahil olmak üzere mücavir ülkelerdeki rejimleri etkilemek için kullandığına dair kuşkular vardır. Ayrıca İran’ın nükleer çalışmalarını diğer ülkeler gibi Türkiye de kaygıyla izlemektedir. İran’ın, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan gizli olarak nükleer tesisler inşa etmiş olduğu ve uranyum zenginleştirme çalışmaları yaptığı saptanmıştır.
Kuzey Kore’den başlayıp, Hindistan, Pakistan ve İran üzerinden geçen ve bölgemizdeki diğer muhtemel nükleer güçlere uzanan nükleer eksen, Türkiye açısından büyük bir hassasiyet teşkil etmektedir. Güney komşumuz Irak’ın siyasi ve toprak bütünlüğü Türkiye için hayati öneme sahiptir. Irak’taki gelişmelerin iki yönü vardır. Birinci husus, PKK terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki varlığıdır. PKK burayı bir sığınak olarak kullanmaktadır. Irak’ın kuzeyindeki PKK teröristleri Türkiye’ye sızarak eylemler yapmaktadır. İkinci önemli husus ise, Kerkük’le
ilgilidir. Kerkük, içinde birçok etnik gurubu barındıran bir şehirdir.
Kerkük aynı zamanda önemli petrol kaynaklarına sahiptir. Kerkük’ün
ve zengin petrol kaynaklarının belirli bir gruba mal edilmesi bölgedeki yangının daha da büyümesine neden olabilir.
Suriye ile uzun yıllar boyunca karşılıklı tehdit algılamasına dayanan soğuk ilişkiler yerini, 1998 yılında imzalanan “Adana Mutabakat Belgesi” ile bir iyileşme sürecine bırakmıştır. Bu olumlu ilişkiler her geçen zaman daha da iyiye gitmektedir. Türkiye Suriye ile İsrail’in görüşme masasına oturmasını sağlamış ve arabulucu görevi üstlenmiştir. Türkiye Lübnan’daki gelişmeleri de yakından takip etmiş ve ülke içindeki çatışmaların sonlandırılmasına önemli katkılar sağlamıştır. Orta Doğu’da baş ağrıtan bir başka önemli sorun da İsrail-Filistin sorunudur.
Balkanlara geldiğimizde ise; bu bölgenin en fazla sorun teşkil eden bölgesi Kosova’dır. Kosova bağımsızlığını ilan etmiş ve bağımsız bir devlet olarak uluslararası camiada yerini almıştır. Ancak buradaki tansiyonun yükselme ihtimali hala mevcuttur.
Yunanistan ile ilişkilerde olumlu yönde gelişmeler olmasına rağmen
Yunanistan Milli Savunma Politikasını, tehdidin doğudan (Türkiye’den)
geldiği varsayımına dayandırmaktadır. Bu kapsamda adaları silahlandırmakta,
6 millik kara suları üzerindeki hava sahasının 10 mil olduğu iddiasında bulunarak Ege uluslararası hava sahasını daraltmakta ve özellikle de Ege Denizinin bir Yunan denizi olduğunu çağrıştıracak şekilde ülkemizden FIR’ı geçerek uluslararası hava sahasına giren her askeri uçağımızı silah yüklü uçaklarla önlemektedir. Bu durum bölgede her zaman bir kriz çıkma olasılığını gündemde tutmaktadır.
Kıbrıs konusuna gelince; Kıbrıs, Türkiye’nin milli menfaatleri ve uluslararası antlaşmaların kendisine yüklediği sorumluluklar açısından hiçbir zaman ilgisinin azalmaması gereken konuların başındadır. Güvenlik açısından Kıbrıs’ın önemi iki temel esasa dayanmaktadır. Bunlardan birincisi; Türkiye Cumhuriyeti’ne ve TSK’ne Garanti Antlaşması ile yüklenen Kıbrıslı soydaşlarımıza sağlamak zorunda olduğumuz güvenlik sorumluluğudur. İkincisi ise, Garanti ve İttifak Antlaşmalarında açıkça ifade edildiği üzere, Kıbrıs’ın, Türkiye’nin güvenliği açısından taşıdığı stratejik rolün önemidir. Bu iki temel esas süreklilik arz etmektedir.
Çünkü Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’deki istikrar ve denge ancak bu sayede sağlanmaktadır.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üyesi olduğu AB nezdinde
Türkiye’yi zor durumda bırakacak girişimlerde bulunmaktadır.
Türkiye ile olan sorunlarını AB’nin sorunları haline getirmeye çalışmakta,
Türkiye-AB ilişkilerinin gelişmesini ve müzakere sürecinin ilerlemesini
engellemektedir. Türkiye ile mevcut sorunlarını AB’yi kullanmak
suretiyle kendi lehine çözmeye çalışmaktadır.
Çatışmaların ve istikrarsızlığın sürdüğü Ortadoğu bölgesi uluslararası
terör örgütlerinin barınma ve uygulama merkezi durumuna gelmiştir.
Asimetrik bir tehdit olan terörizm bu bölgede gelişmekte ve bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de eylemlerde bulunmaktadır. Kıtalar arası geçiş yolları üzerinde bulunan bölge, terörist faaliyetlerin yanı sıra organize suçlar, yasa dışı göç, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi yumuşak güvenlik konularında risk ve tehditlerle karşı karşıyadır. Ayrıca bölge çevre sorunları, su kaynakları ve salgın hastalıklar konularına karşı da hassastır.

ÜLKE GÜVENLİĞİ BOYUTU

Türkiye yeni güvenlik algılamaları çerçevesinde soğuk savaş döneminde
olduğu gibi ülke topraklarına yönelik bir istila tehdidi ile karşı karşıya değildir. Ancak Türkiye; çok boyutlu, çok yönlü, öngörülmesi güç ve sınır tanımayan asimetrik tehdit ve risklerin yaşandığı, istikrarsız bölgelerin merkezinde yer almaktadır.
Türkiye’nin güvenlik algılamaları; komşu ülkelerde oluşabilecek istikrarsızlıklar,
Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkabilecek istenmeyen oluşumlar, Türkiye’nin menfaatlerine indirilebilecek büyük darbeler; su sorunu ve Kitle İmha Silahları (KİS) tehdidi gibi simetrik risk ve tehditleri içermektedir.
Ayrıca terörizm, bölücü ve irticai faaliyetler, uluslararası uyuşturucu trafiği ve yasa dışı göçle mücadele gibi asimetrik özellikli risk ve tehditler de bu geniş yelpaze içinde yer almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütünlüğünü, birlik ve beraberliğini, Anayasa ile belirtilen demokratik parlamenter düzeni, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlayan PKK Terör Örgütü’nün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve zaman zaman da büyük şehirlerde gerçekleştirdiği bölücü terörist faaliyetler günümüzde Türkiye’nin güvenliğine yönelik en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Bazı dış güçlerin desteği ve Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun coğrafi yapısı, ekonomik ve sosyal durumu terör örgütünün varlığını devam ettirebilmesinin en önemli nedenleridir. Ülke içinde
kurtarılmış bölge tesis etmenin imkânsızlığını gören terör örgütü Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğun faydalanarak bu bölgede yerleşmiş, halk üzerinde korku ve panik ortamı yaratarak siyasallaşma sürecine girmiş, dış ülkelerde çeşitli isim ve şekillerde örgütlenerek dış platformlarda etkinliğini artırmaya çalışmaktadır.
Cumhuriyet’in temel niteliklerinden olan laikliğe karşı bazı faaliyetler toplumda irtica tehlikesi ile ilgili kaygıları artırmıştır. Devletin Anayasa’da tarif edilen niteliklerini değiştirmeye yönelik her hareket gibi irtica da devlete ve rejime yönelik bir tehdittir. Laiklik ülkemizde aynı zamanda iç barışın da önemli bir şartıdır. İrtica ile mücadelede insan haklarına aykırı olarak halkın temel inançlarına ve değerlerine karşı çıkılması ve farklı inanç ve değerlerin halka dayatılması Türkiye’deki birlik ve beraberliğe zarar vermektedir. Çağdaş laik anlayışa aykırı olarak bu görüş ve eylemlerin sistematik bir hal alması ve halk üzerinde baskı oluşturulması da Türkiye’nin birlik ve beraberliğine yönelik önemli bir tehdidi oluşturmaktadır.
Ülke içindeki siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal istikrarın
bozulmasına yönelik gelişmeler de yeni güvenlik anlayışlarında güvenliğe yönelik tehditler olarak değerlendirilmektedir. Devlet erkleri ve kurumları arasında uyumsuzluk, hukuk devleti yerine kanun devleti anlayışının benimsenmesi ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı eylemlerde bulunulması, demokrasi karşıtı otoriter yönetim yaklaşımları doğrultusunda girişimlerde bulunulması, farklı inanç, görüş ve etnik kültürlere karşı hoşgörüsüzlüğün yaygın bir hal alması ve bu anlayışın eylemlere dönüşmesi Türkiye’de güvenliği tehdit eden önemli gelişmelerdir.
Toplumda bütün bunların birbirleriyle sinerji sağlayacak şekilde uygulandığına yönelik kaygıların artması gelişmelerin tehdit boyutuna ulaştığını göstermekte dir. Ayrıca uluslararası organize suçlar, yasa dışı göç, uyuşturucu ve silah
kaçakçılığı gibi faaliyetler, doğu-batı, kuzey-güney geçiş yolları üzerinde
bulunan Türkiye için yumuşak güvenlik tehditleri olarak değerlendirilmektedir.
Çevre sorunları ve salgın hastalık riskleri de diğer bölgelere nazaran Türkiye’yi daha fazla etkilemektedir.

MİLLİ GÜVENLİK POLİTİKASI

Türkiye’nin Milli Güvenlik Politikası milli değerleri ve mili çıkarları partiler üstü olarak ele almaktadır. Milli güvenlik açısından Türkiye’nin çıkarları; Türkiye’nin savunulması, elverişli dış ilişkiler ve düzenlemeler oluşturulması, ekonomik refahın sağlanması, demokratik değerlerin geliştirilmesi şeklinde dört ana kategoride toplanabilir. Türk milli güvenlik politikasının, milli gücün kullanılması suretiyle elde edilmesini öngördüğü hedefler ise şunlar olmalıdır. Ülkenin hürriyet, bağımsızlık ve bölünmez bütünlüğünün korunması, Anayasa ile belirlenen düzenin, ilke ve değerlerin idamesi, Halkın huzur, refah ve güvenliğinin sağlanması,
Ülke içinde ve civarında insan hakları, demokrasi ve serbest ekonomiye
dayanan sürekli bir barış, istikrar ve güven ortamı oluşturulması, Diğer ülkelerle dostluk ve ittifak ilişkilerinin geliştirilmesi, Ülke ekonomisinin içte ve dışta gelişip büyümesi. Türkiye’nin Güvenlik Stratejisinin temelini dinamik bir dış politika, caydırıcılık, kolektif güvenlik ve kriz yönetimi oluşturmalıdır.
Türkiye bölgesel barış ve istikrarın korunması amacıyla dinamik bir dış politika yürütmeli, jeopolitik imkânlarını etkin bir şekilde kullanmak suretiyle bölgesel inisiyatif sahibi ülke konumunu güçlendirmelidir.
Bölgenin en güçlü ülkelerinden biri olarak, uluslar arası sorunlara ağırbaşlı, sabırlı ve sorumluluk duygusu içinde yaklaşmalı, komşularıyla işbirliği sağlamak, yakınlaşmak ve olumlu ilişkiler geliştirmek için her türlü fırsattan istifade etmeli, bölgesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmalıdır.

Türkiye’nin Lübnan’daki iç çatışmaların sonlandırılmasına ve Suriye-İsrail barış görüşmelerinin başlamasına yaptığı katkılar güzel örneklerdir. Bu kapsamda Rusya-Gürcistan, Ermenistan-Azerbaycan ve Makedonya-Yunanistan sorunlarında da inisiyatif alınabilir.
Başta bölge insanları olmak üzere, bütün dünyanın güvenlik ve refahını etkileyen Orta Doğu’daki istikrarsızlığın, 21’inci yüzyılın en büyük sorunlarından biri hâline geldiği görülmektedir. Tarihi ve kültürel varlığı, zengin petrol kaynakları ve dünya  ulaştırma yollarının kesişme noktasında bulunması gibi özelliklerine rağmen, bitmeyen bir şiddetin merkezi hâline gelen Orta Doğu’da; barış, istikrar ve refahın sağlanması, dış politika önceliklerimiz arasında yer almalıdır. Bu çerçevede Türkiye, uluslararası toplumla birlikte bölge ülkelerinin karşılaştığı sorunların aşılması için her türlü girişimde bulunmalıdır.
Türkiye, demokratik, laik yapısı, hukukun üstünlüğünü esas alan
yönetim biçimi, güçlü devlet geleneği, pazar ekonomisi, sosyal ve kültürel
yapısı ile Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu üçgeninin ortasında bir istikrar adası olmaya devam etmelidir.
Türkiye bölgesel bir güç ve bir dünya devleti olma hedefi doğrultusunda
çalışırken içte hem ekonomik yönden, hem de birlik ve beraberlik yönünden daha güçlü olmak zorundadır. İçte, güvenlik ve istikrarın devam ettirilmesi milli güç unsurlarına çarpan etkisi yapmakta ve etkinliğini artırmaktadır. Ülke içinde huzur, güven ve istikrar ortamının oluşturulması için demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde kültürel hoşgörü geliştirilmeli, devlet kurumları arasında uyum sağlanmalıdır.
Caydırıcılığın sağlanabilmesi için modern bir silahlı kuvvetlere sahip olmak zorunludur. Ayrıca soğuk savaş sonrasında her geçen gün önemi artan yumuşak güvenlik konularında gerekli tedbirlerin alınabilmesi için iç güvenlik güçlerinin geliştirilmesi de gereklidir. Silahlı güç ile birlikte siyasi, ekonomik, teknolojik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal gücün birbirleriyle uyumlu ve dengeli olarak geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
Güçlü demokrasi, güçlü ekonomi ve güçlü savunma Türkiye’nin milli güvenlik politikasının temellerini oluşturmalıdır.
Güvenliğin uluslararası bir şekil alması kolektif güvenliği gerekli kılmaktadır.
Bu sayede caydırıcılık ve güvenliğin etkinliği arttırılırken maliyetler düşürülmeli dir. Bu çerçevede Türkiye Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlarda ve bölgesel oluşumlarda aktif olmalıdır.
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası içerisinde yer almak Türkiye için stratejik bir önem ve önceliğe sahiptir. Avrupa ile bütünleşmiş Türkiye, jeopolitik avantajını kullanarak Avrupa Birliği’nin geliştirdiği Ortak Dış ve Güvenlik Politikasıyla, dünyanın sorunlu bölgelerinde küresel aktör olma gayretlerine önemli katkı sağlayabilir.
Batı’daki bazı ülkelerin Türkiye’yi dünyanın problemli bölgelerine karşı bir cins tampon devlet olarak görme eğilimlerine rağmen Türkiye, Batı’nın ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Jeopolitiğin bir gereği olarak Türkiye diğer açılımlarını da etkin olarak kullanmalıdır. Ancak bu açılımlar Batı’ya karşı bir alternatif olmamalıdır. AB ile ilişkilerinin olumlu yönde gelişmesi Türkiye’nin diğer açılımlarında öncü rol oynamasına önemli katkılar sağlar. Aynı şekilde Türkiye’nin diğer açılımlarını etkin olarak geliştirmesi Türkiye-AB ilişkilerine olumlu yansımalar yapacaktır.
Türkiye, içinde bulunduğu jeostratejik mevki itibariyle, belirsizlik ve potansiyel risk ve tehlikelerle tanımlanan bir bölgenin merkezinde, barış ve güvenliğe katkıda bulunabilecek bir istikrar adası durumundadır.

Bu nedenle Türkiye’nin içinde olmadığı bir Avrupa güvenlik ve savunma
mimarisinin eksik kalacağı açıktır.

Hızla değişen güvenlik ortamında meydana gelebilecek krizlere süratle
çözümler üretebilmek, oluşan risklere tedbirler getirilirken fırsatlardan
da yararlanmak için etkili bir kriz yönetim sistemi geliştirilmelidir. Kriz yönetim sistemi kapsamında istihbarat kurumları, askeri ve diğer güvenlik güçleri arasında etkili bir koordinasyon oluşturulurken, milli güç unsurlarından sinerji sağlayacak şekilde dengeli ve etkili olarak faydalanılmalıdır.
Ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin devamlılığına yönelik iç ve dış tehdit odaklarından kaynaklanan simetrik ve asimetrik tehditlerin mümkün olduğu kadar erken teşhis ve tespit edilmesi maksadıyla, istihbarat faaliyetlerinde ki etkinliğin ve istihbarat kurumları arasında işbirliğinin arttırılması önem arz etmektedir. Ayrıca bölge ülkeleri istihbarat kurumları arasında işbirliği olanaklarının araştırılması da gereklidir.
Meydana gelebilecek fiilî tecavüzler, sınır ötesinden itibaren karşılanarak,
en kısa sürede ve asgari kayıpla bertaraf edilmelidir. Bunun sağlanabilmesi
için etkin istihbarat, erken ikaz ve uyarı sistemine ihtiyaç vardır. Ayrıca proaktif bir kriz yönetim sistemi ile süratli ve etkili müdahale yöntemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Günümüzün güvenlik ortamında Türkiye’nin güvenliğine yönelik en önemli tehdit terörizmdir ve bunu destekleyen bölücülüktür. Irak’ın kuzeyindeki durum ise bu tehdidin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Bu tehdide karşı Türkiye son zamanlarda olduğu gibi uluslararası desteği arkasına almalı, güvenlik güçleriyle PKK terör örgütüne karşı mücadelesini aralıksız sürdürmelidir. Bu mücadeleye paralel olarak bölgede terörün gelişmesine neden olan olumsuz koşulların düzeltilmesi amacıyla kapsamlı bir planın bir parçası olarak ekonomik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal tedbirler alınmalıdır. Ekonomik hayatın gelişmesi, işsizliğin önlenmesi, sağlık imkanlarının yaygınlaştırılması ve eğitim konularında
alınacak tedbirler ile devletin bölgedeki varlığı artırılmalı, devlet ile halkın kucaklaşması sağlanmalıdır.
Ülke içindeki siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal istikrarın
sağlaması ve korunması güvenlik açısından büyük bir öneme sahiptir.
Bu alanlarda istikrarın bozulması ülke güvenliğine yönelik en önemli tehdidi oluşturmaktadır. Günümüz koşullarında güvenlik ve istikrar ülke içinde demokrasinin bütün kurumlarıyla yerleştirilmesi ve demokrasi kültürünün geliştirilmesi ile mümkün olmaktadır. Devlet erkleri ve kurumları arasında uyumun sağlanması, çağdaş anlayışa uygun olarak hukukun üstünlüğü ilkesinin benimsenmesi, farklı inanç, görüş ve etnik kültürlere karşı hoşgörü kültürünün oluşturulması istikrar için olmazsa olmaz koşullardır.

SONUÇ

20. yüzyılın sonunda ve 21. Yüzyılın başında hızla değişen güvenlik ortamına uygun olarak güvenlik anlayışları da büyük değişim göstermiştir.
Güvenliğin boyutları ülke güvenliği kavramından uluslararası güvenlik olarak tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına kaymıştır. Ayrıca güvenliğin kapsamı genişlemiş savaş, silahlı çatışma, kuvvet kullanma hallerinin dışında ekonomi, enerji, çevre, sağlık, sosyo-kültür ve eğitim alanları da güvenlik kavramına dahil olmuştur.
Milli Güvenlik Politikası’nın dayandığı temel düşünce, milli güvenliğin sağlanması ve milli hedeflerin elde edilmesinde tüm milli güç unsurlarının birbirini tamamlayacak şekilde kullanılmasıdır. Ekonomik güç, milli güvenlik politikalarında giderek merkezi bir unsur durumuna dönüşmüştür. Dünyadaki ve ülke içindeki ekonomik gelişmeler güvenlik politikalarına doğrudan etki yapmaktadır. Türkiye’nin savunma gücünün ekonomik büyüme ve kalkınma ile ilişkili olduğu dikkate alınmalıdır.
Ayrıca iç ve dış politikalar da gittikçe artan şekilde birbirinden ayrılmaz
bir hale gelmektedir. Ülke içindeki siyasi gelişmeler dünyadaki gelişmelerle
uyumlu olmak zorundadır. Bu kapsamda dünyadaki demokratik gelişmelere uyum sağlanması ve insan haklarına saygının geliştirilmesi önem arz etmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin milli güvenlik, dış, iç, ekonomik ve milli savunma politikalarının birbirine bağımlı, uyumlu ve koordineli yürütülmesi gerekmektedir.
Türkiye, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi klasik tehdit algılamaları
kapsamında ülke topraklarına yönelik bir istila tehdidi ile karşı karşıya değildir. Ancak Türkiye; ulusal ve uluslararası güvenliği etkileyen çok boyutlu, çok yönlü, öngörülmesi güç ve sınır tanımayan asimetrik tehdit ve risklerin yaşandığı, istikrarsız bölgelerin merkezinde yer almaktadır. İçinde bulunduğu zor coğrafyada Türkiye için risk ve tehditler, simetrikten asimetriğe doğru uzanan geniş bir yelpazeye yayılmaktadır.
Uluslararası, bölgesel ve ulusal güvenlik ortamı değerlendirildiğinde Türkiye’nin Güvenlik Stratejisinin temelini; dinamik bir dış politika, caydırıcılık, kolektif güvenlik ve kriz yönetimi oluşturmalıdır. Bu strateji ise altı temel sütun üzerine oturtulmalıdır. Bunlar; Bölgesel barış ve istikrarın korunması amacıyla dinamik bir dış politika yürütülmesi,
Ülke içinde huzur, güven ve istikrar ortamının oluşturulması için demokrasi, İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde kültürel hoşgörünün geliştirilmesi, devlet kurumları arasında uyumun sağlanması,
Etrafımızdaki simetrik tehditlere karşı mevcut dengeleri ve milli menfaatlerimizi korumak için caydırıcı bir gücün oluşturulması, Ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin devamlılığına yönelik tehditlere karşı gerekli tedbirlerin alınması, Doğu Akdeniz’deki güvenliğimizin temel noktasını teşkil eden
Kıbrıs’taki hak ve menfaatlerimizin korunması, Uluslararası yeni risk ve asimetrik tehditlerin, özellikle uluslararası terörün ülkemizdeki faaliyetlerinin önlenmesi ve ülke dışındaki menfaatlerimize zarar vermesinin engellenmesidir.
Bu çerçevede; Türkiye bölgesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmalı ve çevresinde bir “Barış ve Güvenlik Kuşağı” oluşturmalıdır. Bulunduğu bölgeye yönelik tüm stratejileri etkileyebilecek, strateji ve güvenlik üreten bir ülke olmalıdır. Bölgesinde bir güç ve denge unsuru olarak işbirliği, yakınlaşma ve olumlu ilişkiler geliştirmek için, her türlü fırsattan istifade etmelidir.
Çağdaş güvenlik anlayışları çerçevesinde, milli güç unsurlarının yanında
kolektif güvenliğin sağlayacağı imkânlardan da azami istifade edilmelidir. Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlarda ve bölgesel oluşumlarda aktif olunmalıdır.
Avrupa Birliği üyesi olma yolundaki vizyonunu sürdüren Türkiye için, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası içerisinde yer alınması stratejik bir önem ve önceliğe sahiptir. Avrupa ile bütünleşmiş ve bulunduğu coğrafyanın avantajını da kullanan Türkiye, Avrupa Birliği’nin geliştirdiği Ortak Dış ve Güvenlik Politikasıy la, dünyanın sorunlu bölgelerinde küresel aktör olma gayretlerine önemli katkı sağlayabilir.
Gelinen aşamada; bir yanda NATO’nun Avrupa Birliğine desteği, diğer taraftan da Avrupa Birliği üyesi olmayan müttefiklerin, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na (AGSP’ye) katılımı konusunda hassas bir denge kurulmuştur. Türkiye, bu hassas denge içerisinde yer alan ülkelerden biri olarak, Avrupa’nın savunma ve güvenliğiyle doğrudan veya dolaylı ilgisi bulunan, tüm çok uluslu operasyonlarda fiilen ve etkin olarak yer almaya devam etmelidir. Bunlar; Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve NATO çerçevesinde icra edilen operasyonlar olabileceği gibi, Avrupa Birliği’nin NATO imkân ve yeteneklerini kullanarak, tek başına icra edeceği askerî operasyonları da
içermelidir.

Sonuç olarak; Türkiye’nin güvenlik stratejisi bir yandan vatanın ve milletin ebedî varlığını ve devletinin bölünmez bütünlüğünü muhafaza ederken diğer taraftan halkın refahına, maddî ve manevî mutluluğuna hizmet etmelidir. Türkiye’nin dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip onurlu bir üyesi olmasına ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasına yönelik güvenli ve güvenilir bir ortam hazırlamalıdır.

Dr. Atilla SANDIKLI





***

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 1

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
BÖLÜM 1







EDİTÖR:   DR. ATİLLA SANDIKLI


EDİTÖRDEN

Türk tarihi incelendiğinde geçmişteki başarıların arkasında iyi yetişmiş bilge adamların bulunduğu görülmektedir. Ancak günümüzde olayların çok boyutlu olarak gelişmesi ve sorunların karmaşıklaşması, birkaç bilge kişinin veya aydının gelişmeleri zamanında ve doğru olarak algılamasını ve alternatif politikalar üretebilmesini zorlaştırmaktadır.
Gelişmelerin yakından takip edilmesi, gelecekle ilgili gerçekçi öngörülerin
yapılabilmesi ve doğru politikalar üretilebilmesi için farklı disiplinlere ve görüşlere sahip bilge adamlar ile genç ve dinamik araştırmacıların, esnek organizasyonlar içinde sinerji sağlayacak şekilde bir araya getirilmesi gerekmektedir.

Dünya’daki ve yurt içindeki gelişmeleri takip ederek geleceğe yönelik öngörüler de bulunmak; Türkiye’nin ikili ve çok taraflı uluslararası ilişkilerine ve güvenlik stratejilerine, yurt içindeki siyasi, ekonomik, teknolojik, çevresel ve sosyo-kültürel problemlerine yönelik bilimsel araştırmalar yapmak; karar alıcılara milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi, dinamik çözüm önerileri, karar seçenekleri ve politikalar sunmak maksadıyla Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) kurulmuştur. 

BİLGESAM’ın vizyonu, amacı, hedefleri, çalışma yöntemi, temel nitelikleri ve teşkilatı http://www.bilgesam.org/tr web sitesinde sunulmaktadır.

BİLGESAM Bilge Adamlar Kurulu’nun 28 Nisan 2008’de yaptığı toplantıya ;

E. Büyükelçi/Bakan İlter TÜRKMEN, 
E. Bakan/Vali Kutlu AKTAŞ, 
E. Oramiral Salim DERVİŞOĞLU, 
E. Koramiral Sabahattin ERGİN, 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK, 
E. Büyükelçi Sönmez KÖKSAL,
E. Büyükelçi Yaman BAŞKUT, 
Prof.Dr. Orhan GÜVENEN,
Prof.Dr. Ersin ONULDURAN, 
Prof.Dr. Ali KARAOSMANOĞLU 

ve, BİLGESAM İcra Kurulu üyeleri 

Prof.Dr. M. Oktay ALNIAK, 
Prof.Dr. Hasret ÇOMAK, 
Dr. Atilla SANDIKLI, 
E.Kur.Alb. M. Sadi BİLGİÇ,

Ortaklar Kurulu üyesi Avukat Aşkın GÜVEN iştirak etti.

Bu toplantıda gelecek 5-10 yıl için Türkiye’nin politik vizyonunu ortaya koyacak, Türkiye’nin önünü açacak, öncelikli sorunlarına ışık tutacak bir “Policy Paper” (Politik Vizyon Belgesi) hazırlamasının faydalı olacağı görüşü katılımcılar tarafından kabul gördü. Çalışmada sistem yaklaşımına uygun olarak küresel sistemin değerlendirmesi yapıldıktan sonra alt sistemlere geçilmesi ve öncelikli sorunların buna göre incelenmesi gerektiği vurgulandı. Vizyon, strateji ve planlama çalışmaları için muhtemel gelişmelerin değerlendirilmesi ve gelecekle ilgili öngörülerin yapılmasının önemli olduğu belirtildi.

Yapılan görüşmeler sonrasında aşağıdaki konuların Türkiye’nin öncelikli sorunları olduğu konusunda görüş birliğine varıldı ve bu konular üzerinde çalışmalar yapılması kararlaştırıldı. Kuzey Irak’taki muhtemel gelişmeler, terörle mücadele, ABD ve Rusya ile ilişkiler, AB’ye katılım süreci, yeni anayasa, devlet kurumları arasındaki uyum, yargı sistemi, demokrasi, egemenlik, bağımsızlık ve milliyetçilik anlayışının küresel sistemdeki gelişmeler ve sistemin gelecekte alacağı şeklin özellikleri dikkate alınarak incelenmesi ve uygulamalara ışık tutacak önerilerin geliştirilmesi üzerinde duruldu. Ayrıca küresel ekonomik sistem ışığında Türkiye ekonomisinin incelenmesi, yaşanmakta olan teknolojik devrimin yakalanması için nano teknoloji ve hidrojen enerjisi gibi teknik
konularda çalışmalar yapılması önerildi. BİLGESAM, Bilge Adamlar Kurulu’nda alınan bu kararlar doğrultusunda, kurulun yazacağı Politik Vizyon Belgesi’ne ışık tutacak şekilde belirlenen konularda raporlar hazırlanmasına karar verdi. Ayrıca sistem bütünlüğü içinde bütün konuların sinerji sağlayacak şekilde bir kitapta
toplanmasının faydalı olacağı değerlendirildi.

Çalışmaların başlangıcında Türkiye’nin vizyonu ortaya kondu ve çalışmalar bu vizyonun gerçekleştirilmesi hedefine yönlendirildi.


Türkiye’nin Vizyonu: 

Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş uygarlık düzeyini belirleyen değerleri üreten, huzurlu, güvenli, müreffeh ve örnek bir ülke mertebesine yüceltmektir. Bu vizyon ideolojilerin tutuculuğundan uzak dinamik bir vizyondur ve hızla değişen dünyamızda milletimize rehber olmaktadır. Çağdaş değerler kapsamında çoğulcu demokrasiyi, insan haklarına saygıyı, hukukun üstünlüğünü ve geçirilen evrim sonunda ulaşılan ve benimsenen sosyal ve yasal hayat biçiminin geliştirilerek
sürdürülmesini hedeflemektedir. Ayrıca ekonominin serbest piyasa prensipleri ve istikrar içinde büyümesini, dünya ile entegre hale getirilmesini ve refahın tabana yayılmasını gerektirmektedir. Devletin bekasını, bölünmez bütünlüğünü, Cumhuriyetin korunmasını, milli gücümüzün geliştirilmesini, menfaat ve değerler birliğine sahip olduğumuz ülkelerle dayanışma ve işbirliği içinde bulunulmasını, ülke, bölge ve dünya barışını esas almaktadır.
Sonuç olarak bu kitap Türkiye’nin hızla çağı yakalaması için gerekli vizyonu ortaya koyan, stratejinin esaslarını belirleyen ve bu kapsamda politika ve çözüm önerileri sunan, farklı disiplinlere mensup seçkin ve konularında saygın kişilerin hazırladığı raporları ihtiva etmektedir.

NOT: BİLGESAM farklı disiplin ve görüşlere sahip bilim adamlarını sinerji sağlayacak şekilde biraraya getiren araştırma merkezidir. Bu nedenle raporlarda yeralan konular BİLGESAM’ın resmi görüşlerini değil, raporları hazırlayanların görüş ve yaklaşımlarını yansıtmaktadır.

Dr. Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Başkanı



KÜRESEL GELİŞMELER VE ULUSLARARASI SİSTEMİN ÖZELLİKLERİ


Prof. Dr. Ali L. KARAOSMANOĞLU

Soğuk Savaşın sona ermesinden bu yana uluslararası sistem süratle küreselleş en bir ortamda değişiyor. Değişimin yönünü ve eğilimlerini sadece güç ilişkilerinin klasik anlamda yeniden şekillenmesine bakarak anlamamız mümkün değildir. “Tek kutuplu-çok kutuplu” gibi kavramları kullanarak ne değişimin niteliğini ne de olağanüstü dinamiğini idrak edebiliriz. Sistemik değişimin meydana geldiği küreselleşen ortamda ilişkiler ve etkileşimler çok çeşitli şekillerde oluşmakta, devletlerin yanında devlet olmayan değişik aktörler dünya politikasında etkili roller üstlenmekte ve dış politika-iç politika ayırımı geçerliğini kaybetmektedir.
Küreselleşen dünyada değişen uluslararası sistemin özelliklerini anlamak için önce ortamı, yani küreselleşmeyi irdelemek gerekecektir.
Küreselleşme, en basit şekilde, dünya çapındaki irtibatlanmaların (Ya da birbirine bağlanmaların) genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanması olarak tanımlanabilir. Küreselleşme olgusuna yaklaşımları üç ayrı kategoride
toplayabiliriz:
Küreselleşmeyi abartanlar, söz konusu gelişmelerin egemen ulusdevleti
ortadan kaldırmakta olduğuna inanarak küreselleşmeye karşı politikalara gerek olduğunu savunurlar. Bu görüşler, ülkelerin içe kapanmasına kadar gidebilir. Hatta bu yaklaşımın zaman zaman küreselleşmenin, Batılı devletlerin bir komplosu olduğu şeklindeki teorilere zemin hazırladığını da biliyoruz.
Küreselleşmeyi küçümseyenler, küreselleşmenin uluslararası ilişkilerin yapısını ve niteliğini değiştirmediğini ileri sürerler. Devletler, uluslararası ilişkilerin esas aktörleri olmaya devam etmektedirler. Jeopolitik anlayışta herhangi bir değişiklik olmamıştır. Askeri güç hala en önemli etki aracıdır. Gözlemlediğimiz olgu, esas itibariyle, devletler arasında karşılıklı bağımlılıkların artmasından başka bir şey değildir ve bu da, tarihte ilk defa olmamaktadır.
Üçüncü yaklaşım, diğer uç yaklaşımlardan kendini ayıran, dönüşümcü diye tanımlayabileceğimiz bir yaklaşımdır. Dönüşümcülere göre, dünya politikası yeni bir dönüşüm süresine girmiştir. Küreselleşmeyi abartanlar da, küçümseyenler de, bu sürecin pek çok yönünü ihmal etmekte ve olup biteni yanlış yorumlamaktadır. Devlet ortadan kalkmamaktadır.

Toplumların devlete hala ihtiyacı vardır. Hatta bazı bakımlardan bu ihtiyaç artmıştır. Ancak devlet olmayan birimler de dünya politikasında etkilerini artırmışlardır. Bu gelişme devlet otoritesinin bir bakıma “Göreceleşmesine” yol açmaktadır. Ayrıca değişik küresel siyasi olguların ve politikaların ortaya çıkması, dış ve iç politika ayırımını geçersiz kılmaktadır. Başka bir deyişle, ekonomik alanda olduğu gibi, bir ülkenin siyasi hayatı diğer ülkelerin siyasi hayatıyla iç içe girme yönünde kuvvetli bir eğilim göstermektedir. Bu güçlü eğilim, geleneksel jeopolitik yaklaşımı ve uluslararası ilişkilerin niteliğini büyük ölçüde etkilemektedir.
Eğer neyin değişip neyin değişmediğini ve değişimin yönünü anlamak,
açıklamak ve uygun politikaları üreterek yönetmek istiyorsak, dönüşümü
inkâr ederek ya da görmezden gelerek işe başlayamayız. Çünkü dönüşümü yaşıyoruz ve her gün gözlemliyoruz.
Küreselleşme, bir süreç olarak belli özellikler göstermektedir. Sosyal,
siyasi ve ekonomik etkinlikler devletlerin ülke sınırlarını aşmakta ve böylece, olaylar, kararlar ve eylemler dünyanın diğer köşelerinde yaşayan insanlar ve topluluklar bakımından da önem arz etmektedir. Mesela istikrarsız bölgelerdeki iç savaşlar ya da ekonomik güçlükler büyük çapta göçlere sebep olmakta ve diğer ülkelerde de ekonomik güçlükler, toplumsal sorunlar doğurmaktadır. Bir ülkede başlayan ekonomik kriz diğer ülkelere de sıçramaktadır.
Etki, coğrafi bakımdan yayılmakla kalmamakta, belli bir alandaki faaliyet diğer alanları da yoğun biçimde etkilemektedir. Bilgisayar teknolojisindeki bir ilerleme savunmadan iş idaresine, tarımdan çevre korumasına kadar pek çok alanı etkilemektedir.
Dünya çapındaki iletişim ve ulaşım sistemlerinin gelişmesi sonucunda küresel düzeyde her türlü ilişki ve işlemin yürütülmesi gittikçe artan bir hız kazanmakta dır. Mal, sermaye, bilgi, haber, fikir ve teknoloji hareketleri 15-20 yıl önce dahi tasavvur edilemeyecek bir süratle gerçekleştirilebilmektedir.
Belki de hepsinden önemlisi, tüm bu gelişmeler sonucunda ulusal ile uluslararası olanın, yerel ile küresel olanın iç içe girmesidir. Başka bir deyişle, devletlerarası karşılıklı bağımlılıkların çok ötesinde, toplumlar arası ortak çıkar ve faaliyet alanları belirmektedir. Mesela, terörle, suç örgütleriyle ve çevre sorunlarıyla mücadele için diğer devletler ve devlet olmayan kuruluşlarla işbirliği içinde hareket etmek bir zaruret haline gelmiştir. Bugün artık enerji güvenliği bir ortak çıkar ve faaliyet alanı sorunudur.
Küreselleşmenin başka bir etkisi de, demokrasi ve insan hakları gibi değerler ve normların gittikçe evrensel bir nitelik ve genişleyen bir uygulama kazanmasıdır. Bu değer ve normlar ile uzun vadede ülkesel, bölgesel ve küresel istikrar arasındaki irtibatın güçleneceği konusunda da yaygın bir inanç mevcuttur. İnsan haklarına saygılı olan, çoğulcu demokratik rejimler kendi halklarının refahını ve mutluluğunu daha iyi temin ederler. Uzun vadede bu rejimler hem ülkede, hem bölgede, hem de uluslararası düzeyde istikrara ve barışa katkıda bulunurlar. Demokratik ve insan haklarına saygılı devletlerin jeopolitik değeri de artar.
Çünkü bugün artık jeopolitik değer sadece coğrafi konuma bağlı olarak ölçülemez, söz konusu devletin rejimine de bağlıdır. Mesela, coğrafi konumu bakımından enerji güvenliği için önemli bir ülke, eğer siyasi rejimi itibariyle potansiyel olarak istikrarsız bir konumda ise, enerji güvenliğini sağlayan değil, fakat risk ve tehdit unsuru olarak görülen bir ülke haline gelir. Başka bir deyişle, meşruiyeti, inandırıcılığı ve jeopolitik değeri azalır.

Küreselleşmenin temel özelliklerinden biri de, dünya politikasında faaliyet gösteren ve politikaları etkileyen aktörlerin çeşitlenmesidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, egemen devletlerin yanında, çeşitli devlet olmayan birimler güç ve etki merkezleri haline gelmiştir. BM, NATO, AB ihtisas teşekkülleri ve diğer uluslararası örgütlerin faaliyet alanları genişlemektedir. Aynı zamanda, bu tür devletlerarası teşkilatlanmalar zamanla devletlerden ayrı bir kimlik ve süreklilik kazanmakta, çok taraflı politikaların zeminini hazırlayarak devlet eylemlerinin meşruiyet kaynağı haline gelmektedirler. Devletlerarası teşkilatlanmanın yanında, sivil toplum kuruluşları ve çok uluslu şirketler yoğun şekilde devlet sınırlarını aşan sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal ilişkilere girmekte ve
büyük ölçüde devletlerin yetki ve kontrolünün dışında her alanda faaliyette
bulunmaktadırlar. Bunlar en ileri teknolojileri kullanarak dünya çapında kamuoylarını etkileyebilmekte ve dolayısıyla devlet politikalarına sınırlamalar koyabilmektedirler. Bu legal faaliyetlerin ötesinde, terör örgütleri gayrimeşru şiddete başvurarak siyasi amaçlarını gerçekleştirme yoluna gitmektedirler.

Hiç şüphesiz, tüm bu gelişmeler devleti “göreceleştirmektedir”. Bunun
anlamı şudur: devlet artık yegâne ekonomik, siyasi ve askeri güç merkezi değildir. Başka bir deyişle güç, göreceli olarak gayri milli bir nitelik kazanmakta dır. Devletlerin faaliyet, yetki ve kontrol alanları gittikçe daralmaktadır. Pek çok konu ve sorun devletlerin münhasır yetki alanlarının dışında kalmakta ve önlenemez bir şekilde devletlerin ülke sınırlarını aşan boyutlar arz etmektedir.
Ancak bu gelişmeler devletlerin ortadan kalkmakta olduğunu vurgulamıyor;
sadece küreselleşmeyi, yani dünya politikasındaki yapısal değişimi işaret ediyor. Bu yapısal değişim sürecinin içinde devletler önemli aktörler olmaya devam ettikleri gibi, yeni ulus-devletler de ortaya çıkıyor. Küreselleşme, toplumların devlete duydukları ihtiyacı artırıyor.

Toplumlarını tatmin etmek ve korumak için devletlerin sınır aşırı düzeyde daha faal ve daha etkili olmalarını zaruri kılıyor. Çünkü yeni yapılanmada, ülke içindeki siyasi hedeflere varmak, ancak sınır aşan düzeyde işbirliğine girmekle mümkün olabiliyor. Küreselleşmeden kaçmak ya da onu durdurmak mümkün değil. Küreselleşme ancak yönetilebiliyor.
Ondan yararlanan, fakat zararlarından sakınabilen devletler başarılı sayılıyor.
Son olarak, bir hususu daha hatırlamakta yarar var. Küreselleşme savaşı ve şiddeti ortadan kaldırmıyor. Tam tersine, savaşın asimetrik türünün ve terörizmin arttığına tanık oluyoruz. Toplumu savaşa, teröre ve her türlü şiddet eylemine karşı koruyabilecek en etkili kurum, devlet olmaya devam ediyor.
Küreselleşen ortamda değişen uluslararası sistemle ilgili ne gibi öngörülerde
bulunabiliriz?
Önümüzdeki on-onbeş yıl içinde, dünya gittikçe hem daha bütünleşmiş
olacak hem de oyuncuların çoğalması ve etnik grupların kimliklerini
talep etmeleri sonucunda daha bölünmüş bir manzara arz edecektir.
Birbirine zıt bu iki eğilim hem ekonomik ve askeri güç gibi geleneksel
yapısal faktörlerden, hem de değerler, normlar ve inançlardan etkilenecektir. Kaba zorlama ve şiddet potansiyeli, yani kaba askeri ve ekonomik güç, etki unsuru olarak göreceleşecek, onun yanında meşruiyet, inandırıcılık, cazibe ve küreselleşmeyi iyi yönetebilme kabiliyeti güç merkezlerinin yapıcı unsurları olarak önemini artıracaktır.
Yeni pazarlar ve enerji bulma rekabeti ekonomileri zor durumlara sokacak ve periyodik krizler artacaktır. Gelişmekte olan ülkeler, yabancı yatırımı cezp etmek için hem ekonomik hem siyasi rejimlerini reforma tabi tutma yoluna gideceklerdir. Fakat bu reformist politikalar iç çalkantılara hatta iç savaşlara sebebiyet verebilecektir. Dönüşüm ve dönüşümün güvence altında gerçekleşmesi, yani iç güvenliğin bozulmadan sürdürülmesi, hem ilgili ülkelerin hem de uluslararası toplumun en önemli sorunlarından biri olmaya davam edecektir. Bu konuda uluslararası örgütlerin ve sivil kuruluşların rolü artacaktır.
Çin, Hindistan, Endonezya, Rusya ve Brezilya gibi ülkelerin ekonomilerinin
hızla büyümesi uluslararası sisteme, şüphesiz, çok kutuplu bir görüntü verecektir. Ancak bu ülkelerin ekonomik güçlerini siyasi etkiye tahvil edip edemeyecekleri tartışma konusudur. Ayrıca bunların ne çapta birer sosyal, siyasal ve kültürel cazibe merkezleri haline gelebilecekleri de henüz bilinmemektedir. Ancak bu ülkelerin kendi kıtaları üzerinde en etkili ülkeler olarak kalacakları bellidir.
Avrupa Birliği dünyanın en büyük ekonomilerinin başında gelmesine rağmen uzun vadede büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Demografik ve ekonomik küçülme eğilimi bunlardan sadece birisidir. Avrupa, dünya politikasında etkili olma yönünde üstesinden gelemediği bir irade zaafı göstermektedir. Yükselen milliyetçilik, hatta ırkçılık, Avrupa’yı adeta içine kapatmakta ve cazibe merkezi olmaktan çıkarmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, yaptığı tüm hatalara ve yaşamakta olduğu
ekonomik sorunlara rağmen dünya politikasında en etkili güç olmaya devam etmektedir. Eğitim ve araştırma kurumlarının üstünlüğü, teknolojisi, toplumun ve siyasi hayatın gittikçe artan çoğulculuğu, ABD’yi potansiyel olarak en kozmopolit bir cazibe merkezi ve müthiş askeri gücünün yanında, en etkili “yumuşak güç” olarak ön plana çıkarmaktadır.

Önümüzdeki on-onbeş yıl içinde başka bir güç merkezinin ABD’nin askeri, bilimsel ve teknolojik düzeyine erişmesi mümkün gözükmüyor. Önümüzdeki yıllarda, ABD’nin yumuşak güç potansiyelini daha etkili bir şekilde kullanması ihtimali artıyor. Gelecek genel seçimde Barack Obama’nın Başkan seçilmesi ABD’nin Asya, Afrika, Orta Doğu ve Latin Amerika’daki cazibesini büyük ölçüde artıracak ve yumuşak gücünü daha etkili kullanmasını kolaylaştırabilecektir. Önümüzdeki yıllarda, hiç şüphe yok ki, ekonomik alanda ABD’nin önüne güçlü rakipler çıkacaktır. Fakat ABD dünya politikasında lider rolünü oynamaya, hatta belki de daha iyi ve etkili bir şekilde oynamaya devam edecektir.

Öte yandan, bu ihtimalin gerçekleşmesi transatlantik çatlağı dediğimiz sorunu derinleştirebilir. ABD’nin yumuşak gücünü ön plana çıkarması AB’yi bir ölçüde memnun etse de, Washington’un menfaatleri ve dikkati giderek Avrupa’dan başka kıtalara yönelebilecektir. Avrupa ülkelerindeki bütünleştirici irade eksikliğinin devamı bu eğilimi güçlendirecektir.
Başka, fakat çok daha küçük bir ihtimal de, bugünkü ABD politikasının
değişik şekillerde devam etmesidir. Bu durumda, dünyadaki bölünmüşlük,
dinsel ve ırksal farklılıklar ön plana çıkacak ve medeniyetler çatışması uluslararası sistemin temel özelliklerinden biri olacaktır.

Özetlemek gerekirse, şu eğilimleri tespit edebiliriz:

Uluslararası sistem Soğuk Savaşın çift kutuplu, doğu-batı çatışması şeklinde kolayca tanımlanan katı düzenine hiçbir zaman benzemeyecektir.
Esnek, dinamik ve kestirilemeyenlerle dolu bir sistem olacaktır.
Bu itibarla, küreselleşme uluslararası sisteme şekil veren en önemli faktör
olacaktır. Yeni ekonomik güçlerin ne ölçüde siyasi ve askeri güç merkezleri haline dönüşme irade ve kabiliyetini gösterebilecekleri de, uluslararası sistemin yapılanmasını etkileyen başka bir faktördür.
Ekonomik çok kutupluluk artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Yeni ekonomik
güçlerin Batı camiasının dışında olmaları, sisteme gayrimütecanis bir nitelik kazandıracaktır. Kültür farkları uzlaşmaları zorlaştırabilecektir.
Batı’nın toplam ekonomik gücü ve nüfusunun Batılı olmayanlara göre
azalması, Batı’nın dünya sorunlarını etkileme imkanının da azalmasına
sebebiyet verecektir. Yeni ekonomik güçler dünyanın gündeminin tayininde
eskiye oranla daha büyük ağırlığa sahip olacaklardır. Bu durumda,
yeni işbirliği tertipleri ve yeni kurumlaşmalar gerekecektir.
Uluslararası sistemdeki bu eğilimlerin ABD ile Avrupa’yı bugün olduğundan
daha fazla birbirine yakınlaştıracağını söylemek zordur. Daha kolay söyleyebileceğimiz, ABD’nin dikkatinin Orta Doğu’ya, Afrika’ya, Orta ve Uzak Asya’ya ve Kafkasya’ya giderek daha fazla yoğunlaşacağı dır.

AB bu bölgelerde daha faal rol oynama iradesini gösterdiği oranda Washington’un da Avrupa’ya gösterdiği ilgi artacaktır.




..