Ali ÖZGÜR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ali ÖZGÜR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2018 Cumartesi

ABD'NİN TÜRKİYE VE İSLAM POLİTİKASI, BÖLÜM 3


ABD'NİN TÜRKİYE VE İSLAM POLİTİKASI,  BÖLÜM 3



ABD’nin İslam Dünyası için yeni tuzağı!

Soner Polat
Aydınlık Gazetesi, 4.9.2017


Müslüman dünyasında çok ilginç ve dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. ABD, İngiltere ve İsrail, İslam dünyasını istediği kıvama getirmek için yeni bir oyunu sahneye koyuyor. Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ikilisi Yemen’de askeri olarak rezil oldu. Coğrafi avantajlara ve bariz askeri üstünlüğe rağmen istedikleri sonucu alamadılar. Üstelik Batı dünyası ve Mısır gibi önemli Arap ülkeleri de arkalarında durdu. Irak ve Suriye’de de gelişmeler hem bu ikilinin hem de Batı ve İsrail’in aleyhine seyrediyor. Şimdi bu gelişmeleri tersine çevirmek için Batı’nın hazırladığı “İrtibat ve Yumuşama Stratejisi” devreye sokuluyor. Bu strateji ilk meyvelerini toplamaya başladı. Irak’a çengel atıldı. Yemen’de ittifak halinde olan İran’ın desteklediği Husi-Salih ittifakında çatlaklar yaratıldı.

SUUDİ ARABİSTAN HÂLÂ ANLAŞILMADIYSA

Suudi Arabistan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında önceliği iç siyasi istikrara verdi. Ancak 1962’den sonra Arap dünyasında şahlanan milliyetçilik rüzgârları monarşileri devirmeye başlayınca, alarm zilleri çalmaya başladı. Suudi Krallığı bu maksatla Vahhabi inancını İslam dünyasına yaymayı ve bu şekilde milliyetçiliği frenlemeyi hedefledi. Bu amaca hizmet etmek üzere karargâhı Mekke’de olan hükümet dışı kuruluşlardan oluşan “Dünya İslam Ligini (Muslim World Leage)” kurdu. Milyarlarca doları gözden çıkardı.

1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra Suudiler, Cemal Abdül Nasır’ın (1918-1970) antiemperyalist duruşunun karşısına, yeni bir jargonla “Müslüman Dayanışması ve Cihat” söylemi ile çıktı. 1969 yılında Filistin davasını desteklemek örtüsü ile İslam İşbirliği Konferansı’nın (Bugünkü 57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı) kuruluşuna öncülük etti. Asıl amaç Suudi hanedanının varlığını devam ettirebileceği bir ortam yaratmaktı. Vahhabiliği ihraç etme politikası 1972’den sonra hızlandı. Bütün dünyada cami inşa etmek ve İslam Kültür Merkezleri (Vahhabi-Selefi merkezler olarak anlaşılmalı!) açmak için para muslukları sonuna kadar açıldı.

Öte yandan uzun süreç içinde Suudilerin samimiyeti konusunda Müslüman âleminde ciddi şüpheler oluşmaya başladı. Suudiler güvenlik meselelerini bütünüyle Batı’ya devretmişti. Her attıkları adım ABD ve İsrail ile uyum içindeydi. Batı’nın kucağında İslam savunuculuğu yapmak fazla inandırıcı gelmiyordu. ABD derin devleti Obama’ya rağmen, ikiz kulelerin vurulmasından Suudi Arabistan’ı sorumlu tutunca, hanedan yaşamak için ABD’ye iyice yapıştı. Yeni Başkan Trump, haraç almak da dâhil, Suudilerin ipini eline aldı. Bölgeyi ateşe atacak Sünni NATO kurma girişimini, Katar’ı da yanına çekerek Türkiye bozdu. Şimdiki planlar, ABD, İngiltere ve İsrail’in bölge planlarını boşa çıkarma potansiyeli olan iki ülkeyi hedef alıyor: İran ve Türkiye!

TAKTİK HAMLELER

Batı’nın yazdığı yeni senaryoda başrol oyuncusu Suudi Arabistan! Bu ülke bugünlerde Vahhabilik ihracına, İran’ın Şiiliği yayma çabalarını dengeleme girişimi olarak meşruiyet kazandırmak istiyor. Irak’ta, İran’ın etkisini azaltmak için Nasır’a özenerek “Arap Milliyetçiliği” kozunu kullanıyor. Arap milliyetçiliği ve İran-Irak Şiiliği arasındaki yapısal farklılıklardan faydalanarak Irak-İran arasında husumet çıkarıyor. Dengesiz ve tutarsız bir çizgisi olan Iraklı Şii lider Mukteda El Sadr, beklenmedik şekilde Suudi Arabistan’da ağırlandı. Dönüşünde Suudi Arabistan’ı “Baba” olarak tanımlayan Sadr, taraftarlarına “Suudiler aleyhine slogan atmayı” yasakladı! Irak ile Suudi Arabistan arasındaki 27 yıldır kapalı olan Arar sınır kapısı açıldı. Suudi-BAE ikilisi Irak’ın yeniden imarı için para musluklarını açmayı taahhüt ediyor.

Bu yeni planın öncelikli hedefi İran ve Türkiye, dolaylı hedefi Rusya ve Çin’dir. Dünyada Arap milliyetçiliğine en uzak ülke Suudi Arabistan’dır. Antiemperyalist kökleri olan Arap milliyetçiliği Batı ve İsrail’in kâbusudur. Tuzağa düşülürse, Irak ve Suriye bu şer cephesinin denetimine girer. Türkiye ve İran için hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Türkiye, bu girişimin İran’ı hedef aldığı rehavetine kapılırsa fena halde yanılır. Asıl hedef kendisidir. Şimdiden bu sinsi hamleyi boşa çıkaracak devlet girişimleri başlatılmalıdır.

https://www.aydinlik.com.tr/abd-nin-islam-dunyasi-icin-yeni-tuzagi-soner-polat-kose-yazilari-eylul-2017


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

ABD'NİN TÜRKİYE VE İSLAM POLİTİKASI, BÖLÜM 1

ABD'NİN TÜRKİYE VE İSLAM POLİTİKASI,
 BÖLÜM 1




Ali ÖZGÜR,

ABD'nin İslam Politikası,
HAK-BATIL MÜCADELE EKSENİNDE ABD'NİN İSLAM POLİTİKASI

Bilindiği üzere Allah-u Teala'nın ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem'den, son Peygamber Hz. Muhammed (as)'e kadar insanların refah ve mutluluğu için gönderdiği emir ve yasaklar, ilahi buyruklar birbirlerinin devamı olup hepsi de aynı gaye ve hedefi gözetmiş, birbirlerinin tamamlayıcısı olmuşlardır. Hiçbir Peygamberin getirdiği ilahi buyruklar, önceki Peygamberlerin getirdiklerine alternatif teşkil etmemiş, bilakis; kendilerinden öncekini tasdik edici durumda olmuştur.

Her gelen Peygamber insanların şirkten, tuğyandan, her türlü pislik ve çirkeften uzak durması için çalışıp çabalamış; Allah'a dönmeleri, rab ve ilah olarak sadece Allah'ı kabul edip, fıtratlarının sesine kulak vermeleri için olmadık eziyetlere, zorluklara katlanmışlardır. Bunun yanında hakkın temsilcileri olan Peygamberlere karşı, batılın temsilcileri sürekli boy göstermiş, hakk'ın yayılmasına engel teşkil edip karşı mücadeleye girişmişlerdir. Kısacası 'hak-batıl mücadelesi' diye tabir ettiğimiz bu mücadele, yeryüzünde ilk olarak Habil-Kabil olayında somut olarak kendini göstermiştir. Bu, öyle bir mücadeledir ki; zaman, mekân ve şartlarla sınırlı olmayıp yeryüzünde insanoğlunun varlığı devam ettikçe varlığını sürdürecektir.

İlk günkü gibi zeminini, tazeliğini, berraklığını, sadeliğini koruyan HAK; kurallar ve prensipler bütünü olarak her zaman belli ilkeler gözetmiş, belli bir mücadele stratejisi çizip benimsemiş, belli ahlaki-insani kurallarla mücadelesini sürdürmüştür.

Hak; mücadele yolunda hiçbir zaman oportünist yaklaşımlar içerisine girmemiş, nabza göre şerbet vermemiş, yardakçılık yapmamış, çeşitli odaklara şirin görünme derdine düşmemiş, insanların zihinlerini bulandırmamış, mücadelesine kirlilik bulaştırmamıştır.

Hak; kin gütmemiş, geçici menfaatler peşinde koşmamış, insanları ezmemiş, insanların servetlerine göz dikmemiş, servetlerini yağmalamamış, katliamlar yapmamış, akan mazlum kanları üzerinden siyaset yapmamış, ekmeğine mazlumların kan ve gözyaşlarını katık yapmamış, çaresizlerin namusunu kirletme yoluna da gitmemiştir.

Hak; Kendini net bir şekilde ortaya koymuş, gayesini gizlememiş, süslü-püslü şeytani kavramların arkasına sığınmamış, insanların beynini bulandırmadan en sade şekliyle muhatabının karşısına çıkmıştır.

Hak; korkmamış, kınayıcıların kınamasından çekinmemiş, kendini zillete duçar etmemiş, bilinçsizce de davranmamıştır.

Batıla Gelince;

Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis:) Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.

Allah: Öyle ise, "İn oradan!" Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! Çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu.

İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi.

Allah: Haydi, sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu.

İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.

Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın! dedi.

Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım! (A'raf:12-18)

İşte görüldüğü üzere hakk'a karşı ilk çıkışını sergileyen batıl, çıkış kaynağı itibariyle ilkesel değil, tepkisel bir hareket olup bunun ötesine gidememiştir. Hakkın sözkonusu olduğu yerde tepki olarak karşısına çıkmaktadır. Temel hedefi hakkın önüne barikat kurmaktır. Fikir babası ise

İblis'tir. Dayanamaz hakk'ın varlığına; çıldırır, huylanır, , kininden salyalar akıtır. Ateşe razı olur bu uğurda. Gurur, kibir, hased, inat, ırkçılık, hile, ahlaksızlık, aç gözlülük yol azığıdır onun. İnadına yapmaktadır bu işi. Sonunun uçurum olduğunu bile bile. Artık yüklendiği yeni misyon yaşam tarzıdır, hayat felsefesidir onun için. Hakk'ın önüne geçmek, hak ehlinin aklını çelmek, kendisini dinleyenleri yanlış yöne sevk etmek, dipsiz kuyulara yönlendirmek, onları oyuncak haline getirip onlarla oynamak ve onları kullara kul edip hazırlanan ateş çukurlarına yuvarlamak... Evet tüm bunlar onun varlık sebebidir.

Tarihi süreç içerisinde değişik entrikalarla tezahür edip, ortaya çıktığı ilk günkü gibi kofluğunu, karmaşıklığını, bulanıklığını, fırsatçılığını, kompleksini ve kaypaklığını günümüze kadar taşıyan batıl; kuralsızlık yumağı ve eşkıyalığın, modern haydutluğun ideolojisi olma halini sürdüregelmiştir.

Kimi zaman Kabil olup Habilleri katletmekten çekinmeyen batıl; kimi zaman Firavun olup soykırıma yeltenmiş, kimi zaman Samirileşip hayvanları kutsamış, kimi zaman Bel'amlaşıp hakkı maddi menfaat karşılığı satmaktan çekinmemiştir.

Batıl; kimi zaman İngilizleşip insanlığın servetine göz dikmiş, kimi zaman Sovyetleşip ülkeleri harab etmiş, kimi zaman Amerikanlaşıp “Büyük Şeytan” mertebesine ulaşmış, kimi zaman da, Yahudileşip Filistin'de kol-kanat kırmıştır.

Batıl; kimi zaman uşak olarak tezahür edip, toplumunun değerlerini alt üst etmiş, korku cenderesi oluşturup insanların en temel haklarını dahi ellerinden almıştır.

Ve Hak-Batıl mücadelesi; gerek taşıdığı karakter itibariyle, gerekse de mücadele süreciyle böyle gelmiş, böyle de sürüp gidecektir.

Şüphesiz ki Hakk-batıl mücadelesi her çağda değişik tezahürlerle ortaya çıkmaktadır. Batılın ya da temsilcilerinin, çeşitli zamanlarda şekli, rengi, kapsamı, alanı ve aktörleri değişse de özü, hiçbir zaman değişmemiştir. Batıl, günümüzde olduğu gibi, mücadele etkenlerinin bazılarına makyaj çekmiş olsa da, amaç sadece zihinleri bulandırmak, toplu uyanış ve başkaldırıların önüne geçmek, 'böl-parçala-yut' formülünün kolayca uygulanmasını sağlamaya yöneliktir. Kısacası değişken olanlar araçlardır, amaçlar değildir.

Tarih boyunca çeşitli kılıklara bürünüp şartlara göre değişik zeminlerde ortaya çıkan batıl, günümüzde askeri gücüyle, emperyal politikalarıyla, sosyal ve kültürel alanlarındaki dejenerasyon planlarıyla, dezenformasyona odaklanmış her türlü propaganda vasıtalarıyla, günü birlik kılıklara bürünme becerisi gösterebilen uşaklarıyla, göz kamaştıran servetiyle, tam organize olmuş durumdadır, yeryüzü sahnesinde. Üstelik ilk günkü heyecanından hiçbir şey kaybetmemiş haçlı ruhuyla.

AMERİKA

Kuşkusuz günümüzde batıl cephesinin önderi, küfür ve zulüm istikbarının başı, “Büyük Şeytan” Amerika'dır. Dünyanın stratejik bölgelerini ve zenginlik kaynaklarını bünyesinde barındıran İslam coğrafyasını, şu ya da bu şekilde avucunun içine alan Amerika, bununla da yetinmeyip Müslümanların aklına, duygu, düşünce ve kalplerine nüfuz edip, onları her bakımdan esir alma çabası içine girmiştir. Geçmiş yıllarda tüm bunları yaparken ustaca bir siyaset politikası güden ve bunda da başarı sağlayan Amerika, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra yüzündeki maskeyi çıkarıp en acımasız şekilde Müslümanlara yönelmiştir. Girdiği yerlerde en savunmasız insanlara karşı dahi hiç bir kötü muameleden geri durmamış, tepelerine gece gündüz tonlarca bomba yağdırmaktan zevk almak suretiyle şeytani yüzünü açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Her zaman görmeye alıştığımız, ilginç plan ve programlarla, üstelik şirin görünerek sinsi amaçlarını gerçekleştirme çabasında olan Amerika, bu sefer dobra dobra, kendinden emin, yakarım-yıkarım mantığı içerisinde, “ya bizdensiniz, ya da düşmansınız” ilkesiyle, Ebrehe timsali tanzim ettiği ordularıyla işgal, sindirme ve yok etme yöntemine başvurmuştur. Oluşturduğu imha politikası için ilk uygulama alanı ve sıçrama tahtası olarak Afganistanı, akabinde de Irak'ı seçmiştir.

Ama gelin görün ki, Amerika, alkış ve çiçeklerle karşılanmayı hayal ederek girdiği yerlerde iş bitti bitecek derken tökezlemeye, eşkiya ya da terörist diye nitelediği Müslümanlara karşı dünya kamuoyu nezdinde rezil olmaya başlamıştı.

Bir varil petrol elde etme uğruna yardakçılığa yeltenen ve çoğu üçüncü dünya ülkelerinden müteşekkil yeni yetme sömürgeci adayı devletlerden oluşan sözde müttefikleri ise, yavaş yavaş kendisini terk etmeye başlamış, kendi inlerine dönme telaşına kapılmışlardı.

Afganistan'da zaten umduğunu bulamayan Amerika, sert direniş karşısında, göz diktiği Irak petrollerini avucunun içine alamamış, harcamalarını bile karşılayamamıştı. Üstelik Ortadoğu'da güvenliğini pekiştirmek için uğraştığı fikir babası İsrail'in güvenliği, Müslümanlar arasında oluşan aşırı kin ve tepki neticesinde daha fazla risk altına girmişti.

Oysaki Yahudi lobisinin etkisiyle ne hayallerle yola çıkmıştı Amerika: Irak hemen işgal edilecek, ardından uslanma emareleri pek göstermeyen ve asıl hedef olan İran, ardından da Suriye'nin işi bitirilmiş olacaktı. Geriye kalanlar ise zaten kendiliğinden teslim olacaklardı. Böylece Ortadoğu petrolleri Amerika'ya daha sorunsuz akacak, dünya hakimiyeti perçinlenecek, İsrail tümüyle serbest kalacak, Siyonizm hayalleri gerçeğe dönüşecekti.

Ama olmadı; evdeki hesap çarşıya uymamıştı ya da yanlış hesap, bu sefer Bağdat'tan geri dönmüştü. BOP diye tabir edilen “Büyük Ortadoğu Projesi” gerçekte ise Amerika ve İsrail'in, mazlum insanların acı, kan ve gözyaşlarıyla örülü dünya hakimiyet projesinin vahşi versiyonu direkten dönmüştü bu kez. Artık Amerika'nın yapacak tek şeyi kalmıştı: Prestijini kurtarma çabası içerisine girmek. Oysa Irak'ta yaptığı ve halen devam ettiği katliamlar, insan hakları ihlalleri, tecavüzler, şehirleri ve kasabaları yakıp yıkmalar, mezhep ve etnik çatışmaları körükleme çabaları, skandallar, işkenceler, yağmalamalar vs. kolay kolay hafızalardan silinecek gibi değildi.

Tüm bunların ardından genelde tüm insanlar  özelde  de  Müslüman  halklar  arasında Amerika'ya karşı oluşan düşmanlık, kin ve nefret duyguları, hele hele İslami uyanış ve oluşan direniş ruhu, Amerika'nın hiç hesaba katmadığı şeylerdi. Bu sefer de kendileri aleyhine oluşan bu doğal tepkiyle ilgilendiler. Kendilerinde kabahat yokmuşçasına aleyhtarlığın yükseldiği ülkelere gözdağı verme çabası içerisine girdiler.

Ama büyük şeytandır bu. Her zaman aynı yönden yaklaşmaz insanlara. Önlerinden, olmazsa arkalarından, sağ ya da sol taraflarından, bunlar da mı olmadı? Asıl İblisin belki de düşünemediği için zikretmediği, mesela tepelerinden. Ve işte İslam Dünyasına yeni yaklaşım tarzı; ılımlı(!) İslam projesi...

Allah'ın izniyle gelecek yazımızda kaldığımız yerden devam ederiz. Allah'tan dileğimiz o ki bizlere hakkı hak gösterip bizi ona yaklaştırsın ve batılı da batıl gösterip bizi ondan uzaklaştırsın. Allah'a emanet olunuz.

(Ali ÖZGÜR)

https://inzardergisi.com/Arsiv/inzarCD/InzarYIL_01/SAYI_09/25_Hak_Batil.htm

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***