İçindeki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İçindeki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Temmuz 2016 Perşembe

O Üniforma, İçindeki " Nikah Şahidini " Niye Taşıyamadı?






O Üniforma, İçindeki "Nikah Şahidini" Niye Taşıyamadı?  



Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat

17 MAYIS 2016 


En az beş ölü subay ve yüzlerce mesleğinden, işinden, ailesinden, temiz isminden, çoluk çocuğundan, sağlığından olmuş asker
sığdırabilmeyi başarmış bir "Başkumandan"dır Recep Tayyip Erdoğan..
Ve böylesine ağır bir suçun ne siyasi, ne hukuki, ne de vicdani bedelini ödemeyi aklından bile geçirmemekte; "Kandırıldım" beyanının kendisini vebalden  kurtardığına inanmaktadır.
Öyle bir "Başkumandan"dır ki Recep Tayyip Erdoğan, "askerleri" en akıl ve ahlak dışı iftiralar altında zindanlarda yaşam savaşı verirken, onların can düşmanı terör örgütü ile masaya oturmuş; PKK'lı bir katilin gizli tanıklığıyla generallere ağır cezalar verilmesine göz yummuştur...
www.acikistihbarat.com


Bir Genelkurmay Başkanı'nın, bir Cumhurbaşkanı kızının düğün törenine katılmasında, hatta yeni evlilerden birinin nikah şahidi olmasında ne sakınca var?
Böyle bir durum toplumun önemli bir kesimini neden rahatsız eder?
Neden o derece büyük bir rahatsızlık ortaya çıkar ki Genelkurmay Başkanı, uzun açıklamalar yapmak zorunda kalır?
Öyle tarihe filan gitmeyeceğim; daha yakına bakıp düşünelim:
Meselâ İsmail Hakkı Karadayı, Süleyman Demirel'in bir yakınının düğününde nikah şahidi olsaydı bu kadar gürültü çıkar mıydı?
Veya Ahmet Necdet Sezer'in oğlunun nikah defterine Hilmi Özkök imza atsaydı?
Kuşkusuz, üst düzey siyasi magazin değeri taşıyan bir haber olarak gazete sayfalarını süsler, istihza yapan bir kaç yazar-çizer de bulunurdu.
Cumhurbaşkanlarının anayasaya göre "Başkumandan" oldukları da düşünüldüğünde, bugün ortaya çıkan ve Genelkurmay Başkanı'nın bir gazete vasıtasıyla uzun uzadıya kendini savunmasına kadar uzanan bir olay olarak tarihte yer bulamazdı.
Kendisini eleştirenlere Milliyet gazetesi aracılığıyla cevap veren Hulusi Akar da çok iyi biliyor ki, bu olayda sorun ne Cumhurbaşkanı'nın, ne de Genelkurmay Başkanı'nın anayasa ve toplum nazarındaki konumudur.
Burada sorun, Genelkurmay Başkanı'nın kim olduğu da değildir..
Sorun, Cumhurbaşkanı'nın kim ve "ne"olduğu sorunudur.
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, on dört yıllık iktidarının en az 6 yıllık bölümünde (kendisi kabul edilemeyecek bir "kandırıldım" gerekçesi ortaya atsa da) Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı en yıkıcı operasyonların  siyasi sorumlusu sıfatını taşıyan Recep Tayyip Erdoğan'ın kızının düğününde nikah şahidi olmuştur.
Öyle ağır bir süreç ki, Hulusi Akar'ın (eğer öyle görüyorsa) onlarca "silah arkadaşı mesleğinden, kariyerinden, hayatından, onurundan, özgürlüğünden oldu...
Hulusi Bey'in bugün sığınmaya çalıştığı "Genelkurmay Başkanı, Başkumandan ile uyumlu çalışmalıdır" ilkesi doğru bir ilkedir. Darbe dönemlerini saymazsak, Genelkurmay Başkanları bu ilkeye hep sadık kaldılar ancak bu ilkeyi en ağır biçimde ihlal eden bir tek "Cumhurbaşkanı" çıktı ki o da Recep Tayyip Erdoğan'dır.
On dört yıllık siyasi kariyerine, "terörist" suçlamasıyla tutuklanmış bir Genelkurmay Başkanı, biri merdivenden düşerek sakat kalmak üzere beş kuvvet komutanı, onlarca orgeneral ve tümgeneral;
En az beş ölü subay ve yüzlerce mesleğinden, işinden, ailesinden, temiz isminden, çoluk çocuğundan, sağlığından olmuş asker
sığdırabilmeyi başarmış bir "Başkumandan"dır Recep Tayyip Erdoğan..
Ve böylesine ağır bir suçun ne siyasi, ne hukuki, ne de vicdani bedelini ödemeyi aklından bile geçirmemekte; "Kandırıldım" beyanının kendisini vebalden  kurtardığına inanmaktadır.
Öyle bir "Başkumandan"dır ki Recep Tayyip Erdoğan, "askerleri" en akıl ve ahlak dışı iftiralar altında zindanlarda yaşam savaşı verirken, onların can düşmanı terör örgütü ile masaya oturmuş; PKK'lı bir katilin gizli tanıklığıyla generallere ağır cezalar verilmesine göz yummuştur...
Herkes elbette istediği düğüne gider, istediği kişinin nikah şahitliğini yapar, ancak o kişi Hulusi Akar değildir. Hulusi Akar, önce elini vicdanına koymak, sırtında taşıdığı üniformanın ağırlığını hissetmek ve aynaya bakarak son sekiz yılda olup bitenleri düşünmekle yükümlü bir devlet yetkilisidir.
Yine de biz her şeye rağmen, bir an için Hulusi Akar'ın içinde bulunduğu durumla empati kuralım ve kendimizi onun yerine koyarak düşünelim.
Milliyet'ten Serpil Çevikcan,  Hulusi Bey'in başka bir subay vasıtasıyla aldırdığı notları, kendi cümlelerine dönüştürerek şöyle anlatıyor:
"Aldığım bilgilere göre, Hulusi Akar nikaha yetişebilmek için cenazeden hemen sonra hızlıca İstanbul’a gidebilmek için eşiyle birlikte doğrudan Etimesgut’taki askeri havaalanına gitmiş. Evine uğrama şansı olmadığı için üniformasını burada değiştirerek, sivil kıyafetlerle İstanbul’a hareket etmiş."
(Aslında nikah şahitliğinden daha vahim karşılanması gereken bir durumu burada hemen not edelim. Bazı davetlilerin düğüne askeri uçaklarla götürüldüğü iddia edilmişti. Çevikcan'a yazdırılan açıklamalar arasında bu konuya hiç yer verilmemiş. Anlaşılan ne soru sorulmuş, ne de cevap verilmiş. Acaba Genelkurmay Başkanı ve eşini nikaha götüren askeri uçakta başka siviller de var mıydı? Veya düğün servis aracı olarak başka askeri uçaklar da kalktı mı?)
Özetle, General kendisini şöyle savunuyor:
"Cumhurbaşkanı aynı zamanda başkumandandır, ben bir Genelkurmay Başkanı olarak özel sebeplerle yapılmış da olsa, böyle bir davete icabet etmekten başka bir seçeneğe sahip değilim."
"Neden nikah şahidi?" sorusunu da  Serpil Çevikcan'ın aktardığına göre  şöyle yanıtlıyor Hulusi Akar:
"Davet hem gelin, hem damat tarafından geldi. Bayraktar ailesi ile uzun yıllara dayanan bir hukukumuz var. "
Bayraktar ailesi, yerli, silahsız-silahlı insansız hava aracı üretimi konusunda uzun yıllardır çalışıyor. Bu çalışmaların başında ise Sümeyye Erdoğan ile evlenen Selçuk Bayraktar var. Bayraktar ailesinin şirketi tarafından yapılan silahsız İHA’lar TSK tarafından kullanılıyor, silahlı İHA’ların ise testleri yapılıyor.
Asker, riskli bir alan olarak değerlendirilen insansız hava araçları konusunda çalışan Selçuk Bayraktar’ı yakından tanıyor ve çalışmalarını da yakından izliyor. Bayraktar’ın, TSK’ya 5 ila 10 yıl içerisinde büyük fayda sağlayacak bir alanda elini taşın altına koymuş nadir isimlerden biri olduğunu düşünüyor.
Yerli İHA’ların üretiminin TSK’ya sağladığı fayda dışında Türkiye’nin büyük devletler nezdinde büyük itibar kazanmasını sağladığı, bunun da ötesinde yüzlerce askerin yaşamını kurtardığı inancını taşıyor.Akar’la Bayraktar’ın İHA’larla ilgili çalışmalar ve sosyal temasları kapsamında çekilmiş çok sayıda görüntüsü de var.
"Bütün devlet erkanının katıldığı bir nikahta bulunarak şahitlik yapmanın ve TSK’nın gücünü artırmak için çaba gösteren genç bir mühendise bu yolla askerin teşekkürünün iletilmesi insani bir görev ve vicdani bir sorumluluktur"
Bunun da doğru olduğunu kabul edelim... Bayraktar ailesinin milli silahlar üretebilen önemli bir mühendis ailesi olduğunu zaten biliyoruz. 

Baba Özdemir Bayraktar,Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığından da önce ulusalcı-Atatürkçü çevreler ve üst düzey askerler tarafından tanınan, sevilip sayılan bir şahsiyettir.
Hatta üste şunun da gözümüzden kaçmadığını belirtelim:
Bayraktar ailesi belli ki nikah töreninin "olabildiğince" sade ve gösterişten uzak bir şekilde yapılması için kendilerince çaba göstermiş. Katar'dan gelen onlarca hediye yüklü uçak için bir şey yapamasalar da, nikahın ayaküstü denebilecek bir şekilde, eğlencesiz gerçekleşmesi için ağırlıklarını koymuşlar. 

Hulusi Akar'ın şahit olmasını talep ederek de oğlan tarafının "askere yakın" olduğu mesajını vermek istemişler...
Ama bütün bunlar, daha 24 saat önce toprağa düşmüş gençleri unutturmuyor.
Tıpkı Tayyip Erdoğan'ın Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde "Ben bu davanın savcısıyım"demesini; ahlaksız bir medyanın ve savcı görünümlü etki ajanlarının en ahlaksızca iftiralarını eline mikrofon alıp miting meydanlarında bağırmasını unutturmadığı gibi...
Tıpkı Oslo'daki o ihanet fısıltılarını unutturmadığı gibi;
Tıpkı Yarbay Ali Tatar'ı, Yüzbaşı Olgun Ural'ı,Deniz Yüzbaşı Doğan İlhan'ı, Albay Murat Özenalp'i, düz vatandaş Kuddusi Okkır'ı unutturmadığı gibi...
Hulusi Akar, vicdan sahiplerini bütün bu olup biten acı olayları olmamış sayıp, kendisine anlayış  göstermelerini bekleyemez..
Beklememelidir.
O nedenle,
"Eleştirilerin temelinde TSK’nın yıpratılması maksadını vardır. İnsani, ahlaki, vicdani olmaktan uzak eleştiriler yapılmaktadır" 

gibi her ucuz siyasetçinin başvurduğu bir argümanı hiç referans almadan,
"Öncelikle bu olaydan incinen vatandaşlarımızın duygularını anlıyorum" diye başlamalıydı söze. "Belli ki yaralar henüz sarılmamış" diye devam edebilmeliydi..
Sekiz şehidin geldiği kara bir günde nikah şahidi olmayı ise, eğer isteseydi çok kolay bir şekilde başından atabilirdi.
Madem Bayraktar ailesi ile eskiye dayanan bir hukuku var, baba Bayraktar'dan durumun hassasiyetinden dolayı özür dileyebilirdi. Aralarında halledebilirlerdi bu meseleyi...
Görüldüğü gibi ülkenin en büyük Maraz'ı haline gelen şahsiyeti görmezden gelerek, normalmiş gibi davranarak, en saçma isteklerini bile emir telakki ederek hiç bir şey çözülemiyor, aksine her şey giderek daha da kördüğüm oluyor.
Vicdanlar susmuyor, akıl soru sormaktan vazgeçmiyor...
Toplum olanları unutamıyor, kabullenemiyor, yok sayamıyor...

..