3 Ekim 2019 Perşembe

İNGİLTERE NİN TERÖRLE MÜCADELE POLİTİKALARI., BÖLÜM 1

İNGİLTERE NİN TERÖRLE MÜCADELE POLİTİKALARI., BÖLÜM 1


19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren İrlanda sorunu ile başlayan tarihsel süreçte İngiltere daha çok ayrılıkçı bir terör örgütü olan İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu 
(Irısh Repuclican Army - IRA) ile mücadele etmiştir. Ancak 11 Eylül 2011 tarihinde ABD’de EL – Kaide terör örgütü tarafından düzenlenen ve terörizm tarihine en sofistike saldırı olarak geçen eylemelerle birlikte İngiltere’de de dini istismar eden ve dini referans aldığını iddia eden radikal gruplar, ülke ve ülke dışında yaşayan İngiliz vatandaşları ile İngiltere çıkarlarına karşı tehdit oluşturan en önemli tehdit haline gelmiştir. İngiltere artık tehdit değerlendirmelerini IRA’dan çok EL – Kaide bağlantılı gruplar ve bu doğrultuda radikalleşme üzerine yapmaktadır 430. Bu bölümde asıl üzerinde durulacak olan konu İngiltere’nin uluslararası terör örgütleri ile ve özellikle 11 Eylül saldırıları sonrası yaptığı düzenlemeler olacaktır. Fakat İngiltere’nin uzun yıllar mücadele verdiği ayrılıkçı terör olarak tanımlayabileceğimiz IRA ile ilgili yapılan düzenlemeler, İngiltere’nin terörle mücadele deneyimini, tecrübesini ve kültürünü anlamamız açısından önemlidir. Bu sebeple, ilk olarak İngiltere’nin IRA’ ya karşı yaptığı mücadele özetlenmeye çalışılacak, daha sonra da 11 Eylül saldırıları sonrası önemi artan uluslararası terörle mücadele ile ilgili İngiltere’nin yaptığı düzenlemeler irdelenecektir. 

1. İNGİTERE’NİN TERÖRLE MÜCADELE TECRÜBESİ 

İngiltere, Kuzey İrlanda sorunu olarak adlandırabileceğimiz ayrılıkçı terör hareketleri ile yaklaşık 30 yıl çalkantılı ve sıkıntılı bir süreçte mücadele etmiştir. Bu süreçte ayrılıkçı terör örgütü IRA, ülkenin başlıca güvenlik sorunu olmuştur. 1969 yılında ağırlığını tam olarak göstermeye başlayan bu sorunun kökleri aslında on yıllar değil, yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. 

1.1. Kuzey İrlanda Sorununun Temelleri ve IRA’nın Kuruluşu 

Kuzey İrlanda, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı (İngiltere) bir parçası olup, İrlanda Adası’nın kuzey doğusunda yer almaktadır. 
Özellikle 16. yüzyıldan bu yana birlik ya da ayrılma sorunu, siyasal yaşamın ana maddesi olmuştur 431. 

12. yüzyılda İngilizler bu adanın hakimiyetini ele geçirmeyi başarmışlar ve bu tarihten sonra İngilizler ada üzerinde bir baskı ortamı oluşturmuşlar ve 
İrlandalıların geleneksel kültürlerini yaşamalarını engellemişlerdir 432. İngilizlerin kontrolüne geçen adaya İngiliz göçmenleri gelmeye başlamış ve burada belli bir nüfus yoğunluğu oluşturmuşlardır. Bu dönemde İngiliz kralı VIII. Henry’nin kendisin ve boyunduruğu altında yaşayan insanların mezhebini bir gecede emir komuta zinciri altında değiştirmesi ise, adada yaşanan olayların bir mezhep savaşına dönüşmesine neden olan asıl etmendir. Çünkü bu tarihten sonra adanın yerli halkı Katolik mezhebine bağlı kalmış, adada yaşayan Normanlar ise krallarının buyruğu ile Protestanlığı kabul etmişlerdir. 
Bu durum yüzlerce yıl sürecek sorunların tohumlarını atmıştır 433. İrlandalıların yaşamlarında din faktörü bundan böyle her alanda etkili olmuştur. Bu topraklara yakın yaşayan diğer uluslar, ne zaman İngiltere ile savaşa girmek isteseler, ilk önce mezhepsel yakınlık kurarak adada yaşayan halkla birlikte hareket etmeye çalışmışlardır. 

17. yüzyılda İrlandalıların Ulster Yerleşkelerinde bulunan topraklarına el konularak ve buralara İskoçya’dan gelen 150.000 ve İngiltere’den gelen 20.000 
Protestan göçmen yerleştirilmiştir. 1609 yılında tarihte Ulster Plantasyonu olarak bilinen bu olay adanın bölünmesinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Böylece nüfusun çok küçük bir bölümünü oluşturmasına karşın adadaki ekilebilir toprağın önemli bir kısmı Protestanların eline geçmiştir 434. 
Adada varolan ayrılıkları perçinleyen diğer bir süreç ise İngiltere’de Meclis ve kral arasında yaşanan otorite savaşı olmuştur. Meclis yine bu tarihlerde krala karşı yetkilerini yükseltmek için güç savaşına girmiştir. Bir iç savaşa dönüşen bu süreçte Katolik halk kralın tarafında yer almıştır. Adaya da sıçrayan bu kıpırdanmalar, Protestanlara karşı bir iç savaşa dönüşmüştür. Yaklaşık on iki bin Protestan bu olaylar sırasında öldürülmüştür. Katolikler açısından ise felaket girişilen mücadelenin meclis taraftarları tarafından kazanılması ile başlamıştır. İç savaşı meclis kazanınca Meclis güçlerinin lideri Cromwell İrlanda’yı cezalandırma ya başlamıştır. 1650 yılına kadar yaklaşık olarak 100.000 İrlandalı köle olarak satılmış, 

750.000 kişi ise öldürülmüştür. Bu dönemde oluşturulan yeni iskan politikaları ile Katoliklerin elinde çok az miktarda toprak kalmıştır. Öyle ki 17. Yüzyılın başlarında toprakların %60’ından fazlasını elinde bulunduran Katolik İrlandalıların yüzyılın sonlarına doğru toprakları %20’lere kadar düşmüştür. 18. yüzyılın ortalarına doğru ise bu oran %7’ye kadar gerilemiştir 435. 

1685 yılında tahta II. James’in geçmiştir. Kendisini Katolik olarak adlandıran bu kralın tahta geçmesi ile adada yaşayan Katolik unsurların yönetimdeki 
eski ağırlıklarının kazanmasına yardımcı olmuş ve kendilerinden alınan toprakları tekrar Katoliklere vermek için çalışmalar yapmıştır. Fakat bu eylemleri Meclisin 
tepkisini çekmiş ve bu süreçte William of Orange’a krallık teklifi götürülmüştür. Bu gelişmeler üzerine ise II. James İrlanda’ya kaçmak zorunda kalmıştır436. Katolikler James’i çok iyi karşılamış hatta onun önderliğinde kurulan ordu Protestanların çoğunlukta olduğu bir Londonderyy bölgesini kuşatsa da William of Orange’ın Protestanlara olan yardım etmesi sebebi ile alınamamıştır437. Boyne Savaşı’nda II. James’in mağlup edilmesi ile beraber adada Protestan egemenliği süreci başlamıştır. 

Bu tarihten itibaren Protestanlar, Katolik krala karşı kazandıkları zaferi ve bu zaferi getiren Orange düzenini her yıl kutlamaya başlamışlardır438. Bu savaş adadaki Protestan varlığını güçlendirmiş ve Protestan azınlık karşısında ikincil duruma düşen Katolikler bağımsızlık hareketlerini başlatacak ortamı hazırlamıştır439. 

1700 – 1800 yıları arasında Katolikler değişik zamanlarda ayaklanmışlar ama başarılı olamamışlardır. Bununla beraber her ayaklanma ve karşılıklı 
çatışmalarda Protestan ve Katolikler arasındaki düşmanlık artmış ve iki grupta bu yıllarda silahlı örgütler kurmuşlardır440. Tüm bu olaylar ve çatışmalar sonucunda ise İngiliz Parlamentosu 1800 yıllında çıkardığı bir kanunla İrlanda ile birleşmiştir. Ülkenin adı bundan sonra Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı olmuştur441. Fakat bu durum tartışmalara yeni bir boyut eklemiştir. Protestanlar yasaya bağlılığı savunurken, Katolikler ise bağımsız İrlanda fikrini savunmuşlardır442. 

İngiltere’nin İrlanda üzerinde hakimiyetini güvence altına alması Katoliklerin ekonomik servetlerinin ellerinden alınmasına sebep olmuş ve adanın 
zenginlikleri Protestan unsurlar tarafından paylaşılırken, Katolikler sürekli bir yoksulluk içerisine düşmüşlerdir. 19.yüzyılın ortalarında İrlanda’da tüm sermaye ve tarımsal araziler Protestan azınlığın eline geçmiştir. Katolik unsurlara sanayi tesislerinde işçi olarak bile istihdamına izin verilmemiştir. Katoliklerin yoksulluk 
içerisinde olması ve adaya çok sonraları gelmiş olmalarına rağmen tüm zenginlikleri elinde bulunduran Protestanlara ve bu konumu elde etmelerini sağlayan İngilizlere karşı besledikleri düşmanlığın giderek artmasına sebep olmuştur443. 

Adadaki olayları tam olarak anlamak adına, 1800’lü yılların ortasında meydana gelen kıtlık süreci de etkili olmuştur. Meydana gelen kıtlıkta İngiltere 
hükümeti adada yaşayan halka yardım etmemesi de önemli bir yer tutmaktadır. Fakir Katoliklerin temel gıdası olan patatesin bir salgın hastalık yüzünden üretilememesi sonucu büyük bir kıtlık yaşanmış bu boşluğu sübvanse edilmiş mısır ile kapatmak isteyen İngilizler ise serbest piyasacı görüşler ve kamuoyunun olumsuz tepkisi nedeniyle bu yardımı da göndermemiştir444. Bunun sonucu adada yaklaşık olarak bir milyon kişi ölmüş ve bir o kadar kişide ABD ve Avusturya’ya göç etmiştir 445. 

ABD’ye göç eden İrlandalılar, 1857 yılında New York’ta İrlanda Cumhuriyetçi Kardeşliği adı altında bir örgüt kurarak, İrlanda’nın özerk yönetimi için silahlı mücadelenin gerekliliğini savunmuşlardır 446. Bu örgüt kendilerine Fenianlar adını vermişlerdir. Fenianlar bir dizi terör eyleminde bulunmuş fakat İngiliz hükümetinin bu örgüte karşı aldığı sert tutumlar ve ABD’nin eylemleri dolayısıyla desteğini çekmesiyle güçsüzleşmiş ve nihayet yok olup gitmişlerdir 447. 
İrlandalılar bu dönemde siyasi yapılanma içerisine de girmişlerdir. 1891 yılında Katolik lider James Connoly tarafından İrlanda Cumhuriyetçi Sosyalist Partisi, 1905 yılında ise Sinn Fein partisi Arthur Griffith tarafından kurulmuştur. Bu tüp siyasi örgütler yanında silahlı milis grupları da kurulmaya başlanmıştır. 1913 tarihinde Protestanlar silahlı bir örgüt olan Ulster Gönüllü Birliğini, Katolikler ise İrlanda Gönüllüleri örgütünü kurmuşlardır 448. 

İngiliz idaresine karşı başlatılan ‘1916 Paskalya Ayaklanması’ ise İrlanda tarihinde yeni bir dönüm noktası olmuştur. Bu ayaklanmada beklenen kalabalık 
oluşturulamamış; bunun sonucunda ise İngilizler sert bir şekilde ayaklanmayı bastırmışlardır. Katolik 15 lider bu ayaklanmalar sonunda idam edilmiştir. 
Bu durum ve çeşitli tarihlerde meydana gelen ayaklanmalar, Katolik unsurların daha milliyetçi bir havaya girmelerine sebep olmuştur 449. Bu duygu yoğunluğu ile girilen İngiltere 1918 seçimlerinde ise Sinn Fein İngiliz parlamentosunda İrlanda’ya ayrılan 105 sandalyenin 73’ünü kazanmıştır. Bu süreç İrlanda gönüllülerinin IRA adı ile örgütlenmesinin de başlangıcı sayılmıştır450. 

Seçimlerden güçlü olarak çıkan Sinn Fein, Londra’nın yetkisini tanımadığı için milletvekillerini İngiliz Parlamentosuna göndermek yerine Dublin’de İrlandalılar 
için ayrı bir meclis oluşturmuştur. Dail Eirann in Dublin adı ile kurulan yeni meclis, tüm İrlandalılara bu meclisi tek ve meşru meclis olarak tanımaya çağırmıştır. Bu çağrıya 26 bölge uyarken, Ulster bölgesi olarak bilinen ve Protestanların çoğunlukta olduğu 9 bölge bu çağrıya katılmamıştır. 1920 yılında İrlanda Hükümeti Yasası adı altında bir yasa çıkartan Londra, güneyde Dublin’de, kuzeyde ise Belfast’a iki ayrı meclis kurma kararı almışlardır. 1921 yılında Dublin meclisi İngiltere’ye karşı savaş kararı almış ve İngiltere ile Sinn Fein arasında gerçekleşen görüşmeler sonucu oluşturulan Anglo – İrish Anlaşması ile Serbest İrlanda kurulmuştur. 1925 yılında kuzey ile sınırları belirlenen Serbest İrlanda, gelişen süreç içerisinde ilk olarak bağımsızlığını ilan etmiş ve Eire ismini almıştır. 1949 yılına gelindiğinde ise İrlanda Cumhuriyeti adını alarak, İngiliz uluslar topluluğundan ayrılmışlardır 451. 

Bu gelişmeler yaşanırken IRA’da 1919 yılında Sinn Fein’i destekleme kararı almış ve 1920’lerle başlayan süreçte kentlere ağırlık vererek çok iyi bir şekilde 
örgütlenmiştir. Küçük gerilla grupları kurulmuş ve bunlar hücreler şeklinde örgütlendirilmiştir. Örgütlenmesini arttıran IRA, mali açıdan da güçlü bir konuma gelmeye başlamıştır 452. 

İrlanda Cumhuriyeti ilk yıllarında bir iç savaş yaşamıştır. Bu iç savağında sonucunda IRA ve benzer örgütler yasa dışı ilan edilmiş ve takip eden yıllarda 
İrlanda Hükümetinin kesin otoritesini kurması ile silahlı kuvvetler içerisindeki IRA grupları dağıtılmıştır. Gelişen süreç içerisinde IRA 1949 yılında İrlanda 
Cumhuriyeti’ne karşı olan askeri faaliyetlerini durdurmuş, 1962 yılına gelindiğinde ise Belfast ve Dublin hükümetlerinin teröre karşı işbirliği yapmaları ile de IRA saldırı kampanyalarını kesmiştir 453. 

Aslında IRA, bu tarihe kadar etkin ve sürekli olmayan eylemler yapabilmiş ve aktif bir yapıda bulunamamıştır 454. 

1922 – 1966 yılları arasında Kuzey İrlanda hükümetleri Katolik İrlandalıların haklarına kısıtlama getirirken bölgede bulunan Birlikçi Protestanların hakları da olumlu yönde arttırılmış ve geçen zamanda sosyal ve ekonomik anlamda iki grup arasında uçurum daha da büyümüştür. Siyasal haklarla ilgi olan ve temelinde  barınma ve eğitim sorunlarının giderilmesine yönelik talepler olan gösteriler, zamanla Katolikler ve Protestanlar arasında eski anlaşmazlıkları su yüzüne çıkaran ve ayrışmaları derinleştiren gelişmelere dönüşmüştür455. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında Dublin yönetiminin aksine İngiltere’ye destek veren Kuzey İrlanda yönetimi İngiltere tarafından ödüllendirilerek ekonomik açıdan desteklemiştir. 
Bu destek Kuzey yönetiminin iyice güçlenmesine sebep olmuştur 456. 
Fakat bu güçten Kuzey İrlanda yönetimi altında yaşayan Protestanların daha fazla yararlanması sonucu ise, aynı yönetim altında yaşayan Katolik ve Protestan halk arasındaki eşitsizlik daha da artmıştır. Kuzey İrlanda’da bu şekilde perçinlenen Protestan hakimiyeti, ekonomik olduğu kadar siyasi oluşumlarda ve polis birliklerinin kurulmasında da kendisini göstermiştir. Büyük çoğunluğu Protestan olan, Krallık Ulster Zabıta örgütüne polislik görevinin verilmesi ile Katolik halk politik olduğu kadar fiziki olarak da baskı altında tutulmuştur 457. 

1960’ların sonuna gelindiğinde ise Kuzey İrlanda’da Sinn Fein ve IRA tarafından ‘Sivil Haklar Kampanyası’ başlatılmıştır. Katoliklerin şikayetlerinin bir ifadesi olarak başlayan bu kampanyanın amacı tüm Birleşik Krallık vatandaşları için eşit haklar sağlanması olmuştur. Fakat bu harekete İngiliz hükümeti baskıyla karşılık vermiş ve bu gelişmeler milliyetçi, ayrılıkçı hareketin tekrar can bulmasına ve harekete geçmesine yol açmıştır. 

1962 yılında saldırı kampanyalarını kesen IRA, 1969 yılında bölgede yaşanan olumsuzluklar ve bunun doğurduğu baskı ve şiddet ile aktif hale gelerek adeta yeniden doğmuştur 458. 


1.2. 1969 Olayları Sonrası IRA’nın Faaliyetleri ve İngiltere’nin Mücadele Stratejisi 

Sivil haklar hareketini takiben Ekim 1968’de Katolik Protestanlar arasında başlayan çatışmalar IRA’nın saldırıları ve Ulster Savunma Birlikleri’nin karşı 
saldırıda bulunması ile şiddetin giderek artmasına sebep olmuştur. Bu aşamada Protestanların Katoliklerin haklarına dönük olarak başlattığı her eylemi, kendilerine tanınan imtiyazlar zarar göreceği için ret etmekte, bu sebeple de Kuzey İrlanda ve Londra yönetimlerine baskı yapmışlardır. Protestanların bu ayrıcalıklarından taviz vermek istememesi, bu amaca yönelmiş karşı terör uygulayan paramiliter örgütler oluşturmuşlardır. Ulster gönüllü birliği de bu örgütlenmelerden biridir 459. 

Kuzey İrlanda’da tansiyon bu şekilde iki mezhep arasında yükselmeye başlamıştır. 1969 yılında ise Protestanlar, Katoliklere karşı kazandıkları Boyne 
Savaşı kutlamaları için her yıl düzenli olarak yaptıkları kutlama yürüyüşlerinde, Katolik mahallelerden geçerken taraflar arasında çatışmalar başlamıştır. Çatışmaların önlenemez duruma gelmesi üzerine İngiltere bölgeye asker sevk etmiştir. İngiltere’nin adadaki askeri varlığı 1969 yılında 3000 iken, 1970 yılında 13.000, 1972 yılında ise 21.000 olmuştur. Kuzey İrlanda polisinin %90’ının Protestan olmaları, çıkan olaylar sonrasında Katoliklere çok ağır ve şiddetli baskılar yapmalarını beraberinde getirmiştir. Bu yüzden İngiliz askerlerinin adaya gelişini Katolik toplum büyük bir sevinçle karşılamış fakat bu sevinç kısa sürmüştür. Çünkü İngiliz askerleri de Protestan halkı kayırarak şiddet hareketlerini Katoliklere karşı yöneltmiştir 460. Mezhepsel farklılıkların öne çıtlığı yönünde bir algılama yaratan bu olaylar, Kuzey İrlanda Katoliklerinin kendilerini koruyabilecek tek gücün IRA olduğuna inanmasına yol açmış ve bu tarihten itibaren ise İRA hem eylemsel olarak hem de eleman kazanma gibi örgütsel faaliyetler alanında hızlı bir büyüme yaşamıştır 461. Bu dönemlerde Bogside ve Short Strand mahallerindeki Protestan saldırılarına karşı, güvenlik güçlerinin Katolik halka yardım etmemesi ve IRA’nın tek başına buralara yönelen Protestan saldırılarını önlemede başarı elde etmesi bu durumu perçinlemiş ve halk arasında IRA’nın itibarı da gittikçe artmaya başlamıştır 462. 

1970 yılı ise IRA için bir dönüm noktası olmuştur. IRA yönetimi Sinn Fein’in parlamentoyu boykot etme kararını kaldırarak mücadelesini parlamento 
içerisinde devam etmesini istemiştir. Fakat kuzeyli delegeler bunun ihanet anlamına geleceğini ve bunun IRA’nın yenilgisi olacağını belirtmişlerdir. Bu gelişmeler sonrası örgüt 1970 kongresinde kuzeyde PIRA (Provisional Irish Republican Army – Geçici IRA ), güneyde ise OIRA (Official Irısh Republican Army – Resmi IRA) adıyla ikiye bölünme kararı almıştır. Geçici olması düşünülen bu karar ise varlığını hala sürdürmektedir. Şu an hala IRA olarak anılan örgüt aslında PIRA’dır. 

Şiddet eylemlerinin iyice artması ve kontrol edilemez duruma gelmesi sonucu ise İngiltere 1 Ağustos 1971 tarihinden geçerli olmak üzere Internment 
(alıkoyma) yasasını yürürlüğe koymuştur. Bu politika ile beraber yüzlerce kişi terör şüphesiyle gözaltına alınmıştır. Bu yasa Kuzey İrlanda’daki güvenlik güçlerine hakim kararı aramaksızın terör şüphesiyle yakaladıkları bir kişiyi alıkoyma hakkı vermiştir. Fakat bu uygulama hem içerik hem tarz olarak Katolik halkın tepkisini çekmiştir. Çünkü yasa alet edilerek güvenlik güçleri Katolikler üzerinde baskıyı arttırarak birçok Katolik’i tutuklamışlardır 463. Bu yasaya karşı yapılan gösteriler sırasında ise Londonderyy’de protestocular üzerine ateş açılması ise 13 göstericinin ölmesine sebep olmuştur. Kanlı Pazar olarak bilinen bu olay sonrasında ortam iyice gerilmiş ve IRA eylemlerini arttırmıştır 464. Bu olay sonrası IRA Katoliklerin kendilerini korumadaki en önemli enstrüman haline gelmiştir 465. Toplumsal destekleri ise bu sayede her geçen gün artmıştır. IRA 1973 yılından itibaren eylemlerini Kuzey İrlanda’dan İngiltere’ye taşımıştır. Burada 3’ü milletvekili olmak üzere 100’ün üzerinde insan öldürmüştür 466. 

Londra hükümeti, genel olarak sorunun sosyal ve ekonomik yanından çok güvenlik yönüne ağırlık vermiştir. İnsan hakları ihlalleri keyfi tutuklamalar gibi 
durumlar 1973 ‘Olağan Üstü Hal Tedbirleri Yasası’ ve 1974 yılında yürürlüğe giren ‘Terörizmi Önleme Yasası’ baz alınarak yapılmıştır467. Terörizmi Önleme Yasası geçici bir yasa olarak çıkarılmasına rağmen kalıcı bir hale gelmiştir. Yasa içişleri bakanlığına ve polise İngiltere’nin daha önce hiç alışık olmadığı 
şekilde geniş yetkilerle donatılmasını sağlamıştır. Çıkarılan bu yasa hükümlerince 1982 yılına kadar yapılan alı koymaların neredeyse tamamına yakını hiçbir ceza 
görmeksizin serbest bırakılmıştır. 

Bu da yasasın asıl amacının sindirme ve baskı altına alma amaçlı kullanıldığının kanıtıdır. Sonuç olarak İngiltere bu uygulamadan dolayı ciddi eleştirilere maruz kalırken, geniş kitlelerden de sert tepkiler almıştır. 1976 yılında yasada yapılan değişiklikler ise sadece güvenlik güçlerinin işlerini kolaylaştırıcı günlük düzenlemeler olarak algılanmıştır 468. 

IRA 1970’li yıllarda iki defa ateşkes ilan etmiştir. Bu süreçte İngiltere hükümeti IRA’nın üst kademesi ile bir dizi görüşmelerde bulunduysa da herhangi 
başarı elde edilememiştir. 1980’lerde de bir dizi siyasi görüşmeler yapılmış fakat iki tarafından çok ağır şartlar sürmesi üzerine bu görüşmelerden de beklenen fayda sağlanamamıştır 469. 

Öte yandan Ira’nın bu dönemde siyasi mücadeleden uzaklaşması sebebiyle politik alanda doğan boşluğu Sosyal Demokrat İşçi Partisi ve Birlik Partisi gibi 
oluşumlar doldurmaya başlamıştır. Bu partiler de Sinn Fein gibi İrlanda’nın bütün olarak özgürlüğünden yana olmuşlardır470. Bu dönemde şiddet, s,şiddeti vahşet vahşeti doğurmuştur. Her ölüm taraflar için bir ibret meselesi değil, intikam gerekçesi haline gelmiştir. Hal böyle olunca karşılıklı çatışma ortamı iyice artmıştır. Şiddet olaylarına karşı durmak için Londra yönetimi siyasi etkin kılacak adımlar atmaya başlamıştır. İlk olarak 1974 yılında Sinn Fein’in yasaklı illegal durumu kaldırılmış ve legal bir hal almıştır471. 

1980’li yılarda da siyasi çözüm arayışları devam etmiş ve IRA örgütü politik süreçlere göre ateşkes ilan etmiştir. 1981’de Katolik bir İrlandalı olan Bobby 
Sands, cezaevi koşullarını protesto etmek amacı ile açlık grevine başlamıştır. Sinn Fein o günlerde İngiliz Parlamentosu’nda Kuzey İrlanda için ayrılmış bir sandalyenin boşalmasını fırsat bilerek Bobby Sands’ı seçimlere aday göstermiş ve milletvekilliğini kazanmasını sağlamıştır. Bobby Sands ise milletvekili olduğu halde açlık grevi sonucunda cezaevinde ölmüştür. Daha sonra Boby Sands ile beraber açlık grevine giren diğer 9 protestocu da hayatını kaybetmiş ve bu olay IRA ve Sinn Fein için müthiş bir propaganda hareketine dönüşmüştür. Bu olaydan sonra IRA öç almak için hızlı bir eylemsel süreç içerisine girmiş Sin Fein ise takip eden seçimlerde %15 oy alarak en büyük seçim zaferlerinden birine imza atmıştır472. 

İngiltere ise siyasi kararlılığına devam ederek 1985 yılında Anglo – Irısh Anlaşmasına imza atmış ve böylece İrlanda ve İngiltere’nin Kuzey İrlanda sorununa çözüm aramak için düzenli olarak siyasi, sosyal, güvenlik ve yasal konularda işbirliği yapılması ve görüş alış verişinde bulunulması konusunda anlaşmıştır 473. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 6

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 6



2.2.2. Avrupa Birliği’nin Yaptığı Düzenlemeler 

11 Eylül terörist saldırıları sonrası tüm dünya da olduğu gibi AB de terörle mücadele stratejilerini gözden geçirerek, yeniden yapılandırma ihtiyacı hissetmiştir. Bölük pürçük ve nispeten çok yavaşşekillenme sürecinde olan AB’nin terörle mücadeleye ilişkin önlemlerinin bu saldırılardan sonra ciddi oranda değişime uğradığı gözlemlenmiştir 402. 

11 Eylül saldırıları ile sarsılan dünyada, AB’nin saldırılara ilk cevabı ABD’ye tam siyasi desteği olmuştur. 11 Eylül saldırılarının hemen ardından 12 Eylül’de bir deklarasyon yayınlayan AB, terörist saldırıları kınayarak ABD hükümeti ve halkı ile dayanışma içinde olduklarını ifade etmiştir. Saldırıları tüm insanlığa 
yapılmış olarak kabul eden AB, uluslararası terörizm ile mücadelede ABD ile yakın işbirliği içinde olacağını belirterek, BM ve diğer uluslararası  organizasyon ların terörizmle mücadele ile ilgili (özellikle terörizmin finansal kaynakları açısından) gerekli tüm önlemleri uygulayacağını vurgulamıştır 403. 

Söz konusu trajik saldırıların ardından 21 Eylül 2001 tarihinde Brüksel’de olağanüstü bir Konsey Zirve toplantısı gerçekleştirilmiş ve terörizm ile mücadeleye katkı sağlamak amacıyla bir takım yeni önlemler almayı içeren “eylem planı” kabul edilmiştir. Bu önlemler özellikle dış ilişkiler, polis ve yargı işbirliği, hava ulaşımı, insani yardım ve ekonomik – mali politika alanlarında olmaktadır. Terörizme karşı mücadele amaçlı bu önlemler; Amerikan halkı ve Afganistan sivil halkı ile dayanışma; hava ve diğer ulaşım sektöründe arttırılmış güvenlik ve ABD ve AB üyesi olmayan diğer ülkelerle polis ve adli işbirliğini geliştirmek ve terörizme karşı daha geniş bir koalisyon oluşturmada diplomatik işbirliğinin artırılmasına yönelik kararlılık anlayışı şeklinde gelişeceği vurgulanmıştır. Ayrıca bu zirvede 11 Eylül saldırılarına karşı ABD’nin Afganistan’a gerçekleştirdiği operasyonun yasallığını da tanımıştır 404. 

8 Ekim 2001 tarihinde toplanan AB Adalet ve İçişleri Bakanlar Konseyi, BM’nin aldığı bir karar uyarınca, AB Komisyonu’ndan 11 Eylül saldırılarının yapılması ile bağlantısı olduğu düşünülen 27 örgüt ve kişinin malvarlığının dondurulmasına ilişkin gerekli önlemlerin alınmasını istemiştir405. Ayrıca bu tüp malvarlıklarının dondurulmasına ilişkin AB, Konsey Ortak Pozisyonu kabul etmiştir. 
Ayrıca AB çatısı altında faaliyet gösteren ve ortak polis birliği olarak 
nitelendirilebilecek Europol ve ortak yargı birliği olarak nitelendirilebilecek Eurojust’ın çalışma alanları terör suçlarını da kapsayacak şekilde arttırılmıştır 406. 

Şüphesiz bu süreçte AB’nin yaptığı en önemli düzenleme, 13 Haziran 2002 tarihli “Terörizm ile Mücadele Hakkında Avrupa Konseyi Çerçeve Kararı” olmuştur. 
Bu düzenleme öncelikli olarak terörizmin temel unsurları ve verilecek cezalara ilişkin olup, terörizm suçlarının etkin, orantılı ve caydırıcı bir şekilde 
cezalandırılmasını amaçlamakta dır 407. Bu kararın en büyük özelliği ise kapsamlı bir işlevsel terör tanımı yapmasıdır. Kararın ilk dört maddesinde azmettirme, yardım, yataklık ve teşebbüsü de kapsayacak şekilde, terör tanımlamasına yer verilmiştir. Diğer maddelerde ise yargı yetkisi ve verilecek cezaların etkili olması için gereken unsurlardan bahsedilmiştir 408. Ayrıca bu çerçeve karar sadece AB üyesi ülkeleri kapsamamakta, AB dışındaki ülkelerde işlenen bu tür eylemleri de içermektedir. 
Bu da AB Komisyonu’nun terörizmle mücadeledeki kararlılığının sadece AB düzeyinde değil, aynı zaman da küresel nitelikte olduğunu da göstermektedir 409. 

Genel olarak 11 Eylül saldırıları sonrası dönemde AB politikaları incelendiğinde, terörizme karşı çok yönlü bir yaklaşım sağlama çabasının olduğu görülmektedir. Birlik, uluslararası güvenliğin sağlanması açısından kendisini sorumlu bir küresel aktör olarak görmektedir. Birliğin uluslararası terörizmle mücadele açısından uzun dönemli politikasının temel direkleri olarak, AB içerisinde üye devletlerin ceza hukuklarını harmonize ederek yargı ve polis güçleri arasındaki işbirliğini azami seviyeye çıkarmak, üye ülkeler arasında ortak bir politika belirleyerek genel tutumu koordine etmek, soruna global bir yaklaşım benimseyerek 
BM’in çatısı altında bir çözüm üretilmesini sağlamak, bu yeni terörizmin önemli niteliklerinden biri olan finansal gücünü sona erdirmek ve hava yolu taşımacılığı esas olmak üzere sınırlarda güvenliği arttırmak olarak söylenebilir410. 

2.2.3. Avrupa Konseyi’nin Yaptığı Düzenlemeler 

Avrupa Konseyi, Avrupa’nın demokratik vicdanını oluşturan bir kurumdur. 1949’da kurulan Konsey’in başlıca hedefi, Avrupa ulus ve vatandaşlarının vakarını, temel değer olan demokrasiye, insan haklarına ve yasa düzenine saygıyı sağlamak yolu ile güvence altına almak; bir Avrupa kimliği bilincini teşvik ederek ve farklı kültürlerden gelen insanlar arasında karşılıklı anlayışı geliştirmek olmuştur 411. Bu temel değerleri korumaya ve işlevselleştirmeyi amaçlayan Avrupa Konseyi’ne üye 47 devlet yaklaşık olarak 800 milyon insanı temsil etmektedir. 

Avrupa Konseyi insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü üzerine inşa edilen ‘demokratik güvenliğin’ koruyucusudur. Demokratik güvenlik, askeri 
güvenliğin tamamlanmasında gerekli bir unsur ve Avrupa’nın istikrar ve barışı için ise bir ön koşul olarak kabul edilmiştir. 1997’de Strasbourg’da düzenlenen 
zirvede ise Avrupa Konsey’inin demokrasi ve insan hakları, sosyal uyum, kültürel çeşitlilik, vatandaşların ve kültürel değerlerin güvenliği (korunması) olmak üzere dört alanda bir eylem planı kabul etmiştir 412. 

Avrupa Konseyi insan haklarını, hukukun üstünlüğünü, çoğulcu demokrasiyi savunmak ve bu üç temel değere karşı olan terörle mücadele etmek için 
1970’den beri faaliyetlerini yürütmektedir413. Avrupa Konseyi’nin terörle mücadele alanında uluslararası hukuku ilgilendiren en önemli çalışması 1977 yılında imzalanarak, 1978 yılında yürürlüğe giren “Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi 414” dir 415. 

Avrupa Konseyi’nin terörizmle mücadele stratejisi üç temel sacayağına oturtulmuştur. 
Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 

• Teröre karşı yasal işlemlerin kuvvetlendirilmesi, 
• Temel değerlerin teminat altına alınması, 
• Terörizmin sebeplerine yönelmek.416 

Görüldüğü gibi Avrupa Konseyi yıllardan beri terörle mücadelenin nasıl olması gerektiği konusunda ulusal hükümetlere ışık tutmuştur. Fakat özellikle 11 
Eylül saldırıları ve sonrasında yaşanan İstanbul, Madrid, Londra saldırıları gibi artçı saldırılar sonrası ise daha aktif bir rol üstlenmeye gayret etmiştir. 

Bu sebeple Konsey ilk olarak 11 Temmuz 2002 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen “İnsan Hakları ve Terörle Mücadele 
Hakkında İlkeler” adlı bir hukuk metni yayınlamıştır. Bu metin insan hakları ve terörle mücadele konusunda hazırlanmış ilk uluslararası hukuk metni olarak kabul edilmektedir. Bu metinde 11 Eylül saldırıları ardından terörle mücadelenin en büyük siyasi öncelik haline geldiği belirtildikten sonra yapılan saldırıların temel insan hakları değerlerine, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne indirilen bir darbe olarak algılandığı ortaya konmuştur. Teröre verilecek cevapta yasal cephanelerin ve kuvvetin kullanılmasının bir gereklilik olduğunun teyit edildiği raporda, bu kuvvet kullanımının devletin koruması gereken temel değerleri riske atmayacak bir dozda yapılmasının önemi vurgulanmıştır. İnsan haklarının gözetilmesi ihtiyacının hiçbir şart altında terörle etkili bir şekilde mücadele etmeyi engellemeyeceği üzerinde durulmuştur. Aksi takdirde devletlerin verdiği tepkisel cevapların, terörün demokrasi ve hukukun üstünlüğüne karşı kurduğu tuzağa düşmesi anlamına geleceği belirtilmiştir. Akabinde ise devletlerin yapması gereken ve terörle mücadele için gerekli olan siyasi suçların iadesi, işkence yasağı, keyfi muamele yasağı gibi bazı düzenlemelere değinilmiştir 417. 

İkinci olarak daha da belirginleşen terör tehdidine karşı yeni ve daha kapsamlı bir terör sözleşmesi yapılması gereğini hisseden Avrupa Konseyi, Terörizm 
Uzmanlar Komitesi (CODEXTER – Commitee of Experts on Terrorizm) tarafından 2005 yılında bir sözleşmeyi onaylanmak üzere ülkelere sunmuştur 418. Terörizmin Önlenmesine İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi419 1 Haziran 2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, kışkırtma, adam toplama ve eğitme (cürüm amaçlı) gibi bir takım suçları cürüm olarak belirlemektedir. Ayrıca terörizmin engellenmesi amacıyla iade ve karşılıklı dayanışma konularında mevcut antlaşmaların yeniden düzenlenmesiyle uluslararası işbirliğini güçlendirmeyi amaçlamaktadır 420. Bu sözleşmede de insan hakları ve diğer temel ilkelerin terörle mücadele uğruna feda edilemeyeceği yinelenmiş ve terör suçunun hiçbir şekilde meşrulaştırılamayacağı na değinilmiştir. Tüm devletlerin terör suçunu önleme, önleyemedikleri durumlarda da kovuşturma ve suçun ağırlığı ile uyumlu cezalar verme yükümlülüklerinin olduğu belirtilmiştir. Fakat cezalandırma önlemlerinin, hedeflenen meşru amaçlara ve bunların demokratik bir toplumda gerekliliği ölçüsünde olmasının ve yargısız infazın, ayrımcılığın ve ırkçı davranışların dışlanmasının öneminin altı çizilmiştir 421. 

Avrupa Konseyi’nin altını çizdiği bir diğer önemli nokta ise, özellikle Madrid ve Londra saldırılarına atıfta bulunularak; Avrupa kıtasında yapılan en ciddi 
saldırıların dış kaynaklı düşmanlar tarafından değil Avrupa’da yaşayan, çalışan ve ailelerini geçindiren kişiler tarafından yapıldığının vurgulanmasıdır. Bu sebeple teröristleri ve terörist ağ bağlantılarını takip etmek ve engellemek için yollar aranması ve hükümetlerin bir takım kişi ve grupların köktenciliğe ve terörizme niçin yöneldiğini anlamak için kendi toplumlarını da kapsayacak şekilde araştırma yapılması istenmiştir 422. 


3. 11 EYLÜL SALDIRILARI ÇERÇEVESİNDE YAPILAN DÜZENLEMELERİN ULUSLARARASI TERÖRİZM İLE MÜCADELEYE ETKİLERİ 

11 Eylül saldırıları sonrası dünya yaşadığı şokun etkisinden çıkabilmek için tepkisel bir mücadele sürecine girmiştir. Normalde ulusal düzeyde yapılan terörle mücadele operasyonları ilk defa ulusal sınırları aşmış ve Irak, Afganistan operasyonları yapılmıştır423. Bunun yanı sıra, devletler ulusal anlamda da yeni terörle mücadele stratejilerini yoğun terör riski bağlamında değiştirmiştir. 

Fakat dünya genelinde yapılan değişiklikler güvenlik sebebiyle özgürlüğün reddi şeklinde meydana gelmiştir. Yapılan ulusal düzenlemeler vatandaşların 
özgürlük alanını kısıtlamış, olağan yaşam sürecini sekteye uğratmış, vatandaşlar üzerindeki baskı unsuru artırmıştır. Bu şekilde yapılan düzenlemeler ise insanlara güven hissi vermek yerine, terörün doğasına uygun olarak ne zaman nereden geleceği belli olmayan bir saldırı tehdidine karşı devamlı tetikte olmasının gerektiği bilincini dayatmıştır. Bu da insanların dayanma eşiğini aşarak yabancı düşmanlığını hatta Müslüman karşıtlığını körükleyecek şekilde tepki vermesine neden olmuş ve toplumsal uzlaşmaya derin bir yara açmıştır. 
Bu şekilde devletlerin aslında teröristlerin istediği şekilde kendilerine cevap verdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

Uluslararası arenada ise ABD’ye yapılan saldırılar sonrası uluslararası toplum hızlı bir şekilde cevap verme telaşı içine girmiştir. Yapılan saldırılar 
karşısında ABD’nin sert tutumuna tüm dünyadan destek geldiği gözden kaçmamıştır. Uluslararası toplumu düzenleyen en etkin kurumlar ABD’ye desteklerini acele bir şekilde açıklamıştır. Uluslararası toplum ve kamuoyunun desteği ile girişilen Afganistan operasyonuna, devletler düzeyinde büyük bir maddi katılım da sağlanmıştır. Fakat ABD’nin daha sonra uluslararası meşruiyeti aramak yerine kendi politik kararlarını uluslararası topluma dayatması, tepkilerin yeniden ABD’ye yönelmesine sebep olmuştur. Uluslararası terörizm ile mücadelenin vazgeçilmez bir unsuru olan uluslararası işbirliğinin kurumsal olarak ilerlemesi yönünde 11 Eylül saldırıları ardından doğan umut; ABD’nin tek taraflı politikaları, sürekli olarak “ya bizimlesiniz, ya onlardan”, “tek başımıza da olsa bu savaşı yapacağız” gibi cümleleri kullanması ve son olarak kendi toplumu dahil kimseyi ikna edemeden giriştiği Irak operasyonu ile son bulmuştur. Uluslararası kurumların yayınlamakta geç kaldığı düzenlemeler, yaptırım gücü olmadığı için BM gibi köklü kurumların dahil meşruiyetinin kalmadığını gündeme getirmiştir. Kısacası 11 Eylül saldırılarının hemen sonrası terörizme karşı ortak duruşa destek ve sempati duyulan ortamdan yaralanarak, terörizme karşı bu ortak duygu ile hareket etmek yerine, tek başına harekete geçmiş ve 11 Eylül saldırı ardından El – Kaide ve Taliban’a karşı askeri bir zafer olarak düşünüle bilecek ne varsa ABD’nin yaşadığı bu ikilem sonrası ters yüz olmuştur 424. Afganistan operasyonu sonucu; Usame Bin Ladin ve El – Kaide terör örgütünün Afganistan içerisinde ve dışarısında artık hiçbir eylem yapamayacağını belirterek, yapabilecekleri tek şeyin kaçmak ve saklanmak olabileceğini ve operasyon yapma kabiliyetinde ve pozisyonunda olmadıklarını 425 belirten ABD, uygulamış olduğu politika ve eylemlerle tekrar bahse konu terör örgütüne yeterli propagandayı yapacak malzeme ve güç vermiştir. Bunun sonucunda ise EL – Kaide İstanbul, Madrid ve Londra’da kanlı eylemler gerçekleştirmiş, Afganistan ’da ise tekrar savaşmak zorunda kalmıştır. 

Görüldüğü gibi 11 Eylül sürecinde görevde olan siyasi iktidarlar terörü yenebilecek ve teröre karşı üstünlüğü sağlayabilecek durumda iken, uyguladığı 
yanlış ve ben merkezli politikalar ile bitme noktasına gelen terörü yeniden canlandırarak, kanlı eylemler yapabilecek pozisyona getirmiştir. Ulusal düzeyde de korku ortamına karşı bir şeyler yapma gereksinimine giren ve toplumsal baskının da rolü ile yapılan düzenlemeler ise Batı genelinde yabancı düşmanlığı nın artması sonucu doğurmuştur. 

Fakat özellikle Irak saldırıları sonrası gelişmekte olan süreç ise yapılan hataların tekrar gözden geçirilmesi üzerine kuruludur demek yanlış olmayacaktır. 
Özellikle 11 Eylül sonrası meydana gelen ilk şoku atlatan Uluslararası Kuruluşlar, Afganistan ve Irak operasyonlarında yapılan yanlış uygulamalar ve ulusal manada yapılan düzenlemelerin yol açtığı haksız fiillere karşı tepki göstermeye başlamıştır. Yaptığı düzenlemeler ile tekrar hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları temelli eylemlerin önemi her geçen gün daha fazla vurgulamaya başlamıştır. Bu şekilde hareket eden uluslararası kuruluşların tavrı, tahrip olan toplumu da harekete geçirmiş ve siyasi iktidarları tekrar hukuki meşruluğu olan düzenlemeler yapmaya itmiştir. Bu değişimde yenilenen siyasi iktidarların anlayışları da etkin olmuştur. 

İspanya’da meydana gelen Madrid saldırıları sonucu, tepkisel bir cevaba girişmek yerine yeni iktidara gelen hükümet temel hukuk ilkeleri temelinde bir 
strateji izlemiştir. Uluslararası arenaya taşıdıkları bu stratejileri kamuoyunun da desteğini alarak dünya genelinde kabul görmüştür. BM çatısı altında oluşturulan 
Medeniyetler İttifakı Projesi uluslararası düzeyde yabancı düşmanlığını ve ötekileştirmeyi en aza indirmeyi amaç edinmiştir. Ulusal düzeyde de İspanya, terörle mücadelede Madrid saldırıları sonrası bile bu bilincini korumuş ve hiçbir yabancıya karşı güvenlik güçleri veya halk tarafından bir baskı yapılmamıştır (Madrid saldırılarını gerçekleştiren grubun çoğu Faslıdır. Bu süreç içerisinde Faslılara karşı bile herhangi bir tepki oluşmamıştır). Terörist ve terörizm ile mücadeleyi çok iyi dengeleyen İspanya örneği, bu yönüyle tüm dünyaya bir ders niteliğindedir. 

ABD’de de iktidara gelen Obama yönetimi, eski yanlışlarının üzerini örtmek ve tekrar uluslararası toplum ile işbirliğine girmek için ulusal ve uluslararası 
politikalarını gözden geçirmiştir. 2009 tarihli Mısır ziyaretinde Obama, Müslümanlarla ABD arasında karşılıklı saygı ve ortak çıkara dayanan yeni bir 
başlangıç için Kahire'ye geldiğini ifade etmiştir. “İlişkilerimiz, farklılıklarımızla tanımlandığı sürece barıştan ziyade nefret tohumları ekenlerin eline güç verilmiş 
olur”; “Olmasını istediğimiz dünya için birlikte hareket etme sorumluluğumuz var”; “Amerikalılar, insanların daha iyi bir yaşama sahip olmaları için, dünya genelinde İslam dünyasındaki kişilerle, hükümetlerle, organizasyonlarla, dini liderlerle ve iş adamlarıyla ortak çalışmaya hazırdır”426 gibi cümleleri ile bundan sonraki dönem için eski politikaları bir kenara bırakarak, her din ve devlet ile ortaklaşa politikalar içerisine gireceğinin sinyallerini vermiştir. 

Obama, yine Kahire konuşmasında terörle mücadele ile ilgili olarak 11 Eylül’ün, ülkeleri için çok büyük bir travma olduğunu ve bu sebeple ateşlenen endişe 
ve öfkenin anlaşılabilir olduğunu, ancak bazı durumlarda ideallerine aykırı hareket ettiklerini kabul ederek 427; bir anlamda yapılan hataları da kabullenmiştir. Ayrıca radikal ögelere karşı sadece askeri güçle kesin bir zafer elde edilemeyeceğini söyleyen Obama, dünya dengesinin üstünlük değil, ortaklık üzerine kurulabileceğini belirtmiştir 428. Obama 11 Eylül saldırılarının 10. yıldönümünde yaptığı konuşmada da ortaklığa vurgu yaparak “El Kaide’ye karşı Müslümanlarla birleştik. Usame Bin Ladin’i saf dışı bıraktık ve El Kaide’yi yenilgi yoluna soktuk. Dostlarımız ve ortaklarımızla bu mücadelede kaybedilenleri anmada birleştik” 429 demiştir. 

Tüm bu gelişmelere rağmen uluslararası toplumun kat edeceği çok yol vardır. En ileri düzeyde demokrasiyi yakalamış ülkelerde bile artan milliyetçilik dolayısıyla ötekileştirme güdüsü, çözümü daha doğrusu çözümsüzlüğü silahlı mücadelede arayan gruplara propaganda malzemesi vermeye devam edecektir. 

Terörün asla insanların tarihinden silinemeyeceği, gelecekte de terörist saldırılarla sarsılacağı mız bilinse de, toplumsal dayanışma bu saldırıların etki gücünü ve teröristlerin güçlenmesini sekteye uğratacaktır. 

II BÖLÜME AİT DİPNOTLARI;

263 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 153 
264 Süleyman Özeren – Hüseyin Cinoğlu, a.g.m. ,s. 159 
265 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 142 
266 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 153 
267 Richard A. Falk, Dünya Düzeni Nereye? Amerikan Emperyal Jeopolitikası , İstanbul 2005, s. 302 
268 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 153 
269 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 155 
270 Ahmet Davutoğlu, a.g.e., s. 70 
271 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 143 
272 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 154 
273 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 144 
274 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 144 -147 
275 Bu terim daha çok devletin ya da hükümetin tanınması ile ilgili olarak kullanılmaktadır. Uygulamada bu terim geçici ve sınırlı bir tanıma yöntemi 
      olarak kullanılmaktadır. 
      Buna göre tanıyan devlet yeni devleti, geçici ve belirli hukuki ilişkilerle sınırlı olmak üzere fiili bir kuruluş olarak tanıma yoluna gidebilmektedir. 
      (Der. Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul 2005) 
276 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 154 
277 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 155 
278 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, “ABD’nin yeni Terörle Mücadele Konsepti: Savaş Yerine Uyumlu İşbirliği mi?”, 
      Dünyadan Örneklerle Terörle Mücadele, Derleyen: İhsan Bal, Süleyman Özeren, Ankara 2010, s. 365 
279 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 157 
280 Alon Ben-Meir, “11 Eylül: Sonuçları ve Yeni Düzen”, (Çev. Serpil Açıkalın), 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, Editörler: Sedat Laçiner, 
      Arzu Celalifer Ekinci, Ankara 2011, s. 11 
281 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 166 
282 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 167 
283 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, ABD’nin Yeni…, s. 365 
284 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 239 
285 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 238 
286 Ülkü Halatçı Ulusoy, “11 Eylül Terörist Saldırıları ve Afganistan Operasyonu’nun Bir Değerlendirmesi” , 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, Editörler: 
      Sedat Laçiner, Arzu Celalifer Ekinci, Ankara 2011, s. 337 
287 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 238 
288 Ülkü Halatçı Ulusoy, a.g.m, s.338 
289 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 240 
290 Ülkü Halatçı Ulusoy, a.g.m, s.338 
291 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 251 
292 Tolga Çevik, 11 Eylül Saldırıları Sonrasında ABD’nin Uluslararası Terörizm İle Mücadeleye İlişkin Güvenlik Politikaları,(Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, 
      Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek lisans Tezi), Çanakkale 2008, s. 96 
293 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 243 
294 Fatma Taşdemir, a.g.e., s. 243 
295 Yasir Adil Erdem, Küresel Terörizm ve Irak Savaşı, (Polis Akademisi, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, Suç Araştırmaları Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek 
      Lisans Tezi), Ankara 2007, s. 64 
296 Necati Alkan, “Türkiye’nin Terörle Mücadele Deneyimi”, Uzakdoğu’dan Yeni Kıta’ya Terörle Mücadele, Der. İhsan Bal, Süleyman Özeren, Ankara 2009, 
      s. 131 
297 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 120 
298 Sedat Laçiner, “Terörle Mücadelede Yasal Önlemler: İngiltere Örneği” Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel 
      Deneyimler, Derleyen: İhsan Bal, USAK Yayınları, Ankara 2006, s. 321 
299 Sedat Laçiner -Mehmet Özcan - İhsan Bal, a.g.e., s. 229 
300 Necati Alkan, a.g.e. , s. 124 
301 İhsan Bal, a.g.e. , s. 104 
302 İhsan Bal, a.g.m., s. 19 
303 Tolga Çevik, a.g.t., s. 59 
304 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, “Terörizm ve …, s. 184 
305 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 185 
306 Tolga Çevik, a.g.t., s. 65 
307 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve …, s. 185 
308 Tolga Çevik, a.g.t., s. 65 
309 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve… , s. 185 
310 Tolga Çevik, a.g.t., s. 73 
311 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 189 
312 ( http://www.fincen.gov/statutes_regs/patriot/) ( 17.06.2011) 
313 Joshua D. Zelman, “Uluslararası Hukukta Son Gelişmeler: Anti-Terörizm Mevzuatı – Bölüm II: Etki ve Sonuçları”, Terör ve Düşman Ceza Hukuku, 
       Proje Yöneticisi Kayıhan İçel, Editör Yener Ünver, Ankara 2008, s.295 
314 İbrahim Kaya, a.g.e. , s. 113 
315 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve. , s. 186 
316 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 163 
317 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 186 
318 Arman Khanat, a.g.t., s. 60 -61 
319 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 186 -187 
320 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve … , s. 186 
321 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 163 
322 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu, Terörizm ve… , s. 186 
323 Joshua D. Zelman, a.g.m. ,s. 296 -297 
324 Arman Khanat, a.g.t., s. 65 
325 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 163 
326 Amerikan Anayasası’nın 5. Ve 14. Değişiklik hükümlerinde düzenlenen bu terim, hukuk krallarına sıkı sıkıya bağlı olmayı ifade etmektedir. 
      Temel hak ve özgürlüklere ilişkin birçok korumanın temelini oluşturan bu kavram, zaman içinde gösterdiği gelişmeyle artık sadece usuli 
      korumaları değil, maddi hukuka ilişkin korumaların sağlanmasında da etkili bir araç haline gelmiştir.(Joshua D. Zelman, a.g.m) 
327 Süleyman Özeren -Hüseyin Cinoğlu,Terörizm ve …. , s. 188 
328 Gös. yer 
329 Arman Khanat, a.g.t., s. 64 
330 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 113 
331 Tolga Çevik, a.g.t., s. 69 
332 Arman Khanat, a.g.t., s. 64 
333 Joshua D. Zelman, a.g.m. ,s. 294 
334 Yılmaz Şimşek, “İspanya’nın Terörle ,Mücadelesinde ETA Örneği”, Uzakdoğu’dan Yeni Kıta’ya Terörle Mücadele, Derleyen: İhsan Bal, Süleyman Özeren, 
      Ankara 2009, s. 244 
335 Osman Metin Öztürk, “Avrupa ve Orta Doğu Ülkelerinin Terör Karşısındaki Konumları”, Terörizm İncelemeleri, Derleyen: Ümit Özdağ, 
      Osman Metin Öztürk, Asam Yayınları, Ankara 2000, s. 158 
336 Emin Gürses, Ayrılıkçı Terörün Anatomisi: IRA-ETA-PKK, 2. Basım, İstanbul 2001, s. 57 
337 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 122 
338 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.109 
339 Emin Gürses, a.g.e. , s. 58 
340 Ömer Yılmaz, a.g.m. , s. 123 
341 Emin Gürses, a.g.e. , s. 59 
342 Emin Gürses, a.g.e. , s. 64 
343 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 254 
344 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 123 
345 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.116 
346 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 279 
347 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 267 
348 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 160 
349 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 125 
350 Emin Gürses, a.g.e. , s. 69 
351 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 124 
352 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.122 
353 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 124 
354 Emin Gürses, a.g.e. , s. 71 
355 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 161 
356 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 124 
357 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 161 
358 Emin Gürses, a.g.e. , s. 72 
359 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.124 
360 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 125 
361 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 161 
362 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 271 
363 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 161 
364 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 129 
365 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 272 
366 Osman Metin Öztürk, a.g.m. , s. 162 
367 Emin Gürses, a.g.e. , s. 72 
368 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 127 
369 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 268 
370 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.126 
371 Emin Gürses, a.g.e. , s. 72 
372 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 272 
373 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.116 
374 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 274 
375 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.130 
376 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 275 
377 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 277 
378 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 267 
379 Hasan Emre Şenocak, a.g.e. , s.133 
380 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 130 
381 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 131 
382 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 132 
383 Gös. yer 
384 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 135 
385 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 138 
386 Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı Girişimi (http://www.medeniyetlerittifaki.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=28&Itemi d=2) 
      (24.08.2011) 
387 Türkiye ve Medeniyetler İttifakı (http://www.mfa.gov.tr/medeniyetler-ittifaki.tr.mfa)(24.08.2011) 
388 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 149 
389 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 136 
390 UTSAM Raporlar Serisi: 15, İspanya’nın Terörle Mücadelesi 
      (http://www.utsam.org/images/upload/attachment/%C4%B0spanya'n%C4%B1n%20Ter%C3%B6rle% 20M%C3%BCcadelesi.pdf) (24.08.2011) 
391 Ömer Yılmaz, a.g.m., s. 132 
392 Yılmaz Şimşek, a.g.m., s. 281 
393 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 119 
394 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 89 
395 Kader Asan, Avrupa Birliği’nin Terörizmle Mücadele Politikası, (Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı, 
      Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2007, s. 73 
396 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 90 
397 1368 sayılı Genel Kurul Kararı Metni için Bkz: Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 175 
398 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 104 
399 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 115–117 
401 Enver Bozkurt – Selim Kanat, a.g.e., s. 165 
402 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 125 
403 Mehmet Özcan -Serkan Yardımcı, a.g.m. s. 208 
404 Ertan Beşe, a.g.e., s. 107 
405 Ertan Beşe, a.g.e., s. 108 
406 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 127 
407 Ertan Beşe, a.g.e., s. 110 
408 Çerçeve kararın tam metni için Bkz: Terör ve Düşman Ceza Hukuku, Proje Yöneticisi Kayıhan İçel, Editör Yener Ünver, Ankara 2008, s. 451 ) 
409 Ertan Beşe, a.g.e., s. 109 
410 Mehmet Özcan -Serkan Yardımcı, a.g.m. , s. 213 
411 http://www.avrupakonseyi.org.tr/ (25.08.2011) 
412 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 70 
413 Terörizmin Yayılmasını Kolaylaştıran Şartlar üzerine Soru ve Cevaplar Mart 2007 
      (http://www.avrupakonseyi.org.tr/haberler/mart-07_b.htm) (25.08.2011) 
414 Sözleşmenin tam metni için Bkz: Terör ve Düşman Ceza Hukuku, Proje Yöneticisi Kayıhan İçel, Editör Yener Ünver, Ankara 2008, s.369 
415 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 70 
416 Terörizmin Yayılmasını Kolaylaştıran Şartlar üzerine Soru ve Cevaplar Mart 2007 (http://www.avrupakonseyi.org.tr/haberler/mart-07_b.htm) (25.08.2011) 
417 İnsan Hakları ve Terörle MücadeleHakkında İlkeler, (http://www.jp.coe.int/Upload/90_GuidelinesHumanRights_Terrorism_TUR.pdf) (25.08.2011) 
418 İbrahim Kaya, a.g.e., s. 70 
419 Sözleşmenin tam metni için Bkz: Terör ve Düşman Ceza Hukuku, Proje Yöneticisi Kayıhan İçel, Editör Yener Ünver, Ankara 2008, s.381 
420 Terörizmin Yayılmasını Kolaylaştıran Şartlar üzerine Soru ve Cevaplar Mart 2007 (http://www.avrupakonseyi.org.tr/haberler/mart-07_b.htm) (25.08.2011) 
421 İbrahim Kaya, a.g.e. , s.74 
422 Terörizmin Yayılmasını Kolaylaştıran Şartlar üzerine Soru ve Cevaplar Mart 2007 (http://www.avrupakonseyi.org.tr/haberler/mart-07_b.htm) (25.08.2011) 
423 Emre Öktem, a.g.e., s. 23 
424 Alon Ben-Meir, a.g.m. , s. 10 
425 Sedat Laçiner -Mehmet Özcan - İhsan Bal, a.g.e., s. 229 
426 Obama’dan Mısır’da Tarihi Konuşma (http://www.sabah.com.tr/Dunya/2009/06/04/islam_dunyasina_seslenecek) (03.10.2011) 
427 Obama’dan Mısır’da Tarihi Konuşma (http://www.sabah.com.tr/Dunya/2009/06/04/islam_dunyasina_seslenecek) (03.10.2011) 
428 Obama’nın Mısır Konuşması, (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=184168) (03.10.2011) 
429 Obama Hürriyete Yazdı: Bin Ladin’i Müslümanlarla Birlikte Yendik, 
(http://www.dipnot.tv/11857/Obama-Hurriyete-yazdi-BiN-LADiNi-MuSLuMANLARLA-BERABER-SAFDisi-BiRAKTiK.aspx) (03.10.2011) 


***

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 5

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 5



2.1.2.2. İspanya’nın 11 Eylül Saldırıları Sonrası Küresel Terörizme Karşı Mücadelesi 

11 Eylül saldırıları beraber terörizmle mücadelede yeni bir devir açılmıştır ki bu da yerel veya ülkesel mücadeleden daha kapsamlı ve karışık olan küresel 
terörizmle mücadeledir. Her ne kadar İspanya’daki terörizmle mücadele yaklaşımının özellikle ulusal terörizme yoğunlaştığı belirtilse de 11 Eylül saldırıları sonrası hükümet görevini yerine getiren hem bir önceki Başbakan Jose Maria Anzar hem de mevcut Başbakan Jose Luis Rodríguez Zapatero; farklı perspektiflerden konuya yaklaşsalar da küresel terörle mücadelede önemli roller oynamışlar ve İspanya’yı küresel terörle mücadelede etkin bir şekilde ön saflarda tutmuşlardır 380. 

Terörizmin acısını bilen ve yaklaşık 30 yıllık terör tecrübesi olan İspanya, 11 Eylül saldırılarını kınamış ve hem halk nezdinde hem de hükümet nezdinde 
ABD’nin ve vatandaşlarının yanında yer alacaklarını belirtmiştir. Afganistan’a yapılacak operasyonda kamuoyu nezdinde olumlu tepki oluştururken, Washington Antlaşması’nın 5. Maddesi’nin uygulanması teklifini 12 Eylül 2001 günü İspanya hükümeti getirmiştir 381. 

Dönemin İspanya Başbakanı Anzar, ABD Başkanı Bush’un en yakın müttefiklerinden biri olmuştur. Meşruiyeti her zaman şüpheli bulunan ve bu sebeple uluslararası arenada olduğu gibi, dünya kamuoyunda da destek bulamayan Irak Operasyonu’na dahi 1432 asker göndererek, İngiltere ile beraber ABD’ye en çok destek veren ülke olmuştur. Başbakan Anzar bu desteğini her fırsatta göstermiş ve 2002 yılının ilk döneminde AB dönem başkanlığı sırasında Avrupa Parlamentosu’nda okuduğu programında mevcut siyasi durumun terörizme karşı ortak bir cevap verilmesi gereğini oluşturduğunu belirterek, gündemin en önemli maddesinin bu olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden de Birliğin uluslararası etkinliğini arttırmak için de ABD ile özellikle adli ve yasal anlamda işbirliği yapılması gerekliliğini vurgulamıştır. 

Bu dönemde İspanya, ABD’nin yakın bir müttefiki olmakla beraber, küresel terörizme karşı tepkisel bir mücadeleye girişmiştir. Bu tepkisel anlayış ise 
İspanya’nın yıllar boyu mücadelesi ile şekillenen terörizm tecrübesine tamamen zıt bir durum teşkil etmiştir. Terörizm ile mücadelede başat aktörlerin hukuki meşruiyet ve kamuoyu desteği almak olduğunu acı tecrübeler ile öğrenmiş olan İspanya, kendi terörizmle mücadele politikaları ile tamamen çelişen bir politika izleyen ABD’nin yanında – ABD’nin politikalarını destekler biçimde – yer almıştır. Bu tezat bir bakıma dış politika tercih ve kaygılarının anlamlı bir örneğini oluşturmaktadır. 
Nitekim birçok ülke ister başka devletlerin terörizm sorunlarına isterse küresel terörizm tehdidine karşı, samimi bir şekilde sorun çözücü yaklaşmamakta ve her türlü gelişmeyi dış politika aracı olarak kullanmakta ve ileri sürülen politikalara bu saiklerle karşı çıkmakta veya desteklemektedir 382. 
Kısacası İspanya, Başbakan Anzar döneminde küresel terörle mücadeleye salt dış politik çıkarları kapsamında bakmıştır. İspanya Başbakanı Anzar’ın bu tutumu ise İspanyol halkının 11 Mart saldırıları ile tarifsiz acılar çekmesine sebep olmuş ve Anzar’ın partisinin seçimleri kaybederek sekiz yıllık iktidarının sona ermesiyle sonuçlanmıştır. 

11 Mart saldırılarından üç gün sonra yapılan genel seçimlerde Anzar koltuğunu kaybederek, yerini Zapatero’ya bırakmıştır. Anzar’ın seçim arifesine çok 
güçlü bir şekilde girmiş olmasına rağmen 11 Mart saldırılarındaki tutumu, halkın kendisine olan güvenini kaybetmesine neden olmuş ve bu sebeple Anzar seçimleri kaybetmiştir. Anzar’ın terörist saldırılardan hemen sonra suçlu olarak ETA’yı göstermesi ve bunun BM dahil uluslararası arenada kabul ettirmeye çalışmış; buna karşılık ETA’nın ilk defa bir açıklama yaparak kendilerinin bu saldırıdan sorumlu olmadıklarını belirtmişler ve Anzar hükümetini yalancılıkla suçlamıştır. Bir gün sonra ise polisin yaptığı araştırmalar sonucu bir kamyonette yedi adet fünye ve Arapça bir kasetin bulunması, El Kuds El Arabi gazetesinin saldırıların sorumluluğunu El -Kaide örgütünün bir e – posta ile üstlendiğini duyurması ise Anzar hükümeti’ni zor durumda bırakmıştır. Bu olaylar gölgesinde 14 Mart 2004 günü girilen seçimlerde ise; Irak savaşında kamuoyunun sesini dinlemeyen ve 11 Mart saldırılarında ise yine kamuoyunu yanlış yönlendirmeye çalışan Anzar seçimi kaybetmiş ve yerine Zapatero ipi göğüslemiştir 383. 

Yeni Başbakan Zapatero ilk iş olarak Irak savaşını ve arkasından gelen işgali bir felaket olarak nitelendirip, ABD Başkanı Bush ve İngiltere Başbakanı Blair’i bu savaşı haklı göstermek için dünyaya yalan söylemekle suçlamış ve İspanyol askerlerini aksi bir gelişme olmazsa Irak savaşından geri çekeceğini 
duyurmuştur. Bu karar İspanya halkı ve savaş karşıtları tarafından sevinçle karşılanmış fakat ABD ve müttefikleri tarafından ise terörün ilk defa bu kadar tesiri olduğu ve bu kararın teröristlerce zafer olarak algılanacağı ve teröristleri bu tip eylemlere karşı teşvik edeceği iddia edilmiştir. Fakat asker çekme kararı aslında İspanya’nın terörizmden korkmasına ve teröristlere taviz vermesine değil, terörizmle daha etkin mücadele etmek amacıyla halk tarafından kabul edilmeyen bir politikadan vazgeçilmesine dayandırılmıştır. Bunun en güzel kanıtı ise İspanyol halkının 11 Mart saldırılarının ertesi günü sokak ve caddeleri doldurarak, terör vahşetinden korkmadıklarını ve ona duymuş oldukları nefret ve itirazları ifade etmeleridir. 

Özellikle ABD’nin, batı demokrasilerinde endişenin yıkıcı etkilere sahip olduğu ve bu sebeple seçimleri halkın oylarına bağlı olan siyasetçilerin bu süreç ile 
terörle mücadele etmek yerine teröristleri teskin etmeye yönelecekleri suçlamalarına karşın, Zapatero İspanya’nın terörle mücadele tecrübe ve stratejisine dayanarak terörle etkin bir şekilde mücadele edileceğini açıklamıştır. Gerçekten de Başbakan 

Zapatero getirdiği sağduyulu, kapsamlı ve yapıcı yaklaşım ile terörle mücadele konusunda tüm dünyanın saygısını kazanan politikalar izlemiştir384. 

Zapatero terörle mücadele bağlamındaki politikalarını en iyi şekilde, 21 Eylül 2004 günü BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ile ortaya koymuştur. 
Başbakan Zapatero bu konuşmasında teröre her zaman karşı çıkacaklarını ve bununla mücadele edeceklerini ancak bunu başka hiçbir yolla değil fakat tamamen ulusal ve uluslararası kanunilik, insan haklarına saygı ve BM’e bağlılıkları çerçevesinde gerçekleştireceğini duyurmuştur. Küresel terörle savaştan ziyade küresel terörizm ile mücadeleye dikkat çekmiş ve küresel terörizmi tetikleyen unsurlarla mücadelenin önemini vurgulayarak, “dünya çapında ne kadar çok insan onurlu şartlarda yaşarsa, tüm insanlık o kadar güvende olur tespitini yapmıştır. Küresel terörizm ile mücadelede sonuç alınmak isteniyorsa, devletlerin bu mücadelenin temel unsuru olan; hukukun üstünlüğü, demokratik prensiplerden vazgeçmeme, insan temel hak ve özgürlüklerine saygı, göstermeleri gerektiğine vurgu yapmıştır 385. 

Ayrıca İspanya küresel terörle mücadele adına, ötekileştirmenin ve yabancılaştırmanın önüne geçmek için “Medeniyetler İttifakı” tezini öne sürmüştür. Medeniyetler İttifakı farklı kültürler ve bölgelere mensup milletler ve topluluklar arasında anlayışı ve işbirliğine dayalı ilişkileri geliştirmeyi ve kutuplaşma ve her türlü aşırılıkla mücadele etmeyi hedeflemektedir. Bu ittifakın amaçlarından biri de farklı topluluklar arasında anlayış ve güveni geliştirmeye kendilerini adamış toplum kurumları bir araya getirerek, özellikle Müslüman ve Batılı toplumlar arasında birleştirici bir köprü kurmaktır 386. 100’ün üzerinde üye ülke ve 20 dolayında uluslararası kuruluş tarafından oluşan Dostlar Grubunca desteklenen Medeniyetler İttifakı Projesi, karşılıklı yabancılaşma ve kutuplaşma eğilimine, ancak kültürler arasında karşılıklı saygıyı savunan kapsamlı bir koalisyonla karşı konabileceği anlayışı üzerine kuruludur 387. İspanya bu girişimle terörle mücadelenin temel direklerinden plan terörü oluşturan etmenlerin önüne geçmeyi hedeflemiştir. 

Bu şekilde alan kazanarak, karşılıklı anlayışı artırarak meydana gelen gerilimlerin önüne geçilerek (her defasında iki medeniyet arasındaki gerilimin kaynağının dini değil politik olduğu vurgulanmıştır) küresel terörizmin propaganda unsurlarını yok etmek istenmiştir. 

İspanya’nın önderliğinde daha yüksek bir sesle dile getirilmeye başlanan bu yaklaşım, uluslararası alanda da kabul görmüş ve 11 Mart 2005 tarihinde düzenlenen Madrid Zirvesi başkan ve başbakan düzeyinde geniş katılım bulmuştur. Bu zirvenin amacı, küresel terör tehdidine, küresel ve demokratik bir karşılık politikası ile alternatif getirmektir. Bu zirvede İspanya’nın terörle mücadele üzerine getirdiği yeni soluk ilham alınmıştır. Bu zirvede dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’nın getirdiği ve İspanyol yaklaşımı ile paralellik gösteren ve beş temel prensipten oluşan yeni bir terörle mücadele stratejisi açıklanmıştır. Beş temel prensibin orijinal İngilizce metninde “d” harfi ile başlaması sebebi ile “5D stratejisi” adı verilen bu yaklaşım şu başlıkları taşımaktadır: 

• Küresel teröre bulaşmamış grupların, amaçlarına ulaşmada terörizmi taktik olarak kullanmaktan vazgeçirmek, 
• Teröristlerin eylemlerini yaparken kullandıkları araçları temin etmelerini engellemek, 
• Devletleri teröristleri desteklemekten vazgeçirmek, 
• Devletlerin terörizmi önleme kapasitelerini artırmak, 
• Terörizmle mücadelede insan haklarını savunmak,388 

Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler nezdinde İspanyol sentezinin hayata geçirilebilmesi için çalışmalar halen sürse de hem uluslararası kuruluşlarda hem de ulusal hükümetlerde, bu konuya salt küresel terörle mücadele yerine, ekonomik ve siyasi fayda sağlama çabaları daha ağır bastığı için istenen düzeye getirilememiştir. 
Fakat bu sentezin en üst makamlarca dile getirilerek seslendirilmesi hem İspanyol sentezinin doğruluğunu kanıtlamakta hem de terörle mücadelede genel geçer bir “olması gereken” uygulamasının ilk adımı sayılabilir. 

İspanya ulusal terörle mücadele uygulamasında da yukarıda belirtilen prensipler ışığında hareket etmiştir. Hem İspanyol halkı hem de İspanyol hükümeti 
11 Mart saldırıları ardından tepkisel bir süreç içerisine girmemiştir. Terörün korku ortamından sonra propagandasını daha rahat yapabilmesi için gerekli olan “kin – nefret ortamı”, “ötekileşmenin” artarak halk arasında gerginlik oluşması gibi sonuçlara terör örgütü ulaşamamıştır. Nitekim 11 Eylül saldırılarının hemen 
ardından, ABD’de Müslümanlara ve sırf sakalları ve kıyafetleri Müslümanlara benzediği için Sihlere karşı girişilen ve terörle mücadele adına kişisel hak ve 
hürriyetleri oldukça sınırlanmış, bireysel ve toplu şiddet eylemleri ile yabancı korkusu ve düşmanlığı İspanya’da yaşanmamıştır. 
Buna mukabil saldırılarda hayatını kaybedenlerin ailelerine kaçak yollarla ülkeye girmiş de olsalar İspanyol vatandaşlığı verileceği açıklanmıştır. 
Human Rights Watch örgütü de İspanya’da herhangi bir olay veya yabancı düşmanlığı yaşanmadığı, hatta 11 Mart saldırılarını düzenleyen örgüt elemanlarının Faslı olmalarına rağmen İspanyol polisinin diğer Faslılara dahi ayrımcılık yapmadığı belirtilmiştir 389. 

İspanya 11 Eylül saldırıları ve 11 Mart saldırıları sonrası diğer ülkelerde olduğu gibi terörle mücadele konusunda acil yasalar çıkartma yoluna gitmemiştir. 
Terörizm suçları karşısında verilecek cezaları artırarak, caydırıcılığı etkinleştirme yi hedefleyen bir yasa çıkartılmıştır. Bu kanunla gelen yeni düzenlemeye göre terör suçlarına 40 yıla kadar hapis cezası verilebilecektir 390. Ayrıca Bilgi Toplumu Yasası ve Terörizmin Finansmanını Durdurma ve Önleme adında iki yasa çıkartılmıştır. Bu yasalardan birincisi ile güvenlik güçleri mahkeme kararı ile dijital ortamdaki iletişimi inceleyebilme yetkisi kazanmış, ikincisi ile de hükümet altı ay süre ile teröristlere ait olduğu değerlendirilen hesapları dondurabilme yetkisi kazanmıştır 391. 

İspanya’nın terörle mücadele stratejisi bize halkın teröre neden destek verdiğini araştıran ve problemlere, insana değer vererek çözüm arayan demokratik 
mücadele yöntemlerinin mutlaka kazanacağını ortaya koymaktadır. Bataklığı kurutmak için öncelikle bataklığa su getiren kaynakların kesilmesi ve sonrasında 
bataklıkla mücadele edilmesi örneği İspanya’nın terörle mücadele yöntemini özetlemektedir 392. 

2.2. Uluslararası Örgütlerin Yaptığı Düzenlemeler 

Uluslararası örgütler, ortak bir fayda elde etmek için kurulmuş ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren örgütlerdir. Terörizmin sınırları aşarak 
uluslararası bir tehdit haline gelmiş olması, kolektif bir şekilde mücadele etme zorunluluğu oluşturmuştur. İnsanlığın daha önce yaşadığı acı dolu tecrübelerin bir daha yaşanmaması için kurularak, insan haklarının, demokrasinin ve hukukun uluslararası düzeyde etkin bir hale gelmesi için faaliyet gösteren bu örgütler; terörizm konusunda da ortak bir akıl oluşturmak için çalışmaktadırlar. Bu şekilde terörizm ile mücadelenin ve terörizme verilecek cevabın belli kriterler çerçevesinde olması hedeflenmektedir. Uluslararası örgütlerin kararlarına genel olarak uymamanın çok büyük yaptırımları bulunmasa da, özellikle devletlerin uygulamalarının meşruluğu, onayı, uluslararası hukuka uygunluğunun denetimi için bu tip yapılanmaların önemi büyüktür. Ayrıca aldığı kararlarla devletlerin ortak ve birlikte hareket edebilmelerini sağlamadaki görevleri, terörizmle mücadele açısından oldukça önemlidir. 

Bu başlık altında 11 Eylül saldırıları ardından bazı örgütlerin aldığı kararlar ve düzenlemelere kısa bir şekilde yer verilecektir. Bunun için ilk defa uluslararası 
düzeyde kuvvet kullanımını yasaklayan bir antlaşma ile kurulan ve 192 üye ülkeden oluşan küresel bir örgüt olan Birleşmiş Milletler; tüm üye ülkeleri bağlayan standart yasalar aracılığıyla ortak bir pazar oluşturmayı başarmış ve devletlerarası ve çok uluslu bir oluşum olan Avrupa Birliği; insan haklarını demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacı ile Avrupa Kıtası çapında kurulmuş (Rusya ve Azerbaycan dahil) ve 47 üye ülkeden oluşan hükümetler arası bir kuruluş olan Avrupa Konseyi; örnek olarak incelenecektir. 

2.2.1. Birleşmiş Milletlerin Yaptığı Düzenlemeler 

Terörün küreselleşmesi ona karşı artık bir ya da birkaç devletin aldıkları önlemlerle başarılı olunamayacağını göstermiş ve işbirliği içerisinde, topyekun 
küresel bir mücadeleyi gerekli kılmıştır 393. Bu hususta da şüphesiz bağlayıcı kararlar alabilen ve 192 üye devletten oluşan Birleşmiş Milletlerin rolü büyüktür. 

Birleşmiş Milletler uluslar arası barış ve güvenliği sağlamak ve onu korumak için kurulan, bunun için de üyelerini işbirliğine davet eden uluslararası bir 
örgüttür. BM Şartı’nın giriş kısmında örgütün kuruluş amacı “…bir insan yaşamı içinde iki kez insanlığa tarifsiz acılar yaşatan savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, …saygı gösterilmesi için gerekli koşulları oluşturmaya, …uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, …bu amaçları gerçekleştirmek için çaba harcamaya karar verdik ” olarak gösterilmiştir. Ayrıca Şart’ın 1. maddesinde örgütün amaçları şu şekilde belirlemiştir: uluslararası barış ve güvenliği sağlamak; uluslararasında dostça ilişkiler geliştirmek; uluslararası işbirliğini sağlamak; uluslararası sorunların çözüm bulduğu bir merkez olmak 394. 

Terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğu ve bunun yukarıda anılan amaçlara ulaşmakta bir engel teşkil ettiği dikkate alındığında, örgütün bu alanda çalışmalar yapmasını bir hükümlülük olarak algılamak gerekmektedir. 
Bu sebeple örgüt kurulduğu 1945 yılından beri terörizm ile ilgili birçok çalışma yapmıştır. 

11 Eylülde ABD’ne yönelik terör eylemlerinin yaşanması pek çok uluslar arası örgüt gibi Birleşmiş Milletlerin de tepkisini çekmiş ve örgüt daha önceden 
mevcut olan terörizmle mücadele alanındaki girişimlerine yenilerini ekleme ihtiyacı duymuştur. 

Bu girişimler terörizmle mücadele konusunda 11 Eylül’e kadar çeşitli adımlar atan ancak yeterli etkiyi yaratamayan BM sisteminin bu konuda kendini 
yenileme isteğini sergilemektedir395. BM, Soğuk Savaş dönemindeki dünya konjonktürünün bir sonucu olarak, terörizmle mücadele alanında başarılı olamamış fakat 11 Eylül sonrası dönemde terörle mücadele konusunda oldukça ciddi çabalar sarf ettiği ve önemli derecede yol aldığını söylemek doğru olacaktır396. Gerçektende BM uluslararası terörizm engellenmesi ve bu konuda uluslararası camianın işbirliği içerinde, belli kurallar dahilinde çalışılabilmesi için 11 Eylülden sonraki süreçte bir çok karar almıştır. 

Bu kararlardan bazıları şunlardır: 

BM Güvenlik Konseyi (Konsey) saldırıların hemen akabinde 12 Eylül 2001 tarihinde 1368 sayılı kararı almıştır. Bu kararla yapılan saldırılar kınayarak olayları uluslararası barış ve güvenliğe bir tehdit olarak gördüğünü açıklamıştır. Kararın son paragrafında ise Konsey, BM Şartı altındaki sorumlulukları ile uyum içinde, 11 Eylül terörist saldırılarına cevap vermek ve terörizmin tüm çeşitlerine karşı mücadele etmek için gerekli tüm adımları atmaya olan istekliliğini açıklamıştır 397. 

28 Eylül 2001 tarihinde ise 1373 sayılı kararı ile Konsey; devletlere bir takım bağlayıcı yükümlülükler getirmiştir. Bunlar aktif ya da pasif olarak terörün 
desteklenmesinin durdurulmasını öngörmektedir. Terörün finanse edilmesi, teröristler ve teröristlere ilişkin mal varlıklarının dondurulması, sınır kontrollerinin sıkılaştırılması, pasaport ve kimlik dokümanlarının taklit edilebilirliğinin engellenmesi yönünde çalışılması bu yükümlülüklerdendir. Ayrıca BM Şartı’nın VII. bölümü uyarınca alınan bu kararla, kararda belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak amacıyla Terörizmle Mücadele Komitesini kurmuştur. Alınan bu kararın diğer bir önemi de BM Şartı’nın VII. bölümü uyarınca alınmış olmasıdır. Zira bu bölüme ilişkin alınan kararlar uluslararası barış ve güvenlikle ilgilidir ve bunlar her devlet için bağlayıcılığı olan ve uyulması zorunlu kurallardır 398. 

11 Eylül sonrasında terörle mücadele konusunda 28 Nisan 2004 tarihinde alınan 1540 sayılı Konsey kararı da yeni bir komite kurulmasını sağlamıştır. 
Kitle İmha Silahları Komitesi adlı bu yeni komite; kitle imha silahları olarak adlandırılan kimyasal, biyolojik ve nükleer silahların denetlenmesi amacı ile kurulmuştur. Şart’ın VII. bölüm uyarınca alınan bu karar da bağlayıcı niteliktedir. 11 Eylül sonrası dönemde ortaya çıkan güvenlik anlayışının bir sonucu olarak devletlerden ziyade devlet dışı aktörlerin bu silahlara erişmesi, bunları edinmesi, bulundurması ve kullanması olasılığı artan bir risk taşımaktadır. Bu sebeple bu
kararın 1. paragrafında “tüm devletler nükleer, biyolojik ve kimyasal silahları veya onların ulaştırılması için gereken araçları geliştirme, edinme, üretme, sahip olma, nakletme, transfer etme veya kullanmaya teşebbüs eden devlet dışı aktörlere her çeşit yardımı sağlamaktan kaçınılacaktır” hükmü yer alarak uluslar arası terör örgütlerinin kullandığı materyallere ulaşımını kesmeyi ümit etmektedir 399. 

Bu kararlara verilebilecek bir diğer örnek ise 8 Ekim 2004 tarihinde alınan 1566 sayılı karardır. Karar aslen Terörle Mücadele Komitesi ile ilişkili olmakla 
beraber kararın ekinde Güvenlik Konseyi nezdinde terörün ne olduğu ve onunla mücadelenin hangi esaslar çerçevesinde yapılması gerektiği hususları maddeler 
halinde sıralanmıştır400. 

BM İnsan Hakları Komisyonu da dikkatleri 11 Eylül saldırılarından sonra, ulusal liberal demokrasiler tarafından kabul edilen terörle mücadele politikalarının 
uluslararası insan hakları standartlarına ciddi bir meydan okuma şeklinde geliştiğine dikkat çekmiştir. Bu sebeple İnsan Hakları Komisyonu, kendisine tavsiyelerde bulunmak ve insan hakları konusunda mevcut durumu incelemekle görevli bir uzman atanmasına karar vermiştir. Atanan uzman ise ilk raporunda BM içindeki insan hakları koruma sistemlerinden ne sözleşmeye dayalı ne de sözleşme dışı usullerin devletlerin ulusal seviyede uyguladıkları terörizm karşıtı politikaları insan haklarının korunması açısından değerlendirmede başarısız kaldığını kabul etmiştir. 

Bu çerçevede Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 18 Aralık 2002 tarihinde aldığı kararında devletlerin terörizm ile mücadele adına aldıkları tüm tedbirlerin uluslararası hukuka ve özellikle insan hakları, mülteciler hukuku ve insancıl hukuka uygun olması gerektiği teyit edilmiştir 401. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***