1 Nisan 2018 Pazar

Karanlıkta Kalan Suikast,

Karanlıkta Kalan Suikast,

Harun Aydemir
09.01.2004 /Sayı; 48 
“Güldal, Galiba bunlar beni öldürecek...” 
Uğur Mumcu

Karanlıkta Kalan Suikast


UÄŸur Mumcu

Tarih 2004’ü gösterirken Uğur Mumcu’nun yok edilişinin 11. yılını doldurmaktayız. Peki aradan bu kadar yıl geçmesine rağmen Uğur Mumcu’nun kimler tarafından öldürüldüğünü ortaya çıkara bildik mi? Bugüne kadar bu suikast üzerine sayısız yorumlar yapıldı. Bunların bazıları Uğur Mumcu’nun PKK tarafından, bazıları İslami terör örgütleri tarafından, bazıları ise; bu olaydan devletin sorumlu olduğunu ortaya koydular. Uğur Mumcu’dan sonra bu zincire yenileri eklense de sadece tetikçilerin ortaya çıkarılarak suikastların çözüldüğü havası verilmesi olayları daha da kızıştırıyor. Tarihe kara bir leke gibi düşen bu olaydan sonra çeşitli araştırma komisyonları kurulsa da olayın iç yüzünü ortaya çıkarmak hayalleri süslemekten başka bir şey yapmadı. Şimdi 24 ocak 1993 ve öncesinden bugüne yansıyan bazı olayları sizlere hatırlatarak yazının sonunda soracağım soruyla Uğur Mumcu’nun kimler tarafından öldürüldüğünü ortaya çıkaracağız.

Buyurun gelin buradayım!...

Uğur Mumcu 6 Aralık 1979 tarihinde farklı bir yazıyla okurlarının karşısına çıktı. İlgililere not başlığıyla tehdit edildiğini ve devletin görevini yapmasını hatırlatan Uğur Mumcu yazısında: “MHP yanlısı Hergün gazetesi, yalan ve iftiraya dayalı yayınlarla beni, İçişleri eski Bakanı Hasan Fehmi Güneş’i, CHP Senatörü Prof. Uğur Alacakaptan’ı ve CHP Milletvekili Prof. Muammer Aksoy’u kanlı çetelere hedef gösterici yayınlar yapmaktadır. Bana, Güneş’e, Alacakaptan’a ve Aksoy’a bir saldırı olursa, bunun sorunlusu MHP yanlısı Hergün Gazetesi ve “Sonları fena olur” gibisinden açık tehditler savuran MHP Niğde Milletvekili Sadi somuncuoğlu’dur...” ifadelerini dile getiren Mumcu yazıyı şu metinlerle sona erdiriyor: “Yılmayacağız, korkmayacağız ve cinayet şebekelerinin üstüne var gücümüzle gideceğiz. Buyurun gelin buradayım!...”

Devlet isterse çözer

Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nusret Demiral’ın iddiası şu şekilde: “Eğer bu olayı devlet çözmek isterse katiller bulunur ama istemezse bulunamaz. Siz gidin, Bakanlara, Başbakana rica edin. Onlar düğmeye basarsa Uğur Mumcu’nun failleri bulunur ve ben dava açarım. Uğur’la ilgili tüm kuruluşları bana bağlasınlar. Bana bağladıkları takdirde ben de çözebilirim.” Bu ifadeleri kullanan Demiral “bunu İslami Hareket Örgütü yaptı” diyerek olayların çözülebilir ancak engellendiği havasını yansıtmaktadır. Ancak bu ifadelere rağmen Uğur Mumcu’nun “Nusret Demiral görev yaptığı sürece işlenen faili meçhul cinayetlerin hiçbiri çözümlenemez” demesi ise suikastların hiçbir zaman aydınlığa kavuşturulamayacağının bir göstergesidir.

Sürgüne gönderilen yapımcı

Uğur Mumcu öldürülmeseydi Nurzen Amuran tarafından yapılan ve TRT’de yayınlanan “Rabıta” adlı programa katılacak ve bu programda bazı belgeleri açıklayacağını söylemişti. Ölümü nedeniyle gerçekleşemeyen bu çalışma daha sonrasında Nursen Amuran’ın yapımcılıktan çıkarılıp sürgün edilmesine neden oldu.

Uğur Mumcu Anması

Uğur Mumcu’nun evinin yakınında bulunan ve güvenliği açısından önemli bir yere sahip olan durağın kaldırılmasının istenmesi ise başka bir boyut. Uğur Mumcu’yla diyalog içerisinde bulunan taksi şoförleri. Mumcu onlardan her an bir çapraz ateşe tutulabileceğini ve göz kulak olmalarını istemiş. Taksi durağının kaldırılması engellenince de bu sefer Mumcu’nun evine doğru park edilen taksilerin yönlerini evi görmeyecek şekilde değiştirilip evi gözlenemez hale getirilip camların normal camdan buzlu cama çevrilmiş. Bu olayın arkasında kimin olduğu ise olayı daha da ilginç kılıyor: DİSK Başkanlar Kurulu üyesi Ömer Çiftçi. Bunu öğrenen Mumcu Çiftçi’ye “Sen benim güvenliğim açısından önemli olan bu durağı niye kaldırmak istiyorsun, amacın nedir senin? Hem de ben kaldırılmasını istiyormuşum gibi niye yalan söylüyorsun?” Olaylar bu şekilde gelişirken taksi şoförlerinin bir anda yön değiştirerek Ceyhan Mumcu’ya itirafları ise şöyle olur: “Abi artık konuşmak istemiyoruz. Bizden duymamış ol, biz bu konuda tehdit edildik. Biz artık kimseyle konuşmayacağız. Başımız derde girer.” Buradan da taksi durağının kaldırılmasının arkasındaki asıl kişilerin daha büyük bir güce sahip olduğunu anlayabiliyoruz.

Mumcu: beni hedef mi yapıyor?

Uğur Mumcu AnmasıTaksi durağı olayından sonra Ömer Çiftçi’nin ismine bir kez daha rastlıyoruz. Çiftçi’nin bir gün Mumcu’ya yüksek sesle dışarı çıkıp çıkmayacağını sorması ise Çiftçi’nin bu olaylarla bağlantılarını daha da artırıyor. Mumcu (eşine) o anı şu şekilde dile getiriyor:

“Camı açarken Ömer Çiftçi bana bugün dışarı çıkıp çıkmayacağımı sordu.”

“Peki, sen ne söyledin?”

“Çıkacağımı...”

“Ne var bunda, niye bu kadar şaşırdın?”

“Sence tuhaf değil mi? Ömer Çiftçi dışarı çıkıp çıkmayacağımla niye ilgileniyor?”

MİT biliyordu...

Dönemin CHP Malatya Milletvekili Mustafa Yılmaz ise şu sözlerle gündeme oturuyor: “Uğur Mumcu Cinayetini MİT biliyordu”

Buna benzer başka bir ifade ise Şevket Kazan’dan geliyor. Şevket Kazan elinde bir MİT belgesi bulunduğunu ve bu belgede MOSSAD’ın üç elemanının Uğur Mumcu’yu ve Mehmet Ali Birand’ı öldürmek üzere Türkiye’ye girdiğini ve halen bu kişilerin İsrail Büyükelçiliği’nde bulunduklarının açıklamaktan kaçınmayacaktı.

22 Ocak 1993 tarihinde Cemalettin Kaplan’a bağlı bir hoca ise camide şu ifadeleri kullanacaktır: “İki gün sonra Uğur Mumcu ve Oktay Ekşi geberecek.” Bu sözler aynen gerçekleşiyor ve Uğur Mumcu 24 Ocak’ta öldürülüyor. Bu konunun üzerine ne kadar gidildiğini bilmiyoruz; ama bu olayla –tarihi de göz önünde tutarsak- Cemalettin Kaplan’ın bağlantısı olduğu apaçık ortada.

Cinayeti biz işledik!...

Suikast günü Güldal Mumcu adına Berlin havaalanından imzasız olarak gönderilen mektupta şu ifadeler yer alıyor: “İslamlara ve zavallı Kürt köylüsüne zulmedenlerin kıçlarında bombayı patlattığımız zaman neler hissettiklerini merak ediyoruz.” Bunlara dayanarak da suikastın İslami terör örgütlerine doğru kaydığını görüyoruz.

Adı Jirayir olan bir şahıs ise şu ifadelerle ortaya çıkıyor: “Uğur Mumcu cinayetini kimlerin gerçekleştirdiğini biliyorum, cinayeti biz işledik. Güldal Mumcu’yu da öldürmemiz bu birimce kararlaştırıldı. Ancak onu öldürmeyi ben içime sindiremiyorum, yurt dışına kaçabilmem için sonra iade edilmek üzere ödünç para istiyorum”

Cumhuriyet İzleme Kurulu’ndan bir üye ise Uğur Mumcu’nun daha önce de, Vuralhan olayından dolayı öldürülmek istendiğini, ancak MİT’in bunu önlediğini iddia etti. Bu olaylar şu şekilde gelişmeye devam ediyor: O tarihlerde Uğur’un oturduğu dairenin bir üstüne üç kişi taşınıyor, yöneticinin ısrarına karşın bu kişiler kimliklerini açıklamıyorlar. Bunlardan ikisi İranlı, birisi Türk. Bir gün bu şahıslar, MİT mensubu Mehmet Eymür ile karşılaşıyorlar ve kapı önünde kısa bir konuşma oluyor.

Suikast üzerine artan iddia ise bir yenisi daha ekleniyor. Bu iddia temel dayanağı ise yazarın, yazılarıyla, silah kaçakçılarını, uyuşturucu ticaretiyle uğraşan mafya mensuplarını rahatsız etmesiymiş.

Genel Kurmay’ın bir çete olduğunu, Kemalizm’in birinci özelliğinin Anadolu halklarına düşmanlık olduğunu, dolayısıyla Kemalizm terk etmeden Türkiye’de demokrasi olmayacağını Kemalizm’in yalan üzerine kurulduğunu ifade eden Ali İhsan Yıldırım adlı şahıs ise Mumcu için şu ifadeleri kullanmaktan kaçınmıyor: “Eskiden MİT süflörlüğünü Uğur Mumcu yapardı çete kavgasında öldürülünce yerine Çölaşan geçti.

Yine aynı açıklamalar

Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin “bu örgüt üyelerinden Ekrem Baytap, Zübeyir Gümüş, Abdullah Yiğit ve Mustafa Kayacan sahte kimlikli İrfan Çağırı’cı isimli kişilerden, herhangi birinin yakalanması halinde, Mumcu olayının aydınlatılmasında önemli mesafe alınacaktır” açıklamaları ise tekrarlanan suikastı çözme çabalarına(?) bir yenisini daha ekliyor. Bunun yanında İsmet Sezgin’in diğer bir iddiası da şöyle: “Uğur Mumcu’yu İrfan Çağırıcı öldürdü”

Bu iddia ise bir dönem Almanya’da yaşayan ülkücü lider Musa Serdar Çelebi’den. Bunlara bir yenisini ise Çelebi şöyle ekliyor: "Gladio mu, özel harp mi, kontgerilla mı dersiniz. Bu güç Türkiye’de var. İpekçi ve Mumcu’yu onlar öldürdü.” Tabi ki bu iddiaların neden bu insanlar tarafından ele alındığı ise sorulması gereken başka bir soru.

Uğur Mumcu: Ankara sıkıyönetim komutanlığına,

Bu gün saat 12.00 sularında adının Fevzi Tuz olduğunu söyleyen bir şahıs, gazete bürosuna gelerek, kendisinin Tercüman Gazetesi yazarlarından Ergün Göze’nin akrabası olduğunu Göze’nin kendisini bir telgraf ile İstanbul’a çağırarak beni öldürmesini istediğini bildirmektedir...”

Kürt Dosyası

Uğur Mumcu’nun ölümünden önce de ele aldığı konular Kürt sorunlarıyla gün yüzüne çıkıyordu. Son çalışması ise tamamlayamadığı Kürt Dosyası oldu. Bu çalışmayla bu sorunun üzerine detaylarla ilerleyen Mumcu’nun ele aldığı başka bir konu ise şuydu:

Abdullah Öcalan’ın 12 Mart döneminde gerçekleşen ihtilalde herhangi bir nedenle kayrıldığı düşünerek bu olayı araştırmaya koyuldu. Elde ettiği bilgiler PKK liderinin yakınında kuşkulu iki kişi daha olduğu ortaya koyuyordu. 1978'de evlendiği karısı Kesire Yıldırım ve yanından hiç ayrılmayan Ağrılı Pilot Necati.

Soruların cevapları Öcalan'ın konuşmalarında

Böyle bir iddiayla da karşımıza çıkan farklı bir isim ise Binbaşı Cem Ersever. Ersever: Öcalan’ın Uğur Mumcu’nun kendisinin geçmişini araştırdığını Yalçın Küçük’e anlattığını, Mehmetçik gazetecilerle ilgili gerekenlerin yapılmasını, bu cinayetin de İslami örgüt bağlantısı olmadığını ifade ediyor.

Uğur Mumcu’nun ölümünden önce 1 yıl içerisinde yazdığı yazılar araştırılarak şu veriler elde ediliyor: 2 Şubat 1992 tarihinde Milliyet gazetesinde başlayan ve öldürüldüğü gün olan 24 Ocak 1993’e kadar geçen süre içinde Cumhuriyet gazetesinde Gözlem sütununda yayımlanan 330 köşe yazısı baz alınarak

Mumcu’nun, 158 yazısını “Kürt” sorununa ayırdığı, bu da yazılarının yüzde 52.6’sını oluşturduğudur. Uğur Mumcu’nun en çok üzerinde durduğu ikinci konu ise 117 yazıyla ABD olurken, üçüncü sırada ise yine birinci konu ile bağlantılı olarak 114 yazıyla da PKK yer alıyordu. Bu da Mumcu’nun son dönemlerde İslami terör örgütlerine fazla değinmediğini ortaya koyuyor.

Ceyhan Mumcu’nun ifadelerine göre Uğur Mumcu’nun kendisine yakında çıkacak kitabında PKK içinde kaynayan ajanların listesini yayınlayacağını söylüyordu. Bu konuşma Mumcu’nun ölümünden birkaç gün önce gerçekleşmiştir.

Tuğlayı çekersem yıkılır; ama çekemem

Bu ifadeyi kullanan ise bu günlerde DYP’nin genel başkanı olan Mehmet Ağar. Olayların sanki birbirine bağlı olduğunu ve bu olayın aydınlatılması yukarı birimlerden engelleniyormuş anlamı veriliyor.

Devlet üzerinde yoğunlaştırılan ifadeler daha da artırılıyor. Bu ifadeleri kaçınmadan kullanabilenler ise devletin birimlerinde görev yapan insanlar. Örneğin DGM Savcısı Ülkü Coşkun’un iddiası da bunlara bir yenisini daha ekliyor: “Devlet isterse çözer”

O dönemde görev yapan Sıkıyönetim savcısı Baki Tuğ ile Öcalan’ın birbirleriyle olan bağlantısını, PKK’nın güçlü komutanı Cemil Bayık’ın o dönemde İran’da bazı isimlerle görüşmeler yaptığını, Türkiye’de Hizbullah örgütünün ortaya çıkmasını Mumcu ortaya koymuştu.

Mumcu’nun ölmeden öncede ortaya koyduğu sav da buydu. Bu konu üzerine yoğun araştırmalar yapan Mumcu, Abdullah Öcalan’ın devlet tarafından korunduğunu da ifadelerinde yer veriyordu. Ayrıca Mumcu bu konuyla ilgili derinlemesine araştırma yapmaya koyuldu. Baki Tuğ’dan istemiş olduğu bir belge vardı. Bu belgeyle de Mumcu bir çok konuya çözüm getireceğine inanıyordu. Tuğ’dan bu raporu istemiş ve Tuğ raporu Mumcu’nun kendisine vereceğinin sözünü vermişti; ama ne olduysa Tuğ, Mumcu’nun karşısına bir gün istediği belgeyi bulamadığını söyleyerek çıkmıştı.

SAVAMA işin içerisinde

MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, Başbakanlık İstihbarat Koordinasyon Makamı’na yazdığı bir Rapor’da Uğur Mumcu Suiskastı ile ilgili olarak sunduğu açıklamalardan bir kaçı şöyle: Suikasttan İran İstihbarat Bakanlığı SAVAMA’nın bazı kadrolarının kullanıldığı ve İran İstihbarat Bakanlığı’na bağlı elemanlar, ABD istihbaratı ile organize biçimde çalıştığı öğrenildi. Suikastle ilgili durulması gereken örgüt İran’da bir illegal örgüt. İran Savunma Bakanlığı’nın İngilizce baş harflerinden oluşan “Ministry Of Defance” (MOD) olduğu belirlendi. İran İstihbarat Bakanlığı’ndan “SAVAMA” ile MOD ortaklaşa karanlık işler yapıyor.

İsrail üzerinde yoğunlaşan bulgular

1992 yılında Mumcu, İsrail’in Barzani’ye 50 milyon dolar para verdiğini ortaya koymuştu. Bunun üzerine İsrail Büyükelçiliği’nden telefonla aranarak elçinin kendisi ile tanışmak istediği bildirilmiş ve dışarıda yemeğe davet edilmişti. Mumcu’nun eşinin bu davete kabul edilmemesinin sebebi ise şüphe uyandıracak başka bir nokta.

Murat Demir ve Murat İpek, 28 Şubat sürecinin ardından Deniz kuvvetleri Komutanlığı içine, “köstebek” yerleştirmekten yargılanan Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkan Vekili Hanefi Avcı tarafından istihdam edilmişlerdi. Bu kişiler Mumcu cinayetiyle ilgili olarak Kuzey Irak kökenli bir Kürt olan Velit Hüseyin’in ismini ortaya koydular. Deneyimli bir bomba uzmanıydı. Mumcu’nun dışında kaç kişiyi de havaya uçurduğu ise sorulan sorular arasında. Velit Hüseyin, 1 Mart 1998 yılında Silopi’de öldürüldü(?) Bundan dolayı bu olayın üzerine gidilemedi.

İran neden Suikast yapsın?

Uğur Mumcu’ya suikastın yapıldığı gün Amerikan ambargosu altında ezilen ve İran’dan gelen bir heyet Türkiye ile 25 milyar dolarlık bir anlaşma imzalayacaklardı. Bu durumu da göz önünde bulundurursak suikastın İran tarafından gerçekleştirilme olasılığı da azalıyor.

Böyle bir ifadeyi kullanmaya yeltenen onursuzlar ise kendilerini İslami bir karaktere büründürenlerdir. İfadenin tam metni şu: “Uğur Mumcu, İslami Kurtuluş Örgütü adına cezalandırılmıştır!” Cumhuriyet gazetesine gelen telefon böyle.

Soruyoruz. Bir çok karanlığı aydınlığa kavuşturan, mafya devlet ikilisi arasında delilleri ortaya koyan, öldürülmeden önce kürt sorunu üzerinde yoğunlaşan bu gazetecinin neden bir koruması yoktu? Hem de ülkemizde anayasal düzeni yıkmak isteyen, Atatürk’ün fikirlerine ve ideolojilerine düşman olan, onun ilkelerinden biri olan Laiklik kavramını ortadan kaldırıp yerine şeriat düzeni getirmek isteyen, hakkında soruşturma açıldığı halde yargılanamayan, tedavi amaçlı yurt dışına gittiğini ifade ederek yargıdan kaçan, ülkede bir çok devlet kurumunda örgütlenerek ilerde büyük bir kaos oluşturmak isteyen, yeşil sermayeyi kullanarak bir çok alt yapı oluşturan, medeniyetten nasibini almamış çağdaşlık adına hiçbir belirtisi bulunmayan, geçmişte ayaklar altında ezilerek yıkılan saltanat ve hilafetin özlemi içerisinde yanıp tutuşan bir Hoca efendinin bir koruması varken. Neden soruyoruz. Mumcu’nun neden yoktu? Onu neden belinde silah taşıyan biri haline soktunuz? Neden?

“Güldal, galiba bunlar beni öldürecek...”

Uğur Mumcu’nun o dönemde endişeleri git gide artıyordu. Gazete satırlarında Mumcu bir gün şu satırları okuyacaktı: “Herkes maskesini çıkarsın, yoksa yüzlerindeki maskeleri biz yırtacağız. Biz yırtmasak bile Kürt halkının dinamiği yırtacak. Herkesin notu, karnesi belli olmuştur. Kürt düşmanlığı yapmamak bile bir namus ölçüsüdür.”

Ayrıca Mumcu o dönemde aynı ifadeyi İlhan Selçuk’a da kullanıyordu. “İlhan abi bunlar bizi öldürecekler”

Uğur Mumcu uykusunda kötü bir kabus görür. Hemen eşine gördüğü şeyi anlatır:

“Bir rüya gördüm Güldal. Korkunç bir patlama oluyor. Bu patlama sonrasında bacaklarım yok oluyor. Bedenimin bu halini yukardan seyrettim.”

Yazının başında da ifade ettiğim gibi sizlere bazı şeyleri hatırlatarak bir soru soracağım. Sıkı durun bu sorudan sonra Uğur Mumcu’nun katilini bulacağız.

Hazır mısınız? Soruyorum o halde. Sizce Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? Bu sorunun içerisinde sizler boğuşurken Mumcu’nun şu sözlerini de aklınızdan çıkarmayın. Sinmişti halk. Korkuyordu. İşkence haberleri öylesine ürkütücüydü ki...”

http://www.turksolu.com.tr/48/aydemir48.htm



İşte ABD-AKP Planı Irak’ta Federasyon = Türkiye’de Federasyon,

İşte ABD-AKP Planı Irak’ta Federasyon =  Türkiye’de Federasyon,




ABD’nin Irak işgali öncesinde gerçek hedefinin Saddam’ı devirmek değil kukla Kürt devletinin kurmak olduğunu söylemiştik. Aradan geçen bir yıllık süre ne yazık ki bu tespitin doğrulandığını gösteriyor. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunacağını, ABD’nin Saddam’ı devirip demokratik Irak’ı inşaa ettikten sonra bölgeden çekileceği yolundaki ABD propagandasının da büyük bir yalan olduğu böylelikle ortaya çıkmış oluyor. 

Şimdi Irak’ta nasıl bir federatif yapının oluşturulacağı tartışılıyor. Irak kaç parçaya bölünecek, merkezi bir otoritenin denetiminde federal bir yapı mı kurulacak yoksa etnik ve dinsel temellere dayalı parçalı bir yapılanmaya mı gidilecek? 



Bütün bu soruların cevaplarına geçmeden önce sadece federal Irak üzerinde dönen tartışmanın ve ortalıkta uçuşan bütün bu soruların gösterdiği bir gerçeği tespit etmek gerek: ABD müdahale ettiği bölgelerde de istikrarsızlıktan başka bir sonuç elde edemiyor. Afganistan saldırısının ardından yaşananları tek kelimeyle özetlersek;kaos. Irak bu gerçeğin en son halkası. 

Irak’ta ABD karşıtı direniş artarak sürüyor. Ancak ABD açısından asıl tehlike Iraklıların direnişi değil. ABD Irak işgalinin ardından bölge ülkelerinin büyük tepkisiyle karşı karşıya kalmış durumda. ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü hiçe sayarak kukla Kürt devleti planını hayata geçirmesi başta İran ve Suriye olmak üzere bütün Arap dünyasında ABD’ye yönelik büyük bir tepkinin ortaya çıkmasına yol açtı. 


Bu tepki Ortadoğu’yu ABD açısından tam bir cehenneme çevirecek sürecin ilk adımı. Kukla Kürt devletinin kurulmasıyla birlikte Ortadoğu’daki ABD karşıtlığının bir savaşa dönüşmesi kaçınılmaz görülüyor. 

ABD Ortadoğu’da batağa saplandığında Vietnam’daki hezimeti mumla arayacak ancak artık bu süreci geri çevirmek için artık çok geç. Ortadoğu’da nihai bir çatışmaya doğru son hızla ilerliyoruz. 

Bremer'dan federasyona destek

Irak'a federasyon kararı

Vali, "Federasyon" dedi

Ortadoğu’da anti-Amerikancı cephe: Türkiye-İran-Suriye 



Kukla Kürt devletinin yarattığı tehlikenin aslında bütün Ortadoğu coğrafyasını paramparça edeceği gerçeği bölge ülkeleri tarafından çok açık olarak görülmüş durumda. 

Son bir aylık gelişmelere bakıldığında ABD açısından hiç de istenilir olmayan bir ittifak arayışının ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. Türkiye, Suriye ve İran arasında uzun süreden beri görülen yakınlaşma kukla Kürt devletinin artık açıkça telaffuz edildiği bir dönemde antiAmerikan bir cephe olarak ortaya çıkıyor. 

ABD hâlâ Türkiye’yi sömürgeci emellerini gerçekleştirebileceği bir üs, bir cephe ülkesi olarak görmeye devam etsin, bölge gerçekleri ve Türkiye’nin ulusal güvenlik ihtiyaçları ABD’nin “stratejik düşman” olduğunu dayatıyor. 

Yalnızca Türkiye de değil, ABD’nin şer ekseninde yer alan İran ve Suriye de Türkiye’nin ABD ile uzlaşmaz çıkarları olduğunu görüyorlar ve bu çıkar çatışması sonucunda Türkiye ile ABD’nin karşı karşıya geleceğini gördükleri için bir ittifak arayışına yöneliyorlarlar. 



Öyle ki Suriye tarihinde ilk kez devlet başkanı düzeyinde Türkiye’yi ziyaret ederek Türkiye ile ikili antlaşmalara imza atıyor. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Türkiye ziyaretinde Türkiye ile aralarında yaşanan sorunların artık çözüldüğünü söylüyor. 

Suriye, Esad’ın ağzından “milli dava” olarak gördüğü Hatay’ın Türk toprağı olduğunu kabul ediyor. Yine Apo’nun yakalanmasının ardından başlayan Türkiye-Suriye yakınlaşmasının ilk adımı olan Adana Mutabakatı’nın önemli maddelerinden biri olan PKK tehlikesine karşı Türkiye ile işbirliğini daha da geliştirmeyi taahhüt ediyor. 

İran Dışişleri Bakanı Harrazi de aynı şekilde PKK terörü ile mücadelede Türkiye’nin yanında oldukları mesajını veriyor. 



Suriye ve İran’ın Türkiye ile olan görüşmelerinde verdikleri esas mesajsa Irak’ın toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini parçalayacak federasyon planlarına ve özellikle kukla Kürt devletine izin verilmeyeceği. Bölge ülkeleri bir yana Türkiye’yi ziyaret eden Irak’taki Şiilerin lideri El-Hakim de Kürt devletine karşı olduklarını söyleyerek Türkiye’nin sürece müdahil olması çağrısında bulunuyor. 

Dolayısıyla ABD ve Kürt aşiretlerinin bütün bu tepkiler karşısında alacakları tavrı beklemek gerekecek. Ancak ABD şer ekseni içinde tarif ettiği Suriye’yi geçtiğimiz hafta içinde açıkça hedef gösterdi ve Suriye’ye saldırı tehdidinde bulundu. Bu tehdidin tam da Esad’ın ziyareti sırasında yapılması elbette tesadüf değil. 

Yalnız Suriye ve İran değil, Pentagon eski danışmanı Richard Perle’nin açıklamalarına göre ABD ile yollarını ayırma noktasına gelen Suudi Arabistan’ın da ABD tarafından vurulması an meselesi. 

Bu da gösteriyor ki, Türkiye en ufak bir karşı çıkışta ve uygun koşullarda zaten dahil olduğu şer eksenine resmen adını yazdırabilir. 

Federal Irak, Türkiye’yi ve bütün Ortadoğu’yu parçalayacak 

Özkök uyardıABD ile karşı karşıya gelme gibi “en kötü” seçenekle karşı karşıya kalan Türkiye, Suriye ve İran’ın açıkça ABD planına karşı olduklarını açıklamaları ve üstelik bu planları boşa çıkartmak için biraraya gelmeleri her üç ülkenin de Irak’ın parçalanmasının doğuracağı sonuçları düzgün tahlil ettiklerinin göstergesi. 

Türkiye daha ABD Irak’ı işgal etmeden önce Irak’ta kurulacak bir Kürt devletini savaş nedeni olarak kabul edeceğini söylemişti. İran ve Suriye de aynı şekilde Irak saldırısına karşı çıkarak ABD’ye tavır almışlar ve Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik her türlü planın karşısında olduklarını söylemişlerdi. Buna rağmen ABD planı istenildiği biçimde uygulandı ve kukla devlet için fiili durum yaratıldı. 

Şimdi Irak’taki direnişin kesilmesi ve Irak’ın parçalanmasının Türkiye açısından yaratacağı fiili durum Türkiye’nin de ikiye bölünmesidir. Kukla Kürt devleti ilk aşamada Irak’ın kuzeyinde bağımsızlık kazanacak ardından da toprak talepleriyle Türkiye’ye doğru genişletilecek. 

Türkiye ayağını PKK’nın oluşturduğu bülücü terörün ABD açısından stratejik önemi de buradan kaynaklanıyor. Dolayısıyla Türkiye iki açıdan bir kıskaca alınıyor: Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani liderliğindeki Kürt devleti ve içerde PKK’nın yoğunlaşan faaliyetleri. 

Bu plan aslında Sevr’le gerçekleştirilmeye çalışılan bağımsız Kürt devleti projesinin yeniden Türkiye’nin önüne konmasından başka bir şey değil. 



Kürt devleti ABD’nin elli yıllık planı 

Türkiye ABD’nin Şer Ekseninde

AKP iktidarı 1. tezkere ile başaramadığı Türkiye’yi bir ABD üssüne çevirme görevini yine Anayasayı ve devlet politikasını çiğneyerek yerine getiriyor. ABD basınına yansıyan bir haberle birlikte AKP’nin 120 bin ABD askerinin Türkiye üzerinden geçeceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Olay Türk basınını ancak askeri sevkiyat başladıktan sonra yansıyabiliyor. 

Zira AKP aslında Meclis kararı gereken bu durumu anayasayı çiğneyerek ve gizlice uygulamaya koyuyor. 

İncirlik üssü ile de yetinmeyen ABD yine birinci tezkere döreminde gündeme getirdiği Eskişehir, Konya Trabzon, İstanbul gibi merkezlerde de askeri üs kurma isteğini bir kez daha Türkiye’ye dayatıyor. İncirlik üssü bir yana ama İstanbul ya da Trabzon’daki bir üssün Irak ya da Suriye’ye saldırı için kullanılmasının imkanı yok. O halde niçin bu şehirlere sorusu herkesin kafasını kurcalıyor. Oysa durum oldukça net. Birincisi ABD Türkiye’yi bölgedeki askeri üslerinden biri haline getirmek istiyor. Tıpkı Gürcistan gibi. Gürcistan’da ABD işbirlikçisi Şevardnadze ABD tarafındanr sırf bu görevi istenildiği hızda yapmadığı için bir sivil darbeyle iktidardan indirildi ve yerine daha koyu Amerikancı bir iktidar geçirildi. 

Türkiye’de aynı süreci 3 Kasım seçimleri öncesinde DSP-MHP hükümetinin iktidardan indirildiği darbe döneminde yaşamıştık. 
Bu darbenin sonucunda Türkiye tarihinin en Amerikancı iktidarı AKP, tek başına iktidara taşınmıştı. 
Irak işgali sonrasında yaşananlar bir savaş hükümeti rölü biçilen AKP’nin bu rolü oynamada ne derece hevesli ve başarılı olduğunu ortaya koydu. 

İncirliğin istediği biçimde kullanma yetkisini alan ABD’nin esas amacı bölgedeki operasyonlarını buradan yönlendirmekten çok Türk Ordusu ’nun olası bir müdahalesinin önüne geçmek. Ancak ABD planının bundan çok daha büyük amaçları olduğu da ortada. İstanbul’dan Trabzon’a bir çok ilde kurulması planlanan ABD üsleriyle ABD’nin şer ekseni içinde parçalanacak bir ülke olarak yeralan Türkiye fiilen işgal edilmiş oluyor, üstelik tek bir kurşun atmadan. Bu ABD’nin AKP’ye seçim öncesinden beri süren büyük desteğini anlamamızı böylelikle daha da kolaylaştırı yor. Türkiye bizzat iktidardaki ihanet şebekesi tarafından ABD’ye teslim ediliyor. 
Bu andan itibaren Türk devletinin bağımsızılığının tek güvencesi olan Türk Ordusu’nun alacağı tavır Türkiye’nin bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğini gösterecek. Türk milleti Türk Ordusu’nun alacağı tavrı bekliyor. 

Barzani ve Talabani Federal Irak içinde temsille yetinmeyip özerk bir Kürt devleti için anlaşmış durumdalar. Buna rağmen hâlâ Irak’ta federasyon kurulmayacağını ya da ABD’nin Kürt devletinin kurulmasını istemediğini iddia eden stratejik analizler de yok değil. 

Amerikan kaynaklı bu propaganda şu an varolan fiili durumla taban tabana zıt olması bir yana tarihsel gerçeklerle de uyuşmuyor. Kürt devleti Irak işgalinin ardından ortaya çıkan fiili durumun yarattığı bir gelişme değil. ABD elli yılı aşkın bir süredir Ortadoğu’yu kontrolü altında tutmasını sağlayacak bir Kürt devletinin hesabı içinde. Barzani ve Talabani aşiretleri Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte ABD ve İngiltere’nin kışkırtmalarıyla bir çok defa bağımsızlık talebiyle ayaklandılar. 

Bu sürecin Türkiye içindeki en bariz yansımalarını ise Özal döneminde yaşamıştık. Özal dönemi Federasyon tartışmalarının Türkiye gündemine ilk defa ciddi biçimde girmesine yol açmıştı. Tabii bu parlak fikri Özal’a verenin ABD olduğunu söylemeye gerek yok. 

PKK terörünün Özal döneminde büyük bir yükseliş kaydetmesi Körfez Savaşı’nın ardından Türkiye’ye yerleşen Çekiç Güç’ün marifetidir. Çekiç Güç PKK’ya silah ve eğitim desteği sağlayarak sonuçta Türk devletini büyük ölçüde zayıf düşüren PKK terörünün mimarıdır. 

ABD işbirlikçisi Özal iktidarı içerde PKK’nın önünü açarken Barzani ve Talabani gibi iki aşiret ağasını devlet protokolüne alarak ve kırmızı pasaportla ödüllendirerek ABD planının sorunsuz işlemesi için büyük çaba harcadı. Sonuçta kırmızı pasaport verilip muhattap kabul edilen Barzani ve Talabani bugün Türkiye’nin kırmızı çizgilerini delik deşik ediyor. Kukla Kürt devleti Türkiye’deki bu Amerikancı siyasetin armağanıdır. 

Özal’ın bıraktığı yerden devam eden AKP iktidarı da birinci tezkere sürecinde işbirlikçiliğin yeni bir örneğini sergileyerek Türk Ordusu’nu tasfiye etme ve Türkiye’yi bir Amerikan üssüne çevirme rolünü başarıyla uyguladı. Türkiye’nin bütün savunma olanakları ve Türk Ordusu’nun caydırıcı gücü bertaraf edilerek ABD’nin en büyük korkusu olan Türk Ordusu’nun Kürt devletine müdahale seçeneği ortadan kaldırıldı. 

ABD’nin Ortadoğu’daki tek dayanağı Kürt işbirlikçiliği 

ABD’nin Sevr döneminden beri desteklediği iki unsur bulunuyor: Ermeniler ve Kürtler. Bağımsız Ermenistan ve Kürdistan planları da bu nedenle ABD için o tarihten beri vazgeçilmez önemde. Barzani ve Talabani’nin Irak’ın uluslaşma sürecini kesintiye uğratacak ve Irak’ı parçalayacak ABD politikalarına taşeron olarak seçilmesi de gösteriyor ki, ABD önümüzdeki dönemde de Kürt işbirlikçiliği üzerinden bir Ortadoğu kuşatması yürütecek. Türkiye’de bu kuşatmanın dayanağı ise PKK’nın Kürt ayrılıkçığı olarak konulabilir. 

ABD bölgede Araplara ve özellikle Türklere güvenmiyor. Türkmenler en başından beri ABD’nin inisiyatifiyle bütün gelişmelerin ve karar alma süreçlerinin dışında bırakıldılar. ABD Irak’ta çoğunluğu Arapların oluşturmasına rağmen Kürtlere yönetimde daha fazla ağırlık vermek istiyor. Türkmenler de biraz geç de olsa ABD’nin niyetini anlamış durumdalar ve ilk kez ABD karşıtı açıklamalarda bulunup silaha sarılıyorlar. Zira süreç Türkmenlerin kendi vatanlarında katledilmelerine kadar vardı. 

Türkiye ise ABD açısından her zaman stratejik düşman olarak görüldü. Bütün Amerikancı iktidarlara rağmen Türk Ordusu’nun direnişi ABD açısından Türkiye’yi güvenilmez kılıyor. ABD’nin korkulu rüyası ise anti-Amerikan yönelimli bir Türk-Arap birliği. İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-Arap ilişkisini bozmayı amaçlayan Lawrence planı tam da bu birlikteliğin yarattığı korkuya dayanıyordu. ABD’nin ikinci Lawrence planı da Kürtleri kollama ve Türk-Arap birliğini engellemek için devreye konuyor. Etnik kışkırtma Ortadoğu’daki emperyalist politikaların temel hedefi. 

Irak’ı parçalayan etnik ve dinsel bölünme planı Türkiye’de de işletiliyor 

Irak saldırısının bir sonucu olarak ortaya çıkan kukla Kürt devleti Irak’taki etnik ve dinsel bölünme operasyonuyla birlikte yürütüldü. Yalnız Irak değil bütün Arap dünyası ABD tarafından yıllardır, büyük bir özenle yürütülen bu etnik ve dinsel parçalama operasyonlarının yarattığı kargaşayla mücadele ediyor. 

Arap dünyasının son elli yılı ABD destekli Kürt ayaklanmalarıyla geçti. Yine bölgedeki Sünni-Şii çatışması üzerinden çıkartılan ve sekiz yıl boyunca bütün Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İran-Irak Savaşı da ABD tarafından kışkırtıldı. Arap dünyasında yaşanan uluslaşma sürecinin güçsüzlüğü ile birleşen emperyalizmin etnik-dinsel bölünme politikası Ortadoğu’nun antiemperyalist bir direnişe girişmesini de büyük ölçüde zora soktu. Sonuçta milliyetçiliğin gelişmediği ya da güçsüz kaldığı bir ülkenin topyekûn bir ulusal direniş sergilemesi pek de mümkün değil. 

Türkiye açısından da benzer bir durumun ABD ve AB emperyalizmi tarafından yaratılmaya çalışıldığını biliyoruz. Irak’ta başarıya ulaşan etnik bölünme senaryosu Kurtuluş Savaşı günlerinden beri, Türkiye için de uygulanıyor. 

Türkiye’de etnik bölünme Lozan’daki azınlık tanımının yok sayılarak bir Kürt azınlık yaratma politikası olarak ortaya çıktı. 

Gerek ABD gerekse de AB, PKK terörünü destekleyerek bir Türk-Kürt ayrışması yaratmak için özellikle son yirmi yıldır muazzam bir çaba içindeler. 

PKK’nın terör gücünün Türk Ordusu tarafından kırılmasının ardından bu kez de siyasallaşma stratejisi yine ABD ve AB merkezlerinde planlanarak PKK’nın önüne kondu. 

Bundan sonraki süreci ise yakından biliyoruz. Demokratikleşme kisvesiyle bizzat Türk devletinin yasama organı olan TBMM kararlarıyla kabul ettirilen Kürtçe eğitim ve Kürtçe yayın ile Türk kimliğinin yokedilmesinin yolu açıldı. Pontusçuluk, Lazcılık, Çerkezcilik, Gürcülük gibi henüz tam olarak istenilen kıvama getirilemeyen etnik sorunların da ilerleyen dönemde kaşınacağını söylemek hiç de zor değil. 

Kürt kimliği yaratma üzerinden yürüyen etnik bölünmenin yanında Alevi-Sünni ayrımcılığı da ABD ve AB’nin uzunca süredir ilgilendikleri bir başka alan. 

Federal Irak: Federal Türkiye 

Etnik ve dinsel kimliklerin milli kimliğin yerine konduğu bir ülkede ulus devlet yapısı da doğal olarak ortadan kaldırılmış oluyor. Bu noktada emperyalizmin çok parçalı ve özerk eyalet sistemi ulus devletin alternatifi oluyor. Bunu emperyalist böl-yönet politikası olarak da okuyabiliriz. 

Şimdi bu böl-yönet taktiğinin Türkiye için de uygulandığını görüyoruz. Irak’ta federasyona giden sürecin aynısı Türkiye’de de uygulamada. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde AKP’nin hazırladığı Kamu Yönetimi Reformu Türkiye’nin Anayasal düzeninin, milli devlet vasfının ve Türk kimliğinin yokedildiği ve Türkiye’nin Osmanlı “millet” modeline geri döndürüldüğü bir sürecin önemli ayaklarından birisi. 

Bürokratik devletin hantal yapısını kaldırıp hızlı hizmet sunma gibi masum argümanlara dayanarak hazırlanan kamu yönetimi reformuyla merkezi otoritenin etkisi neredeyse sıfıra indirgeniyor ve bütün yönetim yetkisi mahalli idarelere devrediliyor. 

Ekonomi, milli eğitim, sağlık, tarım, ulaştırma gibi pek çok bakanlığın tasfiyesi ve yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesi üniter devlet yapısının yok edilmesinden başka bir şey değil. Yerel yönetimlerin yetkilerinin üst düzeye çıkartılması mezhepçilik ve bölücülüğün önünü açıyor. İlk bakışta iyi niyetli bir reform olarak görünse de bunun yaratacağı sonuçların Cumhuriyet’in tasfiyesi olduğunu görmek gerekli. Etnik kimlik ve cemaat-tarikat ilişkilerinin siyaset üzerindeki etkisi düşünülürse ortaya çıkacak durumun vehameti daha iyi anlaşılabilir. 

Bu tasarıyla Türkiye’ye açıkça ABD eyalet sistemi dayatılıyor. Türk devleti eyaletlere bölünerek parçalanıyor. Ortadoğu’da rahatça kontrol altında tutulabilecek ve askeri üs olarak kullanılabilecek zayıf ve onlarca parçaya ayrılmış bir Türkiye Federasyonu. 

Türkiye’ye uygulanmak istenen senaryo bu. 

İçerdeki ihanet: AKP-PKK 

Yaklaşan yerel seçimlerle birlikte düşünüldüğünde kamu reformu diye sunulan tasarının aslında etnik ve dinsel temelli bir parçalanma planı olduğu rahatlıkla görülebilir. 

Yerel seçimlerde AKP ve DEHAP’ın önemli ölçüde belediye başkanlığını kazanacağına kesin gözüyle bakılıyor. Terör örgütü PKK’da aylardır yerel seçimlere yönelik önemli hazırlıklar içinde. 

Dolayısıyla Meclis’ten bu haliyle geçmesi halinde kamu reformu diye sunulan düzenleme PKK’nın kontrolündeki belediyelerin tamamen Türk devletinin denetiminin dışında kalmasını sağlamış oluyor. 

Ancak sorun sadece PKK’lı belediyelerin denetlenememesi de değil. Güneydoğu başta olmak üzeri Doğu Anadolu ve Mersin, Adana gibi büyük illerde belediye seçimlerin kazanmayı amaçlayan PKK, BM ve NATO gibi uluslararası örgütlere müdahale çağrısında bulunarak Kürt nüfusun bu bölgelerde çoğunlukta olduğunu ve baskı altında tutulduğu gerekçesiyle ayrılma hakkı talep edecek. CIA ve PKK arasında Kandil Dağı’nda yapılan gizli görüşmede yerel seçimler ve sonrasında izlenecek strateji belirlenmişti. 

Yugoslavya ve Balkanlar örneği ve ABD ve AB’nin Türkiye parçalama niyetleri de düşünüldüğünde uluslararası emperyalist örgütlerin müdahalesi bizi şaşırtmamalı. 

Tayyip’in iktidara gelmesinin ardından ortaya attığı tartışmalara baktığımızda AKP’nin Türk devletini yok etme senaryolarını nasıl sinsice uygulamaya koyduğunu görebiliriz. 

Tayyip bir yılda önümüze neler koydu? 

1.Başkanlık sistemine geçiş: Tayyip’in halife olarak Çankaya’ya oturmasının yolu açılıyor. 

2. Türkiyelilik kavramı: Türk kimliği yok edilerek milli devletin temeli olan millet yok ediliyor. 

3. Uyum yasaları, İkiz yasalar, Eve Dönüş Yasası: Şeriatçı ve bölücü terör serbest bırakılıyor. Etnik ve dinsel bölünme süreci hızlandırılıyor. 

4. Kamu Yönetimi Reform Tasarısı: Milli devlet ve Anayasal düzen ortadan kaldırılıyor. 

5. Sivilleşme: Türk Ordusu tasfiye edilerek Türkiye’nin direnme olanakları yok ediliyor. 

Bütün bunlardan sonra AKP’nin son dönem İran ve Suriye temaslarıyla Kürt devletine karşı çıkan tavrının inandırıcılıktan ve gerçeklikten uzak, tam bir yalpalama ve kıvırtma siyaseti olduğunu söyleyebiliriz. 

Bunun ilk örneğini birinci tezkere krizinde yaşadık. AKP hem ABD’nin üs isteklerini geri çevirir göründü ama hemen arkasından da ikinci tezkereyi kabul ederek ABD’ye istediğini verdi. 

Şimdi kukla Kürt devleti tehlikesine dikkat çekmesi ise iki nedenle inandırıcı değil. Birincisi, AKP madem bunun Türkiye’yi de parçalayacak bir sürecin önünü açacağını düşünüyor dışarıda Kürt devleti tehlikesini karşı çıkarken içerde Türkiye’yi parçalayacak kamu yönetimi reformu ve uyum yasalarından eve dönüş yasalarına kadar bölücü düzenlemeleri neden ardarda hayata geçiriyor? 

İkincisi, AKP’nin bu tavrı aslında Türkiye’nin devlet politikasının dillendirilmesinden başka bir şey değil. Ancak aynı AKP Kıbrıs başta omak üzere bütün dış politik gelişmelerde Türkiye’nin devlet politikasının tam zıddı bir politik çizgi izliyor. 

Tayyip, Genelkurmay Başkanı ile yaptığı görüşmeden sonra Türk Ordusu’nun kesin tutumu karşısında kukla Kürt devletine izin verilmeyeceğini söylüyor. Dolayısıyla ABD planına asıl direnen gücün Türk Ordusu olduğu ortaya çıkıyor. Oysa AKP Türk Ordusu ile birlikte ABD planına karşı çıkmak yerine Türk Ordusu’nu tasfiye etmeye çalışıyor. 

Bir başka önemli nokta da ABD’nin Ortadoğu’da oluşan büyük tepkiye rağmen kısa dönemde Barzani ve Talabani’ye açık destek vermeye devam edip etmeyeceğinin belirsiz oluşu. Bu da AKP’nin rahat hareket etmesine olanak tanıyor. 

Kerkük’ten Diyarbakır’a Türklere sürgün, tehcir, katliam 

Türkiye’nin bölünme ve parçalanma süreci aynı zamanda Türk varlığının da ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Türkiye’den kopartılacak bölgelerdeki Türk varlığı sürgün, tehcir ve katliamlarla karşı karşıya. Bunun en bariz örneğini Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinden biliyoruz. Irak’taki Türkmen soydaşlarımıza yönelen ve gittikçe artan katliamlar ise tehdidin boyutlarını sergiliyor. 

Talabani’nin yardımcısı Behram Salih bin yıllık Türk kenti Kerkük’ün Kürt kenti olduğunu söylemekle kalmıyor istenirse referanduma gidelim diyerek tehdit savuruyor. Salih’in bu açıklaması ışığında baktığımızıda Bağdat’ın ABD tarafından işgal edilmesinin ardından apar topar Kerkük’e girerek tapu ve nüfus kayıtlarını yok eden peşmergelerin Türk varlığını ortadan kaldırma niyetlerini görmemiz daha da kolaylaşıyor. 

Kerkük’te Türkmenlerin karşı karşıya kaldığı katliam yarın Diyarbakır’dan İstanbul’a uzanacak gelişmelerin habercisidir. Türkler kendi vatanlarından sürülme ve katledilme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Genelkurmay Başkanı Özkök, Annan planı tartışmaları sırasında “Türkler Anadolu’ya hapsedilmek isteniyor” demişti. Bunun gerçek fakat eksik bir tesbit olduğunu söylemiştik: Türkler Anadolu’dan atılmak isteniyor. Ölü ya da diri. 

ABD’nin Kafkas hattını yıkmak için kukla Kürt devletini yıkmalıyız 

Bu noktada Türk varlığını ve Türk devletinin bağımsızlığını koruyacak bir ulusal güvenlik anlayışının bir an önce uygulanması gerek. Ancak AKP ve ABD’nin kuşatma planları anlaşılmadan gerçekleştirilecek her stratejinnin de başarısızlığa mahkum olduğunu bilmeliyiz. 

ABD’nin Ortadoğu planı, İsrail-Ermenistan-Gürcistan-kukla Kürt devleti eksenli yeni bir Kafkas hattı oluşturmak. Gürcistan’da yaşanan sivil darbe süreci ve Türkiye’deki 3 Kasım seçimleri bu hattı oluşturma arayışlarının aşamalarıydı. ABD bu süreçte AKP üzerinden bir kuşatma stratejisiyle Türk Ordusu’na diz çöktürmeye çalıştı. 

Süleymaniye ve Kerkük’te yaşananlar ve özellikle Türk askerinin başına çuval geçirme tertibi Türk milletinin ve Türk Ordusu’nun savaşma azmini kırmaya yönelikti. İkinci tezkere de aslında sırf Türk Ordusu’nu ABD karşısında güçsüz durumda bırakmak için çıkartıldı. Zaten tezkere çıkmasına rağmen tezkerenin öngördüğü imkanların hiçbirisi ABD tarafından kullanılmadı. Çünkü amaç Türk Ordusu’nun bu konudaki karşı çıkışını yok etmekti, başarıldı da. 

Bu süreci engellemeden Türkiye’nin parçalanmasını engellemek mümkün değil. Bunun için Türkiye’nin bir an önce içerde AKP kuşatmasını dışarda da kukla Kürt devletini ve ABD kuşatmasını parçalaması gerek. 

Kukla Kürt devletine yapılacak müdahale bu yolda iyi bir başlangıç olacaktır. Arkasından AKP ve ABD kuşatmasını karşılamak daha da kolaylaşacaktır. 

Arap ülkeleriyle dayanışma Türkiye açısından önemli bir seçenektir. Türkiye Filistin-İran-Suriye eksenli bir ittifakın öncülüğünü yapmalıdır. 

Irak’taki gelişmeler öninde sonunda bir Türk-Amerikan savaşını gündeme getirecektir. Türk Ordusu’nun savaş yeteneğininin İran ve Suriye ile birleşmesi ABD’nin savaşmayı göze alamayacağı bir gücün yaratılması demektir. 

Türkiye artık en kötü seçenekle karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu görmeli ve süngünün ucunu göstermelidir. Süngü göstermeye cesaret edemeyenlerin savunacak bir vatanları da kalmamış demektir. 


31 Mart 2018 Cumartesi

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 8

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 8


2004 yılındaki son genişlemesinden sonra AB, yakın gelecekte Avrupa
coğrafyasında, ekonomik, siyasal ve askeri birlik bazında bütünleşecek dev bir
sanayi ve bilgi toplumuna doğru yol almaktaydı. AB’nin Barents Denizi,
Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’le çevrelenen merkezi bir coğrafyada
yerleşik, yarım milyar nüfusa, ABD’nin üstünde bir milli hasılaya ve ticaret
hacmine sahip olması bekleniyordu. Böylece Avrasya’da bugüne kadar
kurulmuş olan tüm dengeler değişecekti. Bu durumda AB dışında kalan
Türkiye, yüzünü doğuya dönmek zorunda kalacak ve üçüncü dünya ülkesi olma
yoluna girecekti.176

Ekonomik gelişmişlik ve büyüme hızında 1960’lı yıllarda aynı düzeyde
olduğu Portekiz ve İspanya’nın çok gerisinde kalan Türkiye ile bu ülkeler
arasındaki makas açılmaya devam edecekti. 2004 yılında dünya ticareti,
ekonomist Peter Drucker’in söylemiyle; AB, ABD liderliğindeki NAFTA ile
Doğu Asya olmak üzere üç kutuplu bir bloklaşmaya doğru gitmekteydi.177 Söz
konusu üç blok dünya ekonomisinin %84’üne hakim durumdaydı. Bu bakımdan
kalan %20’lik bölüme mahkûm olmamak için Türkiye'nin bu üç bloğun en
büyüğü olan AB ile entegrasyonunu tamamlaması sürdürülebilir ekonomik
büyüme için hayati önemdeydi.

Ayrıca, akamete uğramamış üyelik süreci, Türkiye’yi dış politikanın en
uzun erimli hedeflerinden biri olan batılılaşmak ve çağdaşlaşmak hedefine
ulaştıracaktı. Üyelik, modernleşme sürecinde, Cumhuriyetin kurucu felsefesini
ve kurucuların geleceğe bakışını doğrulayan kilit bir aşama, aynı zamanda çok
partili demokrasinin istikrarını sağlayan bir sigorta olacaktı. Bu yıllarda küresel
alanda, AB dışında Türkiye'nin dahil olabileceği başka bir ekonomik yapılanma
mevcut değildi. Dünyada üç tane ekonomik birliktelik vardı. Bunlar AB,
NAFTA ve Şangay Beşlisi idi ve Türkiye’nin üye olabileceği tek birlik AB idi.
Güçlü ekonomik grupların dışında kalmak üretimin pazarsız kalması
sonucunu doğuracaktı. Türkiye'nin yer aldığı coğrafyadaki ülkelerin en büyük
ticari ortağı AB idi. Pazar derinliği ve mali güçleri zayıf olan bu ülkeler,
Türkiye’yi AB’ye açılan pencere olarak algılıyorlardı. Ege denizindeki ihtilaf,
Kıbrıs sorunu mülklerle ilgili tazminat davaları AB üyeliği gerçekleştiğinde
kolaylıkla çözülebilecek sorunlardı.178 AB son genişlemesiyle Norveç ile İsveç
hariç tüm Avrupa’yı içine almış olacaktı. Türkiye'nin bu oluşum dışında
kalması, dış politika kurgusunun tüm bileşenlerini olumsuz etkileyecekti.

Üye olunamaması durumunda askeri harcamalar artacağı için zorda olan
ekonomik dengeler sarsılacaktır. Bu durum turizm gelirlerinde düşüşe sebep
olacaktı. Dış borçlanmada kredibilite düşeceğinden daha yüksek faizlerle borç
bulmak zorunda kalınacaktı. Döviz kurlarının dengede tutulması zorlaşacak ve
ekonomik dengeler zora girecekti. Aynı olumsuzluklar KKTC için de geçerli
olacaktı. AB üyesi olan Rumlar ilk fırsatta AB Bakanlar Konseyi’ne başvurarak
adanın Türkiye’den kurtarılmasını isteyebilecekti. AB’nin Türkiye’ye askeri
müdahalede bulunması ihtimal mümkün değildi fakat yaptırımların uygulanacak
olması kuvvetle muhtemeldi

Asaf Savaş Akat 2002 yılında TÜSİAD için hazırladığı raporda, AB
dışında kalınması halinde Türkiye’den çıkan sermayenin giren sermayeden çok
olacağı, bunun doğal sonucu olarak da 2003-2012 yılları arasındaki ortalama
büyümenin en iyi ihtimalle %2.6, GSMH’nin ise bugünkü seviyede, yaklaşık
3.250$ civarında kalacağını hesaplamıştı. Üyelik durumunda ise aynı
dönemdeki büyüme hızının %7.3’e, GSMH’nin ise 9.000$ çıkacağı
hesaplanmıştı.179 Üyelik ile oluşacak ortamı üniter devlet yapısı için riskli
görenler fakirliğin getireceği riskleri gözden kaçırıyorlardı. Bunlara ek olarak
AB ülkelerinde yaşayan yaklaşık 3.5 milyon Türk vatandaşının geleceği ve elde
edilen kazanımları tehlikeye girecekti. Türkiye'nin Birliğe katılması Yunanistan
ve GKRY’nin güvenliğini de garanti edecekti.
AET’nin temellerinin atıldığı ikinci dünya savaşından sonraki yıllarda
Fransa, savaşın mağlubu Almanya’yı Topluluğun içine alarak, baş edemediği
ezeli düşmanını etkisiz hale getirmeyi planlamış ve başarılı olmuştu. Aynı
durum 2004 yılında Yunanistan ve GKRY için de geçerliydi. Hem Yunanistan
hem de GKRY 2004 yılında ve gelecekte, tüm ekonomilerini silahlanmaya
yöneltseler de ezeli düşmanları ile baş etmeleri imkan dahilinde değildi.
Arkalarına almaya çalıştıkları uluslararası toplum, ABD ve AB’nin askeri bir
çatışmada, bizzat Yunanistan’ın yanında çatışmayacağı gerçeğini Yunanlılar da
bilmekteydi. Zaten bu nedenle silahlanmaya bu kadar büyük meblağlarda para
harcanıyordu ve bu durum gelecek yıllarda Yunan ekonomisini iflasa
sürükleyecektir.

xi. Kıbrıs Sorunu’nun Tarihsel Analizi

Kıbrıs sorunu 1990 yılına kadar Türkiye, KKTC, Yunanistan, GKRY
üçgeninde devam eden, süper güç rekabetine konu olan bölgesel bir sorundu.
1990 yılında Rum tarafı AB’ye üyelik için başvuruda bulundu. Böylece sorun,
dış aktörlerin ektin olarak katıldığı, uluslararası bir problem haline geldi.
Rumlar kendi iç kamuoylarında ve uluslararası ortamda, masumu oynamaktadır.
Rum tarafı ve Yunanistan’da Kıbrıs tarihi ile ilgili yazılan tüm kitap ve
metinlerde, tüm olaylardan Türkler ve yabancılar sorumlu gösterilmekte,
Yunan-Rum tarafı haksızlığa uğramış izlenimi verilmektedir. EOKA ve Grivas
hakkında tek kelime olumsuz metin yazılmamaktadır. Makarios’un uygulamaya
koyduğu tedhiş eylemleri, 1963 yılındaki “13 maddelik” metin konusunda
sergilediği tutum, 1963-1974 yılları arasında Türklere karşı uyguladığı
sistematik soykırım, Acheson Çözüm Planlarını çarpıtması, 1968-1978 yılları
arasında gerçekleşen toplumlararası görüşmelerde uzlaşmaz tutumundan
vazgeçmemesi ve çözüm için güç kullanımını yeğlemesi, EOKA-B’nin Grivas
başkanlığındaki katliamları yazılı kaynaklarda yine aynı şekilde yer
almaktadır.180 Tüm anlatılanlardan, Makarios ve Grivas’ın efsane haline
getirilmesinden sonra Rum toplumunun Türklerle anlaşmayı istemesi
zorlaşmaktadır.

Kıbrıs konusunda Türkiye'nin kendi tezlerini işlemesi, karşı tarafı
suçlaması meseleyi hafifsemektir. 1974’te gerçekleştirilen özellikle ikinci
müdahale uluslararası hukuk temelinde yapılmış bir Barış Harekâtıdır. Oysa
uluslararası toplum olayı, egemen ülkede yaşayan bir azınlığın dış müdahale ile
bütünden koparılması ve işgal edilen topraklarda bağımsız devlet haline
getirilmesi olarak kabul etmiştir. Uluslararası ortamda Türkiye ile iyi ilişkileri
olan ve KKTC’yi tanıyacak devletler vardı(r). Fakat tanıma, üçüncü devletlerde
yaşayan azınlıklara dışarıdan yapılacak müdahaleleri yasallaştıracağı için
gerçekleşmemiştir. Örneğin, Türkiye Azerbaycan için Ermenistan’a askeri
ambargo uygularken ve her alanda Azerbaycan’ı desteklerken, Azerbaycan bile
KKTC’yi tanımamaktadır. Çünkü bu tanıma Ermenistan’ın Karabağ işgalini de
tanımak anlamına gelecektir.181 Mesele çok bilinmeyenli bir denklem halini
almıştır. İlk yapılması gereken geçmişte yapılanların değerlendirilmesi ve
yanlışlardan gerekli derslerin çıkarılmasıdır. Bugün AB’nin ve ABD’nin
Kıbrıs’ta taraf olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Girit de aynı işbirliği
çerçevesinde Osmanlı Devleti’nden koparılmıştı. Batı medeniyetinin temellerini
oluşturan yapıda Yunan kültür mirasının temel taşlardan biri olduğu kabul
edilmektedir. Bu durum son iki asırda Yunanistan’a hak etmediği avantajlı bir
pozisyon sağlamış ve çifte standartların dile getirilmeyen gerekçesi olmuştur.
Kıbrıs sorunu çok bilinmeyenli çözümsüz bir denkleme benzetilebilir.
Söz konusu çok bilinmeyenli çözümsüz denklemi çözerken önce çözüme en
yakın bileşenlerden başlanması ve sabit değerli değişmeyenlerle uğraşılarak
vakit geçirilmemesi gerekir. Kıbrıs politikasında bu durum hayatiyet arz
etmekteydi ve halen bu durum değişmemiştir. Denklemin karşı tarafında 1)
GKRY uluslararası ortamda resmen tanınmaktadır ve uluslararası alanda tüm
adayı temsil etmekteydi, 2) Dünya siyasetini yönlendirenler Yunan
hayranıdırlar ve Rumlarla ilgili sorunlarda tarafgir davranmaktaydılar, 3)
Türkiye'nin AB üyeliğinin önündeki en büyük engel Kıbrıs’taki çözümsüzlüktü,
4) Çözümün, çok kısa bir zaman aralığına sıkışmıştı, kum saati Türklerin
aleyhine, Rumların lehine akmaktaydı, 5) GKRY, 2004 Mayısında AB’nin tam
üyesi olmuştu, 6) Kıbrıs ile entegrasyon tehditleri sonuç vermeyecekti, 6)
1974’den sonra oluşan fiili dengenin bir çözüme olduğu gibi dahil edilmesi
mümkün değildi, 7) Çözümsüzlük artık çözüm değildi ve statüko değişmek
zorundaydı.

Rumların değiştiremeyeceği sabit değerli değişmeyenler ise; 1) AB
üyeliği yoluyla Kıbrıs sorununu kendi tezleri doğrultusunda çözmeleri mümkün
olmayacaktı, 2) 1960’da kurulan düzen Rumların ihtirasları neticesinde
yıkılmıştı, 3)1960 öncesine dönmek mümkün değildir, 4) Kıbrıs’ın Kuzey’ine
dönebilme ihtimalleri ortadan kalkacaktır, 5) Türkiye'nin AB’den uzaklaşması
içinde bulundukları güvenli ortamı kırılgan hale getirecektir, 6) Silahlanmaya
daha fazla kaynak ayıracakları için ekonomileri zorlanacak ve fakirleşeceklerdi,
7) En önemlisi hiçbir AB ülkesi askeri Rumlar için Türkiye ile savaşmayacaktı.
Bu nedenle Rumların Türkiye ile askeri alanda baş edebilmeleri öngörülebilir
gelecekte mümkün değildi.

2004 yılında Annan Planı Rumlar tarafından reddedildikten sonra
ulaşılacak her çözüm önemli eksileri beraberinde getirecekti. Çözümün artıları
zamana yayılacağı için eksiler daha fazla hissedilecekti.182 Bu sabit değerler
Yunan dış politikasının artı çarpanı iken Türkiye'nin Kıbrıs politikası açısından
eki çarpanı temsil ediyordu. Tüm bunların yanında, Türkiye’ye bağlı olan ve
Yunanistan’ın artı hanesine yazılan altıncı sabit değer Kıbrıs politikasındaki
tutarsızlıktı. Oysa Rumlar kendi açılarından çok tutarlı bir politika
izlemekteydiler. Şöyle ki; Türkiye 1950’li yıllardan 1974 barış harekâtına kadar
Kıbrıs’ta siyasal temellere dayanan bir federasyon yapısını savunmuştu. Barış
harekâtından sonra bu tezinden vazgeçerek coğrafi temellere (taksime) dayanan
bir federasyon tezini savunmaya başlanmıştır. Rum Kesiminin AB tam üye
adaylığından sonra konfederasyon tezi savunulmaya başlanmış ve son olarak da
Rumların AB üyeliğiyle KKTC ile entegrasyon planları gündeme getirilmiştir.
Bu son tezin uygulanamayacağı 2004 yılında da açıkça belliydi.
Yaklaşık her on yılda bir yeni tez geliştirilerek dört farklı tez
savunulmuştu. Rum kesimi ise tek tez üzerinde, 1960 Antlaşması ile kurulan
düzenin geri gelmesini savunmaya devam etmiş ve tüm politikalarını buna göre
düzenlemiştir. Rumlar, politik bir akıllılık yaparak 1960’ta kurulan düzeni
korumuşlardı ve bu düzen ile AB üyesi olmuşlardır. Örneğin; Rum Kesiminde
resmi dil halen İngiliz’cedir. Rum tarafında tedavülde olan Kıbrıs Lirasının
üzeri üç dilde, İngilizce, Türkçe ve Rumca yazılmaktadır. Resmi televizyonda
ve radyo kuruluşlarında haberler üç dilde yayınlanmaktadır. Aleyhte gelişen
diğer bir konu da, dünyanın hemen her yerine vizesiz gidebilme imkânı veren
ve GKRY tarafından düzenlenen Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almak için
başvuruda bulunan ve çalışmak için her gün Rum tarafına geçen KKTC’li
Türklerin sayısının gün geçtikçe artmasıydı. Güneyde iş imkanları Kuzey’den
daha genişti çünkü 1974 Harekatı’ndan sonra GKRY uluslararası toplum
tarafından tanınmamın vermiş olduğu avantajları kullanarak devlet olmanın tüm
imkan ve imtiyazlarından sonuna kadar faydalanmıştır.183
BM Güvenlik Konseyi’nin 1983 yılında aldığı ve KKTC’nin ilanını
“ayrılıkçı bir deklarasyon” ve hiçbir devleti KKTC’yi tanımamaya davet ettiği
541 sayılı kararı hala yürürlüktedir. Bu kararın yürürlükte olması, KKTC’nin
Türkiye hariç, yakın ilişkide olunan akraba topluluklar dahil hiçbir devlet
tarafından tanınmaması Türkiye'nin ve Denktaş’ın tezlerini zayıflatmakta, kabul
edilebilirliklerini azaltmaktadır. BM Güvenlik Konseyi, 12 Mart 1990 tarih, 649
sayılı kararıyla Türkiye'nin 1974’ten beri savunduğu “iki toplumlu, iki kesimli
federal çözüm” tezini kabul etmiştir.184 Bu karar değerlendirilebilseydi bugün
Kıbrıs konusunda farklı bir konumda olunabilirdi. 1961 yılında AET’ye yönelik
politika gibi, 1974 barış harekâtından sonra tutarlı ve gelecekteki gelişmeleri
öngörebilecek bir Kıbrıs politikası izlenememiştir.

Kıbrıs, Türkiye'nin güney kanadında son derece önemli stratejik bir
konuma sahiptir. Kıbrıs’a sahip olan, Doğu Akdeniz’deki nakliyatı, Suriye,
İsrail sahilleri ile Mersin ve İskenderun limanlarını kontrol edebilir. Ada
Ortadoğu, Hazar bölgelerinden ve Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı
(BTCPBH) vasıtasıyla gelecek olan petrolün sevkinde ve taşınmasında söz
sahibi olabilecekti. GKRY’nin 2004’te AB’ye tam üye olmasıyla AB içinde ve
AB ile NATO arasında ciddi zorluklar çıkacaktı. Yunanistan bu yıllarda,
Girit’te uzun menzilli A-7H uçaklarını konuşlandırdığı hava üssü, Rodos’ta da
askeri havaalanına sahipti. Ayrıca GKRY’de de deniz ve hava üslerine sahipti.
Rumların Kıbrıs’ın tamamına hakim olmaları durumunda, Yunanistan, “Girit-
Rodos-Kıbrıs” adalar zinciriyle Türkiye’yi Ege’den İskenderun Körfezine kadar
uzanan stratejik bir kontrol kuşağıyla kesintisiz biçimde çevreleyecek ve
Anadolu’nun tüm deniz ulaşım yollarını kapatmak imkanına sahip olacaktı.
Denizler ve ikmal hatları Türkiye için hayati öneme sahipti. Türkiye dış
ticaretinin yaklaşık %88’i deniz yoluyla gerçekleştirilmekte ve bu ticaretin en
önemli kalemini petrol oluşturmaktaydı. Sivil stoklar dahil olmak üzere kriz
zamanında maksimum bir aylık stok kullanma kapasitesi mevcuttu ve denizlerin
Yunanistan ve Türkiye düşmanlarınca kontrol edilmesi, istenildiğinde Türk
ekonomisini felce uğratabilecek bir silahtı. Türkiye AB üyesi olduğunda bu
kaygıları ortadan kalkacaktı.

1856 Paris Antlaşması ile Avrupa uluslar topluluğuna kabul edilen
Türklerden Girit koparılmaya çalışılmıştı.185 1908 kasımında Girit Meclisi
Yunanistan’la birleşmeye karar vermiş ve Yunanistan kurulduktan yaklaşık 78
yıl sonra Girit’te Enosis gerçekleştirilmişti. İkinci Enosis sırası Kıbrıs’tadır ve
bu alandaki çalışmalar vakit geçirilmeden uygulamaya konulmuştu. Türkiye
tam üye olmadan, Kıbrıs’ın AB’ye girişi fiili Enosis anlamına gelmekteydi.
Zaten askeri strateji bilimine göre Edremit Körfezinden, Kaş Burnu’na kadar
Türk sahilleri Yunanistan’ın stratejik işgali altındaydı186 
(stratejik işgal ile fiili işgal karıştırılmamalıdır).

Açık denizlerle irtibat Kaş Burnu ile İskenderun Körfezi arasındaki
çizgide yer almaktaydı. Bu irtibatın anahtarı da Kıbrıs Adası idi. Ada
üzerindeki söz hakkının yitimi, açık denizler ile stratejik irtibatın da kaybı
anlamına gelecekti. Tarihi gerçekler, diplomasi ile taçlandırılmayan askeri
zaferlerin ve kazanımların zaman içerisinde erimekte ve bazı durumlarda
kayıplara dönüşmekte olduğunu göstermektedir. Diplomasi askeri zaferlerin artı
çarpanıdır. Diplomasi alanındaki başarısızlık karşı tarafın hanesine artı olarak
yansımakta, bununla doğru orantılı olarak da kazanımlar kayıplara
dönüşebilmektedir. Kıbrıs tarihi bu doğrultuda bir seyir takip etmiştir.


SONUÇ

Kıbrıs sorunu taraflara eşit mesafede ve ilgili devletlerin işbirliği olmadan
çözülebilecek bir sorun değildir. 2004 yılı Nisan ayında gelinen son noktada
Kıbrıs sorunun çözülememiş olmasının sorumluluğu paylaşılmak
durumundadır. Denklemin çözümü, tarafların tek taraflı bir çözüm sağlamaya
muktedir olmadıklarını anlamaları ile mümkündür. Türk tarafı savunduğu temel
tezleri ve vazgeçilemez kırmızıçizgilerini kendi içinde mutabakat sağlayarak
yeniden belirlemelidir. Çözümsüzlük çözüm değildir ve tarihin kum saati
aleyhte akmaktadır.

Dış politikanın içinden geçtiği çalkantılı dönemlerde yapılan yanlışlar,
ihmal edilen sorunlar daha sonra yığılmış olarak tekrar su yüzüne çıkmaktadır.
Sorunları zamana yayarak çözme fırsatı maalesef kaçırılmıştır. Çözümsüzlüğün
tek sorumlusu olarak Yunanistan ve GKRY’i görmek sorunları çözmeyecektir.
AB ve BM, ABD ve Avrupa diğer tüm konularda farklı düşünseler de, Kıbrıs
konusunda toplu halde Rum tezlerini desteklemektedirler. Realist anlayış takip
eden bir durumla karşı karşıya kalınmıştır. AB Kıbrıs çözümünde tarafsız
kalabilseydi, yada eşit bir çözümden yana ağırlığını koyabilseydi, ya Güneye
baskı yaparak KKTC’yi GKRY ile birlikte AB üyeliğine alırlar ya da
Türkiye'nin tam üyeliğinin önünü açar ve Türk tarafının elini rahatlatırlardı. AB
yetkilileri Yunanistan’ın baskısı ile bunun tam tersini yapmayı tercih etmişlerdir.

Türkiye ve Yunanistan geleceklerini Kıbrıs sorunu ile meşgul etmek
istemiyorlarsa Adada çözüme ulaşılması için tüm güçlerini kullanmalıdırlar.
Türk tarafı ödün vermez konumunu yumuşatmalı, Rum tarafı da AB’nin ve
destekçilerinin arkasına sığınarak müzakere etmiş olmak için masaya
oturmaktan vazgeçmeli, adada artık 1974 öncesine dönülemeyeceğini kabul
etmelidir. Kıbrıs’ta çözüm, Türk-Yunan ilişkilerini, Doğu Akdeniz’in
istikrarını, Türk-Amerikan ilişkilerini ve hepsinden önemlisi Ankara-AB
ilişkilerini, Türkiye'nin AB’ye üyelik sürecini etkileyecek ve belirleyecektir.
Avrupalılaşma yolunda ilerleyen Türkiye'nin önüne Kıbrıs gibi hayatiyet arz
eden bir ikilemde seçimde bulunmak dayatılmış durumdadır.
Ankara, (Hükümet ve dış politikanın yapılmasında söz sahibi diğer
aktörler) kum saatinin Türkiye'nin aleyhine aktığını görerek bir çözüme ulaşma
uğraşı vermektedir. Kıbrıs çok bilinmeyenli denkleminde çözüm de kendi
içinde bilinmeyenleri ve sabit değerleri barındırmaktadır. Kıbrıs konusu
yaşayan ve yaşanan bir süreç olduğu için gelecek hakkında öngörüde bulunmak,
özellikle çok bilinmeyenli denklem ortamında imkansızdır. AB ile yürütülen
tam üyelik sürecinde Kıbrıs sorununun da dolaylı olarak yer alması Ankara’yı diğer bir ikileme düşürmektedir.



DİPNOTLAR;


1 Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, 3. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998. s. 10.
2 Mehmet Gönlübol, Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası 1919-1939, 9. Baskı, Siyasal Kitabevi,
Ankara, 1996. s. 59; Salahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, II. Baskı, Türk Tarih
Kurumu, Ankara, 2003. s. 326-327.
3 Gönlübol, a.g.e. s. 60.
4 Şükrü Elekdağ, “Kıbrıs’ı Peşkeş Çekmek mi?”, Sabah, 25 Kasım 2001. s. 16.
5 Tozun Bahçeli, “Searching for a Cypruss Settlement: Considering Options for Creating a Federation, a
Confederation, or Two Independent States”, Publius, S. 30, No: 1, The State of American Federalism,
1999-2000 (Kış, 2000). s. 207.
6 Osmanlı Ansiklopedisi, 2. Baskı, Ağaç Yayınları, C. III, İstanbul, 1994. s. 106-110.
7 Osmanlı Ansiklopedisi, 2. Baskı, Ağaç Yayınları, C.VI, İstanbul, 1994, , s. 249; Souter, a.g.m., s. 658.
8 R. Rauf Denktaş, Akritas Planı ve Gençliğe Sesleniş, Yorum Yayınları, Lefkoşa, 1994. s. 1; Sabahattin
İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa, 2000. s. 5-16.
Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Dergisi Cilt:16 Sayı:1
9 James H. Wolfe, “Cyprus: Federation Under International Safeguards”, Publius, S. 18, No: 2,
Bicommunal Societies and Polities (Bahar, 1988). s. 76; Maria Hadjipavlou, “The Cyprus Conflict:
Causes and Implications for Peacebuilding”, Journal of Peace Research, S. 44, No: 3 (Mayıs 2007). s. 351.
10 Mehmet Gönlübol vd. Olaylarla Türk Dış Politikası 1919-1939, 9. Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996. s. 339.
11 Adams, a.g.m., s. 96; Van Coufoudakis, “UN Peace Keeping and Peace Making and the Cyprus
Question”, The Western Political Quarterly, S. 29, No: 3 (Eylül 1976). s. 458, 462; Souter, a.g.m., s. 659.
12 Congressional Record, Human Rights in Cyprus, Greece and Turkey, April 14, 1983. US.
Government Printing Office, Washington, 1983. s. 1-10; Adams, a.g.m., s. 97.
13 Adams, a.g.m., s. 97.
14 Adams, a.g.m., s. 96; Souter, a.g.m., s. 659, 672.
15 EOKA tedhiş örgütünün yaptığı eylemlerin Kıbrıs’taki tarihi için bkz. Sabahattin İsmail, Kıbrıs
Sorununun Kökleri, Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa, 2000; Ayrıca bkz. Loizos, a.g.m., s. 643; Souter, a.g.m., s. 659.
16 İsmail, a.g.e., s. 348-349; Adams, a.g.m., s. 96; Peter Loizos, “Intercommunal Killing in Cyprus”, Man,
New Series, S. 23, No: 4 (Aralık, 1988), s. 639, 643; Souter, a.g.m., s. 663, 667.
17 Gönlübol, a.g.e., s. 340; William Mallinson, “Cyprus, Britain, the USA, Turkey and Greece in 1977:
Critical Submission or Submissive Criticism?”, Journal of Contemporary History, S. 44, No: 4 (Ekim 2009). s. 738.
18 Tarık Zafer Tunaya, “Kıbrıs Bir Devlet midir?”, Milliyet, 22 Şubat 1964. s. 2; Souter, a.g.m., s. 660; Wolfe, a.g.m., s. 76.
19 Wolfe, a.g.m., s. 77.
20 Souter, a.g.m., s. 660.
21 T. W. Adams, “The American Concern in Cyprus”, Annals of the American Academy of Political and
Social Science, S. 401, America and the Middle East (Mayıs, 1972). s. 95-96; Coufoudakis, a.g.m., s. 462.
22 Adams, a.g.m., s. 95-96.
23 Adams, a.g.m., s. 97; David Souter, “An Island Apart: A Review of the Cyprus Problem”, Third World
Quarterly, S. 6, No: 3 (Temmuz 1984). s. 657.
24 Gönlübol, a.g.e., s. 4; Adams, a.g.m., s. 98; Wolfe, a.g.m., s. 77-78.
25 Adams, a.g.m., s. 95-96; Tozun Bahçeli, “Searching for a Cypruss Settlement: Considering Options for
Creating a Federation, a Confederation, or Two Independent States”, Publius, S. 30, No: 1, The State of
American Federalism, 1999-2000 (Kış, 2000), s. 205-206; Souter, a.g.m., s. 660-661.
26 Adams, a.g.m., s. 100; Coufoudakis, a.g.m., s. 458-459; James A. Stegenga, “UN Peace-Keeping: The
Cyprus Venture”, Journal of Peace Research, S. 7, No: 1 (1970). s. 2.
27 Adams, a.g.m., s. 101; Wolfe, a.g.m., s. 78.
28 Coufoudakis, a.g.m., s. 463; Mallinson, a.g.m., s. 740.
29 Cumhuriyet, “Johnson’un Mektubu Akisler Yaptı”, 14 Ocak 1966. s. 1.
30 Adams, a.g.m., s. 102.
31 Coufoudakis, a.g.m., s. 466, 468; Souter, a.g.m., s. 661-662; Wolfe, a.g.m., s. 78.
32 Cumhuriyet, “504 Mücahit Kıbrıs’tan Yurda Döndü”, 29 Ocak 1966. s. 1.
33 Kıbrıs Anlaşmazlığı Kronolojisi 1878-1978, Kıbrıs Tarihi Araştırma Cemiyeti yayını, b.t.y., s. 11.
34 Gönlübol, a.g.e., s. 12.
35 Bülent Ecevit, “Türkiye Yunanistan İlişkileri ve Kıbrıs” konulu konuşması, Ankara Üniversitesi Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi, S. 1-2, No: 367, C. 39, Ankara 1999. s. 2-24;Gönlübol, a.g.e., s. 577.
36 Abdi İpekçi, “Kıbrıs’ta Durum”, Milliyet, 14 Ekim 1974. s. 9.
37 Souter, a.g.m., s. 664.
38 İlhan Tekeli, Selim İlkin, Türkiye ve Avrupa Topluluğu-II, 1. Baskı, Ümit yayıncılık, Ankara, 1993. s. 239.
39 Ali Bozer, Yeni Türkiye Avrupa Birliği Özel Sayısı I, Sayı: 35, (Eylül-Ekim 2000). s. 264.
40 İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi, Mayıs-1981. s. 24.
41 Souter, a.g.m., s. 666.
42 İlhan Tekeli, Selim İlkin, Türkiye ve Avrupa Birliği III, 1. Baskı, Ümit yayıncılık, Ankara, 2000. s. 216; Bahçeli, a.g.m., s. 209.
43 Hasan Ünal, “Denktaş’tan Yeni Öneriler”, Zaman, 14 Temmuz 2003. s. 11.
44 Türkiye-AB Gümrük Birliği Antlaşması Madde 24-25.
45 Türkiye-AB Gümrük Birliği Antlaşması Madde 26.
46 Tekeli-İlkin, a.g.e., s. 530.
47 Milliyet, 13 Aralık 1997.
48 Yeni Şafak, 13 Aralık 1997.
49 T.C. Resmi Gazete, 10 Haziran 2003, Sayı-23721. Yasama Bölümü s. 17.
50 Turkish Daily News, 10 December 1999.
51 Süleyman Demirel, Turkish Daily News, 10 December 1999 tarihindeki röportajı.
52 Ertuğrul Kumcuoğlu, Yeni Türkiye Avrupa Birliği Özel Sayısı I, Sayı: 35, (Eylül-Ekim 2000). s. 70.
53 Akşam 10 Aralık 1999. s. 4.
54 İ. Reşat Özkan, “Ege’de Diyalogmuş! Hadi Canım Sen de” Finansal Forum, 07 Şubat 2002. s. 12.
55 İlnur Çevik, Turkish Daily News, 11 December 1999.
56 Turkish Daily News, 12 December 1999.
57 Türkiye'nin AB’ye Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu, AB Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği Yayını, Ankara, 2002. s.1.
58 2000 Yılı Genişleme Stratejisi, Türkiye İçin Katılım Ortaklığı 2000, AB Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği Yayını, Ankara, 2000, s. 15.
59 A.g.e. s. 40.
60 A.g.e. s. 40; Frank Hoffmeister, “Cyprus v. Turkey, App. No. 2578/94”, The American Journal of
International Law, S. 96, No: 2 (Nisan, 2002). s. 451-452.
61 İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi, Aday Ülkeler İlerleme Raporları, Eylül-Aralık 2000, Sayı: 147. s. 6.
62 Milliyet, 5 Aralık 2000.
63 Murat Birsel, “AB’den Vaz mı Gececeğiz? Nasıl Yani!..”, Sabah, 4 Kasım 2001. s. 12.
64 Enis Berberoğlu, “TÜSİAD’ın Kıbrıs Mektubu”, Radikal, 29 Kasım 2001. s, 8.
65 Tevfik Ünaydın, “Kıbrıs Sorununda Çözüme Doğru”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2002. s. 2.
66 Murat Yetkin, “Kıbrıs, Rodos, AB ve MHP”, Radikal, 10 Şubat 2002. s. 6.
67 Koray Düzgören, “ Türkiye de, Kıbrıs da AB’ye girmesin diye…”, Yeni Şafak, 18 Şubat 2002. s. 12.
68 Hikmet Bila, “Verheugen Faktörü”, Cumhuriyet, 20 Şubat 2002. s. 3.
69 Metin Münir, “Kıbrıs’ta Birinci Raund Sonuçları”, Sabah, 26 Şubat 2002. s. 8.
70 M. Ali Birand, “Klerides, AB’ye Fazla Güvenmemeli” Posta, 27 Şubat 2002. s. 11.
71 Sabah 23 Mart 2002.
72 T.C. Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Dış Basında Türkiye ve AB, 30 Nisan 2002.
73 Mümtaz Soysal, “Avrupa Dersleri”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2002. s. 2.
74 Hürriyet, 3 Kasım 2002. s. 14.
75 Radikal, 14 Mayıs 2002.
76 Milliyet, 31 Mayıs 2002. s. 23.
77 Milliyet, 31 Mayıs 2002. s. 18.
78 KKTC Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Münir Ergun’un Boğaziçi Üniversitesinde Düzenlenen “Kıbrıs’ın
AB Üyeliği” konulu uluslararası konferanstaki konuşması. Milliyet, 7 Mayıs 2002. s. 13.
79 Yalçın Doğan, “Nafile Turlarla Yasaklar Ama, İlle Ev Ödevimiz”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2002. s. 11.
80 Hürriyet, 8 Haziran 2002. s. 26.
81 Rory Watson, “Takvim Reforma Bağlı”, The Times, 10 Temmuz 2002; Radikal, 13 Temmuz 2002. s.10.
82 Cumhuriyet, Leyla Tavşanoğlu-Tahsin Ertuğrul söyleşisi, 07 Ağustos 2002. s. 13.
83 Akşam, 10 Ağustos 2002. s. 15.
84 Sami Kohen, “Kıbrıs Kritik Dönemeçte”, Milliyet, 29 Ağustos 2002. s. 21.
85 Ta Nea, 10 Ekim 2002, Başyazı, Radikal, 11 Ekim 2002. s. 8.
86 Cumhuriyet, 07 Eylül 2002. s. 10.
87 Yorgo Kırbaki , “Kıbrıs’a Bağdat Faktörü Karıştı”, Radikal, 15 Eylül 2002. s. 13.
88 Mehmet Ali Talat, “Kıbrıs’ta Zaman Daralıyor”, Radikal, 16 Eylül 2002. s. 8.
89 Cumhuriyet, 26 Eylül 2002. s. 8.
90 Cumhuriyet, 21 Eylül 2002. s. 10.
91 Katmerini, 13 Eylül 2002.
92 Murat Sökmenoğlu, “Orgeneral Aytaç Yalman ve Kıbrıs Gerçeği”, Ortadoğu, 23 Eylül 2002. s. 8.
93 Le Figaro, Paris, 10 Eylül 2002.
94 Dünya, 31 Ekim 2002. s. 5.
95 Milliyet, 01 Ekim 2002. s. 6.
96 Sami Kohen, “Kofi Annan Bu Kez Başarır mı?, Milliyet, 6 Eylül 2002. s. 20; Milliyet, “Hadi Artık Uzlaşın”, 07 Eylül 2002. s. 21.
97 Türkiye'nin AB’ye Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu Yayını, Ankara 2002.
98 The Economist, 11 Ekim 2002.
99 T.C. Resmi Gazete, 29 Kasım 2002, Sayı; 24951, Yasama Bölümü.
100 Erdal Güven, “Zirve’nin Anahtarı Kıbrıs”, Radikal, 12 Aralık 2002. s. 9.
101 Milliyet, “Kıbrıs Kararına Hayır”, 19 Aralık 2002. s. 18.
102 Milliyet, “Çözüm Olmazsa Sıkıntı Doğar”, 02 Ocak 2003. s. 16.
103 Murat Yetkin, “Ankara Kıbrıs’ta Çıkış Yolu Arıyor”, Radikal, 19 Aralık 2002. s. 8.
104 İsmet Berkan, “Denktaş’ın Gücü Nereden Geliyor ?”, Radikal, 19 Aralık 2002. s. 3.
105 Maria Hadjipavlou, “The Cyprus Conflict: Causes and Implications for Peacebuilding”, Journal of
Peace Research, S. 44, No: 3 (Mayıs 2007). s. 350.
106 Radikal, 20 Kasım 2002. s. 11.
107 Korkmaz Tağma, “Barış Projesi ve Kıbrıs”, Zaman, 17 Şubat 2003. s. 12.
108 Denktaş’ın Zaman Gazetesi’ne verdiği röportaj, Zaman, 17 Şubat 2003. s. 6.
109 Annan Planı, (Basıs For Agreement on a Comprehensıve Settlement of The Cyprus Problem), Article:2/1/a.
110 Annan Planı, Article: 2/1/c.
111 Yalım Eralp, “Gerçekler ve Kıbrıs”, Tercüman, 11 Aralık 2003. s. 12.
112 Annan Planı, Article: 1/6.
113 Annan Planı, Article: 10/1.
114 Annan Planı, Article: 10/5.
115 Sami Kohen, “Yunan Başkan”, Milliyet, 02 Mayıs 2003. s. 18.
116 İsmet Berkan, “Amerika Sırtını Döner mi ?”, Radikal, 18 Mart 2003. s. 3.
117 Murat Yetkin, “Erdoğan: Annan Sözünde Durmadı”, Radikal, 10 Mart 2003. s. 7.
118 Erdal Güven, “Lahey’de Tarihle Randevu”, Radikal, 11 Mart 2003. s. 11.
119 Katmerini, Başyazı, 12 Mart 2003.
120 Deniz Zeyrek, “Bundan Sonrası Tufan, Çözümsüzlük Zorlayacak”, Radikal, 12 Mart 2003. s. 11.
121 Özer Hatay, “Kıbrıs Sorununun Çözümsüzlüğüne Konan Teşhis”, Dünya, 12 Nisan 2003. s. 6.
122 T.C. Resmi Gazete, 24 Mart 2003, Sayı; 25058, Yasama Bölümü.
123 Dünya, 3 Nisan 2003. s. 4.
124 Hürriyet, 06 Nisan 2003. s. 22.
125 Radikal, 09 Nisan 2003. s. 7.
126 Zaman, 17 Nisan 2003. s. 11.
127 Radikal, 20 Nisan 2003. s. 8.
128 Radikal, 23 Nisan 2003. s. 10.
129 Radikal, 30 Nisan 2003. s. 1.
130 Radikal, 05 Mayıs 2003. s. 11.
131 Zaman, 07 Mayıs 2003. s. 11.
132 Hürriyet, 10 Mayıs 2003. s. 10.
133 Dünya, 15 Mayıs 2003. s. 5.
134 Cüneyt Ülsever, “Kıbrıs’ta Kırmızı Çizgiler Yok Oluyor”, Hürriyet, 22 Mayıs 2003. s. 18.
135 Dünya, 04 Haziran 20003. s. 5.
136 Milliyet, 6 Haziran 2003. s. 15.
137 Hürriyet, 15 Haziran 2003. s. 20.
138 İlter Türkmen, Hürriyet, 28 Haziran 2003. s. 7.
139 Sami Kohen, Milliyet, 12 Temmuz 2003. s. 18.
140 Zaman, 5 Eylül 2003. s. 11.
141 Milliyet, 22 Eylül 2003. s. 18.
142 Fikret Bila, “14 Aralık’ta Annan Planı Oylanacak”, Milliyet, 8 Aralık 2003. s. 16.
143 Radikal, 6 Kasım 2003. s. 10.
144 Milliyet, 14 Kasım 2003. s. 18.
145 Milliyet, 18 Kasım 2003. s. 18.
146 Sedat Ergin, “Referandum”, Hürriyet, 3 Aralık 2003. s. 6.
147 Radkial, 4 Aralık 2003. s. 11.
148 Radkial, 4 Aralık 2003. s. 11.
149 Soli Özel, “KKTC’de İkinci Seçim Olur”, Sabah, 5 Aralık 2003. s. 13.
150 Milliyet, “Rumlar Havadan Atılacak Silahlardan Korkuyormuş”, 9 Mart 2004. s. 17.
151 Taha Akyol, “Kıbrıs Nereye?”, Milliyet, 13 Aralık 2003.
152 Milliyet, “KKTC Bölündü”, 15 Aralık 2003. s. 1.
153 Erdal Güven, “Bu Seçimin Kazananı Yok”, Radikal, 16 Aralık 2003. s. 5.
154 M. Ali Birand, “Ankara Nihayet ‘Kararı Ben Veririm’ Dedi”, Posta, 18 Aralık 2003. s. 11.
155 Fikret Bila, “Zirveden Sonra MGK”, Milliyet, 8 Ocak 2004. s. 1.
156 Tercüman, 31 Aralık 2003. s. 10.
157 Milliyet, “Kıbrıs İçin Üç Şart”, 9 Ocak 2004. s. 1.
158 Milliyet, “KKTC Başkanı Talat”, 12 Ocak 2004. s. 1.
159 Savvas Daniel Georgiades, “Public Attitudes Towards Peace: The Greek-Cypriot Position”, Journal of
Peace Research, C. 44, No. 5 (Eylül 2007). s. 575; Milliyet, “İşte O Plan”, 10 Şubat 2004. s. 15.
160 Kıbrıs Gazetesi, 18 Mart 2004.
161 Kıbrıs Gazetesi, 17 Mart 2004.
162 Kıbrıs Gazetesi, 18 Mart 2004.
163 Georgiades, a.g.m., s. 575.
164 Milliyet, 30 Mart 2004.
165 Sami Kohen, “Seçim’in “dış” Etkisi”, Milliyet, 30 Mart 2004.
166 Hürriyet, 30 Mart 2004.
167 Denktaş: “Sözlü AB Garantisiyle Risk Almak Şehitlere Yakışmıyor”, Milliyet, 7 Nisan 2004.
168 Georgiades, a.g.m., s. 575.
169 Milliyet, Kıbrıs’ta Geri Sayım Başladı, Tavırlar Belli Oluyor, 7 Nisan 2004.
170 Milliyet, Kıbrıs’ta Geri Sayım Başladı, Tavırlar Belli Oluyor, 7 Nisan 2004; Susan Sachs, “Torn Cyprus
Votes on Saturday: Will It Enter Europe United?”, New York Times, April 24, 2004.
171 Fikret Bila, “MGK Bildirisi”, Milliyet, 07 Nisan 2004; Mehmet Ali Birand, “Asker Topu Hükümete
Attı”, Posta, 07 Nisan 2004.
172 Kıbrıs Gazetesi, 23 Nisan 2004.
173 Susan Sachs, “Greek Cypriots Reject a U.N. Peace Plan”, New York Times, April 25, 2004.
174 Yorgo Kırbaki, “Hem Hayır Dediler Hem Korkuyorlar”, Milliyet, 25 Nisan 2004.
175 Neşe Düzel, “Özbekistan Rum-Yunan Yanlısıdır”, Radikal, 3 Mayıs 2004; Yasemin Çongar,
“Genişleyen AB, ABD ve Biz (1)”, Milliyet, 3 Mayıs 2004; Milliyet, Kuzey’e Ambargo Bitsin Tasarısı,
3 Mayıs 2004; Sami Kohen, “Herkes Kendi Yolunda (mı?)”, Milliyet, 4 Mayıs 2004.
176 2013 yılında Türkiye’nin bir gelişmekte olan ülkeler örgütü olan Şangay Beşlisi Örgütü’ne yaklaşmak
için yaptığı girişimler bu öngörüyü haklı çıkartmıştır.
177 Şükrü Elekdağ, “AB’den Başka Seçenek Yok”, Sabah, 25 Şubat 2002. s. 14.
178 İlter Türkmen, “Neden AB?”, Hürriyet, 4 Ekim 2003. s. 7.
179 A. Savaş Akat, “AB ve Ekonomik Büyüme”, Sabah, 9 Haziran 2002. s. 11.
180 Aleksis Irakilidis, Ta Nea, Radikal, 7 Eylül 2002, s. 8; Adams, a.g.m., s. 101; Loizos, a.g.m., s. 641-
642. EOKA-VITA örgütünün Kaji isimli militanı, “Gazievran adlı Türk köyüne saldırdıklarını ve bir
evdeki yedi Türkü, küçük bir çocuk dahil makineli tüfekle öldürdüğünü, fakat bunun savaş olduğunu”
anlatmaktadır. Oysa söz konusu tarihte Kıbrıs’ta savaş yoktu ve EOKA militanları kanlı katliamlarını
meşrulaştırmak için bu söylemi kullanıyorlardı. Yine, 1974 harekâtı esnasında Türk Ordusunun önünden
kaçan Argaki Köyündeki Rumlar’dan EOKA VİTA üyesi olanlar, kaçmadan önce köyde bulunan
yaklaşık elli yaşlı Türkü öldürmek istemiş fakat Türk Ordusu’nun bunun intikamını alacağından
korkularak söz konusu katliamdan vazgeçilmiştir. Bkz. Loizos, a.g.m., s. 641-642 ve 645, 651.
181 Bahçeli, a.g.m., s. 209.
182 İlter Türkmen, “Kıbrıs Senaryoları”, Hürriyet, 14 Eylül 2002. s. 20.
183 Maria, a.g.m., s. 351.
184 Cengiz Çandar, “Sahte Soru: AB ya da KKTC”, Yeni Şafak, 7 Kasım 2001. s. 9.
185 Murat Bardakçı, Hürriyet 12 Kasım 2000. s. 24.
186 Necati Özfatura, Türkiye, 10 Aralık 2000.


KAYNAKÇA

A-RESMİ BELGELER

2000 Yılı Genişleme Stratejisi, Türkiye İçin Katılım Ortaklığı 2000, AB
Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği Yayını, Ankara, 2000.
Annan Planı, (Basıs For Agreement on a Comprehensıve Settlement of The Cyprus Problem).
Congressional Record, Human Rights in Cyprus, Greece and Turkey,
April 14, 1983. US. Government Printing Office, Washington, 1983.
T.C. Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Dış Basında Türkiye ve AB, 30 Nisan 2002.
T.C. Resmi Gazete, 10 Haziran 2003, Sayı-23721. Yasama Bölümü.
T.C. Resmi Gazete, 29 Kasım 2002, Sayı; 24951, Yasama Bölümü.
Türkiye-AB Gümrük Birliği Antlaşması.
Türkiye'nin AB’ye Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu,
AB Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği Yayını, Ankara, 2002.
Türkiye'nin AB’ye Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu,
Avrupa Komisyonu Yayını, Ankara 2002.

B-KİTAPLAR:

Bozer, Ali, Yeni Türkiye Avrupa Birliği Özel Sayısı I, Sayı: 35, (Eylül- Ekim 2000).
Denktaş, R. Rauf, Akritas Planı ve Gençliğe Sesleniş, Yorum Yayınları, Lefkoşa 1994.
_______, Akritas Planı ve Gençliğe Sesleniş, Yorum Yayınları, Lefkoşa, 1994
Dış Basında Türkiye ve AB, T.C. Başbakanlık Basın Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü, 30 Nisan 2002.
Gönlübol, Mehmet ve Sar, Cem, Olaylarla Türk Dış Politikası 1919-1939, 9. Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996.
İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi, Mayıs-1981.
İsmail, Sabahattin, Kıbrıs Sorununun Kökleri, Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, Lefkoşa, 2000.
Kıbrıs Anlaşmazlığı Kronolojisi 1878-1978, Kıbrıs Tarihi Araştırma Cemiyeti yayını, b.t.y.
Kumcuoğlu, Ertuğrul, Yeni Türkiye Avrupa Birliği Özel Sayısı I, Sayı: 35, (Eylül-Ekim 2000).
Meriç, Cemil, Umrandan Uygarlığa, 3. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998.
Osmanlı Ansiklopedisi, 2. Baskı, Ağaç Yayınları, C. III, İstanbul, 1994.
Osmanlı Ansiklopedisi, 2. Baskı, Ağaç Yayınları, C.VI, İstanbul, 1994.
Sonyel, Salahi, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, II. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2003.
Tekeli, İlhan, İlkin, Selim, Türkiye ve Avrupa Birliği III, 1. Baskı, Ümit yayıncılık, Ankara, 2000.
_______, Türkiye ve Avrupa Topluluğu-II, 1. Baskı, Ümit yayıncılık, Ankara, 1993.


C-MAKALELER


Adams, T. W., “The American Concern in Cyprus”, Annals of the
American Academy of Political and Social Science, S. 401, America
and the Middle East (Mayıs, 1972).
Bahçeli, Tozun, “Searching for a Cypruss Settlement: Considering Options
for Creating a Federation, a Confederation, or Two Independent
States”, Publius, S. 30, No: 1, The State of American Federalism,
1999-2000 (Kış, 2000).
Coufoudakis, Van, “UN Peace Keeping and Peace Making and the Cyprus
Question”, The Western Political Quarterly, S. 29, No: 3 (Eylül 1976).
Ecevit, Bülent, “Türkiye Yunanistan İlişkileri ve Kıbrıs” konulu konuşması,
Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi, S. 1-
2, No: 367, C. 39, Ankara 1999.
Georgiades, Savvas Daniel, “Public Attitudes Towards Peace: The Greek-
Cypriot Position”,
Hadjipavlou, Maria, “The Cyprus Conflict: Causes and Implications for
Peacebuilding”, Journal of Peace Research, S. 44, No: 3 (Mayıs 2007).
Hoffmeister, Frank, “Cyprus v. Turkey, App. No. 2578/94”, The American
Journal of International Law, S. 96, No: 2 (Nisan, 2002).
İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi, Aday Ülkeler İlerleme Raporları, Eylül-
Aralık 2000, Sayı: 147.
Journal of Peace Research, C. 44, No. 5 (Eylül 2007).
Loizos, Peter, “Intercommunal Killing in Cyprus”, Man, New Series, S. 23, No: 4 (Aralık, 1988)
Mallinson, William, “Cyprus, Britain, the USA, Turkey and Greece in 1977: Critical Submission or Submissive Criticism?”, Journal of
Contemporary History, S. 44, No: 4 (Ekim 2009).
Souter, David, “An Island Apart: A Review of the Cyprus Problem”, Third
World Quarterly, S. 6, No: 3 (Temmuz 1984).
Stegenga, James A., “UN Peace-Keeping: The Cyprus Venture”, Journal
of Peace Research, S. 7, No: 1 (1970).
Wolfe, James H., “Cyprus: Federation Under International Safeguards”,
Publius, S. 18, No: 2, Bicommunal Societies and Polities (Bahar, 1988).

D-GAZETE MAKALELERİ

Akat, A. Savaş, “AB ve Ekonomik Büyüme”, Sabah, 9 Haziran 2002.
Akyol, Taha, “Kıbrıs Nereye?”, Milliyet, 13 Aralık 2003.
Bardakçı, Murat, Hürriyet 12 Kasım 2000.
Berberoğlu, Enis, “TÜSİAD’ın Kıbrıs Mektubu”, Radikal, 29 Kasım 2001.
Berkan, İsmet, “Amerika Sırtını Döner mi ?”, Radikal, 18 Mart 2003.
_______, “Denktaş’ın Gücü Nereden Geliyor ?”, Radikal, 19 Aralık 2002.
Bila, Fikret, “14 Aralık’ta Annan Planı Oylanacak”, Milliyet, 8 Aralık 2003.
_______, “MGK Bildirisi”, Milliyet, 07 Nisan 2004.
_______, “Zirveden Sonra MGK”, Milliyet, 8 Ocak 2004.
Bila, Hikmet, “Verheugen Faktörü”, Cumhuriyet, 20 Şubat 2002.
Birand, M. Ali, “Ankara Nihayet ‘Kararı Ben Veririm’ Dedi”, Posta, 18 Aralık 2003.
_______, “Klerides, AB’ye Fazla Güvenmemeli” Posta, 27 Şubat 2002.
_______, “Asker Topu Hükümete Attı”, Posta, 07 Nisan 2004.
Birsel, Murat, “AB’den Vaz mı Gececeğiz? Nasıl Yani!..”, Sabah, 4 Kasım 2001.
Çandar, Cengiz, “Sahte Soru: AB ya da KKTC”, Yeni Şafak, 7 Kasım 2001.
Çevik, İlnur Turkish Daily News, 11 December 1999.
Çongar, Yasemin, “Genişleyen AB, ABD ve Biz (1)”, Milliyet, 3 Mayıs 2004.
Demirel, Süleyman, Turkish Daily News, 10 December 1999 tarihindeki röportajı.
Denktaş, Rafu, “Sözlü AB Garantisiyle Risk Almak Şehitlere Yakışmıyor”,
Milliyet, 7 Nisan 2004.
Doğan, Yalçın, “Nafile Turlarla Yasaklar Ama, İlle Ev Ödevimiz”,
Cumhuriyet, 8 Mayıs 2002.
Düzel, Neşe, “Özbekistan Rum-Yunan Yanlısıdır”, Radikal, 3 Mayıs 2004.
Düzgören, Koray, “ Türkiye de, Kıbrıs da AB’ye girmesin diye…”, Yeni MŞafak, 18 Şubat 2002.
Elekdağ, Şükrü, “AB’den Başka Seçenek Yok”, Sabah, 25 Şubat 2002.
_______, “Kıbrıs’ı Peşkeş Çekmek mi?”, Sabah, 25 Kasım 2001.
Eralp, Yalım, “Gerçekler ve Kıbrıs”, Tercüman, 11 Aralık 2003.
Ergin, Sedat, “Referandum”, Hürriyet, 3 Aralık 2003.
Güven, Erdal, “Bu Seçimin Kazananı Yok”, Radikal, 16 Aralık 2003.
_______, “Lahey’de Tarihle Randevu”, Radikal, 11 Mart 2003.
_______, “Zirve’nin Anahtarı Kıbrıs”, Radikal, 12 Aralık 2002. s. 9.
Hatay, Özer, “Kıbrıs Sorununun Çözümsüzlüğüne Konan Teşhis”, Dünya, 12 Nisan 2003.
Irakilidis, Aleksis, Ta Nea, Radikal, 7 Eylül 2002.
İpekçi, Abdi, “Kıbrıs’ta Durum”, Milliyet, 14 Ekim 1974.
Kırbaki, Yorgo, “Hem Hayır Dediler Hem Korkuyorlar”, Milliyet, 25 Nisan 2004.
_______, “Kıbrıs’a Bağdat Faktörü Karıştı”, Radikal, 15 Eylül 2002.
KKTC Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Münir Ergun’un Boğaziçi
Üniversitesinde Düzenlenen “Kıbrıs’ın AB Üyeliği” konulu uluslararası
konferanstaki konuşması. Milliyet, 7 Mayıs 2002.
Kohen, Sami, “Herkes Kendi Yolunda (mı?)”, Milliyet, 4 Mayıs 2004.
_______, “Kıbrıs Kritik Dönemeçte”, Milliyet, 29 Ağustos 2002.
_______, “Kofi Annan Bu Kez Başarır mı?, Milliyet, 6 Eylül 2002. s. 20;
Milliyet, “Hadi Artık Uzlaşın”, 07 Eylül 2002.
_______, “Seçim’in “dış” Etkisi”, Milliyet, 30 Mart 2004.
_______, “Yunan Başkan”, Milliyet, 02 Mayıs 2003.
Münir, Metin, “Kıbrıs’ta Birinci Raund Sonuçları”, Sabah, 26 Şubat 2002.
Özel, Soli, “KKTC’de İkinci Seçim Olur”, Sabah, 5 Aralık 2003.
Özfatura, Necati, Türkiye, 10 Aralık 2000.
Özkan, İ. Reşat, “Ege’de Diyalogmuş! Hadi Canım Sen de” Finansal Forum, 07 Şubat 2002.
Rauf Denktaş’ın Zaman Gazetesi’ne verdiği röportaj, Zaman, 17 Şubat 2003.
Sachs, Susan, “Greek Cypriots Reject a U.N. Peace Plan”, New York Times, April 25, 2004.
_______, “Torn Cyprus Votes on Saturday: Will It Enter Europe United?”, New York Times, April 24, 2004.
Soysal, Mümtaz, “Avrupa Dersleri”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2002.
Sökmenoğlu, Murat, “Orgeneral Aytaç Yalman ve Kıbrıs Gerçeği”, Ortadoğu, 23 Eylül 2002.
Tağma, Korkmaz, “Barış Projesi ve Kıbrıs”, Zaman, 17 Şubat 2003.
Talat, Mehmet Ali, “Kıbrıs’ta Zaman Daralıyor”, Radikal, 16 Eylül 2002.
Tunaya, Tarık Zafer, “Kıbrıs Bir Devlet midir?”, Milliyet, 22 Şubat 1964.
Türkmen, İtler, “Kıbrıs Senaryoları”, Hürriyet, 14 Eylül 2002.
_______, “Neden AB?”, Hürriyet, 4 Ekim 2003.
Ülsever, Cüneyt, “Kıbrıs’ta Kırmızı Çizgiler Yok Oluyor”, Hürriyet, 22 Mayıs 2003.
Ünal, Hasan, “Denktaş’tan Yeni Öneriler”, Zaman, 14 Temmuz 2003.
Ünaydın, Tevfik, “Kıbrıs Sorununda Çözüme Doğru”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2002.
Watson, Rory, “Takvim Reforma Bağlı”, The Times, 10 Temmuz 2002; Radikal, 13 Temmuz 2002.
Yetkin, Murat, “Ankara Kıbrıs’ta Çıkış Yolu Arıyor”, Radikal, 19 Aralık 2002.
_______, “Erdoğan: Annan Sözünde Durmadı”, Radikal, 10 Mart 2003.
_______, “Kıbrıs, Rodos, AB ve MHP”, Radikal, 10 Şubat 2002.
Zeyrek, Deniz, “Bundan Sonrası Tufan, Çözümsüzlük Zorlayacak”, Radikal, 12 Mart 2003.


E-GAZETE HABERLERİ

Cumhuriyet, “504 Mücahit Kıbrıs’tan Yurda Döndü”, 29 Ocak 1966.
Cumhuriyet, “Johnson’un Mektubu Akisler Yaptı”, 14 Ocak 1966.
Cumhuriyet, Leyla Tavşanoğlu-Tahsin Ertuğrul söyleşisi, 07 Ağustos 2002.
Katmerini, Başyazı, 12 Mart 2003.
Milliyet, “Çözüm Olmazsa Sıkıntı Doğar”, 02 Ocak 2003.
Milliyet, “İşte O Plan”, 10 Şubat 2004.
Milliyet, “Kıbrıs İçin Üç Şart”, 9 Ocak 2004.
Milliyet, “Kıbrıs Kararına Hayır”, 19 Aralık 2002.
Milliyet, “KKTC Başkanı Talat”, 12 Ocak 2004.
Milliyet, “KKTC Bölündü”, 15 Aralık 2003.
Milliyet, “Rumlar Havadan Atılacak Silahlardan Korkuyormuş”, 9 Mart 2004.
Milliyet, Kıbrıs’ta Geri Sayım Başladı, Tavırlar Belli Oluyor, 7 Nisan 2004.
Milliyet, Kıbrıs’ta Geri Sayım Başladı, Tavırlar Belli Oluyor, 7 Nisan 2004.
Milliyet, Kuzey’e Ambargo Bitsin Tasarısı, 3 Mayıs 2004.
T.C. Resmi Gazete, 24 Mart 2003, Sayı; 25058, Yasama Bölümü.
Ta Nea, 10 Ekim 2002, Başyazı.

F-GAZETELER

Akşam
Cumhuriyet
Dünya
Dünya
Hürriyet
Katmerini
Kıbrıs Gazetesi
Le Figaro
Milliyet
New York Times
Radikal
The Economist
Turkish Daily News
Yeni Şafak
Zaman

***