11 Haziran 2017 Pazar

1994 GÜNÜMÜZE, ERDOĞAN İLE YOLLARI AYRILANLAR BÖLÜM 1

1994 GÜNÜMÜZE,  ERDOĞAN İLE YOLLARI AYRILANLAR, BÖLÜM 1



1994 GÜNÜMÜZE ERDOĞAN İLE YOLLARI AYRILANLAR,
140journos Arşivinden: 



1994'ten Bugüne Erdoğan’ın Siyasi Yolculuğu ve Erdoğan’la Yolları Ayrılanlar

1 Kasım 2015’te yüzde 49.4 oy alarak AK Parti’nin 4. kez tek başına iktidara gelmesiyle, Başbakan Ahmet Davutoğlu için gazetelerde “Yeni bir lider doğuyor” 
başlıkları atılmıştı. Davutoğlu, partisiyle kazandığı seçimin üzerinden henüz 6 ay geçmişken Mayıs 2016'da istifa kararı aldığını açıkladı. 
Davutoğlu’nun, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı süresince Erdoğan ile görüş ayrılıkları yaşadığı, bu nedenle istifa kararında Erdoğan’ın etkili olduğu kulislerde konuşuldu. Peki Erdoğan’ın aktif siyaset hayatında “dava arkadaşım” dediği ve sonrasında anlaşmazlık yaşadığı diğer kişiler kimlerdi?

140journos’tan Belgesel: “Erdoğan’la Yolu Ayrılanlar”
Veri Derleme: Can Pürüzsüz/140journos, Batuhan Kava/141journos 

Seslendirme: Cansu Dirim/140journos Video: Damla Nevşe/140journos 
Teşekkürler: 
Açık Radyo 94.9 Tophane Stüdyoları




https://www.facebook.com/140journos/videos/1310642405631545/

Recep Tayyip Erdoğan, 27 Mart 1994’teki yerel seçimlerde Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi’nin adayı olarak İstanbul Büyükşehir Belediye 
Başkanlığı’nı kazandı.

Refah Partisi, 28 Şubat süreci sonrası “Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” gerekçesiyle, 16 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.

28 Şubat Döneminin Gazete Manşetleri
























Refah Partisi’nin kapatılması sonrası kurulan Fazilet Partisi içerisinde Gelenekçiler ve Yenilikçiler isimli iki kanat oluştu ve aralarında ayrışmalar yaşandı. 
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partinin Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül ve Manisa Milletvekili Bülent Arınç 
“ Yenilikçi kanat ”ın öne çıkan isimleriydi. Böylece bu üç isim, hocaları Erbakan ile siyaseten ayrışmış oldu.
Erdoğan, Siirt’te okuduğu bir şiir nedeniyle yargılanarak “Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle 1998’de 10 ay 
hapis cezasına çarptırıldı. Erdoğan hakkındaki karar sonrası gazetelerde “Siyasi hayatı bitti”, “Muhtar bile olamaz” başlıkları atıldı. Erdoğan, 1999’da 4 ay 
hapiste kaldı.

2000’deki Fazilet Partisi kongresinde yenilikçi kanadın adayı Abdullah Gül 521, gelenekçilerin desteklediği Recai Kutan ise 633 oy aldı.
Kapatılan Refah Partisi’nin devamı olduğu gerekçesiyle Fazilet Partisi de 2001 yılında kapatıldı. Gelenekçiler Saadet Partisi’ni, yenilikçiler ise Adalet ve 
Kalkınma Partisi’ni kurdu.

Bugün MHP’de Genel Başkanlık için aday durumunda olan, DYP kökenli ve eski İçişleri Bakanı Meral Akşener, Temmuz 2001'de yenilikçilere destek vermişti. 

Ancak bir ay kadar desteğini çekmiş, durumun gerekçesini ‘‘Vitrin süsü olmadığını göstermek” olarak açıklamıştı.

Akşener’i harekete davet eden Erdoğan, “Meral kardeşimin tercihine saygı duyuyorum’’ değerlendirmesinde bulunacaktı: 

“ Kendisiyle görüştüm, dedim ki, ‘ Bu saatte ayrılmanızı doğru bulmuyorum. Eğer bir söyleyeceğiniz varsa, gelirsiniz, dertleşiriz’. Ama ‘Kendi tercihim böyle, 
size başarılar diliyorum’ dedi. Bugüne kadarki hukukumuzu aynı şekilde koruyoruz.’’
Temmuz 2002'de AK Parti Kurucular Kurulu üyesi Mehmet Gazioğlu’nun, partiden ihraç edildiği açıklandı. Gazioğlu, Erdoğan’a yönelik eleştirilerde bulunmuş ve ihraç istemi sonrası istifasını sunmuştu.
Yine partinin Kurucular Kurulu üyesi olan Mahmet Nail Berzek, 2002'deki milletvekili aday listesine alınmadı. Berzek, parti genel sekreterliğine gönderdiği 
dilekçede “Gördüğüm lüzüm üzerine kurucu üyelikten istifa ediyorum” dedi.
Kurucu üyelerden Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu, “ABD’de yapacağı uzun süreli akademik görev”i gerekçe göstererek 2002'de partisinden istifa etti. 
Tatlıoğlu, 2007'de MHP’den milletvekili adayı olacaktı.

2002–2007: “Çıraklık” Dönemi


3 Kasım 2002’de AK Parti tek başına iktidara geldi. Abdullah Gül, Başbakanlık görevini üstlenirken Bülent Arınç Meclis Başkanı oldu. 
Siyasi yasağının kalkmasıyla Mart 2003'te Siirt’ten milletvekili seçilen Erdoğan, Gül’ün yerine Başbakanlık görevini üstlendi. Erdoğan’ın siyasetteki bu dönemi, 
sonradan “Çıraklık” dönemi olarak isimlendirilecekti.

Erdoğan’ın ilk kez Başbakan olduğu günlerde dönemin Sabah ve Star gazetelerinin manşetleri,

58. hükümette Milli Eğitim, 59. hükümette Kültür Bakanlığı’nı üstlenen Erkan Mumcu 2005’te partiden istifa etti. Mumcu, istifa gerekçesini “Türkiye siyasetinde seçenekler yaratma” olarak açıkladı ve ANAP’ın başına geçti.
Abdullah Gül başkanlığındaki 58. hükümette başbakan yardımcılığı görevini üstlenen Ertuğrul Yalçınbayır, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurucuları arasındaydı. 
2007 seçimlerinde aday gösterilmeyen Yalçınbayır, Parti İçi Demokrasi Kurulu Başkanı Nurdoğan Topaloğlu’na, “Tayyip Bey parti programının şu şu noktalarına muhalefet etmektedir. Bu nedenle onu şikâyet etme hakkımı kullanıyorum.” demişti. Yalçınbayır, 2013'te Cumhuriyet’e vereceği röportajda “ Abdüllatif Şener başkanlığında bir ekiple yazdığımız AK Parti programının referans noktası evrensel değerlerdi. İnsanoğlunun ortak aklıydı. Şimdi, Sayın Yiğit Bulut’un Tayyip Bey’in başdanışmanı olmasının partinin ilkelerine aykırı olması nedeniyle şikâyet ediyorum.” diyecekti.
58. ve 59. hükümetlerde Başbakan Yardımcısı olarak görev alan Abdüllatif Şener, 2007’de partiden istifa etti. Şener, 2009’da Türkiye Partisi’ni kurdu, parti 
2012’de kapandı.

AK Parti kurucularından ve Milli Türk Talebe Birliği’nde Erdoğan’a hocalık yaptığı bilinen Milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, 2007 Cumhurbaşkanlığı 
seçimleri öncesinde CHP yöneticileri tarafından yardımcılarına iletilen mesajda, “Eğer Başbakan Tayyip Erdoğan, Baykal ile görüşürse Baykal sizin isminizi 
aday olarak gündeme getirmek istiyor, siz ne diyorsunuz” dendiğini söyledi. Gelen teklifi olumlu karşıladığını belirten Yalçıntaş, “ Partim ve ana muhalefet 
anlaşırlarsa, ben hizmetten kaçan birisi değilim” cevabını verdi. Yalçıntaş, 2007 seçimlerinde aday gösterilmeyen isimler arasında yer aldı. İlerleyen yıllarda 
Davos ve 17/25 Aralık süreçlerinde Erdoğan’ı eleştirecekti.

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

4 Haziran 2017 Pazar

KUŞATMA ALTINDAKİ TÜRKİYE

KUŞATMA ALTINDAKİ TÜRKİYE ,


TÜRKİYE'NİN KARŞILAŞTIĞI RİSKLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
10 NİSAN 2017 10:25 AM PDT

Onur Dikmeci
İstihbarat ve Strateji Uzmanı


Dünya üzerindeki her ülkenin belirli avantajlarıbulunmakla birlikte karşılaştığıya da karşılaşacağıriskler/tehditlerde bulunmaktadır. Türkiye ciddi bir ülke olmasına rağmen değişik riskleride taşımakta ve üstesinden gelinemeyen risklerin katsayılarıda artmaktadır. Çözüm önerileri geliştirebilmek için riskleri belirlemenin temel olacağıbir yaklaşımda Türkiye'nin maruz kalacağıriskler şu kategorilerde tasnif edilebilir
Jeopolitik Riskler: Türkiye bulunduğu konum itibariyle her ne kadar yüksek potansiyel ihtiva eden mevkiye sahip olsada Kafkasya, Ortadoğu ve Balkanlar gibi dünyanın en sorunlu ve istikrarsız bölgelerine kültürel ve coğrafi olarakta yakındır. Bu bölgelerde meydana gelen ve halâ sürecek olan iç çatışmalar ve sınır değişikliği gibi etmenler Türkiye'ye de yansımaktadır. Çünkü artık ülkeler birbirleriyle son derece entegredir. Irak bir operasyona maruz kaldıktan itibaren Türkiye'nin Kuzey Irak hassasiyeti artmıştır. Bağımsız bir kürt devletinin dezavantajlarıtartışılmakta bunun irredentist bir mahiyete bürünme ihtimali ciddi bir kaygıolarak kabul edilmektedir. Aynısorunlar diğer ülkelerdeki istikrarsızlık için de geçerli olacaktır. Türkiye etrafında meydana gelen ve gelebilecek sınır değişikliliklerinden bu olaylardan uzak dursa dahi etkilenecektir. Yani Türkiye'nin jeopolitik konumu avantaj olmasının yanında ciddi riskleride taşımaktadır.

Askeri Riskler: Türkiye kökenlerinin uzandığıAsya'dan itibaren ordu öncelikli bir yapıda olmuşve son üç asırında da ordu bürokrasi ve ordu halk ilişkileri inişli çıkışlıbir süreç izlemiştir. Devleti Aliyye'nin yeniden restore edilmesinin birincil koşulu olarak ordu modernizasyonu şart görülmüşve askeri alanda pek çok ıslahat yapılmıştır. Sınıfsız toplum yapısına sahip Türk siyasi tarihinde askeri zümre devletin çekirdeği, pozitivist akımların etkisiyle aydınlanmanın öncüsü ve yeni rejimin ilanıyla rejim koruyucusu gibi misyonlar üstlenmenin yanında burjuva sınıfının oluşturulmasında da rol oynamıştır. Bu denli önemli görevleri üstlenmişbir zümrenin ayrıcalıklıbir sınıf olarak telakki edilmesi olasıolmasının yanında askeri müdahalelere doğal zemin yaratmasıbakımından da önemlidir. Askeri darbeler ve muhtıralar ordunun geneli itibariyle halk nezdinde itibarınısarsmışolabilir fakat emir komutanın oldukça laçka edildiği ve ordunun halk ile karşıkarşıya kaldığı15 Temmuz süreci gibi bir hadise Türk siyasi tarihinde görülmemiştir. Bu askeri kalkışma başarısız olarak nitelendirilsede bazıbakımlardan oldukça başarılıdır. Disiplini Prusya ekolüne dayanan orduya disiplin çiğnetilmiş, halk nezdinde oldukça puan kaybetmiş, asker sivil ilişkilerinin çokta doğru olmayan bazıyeni uygulamalarıyla kurumsal yapısıyla alakalıbelirsizlikler oluşmuştur. Bunun yanında ordu çağın gerekliliklerine tam manasıyla adapte olamamıştır. Siber güvenlik timini var edememenin yanında, uzay komutanlığınıhayata geçirememiştir. Ordu da halâ biyolojik, kimyasal saldırıolasılıklarına yönelik tedbirleri geliştirememiştir. Lojistik, ikmal, maliye gibi askerlikle alakasıbulunmayan birimlerle iştigal edilmesi ordu konsantırasyonuna zarar vermektedir.

Ekonomik Riskler: Asya steplerinden itibaren Türklerin ekonomik konularla arasıiyi olmamıştır. Bunun coğrafi faktörleri ağır basmakla birlikte Devleti Aliyye'nin buhranlıgünlerinde de ciddi bir ekonomik politika geliştirilememiştir. İlk dışborçlanma ve para basma yetkisinin yabancılara verilmesiyle bağımsız para politikasınıterk eden devlet Cumhuriyet döneminde ilk başlarda toparlanmakla beraber sonrasında yine borçlanan, yeterli istihdam yaratamayan bir ülke haline gelmiştir. İthal ikameci politikalar yakın dönemde bir kenara bırakılmışbu bir bolluk getirmekle birlikte kısa zamanda Türkiye'yi yabancımarka pazarına çevirmiştir. Türkiye'de ki bütün askeri ve sivil darbelerin mutlaka ekonomik boyutlarıbulunmaktadır. Son yıllarda ekonomik olarak bir toparlanma yaşanmakla birlikte kimi kesimlerden özelleştirmeler ve piyasadaki sıcak paraların kaynak ve akıbetleriyle ilgili eleştirilerde yöneltilmektedir. Türkiye ekonomik potansiyeli bulunmakla birlikte ciddi ekonomik risklerde yaşayan ve yaşayacak olan ülke sinyalini vermektedir.

Toplumsal Riskler: Genç, dinamik yapısıartan nüfusu ve milli manevi bağlarıyla Türkiye güçlü bir yapısergiliyor gibi görünsede ciddi riskleride taşımaktadır. Genç ve kalabalık nüfus büyük güç olmak için tek başına yeterli ve geçerli faktörlerse Afrika'nın veya Asya'nın bazıülkelerinin dünya klasmanında her bakımdan zirvede yer almalarıgerekir. Oysa yeteli istihdam olanaklarının sağlanamadığı, ciddi bir vizyoner planlamanın yapılmadığıyerde genç nüfus atıllıktan başka bir işe yaramayacaktır. Üstelik yakın gelecekte teknolojik ilerlemeler robotlar ve yapay zeka uygulamalarına daha fazla imkan vereceğinden işsizlik artacak ve insanlar farklıillegal yöntemlere yöneleceklerdir. Türkiye toplumu öz benliğinide büyük oranda zedelemiştir. Tam manasıyla batıveya doğu kültürünü benimseyen kitleler öz yaşayışınıkaybetmişdoğu batıarasında adeta bir yarım form olarak kalmıştır. Ailenin önemi geçerli olsada boşanmaların arttığı, sadakatsizliklerin çoğaldığı, madde bağımlılığının arttığıve insanların gittikçe eskiye özlem duyduğu bir populasyon teşekkül etmeye başlamıştır.

Bilgi Teknolojisi Riskleri: Gelecek bilgi ve teknoloji üzerinde şekillenecektir. Bu süreçte mevcut ve yeni mühendislik dallarının geliştirilmesi, patentlerin artmasıve ar genin geliştirilmesi öncelikli olacaktır. Türkiye'de kısa süre evveline kadar talep olmadığıgerekçesiyle fen bilim dallarının kapatılmasının gündeme taşınmasıbu hususta ne denli ciddiyetsiz olunduğunun göstergesidir. Türkiye'nin bir Ulusal Teknoloji Kitabı'nın olduğu meçhuldür. Yazılım, genetik, siber platformlar gibi hususlarda ciddi eksikler bulunmaktadır. Çok iyi yetişmişkişiler büyük oranda beyin göçü ile batıülkelerinde yaşantılarınısürdürmektedir. Köken ve kültür olarak Türk olmasına rağmen Nobel'i alan Sancar bile Abd'de yaşamakta, çalışmalarınıorada sürdürmektedir.

Strateji Kaynaklı Riskler: Dünya'da bütün ciddi ülkelerin belirlenmişulusal stratejileri bulunmaktadır. Ulusal stratejiler kısa dönemli değil, ülkelerin onlarca yıllık öteki hedeflerini muhteviyatlarında bulunduran planlamalar dır. Bir ülkede iktidar değişebilir hatta yüz ölçümü değişebilir fakat belirlenmiş ulusal stratejiler ana eksenlerinden aşırıbir sapma göstermezler. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusya'nın ulusal stratejisinin bir Avrasya İmparatorluğu kurmakla beraber, Kırım, panslavizim ve sıcak denizlerin Rusya nezdinde ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Aradan iki buçuk asır geçmiştir, Rusya rejimselde dahil olmakla birlikte pek çok değişiklik yaşamıştır ancak bugüne bakıldığında ulusal stratejisinin değişmediği görülür. Aynışekilde İran, İngiltere, Abd, Almanya, Yunanistan, Çin gibi önemli ülkelerinde ulusal stratejileri mevcuttur. Türkiye'de ise her iktidar dönemine müstakil dış politika, güvenlik konsepti, eğitim programları belirlenmektedir. Bunlarında ötesinde Türkiye'nin iler iki yıllarda kendini nerede görmek istediği hususunda belirsizlikler bulunmaktadır. Yani Türkiye'nin mevcut bir ulusal stratejisi bulunmamakta bu durum Türkiye gibi devlet geleneğine haiz bir ülke açısından büyük risk taşımaktadır.

Türkiye'ye yönelik riskleri belli başlıgruplar halinde kategorik olarak saptamak kadar önemli olanda risklere yönelik tedbirlerin belirlenmesidir. Bu tedbirler çok yönlü ve uzun vadeli olmak durumundadır.

Batı ile ilişkileri sekteye uğradığında plansız ve programsız Asya perspektifi ortaya koyan, Asya ile ilişkileri sorunlu olduğunda duygusal ve ani tepkilerle batıya yönelen Türkiye'nin bölgesel vizyonu yok demektir. Bu sebeple de jeopolitik gerçekleri okuyamayacaktır. Jeopolitik tanımını çok iyi yapmışTürkiye güvenlik konsept ini bu doğrultuda endekslemeye mecburdur. Askeri darbe ve kalkışmalara karşı haklı gerekçelerle kaygılı ve tepkisel yönetsel mekanizmanın tutumu anlaşılabilir ancak silahlı kuvvetlerin kurumsal yapısıyla alakalı oldu bittiye getirilen düzenlemeler bize göre 'Danışman Cuntasının' hezeyanları dır. Sivilleşme önemli olmakla birlikte bu durum tepeden uygulanabilecek bir yöntem değildir. Asker sivil ilişkilerinin demokratik düzlemde sağlıklı işlemesi için toplumun bireysel ve kurumsal olarak bütünüyle demokratik bir yelpazede bulunması gerekir. Şekil ihtiva eden uygulamalardan vaz geçilmeli, ordunun profesyonelleşmesi desteklenmelidir. Emekli Oramiral Nusret Güner'in ifadesiyle '' Hava özellikle Deniz kuvvetleri olmadan tek başına Kara Kuvvetleri ile yalnızca sınırlarınız içerisinde piknik yaparsınız.'' denizci bir devlet olamayan ve deniz bilinci kazandırılamayan Türkiye'de süratle bu eksiklik giderilmeli hava ekolüde desteklenmelidir. Ekonominin bir istihbarat bilimi haline geldiği unutulmamalıdır. Bu suretle Türkiye'nin resmi ve gayrı resmi maden stoğu belirlenmeli, finans ve banka sektöründeki yabancı sermaye oranları, sıcak para miktarı saptanmalı, istihdam kapasiteleri ve rekabet ölçekleri ortaya koyulmalıdır. Bu doğrultuda milli uzun vadeli bir ekonomi strateji programı belirlenmelidir. Ekonomi istihbarat koordinasyonu sağlanmalı, yurt dışı ekonomik operasyonlar başlatılmalıdır. Türkiye köklü bir toplum yapısı bulunmakla birlikte yeni buhranların aşılabilmesi için Aile Bakanlığı ve yerel yönetimler yeni stratejiler geliştirmelidir. Film ve sinema sektörü motive edici yapımlar üzerinde yoğunlaşmalıdır.

Sosyal bilimler önemini korumakla birlikte, gelecekte sosyal medya uzmanlığı, robot bilim, genetik, kodlama gibi branşlar dünyaya yön tayin etmede başarılı olacaklardır. Bu sebeple Fen ve Mühendislik Fakülteleri yeni baştan tedrise edilmelidir. Eğitime daha fazla pay ayırabilmek için seferberlik başlatılmalı, ihmal edilen ilköğretimler dahil olmak üzere yeni ve verimli model oluşturulmalıdır. Üretim alanlarında yazılım ve hiper teknolojik cihazlar hususunda oldukça gayret sarf etmek gerekecektir. Bir çamaşır makinasın daki malzeme, küçük bir tablet ya da cep telefonundaki malzemeden kıymet olarak çok daha fazladır. Ancak malzeme maliyeti oldukça düşük olan tablet ya da cep telefonu ekseriyetle o çamaşır makinesinden daha yüksek bir ücretle satılacaktır. Yani kâr marjı oldukça yüksek olacaktır. İşte bu tip teknolojik alanlarda markalaşmanın ve uluslar arası rekabete açılmanın zamanı gelmiştir. Türkiye'de ciddi akademisyenler, siyasetçiler, askerler Türkiye'nin mevcut gerekliliklerine göre bir ulusal strateji hazırlamalı, millet bu doğrultuda motive edilebilmek için görsel ve yazılı basın etkin kullanılmalıdır. Örneğin Türkiye'nin ulusal stratejisi, Misakı Milli'ye dayalı topraklarını genişletmek, Körfezde yatırım yapmak, milli gelirini belirlenmiş rakama çıkarmaktan ziyade söz gelimi 50 ülkede askeri üs var etmek, Türk Silikon Vadisini hayata geçirmek suretiyle dünya ticaretinde önemli yere sahip olmak ve bir Türk İmparatorluğunu kurmak olabilir. Dikkat edilirse burada bir rakam, yüz ölçümü ve ilhak gibi unsurlar sıralanmamıştır. Çünkü stratejide önerilenlerin hayata geçirilmesi zaten yüksek milli gelirli ve dünya siyasetini kontrol eden bir Türkiye yaratacaktır.

Bir başka strateji modeli ise Türkiye'nin belirli şehirlerini belirli dalların merkezleri haline getirebilmek üzerine kurulu olabilir.

Abd'yi ele aldığımızda Las Vegas eğlencenin, Los Angeles Hollywood üzerinden kültür yani insanlığıdönüştürücü fenomenin, Wall Street ekonominin, Washington ise siyasetin merkezleridir. Türkiye'de de benzer bir model hayata geçirilebilir. Örneğin yeni finans merkezi ve tarihi birikimiyle İstanbul ekonomi ve inançların, Ankara siyasetin, Antalya film sektörünün yani kültürün, turistik bir kent ise eğlencenin merkezi olabilir ve dünyayıhiç değilse bölgeyi bu doğrultuda şekillendiren cazibe merkezlerinden öte insanlığa yönelik temel fenomen kentler haline getirtilebilinir.

Görüldüğü gibi Türkiye ciddi riskler taşımakla beraber riskleri avantajlara dönüştürebilecek imkanlarada sahiptir. Yalnız bir gerçek varsa o da kainatta hiçbir şeyin durağan olmadığıdır. Yani dünyada bölgede hızla değişmektedir. Hulasa geç kalınmadan biran evvel gerekli hazırlıklar başlatılmalı, oyun kurucu ülkeler kategorisine yükselinmelidir.

http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2015/02/turk-yahudi-iliskileri-turkiyeyi.html



TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR


TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR,


TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR

Yazar: Sait Yılmaz
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bazı uzmanlar (!) eksikliği askerlere bırakarak, otuz senedir devam eden mücadelenin birikimine sahip komuta kademesine içerikten yoksun önerilerle, akıl vermektedir.'Teröre karşı savaş evde kazanılamaz; ama evde kaybedilir' diyen Richard Perle, 'Şeytan'a Son' adlı kitabında şöyle devam etmektedir; 'Ulusal egemenlik bir hak olduğu gibi, aynı zamanda da bir yükümlülüktür. Ülke çıkarlarına göre gereken rolleri üstlenemeyen bir hükümet, hükümet olma haklarından mahrum kalır. ABD, kuruluşundan bu yana, bu ilke çerçevesinde hareket etmiştir.[1]' Büyük bir ülke ancak çıkarları söz konusu olduğunda kan dökmeye hazır olan ülkedir. Türkiye zaten kan dökmektedir ve egemenlik haklarımıza sahip çıkmadığımız ve ülke bütünlüğümüze yönelik saldırılara kaynağında müdahale etmediğimiz taktirde şehitlerimiz artacaktır. Bu makalede terörle mücadelede gelinen aşama ve yapılan hatalar konusuna değineceğiz ve önerilerimizi bir kere daha sıralayacağız. Ancak Türkiye'de bugün olup bitenler Irak'ın kuzeyi ile ilgili gelişmeler ile yakından ilgilidir. 

Bu nedenle Irak'ın kuzeyinde[2] ve terörle mücadelede bugüne kadar neler oldu, öncelikle bunu okumanızı tavsiye ediyoruz[3].

Terör örgütü ne yapmaya çalışıyor, kime hizmet ediyor?

Bütün terör örgütlerinin amacı; karşısındaki devleti askeri yollardan zorlayarak ve yıldırarak muhatap alınmak, devlet ile masaya oturarak, pazarlık yapmak ve 
böylece asıl gayret olan siyasi amaçlarına ulaşmaktır. Bu yüzden yapılan eylemler askeri sonuç almaktan çok psikolojik hedeflere yönelmiştir. Eylemlerin şok etkisi yaratacak şekilde yapılmasının nedeni, çözüm için kamuoyunda beklenti yaratarak ve devletin zayıf kaldığını göstererek kendi yandaşı siyasi unsurların 'siyasi çözüm' argümanı için elini güçlendirmektir. Burada dikkatlerden kaçmaması gereken konu 'medya' faktörüdür. Terör medya ile yaşar, medyada yer almazsa eylem amacına ulaşamaz yani terörün yaşam fanusu medyanın eylemi haber yapmasıdır. Çünkü terör de, terörle mücadele de esasında psikolojik bir savaştır. Türkiye'de medyanın haberleri veriş şekli bir yana -medyamız öyle kuşatılmıştır ki, medya üzerinden sadece terör örgütü yandaşları değil, kendi dış kaynaklı gündemlerini Türkiye'ye taşımak isteyenler de bu eylemlerin arkasına sığınmaktadır. Bu konuyu terör örgütünün ne yapmak istediği ile ilgili kapsam dâhilinde açıklayalım.

Evet, Türk medyası öyle kuşatılmıştır ki, Türkiye'nin gündeminden pek çok konu kaçırılırken, dezenformasyon hat safhadadır. Medyayı kuşatan üç adres grubu 
terör örgütünün eylemlerinin arkasından kendi mesajlarını vermektedir. Bu adreslerin birincisi medyayı saran ve her eylemin arkasından demokratikleşme ve AB reformları masalını anlatan post-modern, 2. Cumhuriyetçi, 'etki ajanları' takımıdır. Bunlara göre terörle mücadelenin başarısı AB reformlarına ve 
demokratikleşmeye bağlıdır. Ancak, bu reformların bugüne kadar hiçbir işe yaramadığı gibi, bire bir PKK'nın istekleri ile uyuştuğu, terörü azdırdığı ve güvenlik güçlerinin elini-kolunu bağladığı söylenmemektedir. Hatta, bizzat PKK'nın AB reformlarını engellemek için eylem yaptığı yalanı uydurulmaktadır. AB ilerleme reformlarında terörle mücadele kapsamında istenen tüm reformlar PKK'nın kongrelerinde istenenler ile aynıdır (Tablo 1). AB süreci kapsamında istenen reform ve demokratikleşme istekleri aslında Türkiye'nin bölünme ve parçalanma sürecinin devamıdır. PKK'nın eylemleri de bu amaca hizmet etmektedir.

Tablo 1: Avrupa Birliği Reform İstekleri, Türkiye ve PKK

AB Reform İsteği
PKK Kongreleri
Yapılan Reformlar
OHAL, Olağanüstü Mahkemeler ve idam cezası kaldırılmalıdır. (Kopenhag kriterleri)
OHAL, Olağanüstü Mahkemeler ve idam cezası kaldırılmalıdır.
İdam cezasının Öcalan'ı kapayacak şekilde kaldırılması (2002) OHAL ve DGM'ler kaldırıldı. (2004)
Kürt dili ve kültürünün önündeki engeller kaldırılmalı, Kürtçe yayın ve eğitim hakkı tanınmalıdır. (2001 İR)
Türkçe dışındaki dillerin eğitilmesini destekler nitelikte, uygun tedbirler kabul etmek. (KOB, 2005)
Türkçe dışındaki dillerde radyo/ televizyon yayınlarına etkin şekilde erişim sağlamak. (KOB, 2005)
Kürt dili ve kültürünün önündeki engeller kaldırılmalı, Kürtçe yayın ve eğitim hakkı tanınmalıdır.
Kürtçe dâhil Türkçeden başka dil ve lehçelerde yayın ve eğitim yapılması olanağı getirildi. (2002)
Kürtçe eğitim görmek için dilekçe verenler hakkında başlatılan soruşturmalar ve açılan davalar düştü. (2003)
TRT Şeş TV kanalı ve Kürtçe radyo yayına başladı. (2009)
Düşünce suçlularına genel af ilan edilmelidir. Görüşlerini şiddet içermeden dile getirdiği için hakkında dava açılan veya hüküm giyen kişilerin durumlarını 
iyileştirmeye devam etmek. (KOB, 2005)
Düşünce suçlularına genel af ilan edilmelidir.

Propaganda ancak şiddet ve terör eylemlerini teşvik etmesi halinde suç sayıldı. HADEP ve DEHAP ile ilgili bazı davalar düştü. (2003). CMUK'nda AİHM kararları 
doğrultusunda yargılamanın iadesine gidebilme hakkı. (2003)

BM temel vatandaşlık hakları. (İlerleme raporları)
Kürt Kimliğinin tanınmasıÇocuklara Kürtçe isim verilebilmesi (2003)
Güneydoğu'daki korucu sistemini kaldırmak. (KOB, 2005)
Koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.
Yardım ve yataklık fiili ile ilgili düzenlemeler yumuşatıldı. (2003)

Kaynaklar: 
AB İlerleme Raporları, PKK 7. ve 8 Kongre Kararları, AB-Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi (2005), Fikret Bila: "Hangi PKK?", Ümit Yayıncılık, 3.Baskı, (Ankara, 2004), 172-173.

İkinci adres gurubu Barzani'nin küstahlığı ile bize yansıyan aslında Amerikanın sesi olan medya ve parti uzantılarıdır. Bunların mesajı; 'Sakın Irak'ın kuzeyine 
girmeyin, Kürtlerle iyi geçinin' diyen, bize Barzani'yi muhatap aldıran mekanizmadır. TSK., otuz yıllık terörle mücadelesinde 1990 ve 2003'e kadar olan süreçte iki defa PKK'yı yok olma noktasına getirmiş ancak bölücü örgüt Irak'ın kuzeyinde hayat bularak tekrar canlanmıştır (Tablo 2). Bugün ise Türk Ordusunun Irak'ın kuzeyine girmesinin önlenmesi için Barzani ile iyi geçinmek ve istihbarat desteği yalanı uydurulmuştur. Amaç, sadece Kürdistan'ı yaşatmak değil, PKK'ya hayat sahası sağlamaktır. Üçüncü adres grubu ise Öcalan ve DTP tayfasıdır. Onların söyledikleri gayet açıktır; siyasi çözüm diyerek, PKK'nın ve Öcalan'ın muhatap alınması, Kürt kimliğinin tanınması ile başlanarak self-determinasyona giden yolda Türkiye'nin iç hukukunda zemin kazanmaktır. İşte, terör örgütünün eylemleri bu üç adresin kendi gündemlerini uygulamasına hizmet etmektedir.PKK eylem yapıyor;

- Öcalan'ı muhatap alalım hatta serbest bırakalım diye, devletten koparacağı tavizler ile kendi yandaşlarına gücünü göstermek ve moral vermek, örgüt liderlerini kahraman yaparak siyasi arenaya sokmak için,
- DTP bundan sebeplensin, PKK tehdidi ile kendi siyasi yaşamına devam etsin, devletin imkânlarını PKK için kullansın,
- Barzani ve Talabani'yi muhatap alalım, rahat rahat Kürdistan'ı kursunlar, hatta büyük Kürdistan için hamilik yapalım, Türkiye; Kerkük ve Türkmenlerin 
haklarından vazgeçsin,
- ABD'ye hep muhtaç olalım, sözünden çıkmayalım, Kürdistan'a yerleşsin, Irak ile ilgili planları bozulmasın hatta öyle zor durumda kalalım ki, İran ve 
Afganistan için de koşulsuz destek verelim, sadece Kürdistan'ı değil Büyük Ermenistan ve bölgede planladıkları diğer yeni ülke-inşalarına da alet olalım,
- AB reformcuları Kürt kartı ile Türkiye'yi bölsün ve Türkiye, AB'ye giremeden parçalansın,
- Yunanistan, Ermenistan, İran -şimdi buna İsrail'i ekleyelim, Türkiye'yi köşeye sıkıştırsın, güçsüz bıraksın, ülke kaynaklarını terörle mücadeleye harcasın diye.


Tablo 2: Irak'ın Kuzeyi ve PKK Dönem PKK Körfez Savaşı (1884-1990)


Bu savaştan önce bitme noktasına gelen PKK, savaş sonrasında Irak'ın kuzeyinde yeniden güçlenmiştir. Saddam'ın saldırıları kullanılarak 'Kürt sorunu iddiaları' dünya kamuoyuna mal edilmiştir.

Çekiç Güç Dönemi
(1991-2002)

36. paralelin kuzeyi Saddam'a yasaklanırken, Çekiç Güç sayesinde PKK'ya korumalı bölge oluşmuş ve Kürt gruplar bağımsız bir devletin temellerini atmıştır.

Irak Savaşı
(2003-Devam)

Bu savaştan sonra Türkiye kendi coğrafyasına hapsolurken, PKK çok büyük bir serbestlik kazanmış, çok miktarda silah ve malzeme ele geçirmiştir.

Kaynak: 25.Genkur.Bşk.E.Org.Yaşar Büyükanıt: "Terörle Mücadelenin Hukuki Boyutları", Beykent Üniversitesi BÜSAM Konferansı, (25 Şubat 2010).
Terörle mücadelede geldiğimiz aşama ve yapılan hatalar.
Yukarıda da açıklandığı gibi Türkiye, bölücü terörle mücadelenin 1984-1990 ve 1990-2003 arasındaki dönemlerinde askeri alanında başarılı olmuştur. 

2003 Irak Savaşı sonrası Irak'ın kuzeyinde yeniden canlanan terörün tekrar askeri sahada yok edilmesi ise Irak'ın kuzeyinde Kürdistan Yönetimi denilen 
cerahatin akıtılmasına ve PKK bataklığının kurutulmasına bağlıdır. Ancak, terörle mücadele sadece askeri sahada kazanılmaz. Bugüne kadar terörün tekrar 
canlanmasında askeri olarak ABD'nin Irak'ta oynadığı roller kadar, içeride ve dışarıda hükümetlerin yaptığı hatalar önemli rol oynamıştır. 1990'lu yılların 
ikinci yarısına kadar terörle mücadeleyi sadece askerlerin işi olarak gören hükümetler, terörün ülke içi kaynaklarının kurutulması ve kazanılan askeri başarıların siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel tedbirlerle tamamlanması için gerekli tedbirleri almadılar. Hükümetlerin vizyonsuzluğunu 1997 yılında başlayan Avrupa Birliği süreci ile yabancı ülkeler tamamlamaya başladı. Sadece terörle mücadelenin alt yapısı değil, ülke güvenlik sisteminin temel unsurları da AB üyelik süreci dâhilinde reform diye diye bir bir etkisiz hale getirildi.
AB süreci ile PKK, askeri sahada mücadele ile elde edemeyeceklerini siyasi yoldan kazanmaya başladı. Önce idam cezası kaldırıldı, arkasından sözde düşünce suçlarının önüne geçmek (!) gerekçesi ile PKK yandaşlarının dilediğini söyleme yani propaganda özgürlüğünün önü açıldı, DEHAP ve HADEP yöneticileri dâhil pek çok bölücü hapisten kurtuldu. Getirilen özgürlükler (!) ile terör örgütünün siyasi uzantıları Meclis'e girdi ve açıktan propagandaya başladı. Ele geçirilen belediyeler ile devletin imkânları PKK'ya sunuldu. Bu özgürlükler şu an PKK eylemlerinden daha fazla ülkeye zarar vermektedir. Yetmedi, eğitim ve yayın hakkı diye verilen ayrıcalıklar ile bölge halkına sanki terör haklı imiş ve bölücüler de gerçekten haklarını savunuyormuş imajı verildi. Son olarak yapılmaya çalışılan 'Demokratik Açılım' ise bu imajı kuvvetlendirdi. İşte PKK bu yüzden eylemlerini artırdı. Yani daha çok taviz almak ve güçlü olduğunu kabul ettirmek, yıldırmak. Şunu kesinlikle kafamıza yazalım; terör eylemleri taviz verildikçe azar, terör hiçbir zaman tam olarak bitmez, çünkü bu bir tür kanserdir, ancak kontrol altına alabilir. Bu hastalığa vereceğiniz tavizler ancak azmasına neden olur.

AB reformları terörle mücadelede Cumhuriyet Savcılarının uygulama ve yorum farklılıklarına neden oldu. Bu durum askeri birliklerin adli yetkilerini belirlemede 
tereddüde yol açtı. Aynı tereddüt suçüstü yakalamada; konut, iş yeri ve kamuya açık olmayan alanlara kolluk kuvvetlerinin girme yetkisinde yaşanmaktadır. 

AB süreci ile yaşanan tahribat bununla da kalmadı. 1997 yılında düzenlenen Susurluk komplosu ile ülkenin istihbaratı derin yara aldı. Derin devlet ve çeteleşme iddiaları ile o güne kadar hukuksal altyapısı sağlam olmayan istihbaratımızın iyice eli kolu bağlandı. İstihbarat yapmak ve örtülü operasyonlar, AB'ci medyanın propagandası ile anti-demokratik ve bir suç gibi gösterildi. Yetmedi, bu sefer AB, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne (MGK GS) el attı. 2003 ve sonrasında yapılan reformlar ile MGK GS'nin istihbaratı koordine, psikolojik harekat faaliyetleri yok edildi, sıradan bir araştırma merkezi haline getirildi. 

Devletin daha önce ülke güvenliği adına yaptığı her çalışma (siyaset belgesi, rapor, plan vb.) gizlilik kuralları hiçe sayılarak medyaya servis edildi. TSK ve hukuk sistemimizin yıpratılması ile ilgili medyanın AB ajanları merkezli faaliyetleri halen devam etmektedir.

Şimdi de gözlerimizi terörle mücadelenin bizden saklanan coğrafyasına çevirelim yani Irak'ın kuzeyine. Irak'ın kuzeyinde olup-bitenler son birkaç yıldır bundan 
sebeplenen medya-holding ilişkilerinin da katkıları ile Türk kamuoyundan gizlenmektedir. Peki, nedir resim? Kürdistan karşılığında PKK kartı ile Kürdistan ve Barzani'nin serpilmesinin önü açılmıştır. 300 kadar aç gözlü Türk şirketi para kazanacak diye Kürdistan'ı elimizle kurmaktayız. Burada PKK ile mücadele için 
bize; Erbil'de PKK mahalleleri kuran ve Büyük Kürdistan için Türkiye içinde altyapı oluşturmakta olan Barzani ile iyi geçinme tavsiye edilmiştir. 

Üstelik askerimiz Irak'ın kuzeyini rahat bıraksın diye istihbarat desteği yalanı uydurularak PKK ile mücadele hava harekatına bırakılmıştır. 
Hava harekatı ile terörist avlanmaz. Hava harekatı ve uydu istihbaratı ile terörist avlansa idi önce ABD bunu Afganistan ve Irak'ta kendisi başarırdı. 
Nisan-Mayıs aylarında yüzlerce terörist sınırdan geçerken ABD istihbaratı nerede idi? Özetle, Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan'ın kurulmaması, Türkmenlerin 
hakları ve Kerkük'ün statüsü gibi çıkarlarımız kamuoyundan saklanmış, çıkarlarımız PKK'ya indirgenmiş, o da Barzani ve ABD'nin insafına bırakılmıştır. 
Bu tezgahın arkasında Barzani'nin Türkiye içindeki bağlantıları kadar, ABD'nin Adana Konsolosluğu da etkindir.
PKK ve Kürdistan tasfiye edilerek psikolojik savaş kazanılmalıdır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi terörle mücadele öncelikle beyinlerde kazanılması gereken psikolojik bir savaştır. İçimizdeki bozguncu ajanların; "Terörle 
mücadelede askeri yoldan sonuç alınamaz.", "Siyasi çözüm, demokratik haklar verilmelidir." gibi argümanları; askeri başarısızlığına rağmen PKK'nın amacına 
siyasi yoldan ulaşması için uydurulmuş kılıflar ve onun muhatap alınma, pazarlığa oturma sürecidir. Bölgedeki ekonomik koşulların iyileştirilmesi argümanı ise terörün kaynaklarının kurutulması için yararlı ancak ülkenin genel koşulları itibarı ile gerçekleşmesi uzun zaman alacak ve işe yarayacağı garantili olmayan bir politikadır. Terörün IRA, ETA ya da BASK gibi örneklerine baktığımızda ekonomik koşulların iyi olmasının beyinlerdeki terör fikrini engellemediği açıktır. 

Terör ile mücadelenin beyinlerde kazanılması için PKK ve Kürdistan fikri beyinlerden silinmelidir. Bunun da yolu PKK ile birlikte Kürdistan fikrinin Irak'ın 
kuzeyindeki coğrafyadan silinmesi, umut olmaktan çıkarılmasıdır.
Türkiye'nin terörle mücadelede yeni politika ve stratejiler uygulama zamanı gelmiştir. Bu politikaların başında AB ve ABD'nin dümen suyundan terör ile 
mücadele edilmeyeceğini kabul ederek; kendi çıkarlarına, kendi gücüne ve kaynaklarına dayanarak hareket etmek gelmelidir. Kimse bizim için terörist yok 
etmez. Hele o teröristler kendilerinin bölgede kalışı ve çıkarları için iyi bir enstrüman ise. Türkiye'nin demokratikleşme diye bir sorunu yoktur, ülkemizin 
demokrasi koşulları pek çok ülkeden iyidir, gerçek olan bu özgürlüklerin Türkiye içinde bölücüler tarafından kötüye kullanıldığıdır. Özetle, ABD ve AB ile 
birlikte terörle mücadele yürümez, kendi iç şartlarımıza göre politika ve strateji üretmeli ve kendi kaynaklarımıza dayanmalıyız. Öncelikle içimizdeki psikolojik 
savaş zinciri kırılmalı, kurulacak yeni bir bilgilendirme alt yapısı ve uygun stratejiler ile halkın umudunu devlete bağlaması sağlanmalıdır. Bu yönde hala 
PKK'yı yöneten Öcalan ve DTP de tasfiye edilmeli, bölücülük yapanların siyasi geleceği tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca, demokrasi masalcısı, AB'ci 
bölücülerin tasfiyesi ile ilgili süreç başlatılmalıdır.

PKK ve Kürdistan'ın tasfiyesi sadece askerlere bırakılmamalıdır. Devletin yumuşak gücü ile askeri gücünün uygun bir karışımının sağlanacağı 'akıllı güç' kurgusu oluşturulmalıdır. Yumuşak güçten kastettiğimiz askeri güç dışındaki ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer güç kaynaklarının sonuç alacak şekilde ABD'de de olduğu gibi bir kurgu haline getirilmesidir. Bunun Türkiye için nasıl yapılacağı ile ilgili görüşlerimiz saklıdır. Sonuçta askeri güç PKK ve Barzani'yi askeri olarak tasfiye ederken, yumuşak güç; bunun öncesi ve sonrasını hazırlayacak yani Irak'ın kuzeyini Türkiye çıkarlarına uygun bir şekle dönüştürecektir. Bunun için MİT'in dış istihbaratının ve örtülü operasyon kabiliyetinin güçlendirilmesi kadar, askeri istihbaratın da güçlendirilmesi, kendi ihtiyacı olan operasyonel istihbaratı yapabilmesi için hukuksal altyapısı sağlanmalıdır. EGM istihbaratı, PKK ve uzantılarının ülke içindeki ve dışındaki bağlantılarına ve etki ajanlarına odaklanmalıdır. 

İçimizdeki etki ajanları ile mücadele için gerekli hukuksal mevzuat yeterli olmadığından Almanya'daki Anayasa'yı Koruma Başkanlığı benzeri bir yapılanma 
sağlanmalıdır. Askeri seçeneklerin çeşitlendirilmesi için ABD'nin Irak'ta bol bol kullandığı gibi Özel Askeri Şirketler kurulmalı, anti-PKK şeklinde örgütlenecek 
bu yapılar pro-aktif olarak PKK'yı bulmalı ve yok etmelidir. Bu konudaki detaylı görüşlerimiz de saklıdır.
Şimdi gelelim hala; -ABD ve AB ne der? diyenlere.. PKK teröristleri Irak'ın kuzeyinden ülkemize sızıp, eylem yaparken ABD bize demokratikleşme önermekte ve Barzani ile iyi geçinme tavsiye etmektedir. 4000 km. öteden gelip, BM kararı olmadan tek taraflı olarak Irak'ı işgali eden ABD'nin kendi çıkarları uğruna Irak'a getirdiği demokrasi ve özgürlük ortamı ile ABD'nin siyasi etiği ortadadır. Oyun bitmemiştir. Orta Doğu, yeni harita değişikliklerine gebedir ve bunun en kolay yırtılma noktası Irak'ın kuzeyidir. ABD, sözde Irak'ın istikrarı uğruna Türk askerinin kuzeye girmesini istememektedir ama daha 2003 yılında yapılan görüşmelerde Kürt bölgesine yaklaşmamamızı isteyerek Kürdistan'ı kurma niyetini belli etmişti. Fiilen kurulmuş olan Kürdistan yavaş yavaş kemikleşmekte ve ABD üssü olmaya hazırlanmaktadır. Korkunun ecele faydası yoktur, cesur olalım, Türkiye ile Irak'ın kuzeyini kıyaslarsak bir merminin bir camı parçalaması gibidir. 

Kendi çıkarlarına sahip çıkmak için bir bütün olan ve terörü yok eden bir Türkiye, Batının çok daha saygın bir üyesi ve ortağı olacaktır.

Sonuç Yerine

Türkiye için Irak'taki gelişmeler beka seviyesinde önem taşımaktadır. Irak'ın kuzeyindeki gelişmeler Türkiye'nin millet ve toprak bütünlüğü dâhil birçok iç 
dinamiğini tetikleyecek potansiyele sahiptir. Türkiye'nin çıkarlarının önündeki öncelikli tehdit; sanıldığı gibi PKK değil, Barzani ve onun bağımsız devlet kurma 
hayalleridir. Ancak, Irak'ın kuzeyinde Kürt devletinin güçlenmesi ve Türkmenler ile ilgili olumsuz gelişmeler; basit ticari çıkarlar ve ABD ile yapılan örtülü 
siyasi hesaplar peşinde Türk kamuoyu gündeminden düşürüldü. Gelinen aşama PKK'ya karşılık Kürdistan pazarlığı olarak gözükse de, PKK ile ilgili sağlanan 
dış desteğin açılım örneğinde olduğu gibi bir ABD illüzyonu olduğu açıktır. Türkiye'nin Irak'taki çıkarları PKK'ya karşı verilen sınırlı desteğe indirgenmiştir. 
Türkiye'ye verilen PKK'ya karşı sözde istihbarat ve operasyonlara izin ise gerçekte 'tavşan kaç-tazı tut' oyunundan başka bir şey değildir. Nitekim hava 
harekâtından bugüne kadar PKK alt yapısı ve güçleri çok az hasar aldı[4]. Türkiye, Irak ve Irak'ın kuzeyindeki menfaatlerini ABD ile uyum içinde gerçekleştirmek gibi boş bir arayışın içine girmiştir. Türkiye, ABD ile ikili ilişkilerinde 'kontrolü kriz' çıkmasından çekinmemelidir.

Gelişmelerden hoşlanmadığı için bunları yokmuş farz eden bir ülke ağır bedel ödemek zorunda kalabilir. Kürtleri ve ABD'yi en çok tedirgin eden husus, 
Türkiye'nin bölgeye müdahale olasılığıdır. Irak'ın kuzeyi ile ilgili çıkarlarımız ABD ve AB'nin güdümünde sağlanamaz çünkü Irak'taki ve genel olarak Orta Doğu 
ile ilgili çıkarlarımız Batı ile uyuşmamaktadır. Türkiye'ye biçilen rol; Orta Doğu harita değişiklikleri ile birlikte Batının çıkarlarına uygun rejimlere ve devletlere 
dönüştürülürken, sadece etrafında olup bitenlere ikna olmak değil, kendi bölünmesine de rıza göstermek hatta destek olmaktır. Irak'ın kuzeyinde vakit daha geç olmadan yeni stratejiler uygulama zamanı gelmiştir. Asıl önemli olan PKK taktik kartına karşılık Kürdistan'ı kurdurmamaktır. Bunun için öncelikli hedef Barzani yönetimi olmalıdır. Irak'ın kuzeyine yapılacak askeri harekatın hedefi; Kürt yönetiminin bir an öncesi tasfiyesi ve Türkiye'ye müzahir bir bölgenin şekillenmesi için gerektiği kadar sürdürülecek bir tampon bölge oluşturulması olmalıdır. Nihai durumda Irak'ın kuzeyindeki Kürt-ABD ittifakının yerini ABD ile çıkar bileşkesi sağlamış bir Türk denetim sistemi almalıdır. Aksi takdirde yapması gerekenleri yapmayan, görmezden gelen, küçük siyasi ve ekonomik rantlar uğruna basiretsiz ve korkak davrananları tarih affetmeyecektir.


[1] Richard PERLE & David FRUM, "Şeytana Son, Terörle Savaş Nasıl Kazanılır", TRUVA Yayınları, Temmuz 2004, s.126.
[2] 'Kuzey Irak' diye tanımlanmış bir coğrafi bölge bulunmamakla birlikte, bu terim Kürtlerin Irak'ta yoğun olarak yaşadığı bölgeyi tarif etmek için maksatlı 
olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle, Irak'ın bütünlüğüne referans yaparak, bölge için 'Irak'ın kuzeyi' terimini kullanmaktayız.
[3] Sait YILMAZ: Irak'ın Kuzeyi ve Türkiye, http://www.beykent.edu.tr/dosyalar/Irak_Kuzeyi_Son.pdf
[4] PHILIPS, David L.: Confidence Building Between Turks and Iraqi Kurds, The Atlantic Council, Washington D.C., 2009, p.19.

http://www.21yyte.org/kose-yazisi-yazdir/4830


***

TERÖR NEDİR.



Terör Nedir?


Gamze HELVACIKÖYLÜ
Yayın Tarihi : 13.02.2007

1.a. Terörün tanımı

Kökünü Latince ‘terrere’ sözcüğünden alan Terör deyimi ‘korkudan sarsıntı geçirme’ veya ‘korkudan dehşete düşmeye sebep olma’ anlamlarına gelmekte olup, ilk defa Dictionnarirede l’Academie Française’nin 1789 yılında yayınlanan ekinde rastlanmaktadır.

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1.maddesinde (Değişik-19.07.2003/25173); ‘Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.’ Şeklinde tanımlanmaktadır.

(Değişik İkinci Fıkra:19.07.2003/25173-4928/20 md.) İki veya daha fazla kimsenin birinci fıkrada yazılı terör suçunu işlemek amacıyla birleşmesi halinde bu Kanunda yazılı olan örgüt meydana gelmiş sayılır.

Örgüt terimi, Türk Ceza Kanunu ile ceza hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen Teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi kapsar.

1.b. Terörün unsurları

1.b.1. İdeolojik unsur

  İdeolojik unsur örgütün hareket noktasını oluşturur. Bu nedenle terörün mutlaka bir ideolojik alt yapıya sahip olması gerekir. Örgütler belirledikleri 
ideolojilere göre strateji belirlerler. Terör örgütledikleri düzenledikleri siyasi eğitimlerle örgütün temelini oluşturan bu ideolojiyi örgüt mensuplarına 
benimseterek onları örgütün hedefleri konusunda bilinçlendirmek isterler. Bu süreçte örgüt mensuplarının örgüte olan bağlılığı sağlanır.

Günümüzde terör örgütlerinin kullandığı belli başlı ideolojiler arasında Komünizm, Milliyetçilik, din gibi farklı kaynakları temel alan, ancak hedef olarak rejimdeğişikliğini veya bölünen topraklar üzerinde yeni bir devlet kurmayı amaçlar ideolojiler yer almaktadır.

1.b.2. Örgüt unsuru

Terörle Mücadele Kanunu’na göre örgüt iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelir.

Örgüt; organize bir yapı içerisinde, aynı ideolojiyi benimseyen ve aynı hedefe yönelmiş kişilerden oluşur. Günümüzde terör örgütleri, çoğunlukla örgüt lideri ile ona bağlı üst düzey sorumlular ve daha alt düzeydeki bölge, il ve birim sorumlularından oluşur.

Bu yapılanmada illegal yapılanma ve gizlilik esastır. Böylece örgütün güvenlik hedefi yerine getirilmiş olur. İllegal faaliyet, legal alanda öne çıkan 
sempatizanların illegal alana kaydırılmaları ile beslenir. Böylece operasyonlarla ortaya çıkan kadro kayıpları, yeni ve deşifre olmamış örgüt mensuplarının 
illegal kadrolara aktarılmasıyla giderilmeye çalışır.

1.b.3. Şiddet unsuru

Terör örgütleri şiddeti,hedefledikleri ideolojik sistemi gerçekleştirmek amacıyla kullanırlar. Düzenledikleri şiddet eylemleri ile toplumu korkutup, bıkkınlık ve 
yılgınlık duygusunu oluştururlar. Böylece halkın devlet otoritesine olan güvenini sarsarak bir kaos ortamı yaratırlar.

1.c. Terör suçları

Terörle Mücadele Kanunu’nun, 3.maddesinde, TCK’ya yapılan atıfla, Türk Ceza Kanunu’nun 125, 131, 146, 147, 148, 149, 156, 168, 171 ve 172 inci 
maddelerinde yazılı bulunan suçlardır. Ayrıca, işleniş amaçları nedeniyle bazı suçlar da terör suçları olarak kabul görmektedir. Bunlar; Terörle Mücadele 
Kanunu’nun 4.maddesine göre Türk Ceza Kanunu’nun 145, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 157, 169 ve 384 üncü maddeleri ile 499 uncu maddesinin ikinci 
fıkrasında yazılı olan suçlardır.

2.a. Terörizmin tanımı

Terör terimi, dehşet ve korkuyu belirtirken terörizm, bu kavrama siyasi içerik ve süreklilik katmaktadır. Bu doğrultuda terörizm ‘Savaş ve diplomasi ile 
kazanılmayan sonuçları elde etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye, felsefeye ve ideolojiye dayanılarak siyasi maksatlarla, iradi olarak terör ve 
şiddetin sistemli ve hesaplı bir şekilde kullanılmasıdır.’

2.b. Terörizmin amacı

Terörizmin temel amacı, bir davaya veya siyasal anlaşmazlığa dikkat çekmeye çalışmaktır. Bu da toplumda oluşturulan korku ile yapılmaktadır. 
Terörizm kitle iletişim araçlarını da kullanarak ‘benden olanlar’ ve ‘benden olmayanlar şeklinde toplumda bir bloklaşma yaratmaya çalışmaktadır. 
Böylelikle insanları zorunlu bir şekilde taraf olmaya iter. Bu da toplumun birliğine ve bütünlüğüne zarar verir.

Terörizmin bir diğer amacı da yerleşik toplumsal ve siyasal düzene zarar vermektir. Bunu da yarattığı kaos sayesinde gerçekleştirmeye çalışır. 
Kitlelere yönelik belli hedefler gözetmeksizin yapılan eylemler karşısında, halkın can derdine düşmesi ve gelişmelere tepkisiz kalması sağlanır. 

Bunun sonucunda da devlet ve toplum arasında güvensizlik oluşur.

Terörizmin hedeflerinden birisi de toplumun ve karşı olduğu siyasal düzenin kendisine itaat etmesini sağlamaktır. Toplumu yaptığı eylemlerle 
yıldırarak psikolojik olarak çökertmeye çalışan terörist gruplar, toplumda oluşan devlete karşı güvensizliği de kullanarak devletin kendisine baş eğmesini hedefler.

2.c. Terörizmin özellikleri

Dünya’daki terör örgütlerine baktığımızda benzerlik gösteren şu özellikleri görebiliriz.

1- Terörizm bir ideoloji, bir doktrin ya da sistematik bir fikir olmamakla beraber hedefe ulaşmak için kullanılan bir stratejidir.

2- Terörizm, terör eylemlerini meşrulaştırmak için zemin hazırlar.

3- Terörizm, yeni bir düzen ve menfaatler vaat eder.

4- Terörizm, uluslar arası düzende dış güçlerce daima desteklenir. Aksi halde gelişmesi mümkün değildir.

5- Terörizm, propaganda olmadan güçlenemez hatta ayrılmaz bir bütündürler.

6- Terörizm, mali desteğe ihtiyaç duyar ve bunu elde etmek için de yasadışı yollara başvurur.

7- Terörizm, devlet otoritesine alternatif olduğunu savunur.

8- Terörizm, düzen değişimi, bağımsız bir devlet kurma gibi nedenlerle ortaya çıkabilir.

9- Terör, bilinçli ve kasıtlı yapılan eylemleri içerir.

10- Terörizmin amacı şiddet uygulamaktır çünkü ancak bu şekilde hedeflerine ulaşabileceğini düşünür.

11- Terörizm, genellikle siyasi bir amaca hizmet eder.

12- Terörizm, bireysel değil örgütlü grupların gerçekleştirdiği eylemlerdir.

2.d. Terörizmin faaliyet alanları

Terörizm pek çok farklı alanda kendine hareket sahası yaratabilir.

1-İşçi ve memur sendikaları: Bu kuruluşları kullanarak sempatizan bir kitle oluşturmak ve işçi ve memurların haklarını kendi hedefleri doğrultusunda kullanmak.

2-Siyasi partiler ve gençlik kolları: Mevcut siyasi partilere sızarak veya yeni partiler kurarak, propagandalarını yasallaştırmaya çalışmak.

3-Dernek ve vakıflar: Kurdukları dernek ve vakıflar sayesinde, terör örgütleri kendilerini kamufle etmeye çalışırken, bu dernek veya vakıf kapsamında 
faaliyetlerini yürütmeye çalışırlar.

4-Özel ve tüzel kuruluşlar: Bu kuruluşların içine sızarak, sansasyonel olaylar yaratmak.

5-Eğitim kurumları: Kendisine sempatizan bulmak ve yaratmak için terör örgütlerinin en büyük kaynağı okullardır. Özellikle lise ve üniversite gençliği 
hedefleridir. Genelde kendi içinde bocalama yaşayan veya bulunduğu sosyal şartlardan memnun olmayan kişileri kendi aralarına katmaya çalışırlar.

3. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE TERÖRİZM

Araştırmacılara göre geniş anlamıyla terörizm faaliyetlerine ilk Romalılar döneminde rastlansa da terörizmin modern tanımının Fransız Devrimi’nden sonra oluştuğunu ve Sanayi Devrimi’nden sonra şekillendiğini düşünebiliriz.

1-Ulaşım devrimi: Buharlı makineler ve trenin keşfinden sonra insanlar daha fazla hareket özgürlüğüne sahip olmuşlardır. Bu da terörizm açısından baktığımızda operasyonlar için daha geniş bir saha ve hedef kitle anlamına gelmektedir.

2-İletişim devrimi: Telgraf, telsiz ve telefonla beraber iletişim kolaylaşmış bu da suçluların daha organize hareket edebilmesini sağlamıştır. İletişim devriminin 
bir diğer sonucu da daha büyük kitlelerin dünyada olan biteni daha hızlı öğrenmesiyle beraber, olayların etkisini arttırmıştır.

3-Teknoloji devrimi: Teknolojinin ilerlemesiyle insanların hayatı kolaylaşmıştır. Fakat teröristler açısından düşünüldüğünde, teknolojik devrimler teröristlere 
tahrip gücü yüksek eylemler gerçekleştirme imkanı sağlamıştır. Öte yandan günümüzde teknolojik altyapıyı kullanan toplumlarda ve sistemlerde, oluşabilecek ufacık bir arızanın maliyetleri oldukça yüksektir. Bu da insanlarda ne kadar güvende olduklarına dair soru işaretlerine yol açmaktadır.

4-Ekonomik yapının hassaslaşması: 19.yüzyıldan itibaren ekonomik pazarların entegre olmaya başlamasıyla, herhangi bir pazarda meydana gelen sorunların 
etkisi sadece o pazarla sınırlı kalmayıp, ilişkide bulunduğu diğer pazarları da etkiler hale gelmiştir. Terörün de güç kazanmasında ve küreselleşmesinde bu 
entegrasyonun etkisi vardır.

5-Kentleşme: 19.yüzyılda Batı Avrupa’da başlayan kentleşme süreci günümüzde tüm dünyada etkisini sürdürmektedir. Terör de hedefleri gereği kırsal değil 
kentsel yaşamayı tehdit eden bir unsurdur. Çünkü on binlerce kişinin yaşadığı bir şehir merkezinde yapılacak bir eylem hem daha büyük zarara yol açacaktır 
hem de yankısı daha büyük olacaktır.

6-Demokratikleşme: Siyasi sistem ne kadar geniş kitlelere hitap ederse, sistemi etkileyen aktör sayısında da o derece artış olur. Günümüzde etkisi artmış 
bir birey söz konusudur ve bireylerin karşılaştıkları tehlikeler kısa sürede siyasi sistem üzerinde baskı oluşturmaktadır. Ulusal düzeyde başlayan bu baskı hızla 
küresel düzleme de taşınmaktadır.

7-Medyanın oluşumu: Terörün son 19.yüzyıldan başlayarak günümüze kadar gelmesinde ve bugün bu kadar etkin olmasında medyanın etkisi büyüktür. 
Çünkü medya olmasa, teröristler eylemlerini kitlelere duyuramazlardı.

Kısaca terörizm bütün bu unsurlardan yararlanmış ve gelişimini onlar sayesinde hızlı bir şekilde gerçekleştirmiştir. Yerelden ulusala,ulusaldan bölgesele, 
bölgeselden küresele geçiş yapmayı başarmıştır. Uluslar arası sistemde ekonomik, siyasi ve diğer alt sistemler ne kadar hassas ve karmaşık olursa, terörün bu sistemler üzerindeki etkileri de o derece büyük olacaktır.


4.a. Siber terörizm nedir?

21. yüzyılın en önemli silahı ‘bilgi’dir. Bilgiyi elinde tutan gücü de elinde tutmuş olmaktadır. Bilginin gücüyle teknolojik alandaki gelişmeler tüm yaşamımızı 
olumlu yönde etkiliyor. İnternet, bilgisayar, uydular, cep telefonları hayatımızı kolaylaştıran gelişmelerden sadece birkaçı.Yine bilginin gücünü kullanarak aynı 
araçlar birer silaha dönüşebilmekte ve karşımıza siber savaş ve siber terör kavramları çıkmaktadır.

Siber terör, yeni yüzyılda terörizmin yeni yüzü olarak yansıyacaktır ki teröristlerin elektronik bir saldırı yaparak bir barajın kapaklarını açabilecekleri, ordunun haberleşmesine girip yanıltıcı bilgiler bırakabilecekleri, kentin bütün trafik ışıklarını durdurabilecekleri, telefonları felç edebilecekleri, elektrik ve doğal gazı kapatabilecekleri, bilgisayar sistemlerini karmakarışık hale getirebilecekleri, ulaşım ve su sistemlerini allak bullak edebilecekleri, bankacılık ve finans sektörünü çökertebilecek leri, acil yardım, polis, hastaneler ve itfaiyelerin çalışmasını engelleyebilecekleri, hükümet kurumlarını alt üst edebilecekleri, sistemin birden durmasına neden olabilecekleri ihtimaller dahilindedir.

Siber terörizm kısaca belirli bir politik ve sosyal amaca ulaşabilmek için bilgisayar veya bilgisayar sistemlerinin bireylere ve mallara karşı bir hükümeti veya toplumu yıldırma, baskı altında tutma amacıyla kullanılması olarak tanımlanabilir.

4.b. Siber terörizm ile klasik anlamda terörizm arasındaki farklar

1- Terör örgütleri eylem yaparken gerektiğinde hayatlarını da ortaya koyarlar. Fakat bir siber terörist eylemlerini internet üzerinden gerçekleştirirken herhangi 
bir yaşam tehlikesi ile karşı karşıya kalmaz.

2- Klasik terör eylemlerinin amacı o topluma veya devlete doğrudan zarar vermektir. Bu nedenle eylemler araçtır. Ama sanal terörde şiddet araç değil amaç haline gelir.

3- Geleneksel bir terör eyleminde propagandayı daha geniş kitlelere duyurmak için yapılan eylemler lokaldir. Ancak siber terörde eylemin etki alanı 
olabildiğince geniştir.

4- Klasik terör eylemleri toplumlarda duygusal tepkilere yol açarken, siber terör aynı ölçüde bir etki yaratamamaktadır.

5- Terör örgütleri bilinen eylemlerini gerçekleştirmek için seçecekleri kişilerde yaş,cinsiyet vs. gibi belli kriterler ararken, siber terör bilgisayar başındaki 
herhangi bir terörist tarafından gerçekleştirilebilir.

6- Geleneksel terör eylemleri silahlı eylemler olduğundan çeşitli teçhizata ihtiyaç duyulurken, siber terörizm söz konusu olduğunda sadece bilgisayar, 
internet vs. yeterli olacaktır.

5. ULUSLARARASI TERÖRİZM

Terörizm uluslar arası ilişkilerde güçsüz ülkeler tarafından güçlü olanlara karşı çıkış noktası olarak kullanılırken, güçlü ülkeler tarafından da rakiplerini saf 
dışı bırakmak için kullanılan bir araçtır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan Soğuk Savaş Dönemi’nde terörizm güçlü ülkeler tarafından küçük ve geri kalmış ülkelerde uygulanmış ve demokrasi 
tam olarak gelişmemiş bu ülkelerde başarılı olmuştur. Bu da uygulayıcı ülkeleri cesaretlendirmiş ve terörün uygulanma alanının genişlemesine neden olmuştur.

Bu noktadan sonra terörizm ülkeler arası savaşın yeni boyutu olarak günümüzde ortaya çıkmıştır. Terör örgütlerine verilen parasal ve lojistik destek sayesinde 
terörist eylemler giderek yaygınlaşmış ve uluslar arası bir boyut kazanmıştır. Şu anda terörizm dolaylı yıpratma yöntemlerinin kullanıldığı dünya iç savaşı 
olarak tanımlanabilir.

Terörizmin uluslar arası boyuta ulaşmasında etken olan başlıca nedenler şunlardır:

1-Uluslararası haberleşme ve ulaşım araçlarının hızlı gelişimi

2-Teknolojinin ilerlemesiyle silah ve teçhizatın modernleşmesi

3-Bazı ülkelerin ideolojilerini ve devrimlerini yaymada terörizmi araç olarak kullanması

4-Uluslararası terör örgütleri arasında da iletişimin artmasıyla kendi içlerinde de finans,lojistik ve bilgi paylaşımının artmasıyla yardımlaşmaların olması

Uluslar arası terörizm, bir veya birden çok ülke vatandaşlarınca oluşturulmuş, desteğini içeriden ve dışarıdan , bir veya birçok kaynaktan sağlayan 
organizasyon, kişi veya gruplarca, herhangi bir toplum, devlet veya devletler üzerinde baskı yaratarak bazı kazançlar sağlamak, etnik ve bölgesel sorunları 
tahrik ederek, ülkelerin ulusal menfaatlerine zarar vermek amacıyla şiddet eylemlerine başvurulması olarak tanımlanabilir.

Uluslar arası alanda terörizmle ilgili en büyük sorun terörizmin tanımından kaynaklanmaktadır. Bir ülkeye göre özgürlük savaşçısı olarak görünen bir grup, 
diğer bir ülke tarafından terör örgütü olarak algılanabilmektedir. Bir diğer sorun da her ülkenin sadece kendine zararı olan örgütlerle ilgilenme eğilimidir. 
Bu nedenle uluslararası alanda yaptırımlar söz konusu olmamakla beraber, çözümler de yeterince uygulanamamaktadır.

6. DIŞ POLİTİKA ARACI OLARAK TERÖR

En eski güç dengesi politikalarından biri de devletlerin birbirini istikrarsızlığa sürükleyerek avantaj elde etmeye çalışmalarıdır. Özellikle savaş halinin pek 
mümkün olmadığı durumlarda devletler, diğer devletin sosyal, ekonomik veya etnik sorunlarını kullanarak onların iç işlerini karıştırmayı planlarlar. 
Böyle durumlarda genelde muhalefet gruplar kullanılır ya da terörist örgütler varsa bu örgütlere destek verilir.

Bu duruma devletler arası ilişkilerden örnekler verecek olursak, Libya 1980 ve 1990lı yıllarda ABD’ye karşı terör örgütlerine destek verirken, Suriye de 
Türkiye’ye karşı bu gibi örgütsel faaliyetleri desteklemiştir. Terörizme destek veren ülkelerin temel güdüsü kendilerini diğer ülke karşısında zayıf hissetmeleridir.

Buna ek olarak diğer nedenler de şu şekildedir:

1- Büyük ülkeler için de terörizm daha düşük maliyetli ama etkili bir yöntemdir.

2- Terörü kullanarak bir ülke diğer ülkeye dediklerini yaptırabilir. Üstelik bu yöntemle devletlerarası ilişkileri çok fazla da zarara uğramayacaktır.

3- Eğer her iki devlet de güçlüyse, direk etkili bir güce başvurmak her açıdan tehlikeli olabilir ve büyük risk taşır. Özellikle soğuk savaş döneminde Rusya 
ve ABD çatışmayı göze alamamış ve terör örgütleri vasıtasıyla daha dar kapsamlı çatışmalar olmuştur.

4- Terör örgütleri, büyük devletler için ufak çaplı bir istihbarat örgütü gibi de çalışabilir ve operasyonel fayda sağlarlar.

5- Uluslararası hukuk ve ahlaki açıdan baktığımızda, teröre verilen desteğin kanıtlanması zor olduğundan savaşa girmek yerine terör yaratmak tercih 
edilmektedir. Çünkü savaşa giren ülkeler ahlaki ve hukuki yaptırımlarla karşılaşabilir.

6- Devletlerin terörü araç kullanmasında bir diğer etken de ideolojiktir. Yine soğuk savaş döneminde birçok ülkede aşırı sol terör SSCB tarafından 
desteklenmiştir ve sosyalizm yönünde eylemler desteklenmiştir.

7- İnançlar ve kültürel yakınlıklar bazen devletlerin o terör örgütlerine hoşgörü ile yaklaşmalarına neden olabilir. Sol ve sağ teröristlerin Soğuk Savaş 
döneminde kendilerine yakın ülkelerce görmezden gelinmesi, Kuzey İrlandalı teröristlerin Bağımsız İrlanda’da kolayca sığınak bulması, Ermeni terör örgütü 
ASALA ve benzerlerinin Fransa gibi ülkelerde çok daha rahat hareket edebilmesi, geçmişte bazı dinci teröristlerin İran üzerinden Türkiye’ye sızışları 
verilebilecek örneklerden sadece bir kaçıdır.

8- Devletlerin geçmişleri de teröre bakış açılarını etkiler. 19. ve 20. yüzyılda kurulan devletlerin tamamına yakın bağımsızlık savaşlarında terörü bir şekilde 
kullanmışlardır. İşgal altındaki ülkelerde halk ve bağımsızlık hareketi doğal olarak zayıftır ve kendilerine terör benzeri araçlar dışında çok az savunma olanağı bırakılmıştır. Güçlü işgalciye karşı yoğun bir psikolojik savaşa girilir ve bu ortamda teröre başvurmak kaçınılmaz olabilir. İsrail’in kuruluşu Batı terör kitaplarında ilk modern terör eylemleri olarak geçer. Aynı şekilde Cezayir bağımsızlık savaşında da yoğun bir terör serisi ile karşılaşırız

7. TÜRKİYE’DE TERÖRİZM

Terörist eylemlerin tarihsel gelişimine baktığımızda Türkiye kadar fazla terörist eylem dalgalarına maruz kalmış başka bir ülke daha bulmak çok zordur. 
Bu 30-35 yıllık süreci 5 ana dönemde inceleyebiliriz.

7.a. Ermeni Terörü

Sözde soykırım iddiaları ile yurtdışındaki Ermeniler’ i kullanarak başlayan Ermeni terörü, dış temsilciliklerde görevli 34 vatandaşımızı şehit etmiş ve 15 
vatandaşımızı da yaralamıştır. Bunlardan 12 suikast olayının failleri yakalanarak cezalandırılmış ama pek çoğu faili meçhul olarak kalmıştır.

7.b. İdeolojik sağ-sol çatışması

1968’lerde başlayan bu ideolojik çatışmalarda devrimci solun, Leninci, Stalinci, Maocu, her türlü versiyonu ile devleti ve milleti korumak adına onlara karşı 
çıkan milliyetçi gruplar karşı karşıya gelmiş ve toplamda yaklaşık 5000 kişi hayatını kaybetmiştir. Devletin eğitim kurumları ve polis teşkilatı olmak üzere 
değişik birimlerinde de örgütlenen bu gruplar, devlet kurumlarını görev yapamaz hale getirmişler ve 12 Eylül 1980 darbesiyle etkilerini yitirmişlerdir.

7.c. Radikal Dinci terör,

Anayasanın 2.maddesinde anılan laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’i yıkmak ve yerine İslam Devleti kurmak için, 
dini duyguları sömürerek kendine taraftar toplayan bu gruplar, soğuk savaş döneminin anti komünist stratejisinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hizbulah 
terör örgütü, İBDA-C (İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi), Hizbut Tahrir, Tevhit Selam (Kudüs Ordusu) gibi örgütlerin yurtiçi ve yurtdışında yaptıkları 
eylemler, Müslümanlar’ a karşı bir ön yargının oluşmasına neden olmuştur.

7.d. Etnik Bölücü terör,

1980 öncesinde sağ-sol çatışması içerisinde yer alan ve Kürt kökenli vatandaşlarımızı hedef alarak örgütlenen PKK(KADEK) eylemlerine 1984 yılında 
başlamıştır. Ülkemizi bölerek Kürt devleti kurmayı hedefleyen örgüt, kuruluş aşamasında Marksist-Leninist ideolojiyi benimsemesine rağmen, sonradan
Etnik bölücü terör örgütü olarak değişime uğramıştır.

http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/515/teror_nedir


***