28 Şubat 2017 Salı

HAZAR HAVZASI’NDA ENERJİ DİPLOMASİSİ BÖLÜM 1


   HAZAR HAVZASI’NDA ENERJİ DİPLOMASİSİ 


Aslıhan P. TURAN*
*Paris 1 Sorbonne Üniversitesi, Avrupa Birliği Hukuku Yüksek Lisans Mezunu.  

Özet: 

Enerji Devletlerin dış politikalarında belirleyici faktörlerden biridir. Orta Doğu’nun istikrarsız yapısı, devletleri, enerji ihtiyacını karşılamak üzere zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olan Hazar Havzası’na yönlendirmiştir. Devletlerin ekonomik büyümelerinde ve refah seviyesini arttırmalarında önemi bir rol oynayan enerjinin güvenliğinin sağlanmasında ve nakil hatlarının inşasında devletlerarasında nüfuz mücadeleleri yaşanmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Hazar Havzası’nın jeopolitiğini ve enerji güvenliğini, nüfuz mücadeleleri ışığında incelemek ve enerji kaynaklarının devletlerin siyasal ve ekonomik kalkınmalarındaki etkisini araştırmaktır. 

Anahtar Sözcükler: Hazar, enerji, güvenlik, enerji nakil hatları, nüfuz mücadelesi 

GİRİŞ 

Günümüz uluslararası ilişkiler sisteminde enerji, para ve güç kaynağı olarak algılanmaktadır. Seyrekleşen enerji kaynaklarının tedariki devletlerin dış 
politikalarını belirleyen temel jeostratejik koz haline gelmiştir.1 Enerji üretim alanları Kuzey ve Orta Amerika, Orta Doğu, Rusya, Kafkasya, Hazar 
ve Orta Asya iken, tüketim alanları Kuzey Amerika, Avrupa, Japonya ve Uzak Doğu ülkeleridir. Kaynaklar sınırlı, tüketim artma eğilimi gösterirken, 
enerji politikalarında asıl sorunu kaynakların hangi devletler tarafından denetleneceği, yani enerji gelirinin hangi yöntemlerle ve hangi oranlarda 
paylaştırılacağı teşkil etmektedir.2 

Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla sona eren Soğuk Savaş’ın ardından, devletlerarasındaki mücadele ideolojik olmaktan çıkmış ve ekonomik rekabete dönüşmüştür. Bu rekabette ön plana çıkan temel unsur enerji unsurudur. Enerji kaynakları açısından ise Kafkaslar ve Orta Asya, Orta Doğu’dan sonra büyük güçlerin gözünde son derece önemli bir konuma yerleşmiş bulunmaktadırlar. Gerek enerji kaynaklarının üretimi gerekse nakil hatları projeleri, bölgesel devletler ve enerji talebindeki küresel devletler arasında önemli bir rekabet aracı haline gelmiştir. Bu rekabetin en yoğun olarak yaşandığı Hazar bölgesinin önümüzdeki 20 yıl içinde ham petrol dış satım potansiyelinin hızla artacağı düşünüldüğünde, enerji ihtiyacı her geçen gün artan devletlerin, dikkatlerini Hazar bölgesine çevirmelerinin sebebi anlaşılmaktadır.3 

Hazar bölgesi 19. Yüzyılın ortalarından beri enerji ticaretinde önemli bir rol oynamaktadır. Bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından, Hazar havzasında bulunan Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan yabancı yatırımcılar için çekici bir adres olmuştur. Hazar bölgesinde SSCB’nin dağılmasının ardından yeni devletlerin ortaya çıkması ve dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin önemli bir oranına sahip olmaları, hem komşu devletlerin hem de enerji arzına ihtiyaç duyan büyük ekonomilerin ilgisini hazar bölgesine ve Orta Asya’ya çekmiştir. Bölgede rekabet halinde olan ülkeler, başta Rusya ve Amerika olmak üzere, İran, Türkiye ve Çin’dir. Ülkeler arasındaki bu etkinlik mücadelesi “Büyük Yeni Oyun” olarak adlandırılmaktadır. 

Uluslararası ilişkilerde ekonomik çıkarların önem kazanması sebebiyle, çok uluslu şirketler de devletler kadar dış politikada belirleyici bir role sahip olmaya başlamışlardır. Dolayısıyla enerji sektöründeki rekabette gerek kamu şirketleri, gerekse özel şirketler arasında ve hatta devletlerle şirketler arasında rekabet ortamı oluşmaktadır. Enerji nakil hatlarının şirketler tarafından inşa edildiği göz önünde bulundurulduğunda, kimi zaman şirketlerin devletlerden daha aktif olabildikleri görülebilmektedir. Devletlerin ve çok uluslu şirketlerin, yürüttükleri enerji politikalarında üç ana hedef göze çarpmaktadır: enerji kaynaklarının güvenliğinin, enerjinin ulaşım güvenliğinin ve fiyat istikrarının sağlanması. Bunların yanı sıra, kullanılmak istenen enerjinin düşük maliyetle elde edilmesi ve talep edilen miktarla kalitede pazarlara ulaştırılması hedeflenmektedir. 

Enerji kaynakları, üretimi ve taşınması, dış politika davranışlarında rekabete yol açmaktadır, ancak aynı zamanda yeni işbirliği perspektifleri de 
sunmaktadır. Bu çerçevede, enerji her hal ve şartta devletler için bir güç ve istikrar unsuru olabilir mi? Ya da etnik çatışmaları, silahlanma yarışını veya 
siyasal istikrarsızlıkları körükleyici bir etki yapabilir mi? Bu sorulara cevap ararken, Hazar bölgesi göz önünde bulundurularak enerji güvenliği ve 
Hazar’ın statüsü tartışmaları ile nüfuz mücadeleleri ele alındıktan sonra; enerjinin devletlerin siyasal ve ekonomik kalkınmalarında oynadıkları rol, 
geçiş ülkesi konumundaki Türkiye ve kaynak sahibi Azerbaycan üzerinden incelenecektir. 

1. HAZAR’DA ENERJİ POLİTİKALARI 

Enerji arzının çeşitliliğinin sağlanması enerji stratejilerinin merkezini oluşturmak tadır. Enerji kaynaklarına sahip olan ve üreten devletler, ekonomik kalkınma larını sağlamak için alıcı çeşitliliği ararken, enerji ithalatçısı devletler de kaynak çeşitliliği peşine düşmektedirler. Bu sayede devletler, enerji güvenliklerini sağlamaktadırlar. Herhangi bir ekonomik ve siyasi kriz döneminde, tüketiciler enerji yokluğuyla karşılaşmamakta; tek bir tüketiciye bağlı kalmayan üreticiler de enerjiden gelir elde etmeye devam edebilmektedir. Hazar’daki enerji politikaları, yani üretim ve dağıtım faaliyetleri, hem bölgenin zengin enerji kaynaklarına sahip devletler, hem bölgesel güçler, hem de küresel güçler tarafından, rekabet ve işbirlikleri çerçevesinde belirlenmektedir. 

Günümüzde, diplomaside ekonomik olgular büyük önem kazanmış bulunmak tadır. Dış politika artık sadece barış ve güvenliğin korunmasıyla değil, refahın sağlanmasıyla da ilgilidir. Unutulmamalıdır ki barışın korunması ile ekonomik ve sosyal amaçların gerçekleştirilmesi birbirleriyle bağlantılı öğelerdir.4 Dünya çapında kaynakların kullanılması, çevrenin korunması gibi konularda devletlerarasında işbirliği olanakları giderek artmaktadır. Bu da devletlerin birbirlerine git gide daha bağımlı hale geldiklerinin bir göstergesidir.5 Diplomaside siyaset kadar ekonominin de önemli hale gelmesi sonucunda, dış politikada aktör çeşitliliği de artmıştır. Enerji diplomasisini göz önünde bulundurduğumuzda karşımıza çıkan, belki de devletlerden daha çok etkiye sahip, çok uluslu şirketlerdir. Ekonomik güçleri ve uluslar arası bağlantıları sayesinde, sadece ticari anlamda değil, devletlerin siyasi statüleri ve hatta iç işlerindeki gelişmeler üzerinde, devletlerden daha fazla rol oynadıklarını söylememiz mümkündür.6 

1.1. Enerji Güvenliği ve Hazar 

1.1.1. Enerji Güvenliği 


Devletler artık endüstri, taşıma ve askeri operasyonlar gibi temel aktivitelerinde, enerjiye tamamen bağımlı hale gelmişlerdir. 1973’te Arap - İsrail savaşları sonrasındaki petrol krizi, enerji politikalarında, arz güvenliğinin önemini gözler önüne sermiştir. Avrupa Komisyonu, enerji güvenliğini şu şekilde açıklamak tadır: “Stratejik stokların korunması veya ekonomik şartlar için yeterli olmayan ulusal kaynakların yetersizliği yüzünden gelecekte önemli oranda sorun teşkil edecek enerji ihtiyacına karşı, ulaşılabilir ve istikrarlı dış kaynakları sağlama becerisi”.7 Enerji arzının ve ulaşımının güvenliğinin sağlanması için bölgede uzun süreli barış ortamının, ekonomik ve siyasi istikrarın tesis edilmesi temel ihtiyaçtır. Bu amacı gerçekleştirebilmek için TACIS gibi programlar çerçevesinde Hazar bölgesi ülkelerinde demokrasiyi güçlendirmek ve Pazar ekonomisine geçişte destek olmak için yardımlar yapılmaktadır. Enerji, altyapı, ulaşım ve telekomünikasyon sektörleri öncelikli olarak yardım alanları arasındadırlar.8 

Pek çok enerji ihraç yolunun bulunması, gerek tüketiciler, gerek üreticiler, gerekse de enerji piyasaları için, teknik veya siyasi bir gerilim yüzünden enerji dağıtımının aksaması riskini ortadan kaldıracağı için, daha güvenilir bir ortam yaratacaktır. Enerji arzı güvenliğini sağlamanın en iyi yolu arz çeşitliliğini sağlamaktan geçmektedir, yani ne kadar çok üretici bölge olursa enerji piyasası o derecede istikrara kavuşabilecektir. Bu sebepledir ki Ortadoğu’daki savaşlar ve siyasi gerginlikler, bu bölgeden sağlanan enerjiye olan bağımlılığı azaltma eğilimi doğurmuştur.9 Bu durum da Orta Asya ve Hazar devletlerinin enerji arzına olan ilginin artmasına sebep olmaktadır. Hem bölge devletlerinin ürettikleri petrolü veya doğalgazı satma imkânı bulmaları hem de enerji ithal eden ülkelerin farklı merkezlere yönelmeleri arz güvenliğini sağlama açısından son derece önemli yer tutmaktadır. Petrol ve doğalgazın boru hatları vasıtasıyla ithal bölgelere taşınması, bölgesel ve uluslar arası güçler, aynı zamanda petrol şirketleri 
arasında rekabet yaratmaktadır. 

Bu açıdan hükümetler ve şirketler arasında hangi boru hattının öncelikli olacağı konusunda uzun müzakereler sürdürülmektedir. Müzakerelerde temel taşları elbette ki stratejik önceliklerle finansal çıkarlar oluşturmaktadır. Hükümetlerin stratejik hedefleri yanında, şirketlerin baskılarını da burada hatırlamakta fayda vardır, çünkü enerji nakil hatları şirketler tarafından inşa edilmektedir. 

Hazar bölgesinde ilk petrol rafinerileri 1870’li yıllarda Nobel kardeşler, Marcus Samuel ve Rohschild ailesi tarafından kurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı’na kadar Orta Doğu petrolleri her ne kadar biliniyorduysa da, Rus petrolünün (Azerbaycan petrolü) ucuz olması ve taşıma yollarının daha gelişmiş olması sebebiyle en önemli kaynak yine Bakü’ydü. SSCB’nin dağılmasının ardından Hazar bölgesindeki en önemli enerji kaynaklarının Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’da olduğu ortaya çıkınca, Hazar Havzası’nın dünya devletlerinin ilgisini çekmesine sebep olmuştur. 
Uluslararası Enerji Ajansı’nın verdiği rakamlara göre, Hazar bölgesi uluslar arası alanda enerjinin yeni jeopolitiği olarak tanımlanmaktadır. Hazar bölgesinde enerji politikalarını ve nüfuz mücadelelerini etkileyen bir başka etken ise, Hazar’ın hukuki statüsünün, kıyıdaş devletlerarasında tartışmalı durumda olması ve bu ihtilafın, taraflar arasındaki ilişkilerde baskı unsuru olarak kullanılmasına, hatta silahlanma yarışına sebep olmasıdır. 

1.1.2. Hazar’ın Statüsü 

Hazar’ın statüsü 1991 yılına kadar SSCB ve İran arasındaki antlaşmalarla düzenlenmekteydi. 1921 Dostluk Antlaşması’yla, İran ve Sovyet gemilerinin 
Hazar Denizi’nde serbest dolaşmaları kararı alınırken, 1935’te bu hükme ilaveten 10 millik balıkçılık bölgesi kurulmuştur. 1940 yılında imzalanan antlaşmayla ise deniz yüzeyinin ve dibinin ortak kullanımı öngörülmekteydi. Sovyetler Birliği döneminde, Hazar’ın Sovyetlere ait olan kısmı, 1970’te Azerbaycan, Kazakistan, Rusya ve Türkmenistan arasında paylaştırılmıştır. SSCB’nin dağılmasının ardından Azerbaycan ve Kazakistan, 1970’te kendilerine verilmiş bölgelerde egemenlik hakları olduğu iddiasıyla ortaya çıkmışlar ve de ayrıca Hazar’a kıyıdaş olan beş devlet arasında Hazar’ın göl mü deniz mi olduğu konusunda ihtilaf çıkmıştır. Azerbaycan ve Kazakistan, Hazar’ın deniz olduğunu iddia ederlerken, Rusya ve İran, Hazar’da fazla petrol ve doğalgaz kaynakları olmadığı için, göl olduğunu savunmakta ve kaynakların eşit paylaşımından yana tavır almaktadırlar. Türkmenistan ise net bir iddiada bulunmamaktadır. Hazar’ın deniz olduğu iddiasında bulunan Azerbaycan ve Kazakistan, Hazar Denizi’nin 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne tâbi olması gerektiğini söylerken ve bundan doğan haklardan faydalanmalarını talep etmektedirler. Sözleşmeye göre, her kıyıdaş ülkenin 12 millik bir ulusal karasularının 35 millik münhasır ekonomik bölgesinin olması gerekmektedir. Geri kalan bölgeler ise kıyıdaş ülkeler tarafından eşit bir kullanım için paylaştırılmalıdır. 

Rusya siyasi ve ekonomik gelişmeleri göz önünde bulundurarak Hazar’ın statüsüyle ilgili birkaç kez görüş değiştirmiş ve sonunda 1998’de Kazakistan 
ile Hazar’ın kuzey kısmının deniz dibinin paylaşılmasını öngören bir antlaşma imzalamıştır. Benzer nitelikteki bir antlaşmayı 2001 yılında Azerbaycan ile de imzalamıştır. İran ise Rusya’nın bu tavrını eleştirerek eşit paylaşım prensibini kabul ettirmek istemektedir. Bu antlaşmayı protesto etmek amacıyla 23 Temmuz 2001 tarihinde, İran uçakları Azerbaycan hava sahasını ihlal ederek, Hazar Denizi’nde araştırma yaban Azeri gemilerini de taciz etmiştir. Rusya’nın bu tutuma tepki göstermesinin ardından hakkaniyete dayalı bir paylaşım yapılması gerektiği tezini dile getiren İran, yürürlüğe konmak istenen projeleri engellemek amacındadır.10 Hazar’ın statüsüyle ilgili toplanan zirvelerde de çevre koruma ve deniz taşımacılığı ile ilgili konularda uzlaşma sağlanmıştır. Ancak deniz dibi paylaşımı, su tabakasının kullanımı, su ürünlerinin korunması, deniz sınırlarının tespiti, bölgenin güvenliği gibi konular çözüme kavuşturulamamıştır. Hazar’ın statüsünün belirlenmesinde en önemli konu su dibinden döşenecek enerji 
nakil hatlarını ilgilendirmektedir. Bu sorunda da İran Hazar’ın dibinin milli sektörlere göre bölünmesine karşı çıkarken, Rusya çevre sorunlarını gerekçe 
göstererek, Hazar’ın altından boru hattı döşenmesini engellemek istemektedir. Bu da Azerbaycan ve Kazakistan’ın çıkarlarına ters düşmektedir ki bu durum Rusya’nın yakın çevre politikasının temel taşlarından birini oluşturmaktadır, çünkü Rusya enerji hatları üzerindeki egemenliğini kaybetmek istememektedir. 

1.1.3. Hazar’ın Jeopolitiği ve Silahlanma 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte yeni bağımsız olan devletlerle bölgesel güçler arasında, özellikle enerji kaynakları için rekabet bakımından yeni bir konjonktür ortaya çıkmıştır. Bağımsızlıklarını kazanan ülkeler konumlarını sağlamlaştırmaya çalışırken, bölgesel güçler arasında da bir etki mücadelesi başlamıştır.11 Orta Asya ve Hazar ülkeleri, nükleer güce sahip dört ülke tarafından çevrelenmiştir: Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan. Bir diğer komşu olan Türkiye, hem bölge ülkeleriyle tarihi ve kültürel paylaşımları dolayısıyla hem de NATO üyesi vasfıyla rekabette yerini almaktadır. İran da tarihi bağları ve nükleer programı sayesinde bölge ülkeleri üzerinde etkin olmaya çalışmaktadır. ABD ise “terörle savaş” politikası ile Afganistan’a girmiş, Al-Qaida ile mücadele edebilmek için askeri üsler kurmuş ve bu şekilde komşu ülkelerin arasında rekabette yerini almıştır. 

Etnik temelli çatışmalar ve bağımsızlık talepleriyle birlikte bölge istikrarsızlık sergilemektedir ki, bu durum ABD ve Avrupa için enerji kaynaklarının naklinin güvenli bir şekilde sağlanması gereksinimi doğurmaktadır. Sovyetler Birliği döneminde yeterli özenin gösterilmediği enerji yatırımları, yeni dönemde bölge ülkeleri için önemli bir gelir kaynağı haline gelmiştir. Ancak siyasi istikrarsızlık hem bu ülkelerin enerji sektörü sayesinde zenginleşmesini engellemekte, hem de nakil hatları üzerinden uluslar arası bir rekabet ortamı oluşmasına sebep olmaktadır. Hazar bölgesinde etki sahibi olmak isteyen güçler, kimi zaman bölge devletlerinin iç politikalarına da müdahaleden çekinmeyerek, enerji hatları üzerinde avantaj sağlamak ve yeni bağımsız devletler üzerinde etki kurmak istemektedirler.12 

Hazar bölgesindeki enerji politikaları sadece üretimle ilgili değil, üretilen petrolün tüketicilere taşınması ile ilgilidir. Limanlara yakın olan üretim alanlarında çok fazla problem çıkmasa da, üretim alanı denize uzak yerlerde, enerji nakli ya doğrudan boru hatlarıyla ya da uygun görülen en yakın limana taşınması yoluyla sağlanmaktadır.13 Petrol ve doğalgazda büyük ölçüde dışa bağımlı olan küresel aktörlerin, ekonomilerindeki gelişmeye bağlı olarak gelecekteki enerji ihtiyaçları artacağından, ABD gibi süper, Çin ve Hindistan gibi yükselen güçler, Rusya ve Türkiye gibi bölgesel güçler, özellikle enerjinin taşınması konusunu güvenlik sorunu olarak kabul etmektedirler. Bu nedenle de petrol ve doğalgaz arzının karşılanmasında Orta Doğu, Orta Asya ve Hazar bölgesi, küresel ve bölgesel güç çatışmalarının odağını oluşturmaktadır.14 

Özellikle 90’lı yılların sonlarından itibaren bölgede başlayan enerji mücadelesi ve karşılıklı güvensizlik duygusu, bölge ülkeleri arasında silahlanma yarışını tetiklemiştir. ABD’nin ekonomik olarak bölgeye girmesinden sonra, NATO aracılığıyla askeri açıdan da nüfuzu, Rusya’nın Hazar donanmasını güçlendirmesine sebep olmuştur. Buna karşılık, daha önce Hazar’da donanması bulunmayan Kazakistan ve Türkmenistan da deniz gücü oluşturmuştur. Azerbaycan ise 2002 yılından bu yana ABD ile ortaklaşa deniz tatbikatları düzenlemektedir. Hazar’ın statüsü üzerine daha önce bahsedilen ihtilaf da silahlanmaya sebep olan bir başka nedendir, çünkü paylaşım konusunda ciddi bir çıkar farkı ve uzlaşmazlık söz konusudur.15 

ABD’nin siyasi ve ekonomik varlığını, NATO kanalıyla askeri açıdan da bölgeye yerleşerek güçlendirmesi, Rusya’yı yeni girişimlerde bulunmaya 
sevk etmiştir. 

Dağıstan’da ortak karargâh inşa etmek, Ermenistan’a S-300 füzeleri yerleştirmek gibi girişimlerle, NATO’nun askeri gücünü dengelemeye çalışmaktadır. 2002 yılında Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüşen işbirliği de Rusya’nın ABD’yi dengelemek maksadıyla başlattığı bir süreçtir. Ayrıca, yine 2002 yılında BDT içindeki askeri işbirliği revize edilmiş ve Kolektif Güvenlik Örgütü kurulmuştur. 

ABD’yi dengelemek için silahlanmasına hız veren Rusya’nın bu hareketlenmesi de bölge devletlerini endişelendirmiş ve onların da silahlanmasına sebep olmuştur. Daha önce Hazar’da donanması olmayan Kazakistan, Rusya’nın Hazar’ın, aidiyeti tartışmalı olan kuzey kısmını abluka altına alması sonucu, bölgede Kazak askeri varlığını arttırmaya başlamış ve Hazar kıyılarını ülkesi için stratejik öncelikli bölge ilan etmiştir. 

Ayrıca petrol sahalarının güvenliğini tek başına sağlamak amacıyla bir deniz filosu oluşturma çalışmalarına 2003 yılında başlamıştır. 

Hazar bölgesi ülkelerinden Türkmenistan’ın ise silahlanmasına sebep olan bir diğer önemli bölge ülkesi olan ve bazı petrol yatakları üzerinde paylaşım sorunu yaşadığı Azerbaycan’dır. Azerbaycan’ın 2001’den itibaren ABD ile yakın ilişkiler içine girmesi ve savaş gemisi satın alması, Türkmenistan’ı Ukrayna’dan silah satın almaya yöneltmiştir. Bunun yanında 2002’de imzalanan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nı takiben, Rusya ile de ilişkilerini geliştirmeye başlamış ve Güvenlik Antlaşması ile de bu ilişkileri derinleştirmiştir. 16 

Enerji kaynakları bakımından zengin Hazar Havzası’nın istikrarın ve güvenliğinin sağlanmasını hem bölge devletleri hem de küresel güçler için önem taşımaktadır. Bu amacı gerçekleştirmek için Hazar Havzası’na yönelik hangi devlet nasıl bir politika üretmektedir? 

1.2. Hazar’da Nüfuz Mücadeleleri 

Hazar Havzası’nda etkinlik mücadelesine giren bölgesel devletler olduğu gibi küresel devletler de vardır. Bu devletlerin farklı dış politika araçları olsa 
da, temel amaçları, enerji güvenliğini sağlamak ve ulaşım hatları üzerinde hak sahibi olmaktır. 

1.2.1. Bölgesel Aktörler 

Türkiye, bölge ülkeleriyle tarihi ve ekonomik bağları olan bir ülkedir. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Türkiye ilişkileri aktifleştirmek politikasına yönelmiştir. Türkiye, enerji tüketimi, üretiminin çok üstünde olması dolayısıyla önemli bir enerji ithalatçısı konumundadır. 
Ayrıca, en önemli petrol ve gaz kaynaklarına sahip Hazar bölgesiyle Avrupa ve diğer ithalatçılar arasında doğal bir köprü görevi üstlenmektedir. Dışişleri 
Bakanı Ahmet Davutoğlu’na göre Hazar Havzası’nda Türkiye’nin izlemesi gereken taktikler, bölge devletlerinin Rusya’ya karşı statülerinin kademeli 
olarak güçlendirilmesi ve Hazar-Karadeniz bağlantısının bu cumhuriyetler üzerinden gerçekleşmesinin temin edilmesi ve İran ile aramızdaki ideolojik 
gerilimleri son vererek ekonomik işbirliğini sağlamlaştırmak yoluyla Rusya’nın bölge üzerindeki etkisini dengelenmesidir.17Türkiye’nin konumu 
ekonomik ve siyasi kalkınma bölümünde detaylı olarak incelenecektir. 

Rusya için Orta Asya ve Hazar bölgesi, arka bahçe veya yakın çevre olarak adlandırılan stratejik öneme sahip bir bölgedir.Enerji kaynaklarını bir 
politika aracı olarak kullanarak, tüm dünyaya karşı, Orta Asya ve Hazar bölgesinde etkisini yeniden kurmak istemektedir. Rusya’nın Hazar bölgesinde ki dış politika amaçları şu şekilde özetlenebilir: Rusya’nın güvenliğini ve jeopolitik menfaatlerini teminat altına alabilecek şekilde dost bir tampon bölge sağlamak; Rusya içlerine yayılabilecek veya sınır uyuşmazlıklarına yol açabilecek etnik gerginliklerden kaçınmak için bölgede istikrarı temin etmek; Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan petrol ve doğalgaz kaynaklarından azami istifade etmek; yabancı güçlerin bölgeye girişini engellemek ve bölgedeki Amerikan varlığını zayıflatmak.18 

ABD’nin, bölgeye nüfuz etme çabaları Rusya’nın şüpheci yaklaşımlarına sebep olmaktadır. Kendi gücünü korumak için de eski Sovyet cumhuriyetleriyle ilişkilerini güçlendirmek maksadıyla işbirliği girişimlerinde bulunmaktadır. Bu girişimlerden en önemlileri Ortak Güvenlik Antlaşması Teşkilatı ve Bağımsız Devletler Topluluğu’dur. Fiilen Rus hegemonyası bölgeye hâlâ hâkimdir: Rus gaz tekeli Gazprom, Türkmenistan’ın neredeyse bütün doğalgazını satın almakta, bazı Rus şirketleri batılı ortaklarıyla birlikte arama ve üretim aşamalarında yer 
almakta ve böylece Hazar petrolleri ve gazı üzerindeki etkinlikleri devam etmektedir. 

Hazar Havzası, son derece yüksek miktarda doğalgaz ve petrol barındırmaktadır, bu kaynakların uluslararası pazarlara ulaşmasında, dış satım hatlarını kontrolü altında tutan Rusya’nın en büyük engel olduğu söylenebilir. Ulaşım yollarını elinde tutan Rusya için günümüzdeki en önemli Pazar Avrupa’dır ve bunun için de Avrupa’ya kendisinden başka doğalgaz satan bir devletin olmasını engellemeye çalışmaktadır.19 

Rusya, yüksek enerji fiyatları ve zengin kaynakları dolayısıyla ekonomik kalkınmasını sağlarken, bir yandan da dış politikasında siyasi güvenilirliğini 
arttırmaya çabalamaktadır. Rusya, enerji politikalarını diplomatik ilişkilerinin anahtarı olarak görmektedir. Ancak özellikle son yıllarda Rusya, sergilediği tavırdan dolayı, partnerden çok bir tehdit olarak algılanmaya başlanmıştır. Rusya ve Almanya arasında Baltık Boru Hattı projesinin imzalanması ise, orta ve doğu Avrupa ülkeleri tarafından Molotov-Ribentrop Paktı’na benzetilmiş ve Rusya’nın açık tehdidi olarak algılanmıştır.20 

Siyasi veya enerji fiyatlandırması konusunda yaşanan ekonomik krizlerin ardından, son dönemde Rusya’nın Ukrayna’ya ve Gürcistan’a doğalgaz 
akışını durdurması eleştirilere neden olmuştur. Bu şekilde enerji organları üzerinde baskı kurarak, BDT ülkelerinin ekonomileri üzerinde olduğu kadar, 
iç ve dış siyasetleri üzerinde de hâkim rol oynamak hedefindedir. Genel olarak Rusya’nın dış politikasını incelediğimize, Rusya yanlısı politika yürüten devletlerin fiyat indirimiyle ödüllendirildiği gözlenirken, yani siyasi ilişkilerin fiyatlar üzerinde doğrudan etkili olduğuna tanık olunurken, Rusya’nın enerji arzına ne kadar güvenilebileceği sorgulanmaktadır. 21 

Hem bölgesel bir güç olan, hem de Hazar’a kıyıdaşolan İran ise, Orta Asya’dan dünya pazarlarına petrol ve gaz dağıtımında kendisini doğal bir geçiş yolu olarak görmektedir. Ancak bu görüş ABD’nin muhalefetiyle karşılaştığı için sınırlandırılmak zorunda kalmaktadır. Denize açılan limanları sayesinde ürettiği petrol ve doğalgazı uluslar arası piyasalara ulaştırma imkânına sahiptir, ancak Türkmen ve Kazak petrolünün ve doğal gazının da taşıyıcısı olmak istemektedir. Bunu sağlayabilmek için imzalanan antlaşmalara düşük ücretten taşıma yapacağı taahhüdünün de konulabileceğini açıklamıştır. 1997 yılında Türkmenistan’la imzaladığı antlaşması sonrasında, düşük kapasiteli doğalgaz boru hattı inşa edilmiştir ki bu hat hala daha Türkmenistan’ın nakit para karşılığı ihracat yaptığı tek hat durumundadır.22 İran Hazar bölgesi devletleri için limanıyla da cazip bir seçenektir. İran ile Türkmenistan arasında işbirliği ulaşım ve enerji alanlarındadır. Türkmenistan, İran’ın Orta Asya’ya açılması için bir geçiş ülkesiyken, İran da Basra Körfezi’ne ulaşımda geçiş ülkesidir. 1995 ve 2007 yılında imzalanan antlaşmalarla, İran-Türkmenistan-Kazakistan arasında 
demiryolu inşaatları yapılmıştır.23 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

GELECEGİN SÜPER GÜCÜ ÇİN



GELECEGİN SÜPER GÜCÜ ÇİN,





GELECEĞİN SÜPER GÜCÜ ÇİN 


Dr. Atilla SANDIKLI*1 
*Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) Başkanı. 


Özet: 

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra küreselleşme dünya ekonomisinde ve siyasetinde yeni bir vizyonun oluşmasına ve yeni yapıların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu değişimi zamanında sezen ve önlemlerini alan Çin; sahip olduğu tarihi, kültürel ve sosyo-ekonomik potansiyelini harekete geçirdi ve yükselişe başladı. Bu makalede, Çin ekonomisi tarihsel perspektifte mercek altına alınacak. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönem detaylı irdelenecek. Ayrıca, ekonomik büyümeye paralel olarak Çin dış politikasındaki yükselen hareketlilik izah edilmeye çalışılacak. 


Anahtar kelimeler: Çin, ekonomik gelişme, politik ekonomi, Çin dış politikası. 


GİRİŞ 

Çin zengin tarihi, özgün uygarlık yapısı, dünyanın en kalabalık nüfusu ve son yıllarda hızla gelişen ekonomisiyle dikkatlerin üzerinde odaklandığı bir ülke olmuştur. 19. Yüzyılın başlarına kadar dünyanın diğer bölgelerine göre oldukça gelişmiş bir ülke olan Çin, batıdaki sanayileşme devrimi sonrasında Avrupalı devletlerin yakaladığı teknolojik gelişim ve deniz aşırı ticaret karşısında duramamış ve değişime ayak uyduramayarak hızlı bir çöküş süreci yaşamıştır. Batılı devletler, Rusya ve Japonya ile yaşanan savaşlar sonucunda bazı topraklarını kaybetmiş, sömürgeci ve emperyalist devletlerin hedefi durumuna gelmiştir. Dünya güç dengesinde İngiltere, Almanya, Japonya, Rusya ve daha sonra ABD gibi güçler ön plana çıkarken Çin geri planda kalmıştır. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra küreselleşme dünya ekonomisinde ve siyasetinde yeni bir vizyonun oluşmasına ve yeni yapıların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu değişimi zamanında sezen ve önlemlerini alan Çin sahip olduğu tarihi, kültürel ve sosyo-ekonomik potansiyelini harekete geçirdi ve yükselişe başladı. “Çin bir gün uyanırsa bu gelişme dünyayı sarsabilir” deyişine uygun olarak uluslararası ilişkiler literatüründe “devin uyanışı”, “ejderhanın tırnaklarını bilemesi” ve “yeni bir süper gücün ortaya çıkması” gibi ifadelerin kullanılmasına neden oldu. 

Gerçekten dünya ekonomi tarihinde çeyrek yüzyıl içinde hiçbir ülke Çin kadar hızlı büyüyemedi. Vatandaşlarının yaşam standardını bu kadar hızla yükseltemedi. Çin Soğuk Savaş sonrasında mevcut kapasitesini ve küreselleşmenin sağladığı imkânları gerçekçi ve akılcı bir şekilde değerlendirdi. Tutucu ve kalıplaşmış politikaları bir tarafa bıraktı. Değişen koşullarda sahip olduğu özelliklerden azami faydalanacak şekilde yeni politikalar belirledi ve bunları başarıyla uyguladı. Bu sayede Çin, sadece uluslararası ticaret ve yatırımda değil, küresel jeopolitik rollerin belirlenmesinde, enerji güvenliği ve çevre kirliliği senaryolarında, yeni toplum mühendisliği çabalarında dünyamızın dengelerini temelden etkilemeye başladı. 

Çin’in başarısının sırrı neydi? Böylesine büyük bir atılımı hangi politikalar ile gerçekleştirdi? Dünya güç merkezlerinin bu gelişmeyi engellemeye yönelik politikalarını nasıl önledi? 

Gelecekte Çin’in karşılaşabileceği senaryolar nelerdir? Çin bunların üstesinden gelebilecek mi? Çin’in bu başarısından örnek alabileceğimiz uygulamalar nelerdir? 


1. SANAYİ DEVRİMİ ÖNCESİ VE SONRASI ÇİN 

Sanayi devrimi öncesinde Çin o günkü koşullarda gelişmiş üretim yeteneği ve kalitesiyle gerek bölge ülkeleri ve gerekse etkileşimde bulunulan diğer ülkeler arasında seçkin bir yere sahipti. 

Çin malları kalitesiyle ve yaygınlığı ile bütün pazarlarda aranılan ve tercih edilen mallardı. İpek, porselen, kâğıt, baharat ve değerli taşlar bunlardan bazılarıydı. Bu malların üretim yerlerinden talep edilen yerlere ulaştırılması “İpek Yolu”2 ve “Baharat Yolu”3 gibi önemli tarihi ticaret yollarının oluşturulmasına neden olmuştu. Bu ticaret yolları üzerinden geçtiği ülkelerin ekonomilerine de olumlu yansımış, yollar üzerindeki şehirlerin ve limanların gelişmesine katkı yapmıştı. 

Çin 1700 yılında dünya GSYH’nın tek başına %23.1’ini gerçekleştirirken, Avrupa’nın tamamı %23.3’ünü, Rusya %3.2’sini, Japonya %4.5’ini gerçekleştiriyordu. O tarihlerde Çin önemli bir ekonomik güçtü. Deniz ticaretinin geliştiği yıllarda, ticaretin gelişmesine paralel olarak bu oranlarda önemli değişiklikler yaşandı. Örneğin 1820 yılında Çin’in dünya GSYİH içindeki payı %32.4’e yükseldi. Aynı yıl Avrupa’nın payı %26.6, Rusya’nın %4.8, Japonya’nın %3 ve ABD’nin %1.8’di.4 


Müteakip yıllarda Çin’in dünya üretimindeki payı hızla düşmeye başladı. Buna karşılık sanayi devrimi sonrasında sanayileşen Avrupa’nın ve ABD’nin payları o oranda atış gösterdi. 1890’da Çin’in dünya GSYİH içindeki payı %13.2’ye düştü, Avrupa’nın payı %40.3’e, ABD’nin payı %13.8’e yükseldi. Rusya’nın payı %6.3 ve Japonya’nın payı %2.5’ler düzeyindeydi. Bu düşüş sonraki yıllarda da devam etti. Yaşanan savaşlar sonrasında Çin’in payı 1952’de %5.2 ile dibe vurdu. Bu tarihte ABD’nin payı %23.4’e yükselirken Avrupa’nın payı %29.7’ye düştü.5 


2. MAO DÖNEMİ “ PLANLI EKONOMİ ” 

Komünist Partisi, 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra tüm sistemi kendi ideolojisine göre şekillendirdi. Çin’de 1949 sonrasında iki farklı ekonomik kalkınma politikası uygulandı. Mao döneminde (1949–1976) uygulanan yüksek düzeyde merkeziyetçiliğe dayanan “Planlı Ekonomi” ve Deng döneminde uygulanmaya başlanan dışa açılma ve reform politikası sonucu geliştirilen “Çin Tarzı Sosyalist Piyasa Ekonomisi”.6 

1950’lerden itibaren uygulamaya konulan yüksek düzeyde merkeziyetçiliğe dayanan planlı ekonomide ülkenin mali ve maddi kaynakları ile teknolojik gücü önemli projelere tahsis edildi ve kaynakların akılcı dağıtımı sağlandı. Bölgesel ekonomiler arasında yeniden denge kurularak sanayileşme için temel oluşturuldu. 1949’dan 1956’ya kadar olan dönem içinde sosyalist dönüşüm büyük ölçüde gerçekleştirildi.7 1957–1966 arası sosyalist yapılanma tamamlandı. Mayıs 1966’da başlayıp Ekim 1976’da son bulan ve ülke ekonomisinde ciddi başarısızlıklara ve tahrip edici kayıplara yol açan “Kültür Devrimi”8 döneminde ise, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomi alanında da çok yanlış uygulamalar oldu. Ekonomik kalkınmanın kapsamının sürekli genişlemesi ve ekonomik yapının giderek daha karmaşık bir hale gelmesi ekonomik sistemin kusurlarını ortaya çıkardı. 

3. DENG DÖNEMİ “ ÇİN TARZI SOSYALİST PİYASA EKONOMİSİ ” 

Mao’nun 1976’da ölmesini müteakip Kültür Devrimine son verildi. Çünkü 1978’de Çin’in dünya üretimindeki payı %5’lere düşmüştü. Kısa süren iktidar mücadelesinden sonra Deng Xioaping yönetime geldi. Deng, tarım komünleri, materyal denge planlaması, sadece iç üretimdeki boşlukları doldurmak için yapılan dış ticaret ve fiyat kontrolü gibi Stalinist temeller üzerine kurulu ekonomi politikalarını reddetti.9 Çin’in aşması gereken en önemli probleminin “ekonomik gelişme” olduğu belirtildi.10 

Reform, ilk önce taşrada başladı. Kırsal kalkınmadaki başarılı uygulamalar,11 bütün ekonomik sistemin yeniden yapılandırılması kararı için olumlu koşullar yarattı ve deneyim kazandırdı. 

Ekim 1984’te Çin Komünist Partisi (ÇKP) 12. Merkez Komitesi Toplantısında Ekonomik Sistemin Yeniden Yapılandırılması Kararı alındı12 ve Ekonomik sistemde kentsel merkezli aşamaya geçildi. Mülkiyet yapısında değişiklik yapıldı. Fiyat reformu uygulandı ve piyasa sistemi geliştirildi. Bir dizi reforma başlandı: Planlama, kamu maliyesi ve bankacılık sistemlerinde reformların uygulanması ve makro-ekonomik yönetimin aşamalı olarak en işlevsel hale getirilmesi. Doğrudan planlamaya dayalı yönetimin kapsamının daraltılması, piyasanın belirleyici rolünün buna uygun olarak güçlendirilmesi. Çin’in dış ticaretinin uluslararası uygulamalar ve Çin’in somut durumuna uygun olarak sürdürülmesi. İhracat 
sübvansiyonları ve ithalat vergilerinin kaldırılması, ticari mallara ilişkin kotalar ve lisans zorunluluklarının önemli ölçüde azaltılmış olması ve zorunlu ithalat ve ihracat planlamasına son verilmesi. Gelir dağıtım sisteminin ıslah edilmesi, “Herkese çalışmasına göre” ilkesinin korunmasıyla birlikte, çok çeşitli gelir dağıtımı biçimleri kullanılması. Bu reformlar sosyalist piyasa ekonomisi sisteminin oluşturulmasının önünü açtı. 

Mart 1993’te toplanan 8.Ulusal Halk Kongresinin Birinci toplantısında kabul edilen anayasa değişikliği ile “Çin Tarzı Sosyalist Piyasa Ekonomisi”nin uygulanması anayasal güvence altına alındı. Kasım 1993’te ÇKP 14. Merkez Komitesinin 3. toplantısında “Çin’in Çin Tarzı Sosyalist Pazar Ekonomisi, temel sosyalist sistem ile yakından bağlantılıdır”, başka bir deyişle “devlet 
tarafından makro düzeyde kontrol edilen piyasa, kaynakların tahsisi için temel araç işlevi görecektir” şeklinde karar alındı.13 Bu yaklaşım Çin’in ekonomik yapısal reformu için genel plan ve eylem programı oldu. Bu kararda beş ana reform alanı belirlendi: devlete ait şirketlerin anonim şirket haline getirilmesi, finansal sistem reformunun tamamlanması, mali reform yapılması, yatırım ve ticaret sisteminin geliştirilmesi. 

Faydacı bir yaklaşımın benimsendiği bu dönemde, ekonomi politikaları, somut veriler temel alınarak uygulanmış ve bütün ülke için tek bir program yerine her coğrafi bölge ve ekonomik sektör için kendi koşullarına uygun programlar hazırlanmıştır. Bu dönemin bir diğer özelliği ise yabancı sermaye girişleri ve dış ticaret önem kazanmaya başlamasıdır. Yine bu dönemde bazı mal ve hizmetlerde piyasa kuralları işlemiş ve ikili bir fiyatlandırma sistemi oluşturulmuştur. Tüm dünyada uygulandığı üzere, kısıtlamalar kaldırılmış ve tüm fiyatlar piyasa koşularına göre serbestçe belirlenmeye başlanmıştır. Bu dönemde gündeme gelen bir diğer gelişme ise, gerek kamu kökenli işletmeleri finanse etmek, gerekse uygulanan serbest piyasa ekonomisinin gereği olarak ortaya çıkan artı değeri vergilendirmek amacıyla bir bankacılık sisteminin kurulması arayışı başlamıştır. 1995 yılına gelindiğinde Çin’in dünya üretimindeki payı ikiye katlanmış ve %10,9’a yükselmişti. Uyuyan dev uyanmış ve tırnaklarını bilemeğe başlamıştı. 

4. BÜYÜMENİN YAVAŞLAMASI VE DEFLÂSYON 

1997–2002 yılları arasında ise büyümede yavaşlama ve buna bağlı olarak fiyatlarda durgunluk yaşandı. Büyümedeki yavaşlamanın arkasında pek çok karmaşık neden olsa da, asıl neden verimsizlik veya teknolojik başarısızlıktı. Reform ve kalkınma süreci başladığında kamu iktisadi teşekkülleri ile özel teşebbüsler arasındaki verimlilik/teknoloji farkları çok fazla değildi. Buna bağlı olarak bu dönemde yapılan desteklemeler kamu iktisadi teşekküllerinin faaliyetlerini sürdürebilmeleri için yeterli oldu. Ancak geçen zamanla birlikte bu ikisi arasındaki farklar derinleşti ve sonuçta kamu iktisadi teşekkülleri kaybeden taraf oldu. Kamu iktisadi teşekkülleri artık sadece devletin mali destekleri ve düşük faizli banka kredileri ile ayakta kalabilir hale geldi. 

Bu dönemde kamu iktisadi teşekküllerinin finansal pozisyonları kötüleşti ve karlılık oranları da azaldı. Kamu iktisadi teşekküllerindeki karlılık oranları 1987’de %8’lerden, 1994’te %2’lere düştü. 1996’nın ilk çeyreğinde ise, kamu iktisadi teşekkülleri ilk defa bir bütün olarak zarar etti.14 Bankalar açısından geri dönmeyen krediler büyük bir miktara ulaştı. Yüksek borç oranlarının sebebi, ekonominin büyüme hızının azalmasıyla birlikte, işletmelerin borçlarını ödemede zorlanmalarıydı. Bu nedenle, bankalar geri ödeme dönemlerini uzatmayı veya yeni krediler sağlamayı reddettiğinde işletmeler iflasla karşı karşıya kalıyorlardı. 

Çin’in oldukça geri üretim teknolojisine sahip olması yerel yönetimleri bu teknolojik açığı kapatmak için öncelikli strateji olarak, dış yatırımları çekmeye zorladı. Bu nedenle yapılan teşvikler ise ülkede aşırı kapasite fazlasının oluşmasına neden oldu ve sonuçta büyüme hızları düştü. 1996 ve 1997 yıllarında ortaya çıkan bu sorun, hem ülke içi talep hem de krizin yarattığı dış talep eksikliğiyle daha da arttı. Kapasite fazlasının bir başka nedeni; 1991’den beri ülke içi tasarruf oranının %500 artması ve fiyatlar üzerinde sürekli düşürücü baskı yapmasıydı. Bunun sonucu olarak deflasyon sorununu gündeme geldi. Deflasyonist ortam kârları eriterek yatırımları azalttı ve doğal olarak da büyümeyi yavaşlattı.15 

1997’de benimsenen “büyük olanı tut, küçüğü bırak” politikası çerçevesinde verimsiz olan küçük kamu işletmeleri özelleştirildi, büyük olanlar ise ekonomideki ağırlıklarına bağlı olarak devletin idaresinde kalmaya devam etti. Bu uygulamayla Çin, eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin toplu özelleştirme deneyimlerinden kesin biçimde ayrılır ve sonuçlar Çin’in başarısı olarak 
nitelendirilebilir.16 Çin’in söz konusu uygulamalarında, dünyada esen küreselleşme rüzgârları, dünya ölçeğindeki ekonomik gelişmeler ve krizlerin de etkisi büyüktür. 

5. EKONOMİDE AŞIRI ISINMA VE SOĞUTMA ÇABALARI 

2003 yılından sonra ise ekonomide aşırı ısınma eğilimleri görülmeye başlandı. “Ekonomide aşırı ısınma” kavramı, talep fazlasının olduğu ve bu talebin enflasyonist baskı yarattığı durumda kullanılır. Ancak, Çin’de arz-talep eş zamanlı arttığı için sorun fiyat artışları olmaktan çıkmış, bunun yerine yatırımlardaki aşırı artışlar endişe verici boyutlara gelmişti. Bu dönemdeki yatırım artışlarının nedeni ise, devlet denetiminde olan bankaların verimli kredi dağıtamamalarıydı. Çin’de bankacılık sektörü %100 devlete aittir. Kaynak ise vatandaşların tasarruflarıdır ve kredilerin tamamı kamu iktisadi teşekküllerine gitmektedir. Burada batık krediler toplamın yaklaşık olarak %50’sini oluşturmaktaydı. Bu özellikteki bir ortamda şirketler kâr edemedikleri durumlarda bile büyümeye ve işlemlerini ucuz kredilerle finanse etmeye devam ettiler.17 

Çin ekonomisinin bu aşamasına egemen olan “ekonomiyi soğutma” çabası, sözü edilen bu batık krediler ve oluşan getiri (rant) ekonomisini önlemek için gündeme geldi. Nitekim 2004 yılında Başbakan Jiabao ekonomiyi soğutmak için güçlü tedbirler alınması gerektiğini vurguladı. Başbakanın uyarısının ardından banka kredilerine sınırlandırmalar ve yatırım projelerine de daha sıkı denetimler getirildi. Buna bağlı olarak, firmalar üretim yapabilmek için daha az borç, daha fazla öz sermaye kullanmak zorunda kaldı. Bu amaçla mali disiplin uygulaması ve değer artırma (revalüasyon) gündeme getirildi.18 

6. YÜKSELEN ÇİN EKONOMİSİ VE YENİ SÜPER GÜCÜN DOĞUŞU 

Alınan önlemlerle birlikte Çin, ekonomide aşırı-ısınma eğiliminden çıkmayı başladı. İzleyen yıllarda ekonomi ortalama %9 büyüme oranlarını yakaladı. Sırasıyla 2003 yılında %9.3, 2004’te 9.2,19 2005’de 9.9, 2006’da 10.7, 2007’de ise 11.4’lük20 büyüme oranlarına ulaştı. Bu dönemde dünya ortalaması yüzde 5’ler civarında büyürken, Çin ekonomisi ortalama yüzde 10’lar civarında büyüdü. GSYİH’sı satın alma gücü paritesine göre 12 trilyon doları geçti ve yarattığı bu değer ile ABD’nin ardından dünyanın ikinci büyük ekonomisi durumuna geldi. 
Reel kurlara göre ise 3 trilyon dolar civarındaki GSYİH ile Çin, ABD ve Japonya’nın ardından dünyanın üçüncü büyük ekonomik gücü oldu.21 

Çin, dış yatırımlar ve ithalat açısından, dışa bağlı bir ülke olmasına karşın dünyada bütçesi fazla veren nadir ülkelerden birisidir. 

260 milyar dolara yakın dış ticaret fazlası vardır. Çin, ABD ve Almanya’dan sonra dünyanın üçüncü büyük tüccar ülkesi olmuştur. 
Dış ticareti 1970’ lerin sonunda 20 milyar dolar iken 2000’de 475 milyar, 2006 sonunda da 1,760 milyar ve 2007’de 2.170 milyar dolara22 yükselmiştir. Çin'in dış ticaret hacmi, altı yıldır üst üste %20 oranında artış göstermiştir. Sadece ucuz mal ve ürün ihracı değil yüksek teknoloji ürünleri de satmaya başlamıştır. 1978’de neredeyse hiç doğrudan yabancı sermaye yok iken 2005’de yıllık 70 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye eşiğini aşmıştır.23 Çin Devlet Konseyi Endüstri ve Ticaret İdaresi (SAFIC) tarafında yapılan son açıklamalara göre, Çin son 30 yılda 2.11 trilyon dolar dış yatırım almıştır. Yatırımlar her yıl yüzde 25 oranında artış göstermiştir. Döviz rezervleri ise 1,500 milyar doları aşmıştır.24 

Uluslar arası Para Fonu’na ve Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olan Çin’de, halen 450.000’in üzerinde yabancı şirket faaliyet göstermektedir. Bunlar Çin’in toplam ihracatının yarıdan fazlasını gerçekleştirmektedir. Uluslararası yatırımların son üç yılda neredeyse yarıdan fazla azaldığı, dünya ekonomisinin gerilediği dikkate alındığında, Çin’in bu performansı gerçekten de etkileyicidir. 

OECD’de yapılan projeksiyonlar, halen satın alma gücü paritesine göre dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olan bu ülkenin 2020’ye kadar «yeni ekonomik süper güç» olabileceğini ortaya koymaktadır. Goldman Sachs’ın bir çalışmasında, çok ciddi bir siyasi-ekonomik bunalım, ya da doğal felaket çıkmaması ve büyümesini sürdürülebilir kılınması durumunda, Çin’in 2050’de $44 trilyonluk GSMH büyüklüğüne ulaşacağını ve ABD’yi geride bırakacağını öngörmektedir. 

7. ÇİN’İN DIŞ POLİTİKASI 

Çin Yükselen ekonomik gücüne rağmen askeri ve siyasi olarak bir süper güç olmadığının farkındadır. Bu nedenle dış politikada büyük ve iddialı söylemlerde bulunmamaya özen göstermektedir. Yeterli gücü oluşturuncaya kadar revizyonist bir dış politikadan daha çok statükonun korunmasına yönelik “Barış içinde bir arada yaşama” ilkesine dayanan barışçı bir dış politika takip etmektedir. Barış içinde bir arada yaşamak için 5 koşulun gerçekleşmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Diğer ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüklerine saygı, mütekabiliyete dayalı olarak saldırmazlık, başka devletlerin iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı fayda.25 Bu politika sayesinde kendine, gelişme için güvenli bir dış politika ortamı oluşturmayı, gereksiz gerginlik ve çatışmalardan kaçınarak ekonomik olarak büyümeyi ve dünyaya açılmayı hedeflemektedir. İç istikrarın temini, Tibet, doğu Türkistan gibi hassas sorunlarına dışarıdan müdahalelerin engellenmesi maksadıyla, devletlerin iç işlerine karışılmamasını, ülkelerin egemenliklerine ve toprak bütünlüklerine saygı gösterilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Uluslararası sorunların eşitlik ve karşılıklı fayda ilkesi doğrultusunda barışçı bir yöntemle çözümlenmesini öngörmektedir. Barışçı bir dış politika ve aşırı söylemlerden kaçınmak suretiyle diğer güçleri rahatsız etmeden hedefleri doğrultusunda ilerlemeye devam etmektedir. 

Çin eşitlik ve karşılıklı fayda ilkesi kapsamında büyük güçlerle ilişkilerini geliştirerek bu güçlerin, Çin’in hızlı gelişmesini engellemeye yönelik girişimlerini önlemeye gayret sarf etmektedir. Küresel düzeyde Rusya, ABD ve AB ile stratejik ilişkiler kurmakta,26 Asya Pasifik bölgesinde Japonya, ASEAN ve APEC27; doğuda Şangay İşbirliği Örgütü28 ile bölgesel barış 
kuşağı oluşturmaya çalışmaktadır. 

Çin’in dış politikada bazı hedeflerini gerçekleştirebilmek için bazı revizyonist politikalar da takip ettiği görülmektedir. Ancak bu politikaları uygularken dahi barışçı yaklaşımları esas almıştır. Özellikle “tek ülke, iki sistem” politikası29 Hong Kong ve dört yüz yıllık Portekiz sömürgesi Macau’yu ülke sınırları içine katmıştır. Özel idare bölgesi ve yapısal özerkliğe sahip bu bölgeler kendi yasalarını uygulamaya devam etmekte, toplumsal ve iktisadi yaşam tarzlarını değiştirmemektedirler. Ayrıca bu bölgeler diğer uluslar, örgütler ve kurumlarla ikili anlaşmalar imzalayabilmektedirler. Bu iki gelişmiş bölgenin Çin’e bağlanmasının büyük sorunlara neden olacağı senaryoları tutmamış, tek ülke iki sistem politikası başarılı sonuçlar vermiştir. Bu gelişme Çin ekonomisine ve vizyonuna çok büyük katkı sağlamıştır. Çin gelecekte Tayvan sorununun30 da benzer sistemle çözümlenmesini arzu etmektedir. 

Ekonominin hızla gelişmesine paralel olarak Çin’in enerji ihtiyacı hızla artmaktadır. Çin günlük 7 milyon varil olan petrol tüketiminin yarısını ithal etmek durumundadır. Petrol ithalatının %60’ını Ortadoğu’dan yapmaktadır.31 ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşmesi ve petrol ve doğalgaz kaynakları ve bunların ulaşım yollarını kontrol etmesi Çin’i rahatsız etmektedir.32 Artan enerji 
ve Ortadoğu bağımlılığını azaltmak için Çin kaynak ülkeleri çeşitlendirmeye çalışmakta, bu kapsamda Orta Asya,33 Afrika34 ve Latin Amerika’da35 çeşitli ülkelerle anlaşmalar yapmaktadır. Çin’in yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da enerji yatırımları artmaktadır. Orta Asya ile petrol boru hatları bağlantıları gerçekleştirerek, bu hatlara İran’ı da dâhil ederek 

Hürmüz ve Malacca boğazlarından geçmek zorunda olan deniz ulaşım yollarının hassasiyetini asgariye indirmeye çalışmaktadır. Ayrıca deniz aşırı menfaatlerini ve deniz ticaret yollarının emniyetini sağlamak için deniz kuvvetlerini yeniden yapılandırmaktadır. 

Tibet ve Doğu Türkistan’ın ayrılıkçı girişimleriyle ilgili parçalanma; Tayvan’ın Çin’e bağlaması ile ilgili savaş; denizdeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının paylaşımı konusunda komşu ülkelerle çatışma ve deniz ticaret yollarının kontrolü konusunda ABD ile gerilim senaryolarına rağmen, Çin barış ve istikrar içinde gelişmeye devam etmektedir. Yeterli güce ulaşıncaya kadar da mevcut stratejilerini ve politikalarını uygulamaya devam edecektir. 

SONUÇ 

Çin’in ekonomik başarısı büyük ölçüde istikrarlı hükümetlere; sabırlı stratejik planlamaya; yüksek tasarruf ve yatırım oranlarına; dinamik (devlet destekli) ticaret, yatırım ve sanayi politikalarına; enflasyonun ve kamu açıklarının kontrolüne ağırlık veren makroekonomik politikalara, aile bağlarına dayalı disiplinli iş ve ahlak anlayışına dayanmaktadır. Bu haliyle, Washington Konsensüsü’nün cenderesinden çıkmak isteyen birçok gelişme yolundaki ülkeye alternatif kalkınma modeli ile ilham kaynağı olmaktadır. 

Başbakan Wen Jiabao Ulusal Halk Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmada “artık ekonomik büyüme modelimizi değiştirme zamanı geldi” demiştir. Bu açıklamada; büyümenin zengin-yoksul ayrımını derinleştirdiği, toplumda gerilimlere yol açtığı, enerji güvenliği ve ekolojik tahribat nedenleriyle Çin’e ağır maliyetler getirdiği belirtilmekte, “ne pahasına olursa olsun büyüme” anlayışının terk edileceği mesajı verilmektedir. Son aylarda Çinli ekonomistler de “dengeli kalkınma”, “büyümenin kalitesinin iyileştirilmesi” ve “ekonomik toplum” gibi kavramları sık sık kullanmaya başlamışlardır. Çin mucizesinin devamının ancak ve ancak büyümenin kalitesini arttırmakla mümkün olacağı genel kabul görmektedir. 

DİPNOTLAR;


1 Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) Başkanı.
2 “İpek Yolu” hakkında bilgi için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0pek_Yolu. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
3 “Baharat Yolu” hakkında bilgi için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Baharat_Yolu. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
4 Alaattin Kızıltan, “Tek Kutuplu Bir Dünyada Çin Halk Cumhuriyeti’nin Süper Güç Olabilirliği”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 5. Sayı 1, s. 47. http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/858.pdf, 
Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
5 Kızıltan, a.g.e., s. 47. 
6 Deniz Çakıroğlu, Çin Ülke Profili, DGEME Yayını, 2006. 
7 Yılmaz Altuğ, Çin Sorunu, Otağ Yayınları, İstanbul, 1977, s. 195. 
8 Qin Shi, Çin, Yeni Yıldız Yayınevi, Pekin,1997, s. 90-92. 
9 Mehmet Öğütçü, Yükselen Asya, İmge Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 68. 
10 Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, “Gelişen Çin Ekonomisi ve Türk Dış Ticaretine Etkileri”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 294. 
11 The Development-Oriented Poverty Reduction Program for Rural China, Information Office of the State Council People’s Republic of China, Beijing, February 2001. 
12 Shi, a.g.e., s. 93-94. 
13 Shi, a.g.e., s. 95. 
14 Mehmet Ozan Saray- Levent Gökdemir, Çin Ekonomisinin Büyüme Aşamaları, s. 5; 
    http://joy.yasar.edu.tr/makale/7.sayi/cin.pdf. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
15 Saray- Gökdemir, a.g.e., s. 6. 
16 Katsuji Nakagane Soe, Reform and Privatization in China A Note on Several Theoratical and Empirical Issues, 
    http://www.e.utokyo.ac.jp/cirje/research/dp/2000/2000cf95.pdf. Erişim Tarihi: 24.03 2008. 
17 Deniz Gökçe ve Metin Ercan, “Çin, Türkiye ve Dünya”, Karizma-Üç Aylık Düşünce Dergisi, Sayı 23, İstanbul, 2005, s. 39-50. 
18 Ebru Arısoy- Güzin Bayar- Burak Soranlar (2004), Asya’nın Devi: Çin Halk Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM), 
    http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/temmuz2004/asya1.htm, Erişim Tarihi: 24.03.2008 . 
19 Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, “Küreselleşme Sürecinde Çin Ekonomisinin gelişimi ve Türkiye İçin Alınacak Dersler”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: 
    Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 330. 
20 ABD’de durgunluk korkusu, Çin ekonomisi ise uçuyor, 
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=245421 
21 IMF’nin Raporu Ümit Verdi, Radikal, 20.04.2007. 
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=218930. Erişim tarihi. 25.03.2008. 
22 Çin’de dış ticaret Hacmi 2 trilyon doları aştı, http://turkish.cri.cn/281/2008/01/11/1@86499.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
23 http://www.chinaability.com/FDI.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 2005 yılı yabancı sermaye girişi 72,4 milyar dolardır. 
24 http://www.chinaability.com/reserves.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. Çin’in döviz rezervi 2007’de 1.528 milyar dolardır. 
25 Qimao Chen, “Çin’in Güvenlik Anlayışı ve Politikası”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 57. 
26 Nuraniye Hidayet Ekrem, Çin Halk Cumhuriyeti Dış Politikası, ASAM Yayınları, Ankara, 3003, s. 70. 
27 Atilla Sandıklı - İlhan Güllü, “Küreselleşme ve Bölgeselleşme Sürecinde Güney Asya ve Pasifik Bölgesi” 
    Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 262-270. 
28 Gökhan Teletar, “Şangay İşbirliği Örgütü,: 21 Yüzyılın Bölgesel/Global Çekim Merkezi”, Geleceğin Süper Gücü 
    Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 178. 
29 Çağdaş Üngör, “Çin’in Tek Ülke İki Sistem Politikası: Tayvan, Hong Kong ve Macau”, Geleceğin Süper Gücü 
    Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 30-31; Stratejik Öngörü, Sayı 1, 
    TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2004, s. 122-123. 
30 The One-China Principle and the Taiwan Issue, The Taiwan Affairs Office&the Information Office of the State 
    Council People’s Republic of China, Beijing, February 2000. 
31 Energy Policy Act 2005, Section 1837: National Security Review of International Energy Reguİrements, The 
    U.S. Department of Energy, February 2006, S. 22. 
32 Çağdaş Üngör, “Büyük Orta Doğu ve Çin”, Stratejik Öngörü, Sayı 2, TASAM Yayınları, İstanbul, 2004, s. 59. 
33 Bülent Uğrasız, Çin’in Hazar ve Orta Asya Bölgesine yönelik Politikaları, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal 
    Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 4, Sayı 3, 2002. 
    http://www.sbe.deu.edu.tr/yayinlar/dergi/2002sayi3PDF/ugrasiz.pdf Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
34 Son yıllarda Çin Afrika’nın 25 ülkesine 36 yüksek seviyeli resmi ziyaret yapmıştır. Çin Cumhurbaşkanı Hu Şintao Nijerya, Fas ve Kenya’yı, 
    Başbakan Wen Jiabao Mısır, Gana, Kongo Cumhuriyeti, Angola, Güney Afrika, Tanzanya ve Uganda’yı kalabalık bir heyetle resmen ziyaret etmiştir. 
    http://www.bahcesehir.edu.tr/UserFiles/bulten/asyadagundem003.pdf, Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
35 Deniz Gökçe, Çin Latin Amerika’da, Akşam, 13.01.2006. 


KAYNAKÇA;

Alaattin Kızıltan, “Tek Kutuplu Bir Dünyada Çin Halk Cumhuriyeti’nin Süper Güç Olabilirliği”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 5. Sayı 1. 

Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, “Gelişen Çin Ekonomisi ve Türk Dış Ticaretine Etkileri”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005. 

Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, “Küreselleşme Sürecinde Çin Ekonomisinin gelişimi ve Türkiye İçin Alınacak Dersler”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005. 

Atilla Sandıklı - İlhan Güllü, “Küreselleşme ve Bölgeselleşme Sürecinde Güney Asya ve Pasifik 
Bölgesi” Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005. 

Bülent Uğrasız, “Çin’in Hazar ve Orta Asya Bölgesine yönelik Politikaları”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 4, Sayı 3, 2002. 
http://www.sbe.deu.edu.tr/yayinlar/dergi/2002sayi3PDF/ugrasiz.pdf Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

Çağdaş Üngör, “Büyük Orta Doğu ve Çin”, Stratejik Öngörü, Sayı 2, TASAM Yayınları, İstanbul, 2004. 

Çağdaş Üngör, “Çin’in Tek Ülke İki Sistem Politikası: Tayvan, Hong Kong ve Macau”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 30-31; Stratejik Öngörü, Sayı 1, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2004. 

Çin’de dış ticaret Hacmi 2 trilyon doları aştı, 
http://turkish.cri.cn/281/2008/01/11/1@86499.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

Deniz Çakıroğlu, Çin Ülke Profili, DGEME Yayını, 2006. 

Deniz Gökçe ve Metin Ercan, “Çin, Türkiye ve Dünya”, Karizma-Üç Aylık Düşünce Dergisi, Sayı 23, İstanbul, 2005. 

Deniz Gökçe, Çin Latin Amerika’da, Akşam, 13.01.2006. 

Ebru Arısoy- Güzin Bayar- Burak Soranlar (2004), Asya’nın Devi: Çin Halk Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM), 
ttp://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/temmuz2004/asya1.htm, Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

Energy Policy Act 2005, Section 1837: National Security Review of International Energy 
Reguİrements, The U.S. Department of Energy, February 2006. 

Gökhan Teletar, “Şangay İşbirliği Örgütü,: 21 Yüzyılın Bölgesel/Global Çekim Merkezi”, 
Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005. 

Katsuji Nakagane Soe, Reform and Privatization in China A Note on Several Theoratical and Empirical Issues, 

http://www.e.utokyo.ac.jp/cirje/research/dp/2000/2000cf95.pdf. Erişim Tarihi: 24.03 2008. 

Mehmet Ozan Saray- Levent Gökdemir, Çin Ekonomisinin Büyüme Aşamaları, 
http://joy.yasar.edu.tr/makale/7.sayi/cin.pdf. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

Mehmet Öğütçü, Yükselen Asya, İmge Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 1998. 

Nuraniye Hidayet Ekrem, Çin Halk Cumhuriyeti Dış Politikası, ASAM Yayınları, Ankara, 2003. 

Qimao Chen, “Çin’in Güvenlik Anlayışı ve Politikası”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 57. 

Qin Shi, Çin, Yeni Yıldız Yayınevi, Pekin, 1997. 

Radikal Gazetesi, “ABD’de durgunluk korkusu, Çin ekonomisi ise uçuyor”, 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=245421 

Radikal Gazetesi, “ IMF’nin Raporu Ümit Verdi ”, 20.04.2007. 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=218930. Erişim tarihi. 25.03.2008. 

The Development-Oriented Poverty Reduction Program for Rural China, Information Office 
of the State Council People’s Republic of China, Beijing, February 2001. 

The One-China Principle and the Taiwan Issue, The Taiwan Affairs Office&the Information Office of the State Council People’s Republic of China, Beijing, February 2000. 

Yılmaz Altuğ, Çin Sorunu, Otağ Yayınları, İstanbul, 1977. 

http://www.bahcesehir.edu.tr/UserFiles/bulten/asyadagundem003.pdf, Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0pek_Yolu. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

http://tr.wikipedia.org/wiki/Baharat_Yolu. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

http://www.chinaability.com/FDI.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

http://www.chinaability.com/reserves.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 


***





27 Şubat 2017 Pazartesi

Suudi Arabistan Dış Politikada Strateji Değişiyor,



Suudi Arabistan Dış Politikada Strateji Değişiyor,



18.03.2014


Bakü, 18 Mart 2014 – Newtimes.az

Ortadoğu'nun güçlü devletlerinden sayılan Suudi Arabistan Suriye konusunda zorluklarla karşılaştı. Şimdi Şam'a etki imkanları hayli azaldı. 

Riyad hatta Suriye'de savaşan terör gruplarına yardım etmekten vazgeçti. Üstelik, savaşa katılmak üzere yurtdışına çıkanları cezalandırmaya başladı. 
Uzmanlar, Suudi Arabistan’ın kendisinin artık terörden korktuğunu düşünür. O, yeni stratejiye yönelir.

Bölgesel Politikanın Başarısızlıkları: Suçlu Kim?

Riyad sessizliğini bozdu. Şimdi uzmanlar Suudi Arabistan'ın dış politikada değişiklikler yapacağı hakkında tartışır. Somut olarak, hangi adımların atılacağı vurgulanmıyor. 

Çeşitli olasılıklar ve tahminler var. Hatta Suriye muhalefetinin bazı temsilcileri "Suudiler ikili oynuyor" gibi fikirler dile getiriyor. 


(Bkz.: örn., Conférence pour la Paix en Syrie: le double jeu de l' Arabie Saoudite / "Atlantico", 31 Ocak 2014).

Tüm durumlarda uzmanlar Suudi Arabistan'ın Suriye'de durumun değişmesi ile farklı bir duruş sergilemeye hazırlandığını vurguluyorlar. 

Bunun ilk belirtisi olarak ülkenin istihbarat ve güvenlik servisinin başındaki Bender bin Sultan'ın konumunun zayıflamasını gösterirler 
(Bkz.: ''IRNA'', 19 Şubat 2014).

Mesele şu ki, B. bin Sultan sadece istihbarat ve güvenlikle değil, dış politikanın temel sorunları ile de ilgileniyordu. 

Onun dünyanın çeşitli ülkelerinde yaptığı görüşmeler ve elde ettiği anlaşmalar doğrudan Başkent Riyad'ın diplomatik gündemini etkiliyordu. 
Şimdi işte bu böyle değildir. Böyle anlaşılıyor ki, B. bin Sultan ülke için ciddi sonuçlar veren bir başarısızlıkla suçlanıyor. Uzmanlar da onun yetkilerinin 
önemli bölümünün alınmasının arkasında işte bu unsuru arıyorlar (Örn. 28 Şubat 2014).

Rus uzman, B. bin Sultan’ın 2013 yılında Rusya'ya gezi düzenlediği zaman V. Putin’i "ikna etmeğe” çalıştığını, ancak bunu başamadığını yazıyor 
(Bkz.: önceki kaynağa). Diğer argüman olarak Suudi Arabistan'ın Suriye politikasının iflas etmesi gösterilir. İranlı uzman A. Yusefi düşünür ki, 
''Bender bin Sultan'ın mağlubiyeti onun bölge politikasının başarısızlığı ve ülkenin tecrit durumuna düşebilir bilmesi korkusu ile bağlantılıdır" 

Suriye'nin ''Al Watan'' gazetesine göre ise, Prens’in siyasi sahneden çekilmesinin temel sebebi, onun tutumunun Amerika'nın bölgedeki stratejik 
amaçları ile çelişki teşkil etmesi ve ayrıca B. Obama’yı keskin dille eleştirmesidir. Bununla birlikte, Moskova Riyad'ı Suriye ve Rusya'da terör eylemleri 
işlemekle itham etmişti ve bu durumu B. bin Sultan Kremlin'de yaptığı görüşmeler sırasında düzeltememişti (Bkz.: önceki kaynağa).

Belirtilen olaylar gösteriyor ki, B.bin Sultan'a karşı güvensizliğin oluşması Riyad için çok ciddi jeopolitik önemi olan konularla ilgilidir. 
Buradan, gerçekte şu sonuca varabiliriz: Suudi Arabistan dış politikasında köklü değişiklikler yapmaya hazırlanıyor. 
Bu açıdan ne gibi ''sürprizler'' yapabilir?

Genel olarak bu ülkenin analistleri Suudilerin ''bölgenin en önemli aktörü olarak kabul edildiğini'' vurguluyorlar 

(Bkz.: Dilek Yiğit. Suudi Arabistan ve Katar Arasındaki Rekabetin Ortadoğu'ya Yansımaları / ''Stratejik Düşünce Enstitüsü'', 12 Şubat 2014). 
Riyad'ın bu durumu almasında Washington'un büyük rol oynadığını inkar etmek olmaz.

Böyle bir durum Suudi Arabistan'ı ikilemde bıraktı. Birincisi, o, kendini bölgenin belirleyici, söz sahibi devleti gibi hisseder. 

İkincisi, üzerinde ensesinde ABD'nin ''nefesini'' duymak durumunda kalır. Tüm ilkesel jeopolitik konularda Riyad Washington'a danışmalıdır. 
Tesadüfi değil ki, İçişleri Bakanı Muhammad bin Nayef`in Washington gezisinin ardından yönetimin üst kademelerinde B.bin Sultan'a olan 
tavır biraz değişti. Şu anda Suriye politikasına M. bin Nayef’in kontrol ettiği hakkında bilgiler yayılıyor. Demek, Amerika Suudi Arabistan'ın 
Ortadoğu politikasını yeniden, ciddiyetle mercek altına alıyor.

Yeni Jeopolitik Çizginin Belirtileri

Yukarıda belirttiğimiz iki faktör Suudi Arabistan'ın dış politikasında yeni tonları anlamaya temel verebilir. Öyle görünüyor ki, Riyad sadece 
bölgesel ölçekte değil küresel düzeyde de dış politika değişikliği yapıyor. Bununla onun Mısır, Katar, İran, Türkiye, İsrail, Lübnan, Suriye, Irak gibi bölge devletleri ile olduğu gibi ABD, Çin, Rusya ve AB ile ilişkilerinde de değişiklikler beklenebilir. Bu bağlamda Suudi Arabistan'ın bölgede jeopolitik nüfuzunu geri kazanma girişimlerini yoğunlaştıracağını tahmin etmek mümkündür. Bunun için Riyad'ın birkaç hususa dikkat edebileceğinden bahsedilebilir.

Öncelikle, Suudi Arabistan, ABD ile ilişkilerini düzeltmeye çalışabilir. Deneyimler gösterdi ki, Suudiler Washington olmadan çok da güçlü değiller. O zaman otomatik olarak İsrail'le ilişkilerin karakteri yenilenmelidir. Mesele şudur ki, son yıllarda Riyad, Tel Aviv ile Suriye ve Filistin meselelerine ilişkin bazı anlaşmazlıklar yaşadı. Bunun aksine, Çin'le yakınlaşma kendini gösteriyordu. Özellikle, askeri alanda iki ülke arasında iş birliği genişliyordu 
(Bkz.: Eyüp Ersoy. Çin Dış Politikasında Ortadoğu: Temkin Diplomasisi Üzerine Bir İnceleme / ''Uluslararası Hukuk ve Politika'', 2012, Cilt: 8, Sayı: 31, s. 37-55).

İkincisi, Ukrayna'da yaşanan olaylardan sonra Riyad'ın Moskova ile ilişkilerini genişletme meselesinin birçok şartlara bağlı olacağını tahmin etmek 
mümkün. Çok büyük olasılıkla, Suriye faktörü de burada ciddi bir rol oynayacak. Çünkü Kiev etrafındaki Batı-Rusya gerginliği Ortadoğu'ya etkisini gösterir. 
Suudi Arabistan'ın bu açıdan Washington ve AB iradesine karşı gideceğini beklemek zordur.

Onu da dikkate alalım ki, Riyad-Moskova hattında terörle ilgili gerginlik sürer. Kremlin Suudileri ülkede terör eylemleri düzenlemekle itham ediyor. 
Afganistan'dan Amerikan birliklerinin çıkarılması ile bu konunun daha da güncelleneceği beklenebilir. Moskova'nın Ukrayna ve Suriye konularında 
konumunun güçlenmesi ise, Suudi Arabistan'ı farklı konum almaya sevk edebilir. Bu nedenle şimdilik Riyad'ın Rusya yönünde net tavır almayacağı denebilir.

Çin hakkında biraz farklı süreçler oluşabilir. Analitik Naser El Tamimi iki ülke arasındaki ilişkileri ''politik-stratejik'' değil, ''enerji ve ekonomi ortaklığı'' 
olarak niteliyor (Bkz.: Naser Al-Tamimi. China-Saudi Arabia Relations: Economic Partnership or Strategic Alliance? HH Sheikh Nasser Al Mohammad 
Al Sabah Publication Series, 2012, ? 2, s. 19). Fakat Başkent Pekin'in ekonomik iş birliği ile jeopolitik kazanım elde etme amacı gizli değildir. Kuşkusuz, 
Washington bunu kıskanır. Dolayısıyla Suudi Arabistan ile Çin'in ortaklığının şimdilik belirsizliğini koruyacağı söylenebilir.

Üçüncüsü, Suudi Arabistan'ın bölgenin büyük devletleri ile jeopolitik nüfuz uğruna rekabetinin güçleneceği tahmin olunur. 
Artık onun Katar ile görüş ayrılıkları hakkında konuşulur (Bkz.: Dilek Yiğit. Gösterilen makale). Bu, Suriye, İran ve Mısır konusunda kendini daha fazla gösteriyor. 

Örneğin, Katar Suriye'de muhaliflerin savaşan grupları arasında daha güçlüdür, Suudi Arabistan ise siyasi kesim arasında nüfuza sahiptir. 
Bu nedenle, uzmanlar her birinin ''kendi muhalefeti''ni yetiştirdiğini diyor.

İran'la ilişkilerde Riyad daha radikal ve uzlaşmaz bir tutum sergiliyor. Hatta onların arasında savaş çıkması da muhtemeldir. Tesadüfi değil ki, Başkent Riyad Amerika'nın İran'la yakınlaşmasını felaket olarak gördü. Bundan sonra iki devlet arasında bölgesel liderlik uğruna mücadelenin sertleşmesi bekleniyor. Türkiye konusunda Suudi Arabistan şimdilik fazla etkinlik göstermiyor. Fakat jeopolitik nüfuz uğruna Riyad ile Ankara arasında rekabetin gittikçe güçleneceği tahmin edilir.

Bütün bunlar göstermektedir ki, Suudi Arabistan dış politikasının tüm yönlerinde yeniliklere başlamıştır. Bu, onun bölgede jeopolitik nüfuzunu koruma niyetinden ileri geldiğinden, bazı zorluklar yaratır. Riyad henüz yolun başındadır. Onun seçtiği yolun başarılı olup olmayacağını yakın zamanda bölgede yaşanan süreçler gösterecek.

http://newtimes.az/tr/geopolitics/2614/

***