20 Mart 2016 Pazar

Döneklik ve Yüzsüzlük




Döneklik ve Yüzsüzlük



Çok dikkatli okuyunuz lutfen..!!!!!!!!!
MSÜ mezunları grubuna gelen bir mail olduğu gibi 
aktarıyorum. 
________________________________















OKUYACAGINIZ YAZI  TARİHİ ; YAZI 2007  BUGÜN YIL 2016  İŞTE  GÜZEL BİR ÖRNEK DAHA ANLAYANA !!!!!

Israil'de staj yapan bir arkadasimin mailini aynen aktariyorum. Ismini vermemi istemedi..
Amacim hic kimseyi gaza getirmek filan degil. Sadece yeni sahit oldugum bir olay hakkinda size bir seyler anlatmak istedim.
Interdisciplinary Center Herzliya diye bir kolej var Israil'in Herzliya kentinde. IDC Hertzeliyya diye de gecer. Bu kurumda 25 Temmuz 2007 Carsamba günü saat 17.45'te bir panel vardi konusu da 'Türkiye Secimleri'nden Sonra Orta Dogu'. Panelin konusmacilari ise oldukca bilinen isimler: Sabah gazetesi yazari Prof. Soli Ozel ve hepimizin tanidigi Cengiz Candar. Hani AKP fanatigi olan, dönek kelimesinin sözlük anlamı.
Acilis konusmasini Dr. Alon Liel yapti. Konusmasinda Cengiz Candar'in dönekligine degindi bol bol. Eskiden El Fetih'e destek vermeye Filistin'e gelen ve Arafat'a yaglar ceken Cengiz Candar'in gecirdigi degisimi anlatti, izleyiciler de keyifle güldüler. Cengiz Candar o eski günler hatirlatildiginda istifini hic bozmadi nedense ...
Konu Türkiye secimi olunca, konusmalar AKP'nin zaferi ile ilgiliydi. Cengiz Candar AKP'ye yag cekme seansini oldukca uzun tuttu, tabii dozunu da -her zamanki gibi- kacirdi. AKP'yi Türkiye'nin en demokratik partisi olarak lanse eden Candar, izleyici kitlesine 'Türkiye'ye AK ve kara dayatildi, Türkiye AK'i secti. Zaten Türkce'de AK, temiz anlamini da iceren beyaz demek ...' seklinde sacmaladi. AKP'nin merkez parti oldugunu söyledi islamcilik iddialarini tamamen reddetti, AKP'nin kazandigi oyu asker karsitligi sayesinde aldigini söyledi. Mahalle mahalle dagitilan cuval cuval erzaktan, kömürden ve paradan hic bahsetmedi. AKP'yi öyle bir anlatti ki, -ben haric- izleyiciler alkisladi. Konusma sirasi Soli Ozel'deydi.
Soli Ozel de AKP'nin basarisinin nedenlerini kendi capinda anlatti, tabii Cengiz Candar kadar AKP yalakasi olmasa da elinden geldigince yag cekti AKP'ye. Hatta 'Ben de AKP'ye oy verebilirdim' dedi ve AKP'yi övebildigi kadar övdü.
Buraya kadar klasik AKP propagandasi oldugu icin izleyici hicbir sey anlamadan alkisladi durdu. Isin kötüsü, Türkiye Cumhuriyeti'nin yükelcisi Sayin Namik Tan da oradaydi. Sesini cikarmadan, tepki vermeden izledi konusmalari. Ara verildiginde kendisiyle tanismaya gittim ve 'Ben konusmalara katilmiyorum, niye tek tarafli?' gibisinden sordum, kendisi cevap vermekten kacindi. Ikinci yari korkunctu. Secim sonuclarinin Orta Dogu'ya etkisinden bahsedeceklerdi sözümona. Konusmaci Dr. Alon Liel 'Türkiye'de Kemalizm din haline getirildi, Kemalizm'i reforme edebilecek tek politikaci Recep Tayyip Erdogan'dir' dedi. Sonra kalkip 'Türkiye'nin bir tane Mustafa Kemal Atatürk'ü var; ama ayni Türkiye'nin bir tane Recep Tayyip Erdogan'i var. Bu bir devrimdir ...' diyerek Atatürk'le RTE kisisini ayni cümlede kullanip kiyaslayacak kadar haddini bilmezlesti. Cankaya Köskü icin de sunlari söyledi Alon Liel: 'Recep Tayyip Erdogan 'esi basörtülü' birini Cankaya'ya cikaracagina, 'esinin basi acik ama kendisine sadik' birini cikartir, böylece gecirmek istedigi yasalari daha kolay gecirir' dedi.
Sonra agzindaki baklalari teker teker cikarmaya basladi ... DTP'lilerin Meclis'e girmesi cok önemliymis, Kürt Sorunu'nun cözümünde bir ilk yasanacakmis, Amerika'nin Irak'tan cekilmesi ancak bir 'Kürt Devleti' kurulmasiyla mümkün olabilirmis; ama ona da Türk ordusu yanasmiyormus. AKP'nin Avrupa Birligi uyum reformlari sayesinde asker zayiflatilmis; askerin daha da zayiflatilmasi sayesinde bölgede bir 'Kürdistan' kurulmaliymis. Bu yüzden AKP'nin secimleri kazanmasi cok önemliymis ... Konusmasinda 'pkk fighters' ifadesini agzina alan Alon Liel, Kürdistan'in Türkiye ile Orta Dogu arasinda 'laik' bir tampon olacagini söyledi. Izleyici de -her zamanki gibi- bilip bilmeden alkisladi. Zaman zaman Namik Tan'in yüzündeki bozulma göze carpiyordu ... Kendisi daha sonra, 'seminerin bitiminden önce' salondan ayrildi.
Son kisimda tabii sorular bir bir gelmeye basladi. Gelen ilk soru Cengiz Candar ve Soli Ozel'e yönelikti. 'PKK 35.000 insani öldürdü, bu katillere savasci demek ne kadar dogru' gibi bir soruydu. Tabii Cengiz Candar 'Efendim öldürülenlerin 35.000'i buldugu yok, bunlarin zaten 25.000'i piikeykey faytir' demesin mi bozuk ingilizcesiyle ... Ayni Cengiz Candar 'Dünyanin neresinde din eksenli bir parti merkez parti oluyor, bunun bir örnegini verir misiniz?' sorusuna Muslim Brotherhood yanitini verdi, su bildigimiz Müslüman Kardesler.
Alon Liel AKP'nin HAMAS'i Türkiye'ye davet etmesinden de bir hayli memnun. Anlatirken agzi kulaklarina variyordu. AKP'ye övgüler yagdiriyor, Recep Tayyip Erdogan'in Orta Dogu'daki sorunlari George W. Bush'tan 'daha iyi cözecegini' ortaya atarak gecirdigim sinir krizini mide agrilarina ceviriyordu.
Cikista Soli Ozel'le Yahudi asilli Türkler sohbet ederlerken kulak misafiri oldum. 'PKK'lilara nasil savasci derler, nasil itiraz etmezsiniz' diyenlere Soli Ozel 'Her savasin iki tarafi vardir bu savasin da taraflari Türk askeri ve PKK'lilar' dedi, hem de Türkce. Yani terörist kelimesi seminer boyunca bir kez gecti, o da bir sorunun icinde. Necmettin Erbakan'i günahim kadar sevmem; ancak secim öncesi yorumlarini hatirliyorum ... 'AKP'ye verilen her oy Yahudi'lere gider, Siyonizm'e hizmet eder' diyordu. Israil'in yetkili agizlarinin AKP'yi bu kadar cok sevmesine
ne demeli pekiyi?
Daha baska durumlar da ortaya cikti. Bu seminerin yapildigi IDC Herzliya'nin iletisim fakültesini bilin bakalim hangi hayirsever isadami yapmis? Dogru tahmin, Sami Ofer. Burada Sammy Ofer olarak taniniyor. Bildiginiz mafya ... Her tarakta bezi var, girip cikmadigi yer yok. Kemal Unakitan'in da yakin dostu. Dolayli olarak Kürt devletini acaba Ofer Brotherhood mu finanse ediyor? Yok canim, o kadar paranoya ne gerek var :) Nerden uyduruyorsunuz bu 'asilsiz' iddialari :)
Cumhuriyet gazetesi 'Tehlikenin farkinda misiniz?' diye soruyordu. Aslinda soru 'Basimiza örülen corabin farkinda misiniz?' seklinde olmaliydi. Basimiza 340 küsur sandalye büyüklügünde bir corap örüldü, bakalim nasil cikaracagiz bu her tarafi pis kokan Amerikan corabini...
Soli Özel : Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi. İstanbul'da 1975 yılında Robert Koleji, Amerika Birleşik Devletleri'nde 1980 yılında Bennington College Ekonomi'den ve 1983 yılında Johns Hopkins Üniversitesi Uluslararası İlişkiler'den Master dalında mezun oldu. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) tarafından yayımlanan hukuk ve uluslararası ilişkiler konulu bilimsel UHP (dergi) dergisinde ve Sabah Gazetesinde uluslararası ilişkiler hakkında yazılar yazmaktadır.

18 Mart 2016 Cuma

Her Dönemin Kadını Türbana Nasıl İkna Oldu...




Her Dönemin Kadını Türbana Nasıl İkna Oldu...

Ali Özsoy

(Sayı 219, 12/02/2009)


Nur Serter, bir ilkesizlik abidesidir. Şimdi Baykal'ın yakın çevresinde bulunabilmek ve kendisi çok önemli olan milletvekili dokunulmazlığını bir dönem daha uzatabilmek için CHP'nin türban açılımını sonuna kadar destekliyor. Madem türban laikliğe aykırı değildi, neden Cumhuriyet Mitinglerinin başına geçtiniz. Yoksa tek amacınız halkı frenlemek miydi?


Oysa Necla Arat en azından karşı çıktı. Ancak Serter hızlı dönüşür. Bakın eskiden ikna odalarında türbanlıları laik olmaya ikna eden hızlı "Atatürkçü" şimdi Atatürkçüleri nasıl türbana ikna etmeye çalışıyor:


" Ben bu olayın CHP'nin laiklik çizgisinden bir sapma yarattığı görüşüne katılmıyorum. CHP bu olaydan önce olduğu gibi; her zaman laiklik ve Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkan bir parti olacaktır. "
İkna olan var mı? Biz olmadık. Ancak Nur Hanım türbana ikna olmuş. Kişilik yapısı buna müsait. Eskiden rektörlük ve iktidar için Atatürkçü gençlere yapmadığını bırakmayan bir insanın, şimdi de Baykal'ın yakın çevresinde ve mecliste kalabilmek için 180 derece dönüşüm geçirmesi bizi şaşırtmıyor.



Çarşafın ve Kürdün şeref partisi


CHP'nin son günlerdeki açılımları herkesin malumu haline geldi. İlk başta Baykal bir poşu giydi ve "etnik kimlik şereftir" dedi. Daha sonra çarşaf "milli giysi" ilan edildi. Atatürk dönemi "tek parti dikta zihniyeti" denerek karalandı.
Şimdi düşünün bir kere Baykal'ın bu abartılı açıklamalarını AKP'li biri veya Tayyip yapsa ne olur? Tüm Atatürkçüler ayağa kalkmaz mı? Ama söz konusu olan CHP olunca takiyyecilik ne yazık ki kabulleniliyor.
Bunun da ötesinde bir de kavramsal "açılım" yapmıştı Baykal. Türban "irticaiydi", çarşaf ise "milli giysi"ydi. Halkın %70'i bu milli giysiyi giymekteydi.
Sağduyulu bir insan ancak "bu adam aklını kaçırmış olabilir" diyebilir. %70 çarşaflı bugün İran'da bile yok. Acaba Baykal partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasını mı istiyordu. Bu yalanlar sadece oy avcılığı için olamazdı.
Çarşaf açılımına CHP teşkilatınında tek bir karşı ses bile çıkmadı. Bütün teşkilatlar örgütlü bir şekilde üye alımı törenleri düzenlemeye başladılar. Hepsinde Sultanbeyli'ndeki manzara. Poşulu tipler, kapalılar. Kimse CHP'nin yeni açılımı işe yaramış, bakın akın akın üyeler geliyor demesin. Çünkü CHP'de bu üyelerin hiçbir işe yaramadığı, sadece basın için şov nitelikli olduğu, pek çok bölgede CHP'nin oy sayısının üye sayısından bile az olduğu bilinen bir gerçektir.
Son günlerde CHP'ye katılanlar genellikle türbanlıydı. Hatta öyle ki türbanlı katılım açık katılımdan fazlaydı. Zaman gazetesinin yıllar sonra Baykal ve CHP'yi göklere çıkarmasından belli ki; partiye sızmalara karşı çok sert olan Baykal; açıkça bazı tarikatlarla işbirliği yapmaktaydı. Tıpkı bir zamanlar Ecevit'in yaptığı gibi. CHP'nin kapısı Atatürkçülere kapalıydı ama tarikatlara açıktı. Fakat bu tarikatçılar bile çarşafı değil türbanı tercih ediyordu. Baykal ise pek politik davranmamış, Sultanbeyli'de çarşaflıları bağrına basarken, türbanlıları "adeta bir tek parti diktatörü" gibi dışlamıştı öyle değil mi? Oysa onların da oyu var. Açılım gecikmedi. Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, partisinin Ardahan'da düzenlediği üye töreninde neredeyse hepsi türbanlı 40 kadına rozet taktı ve etnik kimlikten sonra ikinci bir şeref açılımı yaptı: " Başörtüsü bizim şerefimizdir. Ardahan halkının yüzde 80'inin kıyafeti böyle."

Bu sözü Tayyip Erdoğan söylese AKP için ikinci bir kapatma davası açılmaz mı? Ne demek türban bizim şerefimizdir. Bu anlayışa göre türbansızlar şerefsiz mi oluyor? Refah Partisi yıllar önce türban bizim sancağımız dediği için kapatılmadı mı?

Baykal'ın yarım bıraktığı açılım böylelikle tamamlanmış oldu. Hem de Baykal'ın %70'de bıraktığı tesettürlü oranı, Öğüt'ün gaza gelmesiyle bir yüzde on daha arttı ve yüzde 80'e çıkmış oldu.
Gerçekten de Baykal'ın dediği gibi türban sorununu herhalde CHP çözecek. Yakında yüzde yüzü türbanlı yapacaklar, olacak bitecek.
Ensar Öğüt türbanlılarına rozet taktıktan sonra; CHP'li gençleri de yanına almış ve bir kahvehaneye girmiş. Burada televizyonda yeni yayına başlayan TRT Kürtçe'yi açmışlar ve başlamışlar hep birlikte halay çekmeye. Ne güzel bir Türkiye manzarası değil mi?
"Vur patlasın, çal oynasın" diye bir deyim vardır. Kürt-İslam faşizminde siyasi manzara bu: DTP vurup patlatıyor, AKP çalıyor, aslan CHP'liler de halay çekip oynuyorlar.
Ancak Ensar Öğüt'ün "açılımları" bunlarla sınırlı değil. Kendini internet sitesinde "Kürt politikacı" olarak tanıtan bu milletvekili adeta CHP'nin Doğu Anadolu Bölge Komitesi sorumlusu gibi doğuda il il dolaşıp, gerici ve bölücü propagandaya her ilde farklı bir söylemle gaz veriyor.
Ardahan'dan Van'a giden "Kürt politikacı" burada Türkiye'nin %80'ini tesettürlü yaptıktan sonra hızını alamıyor ve Türkiye'nin yüzde seksenini bu sefer Kürt yapıyor:
"Şimdi Türk açılımı ve Kürt açılımı değil. Sayın Baykal 1989 yılında bunu söylemiştir. Bugün de diyor ki Kuzey Irak'taki gençler gelip Türkiye'de okusunlar ve 15 yıl sonra bizim elçimiz olsunlar.
Evet ben iddia ediyorum Türkiye'de yaşayan nüfusun yüzde 80'i Kürt'tür. Kız alıp kız vermişiz. Her tarafta akraba olan insanlar vardır. Ben niye Antalya'yı İstanbul'u ve İzmir'i bir başkasına bırakayım. Türkiye'nin her tarafı benimdir. Bu toprakları toplum olarak biz vatan yaptık. Bizim ecdadımızın kanıyla oldu."
İşte açılımlarıyla, saçılımlarıyla karşınızda yeni CHP. Yüzde sekseni kapalı, yüzde sekseni Kürt bir Türkiye özlemi duyuyorsanız gidin oy verin.

Ve sonunda Nur Serter de türbana "ikna" oldu

CHP'nin bu açılımlarına tüy diken bir zamanların laiklik mücadelesinin en önde gideni Nur Serter oldu. Nur Serter önemli bir isim. Çünkü tıpkı CHP gibi açılımların ve dönüşümlerin ürünü kendisi... Hayatının bir yılı diğer yılını tutmuyor.
Eskiden türban karşıtlığının şampiyonu, sembol ismi olan Nur Serter; partisinin son günlerdeki meşhur üyeleme kampanyaları çerçevesinde, Tuzla'da türbanlı katılımcılara rozet takmış. Bunun da son derece normal ve laik bir açılım olduğunu savunmuş. Yani üniversiteye yasak ama partiye serbest. Ya da belki de vazgeçmiştir. Üniversiteye de serbest olabilir. Çünkü ne de olsa türban artık CHP'lilere göre şeref...
Nur Serter'in türbanlı kadına rozet takarken verdiği poz aslında tarihi bir dönüşümün belgesidir. Bilindiği gibi 28 Şubat döneminin sembol isimleri Nur Serter ve Kemal Alemdaroğlu'dur. Üniversiteye gericiliğin simgesi olan türbanı sokmamak için büyük bir mücadele verildiği günlerdi. Ama ne hikmetse tüm üniversitelerde bu iki isim ön plana çıkmıştı. Oysa mücadele tüm Türkiye'de verilmekteydi. Mücadelenin en tehlikeli hattında ise türban yasağını bizzat savunan Atatürkçü gençlik hareketi bulunmaktaydı.
Hizbullah'tan ÖDP'ye, Ülkü Ocakları/ndan PKK'ya kadar geniş bir türban ittifakı kurulmuştu. Üniversitelerde gericilerin 1980'den itibaren egemen olduğu, satırlı ve kanlı bir dikta rejimini yürüttükleri, öğrencilerin 10 Kasım anması için bile hayatlarını tehlikeye attıkları bir dönemdi. 1990'larda üniversitede Cumhuriyet'i savunmak kolay iş değildi.
28 Şubat gelince Türkiye'nin dengeleri alt üst oldu. İşte o tarih gericilerin sinmeye başladığı, bazı kesimlerin ise birden bire en kral Atatürkçü kesildiği bir dönemi başlattı.
Nur Serter gibilerinin dönüşümü de o dönem başladı. Aslında geçmişinde ülkücülük, tarikatçılık ve İkinci Cumhuriyetçilik olan bu bayan birden bire Cumhuriyet kadınlarının sözcüsü olarak sivrildi. Pek çok Amerikancı ve Mason, 28 Şubat döneminde Atatürkçü kesilip, 28 Şubat hareketini yozlaştırdılar.
Bu tür "Atatürkçüler" ısrarla Altı Ok'u yok sayıp, Atatürkçülüğü sadece laikliğe indirgediler. Oysa laikliğin sağlanabilmesi için devrimcilik, milliyetçilik ve özellikle halkçılık şarttı.
28 Şubat böylelikle fazla ilerleyemedi. 28 Şubat ABD'nin kontrolünde "normalleşti" ve iktidar usulce AKP'ye devredildi.
ABD'den bağımsız, devrimci, devletçi ve halkçı bir idare olmadan laikliğin korunamayacağı kesindi. Atatürkçü gençler bunu savunuyordu. Oysa Serter ve rektörü bu kavramlara adeta tiksinerek bakıyorlardı. Atatürkçü gençler devrimci gençlik hareketini örgütledikleri, paralı eğitime, ABD'ye, İsrail'e ve iktidara karşı eylemler düzenledikleri için soruşturmaya uğruyordu. Bu öyle bir "Atatürkçü" idareydi ki; türban eylemlerini örgütleyen, dinci provokatörlere bile verilmeyen cezalar Atatürkçü gençlere verildi.
Atatürkçü gençlere PKK'lıların saldırabilmesi için okulda kimlik kontrolleri kaldırıldı. Satırların ve bıçakların okul içine saklanmasına izin verildi. En sonunda Atatürkçü Düşünce Kulüplerinin hepsi kapatılarak ve yöneticileri üniversiteden atılarak Atatürkçü gençlik sorunu çözülmeye çalışıldı.
O dönem hiçbir Atatürkçü çevre linç edilmek istenen Atatürk gençliğine sahip çıkmadı. Nur Serter ve Kemal Alemdaroğlu adeta tanrı ilan edilmişti. Onlar yapıyorsa mutlaka bir bildikleri vardı.
Aynı Nur Serter "Atatürkçülük" kariyerini Cumhuriyet Mitingleriyle zirveye taşıdı. Mitingler milyonları toplayan, kendiliğinden gelişmiş bir halk hareketi olarak başladı. Halk kitleleri AKP iktidarına, ABD'ye, bölücülüğe ve gericiliğe karşıydı.
Ancak cırtlak sesli, sarı saçlı "Cumhuriyet kadını" kürsüye çıkıyor ve ABD ile AKP'ye karşı olmadıklarını, Çankaya'da uzlaşma istediklerini söylüyordu. Siyasi sloganların yasak olduğunu, tek sloganın "Çankaya'da uzlaşma" olduğunu belirtiyordu.
Türkiye'nin Kürt-İslam faşizmiyle bir iktidar sorunu vardı. İlk defa bir halk hareketi bu faşist iktidarı devirebilirdi. Ancak anti-türban şampiyonu meseleyi Çankaya'dakinin karısının türbanına indirgedi. Mitinglerde bundan başka her türlü slogan yasaktı.
İzmir'deki üçüncü miting ile birlikte işin rengi iyice değişti. İki tane ahı gitmiş vahı kalmış merkez sol partinin, CHP ve DSP'nin seçim ittifakı meselesine dönüştürüldü tüm mesele. Milyonlarca insanı "Birleşin, birleşin!" diye bağırttılar. Birleşeceklerdi de ne olacaktı? Türkiye mi kurtulacaktı? Seçimler mi kazanılacaktı?
Böyle olmadığı, pazarlığın çok daha farklı olduğu ortaya çıktı. ABD bu sözde Cumhuriyetçileri kandırmıştı: "Siz kitleyi frenleyin. Ben de CHP-MHP koalisyonuna olur vereyim."
Meydanlarda toplanan milyonların sırtında pazarlık masaları kuruldu. Türkiye kurtulmadı ama Nur Serter gibileri kurtuldu. Meclise kapağı attılar.
Nur Serter, bir ilkesizlik abidesidir. Şimdi Baykal'ın yakın çevresinde bulunabilmek ve kendisi çok önemli olan milletvekili dokunulmazlığını bir dönem daha uzatabilmek için CHP'nin türban açılımını sonuna kadar destekliyor. Madem türban laikliğe aykırı değildi, neden Cumhuriyet Mitinglerinin başına geçtiniz. Yoksa tek amacınız halkı frenlemek miydi?
Oysa Necla Arat en azından karşı çıktı. Ancak Serter hızlı dönüşür. Bakın eskiden ikna odalarında türbanlıları laik olmaya ikna eden hızlı "Atatürkçü" şimdi Atatürkçüleri nasıl türbana ikna etmeye çalışıyor:
"Ben bu olayın CHP'nin laiklik çizgisinden bir sapma yarattığı görüşüne katılmıyorum. CHP bu olaydan önce olduğu gibi; her zaman laiklik ve Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkan bir parti olacaktır."
İkna olan var mı? Biz olmadık. Ancak Nur Hanım türbana ikna olmuş. Kişilik yapısı buna müsait. Eskiden rektörlük ve iktidar için Atatürkçü gençlere yapmadığını bırakmayan bir insanın, şimdi de Baykal'ın yakın çevresinde ve mecliste kalabilmek için 180 derece dönüşüm geçirmesi bizi şaşırtmıyor.

Atatürkçü kişilik yapısı ve oportünist döneklik

Sıradan bir Atatürkçü, Nur Serter'deki bu dönüşüme şaşırabilir. Ancak Nur Hanım'ın geçmişini bilenler ve bu tür oportünist kişilik yapısını tanıyanlar için süreç o kadar da anormal değil.
Nur Serter'in siyasi ilk eylemi 1976'da ülkücü asistanlar bildirisine attığı imzadır. Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün 27 Mayıs 1976'da yaptığı "Türkiye için en büyük tehlike Pan-Türkizm ve Pan-İslamizmdir" açıklaması üstüne üniversitelerdeki ülkücü ve İslamcı asistanlar Cumhurbaşkanını kınayan bir bildiri yayınlarlar. Nur Hanım o dönem Cumhurbaşkanına karşı çıkacak kadar radikal sağcıdır.
1980 sonrasında ise uzaylılar ve İsa Mesihle kafayı bozan Beyti (kebap değil liderlerinin ismi bu) isimli bir tarikatın mensubu olan Nur Hanım, tarikatın Sevgi Dünyası isimli "teorik" dergisinde makaleler yazar.
1990'ların başında ise hızlı bir İkinci Cumhuriyetçidir. Atatürkçülüğü ve kılık kıyafet devrimini çağdışı bulmaktadır:
"Ne din, ne Atatürkçülük olarak tanımlanan dar kalıplar, Türkiye'nin sorunlarını çözümlemeye yetmiyor. Her ikisi de kendi dönemleri içinde gerçekçi, tutarlı, ilerici, yenilikçi. Ancak zaman hızla akarken, toplum değişmiş, sorunlar farklılaşmış, sosyal ve ekonomik ilişkiler çeşitlenmiş, ortaya ihtiyaçlara cevap veren yeni kurumlar çıkmış."
Nur Hanım'ın ifadesiyle "zamanın gerisinde kalan Atatürkçülüğü" aşan Türkiye'yi kurtaracak müthiş çözüm önerileri de şöyle sıralanıyor:
"Devletçilik ilkesinden vazgeçilmesi, demokratik rejime yük getiren başörtüsü yasağının bir-iki kurum istisna tutularak kaldırılması, mesai saatlerinin ibadet saatlerine -Ramazan'da iftar saatine- göre düzenlenmesi, Türk aydınlarının fikirsel üretimlerini tarihin parlak şahsiyetlerine mal ederek dayatmaması."
Sonrası bildiğimiz hikâye. 28 Şubat gelir ve her dönemin kadını bu sefer Atatürkçü olur. Bugün ise türbanı savunuyor. Türbanlılara rozet takıyor. Niye şaşırıyoruz. Kadın zaten yıllar önce "başörtüsü yasağı demokrasinin üstünde yüktür" dememiş mi? Bir ara Atatürkçü yükseliş olunca dalganın üstüne atlamış. Kendini meclise atmış. Niye kızıyoruz şimdi bu kadına? Kızmamız gereken bu insanları içinde barındıran ve besleyen Atatürkçüler.
Nur Serter uzaylı tarikatına üyeliğiyle ilgili kendisine soru soranlara bakın ne yanıt vermişti:

"Dergide, böyle çok insancıl yazılar vardı. Tamam Nostradamus filan gibi şeyler de vardı, ama bunda da garip bir şey yok; bir dönem çok popülerdi, ben de okudum. Ayrıca bu olay, yıllar önceydi ve ben de büyüdüm geliştim"
İşte bu kadar basit! Tıpkı Tayyip gibi. Ha "büyüdüm geliştim" ha "gelişerek değiştim." Ne fark eder. Bu insan tipi son derece tanıdıktır. Her zaman dört ayaküstüne düşerler. Nur Hanımın MİT'çi albay babası da Talat Aydemir cuntasına katılıp, ne hikmetse yargılanmayan tek kişidir. ABD'nin ihtiyaçları çerçevesinde böyleleri hamur gibi şekle girerler. Bazen Hikmetyar'ın bazen Şaron'un dizinin dibinde otururlar. Bazen türbana karşı çıkarlar, bazen türbana rozet takarlar.
Atatürkçüler yıllarca bu tür kişilik yapısını sırtlarında taşıdılar. Bunun tek nedeni var. Bazılarına devrimcilik, halkçılık ve milliyetçilik çok ağır geldi. Oportünizm ile daha rahat Atatürkçülük yapabileceklerini düşündüler.
Bugün bu günahını bedelini sadece Atatürkçüler değil tüm Türkiye ödüyor. Artık Çankaya'da türban, İstanbul Üniversitesi'nin başında ise tarikatçı bir rektör var. Devrimci ve gerçek Atatürkçülere yaşam hakkı tanımayan, üniversiteden atan, tutuklatmaya çalışanların "Atatürkçülüğünün" yarattığı bir Türkiye manzarasıdır bu.

Bu tür "Atatürkçü"lerin gözünde halkın, Cumhuriyet'in ve Atatürk İlkelerinin hiçbir önemi yoktur. Kendi rahatları ve mevkileri için herşeyi feda edebilirler. Bugün türbana rozet takanlar TÜRKSOLU'nun söylediği gibi yarın o türbana da girecektir.,




15 Mart 2016 Salı

LAVROV TÜRK ASKERİ SURİYEDE..




LAVROV  TÜRK ASKERİ  SURİYEDE..


















Rus REN TV kanalına konuşan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye'nin Suriye sınırlarının içinde konuşlanmaya başladığını öne sürdü. Lavrov, ellerinde bu iddiaya dair kanıtlarının olduğunu söyledi:

“Türkiye, Suriye topraklarındaki bazı güvenli bölgelerde egemenlik hakları olduğunu ifade etmeye başladı. Bizim elimizdeki verilere göre, Türkiye Suriye sınırından birkaç yüz metre içeri girmeye başlamış. Bu bir çeşit başıboş yayılma.”

Lavrov, Kürtlerin Cenevre’deki Suriye barış görüşmelerinde masaya oturmaları için Birleşmiş Milletler’e baskı yapmaya devam edeceklerini belirtti. “Eğer Kürtleri Suriye'nin geleceğinin belirleneceği görüşmelerden 'atarsak' onların bu devletin içinde kalmak isteyeceklerini nereden bilebiliriz. 
Bu yüzden biz Türkiye dışındaki tüm ülkeler gibi bu tavrı alarak BM'nin ültimatomlar karşısında eğilmemesi ve Kürtleri görüşme sürecine davet etmesini sağlayacağız” diye konuştu.

Rus bakan, IŞİD’in fiili merkezi Rakka’yı almak için Birleşmiş Milletler’le koordinasyon içinde çalışabileceklerini de ifade etti.


http://www.aljazeera.com.tr/haber/lavrov-turk-askeri-suriyede


..

12 Mart 2016 Cumartesi

Yazık



Yazık

Yekta Güngör Özden


İstemiyoruz ama direnmiyoruz
Sürükleniyoruz bir karanlığa
Koyu ve kaskatı
Çıkmışken Atatürk’le aydınlığa.
Ölü toprağı serpilmiş sanki üstümüze
Ne oldu bize?

Soyluluktu, onurdu
Unuttuk kıvancı, coşkuyu, 
Yitiriyoruz kazandıklarımızı,
Kaleler düşüyor bir bir,
Kan yüreğimizi yakıyor
Düşüncelerde zincir.

Anaların, bacıların acısı
Çocukların çığlıkları düşlerde
İnsanlığın yüz karası.
İşbirlikçiler ilkelere kıyıyor,
Sapkınlar, satılmışlar çevrede
Aymazlar döneklerle kaynaşıyor.

İnanç ve soy sömürüsüyle karıştı toplum
Yaşamsal ilkelerimiz gölgelendi,
Bilemedik değerini Atatürk’ün
Yalanla, soygunla, karşıtlıkla
Yönümüzü yitirdik, yolumuzdan saptık
Sırt çevirdik bilime, usa
Yazık.


http://www.turksolu.com.tr/260/ozden260.htm


..

" Yavuz Hırsız "lar



" Yavuz Hırsız "lar



Yekta Güngör Özden


Kimi amaçlı işlem ve soruşturmaların öngörülen olumsuz sonuçları gibi değişik adlarla gündeme gelen açılımın sonuçları da yarar getirmeyecektir. Kürt milliyetçiliğine soyunan ilkel ırkçılarla ilerici ve demokrat görünmek için destek veren sözde aydınların birleşen amaçları Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığıdır. Osmanlı döneminden bu yana lâik Atatürk Cumhuriyetine karşı çıkan aymaz ardıllarla lâikliğin anlam ve amacını kavrayamayan Arap milliyetçisi ümmetçilerin AB ve ABD güvencesiyle iktidar hoşgörüsü içinde sürdürdükleri çabalar karşılaşılan tehlikelerin belirtileridir. Yeni ordu kurmaktan, yeni yargı organları oluşturmaya, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kadrolarıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapısının değişmesi umuduna uzanan çarpık önerilerin dillendirildiği günümüzde imza tartışmaları, dinleme aykırılıkları, Dersim suçlamalarıyla toplum yanıltılmakta, iktidarın nedeni ve öncüsü olduğu kötü durumlar unutturulmaya, gündem değişiklikleriyle halka yeni ağırlıklar yüklenmeye çalışılmaktadır. Hamas'ı, El Kaide'yi, Hizbullah'ı, Hizbut-Tahrir'i, İBDA-C'yi, Kaplancı'ları, ve aynı doğrultudaki dinci yasadışı örgütlerin yaptığı kıyımları urnutmuş görünüp “Müslümanlar soykırım yapmaz” genellemesiyle Sudan'ın El-Beşir'ini de savunan günümüz Başbakanı'nın CHP Genel Başkan Yardımcılarından Onur Öymen'i kınayıp hukukdışı dinlemeleri savunması kendinden beklenen, alışılmış yanlışlıklarıdır.

Adalet Bakanı, İstanbul Hâkimevi'nde destekçileri gazetecilerin çoğunlukta olduğu basın ilgilileriyle buluşup kendini savunmak için olayları çarpıtarak yorumlamış, değerlendirmiş, hukukdışı dinleme ve izlemelerle partisinin kurduğu iktidarın yapıp yaptırdıklarını uygun göstermeye çalışmıştır. Olası dâva-dâvalar için önyargılı saldırılar hemen başlamıştır. Tehditler savrulmakta, kamuoyu korkutulmaktadır.

Hukuku, adaleti saymak ve savunmak başka, yanlışlık ve yanılgıları amaçlı bir biçimde yorumlayıp desteklemek başkadır. Kimi ekran ve mikrofon başına geçip geçirilenlerle kimi üniversitelerde yuvalanıp çöreklenen rejim karşıtlarının birlikte sürdürdükleri yıkım çabaları yargıya saygısızlığın ve saldırının tiksindirici örnekleriyle büyümektedir. Çelişkileri ve aykırılıkları açık soruşturma ve kovuşturmaları savunmak, yurtsever Atatürkçülerin karanlıkta kalmasını uygun bulmak, devlete darbeden cezalandırılanları alkışlamak, bölücü ve yıkıcı çabaları demokratik haklar kapsamında değerlendirmek, yarınlara ilişkin umut kırıcı olayları doğal karşılayarak soygun, rüşvet, silâhlı kuvvetler, yargı, üniversite düşmanlıklarını desteklemek, Atatürk'ü ve Atatürkçülükle Atatürkçüleri karalayıp suçlamak, isyan bastırma zorunluluğunu “katliam” nitelemesiyle kınayarak ayaklananları kutsamak, cumhuriyeti kötü yönetenleri bırakıp cumhuriyeti kötülemek, inkâr ve ihanet örnekleriyle sıralanmaktadır. Ümmetçilerle bölücülerin birlikteliği, açılımdaki sakatlıkların üstünü örtme çalışmaları, AB dayatmalarına dayanamayan iktidar zaafları düşündürücüdür. Güneydoğulu seçmenin oylarını almak için verilen ödünlerle küçülüp kararanlar Kürtçülerin asıl amaçlarının ayırdına varamayan zavallılardır. Açılımların doyurmadığı Kürtçüler daha fazlasını isteyerek saldırılarını, dış destek destek sağlama çabalarını artıracaklardır. “Yarası olan gocunur” sözünü anımsatan alınganlıkla Onur Öymen'in yerinde sözlerini Alevicilik Kürtçülük açılımlarına hız ve haklılık verdirmek, kendilerine yönelik suçlamalardan kurtulmak için fırsat sayıp abartan, tersine çeviren çevreler, iktidar, yandaşları ve Kürtçü dayanışmasıyla çıkarcı sözde aydın, sözde demokrat desteği tüm çirkinliğiyle sırıtmaktadır. Sağduyulu, gerçekçi ve yansız gazetecilerin dışındaki gösterici, yanlı, bağımlı, şakşakçı yazarların yaklaşımları gerçeği açıklamaktadır. İktidar kesimi saldırıdadır. İktidarcı yandaşlar abuk sabuk yazılarla yangına körükle gitmektedir.

Yeni partiler yoldadır. Kanımızca ülke ve toplum gerçekleriyle “insan krizi”ni yadsıyarak sonuç alınamaz. Kürtçülük açılımlarını destekleyen, şeyhlerin varlığını, 15 bin kişilik düğünlerini uygun bulup yapılması gereken atılımlara değinmeyen kurucular hiçbir umut veremez. Oyunlarla tarihsel gerçekleri saptıranların, kendilerini sorumluluktan kurtarmak için hukukdışı dinlemelerin sorumlusu olarak yargıyı gösterenlerin (elbet ilgili yargı yetkilileri de sorumludur) olay ve oluşumlardan kimlerin sevindiğini görmek istemeyenlerin aymazlığı sakıncayı ağırlaştırmaktadır. İç ve dış yeni açılım istekleri, İmralı uygulamaları gündeme sokulmaktadır.

Domuz gribi söylemleri, Başbakanın Parti Grubu'ndaki konuşmasında Sağlık Bakanı'na eleştirisiyle başlayan ikilemli değerlendirmesi duraksamalara neden olmuştur. Bir okur “Bu kadar domuz varken yarar gelmez aşıdan / Bizim aymazlığımız kötüleri taşıtan” diyerek olaylara güldürüyle yaklaşımını iletti. Sağlık sorunları, ekonomi sorunları, Engelliler Şûrası'nda Başbakan'ın korumalarının orantısız, aşırı, gereksiz ve sert davranışları, soygun, rüşvet, hırsızlık, saldırı, tâciz vd. olaylar gözardı edilmekte, iktidar güvencesiyle yapıldığı kuşkusuz dinleme ve izlemeleri önlemek için yararsızlıkları açık cezaları artırma hazırlıklarından söz edilmektedir. Sahte belgelerin, kâğıt parçalarının izlenip doyrucu sonuçların kamuoyuna açıklanması yerine değişik açıklamalarla zaman geçirilmekte, kurumlar yıpranmakta, görevliler ve kişiler karalanmaktadır.

Kamu kurum ve kuruluşlarındaki partizanlık ve kadrolaşma, dışardan kuşatma, içerden çökertme çabaları sürmektedir. Giderek bozulan ekonomik koşullarla yurttaşların geçim güçlüğü iktidarı ilgilendirmemekte, kendi gemilerinin yüzmesini yeterli bulup memur ve emeklileri gülünç sayılacak eklerle susturmaya çalışmaktadırlar.

Amaçlı açılımın 10 Kasım'da TBMM'de görüşülmesindeki direnme iyi niyet yoksunluğunun kanıtıdır. 10 Kasım ağlama günü değil, anma ve yaşatma günüdür. Elbet tatil değildir, elbet çalışılacaktır. Ama değerbilirlik ve saygı, Atatürk'ün yaptıklarının karşıtı çalışmaları O'nun çabalarına eş tutarak bunları 10 Kasım'da görüşmeye engel olmalı idi. Durum, AKP'nin amacını ve doğrultusunu bir kez daha ortaya koymuştur. Kürtçülere arka çıkarak Atatürk'ü ve dönemini suçlamakta yarışanlar artmıştır. Arınç'ın açılımları da böyledir.

Kitaplar

Okurlarımıza önermeyi yararlı bulduğumuz kitaplara yer vermeyi görev sayıyoruz. Prof. Dr. Neclâ Arat'ın (CHP İstanbul Milletvekili) Cumhuriyet Yayınları'ndan çıkan “ Geldikleri Gibi Giderler ” adlı yeni yapıtı yayılmacı ve sömürgeci dış güçlerle aramızdaki işbirlikçilerin yaptıklarını ve yapacaklarını anlatarak Atatürkçülerin yapması gerekenleri vurgulamaktadır.

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'in “ Zamanı Durduran Saat ” adlı yapıtıyla Emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray'ın “Geçmişten Geleceğe” adlı yapıtları anılarla, belgelerle kanıtlanan yaşam deneyimlerini aktarmaktadır. Anlamlı yaşam örnekleri yol göstericidir. İçtenlikle salık veriyoruz.

http://www.turksolu.com.tr/261/ozden261.htm


..

İşte Açılım




İşte Açılım

Yekta Güngör Özden



Değişik adlarla siyasal gündeme oturtulan açılımın meyvaları kimi kentlerimizdeki ayaklanma-başkaldırı (isyan) denemeleriyle kendini gösteriyor. Polis karakolları, taşıtları, marketler, postahaneler, konutlar taşlanıyor, otobüsler yakılıyor, görevlilerle yurttaşlar yaralanıyor, il ve ilçeleri yangın yerine çeviren PKK yandaşları ve militanları sokak aralarında yitiyor. Ne olduğu, neler yapılacağı açıklanmayan açılım terör örgütü yandaşlarıyla içlerinde gizlenen militanlarının Türkiye içerisine getirilme çabalarında odaklanıyor. Hiçbirinde etkin pişmanlıktan yararlanma koşulları olmadan, hiçbiri amaçlarından vazgeçtiklerini belirtmeden, üstelik terör örgütünün aracısı olarak, onun buyruğu ile geldiklerini söyleyip örgüt liderinin salıverilmesi için basın toplantısı düzenleyip açılıma ilişkin eleştiriler ve tehditler sıralayarak. Sağlığa ve mala verilen büyük zararlar artarken iktidar, liderinin söylemleriyle neden olduğu minare sorunuyla, ulusal eğitim yönünden sakıncalı imam hatip ayrılığına son veren yargı kararını geçersiz kılma çabalarıyla zaman dolduruyor.

Hazırladıkları alternatiflerle sorunu kendi yönlerinden çözeceklerini söyleyen YÖK Başkanı öğrencilere güvence veriyor. Gerçekleri tersine çevirerek katsayı eşitliğini getirmenin yanlışlığını önceden biliyorlar ki olası yargı kararına karşı hazırlık yapmışlar. Dava Daireleri Kurulu’na itiraz dilekçesini vermeden Cumhurbaşkanıyla Başbakanın görüşünü alıyor. Hukuk devletinde yargı kararını “ideolojik” olarak niteleyen bir Başbakanın ne ölçüde yaraşır olduğu açık. Yargı kararının özenle yerine getirilmesini önerecek yerde devlet yetkilileri konumlarıyla asla bağdaşmayan bir tutumla karara karşı çıkıyorlar. Anlayan-anlamayan-aklı eren-ermeyen kimileri siyasal çıkar için ulusal yarara kıyıyor. Ergenekon işletilirken gerçeği saptırıp toplumu kandırarak, hukuksal durumu anlamadan Danıştay’ın haklı kararını haksız göstermeye çalışarak gerçeklere de, ulusa da zarar veriyorlar.

Başbakanın domuz gribi aşısı konusundaki konuşmaları da yanlış. Yurttaşların duraksamalarına neden olan tutum siyasal yönden ağır hâta. Kendisi Sağlık Bakanının öncülük ettiği aşı kampanyasına destek verir ya da sesini çıkarmaz ama olumsuz davranmaz. Aşı olmayabilir ama bunu söylemez. Medya önünde aşı olmak zorunluluğu yok. Salgının sonuçlarında payı olacağı unutulmamalıdır. Demokrasiyi amaç değil, araç sayan, tramvaya benzeten kimseden bundan fazlası da beklenemez. Partisinin grup toplantılarındaki konuşmaları, kravatsız dolaşmaları, kürsülere çıkması, sözlerindeki sertlik, muhalefete ve eleştirilere karşı tahammülsüzlük ne ölçüde demokrat olduğunun ve olabileceğinin göstergesidir. Köşe yazarlarının daha az yazmalarıyla huzur bulacağını söylemesi, okulsuz eğitim işlerinin daha iyi görüleceğine ilişkin Osmanlı kafasını anımsatıyor. Obama’dan ne alacak, ona ne verecek haftaya anlaşılır.

Zaten Türk olduğunu da söylemiyor, “Ne mutlu Türk’üm!” demekten de kaçınıyor. Türklüğüyle, ulusuyla, devletiyle övünemeyen, soyluluk, onurluluk, nitelikle gurur duymayan kimileri ülkesine bir şey veremez, kazandıramaz. 10. Yıl Marşı’nın coşkusunu duymayan yüreğe, yürek demem. Yargı kararı karşısında saygıyla eğilmek yerine yakışıksız sözlerle karşı çıkan kimi sözcüler ve yazarlar hukuk devleti anlayışının dışında kalanlardır. Kararı yerine getirmekle yükümlü iktidar, tersine direnmesiyle geçerliğini yitirir. Başbakan yardımcısının “Ne Danıştay kalacak ne de ...” sözü sonra şaka olarak savunulsa bile önceki yıllar Anayasa Mahkemesinin kaldırılabileceğini de söylediği için tehlikeli olasılıkları düşündürüyor. Yöneticiler hâlâ hukuk devleti mi, din devleti mi tam ayırdında değiller izlenimi veriyorlar. Anayasa’nın 81. ve 103. maddelerindeki andların içeriğini ne çabuk unutuyorlar? Başlangıç bölümüyle cumhuriyetin niteliklerini de. “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaati iyidir” diyen kimdi? Sorunların, konuların hukuksal özelliklerini bilmeyenlerin bilgiçlik taslayarak ortamı germeleri hizmet değil, hezimettir. Hele bir şey söylediğini sanan boşboğazlar, gerzekler...

Resmî dili Türkçe olan devletin yerleşim yerlerine kürtçe adlar verilmesi sakıncalıdır, suçtur. Terörün kol gezdiği günlerde Hacc’a giden İçişleri Bakanı’nın kışkırtıcı sözleriyle yüreklenen Diyarbakır Belediyesinin ölçüsüzlüğü ve aykırılığı nerelere taşıyıp yayacağı görülecektir. Daha neler getirecek, neler yapacaklardır. Apo’nun Meclis’e katılmasına yönelik iç ve dış çabalar demokrasi adına yürütülmektedir. Olmayan ayrılık, yalanlar, abartılar, yakıştırmalar ve kuruntularla ulusal yaşama hançer gibi sokulmaktadır.

İktidara yaranmak ve yanaşmak için ekranlarını bilinen yandaşlara, militanlara, tetikçilere açan kanallarda neler duyulmuyor ki. Birisi utanıp sıkılmadan Türkiye’deki Müslümanların dinlerini yaşayamadıklarını söylemiş. Dünyadaki 53 ya 55 müslüman çoğunluklu ülkelerin içinde Türkiye’dekilerden daha iyi dinini yaşayan olduğunu kimse söyleyemiyor. Lâiklik sayesinde kazanılan özgünlük din konusundaki çağdaş anlayış ve uygulamayı getirdi. Hukuku ve şeriatı birbirinden ayıramayan, hukuk devletiyle din devletini karıştıran, bireysel özgürlüklerle kamusal düzeni çatıştıran Atatürk ve Türkiye karşıtları her yalanı söyler. Bunlar partizanlığa, kadrolaşmaya, soygunlara ve yolsuzluğa, işsizliğe ve adaletsizliğe, yaşam güçlüklerine karşı çıkmazlar. Açık-kapalı beslenme olanakları iktidar şakşakçılığını görev saydırır. Rektör ve Dekan atamalarına gözleri de, kulakları da, kalpleri de kapalıdır. Vicdanları çıkar güdüleriyle kurumuştur. Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye Cumhurbaşkanının nasıl karşıladığını görmezler. Şehitlerin mezarlarına Kurban Bayramı’nda niçin siyah kurdelâ bağlandığının anlamı onları ilgilendirmez. İzmir’deki DTP provakasyonu ile terör açılımlarına bakmazlar. Kadınlara uygulanan şiddetle töre cinayetleri, kolluk güçlerinin orantısız güç kullanmaları onları uyarmaz. Nükleer santral ve eczacıların tepkileri onların uzağındadır. Onlar için halk değil kendi halkaları önemlidir. “Tarihimizle yüzleşelim” diyenler kendi yüzlerine bakabilecek durumdalar mı?

Sakıncalı alışkanlıklar, bilgisizlik ve görgüsüzlükten kaynaklanan özentiler inancı yaşamak değildir. Dinlerin kaynağına uygun davranmayıp tarikat, cemaat, aşiret düzenini sürdürmek sömürüdür. DTP Genel Başkanı Almanya’daki Türk’lerle Türkiye’deki Kürt kökenlileri bir tutarak büyük ve ağır yanılgısını açıklıyor. Almanya’daki Türkler azınlık sayılan toplumdur. Türkiye’deki Kürtler azınlık değil, ulusun asıl öğelerinden biridir. Yanlış karşılaştırma, açık karıştırmadır. Almanya’daki Türkler ayrı ulusun, Türkiye’deki Kürtler aynı ulusun bireyleridir.

Kurban kesimlerindeki ürpertici görünümler kurallara aykırı direnmelerin sürdüğünü gösteriyor. Hayvan hakları da çiğneniyor.

Dünya sorunları, ekonomik ve siyasal bozulmalar sürüyor.

Kitap

Deneyimli yayıncıların oluşturduğu Yayın B’nin iki yeni yapıtı İsmail Arabacı’nın “ Türklerin ve Türkiye’nin Toplum Yapısı ” ile Macit Gürbüz’ün “ Kürtleşen Türkler ” adlı kitaplarıdır. Günümüz sorunlarına ışık tutan iki değerli çalışmayı okurlarımıza salık veriyoruz.


http://www.turksolu.com.tr/262/ozden262.htm



.

İşte Türkiye Ey Sayınlar!.





İşte Türkiye Ey Sayınlar!.


Yekta Güngör Özden



Başbakanın ABD Başkanı Obama’yla görüşme isteğinin yerine getirildiği haftada Türkiye, domuz gribi aşısından sonra önceki kuvvet komutanlarının Ergenekon soruşturması kapsamında sorgulanmaları yanında Apo’nun İmralı yerleşkesine ilişkin santimetrekare kriziyle çalkalanmaktadır. PKK örgütünü kurduranlarla destekleyenlerin, Türkiye içindeki uzantılarıyla yandaşlarının amaçlarını ve neler istediklerini iyice saptamadan, bunların beklentilerini karşılayacak ödünlerin ölçüsünü ve sınırını belirlemeden, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında vurgulanan ilkelerle bağdaşıklık gözetilmeden açılım kararıyla prim yapmak isteyenlerin büyük yanılgısı her gün ayaklanma-başkaldırma olaylarıyla faturaları ağırlaştırmaktadır. Andlarına aykırı davranışları açık olan milletvekillerine ilişemeyen, devletinin bayrağını koruyamayan yönetim dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Diyarbakır, Mardin, Hakkâri, Batman, Mersin ve İstanbul’da bahaneyle sokağa dökülüp her yere saldıran PKK’lıların varlığı yadsındıkça, Türk Bayrağı asılı yerleri ve devleti temsil eden kolluk güçlerine saldırılarına etkin işlem uygulanmadıkça daha yaygın, daha büyük, daha sakıncalı olaylarla karşılaşılacağı kaçınılmazdır. Bugüne kadar yaşanan olaylara ilişkin kestirimlerimizin doğru çıkması halkın içinde gerçeklerle içiçe olmamızdandır. Hiçbir pişmanlık, özür dileme, bağışlanma, düzelme sözü verilmeden, üstelik yürürlükteki kurallara aykırı salıverilmeler terörle sonuç almak isteyenleri şımartmıştır. Cezaların artırılması suçları azaltmaz ama indirilmesi de büsbütün şımartır. Taş atan çocukların, indirim-bağış söylentilerinden sonra, artması ilgilileri uyarmalı, başka önlemlere yöneltmelidir. Ayaklanma, kundaklama olaylarının, Serap Eser’in ölümüyle Reşadiye’deki şehitlerin sorumluları DTP ve iktidardır. İnatları sürüyor. Obama da bizim için olumsuz her şeyin destekçisi.

Başı belirsiz, ucu açık “açılım”ın sonuçları kargaşası kentleri savaş alanına çeviren ayaklanmalarla ortadadır. Kolluk güçlerinin arkadan çevirip yakalama yöntemlerine başvurmadan basınçlı su ve biber gazıyla önlemeye çalıştığı olayların yarın nasıl gelişeceği iyi kestirilmelidir. Gerçekleşmesi olanaksız istemlerle bunları yüreklendiren iktidardaki kimilerinin söylem ve eylemleriyle sayfalarını, ekranlarını, mikrofonlarını bunlara açan çıkarcıların, kürsülerinde konuşturan üniversite sorumlularının payı büyüktür. Kanımızca ayaklanma olayları yönetimin eseridir. İçte ve dışta yurttaşlar arasındaki eşitlik yetirince anlatılıp savunulmamakta, somut kanıtları verilmemekte, yalanlar, yakıştırmalar ve abartılar gerçek sanılmaktadır. Yabancıların ve sözde dostların işine gelen bölünüp parçalanmayı içimizdeki sapkınlar da bilimsel sanlarından utanmadan, demokrasi ve insan haklarını sömürerek savunmakta, tarikatçılık ve ümmetçiliği inanç sömürüsüyle sürdüren iktidar kesimi de gerekli işlemleri yaptırmayıp yalnız karşıtlarını sindirip silmeye çalıştığından doyurucu bir sonuç alınmamakta, huzursuzluk giderek artmaktadır. Bu olumsuzluklara değinip önlenip giderilmesini isteyenler de suçlanmaktadır. Açılımı yetersiz bulan bölücüler Anadolu içinde askerlerimizi şehit ediyor.

Onbinlerce insanın ölümüne neden olan, cezası kesinleşen ağır suçlu suçsuz kişilerle bir tutulup konuk edilmekten öte, salıverilmesi istenerek övülmektedir. Şehit aileleri derneklerine ve Türk Silâhlı Kuvvetlerine saldırılarak ulusa yönelik kötülük ve sapkınlık desteklenip yinelenmektedir. Terör örgütünün saldırılarıyla şehitler verilmektedir. Emniyet binalarına saldırıya öğretmenevine saldırı eklenmiştir. Bu olayları olağan karşılayıp “Provokasyona gelmeyin!” öğütleriyle yetinmek yönetimin eski dille “zaafı ve aczi”dir. Aklı başında hiç kimse oyuna gelmez, kışkırtmaya kapılmaz. Ancak, İzmir ve Çanakkale olayları gibi son saldırganlıklar, yüzleri maskeli militanlar, teröristler de gösterdi ki olaylar geçiştirilecek boyutu aşmıştır. Verilecek bir ödün yeni isteklere ve olaylara yol açacak, asla açılım olmayacaktır.

Ulusal bilinçten yoksun medya kesimi yargıya saldırılara araç olmaktadır. Yargıtay’da mezhepçilik söylentisine yer vererek ülke düzeyinde büyük yaralar açma olasılığını gözardı ederek ne yaptıklarını bilmeyecek bir aymazlık içindedir. Mezhep ayrılıklarının kararları etkileyecek bir örgütlenmeye dönüştüğü savının sahipleri saplantılılar ve sapkınlar olabilir. Demokrasilerin en sağlıklı güvencesinin hukuk-yargı-adalet olduğunu unutanlar iktidar yandaşlığının yansıdığı işlemlere baksınlar. Kalemşörlük âdi silâhşörlükten iyidir. Ahlâksızlar, insanlığı, hukuku, Türkiye’yi, Türklüğü, Atatürk’ü savunanlara “nazi” diyen aşağılıklar, tazminatla uslanmayanlar, salyalarıyla dolaşıyor.

Yaşam koşullarıyla alay edercesine savunulan olumsuzluklar, ülke gerçekleri, memur, işçi, emekli, öğrencinin sorunları katlanılması güç durumlar, taşınmakta zorlanılan yükler devlete, rejime, demokrasiye olan inancı ve güveni sarsmaktadır. Siyasal kesimin olanakları, milletvekili ödenek ve yolluklarıyla öbür katkıların toplamı, bunların ulusal gelir karşısındaki oranı ürperticidir. Bir meslek olmayan milletvekilliği, memurluk asla değilken, ayrıldıktan sonra bile yakınlarıyla birlikte devletin cömert sunuşları içindedirler.

Tüketiciler, memurlar, işçiler, emekliler, özürlüler, herkes alanlarda ve yollarda. Demokratik tepkilerini açıklayanlar coplanırken kentlerin altını üstüne getirenler basınçlı suyla serinletiliyor. Yakınmaları dinleyen yok. Sorular yanıtlanmıyor. İstenen işlemler uygulanıyor, istenmeyenler sümenaltında bekletiliyor. Belediyelerin tutumları, uygulamaları ortada. Üst kurulların çalışmaları, yetkililerin durumları tepkilerle karşılanıyor. Hastane kapıları, adliye koridorları dolu. Trafik kazaları ve suçlar almış başını gidiyor. Nutuklar veriliyor, toplu açılışlar yapılıyor, temeller atılıyor, birçok şey de satılıyor. Bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, tekil devlet, yargı gücü tartışılıyor. İşte en öndeki sorumluları sizlerin olduğu Türkiye! Başta yöneticiler, siyasetçiler, partililer, sözde aydınlar! İşte eseriniz!

Yönetim, hukukdışı olaylar karşısında devlet gücünü göstermekten kaçınıyor. Kendi kafasındaki amaca ulaşmak için engelleri azaltmak istiyor. Silâhlı Kuvvetler, yargı ve üniversiteyle uğraşırken başkalarını da karşısına almak istemiyor. Bu çekingenlik bölücülerin işine yarıyor. Şimdi DTP’nin kapatma dâvası gecikmiş olarak ele alınıyor. Bu yazının kaleme alındığı günde oturum başlamamıştı. Başbakan, kendilerinin de anayasa dışı eylemleri olabileceği için (önceden hükümlüler) parti kapatmaya karşı çıkıyor. Bu konuda ABD’ne giderken söyledikleri mahkemeye etki sayılır. Zaten, işlerine gelen kararı veren mahkemeler onlar için yargı, tersine karar verenler yargı değil. Kendilerine göre demokrasi, din, lâiklik anlayışları gibi kendilerine göre de yargı var ya da yok. Mahkeme kapatma kararı vermese kürtçüler daha azacak, azgınlaşacak, şımaracak. Kapatma kararı verse ayaklanma olayları şiddetlenecek. Başta devlet disiplinine ağırlık verilseydi bunların hiçbiri olmazdı. Mahkeme olacağı-olmayacağı düşünmez. Hukukun gereği neyse ona karar verir. Beklemek, sonuç beğenilmeyip eleştirilse bile saygıyla karşılamak gerekir. Hukuk devleti olmak, Türk olmak gibi, kolay değil.

Ulus devlette böyle bir yanlı açılım olmaz. Kürtçülerin ne istediğini bilmeyen-anlamayan siyaset yapmasın. Artık gün gibi her şey ortada. Beklentilerin gerçekleşmeyeceğini anlamaya başlayan PKK cephesi giderek sertleştirdiği olaylarla, öne çıkardığı çocuklarla, gizli militanlarının yer aldığı kitle örgütleriyle olayları tırmandıracaklar, Reşadiye’de şehit düşenler için önceki yıllarda şehit olan 33 eri devletin ya da derin devletin öldürttüğü yalanı gibi yine PKK’nın üzerinden almaya çalışacaklardır. “Provokasyon” savunmalarına tehditleri de eklemekten geri kalmayacaklardır. Yakıp yıkmaları bir yana devletin terör örgütünü ve örgüt başını muhatap almasını istemeye devam edeceklerdir. Yurttaşlar arasında bir ayrım yok, kürt kökenliler ayrı kesim ya da azınlık değil ki devletin karşısında onlar da tarafmış gibi davranış istesinler. Artık ne istediklerini bilemez duruma geldikleri gibi varlık göstermek için her yola başvurmaktadırlar. “ Dağa çıkmak

tan “olayların artacağından” söz eden milletvekillerine gereken yanıt verilmemektedir. İktidar, muhalefeti suçlamakla yetinmekte tehdit edenlere dokunamamaktadır. Hükûmet sözcüsünün iyi niyetli “Batasuna” anımsatması bile kanlarına dokundu. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin bırakınız hiçbir mahkemeye etki yapılma, yapılsa da aldırılmaz. Mahkemenin nasıl karar vereceği kestirilemez. Karar uygun bulunmasa eleştirilir ama saygıyla karşılanır. YÖK’ün yargı kararını tanımayacağını, bildiğini okuyacağını söylemesi anayasa yargısında hiçbir önem ve değer taşımaz.

Şehitlerin cenaze törenleri yine yürek yakan görünümlerle geçecek, yine “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” sesleri yükselecektir. Toplum, demokratik tepkilerini, burun kanatmadan, cam kırmadan, taş atmadan ortaya koymayı başaramadıkça iktidarı da, muhalefeti de özlenen-beklenen çizgiye çekemez. İlerici bilinen gazetelerde PKK yandaşlarıyla röportajlar yayımlanıyor, görüşlerine geniş yer veriliyor, onları savunan yazarlara sütunlar, sayfalar ayrılıyor. Toplumsal barışı yıkanlar övülüyor. Erzincan Başsavcısı’yla Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı’na, YARSAV önceki Başkanı’na görülmemiş işlemler uygulanıyor, medya iktidarın kollarında. Ergenekon olayında adı geçen emekli komutanlar serbest kalıyor, rektörler, aydınlar, yazarlar tutuklu. Yasal koşullar gözetilmiyor. Kışkırtıcı medya ve iktidar desteği aldırışsız sürüyor. Karanlık koyulaşıyor. İşte Türkiye! Bu Atatürk’ün kurduğu amaçladığı Türkiye mi?

Kitaplar

ÇEV (Çağdaş Eğitim Vakfı) Başkanı Gülseven Güven Yaşer’in Togan Yayınları’ndan çıkan “Ufkun Ötesinde Ne Var?” adlı yapıtı son yılların düşündüren ve üzen kimi olaylarının içyüzünü anlatıyor. Geriye gidişi nedenleri ve sorumlularıyla açıklıyor. Emekli Kurmay Albay Dr. Oğuz Kalelioğlu’nun Bilgi Yayınları’ndan çıkan “Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri ve Megali-İdea” adlı yapıtı da uluslararası sorunlarımızın en önemlileri konusunda doyurucu bilgiler veriyor. Okurlarımıza salık veririz.


KONUYA  GÜZEL  BİR  YORUM;

Pkk nın Kürt İsyanı Çabaları

   Bilindiği üzere pkk ve yandaşları,yurt içindeki işbirlikçilerininde desteği ile kalkışma içerisine girmişlerdir. Benim düşüncem güvenlik güçleri bu konuda, YA  ACİZ, YA  İHMAL, YA  GÖREVİ SAVSAKLAMA, YA YETERSİZLİK içindedir. YA DA  GİZLİ BİR GÜÇ TARAFINDAN GÖREVLERİNİ YAPMALARI ENGELLENMEKTEDİR...

En son Muş Bulanık olaylarında kameralardan gördüğüm, VATANSEVER güçlerin safları daha da sıklaştırması gereğidir. Terör örgütü birgün önceden esnafı tek tek dolaşarak kepenklerin kapatılmasını istemiştir. Kepekleri açık tutmak güvenlik güçlerinin görevidir. Buna mecburdurlar. Zaten bunu becerememek terör örgütünün hakimiyetini kabullenmek veya göz yummak demektir kii,devletin acz içinde olduğunu kabullenmek anlamına gelir. Bunun yenilir yutulur bir tarafı yoktur. Eğer müdehale konusunda engelleniyor iseler bunu açıklamalılar aksi halde de bu kadar beceriksiz olmalarının bu devlete haksızlık olduğunu kabullenip,istifa edip gitmelidirler.

Bulanık'taki olayda kameraların gösterdiği durum çok vahimdir. Terör örgütü militanları,yandaşları ve yandaşlarının piçleri ile birlikte kepenk indirmeyen vatandaşın aracını yakmış,dükkanını yakmaya kendisinide linç etmeye yönelmiştir. İşin acı tarafı güvenlik gücleri dükkanları açık tutma,açanların güvenliğini  korumak zorunda iken ortada görünmemeleridir.

Sayın başbakanın açıklamasını çok üzücü buldum. Açıkça diyemese de,nefsi müdafa içindeki vatandaşı suçlar,devlete isyan halinde katlima kalkışanlara acır bir ifade sezdim yüzünde.Bu durumda vatansever insanlara görev düşmektedir.Durum açıktır...Pkk ve yandaşları devlete karşı isyan halindedir. Önlerine çıkan herşeyi yakıp,yıkmakta, kendilerine katılmayanı linç etmektedir. Durum bu kadar açık iken,malları yakılmış,linç gibi çağdışı ve adice bir ölümle karşı karşıya gelmiş,kendini korumak zorunda kalmış bu vatandaşımıza hukuki,maddi ve manevi yardım önerisinde bulunuyorum.

Bir başka konu ise,son günlerde medya;taş atarak,havai fişek patlatarak,araç ve işyerlerini yakarak,mal ve can kayıplarına sebeb olan pkk yandaşlarının çocukların,bunları 1-3 Tl karşılığında yapan masum,afacan çocuklar olduğunu, onlarca defa gözümüze,gözümüze sokmaya çalışmaktadır. Oysa bu ya AYMAZLIK,yada HAİNLERLE İŞBİRLİĞİDİR. Çünki; bu çocuklara 5 tl versek aynı eylemi pkk ya karşı yapacaklar mıdır?.( tabii kesinlikle bu düşüncede olmadığımı  belirtmeliyim...Devlet her canı isteyenin ensesine şaplak atabileceği,malını mülkünü talan edebileceğizayıf bir kuş korkuluğu mudur?..Reşit olmayan çocuklar herşeyi yakıp yıkabilir,canlara kastedebilir,bütün bunlara karşın ailesinin hiçbir sorumluluğu yok mudur..Oysa devlet genelde devletten semiren ailelerine yaptırım uygulasa;örneğin birden fazla eylemde yakalanan çocuk devlet tarafından rehebilitasyon merkezlerine götürülse ve bir daha ailesiyle bütün ilişkisi kesilse.......Bunların yaptıkları maddi ve manevi zararlar ailelerinden tazmin edilse.... Bu ailelerin yeşilkart,fakfukfon yardımı gibi bu yoksul halkın haklarından kesilerek verilen yardımlar süresiz kaldırılsa..... Sizce aynımı olacak.......... Zaten bunların bir kısmı devletin bir valisi tarafından dile getirildi... Demek ki devletin yapabileceği şeyler....

Mustafa Fıstıkçı, İzmir


15 Aralık 2009


http://www.turksolu.com.tr/263/ozden263.htm


..