24 Şubat 2016 Çarşamba

Türk'ü Kandırma DEVLET Bahçeli



Türk'ü Kandırma DEVLET Bahçeli



Özgür Billur



MHP’nin “ İtidal ” Mitingi

AKP’nin iktidara gelmesiyle artan Kürt terörü karşısında MHP hep sağduyu ve itidal çağrısında bulundu. Devlet Bahçeli yaptığı tüm konuşmalarında, ülkücülerin asla sokağa inmeyeceğini ve provokasyona gelmeyeceğini söyledi.
Gerçekten de ülkücüler hiç provokasyona gelmediler!
Sokaklarda Türk bayraklarıyla teröre tepki yürüyüşleri yapılırken MHP’liler evlerinde ve parti binalarında oturdular ve tuzağa düşmediler!
Şehit cenazelerinde vatandaş PKK’ya lanet okurken, MHP hep itidal çağrısı yaptı.
2006 yılının Nisan ayında Devlet Bahçeli’nin “teröre karşı mücadelenin sokakta verilemeyeceği” şeklindeki sağduyu çağrısını Ahmet Türk bile tebrik etmişti.











Kürt-Türk kardeşliği diye bir şey hiçbir zaman söz konusu olmamıştır.
Türk milleti Atatürk önderliğinde emperyalist işgale karşı direnirken Kürtler, Türklere isyan etmişlerdir. Devlet Bahçeli, bu gerçeği ters yüz ederek Türk milletini kandırmaktadır. PKK’nın yıllardır yapmaya çalıştığı şey, Kürtlerin ayrı bir milli kimliğinin olduğunun kabul edilmesidir. PKK, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganıyla bölücülük yaparken, MHP de “Türk-Kürt kardeştir, ayrım yapan kalleştir” sloganıyla
bölücülük yapmaktadır.



Ancak MHP’nin Türk milletine yaptığı “evinde otur” çağrısı tutmadı. Türkler ellerinde Türk bayraklarıyla teröre karşı tepkisini her fırsatta gösterdi. Açılım denen PKK programının adım adım uygulanması ve artan şehit cenazeleri Türk milletinin sabrını taşırdı.
PKK terörü yetmiyormuş gibi onun uzantısı DTP’nin Türk şehirlerinde terör estirmesi bugüne kadar hep susan Türk milletini ayağa kaldırdı. İzmir, İstanbul, Bursa, Çanakkale, Balıkesir, Muğla ve pek çok ilimizde halk DTP’lilere tepkisini gösterdi.
MHP, bu protestoların hiçbirinde olmadığı gibi yapılanların yanlış olduğunu açıkladı.
Bugüne kadar PKK’ya karşı hiçbir eylem yapmayan MHP, geçen hafta sonu Tandoğan meydanındaydı. MHP, artık meydanlara indi. Açılıma ve teröre karşı yapıldığı iddia edilen mitingin ismi ise hayli ilginç: “Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat.”
AKP ve PKK da zaten “kardeşlik” adına istemiyor mu bu açılımı?
Türklüğü ve Türk milletini, Türk-Kürt kardeşliği diyerek böleceksin, ayrı bir milli kimlik yaratacaksın, sonra da bölücülüğe karşı çıkacaksın!
Bölücülüğe karşı çıkmak Türklüğüne sahip çıkarak olur.
Bayrağına, vatanına, canına, malına kasteden teröristlere karşı göğsünü siper ederek olur.
Sokağını işgal etmek isteyen PKK’ya sokağını vermeyerek olur bölücülüğe karşı mücadele!
Türk milleti de bunu yapmaktadır.
İşte MHP, Türk’ün bu direnişinin karşısındadır.
Devlet Bahçeli’nin Tandoğan’daki konuşması daha öncekilerin devamıdır. Bakın ne diyor Bahçeli:

“Küçük bir kıvılcım, telafisi mümkün olmayan hadiselere neden olur. Bu nedenle önümüzdeki süreç dikkat, sağduyu ve akıl gerektirmektedir. Sokaklarda arayacağımız, sokaklarda bulacağımız bir gelecek yoktur. İstismarcılara itibar etmeyelim.”

Tayyip’le Bahçeli’nin “ Provokasyon Kardeşliği
Bu sözlerin altına açılımın başı Tayyip de imza atabilir hiç çekinmeden. Geçen hafta PKK’nın amacının toplumu provoke etmek olduğunu söyleyen Başbakan, asla buna izin vermeyeceklerini ilan etmişti.



























MHP, kurulduğu günden beri Türk düşmanıdır. Çünkü ABD tarafından milliyetçi-devrimci gençlik hareketini bastırmak için kurulmuştur. Milliyetçiliği yıllarca sol düşmanlığı olarak lanse eden ve sokaklarda terör estirip kan döken bu hareket bugün de geçmişteki uğursuz rolünü oynamaktadır. Türk milleti, PKK terörüne karşı uyanışa geçmiştir. İzmir’de genç-yaşlı, kadın-erkek herkes PKK’ya tepkisini koyarken MHP bu olayı kınadığını ve içinde olmadığını ilan etmiştir. Elbette MHP’liler teröre karşı herhangi bir tepki göstermediler. MHP, ancak Türk milleti teröre tepkisini gösterdiğinde sesini çıkarır ve “aman tuzağa düşmeyin, sakin olun” der. Ancak Türk’ün uyanışını MHP gibi partiler durduramaz. Türk milleti bayrağına ve vatanına sahip çıkmaktadır ve çıkacaktır.



Provokasyonları önlemek için(!) Türk milletine şehitlikleri yasaklayan Tayyip zihniyeti, son olarak 7 askerimizin ve Küçükçekmece’de yakılarak öldürülen 17 yaşındaki Serap’ın cenazesine polis gücünü yığdı.

Türk milletine acısını haykırmak ve PKK’ya lanet okumak bile yasak! Çünkü yaptığınız provokasyon oluyor!

Tayyip’in Türk’ün sesini kısan bu faşist zihniyeti ile Devlet Bahçeli’nin zihniyeti arasında zerre kadar fark yoktur. Her ikisi de Türk’ün sokakta bağırmasına karşıdır. Her ikisi de PKK’ya karşı sağduyu ile yaklaşılmasını istemektedir. Her ikisi de bölücülüğe karşı sokağa dökülen halkın, PKK’nın oyununa geldiğini söylemektedir.

Tayyip ve Bahçeli’nin siyasi geleneği aslında sokağa hiç de yabancı değildir. ABD’nin 6. Filosuna karşı “Tam Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla sokağa dökülen devrimci Türk gençlerine saldıran zihniyetin iki uzantısıdır Tayyip ve Bahçeli. Hem faşist hem de İslamcı hareket 80 öncesi sokaklarda kan döküyordu. Döktükleri kan Amerikan emperyalizmine karşı mücadele eden devrimci Türk gençliğinin kanıydı.

Şimdi bu iki geleneğin devamcıları Türk halkına “provokasyona gelmeyin, sokağa dökülmeyin” çağrısı yapıyorlar. Tayyip, açıktan Amerikancılık ve Kürtçülük yaparken, Bahçeli milliyetçi pozlarına bürünerek Türk milletini dizginlemeye çalışıyor.

Türk milleti, köklü ve soylu bir millettir. Bugüne kadar bölücü teröre binlerce şehit vermesine rağmen hep sabırlı olmuştur. Provokasyonlarla hareket edecek bir millet değildir. Ancak teröristler kapısına dayandığı zaman, bayrağına saldırdığı zaman, buna karşı çıkmak provokasyondur deyip susmaz. Tepkisini gösterir.

Kahvesi molotoflanan, arabası yakılan, durakta beklerken üzerine araba sürülen Türk, elbette bu faşist saldırıya karşı direnecektir..

Türk milleti Sivas’ta olduğu gibi yanmayı mı bekleyecek?
Devlet Bahçeli, Türk’e yönelik bu saldırılara tepki göstermek yerine halka “provokasyona gelme” çağrısı yapmaktadır.
Evi taşlanan, yakılan adam ne yapacaktır? Bahçeli’nin çağrısı, sağduyuyu elden bırakmayıp beklemektir.

Kimi yandaş televizyonlar da aynı çağrıyı yapmıyorlar mı haber bültenlerinde? Haber sunucusu konuşuyor:

“ Sayın seyirciler, PKK’lılar evlere, arabalara saldırabilir. Lütfen bunlara cevap vermeyin, tuzağa düşmeyin. Onların istedikleri bu, sağduyuyu elden bırakmayın. ”

Türk Milletiyle Dalga Geçiyorlar!

Sağduyu dedikleri, ölümü beklemekten başka bir şey değildir.
Bahçeli’ye soruyoruz: Türk milleti bugüne kadar sağduyusunu kaybedip hangi saldırgan eylemi gerçekleştirdi?
İstediğiniz, Türk insanının 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta olduğu gibi diri diri yakılması mı?
Karşımızda Sivas’takinden farklı olmayan faşist bir güruh var. İdil’de öğretmenevini taşlayan, belediye otobüslerini ve yolcularını yakan, Atatürk heykelleri ve Türk bayraklarına saldıran bir hain sürüsü ile karşı karşıyayız.
Bu hainlere karşı devlet, milletini korumuyorsa millet kendini koruyacaktır. Yaşam hakkı kutsalsa bu hak Türkler için de geçerlidir.
Sivas’ta otelin yanmasını izleyen güvenlik kuvvetleri, bugün de Türklere yönelik saldırıları izliyor. Polise taş atanlara, polis muz veriyor. Başbakan’ın müsteşarı, eski Diyarbakır valisi Efkan Ala, PKK eylemlerinden sonra ne demişti: “Cana değil, cama gelsin.”
PKK terörü camı değil, canımızı hedeflemektedir. Türk milletini canını korumakla görevli olanlar acziyet içindedir. Milletin eline taşını alıp fırlatması işte bu yüzdendir. Canını korumak içindir. Meşru müdafaadır Türk’ün yaptığı...
Bin yıllık kardeşlik palavrası
Türk milleti kendini ve geleceğini kurtarmak için artık sokağa dökülmektedir. Bu uyanışı durdurmak görevi de Milliyetçi Hareket Partisi’nindir. “Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat” mitingleri milliyetçi uyanışı durdurmak için düzenlenmektedir.
Devlet Bahçeli, bin yıllık kardeşliği yaşamak ve yaşatmak için bir araya geldiklerini söylemektedir. Neymiş efendim, biz Türkler ve Kürtler bin yıldır bu topraklarda kardeşçe yaşamaktaymışız!
Soruyoruz Bahçeli’ye, bin yıl önce Kürt diye bir şey var mıydı?
Hatta 150 yıl öncesine git, tarihte Kürt diye bir uygarlığa rastlayacak mısın?
Önce Ruslar, ardından Fransızlar ve İngilizlerin parmağını sokmasıyla uyduruk bir Kürt tarihi yazılmaya başlanmıştır. On yıl öncesine kadar bile ortak bir dilde anlaşamayan bir aşiret topluluğuyla karşı karşıyayız.
Sanki bu topraklarda bir Kürt dili, bir Kürt sanatı, bir Kürt devleti, bir Kürt medeniyeti var olmuş da biz Türkler onlarla kardeşçe yaşamışız!
Bu palavrayı milliyetçi olduğunu söyleyen bir partinin başkanı söylemektedir. Oysa gerçek tam tersidir. Bin yıldır Anadolu toprakları Türk uygarlığıyla yoğrulmuştur. Nereye giderseniz gidin -bugün sözde Kürdistan olarak adlandırılan bölgede bile- her yer Türk eserleriyle doludur. Bu toprakları bin yıldır Türkler yönetmekte ve bu topraklarda Türkçe konuşulmaktadır.
Kürt-Türk kardeşliği diye bir şey hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Türk milleti Atatürk önderliğinde emperyalist işgale karşı direnirken Kürtler, Türklere isyan etmişlerdir. Devlet Bahçeli, bu gerçeği ters yüz ederek Türk milletini kandırmaktadır.
PKK’nın yıllardır yapmaya çalıştığı şey, Kürtlerin ayrı bir milli kimliğinin olduğunun kabul edilmesidir. PKK, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganıyla bölücülük yaparken, MHP de “Türk-Kürt kardeştir, ayrım yapan kalleştir” sloganıyla bölücülük yapmaktadır.
Tandoğan mitinginde Bahçeli, Türk milletinin bin yıllık nehir, bin yıllık bir ilmek, bin yıllık bir beraberlikle oluştuğunu belirttikten sonra “anadiliniz ne olursa olsun, bu zenginliğin adı Türk milletidir” dedi.
Tarih bilgisinin yoksunluğu mu diyelim, yoksa bölücü propaganda mı?
PKK’nın yıllardır Türk devletine kabul ettirmek istediklerinin başında Kürtçe diye bir dilin varlığı gelmektedir. Çünkü dil varsa millet vardır. Bahçeli, Türkçenin dışında ayrı bir anadilin varlığını bir tehdit değil, bir zenginlik olarak görerek bölücü propaganda yapmaktadır.
Madem Kürtlerle kardeşsiniz, ikinci mitingi Diyarbakır’da yapın!
MHP’nin Tandoğan mitinginde en çok atılan slogan “Türk-Kürt kardeştir” sloganıydı.

Bu sloganı atanlar kimler?

Türkler!
Sloganının atıldığı yer neresi?
Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara!
Peki bir kardeşlik varsa, bunu bozan kim?
Elbette Türkler ya da Ankaralılar değil!
Öyleyse bu sloganı niçin sadece Türkler atıyor?
Madem kardeşiz, Kürtler de göstersinler kardeşliklerini!
Alsınlar ellerine Türk bayraklarını, çıksınlar sokaklara, bağırsınlar 

“Kahrolsun PKK” diye!

Biz de öğrenmiş olalım Kürtlerin ne kadar barışsever ve kardeş olduklarını...
MHP, bu mitingi tüm yurtta yapacağını ilan etti.
Önerimiz şu: İkinci mitingi Diyarbakır’da yapın.
Madem ki, Kürtlerle kardeşsiniz, gösterin kardeşliğinizi. Hem ne güzel mesaj olur Türkiye’ye değil mi, Diyarbakır’da binlerce insanın elinde Türk bayrağıyla teröre karşı birlik mesajı vermesi!
Gerçek maalesef bu kadar acıdır. Sizin kardeş dediğiniz insanlar, bırakın Türk bayrağını ellerine almayı, devlet dairelerindeki Türk bayraklarını indirip yakıyorlar.

“Apo, benim siyasi irademdir” yazan dilekçeye 2 milyondan fazla Kürt kardeşiniz imza attı. Bölücübaşının kaldığı odanın metrekaresinin bahane ederek her yeri savaş alanına çeviren yine bunlardı.

Türk milletinin kardeşlik masallarına karnı tok. Gidin Diyarbakır’a miting yapmak için, bakalım arabanızda Türk bayrağı varsa şehre girebiliyor musunuz?
Bu ülkenin bayrağını kabul etmeyenlerle nasıl bir kardeşlik kuracaksınız?
Yeter, kandırmayın milleti!

Yıllarca kardeşlik masallarıyla uyutuldu Türk milleti. Ama artık bu masallara kimse inanmıyor.

Bu bayrağa, bu vatana bağlı herkes Türk’tür ve kardeştir. Bunun dışında bir kardeşliğe ihtiyacımız yok.


(Sayı 264, 21/12/2009)




..

KÜRT AÇILIMI.., Kürt Açılımının Başlaması ve Öncüleri..,



KÜRT AÇILIMI.., Kürt Açılımının Başlaması ve Öncüleri..,



FARKEDİLENLER ( Hayat Ayrıntılarda Gizlidir.Geneli Herkes Bilir ) 

LEVENT  KALEM.,


8 Ağustos 2009 Cumartesi akşamı saat 21.00’de, Uydudan yayın yapan AKDENİZ TV’nin ‘ Son Nokta ’ programına konuk oldum. 
Yaklaşık bir buçuk saat süren, Ali Tongülüs’ün sunduğu söyleşide, gündemin en önemli konusu ‘Kürt Açılımı’ ile ilgili, belgelere dayalı görüşlerimi anlattım.

İşte şimdi, o söyleşide anlattıklarımın en çarpıcı bölümlerini yazıya döküyorum.

‘ Kürt Açılımı ’ ne demek?

ABD ve AB’nin Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde bir Kürdistan devleti kurma plan ve projesine, Türkiye’yi yöneten sivil-asker yöneticiler ‘Kürt Açılımı’ dediler. Bu tanım ulusalcılardan çok büyük tepki görünce de, yarım adım geri attılar ve girişimi ‘Demokratik Açılım’ diye adlandırdılar.

Türkiye’de Kürt kökenli T.C. vatandaşları vardır ama Türkiye’nin bir ‘Kürt Sorunu’ yoktur. Türkiye’nin temel sorunu, sivil-asker yöneticilerinin ABD boyunduruğunu ve AB Mandacılığını kabullenip, bu emperyalist odakların ülkemizi ve ulusumuzu bölüp parçalama planına boyun eğmesidir.


PKK Kürt Halkının Temsilcisi mi?

Yirmi beş yılı aşkın bir süredir terörist eylemlerde bulunan PKK, hiçbir zaman Kürt kökenli yurttaşlarımızın temsilcisi olamamıştır.

PKK terör örgütünün siyasi kanadı olarak seçimlere giren ve bugün TBMM’de 21 milletvekili bulunan Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin de Kürt kökenli yurttaşlarımızın temsilcisi olmadığını görmek için 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri sonuçlarına bakmamız yeterli olacaktır:


Partiler Oy Oranı Oy Sayısı


AKP %38.78 15.490.799

CHP %23.12 9.237.494

MHP %16.04 6.408.399

DTP % 5.68 2.269.482


Yerel seçimlerde oy kullanırken, Kürt kökenli yurttaşlarımızın ekonomik koşulları dikkate almayacağı, kimliklerini ön plana çıkarıp sadece etnik köken bağlamında oy kullanacağı iddia edilmiş ve ortaya yukarıdaki tablo çıkmıştır.


Eğer Kürt kökenli seçmenlerin partisinin DTP ve onun da yönlendiricisi PKK olduğu kabul edilecek olursa, Türkiye genelinde PKK-DTP’nin oy oranı sadece %5.68’dir.


Şimdi, PKK-DTP ve yandaşları, %5.68 oy oranıyla, Türkiye siyasetine yön verecek, Türkiye’nin toprak ve ulusal bütünlüğünü bozacak düzenlemeleri dikte ettirebilecek güçte olduklarını söylemektedirler!


Çok basit bir aritmetik sorusu:

%5.68 oranı, %94.32 oranından büyük müdür?

Basitleştirerek ve yuvarlayarak soralım:

6 sayısı 94 sayısından büyük müdür?


Peki, nasıl oluyor da Türkiye genelinde %5.68 oy oranına sahip olan taraf, %94.32 oy oranına sahip olan tarafa hükmetmeye çalışıyor?


Dünya tarihinde bugüne kadar hiçbir ülkede, yüzde 6 oranındaki bir azınlık, yüzde 94 oranındaki bir çoğunluğu boyunduruğu altına alamamıştır.

Şimdi istenilen şudur: Ezici bir çoğunluğa sahip olan kitle, küçük bir azınlığa sahip olan bir topluluğa imtiyaz haklar tanıyacak, kendi varlığını kendi kimliğini hiçe sayan kararları kabul edecek.

Ve bütün bunlar, demokrasi adına yapılacak!

Dünyada böyle bir demokrasinin örneği hiç olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır.


PKK’nın Açılım Şartları:


Ortaokul ve lise tarih kitaplarında okuduk. İki devletin orduları savaşır. Ne kadar uzun sürerse sürsün, sonunda bir taraf yenilir ve barış masasına oturulur. Barış masasında yenen taraf, yenilen tarafa anlaşmanın şartlarını dayatır. Yenilgi ne kadar ağır olmuşsa, yenen tarafın dayattığı şartlar da o kadar ağır olur.

Şimdi, yirmi beş yılı aşkındır Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile çarpışan PKK terör örgütünün, ‘Kürt Açılımı’ adı altında dayattığı şartlara bakalım:

· TSK, çatışmaları koşulsuz olarak durduracak.

· PKK’nın dağdaki militanlarına genel af çıkarılacak. Dağdan inecek bu militanlara özgür yaşama, ekonomik rahatlık ve siyasete girme koşulları sağlanacak.

· Kürtçe, resmi dil olarak kabul edilecek.

· Kürtçe eğitim yapan ilköğretim, ortaöğretim okulları ve üniversiteler açılacak.

· Güneydoğu Anadolu bölgesine ekonomik özerklik tanınacak.

· Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki belde, köy,sokak, cadde, ilçe ve il isimleri Kürtçeye dönüştürülecek.

· Türkiye’de okullarda ‘Ant İçme’ törenleri kaldırılacak. Hiçbir yere ‘Ne Mutlu Türküm’ söylemi yazılmayacak, yazılmış olanlar hemen silinecek.

· PKK’nın terörist lideri, İmralı’dan salınacak ve T.C. Devleti ile yapılacak görüşmelerde muhatap kabul edilecek.


Bu şartlar, uzun süren bir savaşın sonunda yenen tarafın PKK, yenilen tarafın da Türk Silahlı Kuvvetler olduğunu göstermiyor mu?

Peki, gerçekten TSK yenildi mi?

TSK yenildi de Türk halkının haberi mi olmadı?


PKK-DTP Propagandacısı Gazeteciler


“Eğer bir yalan, uzun bir süre yeterince tekrarlanırsa, sonunda o yalan bir gerçekmiş gibi algılanır.”

Dr. Joseph Goebbels

Hitler’in Propaganda Bakanı


Medyada, PKK-DTP’nin açıktan açığa propagandasını yapan Taraf gazetesinden birkaç alıntı yapmak istiyorum.

Bu alıntıları okuduktan sonra, sakın ola Taraf gazetesinin yazarlarına alçak, namussuz, şerefsiz, onursuz, vatan haini gibi sıfatlar yapıştırmayınız! Böyle yaparsanız, asıl gerçeği gözden kaçırmış olursunuz. Aşağıda yorumlarını okuyacağınız Taraf gazetesi yazarları, ‘görevli’ dirler. Hepsi bu kadar! Kendilerine verilmiş olan görevleri, Hitler’in Propaganda Bakanı Dr. Joseph Goebbels’in yöntemini uygulayarak yerine getireceklerdir. Yani, sürekli olarak yalan söyleyecekler, yalanlarını da Allah’ın her günü tekrarlayıp duracaklardır!

İşte, Taraf gazetesinin ‘görevli’ yazarlarının yaptığı PKK propagandasından örnekler.


Yasemin Çongar

“Kürt sorununda Başbakan mecbur kaldığı için birtakım adımlar atıyor.”

“Devlet, barışçı çözüm için Öcalan’ı muhatap alması gerektiğinin farkında”

“Çözüm, ‘resmen’ değil, ‘fiilen’ gerçekleşecek”

“Öcalan’ın bugün artık dağdan ziyade, şehirde etkili bir lider olduğuna inanıyorum.”

“Öcalan, devlet için ‘mecburi’ bir muhatap.”

(Taraf, 22.07.2009)


“Elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun, NATO, ABD ve AB işbirliğine karşı ‘Rusçu’ bir kliğin eline geçmesine seyirci kalınır mı?”

(Taraf, 28.01.2009)


“Hükümet, Kürt meselesini çözmek için yapılması gereken her şeyi, evet her şeyi, yapma cesaretini ve kararlılığını içinde barındıran bir çalışma başlattı ama, Kürt vatandaşlarımız henüz buna inanmıyorlar.”

“Kürtlerin bugüne kadar daha ziyade zalim yüzüyle tanıdıkları devlete güvenmeleri çok zor.”

“Devletin de değişmeye başladığı, değişmeye mecbur kaldığı…”

(Taraf, 04.08.2009)


“PKK, Kürt meselesinde çözüm arayışına giren devletin resmen olmasa da, fiilen muhatabıdır.” “Kürt meselesinin asıl nedeni olan eşitsizlik ortadan kalkmadıkça, çözüm yetersiz kalmaya mahkûmdur.”

“Ancak hükümet çevresi, çıkış yolunun, tek maddeye odaklı bir değişim yerine, Anayasanın tümüyle değiştirilmesi olduğunu düşünüyor…”

(Taraf, 05.08.2009)


Ahmet Altan

“Bu sorun çözülecek.

Öcalan’ın bir ‘yol haritası’ açıklayacağını söylemesi, DTP’lilerin TÜSİAD’la görüşmesi, Kürt milletvekillerinin ılımlı konuşmaları, ‘iklimin’ rahatlamasında önemli roller oynuyor.”


Ahmet Altan, PKK terör örgütü karşıtlarının sonunu şöyle görüyor:

“Yavaş yavaş bir mizah konusuna dönüşecekler.”


“Bu toplum umutlu bir yolda ilerliyor.

Ergenekon türü örgütler temizleniyor.

Ordu, olması gereken çizgilerin içine çekiliyor.”

(Taraf,30.07.2009)


“Peki, hepimiz eşit miyiz?

Türklerle Kürtler eşit mi?


“Devletin resmi dili ne?

Türkçe.

Demek dilde eşit değiliz, ülkede yaşayan bir grubun dili, ‘devletin remi’ dili, diğer büyük grubun dili ‘resmi’ değil.

Ülkede eğitim hangi dilde yapılıyor?

Türkçe.

Kürtçe eğitim yapan okul var mı?

Yok.

Kürtçe eğitim yapan üniversite var mı?

Yok.

Demek eğitimde de eşit değiliz.”


“Demek, anayasaya göre de eşit değiliz.”

(Taraf, 05.08.2009)


“Siz, ona buna ‘hain’ diyenlere, ‘Ergenekon’un avukatlığına’ soyunanlara aldırmayın.

Onlar çoktan kaybettiler.

Hayat onları yendi geçti.”

(Taraf, 06.08.2009)


“PKK niye teslim olsun?

Bu örgüt yenilmedi ki.

Hâlâ parası, silahı ve en önemlisi halk arasında kuvvetli bir desteği var.

Halk arasında desteği sürdüğü sürece de PKK’yı yenemezsiniz.

Yirmi beş yıl süren savaş bir yirmi beş yıl daha sürer.”

“PKK ne kadar sıkışık durumdaysa, devlet de o kadar sıkışık durumda.”

“Doğrusunu söylemek gerekirse Kürt kanadı daha aklı başında duruyor.

Baykal ve Bahçeli gibi kışkırtıcı konuşan liderler pek çıkmıyor o kanattan.”

(Taraf, 07.08.2009)


Roni Margulies

Türkiye’nin bölünüp parçalanmasına karşı çıkanları şöyle tanımlıyor:

“Faşistlerin tepinmesi, ‘vatan elden gidiyor’ diye böğürmesi çok doğal.”


“Bizzat genelkurmay görevlileri sorunun silah zoruyla halledilemeyeceğini ilan ediyor. Radyolar açılıyor, köy isimlerinin tekrar Kürtçeleştirilmesi konuşuluyor. Yavaş yavaş, fazla zorlamadan, fazla keskin bir adım atmadan, Türkler alıştırılıyor.”


“Sayın Öcalan’ın açıklayacağı yol haritası tarifsiz bir heyecanla beklenmeye başlandı.”

“”Siyasi kararlılık olduğu çok açık. Her şey bunu gösteriyor. Belli ki, asıl kaygı, ‘Acaba Türk Milleti ne der?’ diye kaygı duyuluyor.”


“CHP, ‘Niye operasyon yapmıyorsunuz lan?’ diye tepiniyor.”

“Ve AKP kurmayları, CHP ve MHP’ye oy kaybetmekten korkuyor!

Böyle durumlarda, bu kurmayları karşıma alıp duvara dizmek geçiyor içimden. Tek tek sol elimle kravatlarından tutup sağ elimle iki tokat atmak ve bağırmak istiyorum…”


Kürt Açılımı Çalıştayı


1 Ağustos 2009 günü Ankara’da Polis Akademisi’nin ev sahipliğinde akademinin Anıttepe yerleşkesinde “Kürt Açılım Çalıştayı” yapıldı.

Basına kapalı yapılan çalıştaya, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan ile birlikte şu gazeteciler katıldılar.


1. Hasan Cemal (Milliyet)

2. Cengiz Çandar (Radikal)

3. Oral Çalışlar (Radikal)

4. Fehmi Koru (Yeni Şafak)

5. Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan (Akşam-Bahçeşehir Üniv. Rekt.)

6. Okan Müderrisoğlu (Sabah)

7. Muharrem Sarıkaya (Haber Türk)

8. Mustafa Karaalioğlu (Star)

9. Nasuhi Güngör (Star)

10. Prof. Dr. Mithat Sancar (Taraf-Ankara Üniv. Hukuk Fak. Öğrt. Üy.)

11. Ruşen Çakır (Vatan)

12. Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak)

13. Mümtazer Türköne (Zaman)

14. İhsan Dağı (Zaman)


Şimdi bu katılımcıların bazılarını biraz yakından tanıyalım.


Prof. Dr. Zühtü Arslan

Polis Akademisi Başkanı. Projeler yaparak, kitaplar yazarak AB’den doğrudan ve dolaylı yüz binlerce Avro hibeler aldı. Kesin olarak ne kadar Avro aldığını sorduğum mektuplarıma yanıt vermedi, telefonlarıma çıkmadı.

AKP iktidarına yeni anayasa taslağı (Manda Anayasası) hazırlayan altı kişilik komisyonda görev aldı.[1]

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan

Dünyanın en iyi 1 000 (bin) üniversitesi listesinde adı bulunmayan, yani esamesi okunmayan Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü ve Akşam gazetesi yazarı.

AB Mandacısı. Öğrencilere AB’nin Erasmus programını uyguluyor.

Erasmus programının amacı, ulusal kimliği silmek, yerine Hıristiyan Avrupa kimliğini yerleştirmektir.


Hasan Cemal

Dünyayı yöneten Küresel Çete’nin tepedeki üç kuruluşundan biri olan Bilderberg üyesidir.

Bilderberg yöneticilerinin tamamına yakını Siyonist’tir.

Pentagon koridorlarında neler konuşulduğunu bilen ve yazan gazetecidir.

Kayıtsız şartsız ABD yanlısıdır.

AB mandacısıdır.

İMF’siz Türkiye’nin yapamayacağını sürekli yazandır.


Cengiz Çandar

CIA Ulusal Güvenlik Konseyi eski üyesi Graham Fular ile “Türkiye için Büyük Jeopolitika” isimli makaleyi yazdı.[2]

Küresel Çete’nin en tepesindeki CFR adlı gizli örgütün Siyonist yöneticilerini “Onur Duyduğu Şahsiyetler” olarak sundu.

ABD eski Savunma Bakan Yardımcısı Siyonist Paul Wolfowitz’in, Barzani’nin ve Talabani’nin yakın arkadaşı.

1998 Temmuz’da Washington merkezli Wilson Enstitüsü’nden yüklü bir burs alarak altı ay Washington’da yaşadı.


Fehmi Koru

İmam Hatip Okulu ve İzmir Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdikten sonra ABD’de eğitim gördü.

Küresel Çete’nin en tepedeki üç kuruluşundan biri olan Bilderberg’in toplantısına davet edildi.

Asıl mesleği casusluk olan CIA ajanı Graham Fullar’in kaleme aldığı “Türkiye’de İslam Köktenciliği’nin Geleceği” adlı kitabın takdim yazısını yazdı.


Prof. Dr. Mithat Sancar

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakütesi öğretim üyesi ve Taraf gazetesi yazarı.

Kürtçenin eğitimde kullanılmasını, özel radyo ve televizyonlarda sınırsız yayın yapılmasını istiyor. Kimlik temelli genel siyaset yapılmasını ve yerel yönetimlere “özerklik” tanınmasını, yani Türkiye’de eyalet sistemine geçilmesini savunuyor.

AB Mandacısı. Öğrencilerine, AB’nin Erasmus programını uyguluyor.


Kürt Açılımı Alternatif Çalıştayı

Kürt Açılımı Çalıştayı’na katılanların ABD buyruğunda ve AB Mandacısı olduğunu vurgulayan ulusalcıların haklı tepkileri ses getirmeye başlayınca, Çankaya Köşkü’nde 
oturan Abdullah Gül, bu tür çalıştayların sürdürüleceğini, toplumun diğer katmanlarından da sözcülerin bu çalıştaylara davet edileceğini söyledi.

Eğer Abdullah Gül bu söyleminde ciddi ise, bugünden sonra yapılacak ilk çalıştaya, Tümü halkımız tarafından çok iyi tanınan şu aydınlarımızın da çağırılmasını öneriyorum.



1. Vural Şavaş: Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yazar.

2. Erol Bilbilik: Araştırmacı Yazar

3. Bertan Onaran: Bilge Yazar.

4. Metin Aydoğan: Araştırmacı Yazar.

5. Cengiz Özakıncı: Araştırmacı Yazar.

6. Mustafa Yıldırım: Araştırmacı Yazar

7. Halûk Tarcan: Bilimsel Araştırmacı, Yazar.

8. Banu Avar: TV Program Yapımcısı, Yazar.

9. Talat Turhan: Araştırmacı Yazar.

10. Mustafa Çınkı, Maden Y. Müh., Araştırmacı Yazar.

11. Uğur Yıldırım: Araştırmacı Yazar

12. Cazim Gürbüz: Gazeteci, Yazar.

13. Mehmet Uysal: Ege Üniversitesi Öğretim Görevlisi.

14. Halit Payza: Yazar

15. Serdar Ant: Yazar

16. Cem Kılıç: Türk Gençliği Hareketi Başkanı.

17. Cumhur Utku: Yazar.

18. Deniz Altıntaş: Hür ve Eşitlik Partisi Kurucu Üyesi.

19. Opr. Dr. M. Uğur Yılmaz: Sağlıkta Dönüşüm’de Uzman.

20. Mahmut Özyürek, ADD Isparta Şube Başkanı, Öğretmen.

21. Mahiye Morgül: Eğitmen, Akademisyen, Yazar.

22. Tuncer Kalemoğlu: Mimar, Yazar.

23. Öner Yağcı: Yazar

24. Hasan Hüseyin Yalvaç: Şair, Yazar.

25. İsmet Arslan: Yayıncı.

26. Dr. Kâzım Üstüner: ADD Burdur Şube Başkanı.

27. Hicran Karabudak: Aydınlanma Derneği Başkanı.

28. Besim Esinoğlu: İP Genel Başkan Yrd., Yazar.

29. Ali Çevikyiğit: ADD Çerkezköy Şube Başkanı, Öğretmen.

30. Dr. Ramazan K. Kurt: Araştırmacı Yazar.

31. Dr. Yener Oruç: Araştırmacı Yazar.

32. Süleyman Sefer Cihan, Batı Trakya Türkleri Derneği Bşk.


Kürt Açılımının Başlaması ve Öncüleri

ABD ve AB’nin Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde bağımsız bir Kürdistan devleti kurma plan ve projesine, Türkiye’yi yöneten sivil-asker yöneticiler ‘Kürt Açılımı’ adını verdiler. Bu tanım ulusalcılardan çok büyük tepki görünce de, yarım adım geri attılar ve girişimi ‘Demokratik Açılım’ diye adlandırdılar.

İster ‘Kürt Açılımı’ deyin, isterseniz de ‘Demokratik Açılım’, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde bir Kürdistan devleti kurulması projesinin uygulanmaya konulması şu evrelerden geçti.


İsmail Cem Milletvekilliği, Dışişleri Bakanlığı, parti kuruculuğu yapan, bir ara adı cumhurbaşkanı adayı olarak geçen ve Atatürkçü olarak bilinen İsmail Cem 1977 yılında şunları söylüyordu:[3]

“Türkiye’de zaman zaman ‘memleketi bölelim, yarısında başka bir memleket oluşsun. Bunun da özgürlüğü olsun’ şeklinde tartışmalar gündeme gelmektedir. Bir liberal, bir solcu ve gazeteci olarak bana bu normal gelebilir ve Türkiye’ye hiçbir zarar vermeyeceğini düşünebilirim. Ama bunu siyasete, yaşama geçirmek için belli bir konsensüs lazımdır. Ve o konsensüs inşallah terör meselesi bittikten sonra oluşabilecek bir konsensüstür.”

Milletvekili seçildiğinde, vatanın ve ulusun bölünmez bütünlüğünü koruyacağına dair yemnin eden İsmail Cem, memleketin bölünmesinde hiçbir zarar görmüyor, bunun gerçekleşebilmesi için uygun bir zamanı kollamanın gerektiğini söylüyor! Ve yine de aydın kesim kendisini Atatürkçü olarak görmeyi sürdürüyor!


Mesut Yılmaz

Üç kez başbakanlık yapan Mesut Yılmaz, 15 Aralık 1999 günü Diyarbakır’da yaptığı şu konuşmayla, Diyarbakır’ı AB’nin himayesine sokuyordu:[4]

“Biz, AB’ye giden yolun Diyarbakır’dan geçtiğine inandığımız için buradayız. Zaman gelip çattı. Bu devlet yapısıyla artık gitmez. Devlet çağın gerisinde kaldı. Devleti kırgın gören millet, milletine güvenmeyen devlet, insanını dışlayan cumhuriyet, acze düşmüş siyaset ile Türkiye’yi çağa taşıyamayız. Bu sökük artık dikiş tutmaz…

Merkeziyetçi yapı yok edilmeli, devlet ekonomiden süratle çıkmalı, her kişi ve kurumun zihniyeti değişmeli.”

Bu sarsıcı sözleriyle Mesut Yılmaz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sonun geldiğini ilan ediyordu!

Mesut Yılmaz, Avrupa Birliği’nin hem anti-demokratik hem de katı merkeziyetçi yapıya sahip olduğu gerçeğini Türk halkından saklıyor ve merkeziyetçi olarak nitelediği Türk devletinin yok edilmesini istiyordu!

Mesut Yılmaz bu sözleriyle, çok açık ve net olarak, Diyarbakır’ı AB’nin himayesine bırakıyor ve Diyarbakırlılara artık T.C. Devleti’nden hiçbir şey beklememeleri öğüdünü veriyordu!

Mesut Yılmaz’ın, aslında bir ihanetin belgesi olacak nitelikteki bu açıklamalarına, sivil kesimden de askeriyeden de bir ses çıkmadı!

T.C. Devleti’ne sahip çıkmaları gereken güçlerden ses çıkmayınca, Diyarbakır da kendi başının çaresine bakma yoluna girdi, AB’nin himayesini kabullendi. AB’nin ekmeğine yağ sürülmüş, Güneydoğu’da bir Kürdistan kurulması isteğinin gerçekleşeceği ortaya çıkmıştı.


AB’nin 6 Ekim 2004 Tarihli Türkiye Raporları


Avrupa Birliği (AB), 6 Ekim 2004 tarihinde Türkiye ile ilgili üç rapor yayınladı: İlerleme Raporu, Öneriler Raporu ve Etkiler Raporu.

Bu raporlara göre Türkiye; Kıbrıs’ı Rumlara bırakacak, Güneydoğu Anadolu’da bir Kürt devletinin kurulmasına giden yolu açacak, sözde Ermeni Soykırımı’nı tanıyıp Ermenistan ile olan sınırını açacak, İstanbul’da Heybeliada Ruhban Okulunu açıp, Fener Kilisesi Başpapazı’nı ‘Ekümenik’ olarak tanıyarak İstanbul’da bir Ortodoks din devleti kurulmasını kabullenecek, başta Dicle ve Fırat nehirleri üzerindeki barajlar olmak üzere Türkiye’nin tüm su kaynakları ve dağıtım şebekelerinin denetimini AB’ye devredecek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin etki ve yetkileri azaltılacak, sonucu önceden garanti edilmeyen ‘ucu açık’ üyelik müzakerelerin sonucunda Türkiye, AB’ye üye olsa bile Türkler AB’de serbest dolaşamayacaklar, ama AB Üye Devletlerinin vatandaşları Türkiye’de serbestçe dolaşabilecekler…[5]

Türkiye’nin sivil-asker yöneticileri, AB’nin bu raporlarında dayattığı koşullara karşı çıkmak bir yana, AB yanlısı tutumlarını kararlılıkla sürdürdüler.


17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Birliği Konseyi Başkanlık Kararları

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel’de 16/17 Aralık 2004 tarihlerinde katıldığı Avrupa Konseyi Başkanlar toplantısı, Türkiye açısından önemliydi. Bu toplantıda, AB’nin Türkiye ile yapacağı Müzakerelere başlama tarihinin verilmesi gündemdeydi. Bu toplantının en önemli özelliği, AB ile Türkiye arasında yapılabilecek en son ‘pazarlığa’ son noktanın konulması aşamasına varılmış olmasıydı. Bu toplantıda alınacak kararlar Türkiye tarafından kabul edildiği takdirde, Müzakereler başlayacak ve bir daha Türkiye hiçbir konuda hiçbir zaman AB ile pazarlığa girişemeyecek, sadece Avrupa Müktesebatı’nın tamamını olduğu gibi uygulamakla yükümlü olacaktı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne, yukarıda açıkladığımız 6 Ekim 2004 tarihli Türkiye raporlarındaki maddeler birer birer konulur ve bunları kabul etmesi istenir.Recep Tayyip Erdoğan bu ağır şartlar karşısında bocalar, bunalır ve hatta bir an, anlaşmayı imzalamadan hemen uçağa binip Türkiye’ye dönmeyi bile düşündüğü söylenir. Recep Tayyip Erdoğan’ın kabullenmekte en çok zorlandığı madde, Kıbrıs’ın Rumlara verilmesidir. Bunu, Türk halkına anlatamayacağından, kabul ettiremeyeceğinden ve çok büyük bir tepki ile karşılaşacağından korkmaktadır. Avrupa Konseyi üyesi İngiltere Başbakanı Tony Blair bu durumun farkına varır, Recep Tayyip Erdoğan ile başbaşa görüşebilmek için toplantıya kısa bir ara verilmesini ister. İki başbakanın birbirlerine ilk isimleriyle hitap ettikleri bu kısa görüşmedeTony Blair, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a şöyle bir rol oynamasını önerir: “Sen Türkiye’ye döndüğünde, Kıbrıs’ı Rumlara verdiğini söylemeyeceksin! Rumlarla bir ticaret anlaşması imzaladım, diyeceksin!” Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzü güler, sorun aşılmıştır!

Başkanlar Konseyi yeniden toplandığında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AB’nin istediği tüm ağır şartları kabul eder. Bunun üzerine, AB’nin Türkiye ile 3 Ekim 2005 tarihinde Müzakerelere başlayacağı duyurulur. Başkanlar Konseyi toplantısı bittiğinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanına gelen İsveç Başbakanı şunları söyler: “Siz ne yaptınız! Çok ağır şartları kabul ettiniz! Biz, sizin bu şartları kabul etmeyeceğinizi, tartışma ve hatta kavga çıkaracağınızı sanıyorduk! Eğer siz bu ağır şartlara karşı direnseydiniz, biz de sizi destekleyecektik! Ama bundan sonra bizim de yapacağımız bir şey kalmamıştır!”

Türkiye’nin toıpraklarının ve ulusunun bölünüp parçalanmasına neden olacak nitelikte ağır kararları içeren Avrupa Konseyi Başkanlar Raporunu, AKP hükümeti ve yandaşları 17 Aralık 2004 günü Ankara’da düğün bayram yaparak kutladılar. Bu çok ağır kararları yalnız Türkiye’nin sivil-asker yöneticileri değil, TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin tümü, İşçi ve İşveren Konfederasyonlarının tamamı ve Medyanın tamamına yakını coşkuyla kabul etmişlerdir.[6]

17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Başkanlar Kararları’ndan sonra, Güneydoğu’da bir Kürt devletinin kurulmasının önü tamammen açılmış oldu.


İlhan Selçuk, Güneydoğu’ya Yabancı Askerleri Çağırıyor

Kendilerine ‘aydın’ diyen bir kesim tarafından Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve Aydınlanmanın Yazarı olarak tanımlanan İlhan Selçuk, 9 Eylül 2006 tarihinde şöyle yazıyordu:[7]

“ Afganistan’daki Terörle mücadele için NATO Türkiye’den ek asker istedi…''

Lübnan’da terör mü var?..

Türkiye’den asker isteniyor…

Afganistan’da terör mü var?..

Türkiye’den asker isteniyor…

Oysa terörün daniskası bizde!..


Peki, biz neden susuyoruz?

Birleşmiş Milletler Barış Gücü bize gerekmez mi?

Nato güneydoğuya asker yollasın…

AB neden küçük parmağını kımıldatmıyor?..

Şimdi Lübnan’a asker yollayan Avrupa devletleri bize neden askeri güç sağlamıyorlar?..”


Güneydoğu Anadolu’ya yabancı askerleri davet eden İlhan Selçuk, bizim bazı ‘aydınlarımızı’, ABD-AB projelerine uygun olarak Güneydoğu Anadolu’da kurulması planlanan bir Kürdistan devletine hazırlamaktaydı…


AB Güneydoğu Anadolu’ya Hibe Akıttı

2004-2006 sürecinde AB, sözde proje karşılığı, Diyarbakır Belediyesi’ne 40 milyon Avro hibe etti. Yaklaşık 8 milyon Avro harcayarak da Diyarbakır’da 18 okul yaptırdı.

Aynı süreçte AB, Şanlıurfa Belediyesi’ne, sözde proje karşılığı, 21 milyon Avrodan fazla hibe verdi. Buna ek olarak, 7 milyon Avrodan fazla para harcayarak Şanlı Urfa’da 15 okul ve 10 lojman yaptırdı.

Avrupa Birliği, Güneydoğu Anadolu’ya akıttığı bu paralarla bu bölgenin belediyelerini, sivil toplum örgütlerini ve önemli kişilerini devşirdi, kendi çıkarları doğrultusunda eğitti.

Türkiye’nin sivil-asker yöneticileri tüm bu gelişmeleri sadece izleyerek, bölgenin yavaş yavaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetim ve denetiminden çıkmasına neden oldular.


Barzani’nin Bursları

Irak’ın kuzeyinde bir Kürdistan devletinin kurucularından olan Barzani, ABD ve AB’nin desteğinde Güneydoğu Anadolu’da da kendisine bağlı bir etki alanı yaratmak için çalıştı. O bölgedeki Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gençlere burslar dağıttı.

Barzani’den burs alan gençler, Barzani’ye mi yoksa T.C. Devleti’ne mi bağlılık gösterecektir?

T.C. Devleti’nin sivil-asker yöneticileri bu gelişmelere de sadece seyirci kalarak bölgenin elden çıkmasını kolaylaştırdılar.


8 Ağustos 2009 Cumartesi akşamı AKDENİZ TV’de yayımlanan ‘Kürt Açılımı’ programı, internetteki şu sitelerdeki video kayıtlarından izlenebilir:


www.kalinka.com.tr

www.dailymotion.com.tr


Yılmaz Dikbaş 9 Eylül 2009 dik...@kalinka.com.tr

Dipnotlar;

[1] Yılmaz Dikbaş, “Gaflet Dalalet Hıyanet”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, 4. Baskı, sayfa: 580-594

[2] Erol Bililik, “Amerikanperestler”, Destek Yaınları, Ekim 2008, sayfa: 176

[3] Cumhuriyet, 6 Aralık 1977

[4] Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, Kasım 2006, 5. Baskı, Sayfa: 435-436

[5] A.g.e. Sayfa: 87-100

[6] A.g.e. Sayfa: 100-101

[7] İlhan Selçuk, Pencere, Cumhuriyet, 9 Eylül 2006


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR,
SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." 


https://groups.google.com/forum/#!topicsearchin/liberal-izmirliler/SERDAR$20ANT/liberal-izmirliler/AQLT_9BHUJs

« BARIŞ » !


« BARIŞ » !



Serdar ANT

02  06  2009

Geçtiğimiz Aralık ayında Çankaya Köşkü'nde düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülleri töreninde «Anadolu'da yaşayan her halk kendi ana dilini kullanacak.
Kendi ana dilinde eğitim görecek, kitaplar yazacak, filmler çekecek. Biz çok kültürlü toprak olduğumuzun farkına varacağız, çıkarımızın yasakta değil, özgürlükte olduğunun bilincine varacağız.» (Hürriyet, 5.12.2008) diyen Yaşar Kemal, en sonunda dilinin altındaki baklayı çıkardı. İstanbul Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Çevirmenleriyle ve Yayıncılarıyla Türk Edebiyatı 2'nci Uluslararası Sempozyumu'nun açılışında bir konuşma yapan dünyaca ünlü yazarımız, Türkiye'de 30 yıldır barış olmadığını ileri sürdü ve şunları dedi:

«Barış yok Türkiye'de… «Barış var» diyorlar, bakan arkadaşım da «Barış var» diyordu. Türkiye'nin belasıdır bu savaş. Kardeş kardeşi öldürdü ve hiç kimse «Bu adam ne istiyor, dağlarda niye ölüyor, öldürüyor?» demedi. Bu Kürt meselesini yakında yazacağım, yazdım da zaten. Kötü bir yönetim var Türkiye'de. İnşallah kendilerini gösterirler iyi yönetim olarak. Tez ve tez barış olmalı. Ben bir yazarım, «Barışı isterim» dedim, bir insan barış istedi diye mahkûm ettiler beni. Yine mahkûm ederler. Yine söylerim istediğini yapsınlar» (Hürriyet, 30.5.2009)

Görüldüğü gibi Yaşar Kemal «barış» istiyor! Aslında sadece Yaşar Kemal değil, birçok başka «aydınımız» (!) da «barış» istiyor. Tabii bir de PKK «barış» istiyor! Onun için de her gün bombalı saldırılar düzenliyor, yollara mayın döşüyor, can alıyor, kan döküyor! 30 yıldır kan dökmeye devam eden PKK, bu kıyıcılığını bugün de sürdürürken, Yaşar Kemal gibi dünyaca ünlü yazarlarımız da «hiç kimse «Bu adam ne istiyor, dağlarda niye ölüyor, öldürüyor?» demedi.» diye hayıflanıyor! Ve böyle konuşanlara da güzel ülkemde hâlâ «aydın» diyorlar!

«Tez ve tez barış olmalı» diyor Yaşar Kemal! «Ben bir yazarım, Barışı isterim» diyor!

Kim istemez ki barışı? Ama her şey istemekle bitmiyor. Çünkü barış var, «barış» var! Örneğin Lozan bir barış idi! Ama Sevr de bir «barış» idi! İçinde bir parça yurt sevgisi, biraz insanlık onuru olan kişi Lozan'ı ister, ama Sevr'e karşı çıkar! Kimse Sevr'i «barış» diyerek baş tacı etmez. Kısacası Türkiye'ye yeniden Sevr'in dayatıldığı günümüz koşullarında «barış isterim» demek hiçbir şeyi halletmiyor!

Bugün Savaşanlar Kimler?

Bir yanda bölücü terör örgütü PKK var. Amacı, bağımsız bir Kürt devleti kurmak, Türkiye'yi bölmek… 30 yıldır bu amaç uğruna kan döküyor; asker, sivil, çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden insan öldürüyor PKK… Kan dökerek bu amacına ulaşamayacağını anlayan ve Türk ordusu karşısında yenilen bölücü terör örgütü, şimdi bu hedefine yasal ve barışçı yollardan ulaşmak için «barış» istiyor; kendisinin tanınmasını, dolaylı ya da doğrudan müzakerelerin başlamasını talep ediyor! Yaşar Kemal gibi dünyaca ünlü yazarlarımız da « Hiç kimse « Bu adam ne istiyor, dağlarda niye ölüyor, Öldürüyor? » demedi. » diye hayıflanıyor! Yaşar Kemal, bölücü terör örgütü PKK'nın taleplerini, kendi saygınlığını kullanıp « Barış » Etiketiyle Millete yutturmaya mı çalışıyor?

Bölücü terör örgütünün karşısında da vatanını savunan Türk ordusu var. Türk ordusu «barış» istemiyor mu peki? « Kardeş kardeşi öldürdü » diyor Yaşar Kemal… Türk ordusu, her gün mayınlı tuzaklarla, bombalı saldırılarla kalleşçesine vatan evlatlarını katleden PKK'lı teröristi «kardeşi» olarak kucaklayabilir, bağrına basabilir mi?

Daha açık bir şekilde soralım: « Barış » isteyen Yaşar Kemal, PKK terörüne karşı mı? Mayınlı saldırılarla gencecik Türk askerlerinin katledilmesi konusunda ne düşünüyor acaba? Diyarbakır'da, Ankara'da, Güngören'de ve Türkiye'nin daha birçok bölgesinde sivil halka yönelik bombalı saldırılar gerçekleştirildiğinde, bölücü terör örgütü PKK'ya yönelik tek bir eleştirisi olmuş mu «barış» isteyen Yaşar Kemal'in?

«Barış tacirleri» Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölücü terör örgütü ile masaya oturup görüşmelere başlamasını onaylıyor mu? Çünkü PKK, ancak bu koşulla sözde « barışa » (Silah bırakmaya değil!) yanaşıyor. « Barış » İsteyen Yaşar Kemal'in talep ettiği de bu mudur? Devlet, terör örgütü PKK ile Türkiye'nin bütünlüğünü pazarlık konusu mu yapsın?

Bugün Türkiye'de hangi partinin dağda silahlı gücü var? Hangi siyasal partinin temsilcileri, « Kimse kardeşlerimize terörist dememizi beklemesin » diyor? Böyle mi gelecek o « Barış » ?

Şimdi birileri Yaşar Kemal'in evini bassa, kütüphanesini yaksa, karşı koymaya çalışanları öldürse, dünyaca ünlü yazarımız ne yapacak? «Barış» mı isteyecek? Bu saldırganlık karşısında Yaşar Kemal, « Bu adam ne istiyor, dağlarda niye ölüyor, öldürüyor? » diye sorulmasını mı önerecek? Saldırganla masaya oturup kendi hak ve özgürlüklerinin pazarlığını mı yapacak?

Çiçero « Aşırı Adalet, Adaletsizliktir » demiş. «Barış» kalkanı ardına saklanarak emperyalizme maşalık eden katiller ile vatanı için görev yapanları aynı kefeye koyanlar, gerçek bir barışa ve adalete hizmet etmiyorlar.

Kime hizmet ettikleri ise ortada…

Yazar Serdar ANT
denizkurdu@gmail.com
02  06  2009

https://groups.google.com/forum/#!topicsearchin/liberal-izmirliler/SERDAR$20ANT/liberal-izmirliler/Dd-xcUin09s