17 Mart 2019 Pazar

Türkiye’de Beyin Göçü Yazını ve Bir Alan Araştırması., BÖLÜM 1

Türkiye’de Beyin Göçü Yazını ve Bir Alan Araştırması., BÖLÜM 1




(Gürhan Fişek’in İzinde Ortak Emek Ortak Eylem, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2018.) 

Adem Yavuz Elveren

1 Bu yazıda, Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı tarafından desteklenen “Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Türk Doktora Öğrencilerinin Yurda Dönme Eğilimleri: İktisadi Kalkınma Bağlamında Sorunlar, Fırsatlar ve Politika Önerileri” başlıklı çalışmada toplanan veriler kullanılmıştır. 

Fitchburg Devlet Üniversitesi, Massachusetts, ABD 
E-Posta: aelveren@fitchburgstate.edu 

 Gülay Toksöz 
Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi (Emekli) 


Giriş 

Eğitim ve donanım düzeyi en yüksek bireylerin gelişmekte olan bir ülkeden gelişmiş bir ülkeye göç etmesi 1960’larda yaygın olarak ‘beyin göçü’ olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Eğitim ve beceri düzeyi anlamında bu en donanımlı grup, ülkelerin iktisadi, siyasi ve sosyo-kültürel gelişiminde önemli rol oynamaktadırlar. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yurtdışındaki nitelikli işgücü, bilgi ve teknolojinin üretilmesinde ve transferinde etkili olmaktadır. 

Yaklaşık beş milyon Türkiyeli yurtdışında yaşamaktadır. Bunların üç milyondan fazlası AB ülkelerinde, 2 milyondan fazlası ise Almanya’da yaşamaktadır. ABD, Fransa, Hollanda ve Avusturya Türkiyelilerin yoğun olarak yaşadığı diğer ülkelerdir. Bunların arasında ABD (ve Kanada) Türkiyeli yüksek vasıflı göçmenlerin en çok tercih ettiği ülkelerdir. Türkiye en kalabalık iki ülke olan Çin ve Hindistan ile birlikte uzun yıllardır ABD’ye en çok lisans üstü (yüksek lisans ve doktora) öğrenci yollayan ilk on ülke arasında bulunmaktadır. 2015-2016 
eğitim-öğretim yılında ABD’de Türkiye’den gelen 10,691 öğrenci bulunmaktadır. Bu bağlamda Türkiye ABD’ye en çok öğrenci yollayan 13. ülke konumuna gerilemiş olmakla birlikte hala önemli konumdadır. Nitekim ABD’den doktora derecesi alanların sayısı açısından (2005’de 390 olan sayı 2015’de 469’a çıkmıştır) Türkiye, Çin, Hindistan, Güney Kore, İran ve Tayvan’ın ardından altıncı ülkedir (IIE, 2017). 

Türkiye’den beyin göçünü ele alan ilk araştırmalar 1960’ların sonunda yapılmaya başlanmıştır. Mamafih, beyin göçü olgusuna asıl ilginin 2001 ekonomik krizi ile başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yazının iki temel amacı bulunmaktadır. İlki, Türkiye’den beyin göçüne ilişkin yapılmış alan çalışmalarıyazınını inceleyerek göç kararlarında etkili olan itici ve çekici faktörlerin zaman içinde nasıl değiştiğini ortaya koymaktır. İkinci olarak, yakın bir zamanda yapılmış anket çalışmasının sonuçlarını tartışarak beyin göçü konusundaki son durumu ele almaktır. 

1. Türkiye’de Beyin Göçü Yazını 

1.1 Genel Yazın 

Türkiye’de beyin göçünü konu alan çalışmalar genel olarak bu göçü bir kayıp olarak değerlendirerek önlemeye yönelik politika önerilerinde bulunmaktadır. Her ne kadar beyin göçü çok uzun yıllardır bilinen bir sorun olsa da, politika yapıcılar konuya daha çok 2001 ekonomik kriziyle birlikte eğilmeye başlamışlardır (Akçapar, 2009). Krizin hemen sonrasında İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği tarafından yapılan bir alan araştırması krizin etkisinin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Buna göre, kriz dolayısıyla işini kaybeden vasıflı çalışanların yüzde 7’si yurtdışına göç etmiş, yüzde 12’si göç etmeye çalışmakta, yüzde 8’i bir yüksek lisans programına veya dil kursuna katılmak için yurtdışına çıkmış ve yaklaşık yüzde 30’u eğer bir fırsat bulurlarsa yurtdışına göç etmeye hazır olduklarını belirtmişlerdir (Işığıçok, 2002). 

Tunçel (2003) 1980 askeri darbesi sonrası göç etmek zorunda kalan siyasi göçmenler meselesini incelemiştir. Bu göçmenlerin sayısı 14 bin ile 30 bin arasında tahmin edilmektedir (Çizmeci, 1988:35 aktaran Tunçel, 2003). Bu göçmenlerin azımsanamayacak bir oranının yüksek vasıflı kişiler olduğu ve dolayısıyla aslında bu göç dalgasının da beyin göçü olarak değerlendirilebileceği ifade edilmektedir (Abakay, 1988:1-16 aktaran Tunçel, 2003). 

1.2 Alan Çalışmaları 

Beyin göçü yazınında genel olarak beyin göçünün itici ve çekici nedenleri ele alınmıştır. Mesleki ilerleme, daha yüksek gelir, daha iyi yaşam koşulları öne çıkan çekici nedenlerken, işsizlik, iktisadi ve siyasi istikrarsızlık, akademik özgürlük ve düşünceyi ifade özgürlüğünün eksikliği ve yüksek öğrenim sistemindeki genel sorunlar en temel itici etkenler olarak belirlenmiştir (Babataş, 2007; Çengel, 2009, Sağbaş, 2009 aktaran Vatansever Deviren ve 
Daşkıran, 2014). Yine itici nedenler arasında yüksek öğrenim sistemindeki yapısal sorunlar, üniversitelerin işgücü piyasasının gereksinimlerine cevap verememesi (Özdemir, 2009; Alvan, 2012) yazında ele alınan temel konuları oluşturmaktadır. Diğer yandan, Fişek (2009), halihazırda yüksek öğrenim sisteminin yapısının beyin göçüne hizmet ettiğini çünkü bu yapının zaten 
küresel aktörler tarafından dizayn edildiğinin altını çizmektedir. 

Türkiye’de Avrupa ülkelerine emek göçü konusunu ele alan oldukça kapsamlı bir yazın olmasına rağmen beyin göçüne odaklanan az sayıda çalışma bulunmaktadır. Alan araştırmalarına dayanan niceliksel ve niteliksel çalışmaların sayısı ise daha da azdır. Bu çalışmalar öz bir şekilde Tablo 1’de sunulmaktadır. 

Bu alan çalışmalarını dört grupta inceleyebiliriz. TMMOB (1972), Akman (2014) ve Mollahaliloğlu vd. (2014) çalışmalarını içeren ilk grubun incelediği kitle, Türkiye’de yerleşik olan ve neredeyse tamamı eğitimini Türkiye’de tamamlamış çalışanlar veya eğitimine devam eden öğrencilerdir. Dolayısıyla, Mollahaliloğlu vd. (2014)’de 3,690 ve TMMOB (1972)’de 7,120 gibi oldukça yüksek sayıda kişiye ulaşılmasına veya Mollahaliloğlu vd. (2014)’deki gibi ayrıntılı 
istatistiksel analiz yapılmasına rağmen gerçek anlamda beyin göçüne ilişkin sınırlı bir bilgi sunduklarını söylemek yanlış olmayacaktır. 

İkinci grup Türkiye’ye dönenleri ele alan Atlaş vd. (2006) ve Vatansever Deviren ve Daşkıran (2014)’dan oluşmaktadır. Her ne kadar bu çalışmalar özel sektörde çalışanları dikkate almasa da, beyin göçüne ilişkin bazı önemli bulgular sunmaktadır. 

Üçüncü grup ülkeye dönenleri ve yurtdışında yerleşikleri inceleyen çalışmalardan oluşmaktadır (Uysal, 1972; Köser-Akçapar, 2006; Akçapar, 2009; Esen 2014). Her ne kadar oldukça az sayıda katılımcı olsa da (örneğin Esen (2014)’de 20) bu çalışmalar hem derinlemesine görüşmeler yaptıkları için hem de kalanlarla dönenlerin cevaplarının karşılaştırmasına olanak tanıdıkları için beyin göçü konusunda değerli bulgular sunmaktadır. 

Dördüncü gruptaki çalışmaların hedef kitlesi yurtdışında yaşayan öğrenciler ve 
çalışanlardır. 
Bu grupta Kurtuluş (1999), Yavuzer (2000) ve Pazarcık (2010)’un yanı sıra literatürün ilk çalışmaları olan Taylor vd. (1968) ve Kösemen (1968), ve Oğuzkan (1971), Öztürk (2001) ve Gökbayrak (2009) gibi diğer önemli çalışmalarla birlikte literatürdeki en önemli çalışmalar olarak değerlendirebileceğimiz Güngör ve Tansel (2008a), Güngör ve Tansel 
(2008b) ve Güngör ve Tansel (2014) bulunmaktadır. 



Tablo 1: Türkiye’de Niceliksel ve Niteliksel Beyin Göçü Çalışmaları 
Kaynak: Elveren (2016) 

Birinci Grup: Türkiye’de yaşayan ve çoğunlukla eğitimini Türkiye’de tamamlayanlar Başaran (1972a,b) 1972 yılında Ankara’da TMMOB tarafından 7,120 mühendis ve mimarın katıldığı bir ankete dayanan TMMOB (1972) çalışmasını ayrıntılı bir şekilde değerlendrmektedir. Bu çalışmada, herhangi veya meslekleri ile ilgili bir iş bulduklarında yurtdışına gideceklerini belirtenlerin oranının kamuda çalışanlarda yüzde 71.5, özel sektörde çalışanlar arasında yüzde 58.7 ve özel sektördeki işverenler arasında dahi yüzde 44.8 gibi 
oldukça yüksek düzeyde olduğu belirlenmiştir. En temel yurtdışına çıkma nedeni, Türkiye ve yurtdışındaki ücret farklılığı olarak belirtilmiştir. Aradan geçen 45 yılda çalışma koşulları ve ücretlerdeki farklılık temel çekici neden olmaya devam etmektedir. 

Akman (2014) 12-13 Aralık 2009’da Kocaeli Üniversitesi’nde lisans eğitimini sürdüren 210 öğrenci ile yüzyüze gerçekleştirilen ankete dayalı bir çalışmasında yurtdışına göç eğilimindeki en temel çekici etkenler “mesleki ilerleme için daha fazla fırsat”, “daha yüksek yaşam standartı” ve “bilim ve innovasyon merkezlerine yakınlık” olarak tespit etmiştir. İtici etkenler “mesleki gelişme için yetersiz olanaklar” ve “ekonomik istikrarsızlık” olarak ifade edilmiştir. Ayrıca, Akman (2014) göç etme eğiliminde çekici etkenlerin kadınlara kıyasla erkek 
öğrenciler için istatistiksel olarak daha önemli olduğunu tespit etmiştir. Çalışmanın bir başka bulgusu ise erkek öğrencilerin ve genç öğrencilerin göç etmeye daha eğilimli olduğudur. 

Mollahaliloğlu vd. (2014) 2009 yılında yeni mezun olmuş 3690 pratisyen hekim ile bir anket çalışması gerçekleştirmiştir. Çalışmada logistik regresyon metodu kullanılmıştır. Katılımcıların yaklaşık yüzde 70’i için yurtdışında yaşamak/çalışmak için en önemli sebep Türkiye’deki çalışma koşullarıdır. Çalışmada erkeklerin kadın meslektaşlarına göre yurtdışına çıkma eğiliminin yaklaşık 1.5 kat daha fazla olduğu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Yabancı 
dil bilmekle yurtdışına çıkma isteği arasında pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Ancak çalışmada yurtdışına çıkma eğilimi ile katılımcıların doğdukları şehrin kalkınma düzeyi ve ailelerinin (ebeveyn) gelir düzeyi arasında herhangi anlamlı bir bağ bulunmamıştır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Rusya’nın Orta Doğu Politikası..

Rusya’nın Orta Doğu Politikası.. 


Prof.Dr.Sait Yılmaz 
12 Mayıs 2018 

 Orta Doğu’da ilginç bir Rus politikası izliyoruz. Rusya, Suriye konusunda İran, Esat rejimi ve Türkiye ile aynı koalisyonda ama ABD-İsrail-İngiltere ve Suudi Arabistan tarafı ile farklı ilişkiler geliştiriyor. Son bir ayda neler olduğuna bakalım; 

 - 7-8 Şubat’ta Amerikan uçakları Deyrizor’da Suriye rejim güçleri içindeki yüzlerce Rus vatandaşı savaşçıyı öldürdüler. Ruslar, Amerikan saldırılarına cevap vermediler, tepki bile göstermediler. 

- 14 Nisan’da ABD, İngiltere ve Fransa üçlüsü, Rus koruması altındaki Esat rejimi hedeflerini kimyasal silah kullandığı bahanesi ile vuruyor ama Ruslar, sadece havadaki füzeleri vurmakla yetiniyor. 

 - İsrail, son bir ayda defalarca hem de Lübnan’ın hava sahasını ihlal ederek Suriye’yi havadan ve füze atışları ile vuruyor, Ruslardan gene ses yok. 

 - İsrail başbakanı Benyamin Netenyahu, Çarşamba günü Rusya’ya Putin ile 
görüşmeye gitti ve İran’ın Suriye’deki güçlerini çıkarması için yardım istedi. 

 - Öte yandan, Ruslar Suriye’deki beş üsten sonra, Irak’ın kuzeyi, Güney Kıbrıs ve Libya’da üs hazırlığına başladı. Lübnan’ın liman ve hava alanlarını kullanmak için askeri işbirliği anlaşması yapmaya hazırlanıyor1. Aynı anlaşmayı Mısır ile de yaptı. 

 Ankara, Rusların Orta Doğu ve Akdeniz’e inmesini, güç projeksiyonunu 
geliştirmesinden endişe ediyor gibi gözükmüyor. Rusya tarafına geçmekle en azından entegre bir Suriye içinde Kürt özerkliğine razı edilmeye hazırlanıyoruz. Ne demek istiyoruz? Bunun için önce Rus dış politikasının Orta Doğu’ya yansımasını açıklamak zorundayız. 

 Rus dış politikasının parametreleri.. 

 Orta Doğu, Rusya için Batı tarafından çevrelenmesini önleyecek hareket alanı 
sağlıyor. Rus enerji şirketleri ve ekonomik yatırımları için önemli fırsatlar bulunuyor. Rusya’nın Esat’a olan desteği bölgedeki Rus politikasının ana unsuru değildir. Ruslar, bölgedeki çoklu çatışmalarda her önemli oyuncu için ayrı bir angaje olma isteği gösterir. Nitekim Putin, Suriye ile ilgili konularda İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran ile ayrı ayrı çalışmaktadır. Her birine angaje olarak, her nerede ve her ne zaman olursa kendi çıkarlarını maksimize etmeye, diğerleri ile de paralel olduğu çıkarları konusunda avantaj sağlamaya 
çalışır2. Bu angajman bir ülkeden diğerine karşı kullanılacak vasıtaları sağlayarak, çıkarları için gerekli fırsatları çoğaltır. Ruslar, başka bölgelerdeki (örneğin Ukrayna veya Arktik bölge) çıkarları için Suriye’de ABD’ye çok önemli tavizler verebilirler. Rus Realizminde ABD’nin sınıflandırdığı gibi iyi ve kötü çocuklar yoktur, tam olarak bir tarafın yanında yer almaya dayanmaz. 

 Örneğin Ruslar, İran politikalarında da hiçbir zaman samimi olmadılar. Biraz geriye gidelim. İran, 8 Ocak 1995 tarihinde, Rusya Atom Enerjisi Bakanlığı ile de kapsamlı bir nükleer iş birliği antlaşması imzaladı3. Ama Ruslar, ABD ve İsrail’e verdiği sözler nedeni ile ilk reaktörü 2000 yılı yerine 2011’de tamamladılar. İran Cumhurbaşkanı Haşemi Rafsancani’nin 1989’daki Rusya ziyareti esnasında pek çok silah için söz verilmiş olmasına rağmen, Ruslar sözlerinde durmadılar. Ocak 2009’da BM GK kararlarına aykırı olmamasına rağmen, Ruslar savunma amaçlı S-300 füze sistemlerini göndermediler. Rusya, bütün kritik BM GK kararlarında İran’ın aleyhine oy kullanırken, ABD İsrail’in aleyhine tüm kararları veto etti. Suriye’de Rusya, İran ile koordineli bir politika izlememekte ve sadece kendi 
çıkarlarına odaklanmaktadır. Aynı şekilde kendi çıkarları için Suudi Arabistan ve İsrail ile ilişkilerini sürekli geliştirmektedir. 

 Rusya’nın Orta Doğu stratejisi.. 

 Rusya’nın ABD gibi bölgenin petrolünü ele geçirme niyeti yok, ancak istekleri daha mütevazı değil. Moskova, Sovyet dönemindeki gibi Orta Doğu’daki hükümetleri kontrol etmeye, askeri üsleri yeniden açmaya, deniz rotalarını geliştirmeye ve ihracatı artırmaya çalışıyor. Bütün bunlar yavaş yavaş bölgesel dengeleri değiştirecek, kartlar Ruslara göre dağıtılacak. Rusların Orta Doğu stratejisi şu şekilde özetlenebilir4; 

 - Cihatçılığa karşı bir köprübaşı tutmak; Suriye ve Irak’ta savaşan 2.500 kadar radikal İslamcı Rus vatandaşı olduğu, yüzlercesinin ise eski Sovyet Cumhuriyetlerinden gelip IŞİD’a katıldığı hesaplanıyordu. Onların eve dönüşü Ruslar için en büyük tehdit ve İstanbul’dan sonra Moskova, Avrupa’daki en fazla Müslümanın yaşadığı şehir. 

 - ABD ile stratejik rekabet sahası; Rusya’yı yöneten elit (Putin ve çevresindekiler, askeri ve güvenlik kuruluşlarının liderleri, Rus TV’si) hala Soğuk Savaş yenilgisini kabullenmiyorlar. Rusya’nın uluslararası sistemde ABD ile eşit olmama takıntısına sahipler. 

 - Petrol fiyatlarının etkisi; Rus ekonomisi için hayati bir gelir kaynağı olduğundan petrol fiyatları üzerindeki etkisini korumak istemektedir. Suudi Arabistan-İran çekişmesi gibi bölgesel anlaşmazlıkları kullanarak özel anlaşmalar ile fiyatları etkilemeye çalışmaktadır 

 - Silah pazarı; Suriye’deki çatışmalar Rusya’nın askeri-sanayi kompleksinin Kalibr orta menzil seyir füzeleri, SU-35 savaş uçakları ve S-400 gibi savunma kabiliyetlerini ortaya çıkardı. Rusya bundan sonra silah satışları ile müttefikler edinecektir. 

 Orta Doğu, Rusya için bir bölgesel oyun alanı olmaktan çok onun uluslararası güç olarak tanınması fırsatını verdi. Ruslar, ABD müdahalelerinin sonuçlarından faydalanmaya çalıştılar. Suriye’de Astana Süreci ile dizginleri ele geçirdiler ve ABD’yi ülkenin doğusuna kilitlediler. Suriye, Ruslar için Afganistan’dan beri ilk başarılı güç projeksiyonu uygulaması oldu. 

 Sonuç yerine; Rusya için Türk-Kürt denklemi.. 

 ABD’nin Kürtleri tercihi Türkiye’yi Suriye’deki kendi desteklediği gruplarının 
güvenliği ve çıkarları için Rusya’ya yanaştırdı. Ancak, Ruslar için Türkiye, ABD’nin elinden Kürtleri almanın vasıtası. Moskova, daha Eylül 2015’de Kürtlere bazı garantiler vermişti. Rusların yazdığı Suriye Anayasası, Kürtlerin beklentilerini karşılıyor ama aç gözlülükten ABD’ye yanaştılar. Şimdi Kürtler, ABD ve Rusya’nın ortak planı olan bir Kürt yönetimi için bekliyorlar. 

 Ruslar, İran konusunda olduğu gibi Türkiye politikalarında da hiçbir zaman samimi olmadılar. Bugün Rusya ile yaşanan dostluk konjonktürel bir zorunluluktur. Türk akımı ve S-400 gibi anlaşmalar ise Rusların dayatması ile geldi, sözleşmelerde Türkiye’nin isteklerinden ziyade Rusların çıkarları ön planda oldu. Ruslarla dostluk, ABD’nin yerine dünya hiyerarşisinde onların efendiliğini kayıtsız-şartsız kabul etmek demektir. 

DİPNOTLAR,

1 Michael Peck, Lebanon: Russia's New Outpost in the Middle East? TNI, (February 18, 2018). 
2 Paul R. Pillar, Emulate Russian Realism, National Interest, (November 13, 2017). 
3 Michael Eisenstadt, Iranian Military Power: Capabilities and Intentions, Washington DC, The Washington Institute for Near East Policy, 1996, s. 106–107 
4 Ariel Cohen, Russia Is Roaring Back to the Middle East While America Is Asleep, Atlantic Council, (November 23, 2017). 



***




Orta Doğu’da kovboy diplomasisi..

Orta Doğu’da kovboy diplomasisi.. 


Prof.Dr.Sait Yılmaz 
09 Mayıs 2018 

 Orta Doğu kasabasının yeni Amerikalı müdavimi kovboy Donald Trump, 2015 yılında İran'la imzalanan nükleer anlaşmadan çekildiğini açıkladı. Trump ayrıca "İran terör örgütlerine destek vermektedir. İran, terörün devlet sponsorudur" dedi. Dünyanın en çok nükleer silahına sahip ülkesinin ve terörün baş sponsoru olan devletinin başkanı olan Trump, İran halkını da rejime karşı ayaklanmaya çağırdı. Uzun süredir bu kasabada bir türlü tutunamayan ve istenmeyen diğer haydut olan İsrail, kovboyu yoldan çıkarmışa benziyor. 
Trump yönetimi iki yıldır bölgede istediğine füze atıyor, istediğine silah satıyor, saray basıyor ve tehditler savuruyor. Orta Doğu’da çok tehlikeli sularda yol alıyoruz ve bunun temelinde İsrail lobisinin şantajı altındaki Trump’ın ülkesinin, bölgenin ve dünyanın çıkarlarını göz ardı eden, kovboy diplomasisi var. 

 Kovboy Diplomasisi.. 

 ABD’nin Orta Doğu’da 1950 ve 60’lardaki acemi politikaları için “Kovboy dönemi” nitelemesi yapılır. Bölgede faaliyet gösteren CIA ajanlarının çoğu açıktan çalışıyor, ülkeler ve liderleri tehdit ediliyor, darbe yapmak için bol para harcanıyordu. Dünyayı Komünizm şeytanından kurtarmak için kısa süreli başarılara odaklanan Amerikalı politikacılar, geleceğe bakma ve faaliyetlerinin sonucunu düşünme ihtiyacı duymuyorlardı. CIA operatörleri hedef belirledikleri ülkelerde kralların, başkanların, başbakanların yerine askerleri getirdi. Bunları 
yaparken, etnik özürlüleri kullandı, barmenlerden taksi şoförlerine kadar işinin olduğu herkesi satın aldı. Bu atmosfer ancak 1970’lerin ortasında Amerikalı gazetecilerin dikkatini çekmeye başladı. 1976’da enatör Frank Church Komitesi’nin raporu gündeme düştü ve bu başıbozuk yöntemlere bir süre ara verildi. 

 Bugün 11 Eylül sonrası başlayan kovboy diplomasisi döneminde yeni ve tehlikeli bir aşamaya geldik; silahlar uzun zamandır açıkta taşınıyordu ama şimdi tehditler havada uçuşuyor. Son birkaç aydır olanlara bakalım; 

 - Suriye’nin doğusunda YPG/PKK’nın nüfuz sahasını geliştirmek için IŞİD ile 
mücadele kılıfını kullanan ABD ve Batılı müttefikleri Kürtlerden topraklarını kurtarmak isteyen Esat güçlerine 7-8 Şubat’ta Deyrizor’da saldırdılar ve rejim güçleri içindeki Rus vatandaşı savaşçıları öldürdüler. 

 - ABD, Irak’ın kuzeyinden Fayş Habur üzerinden Dicle’yi geçerek Suriye’deki Kürt bölgesine ve Deyrizor’a olan bağlantıları garanti altına almak, Irak ve İran’ı buralardan uzak tutmak istiyor1. Buraları tutmak için hava harekâtının yeterli olmayacağını düşündüğünden Arap NATO’sunu buraya taşımak istiyor. 

 - İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Tahran yönetiminin Suriye’ye kalıcı olarak yerleşmesine izin vermeyeceklerini söyledi. Netanyahu, “Savaşa neden olsa bile İran’ın durdurmaya kararlıyız” dedi. 

- İsrail, Lübnan ve Suriye’deki İran varlığını yok etmek için Esat’ı öldürmekle tehdit ediyor. İsrail, Rusya’yı Suriye’ye S-300 vermemesi konusunda uyarıyor ve eğer verilirse imha edeceklerini söylüyor. İsrail bir yandan ABD’yi İran’a yönelik olarak provoke etmek için uluslararası şov yapıyor. 


 İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ABD’nin nükleer anlaşmadan çıkması durumunda pişman olacağını ifade etti. İran lideri, “İhtiyacımız kadar füze ve silah üretip depolamaya devam edeceğiz” dedi. Trump’ın saldırgan tutumu barış yanlısı Ruhani yönetiminin kredisini bitiriyor ve sertlik yanlısı Ahmedinejat’ın şansını artırıyor2. İran, ABD çekilse bile nükleer anlaşmaya devam ederek, Batılı diğer ülkeler içinde bir çatlak oluşturmayı düşünüyor. Ancak, İran şu ana kadar kaldırılacağı beyan edilen ambargolardan dolayı esaslı bir ekonomik fayda 
görmedi. Yani anlaşmaya uymaya devam etmesi için bir neden yok. İkinci bir seçenek Kuzey Kore gibi İran’da ABD ile nükleer poker oynamaya başlayabilir. Anlaşmadan tarafların çekilmesi Orta Doğu’da gerilim ve belirsizliği artırır. 

Orta Doğu’ya nereye gidiyor? 

 ABD, Suriye’nin kuzeyi için bir Suudi liderliğindeki Körfez ülkelerinden bir Arap 
NATO’su kurarak koruma altına aldığı bölge için jandarma kuruyor. Mısır da bu öneriyi ciddiye aldığını beyan etti. ABD, “geriden idare etme” stratejisinde yeni bir modele geçmeye hazırlanıyor. Bu ittifakın görünen hedefi İran’ı çevrelemek gibi gösterilse de Suriye’nin doğusunda bir Kürdistan ve bir Sünnistan planları konuşuluyor. Rand Corporation’ın Ocak 2017’de yayınladığı Suriye Barış Planı’na göre3 Kürdistan’ın güneyinde kurulması öngörülen uluslararası bölge Arap NATO’suna verilecek bir bölge olacak. Böylece ABD ve Arap müttefikleri Suriye’de kendi yönetecekleri birer bölge bulacaklar yani “böl ve yönet” 
politikasının 21. yüzyıl modelini göreceğiz. 

 İsrail, Suriye’de her ne pahasına olursa olsun İran askeri varlığına müsaade 
etmeyeceği tehdidinde bulunsa da İran, müttefiki Suriye’yi kurarmak için kan döktü ve servet harcadı. İran’ın Suriye’den çıkması beklenemez. İki tarafın caydırıcılık stratejisi artık kritik bir aşamaya geldi. İki ülke ya gerginliği tırmandırmamak için kesin bir pazarlık yapacak ya da çatışmalar Lübnan ve İsrail’e de yayılacak. 2006’da Lübnan’da yapılan savaş 34 gün sürmüş 
ne İsrail ne de Hizbullah istediği sonucu alabilmişti. İran ve İsrail arasında artan gerilim, yeni bir Hizbullah-İsrail savaşı olasılığını oldukça artırdı. Düşmanlığının çatışmaya dönüşmesi ile İran, Hizbullah ve Irak’taki Şii militanları hem ABD ve hem de İsrail hedeflerine vurması için serbest bırakabilir. İsrail, Lübnan’da bir İran füze fabrikası kurulmasını savaş için kırmızı hat ilan etti ve askeri karşılık vereceklerini açıkladı.4. İsrail, Suriye’deki İran hedeflerini vurmak için Lübnan hava sahasını kullanıyor. 

 Ruslar ise İsrail’in Suriye içinde İran ile bir melez savaşa girmesi tehlikesini 
yönetmeye çalışıyor. İsrail, İran özel kuvvetleri ve Hizbullah’ın Suriye’den kademeli olarak çekileceği bir çözüm arıyor ve Rusya’dan İran’ı ikna etmesini bekliyor5. Arap NATO’su da bunun için baskı yapacak ama bu Suriye Ordusu’nun çöküşüne yol açabilir. Rusya’dan Arap bölgesi kurmak için en yakın müttefikinden vazgeçmesi isteniyor. 

 Sonuç yerine.. 

 Soğuk Savaş’ın bitiminden beri ABD’nin Orta Doğu’daki askeri maceraları neticesi bölge ülkelerinde milyonlarca insan öldü, yaralandı, göç etti ya da yer değiştirmek zorunda kaldı. ABD tarafında ise binlerce askerinin ölümü ve yaralanması yanında 5.6 trilyon dolardan fazla harcamaya neden oldu6. ABD’nin Körfez petrolünü kontrol merakı Orta Doğu’nun mezhep savaşlarına ve küresel terörizmin yükselmesine neden oldu. Nihayetinde Orta Doğu’daki büyük dönüşümler daha çok Rusya ve İran’ın yararına gelişiyor7. Orta Doğu 
coğrafyasında oynanan oyun, Türkiye’nin öncelikli çıkarlarını aşan oldukça büyük bir sahada oynanıyor. Türkiye, oyunu Misak-ı Milli sınırları içerisinde tutarak, terörle mücadele ve Türkmenlerin güvenliği dışına taşan bataklık sahaya geçmemelidir. ABD ve İsrail’in İran ile girişeceği bilek güreşinde Türkiye’nin rolü, sadece kendisi için değil dünyanın geri kalanı için de önemli sonuçlar doğurabilir. 

DİPNOTLAR,

1 Robert Ford, War and More War, Michael Young’s Interview, Carnegie Europe, (February 23, 2018). 
2 Mohammed Ayoob, Toward Armageddon: Israel, Iran and the United States Could End up in a War, Center for Global Policy, (May 5, 2018). 
3 A Peace Plan for Syria III: Agreed Zones of Control, Decentralization, and International Administration. James Dobbins, Philip Gordon and Jeffrey Martini. Published by: RAND Corporation (Jan. 1, 2017). 
4 Daniel Sobelman, Preventing the next Big War in the Middle East, Hebrew University of Jerusalem, (April 26, 2018). 
5 Andrew Korybko, The “Arab NATO” to Make Syria’s “Internal Partition” a Reality, Regional Rapport, (May 06, 2018). 
6 Alex Moore, Why America Needs to Pull Its Troops Out of the Middle East, (March 8, 2018). 
7 Marc Pierini, A Middle East Game Much Bigger Than Turkey, Carnegie Europe, (February 20, 2018). 


 ***

NATO-Rusya savaşını kim kazanır?

NATO-Rusya savaşını kim kazanır? 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
13 Nisan 2018 

 Giriş 

 Suriye’nin başkenti Şam yakınlarındaki Duma kasabasında meydana gelen kimyasal saldırı sonrası ABD ve Rusya arasında ortaya çıkan gerilim askeri seçenekleri hiç olmadığı kadar gündeme getirdi. Kimyasal saldırı etrafında olan gelişmeler provokasyon kokuyor. Bu provokasyonun ilk amacı, bölgeye dışarıdan bir müdahale için meşru çatı oluşturmak olabilir. 

ABD, Suriye’ye bir askeri karşılık verme niyetini açıklarken Rusya ise bunun sadece Suriye ile karşılık bulmayacak kadar ağır sonuçları olacağını ilan ederek, ABD’ye karşı silah kullanma tehdidinde bulunmuş oldu. Suriye’de Ruslar da dahil pek çok ülkenin askeri ve vekil güçleri birbirine yakın yerlerde ve kaos için savaşıyor. Rus Genelkurmay Başkanı Valery Greasimov, Rus askerlerinin vurulması halinde misillemede bulunacaklarını açıkladı. 

İki büyük güç birbirini vurmak istemiyorsa, hedefleri çok doğru tayin etmeleri veya bir “çatışmasızlık hattı” üzerinde anlaşmış olmaları gerekir. Gelişmeler, iki ülke arasındaki bir çatışmanın kısa sürede alevlenerek, daha büyük bir savaşın çıkma riskini kuvvetlendiriyor. Peki, neler olabilir, taraflar hangi yöntemleri kullanabilir? Bu makalede bu konuları özetlemeye çalışacağız. 

 Batının Suriye çelişkileri.. 

 ABD’nin hala Suriye’den bir çıkış stratejisi yok. Suriye’de kalmak için IŞİD’tan 
sonra şimdi de Esat ve İran düşmanlığına sarılıyor. Suriye’deki kısıtlı askeri gücü ve Kürtlerle ittifakı ona sınırlı bir etki kabiliyeti veriyor. ABD’nin Suriye’deki beklentileri gerçekçi değil. Amerika’nın Suriye stratejisinin çelişkileri şu şekilde sıralanabilir1; 
(1) Esat gerçeğini kabul edip-etmemek. 
(2) Türkiye ve YPG/PKK arasında tercih yapmak. 
(3) Eğer Suriye’de ABD bir şeyleri değiştirmek istiyorsa daha çok asker getirmelidir ama bu bile istenen sonucu sağlamayabilir. 
(4) ABD, Rusya ile bir çatışmadan daha ne kadar kaçınabilir? Moskova’yı 
karşısına almadan Esatsız bir plan uygulanması mümkün değil. 
(5) Suriye’deki sivil savaşın bölgesel bir savaşa dönüşme riski artıyor; İran-Suudi ilişkileri daha da bozuldu, Yemen Savaşı ve İsrail saldırıları bölgeyi yangın yerine çeviriyor. Trump, IŞİD’in yok olması ile görev tamamlandı deyip çekilebilir. Ancak, bu İsrail, S.Arabistan ve Ürdün’ü mutlu etmeyecek. ABD’yi şu an Suriye’den çekilmekten alıkoyan bir strateji ve çıkar meselesi değil, onların yerini Rusya, İran ve Türkiye’nin alacak olması.2. 

Amerika, Esat rejimine karşı askeri bir saldırı yapsa bile bu sahada bir şeyi 
değiştirmeyecek. Suriye’yi şimdi terk etmek İran etkisini artıracak, Putin’e Ortadoğu’da daha fazla profil sağlayacak ve ABD’nin rolü azalırken İsrail lobisi sıkıştıracak. ABD’nin Suriye’den itibarlı bir şekilde çekilmesinin asgari şartları şunlardır3; 

- Şam rejimi (ve Türkiye ile) Kürt müttefiklerine belirli bir siyasi özerklik verecek ve yaşadıkları bölgede güvenlik garanti edecek bir anlaşma (burada Güney Vietnam’daki gibi bir çekilme olabilir yani Esat gene tüm ülkede kontrolü sağlar), 

 - (Rus ve İran etkisine girecek) Şam ile ilişkilerin normalleştirilmesi ve ülkede yabancı savaşçı kalmaması, (Esat rejiminin sivil savaşı kazandığının kabulü ancak Hizbullah’ın Lübnan’dan çıkıp Afganistan’a dönmesi). 


 Fransa başlangıçta Suriye’deki hedefi ABD gibi IŞİD ile savaş olarak ilan etmişti. Daha sonra siyasi bir çözüm için Esat gitmeli talebine döndü. Ancak Macron, geçen Haziran’da Esat’ın yerini alacak meşru bir varis olmadığını itiraf etti. PYD temsilcileri ile Paris’te görüştükten sonra ise Suriye’nin kuzeyinde istikrar sağlamak için kuvvet gönderme niyetini açıkladı ve hatta Türkiye’yi tehdit etti. Son kimyasal saldırıdan sonra ise askeri seçenekler için oldukça iştahlı bir niyet belirtti. Hatta Fransız ordusu tarafından tek taraflı vurma kapasitesine vurgu yapıldı. Macron, 24 Nisan’da Trump’ı ziyaret edecek ve ona Suriye için istediği desteği verecek. Fransızlar konuya liberal düzen açısından değil pragmatik bakıyorlar. İngiltere ve Almanya’da sevilmeyen Trump için en büyük destek Fransa’dan gelmiş olacak. Fransızlar, Suriye’de ABD olmaksızın çok kalamayacaklarını biliyorlar. Suriye sivil savaşı AB’ye çok zarar verdi; güvenlik alanında işbirliği ve sınır kontrolünün ne kadar zayıf olduğu ortaya çıktı, göçmenler konusunda dayanışma ve siyasi görüş birliği sağlanamadı. Bütün bunlar Avrupa’da birlik karşıtı akımların yükselişine yol açtı, Macaristan’da Viktor Orban yeniden seçildi. Avrupalılar güçlerinin sınırlarını öğrendiler ve askeri işler için Washington’a muhtaç olduklarını daha iyi anladılar. Bunu en iyi anlayan  Macron, şimdi bir şeyler yapmak istiyor.4. 


 Tarafların Askeri Güç Kıyaslaması 

 Soğuk Savaş’ın son yıllarında Sovyetler Birliği, NATO üslerini ve birliklerini büyük isabet oranı ile vuracak kısa menzilli konvansiyonel balistik füzeler geliştirmişti. ABD’nin buna cevabı ise harekât alanı füze savunma sistemi olmuştu ama bu sistem Körfez Savaşı’nda çok başarılı gözükmedi. 1980’li yıllardan beri anti-balistik füze sistemleri geliştiriliyor ama bunlardan Ruslarda da var. 400 km. menzilli Rus İskender-M füzesi, 700 kg. ağırlığında birkaç çeşit savaş başlığı taşıyabilir ve 5 m. doğrulukla hava alanlarını, lojistik noktalarını 
veya diğer sabit alt yapı tesislerini vurabilir. Yani Ruslar, Avrupa derinliklerindeki hedeflerini vurma kabiliyetine sahiptir. İskender, uçuş halinde iken hedef değiştirebilir ve gemi gibi hareketli hedefleri de vurabilir. Örneğin Kaliningrad’tan ateşlenecek İskender füzeleri NATO gerisinde pek çok değerli hedefi vurabilir. Bu yüzden NATO bir savaşta öncelikle İskender füzelerini hedef alacaktır5. Ancak, bu füzeleri atan lançerler mobil olduğundan yerlerini tespit etmek ve vurmak kolay değildir. Bunun için Ruslara karşı bölgede hava üstünlüğü de kurulmalıdır. 

 ABD’nin F-15 Eagle uçaklarına karşı Ruslar, 1985’lerden itibaren Su-27 savaş 
uçaklarını geliştirdiler. Bu uçaklar; büyüklük, menzil, hız ve manevra kabiliyeti bakımından en öldürücü platformlarda biridir. Ruslar, bu saldırı uçaklarının pek çok modelini geliştirdiler; Su-30 çok rollü savaş uçağı, Su-33 taşıyıcı uçağı, S-34 bombardıman, Su-35 hava üstünlüğü savaşçısı. Bu uçaklar henüz dördüncü nesil uçak olan Amerikan F-22 ile karşılaşmadılar. 

Ruslar, görünmezlik yeteneğine sahip uçaklara karşı ve ilk füze saldırısına rağmen hayatta kalabilmek için çeşitli manevra taktikleri geliştirdiler. Üstelik Rus uçakları saldırı için hafif ve hızlı olmaları yanında yakalanmamak için süratle çekilme kabiliyetine sahipler. 

 NATO, Soğuk Savaş döneminde oldukça yetenekli bir anti-denizaltı sistemi 
geliştirmişti. Bu sistem içinde uçaklar saldırı denizaltıları, sabit sensörler ve yüzey gemileri vardı. Soğuk Savaş’ın sonunda Sovyetlerin çöküşü ile birlikte NATO anti-denizaltı savaş kabiliyetlerinde önemli indirime gidildi. Ancak, Sovyet döneminde inşasına başlanan 15 adet Akula sınıfı Rus denizaltısından dokuzu hala hizmettedir. Görünmezlik yeteneğine sahip bu denizaltılar, en son teknoloji ile donatıldı. Akula denizaltıları torpido ve cruise füzeleri de dahil pek çok silah taşıyor. Hem deniz hem de karadaki hedefleri vurabilen cruise füzeleri, 
NATO sahillerine önemli zararlar verebilir. NATO denizaltılarının en iyileri, Akula sınıfı denizaltıları tespit edebilir ve yenebilir ama yüksek hızlı oldukları için yakalanmaları kolay değildir. Önümüzdeki beş yıl içinde Akula’nın yerini alacak ve dizel-elektrik teknolojisi kullanan Lada sınıfı, NATO ile daha sıkı bir savaş kabiliyeti gösterecek. 

Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler arasındaki bir savaşın önemli bir alanı konvansiyonel harekâtı destekleyen özel operasyonlar olacaktı. O dönemde bile Ruslar, bu alana NATO’dan daha çok önem veriyordu. Rus özel kuvvetler örgütlerinin şemsiyesi olan Spetnaz birliklerinden NATO gerisinde sabotajlar yapması bekleniyordu. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile küçültülen bu unsurlar Çeçen savaşları ile birlikte yeniden yapılandırıldı ve güçlendirildi. Bugün Ruslar özel kuvvetleri, Ukrayna’da da görüldüğü gibi NATO için en önemli tehditlerden biridir. Denizaltılar veya hava araçları ile de NATO derinliklerine sızabilecek Spetnaz birlikleri çok önemli hedefleri vurabilir ya da diğer harekâtı 
destekleyebilir. Rus özel kuvvetleri sadece Suriye’de değil, Mısır, Libya ve Yemen’de de yeni planlar peşinde. Halen Mısır’da konuşlu Rus özel kuvvetleri, bir tarafta Libya askeri lideri Khalifa Hifter’e kılavuzluk ederken, diğer tarafta Yemen’de kendilerine taraf seçiyorlar. 

 Rusya’ya uygulanan Batı yaptırımları hızlı askeri modernizasyonunu yavaşlatmadı ama hala 1980’lerdeki gücünün çok gerisindedir. Rus konvansiyonel kara, deniz ve hava kuvvetleri artan şekilde büyümekte, yüksek teknolojiye geçiş sürecinde gelecek nesil platformlar edinmektedir. 2017 rakamlarına göre Rusya Silahlı Kuvvetleri’nde 3 binden fazla uçak ve 1500 kadar helikoptere sahiptir. 1980’lerde imal edilmeye başlanan stratejik Su-27 
savaş uçakları, Amerikalıların F-15 Eagle uçakları ile kıyaslanmaktadır. Rusya yeni uçak geliştirecek ve üretecek parası olmadığı için silahlanma yarışının son on yılını kaybetti ve ancak yeni cihaz tedarik edebildi. Zaten Rusların güçlü bir hava savunma sistemi kurmasının arkasından yatan nedenlerden biri de ABD’nin görünmez uçak ve seyir füzelerine karşı koyacak büyük ve modern savaş uçağı filosu üretecek bütçesinin olmaması idi. Ruslar havada sınırlı saldırı kabiliyetlerine sahiptir. 

 ABD-Rus askeri dengesini etkileyecek kuvvet çarpanları şunlar olabilir6; 

- Ohio sınıfı ABD balistik füze denizaltıları; ABD nükleer üçlüsü içinde yer alan bu denizaltılar, Amerikan caydırıcılığının merkezindedir. Toplam 14 adet olan bu sınıf denizaltılar üzerinde 24 adet Trident II (çok başlıklı) balistik füzesi ve 25 adet MK48 torpido bulunmaktadır. 

- B2 Görünmez Bombardıman Uçağı; diğer bir nükleer silah platformu olarak, 6 bin deniz mili menzili vardır. Füzeleri 70 cm. betonu delebilir. 

- F-22 Raptor uçağı; görünmezlik, yüksek manevra, çift motor ve uzun menzil 
kabiliyetine sahiptir. Özellikle savaşın başlangıcında hava üstünlüğü sağlamak için tasarlanmıştır. 

- Füze savunması; Akdeniz’e konuşlanan Aegis BMD gemileri ile Romanya ve 
Polonya kıyılarındaki kabiliyetler 50 kadar kısa ve orta menzilli balistik füzeyi engelleyebilir. Bu sistem, NATO’nun kendi füze savunma sistemi ve ABD ana vatanını korumak için tasarlanmış Karada Konuşlu Sistemi (GMD) takviye etmektedir. 

 Savaş Nasıl olur? 

 1970’lere kadar NATO, konvansiyonel bir Sovyet saldırısının kolayca gelişeceğini ve Rus tanklarının İngiliz kanalına kadar geleceğini hesaplıyordu. İşte burada NATO’nun taktik nükleer silahları devreye girecek, Sovyetlere dünyanın her yerinde ve denizlerde savaş pahalıya ödetilecekti. NATO’nun stratejisinin esası nükleer caydırıcılıktı. Ancak, 1973’deki Yom Kippur Savaşı’ndan sonra Amerikalı askerler, Sovyetleri durdurabileceklerine inanmaya başladılar. Bunun nedeni Golan ve Sinai’de Sovyet tankları isabet güdümlü konvansiyonel mühimmat ile durdurulmuştu. Sovyet tankları ölüm bölgelerine çekilebilir ve Almanya’ya 
varmadan Sovyet taarruzları kanalize edilebilirdi. NATO saldırıları Sovyetlerin gerisindeki haberleşme ve lojistik alt yapılarına da yapılmalı idi. 1982 yılından sonra Hava-Kara Muharebe Doktrini ile Amerikalı komutanlar Kızıl Ordu’nun taarruz dalgalarını durduracaklarına inandılar. 1980’lerin Afgan Savaşı’ndan beri Batı ve Rus teknolojisi yüksek yoğunluklu bir savaşta karşılıklı olarak test edilmedi. NATO’nun başat ülkeleri, o zamandan beri hava savunması eski teknoloji, hava gücü ve doğru dürüst saldırı kabiliyeti olmayan üçüncü dünya ülkelerine kolayca üstün geldiler. NATO için iyi eğitilmiş ve modern teknolojiye sahip Ruslar ile bir savaş gerçek bir test olacak. 

 NATO uzun zamandır Ruslarla yapılacak çeşitli savaş senaryolarının simülasyonlarına çalışıyor. Savaş oyunları ile tarafların karşılıklı kabiliyetlerinin taktik ve operasyonel karşılaştırmasını yaparak, yeni üstünlükler ve çözümler üretmek için tespitler amaçlanıyor. 

Rusya’nın Baltık ülkelerini işgal etme olasılığına karşı NATO’da savaş senaryoları test edildi ve Doğu Avrupa için daha büyük bir hava-kara kuvvetine ihtiyaç olduğu değerlendirildi. Avrupa’da halen 30 bin Amerikan askeri var. RAND Corporation tarafından yapılan çalışmaya göre Ruslar, 60 saat içinde Rus azınlıklarını bahane ederek, Baltık ülkelerini işgal edebilir7. RAND’ta oynanan savaş oyununun sonucuna göre; Ruslar Baltıkları işgal edebilir ve bir süre elde tutabilirler. Ancak, bu Ruslara pahalıya ödetilir. NATO kuvvetleri karşılık olarak Kaliningrad, Transnistria ve diğer Rus bölgelerini işgal edebilir. Rus deniz kuvvetleri, NATO denizaltıları ve uçakları tarafından ciddi hasara uğratılır8. Uzun menzilli vuruşlar ise Rusların geri kalan hava kuvveti ve hava savunma şebekesini aşındırır. İşte bu anlayış 1949’lardaki Batı savunma stratejisine yani NATO caydırıcılığına dönüştür. 

 ABD’nin Suriye’yi vurması için ilk akla gelen silah cruise füzeleridir. ABD 
donanması karadaki hedeflere karşı deniz vasıtalarından atılan Tomahawk ya da B-52 bombardıman uçaklarından daha derin hedeflere atılan CALCM tipi cruise füzelerini seçebilir9. Cruise füzelerinin seçim nedenlerinden biri oldukça alçaktan uçmaları nedeni ile radarlar tarafından tespit zorluğudur. Yani S-300V4 ve S400 hava savunma sistemlerini kullanan Ruslar, doğrudan hedef olmadıkça yaklaşan füzeleri angaje olmakta zorlanacaklardır. Bununla beraber, Rus hava sisteminin orta ve yüksek irtifa tehditler için hava savunma kaplama alanı vardır. 

Amerikalılar, Suriye’yi vurmak için görünmezlik kabiliyeti olan B-2 Spirit ve F-22 Raptor uçaklarını da seçebilirler ki, Rusların bu uçakları S300V4 ve S400’ler ile takip etmesi zordur. 

 Peki, Amerikalılar Rusları vurursa ne olacak? Ruslar, bunu sadece Suriye ile bir saldırı değil savaş kabul edecek ve kuvvet kullanacaklar. Yani Ruslar için çatışmalar, Ortadoğu ve Avrupa’daki diğer Batılı üsleri de içine alan bir savaş sahasına yayılacak. Batılı silahların atıldığı üsleri ve platformları da vuracaklar. Bu maksatla, uzun menzilli ve tam isabetli füze taşıyan gemiler ve deniz altılar kullanacaklar. Rusların öne çıkan platformları arasında Kalibr cruise füzesi taşıyan denizaltılar ve X-101 havadan atılan cruise füzeleri taşıyan Tupelov Tu-
95 ve Tu-160 stratejik bombardıman uçakları var. En büyük tehlike ise çatışmaların büyümesi halinde nükleer silahların kullanılma riskidir. 


 Batının savaşları hava üstünlüğüne dayanmaktadır. NATO, çok uzun süre modern ve yetenekli bir hava savunma sistemine karşı dayanamaz. Zamanla, NATO savaş uçaklarının masrafları mali bir felakete yol açabilir. Rus S-400 hava savunma bataryaları, her biri farklı menzildeki hava hedefine angaje olan üç çeşit füzeye sahiptir. En uzun menzil 400 km. olmakla birlikte, daha kısa menzilli olanlar manevra yapan hedeflere karşı hızlı yok etme kabiliyetine sahiptir. NATO, balistik füze kullanma niyetinde olmasa da, çok etkili sensörleri 
olan S-400’ler bunlara da angaje olabilir. Özetle, İskender füzeleri, Su uçakları ve S-400’ler en azından savaşın ilk döneminde Batı savaş yönteminin temel direği olan NATO hava gücünü etkisiz hale getirebilir. Ancak, Ruslar, çok etkili ve entegre bir hava savunma sistemine sahip olmakla birlikte, uçak filoları ABD ve NATO ile kıyaslandığında oldukça küçüktür. 

 Sonuç 

 Sonuç olarak, NATO silah sistemleri teknolojik olarak Ruslardan daha iyidir. Bu fark 1980’lerde çok belirgindi ve gittikçe arttı. Ancak, Ruslar ordusu hala NATO’yu vurabilecek kabiliyetlere ve yenilikçi düşünceye sahiptir. Umarız bunlar geçmişte oldukları gibi caydırıcılık için beklerler, birbirlerine karşı kullanılmazlar ancak son yıllarda çözülemeyen siyasi konular, kuvvet kullanma riskinin sürekli artmasına neden olmaktadır. Şu anda büyük bir savaşın eşiğinde olabiliriz. Her ne kadar asıl büyük dünya savaşı Güney Çin Denizi’nde saklı olsa da Suriye bir dönüm noktası olabilir. Washington, Soğuk Savaş’ın nükleer caydırıcılık ve nükleer silah kullanmadan çatışmaları idare etme konseptini unutmuş 
gözüküyor. Nitekim 2012’de Libya’da yeni taktik nükleer silahlarını test ettiler. 

Bugün Suriye’deki savaş, terörle savaştan ülkenin geleceğinde ve topraklarında etki bölgesi kurmak isteyen güçlerin ve vekillerinin savaşına dönüştü. Suriye rejimi ise kaybettiği toprakları geri almak için bir yarış içindedir. Suriye’de tarafların bir an önce bir barış planı üzerinde anlaşması gerekiyor. Batının temel çelişkisi ise yeni döneme geçişin Esatsız olmayacağını anlamak istememeleridir. 




DİPNOTLAR;

1 Daniel L. Byman, 5 hard choices in Syria, Foreign Policy, (April 11, 2018). 
2 Steven A. Cook, Trump’s Syria Policy Isn’t Retrenchment. It’s Pandering, (April 9, 2018). 
3 Jamed Dobbins, Jeffrey Martini, Conditioning American withdrawal from Syria, Al Monitor, (April 6, 2018). 
4 Benjamin Haddad, Macron Needs to Attack Syria With or without the United States, Hudson Institue, (April 9, 2018). 
5 Robert Farley, 5 Deadly Russian Weapons of War NATO Should Fear in a Fight, Patterson School of Diplomacy, (April 11, 2018). 
6 Zachary Keck, 5 Ways America's Military Would Crush Russia in a War, (April 11, 2018). 
7 Kris Osborn, Russia vs. NATO: Who Would Win in a War? Scout Warrior, (September 5, 2017). 
8 Robert Farley, FACT: NATO Thought Russia Would Crush Them In a War (Until the 1970s), Diplomat, (April 10, 2018). 
9 Dave Majumdar, Here Is How Russia and America Could Go to War in Syria, (April 9, 2018). 


***

Makedonya’nın ismi bizi de ilgilendiriyor..

Makedonya’nın ismi bizi de ilgilendiriyor.. 


Prof.Dr.Sait Yılmaz 
20 Haziran 2018 

 Makedonya, Eski Yugoslavya’dan bağımsızlığını kazandığından beri yaklaşık 25 
yıldır Yunanistan ile isim sorunu yaşıyor. Son anlaşma ile Makedonya’nın adı “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” olarak kabul edilmiş olsa da sular durulmuş değil. Makedonya Cumhurbaşkanı Corge İvanov, anlaşmanın Makedonya anayasasını ihlal ettiğini ileri sürerek yeni devlet ismini onaylamayacağını duyurdu. Yunanistan'da da aşırı sağcı kesim anlaşmadan memnun değil. AB ve NATO’ya girmek için Yunanistan’ın veto şantajına maruz kalan Makedonya, isim konusunda taviz verse de Atina’nın istekleri bitmiyor. Yunanistan aynı şantaj politikasını Türkiye için de AB üyeliğimizi destekleyebilmek (!) için 2000’li yılların başından beri uyguluyor. Üstelik Makedonya’daki gelişmelerin Türkiye için de sonuçları var. 

 Makedonya’nın İsim Sorunu ve anlaşma.. 

 Makedonya, 2005 yılında AB adaylık statüsü kazandı. 2008 yılında ise NATO üyeliği için adaydı ama Hırvatistan ve Arnavutluk alınırken Makedonya, Yunanistan’ın isim şantajına dayalı vetosuna takıldı. Üstelik Yunanistan’ın Makedonya bayrağını ve anayasasını değiştirme isteğini de yerine getirmişti. Son anlaşma Makedonya’da önce halk referandumuna sunulacak ardından parlamento onayı gerekecek. Muhalefetin karşı olması nedeni ile Makedon hükümetinin parlamentoda üçte iki çoğunluğu yakalaması zor gözüküyor. 
Yunanistan görünüşte "Makedonya Bölgesi" üzerinde Makedonya'nın hak talep edebileceğini düşündüğü gerekçesi ile yıllardır baskı uyguluyor. Ancak, bu aslında savunmacı bir politika değil tam aksine Yunan yayılmacılığının yeni bir dalgası ve görünüşe göre zaferi olacak. 

 Anlaşmanın 7(2) maddesi şöyle demektedir; 

 “Makedonya olarak tanımlanan devletin toprakları sadece bir bölge ve halkını değil aynı zamanda antik dönemden bugüne Helenik uygarlık, tarih, kültür ve mirasının da parçasıdır.” 

 Bunun anlamı, Makedonya Cumhuriyeti topraklarının Helen uygarlığına ait olduğunu kabul ettirmenin yanında bu topraklarda Helen olmayan halkların varlığını da reddetmektir. Bu anlayış, son iki bin yıldır bu topraklarda yaşamış tüm halkların ve göçlerin yani tarihin de inkârıdır. Eğer Yunan parlamentosu son anlaşmayı onaylarsa Atatürk’ün doğduğu Selanik dâhil tüm tarihi Makedonya’nın tarihi varisi olacak, tüm bölge Helen uygarlığının mirası içinde sayılacak. Yunanistan, tıpkı Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de olduğu gibi on yıllardır  Balkanlarda da tarihi gerçekleri çarpıtan bir revizyonizm politikası uyguluyor ve bunun için de AB, NATO ya da Doğu Akdeniz’de olduğu gibi husumet içindeki ülkeleri kullanıyor. 

 Makedonya-Yunanistan Anlaşması ve Türkiye.. 

 Bugünkü Makedonya toprakları 1371 yılına kadar Bizans, Bulgar ve Sırpların 
kontrolünde kaldıktan sonra Osmanlı hâkimiyetine girdi. 1878 yılındaki Berlin Kongresi’nden sonra Bulgar yönetimine giren topraklar 1913 yılındaki İkinci Balkan Savaşı’nı müteakip Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan tarafından paylaşıldı. Bulgar terör örgütlerinin katliamları ile Makedonya (Vardar) bölgesindeki Türk nüfus göç ettirildi. Balkanlarda bu dönemde Türklere uygulanan tarihin en büyük soykırım ve zorla göç ettirme olaylarının üzeri 
hala örtülmeye çalışılıyor. Bugün yaşanan ise 2200 yıl evvel bu toprakların bir kısmında yaşamış ve kendileri ile aidiyet bağı olduğuna inanan Yunanlıların utanmaz bir işgal zihniyetidir. İronik olan o Yunanlıların bunlarla alakası da yoktur. Nitekim Avusturyalı tarihçi Jakop Philipp Fallmerayer “Yunan ırkının kökeninin Eski Yunan ile herhangi bir ilişkisinin olmadığı, günümüz Yunanlıların kökenlerinin Orta Çağ’da ülkeyi istila eden Arnavut ve Slavlara dayandığı ve Antik Yunan ile Çağdaş Yunan arasında organik devamlılık ve devlet sürekliliği bulunmadığı” görüşünü savunmaktadır. 

Harita: Makedonya 

Makedonya’ya dayatılan isim anlaşmasının biz Türkler için de kabul edilecek bir tarafı yoktur. Yunanlıların bu maksimalci kimlik dayatması Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu ve bugün Yunanistan toprakları içindeki Merkezi Makedonya’nın başkenti olan Selanik’i de kapsamaktadır. Anlaşmaya göre; bu topraklar da antik dönemden bugüne Helen uygarlığının parçası kabul edilmekte, Osmanlı varlığı ve buradaki halkların varlığı ve mirası yok sayılmaktadır. 

Bu anlaşma, her ne kadar iki taraflı da olsa, uluslararası hukukun ve devlet   anlayışının bir parçası olamaz. Eğer burada yaşamış tüm halklar Helenik kabul edilecekse Atatürk’ün ve aile fertlerinin de Helen (Yunanlı) kabul edilmesi gibi bir saçmalık ortaya çıkacaktır. Son yıllarda Türkiye’ye karşı sürekli bir gerilimi tırmandırma politikası izleyen ve düşmanlıklarını saklamaya gerek görmeyen Yunanlılar, sadece Türkiye için değil başta Balkanlar için de gittikçe daha büyük tehdit haline gelmektedir. Bu tehdidin arkasında ise Avrupa Birliği üyeliğini arkasına almanın şımarıklığı yanında tarihi sürekli çarpıtma şarlatanlığı bulunmaktadır. 

Sonuç yerine.. 

Yunanistan bu anlaşma ile daha büyük Makedonya’nın Helen mirası olduğu iddiasını sadece Balkanlar için değil tüm dünyada bölge halklarının mirasını ve kimliğini sahiplenmek amacı ile kullanacaktır. İronik olan Yunanistan’ın tüm bunları yaparken Makedonya’yı tarihi revize etmekle suçlamasıdır. Yunanistan, Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de olduğu gibi sürekli yeni arayışlar içinde Megali İdea’ya yeni kazanımlar sağlarken Türkiye’yi provoke edip, AB ile tehdit etme anlayışını sürdürüyor. Makedonya’nın ismi konusu Türk-Yunan sorunlarında yeni bir sayfa daha açmaktadır. Makedonya’ya uygulanan şantaj bizi de ilgilendirmektedir ve Türkiye şimdiden bu anlaşmayı tanımayacağını yüksek sesle ifade etmeli, devlet görüşü resmi bir bildiri ile ifade edilmelidir. Diğer yandan BM ve UNESCO nezdinde bölgedeki tarihi mirasımızın ve kültürümüzün korunması için gerekli girişimlerde bulunulmalıdır. Türkiye, tarihi çarpıtarak emperyal amaçlarına altyapı oluşturmak isteyen Yunanistan’a gerekli tepkiyi 
göstermelidir. 




***