17 Mart 2019 Pazar

LİDERLİK ARAŞTIRMALARINDA SOSYAL AĞ ANALİZİNİN KULLANIMI

LİDERLİK ARAŞTIRMALARINDA SOSYAL AĞ ANALİZİNİN KULLANIMI 



Çağdaş Akif KAHRAMAN 
Doç.Dr. H.Cenk SÖZEN 


 1. SOSYAL AĞLAR 

 Örgütler hayatta kalabilmek için ihtiyaç duyduğu kaynakların tamamına kendi 
bünyelerinde sahip değillerdir. Çevrelerinde bulunan diğer örgütlerin de aynı durumda olduğu düşünüldüğünde kaynağa ulaşmak örgütler için önemli bir sorun haline gelmektedir. Pfeffer ve Salancik (1978)’e göre örgütün hayatta kalabilmesinin anahtarı kaynağa ulaşmak ve sürekliliğini sağlayabilmektir. Kaynağa sahip olmayan örgütler, kaynağa sahip olanlarla veya kendilerini kaynağın sahibine götürebilecek olan örgütlerle ilişki kurarak kaynağa ulaşmaya 
çalışmaktadırlar. Böylece örgütler kendilerini sosyal ağ düzeneğinin bir parçası haline getirmektedirler. Örgüt için yapılan bu değerlendirmeler örgüt içerisinde bulunan gruplar ve bireyler için de geçerlidir. 

 Sosyal ağlar, sosyal aktörleri (örgüt/grup/birey) birleştiren bağlardır (Seibert ve diğ., 2001: 220). Sosyal ağ düzenekleri sanayi, örgüt, grup ve bireysel seviyede aynı anda var olabilmektedir (Parkhe ve diğ., 2006: 560). Sosyal ağ düzeneğinde bulunan aktörler, ağın merkezinde olabileceği gibi ağın dışında da bulunabilmektedir. Merkezdeki aktör, bireysel özelliklerine ek olarak ağdaki merkezi konumundan kaynaklanan önem ve güç sahibi aktördür ve bu gücünü ağda bulunan aktörlerin dağınık kaynaklarını ve yeteneklerini bir araya getirerek liderlik rolü sergilemek için kullanmaktadır (Dhanaraj ve Parkhe, 2006: 659). 
Sosyal ağ düzeneğinin merkezinde bulunan aktör bir bakıma o ağ düzeneğinin lideri konumundadır. Bu aktör birey olabileceği gibi, örgütlerden oluşan bir ağ düzeneğinde de lider konumunda olan bir örgüt veya örgüt grubu da olabilir. Ağın merkezinde bulunan aktör, dışta bulunanlara göre diğer aktörlere doğrudan etki edebildiğinden kendi ağlarını şekillendirmek için daha fazla fırsat elde etmektedirler (Koka ve diğ., 2006: 722). Gnyawali ve Madhavan (2001: 435) aktörün merkezde olmasının üç avantajı olduğunu belirtmişlerdir: 

. Merkezdeki aktör, diğerlerine göre para, teknoloji ve yönetim yeteneklerine daha fazla ve kolay ulaşır. 
. Merkezde olan aktör bilgi akışının da merkezinde olacağından yeni bilgilere daha önce ulaşır. 
. Merkezdeki aktörler daha fazla güç ve statü sahibi olurlar. 


 Sosyal ağlar, fiziksel olarak orada bulunmadan orada olmayı ve ağ içerisinde ulaşılabilecek yerden daha fazlasına ulaşmayı sağlarlar (Rangan, 2000: 823). Aktörün içinde bulunduğu ağ ne kadar geniş ve dolaşan bilgi ve kaynak bakımından ne kadar heterojen ise sağlayacağı bilgi ve kaynak da o derece fazla olacaktır (Kraatz, 1998: 623). 

2. SOSYAL AĞ KURAMLARI 

Ağ düzeneklerinin nasıl yapılanması gerektiği ve aktörlere sağlayacağı faydalar 
konusunda ağ kuramcıları arasında tartışmalar devam etmektedir. 
Bu kuramlardan en önemlileri zayıf bağların gücü kuramı (Granovetter, 1973), güçlü bağların gücü kuramı (Bourdieu, 1986; Coleman, 1988; Podolny, 2001) ve yapısal boşluk kuramı (Burt, 1992)’dır. 

2.1. Zayıf ve Güçlü Bağlar 

Bir sosyal ağ düzeneği içerisinde güçlü bağlar kurmak zaman ve emek gerektirdiği için bireyler genelde zayıf bağlar kurarlar (Granovetter, 1983: 221, Seibert ve diğ., 2001: 222). Zayıf bağların sağlayacağı en önemli fayda aktörün güçlü bağlarla bağlı olduğu çevresinde dolaşan bilgiden farklı bir bilgiye ulaşabilmesini sağlamasıdır. Bir bağın gücü, etkileşimin zamanı, duygusal yoğunluk, dostluk ve karşılıklı iş yapmanın miktarının bileşimidir 
(Granovetter, 1973). 

Güçlü bağlarla bağlı olmak da ağ düzeneğindeki aktörlere bazı faydalar 
sağlayabilmektedir. Coleman (1988, 1990)’a göre güçlü bağlarla birbirlerine bağlı aktörlerden oluşan kapalı ağlar içerisinde bilgiye erişim daha kolay olacaktır. Bu tür ağ düzeneklerinde karşılıklı güven de üst düzeyde olacaktır. 

Bilgi akışı aktörler arasındaki zayıf bağlarla daha fazla olmaktadır ancak karar verme zamanı geldiğinde güçlü bağlar karara daha fazla etki etmektedir (Granovetter, 1983: 218-219). Lider de sosyal ağ düzeneğinden oluşan bir gruba liderlik yaptığı için, o grubun amaçlarına ulaşabilmesi için hangi tür bağarla bağlı olması daha fazla fayda sağlayacaksa gruba seçilecek üyeler ve aralarındaki etkileşim amaca yönelik olarak lider tarafından belirlenebilir. Örneğin liderlik yapılan grup, hayati görevler alan ve birbirlerini her durumda 
desteklemesi ve güven duyması gereken bir askeri birlik ise güçlü bağlarla bağlı olması gerekirken, AR-GE faliyeti gösteren ve her türlü yeni bilgiye süratle ulaşması gereken bir grup ise zayıf bağlar olması fayda sağlayacaktır. 
Şekil-1’ de güçlü bağlarca zengin bir ağ düzeneği, Şekil-2’ de de zayıf bağlarca zengin bir ağ düzeneği görülmektedir. 

Şekil-1: Güçlü Bağlarca Zengin Bir Ağ Düzeneği 
(Sözen ve Sağsan, 2009’dan uyarlanmıştır) 


Şekil-2: Zayıf Bağlarca Zengin Bir Ağ Düzeneği 
(Sözen ve Sağsan, 2009’ dan uyarlanmıştır) 

2.2. Yapısal Boşluk Kuramı 

Yapısal boşluk kuramına göre önemli olan ağ düzeneğindeki aktörler arasındaki bağlar değil de sosyal yapıdaki birbirlerine bağlı olmayan aktörler arasında tesis edilen aracılık rolünün getirdiği bilgi ve kontrol avantajıdır (Burt,1997: 340). Aracılık rolündeki aktör, gerek bilgiye ulaşma, gerekse de müzakere etme ve fırsatları yakalamada diğer aktörlere göre daha avantajlı bir durumdadır (Gargiuli ve Benassi, 2000: 184). Aracı rolündeki aktör, yapısal boşluğun her iki tarafında akan bilgiye daha çabuk ulaşır ve gruplar arasındaki bilgi akışını 
kontrol edebilir ve de yönlendirebilir (Burt, 1992: 13-15, 34). Hatta bu aracılar birbirleriyle ilişkisi olmayan gruplardaki dolaşan bilgileri birleştirme ve böylece de her iki taraftaki projeleri kontrol etme imkanına kavuşurlar (Burt, 2008: 34-35). 

Lider açısından bakıldığında kendi üyeleri arasındaki grupları birleştiren aracıların tespit edilmesi, aracılardan faydalanarak alt gruplarda akan bilginin kontrolünü ve liderin istediği bilgi ve haberlerin en kısa yoldan yayılmasını sağlayabilir. 

3. SOSYAL AĞ ANALİZİ 

Sosyal ağ analizleri, sosyal, ekonomik ve örgütsel hayatı şekillendiren gizli dinamikleri ve bilgi akışını ortaya çıkarabilen ve örgüt araştırmalarındaki geleneksel analiz yöntemlerinden farklı olan bir yöntemdir (Sözen ve Sağsan, 2009: 67). Sosyal ağ analizleri, aktörler arasındaki ilişkilere odaklanan ve örgütteki bilgi akışı, bilgi akışının engelleyen durumlar, örgütteki alt gruplar ve aracılar hakkında bilgi sağlabilen analizlerdir. 

Ağ düzeneğindeki aktörler benzerlik, sosyal ilişkiler, etkileşimler ve bilgi/iş akışı 
temelinde birbirleri ile bağ kurabilirler (Borgatti ve diğ., 2009). Bu bağlarla da üç türlü ağ düzeneği kurulabilmektedir. Bunlar; iş akışı ağı, iletişim ağı ve arkadaşlık ağıdır (Braas, 1984: 9). 

 Ağ düzeneği araştırmalarında analiz için gerekli olan veriler, aktörler arasındaki 
ilişkilerin tespit edilmesiyle toplanır. Bu ilişkiler arşiv kayıtlarından, gözlem yapılarak, mülakat yöntemiyle veya anketlerle belirlenebilir (Braas, 1995). Ağ düzeneğindeki aktörler mikro seviyede grup veya örgüt içindeki bireyler olabileceği gibi, makro seviyede de gruplar veya örgütler olabilmektedir (Braas, 1995). Tespit edilen ilişkilerin veri girişleri matris yöntemiyle yapılmaktadır. Matrisin satır ve sütunlarına aktörlerin isimleri yazılır ve aktörler arasındaki 
ilişki düzeyi satır ve sütunun kesişme noktalarına yazılır. İlişki olma durumunda 1, olmama durumunda da 0 değeri verilir. Bu şekilde hazırlanmış örnek matris Tablo-1’ dedir. 

Tablo-1’deki matrise veriler girilirken önce satır ve sütunlara aktörlerin isinleri 
yazılmıştır. Sonra, aktörlerin matris üzerinde kesişme noktalarına aralarında ilişki varsa 1, yoksa 0 değeri verilmiştir. 10 aktör arasındaki ilişkilerin verilerinin girilmesiyle 10x10’luk bir matris elde edilmiştir. Burada aktörler arasındaki ilişki çift yönlü olarak (A’ nın B ile ilişkisi varsa B’ nin de A ile ilişkisi vardır) girilmiştir. Bunun yanında ilişkiler tek yönlü de olabilirdi. 

Tablo-1: Örnek Matris 
AKTÖRLER 

Örnek Matristen elde edilen ağ düzeneği grafiği Şekil-3’de gösterilmiştir. 


Şekil-3: Örnek Matristen Elde Edilen Ağ Düzeneği Grafiği 
Tablo-1’ deki örnek matriste bulunan ilişkiler, ilişki “vardır” veya “yoktur” şeklinde oluşturulmuştur. Aktörler arasındaki ilişkilerin düzeyine göre de ağırlık verilebilmektedir (Hansen ve diğ., 2010). İlişki yoksa 0 değeri verilirken, ilişki durumu ağırlıklandırılarak veriler girilebilir. Aktörler arasındaki ilişkilere ağılık verilerek oluşturulmuş örnek matris tablo-2’ dedir. 

Tablo-2: Ağırlıklandırılmış Örnek Matris 

Ağırlıklandırıl mış örnek matristen elde edilen ağ düzeneği grafiği şekil-4’ dedir. 


Şekil-4: Ağırlıklandırılmış Örnek Matristen Elde Edilen Ağ Düzeneği Grafiği 

Aktörler arasındaki ilişkiler önem derecesine, ilişki sıklığına, aktörler arasındaki bağların güçlü veya zayıf oluşuna göre ağırlıklandırılabilir. İlişkileri ağırlıklandırarak değerlendirmek ilişki yoğunluğunu ve aktörlerin ağ düzeneğinde bulundukları konumun tam olarak belirlenebilmesini sağlamaktadır (Hansen ve diğ., 2010). 

Sosyal ağ analizleri ile ağ düzeneğindeki ilişkiler ve aktörlerle ilgili analizler yapılabilmektedir. Tablo-3’ de, aktörlerin sosyal ağ düzeneğindeki konumlarını tanımlamada kullanılan ölçüm yöntemleri bulunmaktadır. 


Tablo-3: Aktörler İçin Kullanılan Sosyal Ağ Düzeneği Ölçümleri (Braas, 1995) 

4. SOSYAL AĞ ANALİZİ VE LİDERLİK 

Aktörlerle ilgili olarak yapılan sosyal ağ analizi ölçümleri sonucunda, geleneksel örgüt araştırmalarında elde edilen bilgilerden farklı bilgiler elde edilebilmektedir. Özellikle ağ düzeneğindeki bireysel ve grup seviyesinde elde edilecek bilgiler, örgüt içindeki informal liderin, alt grupların ve alt grup liderlerinin, gruplar ve bireyler arasındaki bilgi akışını sağlayan aracıların tespit edilmesini sağlayabilmektedir. 

Bir sosyal ağ düzeneğindeki aktörler ve grupların rolleri Şekil-3’de gösterilmiştir. 


Şekil-5: Sosyal Ağ Düzeneği İçerisindeki Roller (Burt, 2010: 24 ’ den uyarlanmıştır) 

Şekil-5’ deki aktörlerden 1 numaralı aktör aracıların aracısı; 2, 3 ve 4 numaralı aktörler aracı; 5-10 arası olan aktörler grup lideri ve 11-28 arası olan aktörler de grup üyeleridir. Geleneksel örgüt araştırmalarında kullanılan analiz yöntemleriyle bu seviyede bir analiz yapılması ve birey olarak ağ düzeneğindeki rollerin tespit edilmesi mümkün değildir. 

Ağ analizi sonucunda merkeziliği en yüksek olarak tespit edilen aktör bilgi ve kaynak akışına hakim olduğu için ağ düzeneğinin lideri konumundadır (Dhanaraj ve Parkhe, 2006: 659). Sosyal ağ analizleri sonucunda örgütün veya grubun informal lideri tespit edilebileceği gibi lider-üye etkileşimi kuramının (Danserau ve diğ., 1975: 70-72) savunduğu grup içi ve grup dışı olarak adlandırılan gruplar da tespit edilebilmektedir. Bu konuda geleneksel lider-üye etkileşimi araştırmasına alternatif olmak üzere Kahraman (2012) tarafından yapılan 
araştırmada lidere yakın olan grup içi ve daha az yakın olan grup dışı üyeler sosyal ağ analizi yöntemi ile tespit edilmiş ve bu yöntem geleneksel lider-üye etkileşimi araştırmalarına alternatif olarak önerilmiştir. 

Geleneksel liderlik araştırmaları örgüt içinde bulunan üyelerin algılarının ölçülmesi yöntemi ile yapıldığından daha subjektiftir ve istatistiksel olarak da üyelerin sosyal beğenirlik kaygılarının etkisi altındadır. Bunun yanında üyelerin ilişkilerinin sıklığı daha objektif bir veri olduğundan sonuçları değiştirebilecek olumsuz etkileri en aza indirebilmektedir. 

Sosyal ağ analizleri ile elde edilen sonuçlar tek başına örgüt içindeki bireyler ve alt gruplar hakkında kullanıma hazır bilgi sağlayabilmektedir. Herhangi bir değişkenle ilişkisinin veya etkileşiminin belirlenmesine ihtiyaç yoktur. Bunun yanında sosyal ağ analizi ile elde edilecek sonuçlar ile herhangi bir örgütsel değişken arasındaki ilişkiler ve etkileşimler de istatistiksel analizlerle değerlendirilebilir. Örneğin Goodwin (2009), “lider çalışanlarca ne 
kadar merkezde görülüyor ise takipçilerin LÜE değerlendirmesi de o kadar yüksek olacaktır” değerlendirmesini yapmıştır. Aslında bu değerlendirme ampirik olarak sınanabilmektedir. 

Şöyle ki; Kahraman (2012) Liden ve Marslyn (1998) tarafından geliştirilen çok boyutlu lider-üye etkileşimi ölçeği (LMX-12) ile toplanan verilerle, sosyal ağ analizi sonucu elde edilen merkezilik değerlerini karşılaştırmış ve aktörün lider-üye etkileşimi kalitesinin o aktörün merkezilik değerini yordadığını tespit etmiştir. 

 Sosyal ağ analiziyle ağ düzeneğindeki liderin ve alt gruplarınbelirlenebilmesinin 
yanında potansiyel liderler de tespit edilebilmektedir. Şöyle ki; iç derece değerlendirmesi yüksek olan aktörler, ağ düzeneğindeki diğer aktörlerden kendisine doğru olan bağlantı sayısı fazla olan aktörler olduğundan ağ düzeneği içerisinde prestijli bir konumdadır. Bu konumu da aktörün kendisine potansiyel liderlik rolü sağlamaktadır. Benzer şekilde aracılık, yapısal boşluk ve köprü değerleri yüksek olan aktörler, aynı anda birkaç grupla etkileşimde olduğu için irtibatta olduğu gruplar değerlendirildiğinde avantajlı bir konumdadır ve bu grupların bilgi ve kaynak akışına etki edebilecek konumda olduklarından potansiyel lider rolündedir. Merkeziliği yüksek olan aktör lider rolünde olduğu gibi, merkeziliği lidere yakın olan diğer aktörler de potansiyel lider konumundadırlar. Aynı şekilde yakınlık derecesi yüksek olan aktörlerin diğer aktörlere olan mesafeleri kısa olduğu için etki etme potansiyeli, dolayısıyla da liderlik potansiyelleri yüksek olacaktır. Bu açıklamalar ışığında, ağ düzeneği 
içerisindeki lider ve portansiyel liderlerle ilgili yapılacak olan liderlik çalışmalarında, sosyal ağ düzeneği analizleri yardımcı olabileceği söylenebilir. 

Liderlik sürecinin bir örgüt veya grup içerisinde gerçekleştiği ve bu örgüt veya grubun liderin de içerisinde bulunduğu bir sosyal ağ düzeneği olduğu düşünüldüğünde, lider ve liderlik ile ilgili araştırmalarda sosyal ağ analizinin kullanımı geleneksel liderlik araştırmalarına farklı bir bakış açısı kazandıracağı söylenebilir. Bu konuda yapılacak çalışmalar araştırmacıların sosyal ağ analizleri sonucunda elde edecekleri bilgileri liderlik araştırmalarında nasıl kullanabileceğini tasarlayabilmesiyle çeşitlenecektir. Liderlik sürecini 
lider ve üyelerinin karşılıklı etkileşimleri olarak değerlendirirsek, sosyal ağ analizleri bu etkileşimleri birey ve grup bazında değerlendirmemizi sağlayacak çok çeşitli bilgiler sağlamaktadır. 

Bu bölümün amacı, liderlik konusunda araştırmalar yapan örgüt araştırmacıları na sosyal ağlar, sosyal ağ kuramları ve sosyal ağ analizleri konusunda kısaca bilgi sağlamak ve liderlik araştırmalarında sosyal ağ analizlerinin de kullanılabileceğini belirterek farklı bir bakış açısı sağlamaktı. Zira lider de bir bireydir ve üyeleri ile birlikte bir sosyal ağ düzeneği içerisinde bulunmaktadır. 

KAYNAKÇA 

Borgatti, S.P., Mehra A., Brass D.J. ve LABIANCA, G. (2009). The Social Network Perspective, Brunn S.D. (Ed.), Engineering Earth: The Impacts of Megaengineering Projects, Dordrecht, The Netherlands, Springer Science+Business Media. 

Brass, Daniel J. (1984). Being in the Right Place: A Structural Analysis of Individual Influence in an Organization, Administrative Science Quarterly, 29, 518-539. 

Braas D.J. (1995). A Social Network Perspective on Human Resources Management. Research in Personel and Human Resources Management, 13(1), 39-79. 

Bourdieu, P. (1986). The Forms of Capital, Handbook of Theory and Research for the Sociology of Education, Richardson, J.G. (Ed.,) Greenwood Press, New York, 241–258. 

Burt, S.R. (1992). Structural Holes: The Social Structure of Competition, Harvard University Pres. 

Burt R.S. (1997). The Contingent Value of Social Capital. Administarative Science Quarterly, 42, 339-365. 

Burt R.S. (2008). Structural Holes versus Network Closure as Social Capital, Social Capital Theory and Research. Transaction Publishers, New Jersey. 

Coleman, J.(1988). Social Capital in the Creation of Human Capital. American Journal of Sociology, 94, 95-120. 

Coleman, J.S.(1990). Foundations of Social Theory, Cambridge, MA: Harvard, University Pres. 

Dansereau, F., Graen G. ve Haga W.J. (1975). A Vertical Dyad Linkage Approach to Leadership within Formal Organizations: A Longitudinal Investigation of the Role Making Process. Organizational Behavior and Human Performance, 13, 46-78. 

Dhanaraj C. ve Parkhe A. (2006). Orchestrating Innovation Networks. Academy of Management Review, 31(3), 659-669. 

Gargiulo, M. ve Benassi M. (2000). Traped in Your Own Net? Network Cohesion, Structural Holes, and the Adaptation of Social Capital. Organization Science, 11(2), 183-196. 

Gnyawali, D.R. ve Madhavan R. (2001). Cooperative Networks and Competitive Dynamics: A Structural Embeddedness Perspective. Academy of Management Review, 26(3), 431-445. 

Goodwin V.L., Bowler W.M. ve Whittington J.L. (2009). A Social Network Perspective on LMX Relationships: Accounting for the Instrumental Value of Leader and Follower Networks. Journal of Management, 35(4), 954-980. 

Granovetter, M. (1973). Strength of Weak Ties. American Journal of Sociology, 78, 1360-1380. 

Granovetter, M. (1983). The Strength of Weak Ties: A Network Theory Revisited. Sociological Theory, 1, 201-233. 

Hansen D.L., Shneiderman B. ve Smith M.A. (2010). Analyzing Social Media Networks with NodeXL: Insights from A Connected World. KAUFMANN M. (Ed.), Massachusetts. 

Kahraman Ç.A. (2012). Sosyal Ağ Analizi Yöntemiyle Lider-Üye Etkileşimi Sürecinin İncelenmesi: Özgün Bir Yöntem Önerisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü. 

Kraatz M.S. (1998). Learning by Association? Interorganizational Networks and Adaptation to Environmental Change. Academy of Management Journal, 49(6), 621-643. 

Koka B.R., Madhavan R. ve Prescott J.E. (2006). The Evolution of Interfirm Networks: Environmental Effects on Patterns of Network Change. Academy of Management Review, 31(3), 721-737. 

Liden R.C. ve Maslyn J.M. (1998). Multidimensionality of Leader-Member Exchange: An Emprical Assesment Through Scale Development. Journal of Mangement, 24(1), 43-72. 

Parkhe A., Wasserman S. ve Ralston D.A. (2006). Introduction to Special Topic Forum, New Frontiers in Network Theory Development. Academy of Management Review, 31(3), 560-568. 

Pfeffer J. ve Salancik G.R. (1978). The External Control of Organizations: A Resource Dependence Perspective. Harper & Row Publishers, New York.. 

Podolny, J.M. (2001). Networks as the Pipes and Prisms of the Market. The American Journal of Sociology, 107(1), 33-60. 

Seibert S.E., Kraimer M.L. ve Liden R.C. (2001). A Social Capital Theory of Career Success. Academy of Management Journal, 44(2), 219-237. 

Rangan, S. (2000). The Problem of Search and Deliberation in Economic Action: When Social Networks Really Matter. Academy of Management Review,25(4), 813-828. 

Sözen H.C. ve Sağsan M. (2009). Social Networks Versus Technical Networks: How Different Social Interaction Patterns Effect Information System Utilization in the Organizations?, Journal of US-China Public Administration, 6(7), 65-72. 


***

Kandil’e Operasyon..

Kandil’e Operasyon.. 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
06 Haziran 2018 

 Son günlerde Türk Silahlı Kuvvetleri.nin PKK terör örgütünün yuvası olarak bilinen Irakın kuzeyindeki Kandil bölgesine yönelik geniş kapsamlı bir operasyon başlattığı haberleri gelmeye başladı. Böyle bir operasyonu çok gecikmiş de olsa tabii ki sevinçle karşılaşıyoruz. 2007 yılında yayınlanan „Irak Dosyası. isimli kitabımda da Kandil.e yapılması elzem olan harekât ile ilgili detayları anlatmıştım. Kandil, terör örgütünün saklandığı, eğitim ve planlar yaptığı üs bölgesi ve deyim yerinde ise yılanın başı. Diğer yanda Irak.ın kuzeyi 
(Kuzey Irak değil) terör örgütünün çeşitli üslerini barındırıyor. Türkiye bugüne kadar terör örgütünün iki kere belini kırdı, bunun sırrı Irak.ın kuzeyinde vurulan darbelerdi. Şimdi yılanın başı hedefleniyor. Terörle mücadelede dördüncü dönemde ve teröre ölümcül bir darbe vurmak için kritik bir safhadayız. Terör örgütü büyük çoğunluğu ile Suriye.nin kuzeyinde ABD.ye paralı asker yazılmışken, Irak.ın kuzeyini düzenlemenin tam zamanıdır. Ne demek istiyoruz 
anlatalım. 

 Terör ile mücadelenin neresindeyiz? 

1984 yılında Şemdinli ve Eruh baskınları ile eylem safhasına geçen PKK terör örgütü ile mücadeleyi genel olarak dört safhaya ayırmak mümkündür. Bunlardan 1984-1990 ve 1991-2003 yılları arasındaki dönemlerde PKK bölücü terör örgütü ile mücadelede askeri alanda başarılı olunmuş ancak ekonomik ve sosyo-kültürel yönleri ile terörü besleyen kaynaklar ortadan kaldırılmadığı için terör örgütü yeniden doğmuştur. Terör örgütünün Irakın kuzeyinde yeniden doğma şansı ABD sayesinde (1990 Körfez Savaşı ve 2003 Irak Savaşının Irak.ın kuzeyinde meydana getirdiği boşluk bulması) olmuştur. 1 Mart 2003.de TBMM.de ABD ordusu ile Irak.ın kuzeyinde yapılacak operasyon için gerekli tezkerenin 
reddi sadece Barzani ve Talabani yi değil PKK yı da oldukça rahatlattı. PKK saldırıları yıldan yıla katlanarak arttı ve 2006 yılında PKK eylemleri sonucu asker şehit sayısı 121.e yükseldi. 2007 yılında hükümetin terörle mücadele konusunda strateji değişikliğine gitmesi ile “terörle müzakere” adını verdiğimiz ya da hükümetin çözüm süreci” dediği dördüncü dönem başlamıştır. 2009 yılında Habur olayı, Oslo Görüşmeleri yaşanmıştır. 1 Ekim 2014 te Resmi 
Gazete.de yayımlanarak başlayan çözüm süreci ve 2 yıl süren sözde ateşkes süresince, PKK terör örgütü bölgede halk üzerinde baskısını arttırarak, varlığını pekiştirmişti. 

 PKK terör örgütü Suriye.de yaşadığı şehir savaşı tecrübesini aktif şekilde Türkiye de pratiğe çevirmek isteyince, 22 Temmuz 2015 tarihinden terör ile mücadeleye yeniden başlandı. PKK.nın kırsala dayalı “şehir savaşları” efsanesi Güneydoğu.da yaklaşık bir yıllık bir süreç sonunda çöktü. TSK.nın kararlı operasyonları ile çözülme aşamasına gelen PKK son kozlarını paralı askerler ve intihar bombacıları ile oynadı. PKK.nın Suriye.deki kolu YPG, Temmuz 2012.den başlayarak Afrin, Kobani ve Cezire.yi kontrol altına almaya başladı. 
Son yıllarda, Suriye.de IŞİD.in bıraktığı topraklar YPG/PKK.ya, Irak.ta ise Barzani.ye gitti. Suriye.de YPG/PKK, çakma 1.5 milyon nüfus (%7) ile ülke topraklarının %20.sine, petrolünün %34.üne sahip olmaya hazırlanıyor. Türkiye, son bir yıl içinde ülke içindeki PKK yuvalarına yönelik etkili operasyonlar yaptı. PKK.nın kış yapılanmasına izin verilmedi. Abdülkadir Selvi.nin haberine göre; Kandil operasyonu Mart ayında başladı. Irak.ın içlerinde ise Kandil ile Suriye arasındaki irtibatı koparmak için çevreleme harekâtı sürüyor. Kandil ile 
PYD-YPG arasındaki bağı koparma adına PKK.nın Sincar.dan çıkarılması kısmen 
gerçekleşti. 

 Terör mücadele prensipleri ve Kandil’e harekatın önemi.. 


Türkiye uzun zamandır hem etrafında harita değişikliklerine hem de Kürt sorununun sözde siyasi yollarla yani masa başında çözerek federalizme sürüklenmek isteniyor. İyi anlaşılması gereken bir konu Türkiye.de Kürt sorunu yoktur, Kürtçülük sorunu vardır. Bu sorun siyasi bir sorun değildir çünkü siyasi olarak Türkiye.de bir ayrımcılık yoktur. Dolayısı ile „siyasi çözüm. diye bir şey de yoktur. İçinde bulunduğumuz diğer bir büyük yanılgı; terörün silahsız, barışçı bir biçimde çözülebileceği, “akan kan dursun” gibi masum söylemler altında devletin terör örgütü ile masaya oturarak sorunu çözebileceği illüzyonudur. Terörün 
silahsız çözümü yoktur; terör örgütü umudunu kaybedip, dağılma sürecine girmedikçe ve yenilgi belirginleşmedikçe hiçbir ödül teröristi tatmin etmez. Kürtçülüğe hizmet etmek için bazı iç ve dış merkezlerden pompalanan bu algılama terörle mücadelede 2007 sonrası askeri pasifizmden daha tehlikeli sonuçlar doğurmuştur. İdeolojik mücadelenin temeli romantizmi ve din anlayışını pompalamak değil, Atatürk sevgisini ve düşüncesini bölgeye yaymaktır. 

Terörle mücadelede bugüne kadar yapılanlar başarılı ancak yetersizdir. Bölücü terörle mücadelenin bazı temel prensipleri vardır; 

 - Terörle mücadele ülke içinde kaybedilir, ülke dışında kazanılır; bu mücadeleyi ülke içi ile sınırlı tutarsan dışarıdaki kaynağı kurutamadığın için bir gün kaybedersin. 

 - Terörle mücadelenin silahsız bir çözümü yoktur ama sadece silahla da kazanamazsın; terör örgütünü yok etmek kadar terörü besleyen sosyal ve ekonomik vasatı ortadan kaldırmak için tedbirler alınmalıdır. 

 - Terörle mücadelede ülke içinde halkın beyninde kazanılmalıdır; bunun için ortak bir ideoloji, hoşgörü ve halkın yerel kültürüne saygı esastır. Bölge insanın eğitim ve kültür seviyesinin geliştirilmesi ve bilinçlendirilmesi de en az diğer tedbirler kadar önemlidir. 

 - Terör örgütünün stratejisi halkı yıldırmak ve devletle masaya oturmaktır. Terör örgütünün beli kırılmadan terör örgütü ile müzakere yapmak, yenilgiyi kabul etmek demektir. 

Terörist, terör örgütü ve terörizmle mücadele ayrı ayrı şeylerdir. Türkiye, bugüne kadar terör örgütü ile mücadele etmiş, bu mücadele de büyük ölçüde asıl işi konvansiyonel savaş olan askerlere devredilmiştir. Siyasi iktidarın sorumluluğundaki terörizmle mücadele için gerekli olan ve sosyal ve ekonomik boyutlarda etkili bir program yürütülmesi hep eksik kalmıştır. 

 Sonuç.. 

Kandil Harekâtının kapsamı bölgedeki terör örgütü kalıntıları temizlenene kadar 
denetimi sürdürmek yanında bu harekât ile Irak.ın kuzeyindeki siyasi ve idari yapı yeniden düzenlenmek, Türkiye.nin güvenliği ile ilgili istikrarlı bir ortam sağlanana kadar tampon bir bölgede kontrolü devam ettirmek olmalıdır. Kandil.e Türk bayrağının dikilmesi PKK ile mücadelede bir dönüm noktası olacaktır. Bölgede siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel yönleri ile tam bir dönüşüm sağlanabilmesi için Irak.ın kuzeyinin askeri kontrol altına alınması ve ardından yeniden yapılanmanın sağlanması için gerekli alt yapı ve yumuşak güç kurgusu 
hazırlanmalıdır. Bunun için Türkmenlerden yararlanılmalı ve Barzani tarafından yok edilen Türkmen demografisi onarılmalıdır. Suriye.de isse YPG/PKK tehdidine odaklanılmalı, öncelik bölücü terör ile mücadeleye verilmeli ve Suriye.nin bütünlüğü desteklenmelidir. Son olarak, gerek harekâtın gerekse bu harekâtı yöneten komutanlarımızın desteklenmesi her türlü siyasi düşüncenin ötesinde milli bir görevdir ve günlük siyasi tartışmalara alet edilmemelidir. 





***

İsrail’in Kıyamet Senaryosu..

İsrail’in Kıyamet Senaryosu.. 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
01 Mayıs 2018 

Dünya, sandığınızdan çok daha farklı kişiler tarafından yönetilmektedir. Adına 
„küresel sermaye. dediğimiz, kendi kişisel, aile ve şirket çıkarları için küresel düzeyde paraya ve sermayeye hükmeden, ülkeleri savaşlara sokan, ekonomilerini batıran bir çıkar grubu ağı var. Bunlar sürece dâhil olmazlar, ortalıkta görünmezler, hiçbir iktidardan etkilenmezler. Son iki yüzyıldır dünyaya yön veren güçlerin arkasında Yahudi parası ve onların yönlendirdiği „karanlık asalet. var. Başta İngiliz Windsor.lar olmak üzere Avrupa.daki 30 kadar hanedana yön veren Rothscild ailesi oldu. Küresel sermaye, 1945 yılında güçten düşen İngiliz atından inmiş, merkezini ABD.ye taşımıştır. 

Küresel Sermaye.. 

İki ana grup olan İsviçre-Basel.deki Rothschild ailesi ile ABD.deki Rockefeller 
ailesinin öncülük ettiği FED ve Avrupa merkez bankalarını kontrol altına almışlardır. Başta dünya savaşları olmak üzere tüm küresel savaşları bu sistem finanse etmiş, ABD başkanlarının kim olacağına karar vermiştir. İşleri paradan para kazanmak olan küresel sermayenin planlama merkezi, paranın değerinin belirlendiği (City) Londra.dadır. Aksiyon merkezleri ise Wall Street, Belçika-Brüksel ve Singapur.dadır. Bu sistem, İsviçre Basel.de Rotschild.in başında olduğu BIS (Uluslararası Ödemeler Bankası) tarafından yönetilir. Rockefeller ailesi bugün CIA ve ABD Savunma Bakanlığı.na hâkimdir. 

ABD başkanı olan Trump.ın da iktidarda kalması Siyonist planlara yapacağı katkıya bağlıdır. Kirli geçmişi nedeni ile Trump, şantaj altındadır ve Siyonist akıl hocaları ve şahin generallerin kuşatması altında, İsrail.in hizmetine sokulmuştur. Bugün Ortadoğu.da ve özelde Suriye ve İran için yaşanan gelişmeler ve Amerikan politikaları İsrail.in güvenliği ve büyük planları için yeni bir aşamadır. Dizginleri iyice ele aldığını sanan Benjamin Netanyahu, kıyamet senaryosu için en uygun zamanda olduğunu hesaplamaktadır. Armageddon, dünyanın 
sonuna doğru yapılacağı kehanet edilen büyük Kıyamet Savaşı.nın adıdır. 

Armageddon.. 

 Dini referanslara göre; bu savaşta, (İslam.da „Melhame-i Kübra) Torosların eteğindeki Amik Ovası.nda iki taraftan birer milyonluk ordu karşı karşıya gelecektir. 80 tümenlik İslam ordusunun 17 tümeninin tamamen Türklerden oluşacağı belirtilmiştir. İslam ordusunun komutanlığını Mehdi yapacak ancak kendisinden çok az kişi haberdar olacaktır. Hıristiyanlık ve Musevilik.te bu savaşın Mesih.in önderliğinde yapılacağına inanılmaktadır. Hıristiyanlığa 
göre; Armageddon Savaşı bütün yeryüzünü kapsayacak ve şiddetli olacak; yalnızca Atanmış Kral'ın tarafındaki insanlar sağ kalacaklar, diğerleri ise yok edilecektir. 

 Özetle, tarih üç semavi (tek kitaplı) dinin ortaya çıktığı Orta Doğu.da başladı ve 
burada bitecektir. Yahudiler, Amerika.daki Evanjeliklerle birlikte kıyamet senaryosunun ve Büyük İsrail projesinin arkasındadır. ABD Başkanı Ronald Reagan, 1980 ve 1983'deki konuşmalarında „Armageddon.u yaşayacak nesil biz olabiliriz. demişti. Başkan Bush da Irak.ı işgal kararını verirken bu teolojinin etkisindeydi. Amerika.daki Cumhuriyetçi Parti içinde Armageddon beklentisi içinde olan gruplar oldukça güçlüdür. Orta Doğu.da Arap Baharı sonrası gelişmeler ve yaklaşan İran Savaşı bize Armageddon.u tarif ediyor olabilir. 

 Tek Dünya Devleti için ABD askeri.. 

ABD.nin küresel sistemde izlediği stratejinin gerisinde Realizm odaklı „güç dengesi. ve „çıkar maksimizasyonu. esas olmuştur. Güç dengesi, askeri planların meşruiyeti için gerekli ittifakları sağlama ve silah satmak için gerekli çerçeveyi oluşturur. Güç dengesi için gerekli tehdit unsuru Soğuk Savaş.ta Komünizm idi. Şimdi ise demokrasi, terörle mücadele ve son yıllarda „diktatörü kovma oyunu. oldu. Orta Doğu petrolünün Suudi Arabistan %24.üne, Irak %12.sine ve Kuveyt %8.ine sahiptir. Petrol sahibi Arap hanedanlıklarının tamamı yaşamak için ABD şantajı altındadır. Sırada petrolün %16.sına sahip olan İran var. 

 Orta Doğu.da İsrail.in kurulmasından bugün yaşanan tüm çekişmelere kadar geri planda Siyonizme hizmet eden ve bugün ABD atına binmiş küresel sermayenin hesapları vardır. Bu hesaplar yakın planda küresel sermayenin petrol ve doğal gaz şirketlerine hizmet ediyor gözükse de orta vadede Ortadoğu ve dünyanın diğer bölgelerinde kaos stratejisi ile karanlık yani yönetilemeyen bölgelerin genişletilmesini içerir. Uzun vadede ise ulus-devlet yapılarının çökertilmesi ile hegemonik istikrar sağlayacak “tek dünya devleti” projesi 
bulunmaktadır. Bu dünya devletinin efendileri ise yukarıda bahsettiğimiz çıkar ağı olacaktır. 

 ABD askeri gücü sözde güvenlikleştirme rolü ile her coğrafyada istikrarsızlaştır manın çeşitli kisvelerle sağlanmasının ana unsurudur. Bu yüzden ABD, terör madalyonun iki yüzünde de vardır. Yani terör örgütlerini kuran ve onlarla mücadele görüntüsü altında kendine vekil yapan anlayıştır. Son yıllarda ortaya çıkan yeni güvenlik teknolojileri, başta küresel gözetleme kabiliyetleri, siber istihbarat ve insansız hava araçları ABD askeri mekanizmasına gerekli teknolojik üstünlüğü sağlamaktadır. Bu teknolojiler aynı zamanda Amerikan asker 
sayısı zafiyetini kapatmaya yarar ver sanayi-savunma kompleksinin gelir kaynağıdır. 

 Hedefte Türk Dünyası da var.. 

 Orta Doğu.da gelinen aşamada „Yeni Ortadoğu. haritası içinde bazı ülkeler bölünecek, bazıları federasyon haline getirilecek, yeni İsrail.ler ortaya çıkacaktır. Avrasya coğrafyasına geçiş, İran ile başlayacaktır. ABD Ordusu, onyıllardır İran ile savaşa hazırlanıyor. Kuvvet yapısı içinde öngörülen “geçiş ordusu” ve füze kalkanı bu amaca hizmet edecek. “Dönüşüm ordusu” ise Çin.e yönelik hazırlanıyor. Obama yönetimi, henüz hazır olmadıkları için İranın 
hızını bir nükleer anlaşma ile kesmek istemişti. Ama Trump yönetimi, bu anlaşmayı da bozacak adımlar atıyor ve savaşa hazırlanıyor. 

 Orta Doğu.da son dönemde gittikçe artan silahlanma gayretleri ve ABD ve İsrail.in arkasında olduğu İran karşıtı koalisyonun hazırlanması ve Müslüman ülkeleri birbirine kırdırma stratejisi büyük savaşın ayak sesleridir. Çanlar, İran için çalıyor. Amerikalılar, savaş oyunlarında muhtemel muharebeleri simülasyon ile test ediyor ve kabiliyetler canlı ateş tatbikatlarında deneniyor. İran.da tetiklenen ayaklanmalar ile halkı test ediliyor. 

Konvansiyonel savaş için büyük bir İran provokasyonu gerekli, bunun için deniz yolları üzerinde bir saldırı komplosu düşünülüyor. 

 İsrail Başbakanı Netanyahu, ABD ile birlikte bir Orta Doğu Savaşı çıkarma peşinde çok önemli bir tarihi fırsat yakaladığını düşünüyor. Küresel sermaye ile şantaj altına aldığı Amerikan askeri ve Orta Doğunun kukla Arap hükümetlerini yanına alarak, Büyük İsrail.i doğuracak Kıyamet Savaşını tetiklemeyi hesaplıyor. Küresel sermaye ise İran coğrafyasına yerleşerek, Orta Asya.nın kaynaklarına da rahatça el atabilecek ve nihayet karadan da Asya-Pasifik.e de uzanabilecektir. Büyük Orta Doğu Projesi sadece İslam Dünyasını değil, Türk 
Dünyasını da hedef alıyor. Kıyamet Savaşı, bizlerin de sonu olabilir. Türkiye; Irak ve Suriye.de olduğu gibi İran konusunda da ABD.nin tuzağına düşmemelidir. 

 ***




Beyin Göçü ve Göçmenlerin Eğitimi Perspektifinde Türkiyenin Önündeki Tarihi Fırsatlar ’ BÖLÜM 2


Beyin Göçü ve Göçmenlerin Eğitimi Perspektifinde Türkiyenin Önündeki Tarihi Fırsatlar ’ BÖLÜM 2



Özel eğitim sektörünü ciddi şekillerde destekleyen Türkiye’de özellikle son yıllarda en yoksul bölgelerde eğitim finansmanındaki gerileme (yoksul semtlerde öğrenci sayısı fazla, okulun temel giderleri ısınma/boya/tamirat vs. yeterince karşılanmıyor, fiziksel altyapı ve öğretmen yetersiz…) sarsıcı boyutta. Türkiye en yoksul ve savunmasız durumdaki çocuk ve gençlerin devam ettiği yoksul semtlerdeki devlet okullarının eğitim finansmanından kesintiye giderek, özel okul ve kolejlere eğitim finansmanı aktarmayı bırakmalıdır. 

VELİLER ÖZEL OKUL VE KOLEJLERİN KUCAĞINA İTİLİYOR! 

Türk siyasetçileri, bir yandan ülke genelinde bir ‘inovasyon ve yetenek açığı’ndan yakınırken, diğer yandan da devlet okullarına yardım bütçelerinin küçüldüğünden bahsetmeyerek aslında en temel bir eleştiriyi savuşturmaya 
devam etmektedir. 

Türkiye, bilimsel, çağdaş, inovatif ve nitelikli eğitim sistemine yeterince yatırım yapmadığı için; eğitimin çocuklarının geleceği açısından hayati önem taşıdığının farkında olan anne-babalar kontrolsuz bir şekilde açılan ve kâr amacı güden kalitesiz özel okul ve kolejlerin kucağına itilmeye devam edilmektedir. Türkiye’deki eğitim sistem anarşisi ve izlenen sert neoliberal politikalar sayesinde veliler özel okul/kolej ile kaliteli öğrenme arasında güçlü bir ilişki olduğuna inandırılmışlardır. Paran kadar eğitim, paran kadar kaliteli okul anlayışı toplumun kanaati haline gelmiştir. 

TÜRKİYE EĞİTİME ÇOK GEÇ BAŞLIYOR! 

Halbuki veliler ve öğrenciler bunun yerine, eğitimde daha yüksek verimlilik, inovasyon ve fen, teknoloji, yazılım, yapay zeka, kodlama, matematik liseleri, mühendislik, dijital, mesleki eğitim seçenekleri çevresinde şekillenmeliydi. Bunlara gerçekten ve acilen ihtiyaç var. Ama bütün bunlar için öğrenmeye daha erken yaşta başlamamız, öğretmenlere ciddi yatırım yapmamız ve milli eğitimi deneme tahtası olmaktan kurtaracak politika düzeltmeleri ve kestirme çözümleri bilen vizyonel, tecrübeli ve liyakatli bir eğitim yöneticisi ekibine ihtiyacımız var. 

Türkiye eğitime çok geç başlıyor. Büyük hedef ve iddiaların Türkiyesi çocuklarını ilkokula başlamadan çok çok önce, daha doğar doğmaz eğitime başlatmalıdır. En azından üstün yetenekli ve üstün zekalı çocukların eğitimine daha erken başlamakla işe başlamalıdır Türkiye. Çocukların beyin gelişimi üç yaşına kadar yüzde 80 oranında tamamlanıyor. Eğitime erken ve iyi başlamanın beyin biliminden pedagojiye birçok kanıtı bulunmaktadır. Türkiye üstün zekalı ve üstün yetenekli bu çocuklara nasıl kaliteli ilgi ve destek sağlanacağı konusunu başarmalıdır. Ayrıca erken eğitim vasıtasıyla Türkiye (ilkokul öncesi eğitim) çocuklara daha fazla sosyal, bilişsel ve duygusal gelişim fırsatı sunarak, yeni dünyanın ehliyet ve vasıflarına daha kolay adapte olmalarını sağlamış olacaktır. 

KALİTELİ EĞİTİMİN TEMEL UNSURU KALİTELİ ÖĞRETMENDİR! 

Kaliteli eğitimin temel unsuru kaliteli öğretmenlerdir. Dünyada öğretmenlerini yenilik yapma, hem öğrencilerin hem de ülkenin ihtiyaçlarına adapte olmaları konusunda özgürlükçü bir şekilde destekleyen ülkelerde muhteşem 
kalitede başarılar yakalanıyor. Türkiye öğretmen yetiştirme politikalarından öğretmenlerin görevde yükselme/terfileri, ödüllendirme ve ücretlendirilmelerine kadar ciddi bir revizyona gitmesi gerekiyor. Türkiye’nin hem alanlarında uzman, hem rol model kişilikli, hami, rehber ve danışman öğretmenleri istihdama ihtiyacı vardır. 

Türkiye’de öğretmenlerin iş kaybı oldukça yüksektir. Türk eğitim sistemi doğru becerilere sahip öğretmenleri yetiştirme, işe alma ve görevde yükseltmekte zorlanan bir yapıya sahiptir. Türkiye’yi yeni dünyanın gerektirdiği boyutta bir değişime hazırlamak ancak öğretmenler sayesinde ve okullarda mümkündür. Kopyeci eğitim uygulamalarıyla ve tercüme odasından çıkmayan reformcularla, küçük çaplı inovasyonlarla bu mümkün değildir. 

Türkiye öğretmenlerinin iyi eğitimli olduğu ve yüksek maaş aldığı, güçlü, çağdaş, bilimsel ve demokratik ulusal eğitim sistemi oluşturmaya öncelik vererek, nitelikten önce niceliğe finansal yatırım yapan bir eğitim sistem devrimi başlatmalıdır. 

Günümüz dünyasında bireyler, toplumlar ve ülkeler güçlü bir istikbal adına fark yaratmak, sıçrama yapmak için en proaktif belirleyici olan eğitime bel bağlıyor. Nitelikli eğitimin bireysel, toplumsal ve ülke olarakta istikrar açısından da ciddi sonuçları var… 

TÜRKİYE BEYİN GÖÇÜ VE BEYİN EROZYONU SORUNUYLA YÜZLEŞMELİDİR! 

Türk beyin göçünün tek suçlusu rejim yahut eğitim sistemi değildir. Türkiye izlediği vahşi neoliberal politikalar nedeniyle insanlarını para odaklı, aydınlarını ilkesiz, toplumunu da ahlak ve erdemi baskılayıp ezmeye çalışan avantacı ve torpilci bir rol modelliğe sürüklemeye devam etemektedir. Türkiye’nin yüzleşmesi ve çözmesi gereken sorun budur. 

Türk beyin erozyonunun nedenlerini Türk toplum yapısınıdan kaynaklanan sosyal baskı ve hastalıklarda, topluma enjekte edilen selefi dini öğretilerde, adil ve eşitlikçi fırsatlar sunmayan ekonomik düzende ve diğer taraftan da Batıya yönelik özgürlük ve refahla eşgüdümlü cezbedici algılarda da aramak gerekiyor. 

Beyin göçünün en önemli nedeni olarak genellikle siyasî faktörler üzerinde yoğunlaşan akademisyenlere göre, ilim-irfan ehline baskı uygulayan ve bu kesime karşı nefret besleyen siyasi iktidarlar, aydınları, ilim adamlarını, 
düşünürleri ve akademisyenleri sindirerek bu kişilerin kendi istekleriyle göç etmelerini sağlamaya çalışıyor. 

TÜRKİYE’DE BİLİMSEL DÜŞÜNCE AŞAĞILANIYOR! 

Örneğin Türkiye’nin en büyük cemaatlerinden birisinin lideri televizyonlara çıkıp İsviçre’nin Cern kentindeki insanlığın en büyük bilimsel araştırmasını aşağılayıp /dalga geçiyor. Türk toplumuna bilimsel düşünceyi, aklını kullanmayı adeta kötü/günah/boş iş gibi gösteren bu dip algı operasyonuna ne bir devlet yetkilisi ne de bir bilim insanı karşı çıkıp eleştirmiyor, eleştiremiyor. 

Türkiye’deki rejim ve insanlarımızı ilkel milliyetçilik / din ve hibrit ideolojiler üzerinden dönüştüren toplum mühendisleri ülkemizi geliştirecek, muasır medeniyet düzeyinin üzerine sıçratacak evsaftaki âkil insanları güvensiz ve huzursuz ederek Batılı ülkelere gitme kararını bizzat kendilerinin almalarını sağlıyor. 

Türk aklının dışarıya göç etmesine sebep olan en başat etmenlerden birisi de aydınların aydınlara uyguladığı baskıdır. Türk beyin göçü olgusundan nefret ve esefle bahseden aydınlar/akademisyenler/işadamları/sanatçıların çoğu bu sorunun tırmanmasında bizzat etkin faktör olup nice yetenekli ve istikbal vaadeden insanımızın yurtdışına gitmesine/kaçmasına neden olmaktadır. 

Türkiye’deki sosyal, siyasal ve ekonomik çevrenin, kendini akil insanlara dayatan sağlıksız yapısı rehabilite edilmelidir. Çünkü yurtdışına kaçan/giden bireyin yaşadığı sorun ve endişelerini davranış biçimine dönüştürme, tepkiselleştirme tarzı tamamen bu dayatmaların gücü ve keyfiyetine bağlı olmaktadır. 

Bu itibarla genel toplum yapımız sosyolojik olarak hâlâ köylülüğe dayanmakta dır. Siyasî yapımız otoriter, toplumsal yapımızda baskıcıdır. Bu realitenin gereği olarakta bireyin/aydının toplumun/ülkenin çıkarını feda etip kendi çıkarına/çıkar ortaklarına sığınması/kaçması da oldukça reeldir. 

AYDINLARIMIZ / AKADEMİSYENLERİMİZDE YASAKÇI! 

Bugün Türkiye’de aydınların/akademisyenlerin yönettiği bir çok STK veya platform Batılı finansörlerin katkı ve telkinleriyle yürütülüyor. Bu STK ve platformlarda çoğu aydın ve düşünür yer bulamamaktadır. Bu STK ve 
platformları tekellerinde tutan, kendi yandaşları ve yazarlarını istihdam eden, her STK ve platform kesiminin diğerine yasak koyduğu bir Türk aydını/düşünürü manzarası artarak devam ediyor Türkiye’de. 

Türkiye’de böyle bir çok STK ve platform var fakat amaç, halkın gerçek gündemini ilgilendirmeyen, milletin kalkınmasına, aydınlanmasına katkısı olmayan bir takım suni ve özel gündemler üzerinden karşı görüşe galip 
gelmek ve kendi görüşlerini yaymak olagelmiştir. 

Türk aydınlarının STK ve platformlarda bu vazifeleri sorgusuzca ve büyük bir iştahla kabul etmesinin sebeplerinin beyin göçünün evrim süreciylede oldukça mühim ilişkisi bulunmaktadır. 

Türkiye’de öteki görüşün engellenmesi ayıbı olağan görüldüğü gibi televizyonlar da da kimi görüştekilerini engelleyen, otorite dışında görüştekileri kabul etmeyen, hatta aynı görüşte olup farklı eğilimden olan birisi konuk 
edilse dahi söylemek istediği şeyi tam olarak söylemesini önlemek için sözleri sunucu tarafından yahut diğer katılımcı tarafından defalarca kesilen durumlara sıkça tanık olmaktayız. 

AYDINLAR / AKADEMİSYENLER BASKIYA VE ÖTEKİLEŞTİRMEYE ALET OLMAMALIDIR! 

Şüphesiz karşıt fikirleri sindirme ve farklı bakış açılarını baskılama şeklindeki toplumsal alt kültür ve siyasi politikalar aydın beyinlerin göçetmesini etkileyen en temel nedenlerden birisidir. Bu minvalde toplumda palazlanan kin ve nefret tohumları ciddi dip/iç tartışma ve çatışmalara neden olmakta ve ülke genelinde hemen her alanda çirkin ve rezil bir siyasetin yaygınlaşmasını tetiklemektedir. 

Türk aydınları/akademisyenleri bu baskıcı ve ötekileştirici siyasete, finansörlü vazifelere alet olmamalıdır. Demokrasi, özgürlük, insan hakları, çağdaşlık, çoğulculuk konularında hamasetle nutuk atan aydınlarımız/akademisyenlerimiz kendi meslektaşlarına karşı teoride destekledikleri davranış biçimini pratiktede 
göstermekten imtina etmemelidir. 

DAVRANIŞ BOZUKLUKLARININ KÖKENİ İLKESİZ / OPORTÜNİST EĞİTİM SİSTEMİDİR! 

Türk aydınının/akademisyeninin bu şekillerde tezahür eden davranış bozukluklarının köklerini, ilkesiz/ oportünist eğitim sisteminde/şeklinde aramak gerekiyor. Zira Türk eğitim sistemi ve akademiyası şahsî çıkarlar için ilkeleri 
feda etmeyi uygulamalı olarak öğretmektedir. 

Türk milletinin zararı pahasına kendini otoriter rejime yahut Batılı güçlere satmaya hazır aydın tipini yetiştiren kesinlikle mevcut Türk eğitim sistemi ve Türk akademiyasıdır. Birkaç kuruş karşılığında milletine ihanet etmeye, 
aşağılamaya hazır aydınlar yetiştiren sistemle, toplumsal yapıyla ve ekonomik düzenle daha ne kadar devam edilebilir. 

Türkiye’de topluma dayatılan GDO’lu din eğitimi / her türlü ilkel ideolojik propagandalar başta olmak üzere, aydın ve akademik görünümlü bir çok STK’nın faaliyetleri, politikaları ve araştırmaları büyük oranda Batılılara / emperyalizmin çıkarlarına hizmete yöneliktir. Aydın ve akademik görünümlü bir çok STK ve platformun çağu çalışmaları, Batılıların siyasi plan ve proje oluşturmak için istifade ettikleri bilgi notlarıdır aslında. 

AYDINLAR / AKADEMİSYENLER BATININ ÇIKARLARINA ALET OLMAMALI! 

Çünkü Türk toplumu Batılı araştırmacı, aydın ve akademisyenlere şüpheyle yaklaşıyor onlarla işbirliği yapmaktan çekiniyor. Dolayısıyla Türk toplumu hakkında reel veri toplayamayan Batı, devşirdiği/para verdiği Türk  aydın /araştırmacı/akademisyenler maharetiyle bunu sağlıyor. 

İslamlaşma adı altında yapılan sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve eğitsel bir çok reform ve sistemik devrim toplumu dönüştürerek/evrilterek emperyalizm için daha çok kullanışlı hale getiriyor. Ne yazıkki Türk aydınlar / akademisyenler / ilim-bilim adamları bu duruma ya ses çıkarmayarak yahut destekleyerek emperyalizme gönüllü olarak hizmet ediyor. Klasik emperyalizm, ekonomik emperyalizm ve kültür emperyalizmi kıskacındaki Türk toplumuna hibrit bir Batılı eğitim vererek onu Batıya hayran, ülkesini ve halkını hor gören bir kıvama getiriyor. Emperyalizm Türk aydınları, yazar, araştırmacı ve akademisyenleri bu gayeyi gerçekleştirmek için araç olarak kullanıyor. Özellikle İslami hareketler ile ırkçı/milliyetçi - bölücü hareketler/oluşumlar hakkında yapılan araştırmalar Batının izleyeceği politikaları netleştirmesinin kaynağını oluşturuyor. 

Sonuç olarak, makam/mevki/para ve menfaat için halkın çıkarlarını görmezden gelen ilkesiz aydınlar/akademisyenler/yazarlar/gazeteciler gerçek halkçı aydınları baskı altına alıp ezmeye çalışarak beyin göçünün artmasında önemli rol oynamaktadır. Sermayenin ve çeşitli istihbarat örgütlerinin muteberi aydınlar / 
akademisyenler / gazeteciler / yazarlar Türk aklının göçünün en stratejik müsebbibi olmaya devam etmektedirler. 


***

Beyin Göçü ve Göçmenlerin Eğitimi Perspektifinde Türkiyenin Önündeki Tarihi Fırsatlar ’ BÖLÜM 1

Beyin Göçü ve Göçmenlerin Eğitimi Perspektifinde Türkiyenin Önündeki Tarihi Fırsatlar ’ BÖLÜM 1






Gürkan AVCI
Beyin Göçü ve Göçmenlerin Eğitimi Perspektifinde, Türkiyenin Önündeki Tarihi Fırsatlar, Genç Demokratlar Vakfı bünyesinde Nisan 2018 itibariyle kurulan İNOSAM’ın Balgat Merkez ofisinde 30 Haziran 2018 tarihinde ‘Beyin Göçü ve Göçmenlerin Eğitimi Perspektifinde Türkiye’nin Önündeki Tarihi Fırsatlar’ temalı bir yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirildi. İNOSAM ve üye STK’lardan katılan uzmanlar, 5 milyon civarındaki Suriye, Irak, Afganistan, İran, Pakistan, Somali’li göçmenlerin eğitim sorunu çerçevesinde “21. yüzyılda Türk eğitim sisteminin nereye doğru gitmesi gerektiği” ve “Türkiye'nin beyin göçü açısından durumu ve sorumluları” konularında görüş alışverişinde bulundu. 

Göçmenlerin eğitimi ve entegrasyonu hakkında yapılması planlanlanan çalışmalar hakkında bilgi ve istişarelerde bulunulan toplantıda “Göçmenlerin eğitim açığının/ihtiyacının nasıl kapatılacağı” üzerinde görüş alışverişi yapıldı. 

Yapılan toplantı hakkında kamuyona yönelik açıklama yapan İNOSAM Başkanı Gürkan Avcı, “Yüzde 1,5’i ancak yüksek okul mezunu, yüzde 5’i meslek sahibi, yüzde 45’i okuma yazma bilmeyen, yüzde 75’i Türkçe konuşamayan, yüzde 45’i zorunlu eğitime ve Geçici Eğitim Merkezlerine devam edemeyen” göçmenlerin eğitim sorununun, Türkiye’nin en az terörle mücadele kadar iç ve dış siyasetin odağına koyması gereken, güvenlik merkezli stratejik bir meselesi olduğunu belirttiği konuşmasında şunları söyledi; 

TÜRKİYE GÖÇ BAKANLIĞI KURMALIDIR! 

Türkiye dışarıdan en çok göç alan ülke konumunda. Göçmenlere ev sahipliği yapma ve misafir etme hususunda örneğine az rastlanır şekilde büyük fedakarlıklar gösteren Türkiye’de her şeye rağmen mülteciler, yoksulluk, 
güvencesiz çalışma, sömürü, nefret söylemleri ve linç girişimlerinin kıskacında yaşıyor. Kamusal hizmetlerin standartlaştırıla mamasından ötürü yöneticilerin insafına terk edilen göçmenler her türlü mağduriyet ve tacizle karşı karşıya kaldığından Türkiye’de gelecek kurma ve Türkiye’ye katkıda bulunma adına kendilerini güvende hissedemiyorlar. 

Türkiye, 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 1967 tarihli protokolüne koyduğu “coğrafi” sınırlamayla sadece Avrupa’dan gelenleri mülteci sayıyor. Suriyeli göçmenler ise 2014 tarihinde ‘geçici koruma statüsü’ kapsamına alındı. Bulunduğu coğrafi konum ve tarihi özellikleri başta olmak üzere çevre ülkelerde devam edecek muhtemel siyasi sıkıntılar açısından göçmenlerin büyük teveccüh göstermeye devam edeceği Türkiye’nin ivedilikle göçmenlere mülteci statüsü tanıması ve ardından Göç Bakanlığı kurması düşünülmelidir. 

HUKUKİ VE SOSYAL ENTEGRASYON BAŞARILMALIDIR! 

Böylece kayıtsız olanlarda dahil halihazırda 5 milyon civarındaki göçmenlerin barınma, beslenme, eğitim, iş, sağlık gibi haklara erişimi noktasında yapılacak politikaların çok daha vizyonel, bütünlükçü ve gelişmeye uygun bir kurumsal çerçevesi sağlanmış olacaktır. Atılacak bu adımlarla önce hukuki ardından sosyal entegrasyonda başarılacaktır. 

Başta Suriyeliler olmak üzere göçmenlerin vatandaşlık sorununu seçimlerin ve siyasi polemiklerin ötesinde tutarak ve hem göçmenlerin hem de Türk halkının kafasını karıştırmadan, huzursuz etmeden yapıcı ve şeffaf tartışmalar ışığında makul bir çözüm üretilmesi gerekmektedir. Türkiye göçmenlerine “vatandaşlıkla eşit bir statü” dahil olmak üzere her hangi bir makul çözüm bulmalıdır ki aksi takdirde 5 milyon civarındaki mültecinin sosyal ve hukuki entegrasyonu Türkiye’nin önündeki en temel sorun olarak karşısında duracaktır. 

Lakin orta gelirli bir ülke olan Türkiye’nin kısa bir süre içerisinde dünyanın en çok mültecisini çeken ülke haline gelmesi nihayetinde bunun gerekleri olan politikaları/önlemleri hızla ve rasyonellikle yerine getirmemesi durumunda toplumda büyük endişe ve dip gerilim ve tepkiselliklere ortam hazırlayacağı ortadadır. 

GÖÇMENLER ARASINDA AYRIMCILIK ÇÖZÜM POLİTİKALARINI BALTALAR! 

Türkiye göçmenler için sosyal, ekonomik ve hukuki entegrasyon politikaları geliştirerek toplumsal mutabakatın temellerini eğitim sisteminde yapacağı programlar üzerinden sağlamalıdır. Mülteci statüsü vermeden, ayrımcı bir 
vatandaşlık hakkı da (Birtek Suriyelilere yahut Suriyelilerin bir kısmına vatandaşlık verilmesi) çözüm olmayacaktır. 

Türkiye’deki göçmenler için çağdaş ve disiplinli bir eğitim olmazsa umutda yoktur. Temel ve mesleki eğitim başta olmak üzere yetersiz/kalitesiz eğitim, yıllardır Türkiye’de yaşayan göçmenlerin işsizlik, entegrasyon krizi ile de 
yakın ilişki içindedir. Kötü ve ulaşılmaz eğitim koşulları ve genç nüfusta yüksek işsizlik oranının yarattığı bu olumsuz ortam yüzünden milyonlarca göçmen adeta Türkiye’de arafta kalmış durumdadır. 

Türkiye göçmenlerin eğitim ve işsizlik meselesine kalkınma meselesi olarak değil siyasi ya da güvenlikle ilgili bir konu olarak yaklaşmalıdır daha çok. Kendi vatandaşlarına dahi kalite standartizasyonu olan bir eğitim sunmada sorunları bulunan Türkiye’nin çok boyutlu bir çabayla öncelikle sanal sınıf projeleri başlatarak göçmen genç ve çocuklara eğitim hizmeti sunması beklenmelidir. 

TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDE TARİHİ FIRSAT VAR! 

Türkiye’de hali hazırdaki özel derse olan bağımlılığı azaltma amacı taşıyan web tabanlı girişimciler desteklenerek göçmenlere kitle kaynaklı eğitim videoları sunmaları sağlanabilir. Türk eğitim müfredatı merkezli, göçmenlerin ülkeleri nin müfredatlarına da uygun olarak hazırlanacak sanal sınıf uygulamaları ve eğitim videolarıyla, Türkiye’de okula gidemeyen mülteci gençlerinin öğrencilerin en az yarısına 5 ay içerisinde eğitim hizmeti vermek başarılabilir. 

Türkiye mülteci çocuk ve gençlerin dramına duyarlı ülkelerin katkısıyla dünyanın en büyük mülteci eğitim fonunu kurarak, dünyada bu alanda gerekli hizmeti alamayan mülteci çocuklar için çok stratejik bir adım atabilir. Bu fonla binlerce mülteci öğrenciye burs verilmesi de sağlanabilir. Türkiye mülteci çocuk ve gençler için dünyada yapılan çabaların sistemli ve kurumsal olmasını da böylece sağlayabilir. 

Çünkü mülteci gençlerin eğitim sorunu, en az terör yanlısı gruplarla mücadele kadar tüm dünyanın gündeminde yer almayı hak edecek bir güncelliğe sahiptir. Tüm ülkeler bu konuyu küresel güvenlik meselesi olarak ele alınmaya çoktan hazırdır. Mülteci gençler makineli tüfeklerle değil, kalemlerle silahlandırılmalıdır. Türkiye bunun öncülüğünü ve sahipliğini yapmaya herkesten daha ehil ve layıktır. 

GÖÇMENLERİN GETTOLAŞMA VE RADİKKALEŞME RİSKİ GÖZARDI EDİLMEMELİ! 

Türkiye’de mültecilerin takribi ¼’ü çocuktur ve ancak yarısından biraz fazlası okula gidebilmektedir. Türkiye ivedilikle okullaşma oranını arttırmak hem de okullardaki sorunları çözmek zorundadır. 

8 yıldır devam eden savaşın ve istikrarsızlığın ne zaman biteceği belli olmayan Suriye’den gelen göçmenlerin büyük bölümü çocukluktan yetişkinliğe Türkiye’de geçmiş ve önümüzdeki yıllarda da değişik ülkelerden yüz binlerce göçmen çocuk ülkemize gelerek çocukluktan yetişkinliğe Türkiye’de geçecektir. İşte bu yüzden milyonu aşkın göçmen çocuğun hangi vasıf ve becerilerle yetişkinliğe adım atacağı Türkiye’nin geleceği açısından stratejik bir önem taşımaktadır. 

Bu alandaki yanlış ve eksik politikalar Türkiye’deki sosyal hayatın istikrarsızlığını artıracak, göçmenlerin gettolaşma ve hatta radikalleşme yüksek riskini önü alınamaz oranlara taşıyacaktır. 

GÖÇMENLER İÇİN EĞİTİM BÜROKRASİSİ BASİTLEŞTİRİLMELİDİR 

Göçmenlerin büyük bölümünü oluşturan Suriyeliler halihazırda Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı okul ve eğitim merkezlerinde Arapça olarak Geçici Suriye Hükümeti Milli Eğitim Bakanlığı ve MEB tarafından düzenlenmiş müfredat/ders programlarıyla eğitim alıyorlar. 

Göçmenlerin okula kaydolabilmeleri için MEB öğrencilerden kendi ülkelerindeki eğitim belgelerini, belgeleri yoksa da sınava girmelerini istiyor. Göçmen öğrenciler “YÖS” sınavlarında başarılı oldukları takdirde Türkiye’de üniversite eğitimlerine de devam edebiliyorlar. 

Göçmenlerin yaşadığı en önemli sorun başlıkları eğitime erişilebilirlik, kalitesiz eğitim ve okul geçişlerinde yaşanan problemlerdir. Bir çok göçmen veli ise kız çocuklarının eğitimine yahut karma eğitime (kız-erkek öğrenci aynı sınıfta okumasına) karşı yaklaşımlara sahiptir. Ve yine göçmen öğrencilerin önemli bir kısmıda ailesinin geçimini sağlamak için çalışmak zorundadır. 

Kaldı ki göçmen öğrenciler ve veliler Türkiye’deki eğitim olanaklarından yeterince haberdar da değildir. Göçmen öğrencilere yönelik rehberlik hizmetleri ve Türkçe dil eğitimi yetersiz olduğu gibi öğretmenlerin niteliği ve eğitim 
araç-gereçlerinin temininde de ciddi sıkıntılar bulunmaktadır. 

GÖÇMEN ÖĞRENCİLERE DÖNÜK MESLEKİ EĞİTİM OKULLARI AÇILMALI! 

Göçmen öğrencilerin Türk öğrencilerle iletişime geçip dil becerilerini geliştirme ve sosyal entegrasyonu gerçekleştirme imkanları yetersizdir ve rehabilitasyon politikalaları planlanamamıştır. Göçmen gençlere dönük mesleki eğitim okulları açmak çok önemli bir adım olacaktır. Göçmenlerin ailelerine ek gelir sağlanmış ve hem Türkiye’de hem de kendi ülkelerinde kullanabilecekleri bir vasıf kazanmış olacaklardır. 

Göçmenlerin eğitimi ve istihdamıyla ilgili tüm sorunlar ilgili STK’ların, GEM’lerin, bakanlıkların ve belediyelerin “Göçmen Bakanlığı” yetki ve sorumluluğunda koordineli çalışmalarıyla daha kolay ve verimle çözülebilir. Göçmen öğrencilerin okula devamını artırmak için ücretsiz okul yemeği, ücretsiz ulaşım ve ücretsiz okul üniforması verilebilir. Eğitimden uzun süredir mahrum kalmış yahut okula devam etmek istemeyen öğrenciler için meslek kursları açılabilir. 

Göçmenlerin eğitim düzeyini ve mesleki formasyonunu pekiştirmek için göçmenlerin okudukları okullardaki öğretmen maaşları iyileştirilebilir. Savaş, şiddet ve yakınlarını kaybetme gibi travmatik süreçler yaşayan göçmen 
çocukların yaşadığı psiko-sosyal sorunlar nedeniyle bu okullardaki rehber öğretmen sıyısı ve niteliği muhakkak artırılmalıdır. Bu hususta Türkiye UNICEF’ten maddi destek alabilir. Ve en önemli hususlardan birisi de bazı yan 
dersler programdan çıkarılarak Türkçe ders saatleri artırılabilir. 

TÜRKİYE DÜNYADAKİ TÜM MÜLTECİLER İÇİN ÖRNEK BİR PERSPEKTİF SAĞLAYABİLİR! 

Göçmen çocukların eğitim için kamu ve sivil toplum olarak takdire şayan çabalar gösteren Türkiye’de 5 milyonluk göçmen nüfusun en önemli problemi halen eğitim meselesidir. 
Ve yine ön önemli hususlardan birisi de Türkçe derslerinin tecrübeli ve liyakatli öğretmenler tarafından verilmesi sağlanmalıdır. Türkçe ders kitapları ve temel bilim ekipmanları da tamamen ücretsiz hale getirilmeli, göçmen çocukların oryantasyon ve motivasyon eksikliği giderilmeye çalışılmalıdır. 

Göçmenlerin devam ettiği okullarda özellikle nitelikli okullar arasında kardeş okul projeleri başlatılıp entegrasyona farklı boyutlar kazandırılabilir. Ücretsiz YÖS kursları açılabilir. 

Göçmen öğrencilerin devam ettiği okullarındaki öğretmen ve idarecilere mülteci eğitimiyle ilgili eğitim kesinlikle verilmelidir. Göçmen öğrencilerin okuldaki ve mahalledeki görünürlüğünü ve itibarını artıracak model uygulamalar planlanmalıdır. Bu sorunlar ertelenmeden ve ötelenmeden bilim ve aklın ışığında vizyoner bir bakış açısıyla atılacak cesur ve vicdanlı adımlarla insanlık adına iyi örnekler oluşturarak Türkiye dünyadaki tüm mültecilerin eğitimi için de müthiş bir perspektif sağlayabilir. 

EĞİTİMDE ÇOK BÜYÜK ÇAPLI SİSTEM DEVRİMİNE BUGÜN DAHA FAZLA İHTİYAÇ VAR! 

Tüm bu veriler ışığında bir kez daha söylemeliyimki Türkiye eğitimde büyük çaplı bir sistem devrimini başlatmalıdır. Çünkü Türk eğitim sisteminde var olan eşitsizlik, kalitesizlik artmaya devam ettiği takdirde toplumdaki çatışma, ötekileşme ve kamplaşma oranı bundan kat kat daha fazla artacaktır. Yani sadece belli bir kesim için ve bir tek dini eğitim alanında ve yine sadece niceliksel olarak bir şeyler yapmak yeterli olmadığı gibi sistem anarşisinin ve güvensizliğin artmasına neden olur. Türkiye herkes için, her alanda ve büyük çaplı bir eğitim devrimi başlatmalıdır. 

Dünya genelinde eğitim sistemleri krizde. Lakin Türkiye’deki kriz çok boyutlu ve tehlikeli bir vehamet arzetmektedir. Şu anda göçmenler dahil milyondan fazla çocuk okula gidemiyor ve en az milyondan fazlası da okula gittiği halde bir şey öğrenemiyor. Türkiye sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri kapsamında eğitim şurası yaparak, 2023 yılına kadar "bütün kız ve erkek çocuklarının ücretsiz, hakkaniyetli ve kaliteli zorunlu eğitimlerini (12 yıl) tamamlamalarını ve böylece ilgili ve etkili öğrenme sonuçlarının elde edilmesini" hedef koymalıdır. 

Türkiye büyük eğitim şurasında, bilgi ve teknoloji ağırlıklı bir ekonomi hedefi doğrultusunda kaliteli bir eğitim sistemi hedefi ile neyi amaçladığını tüm eğitim bileşenlerine tanımlamalıdır. Türkiye’deki çocuklar bilgili, birikimli, donanımlı ve geleceğin işlerine uygun eğitim alabilmeleri için bugün neleri öğrenmeleri gerekiyor, nasıl bir eğitim müfredatı almaları gerekiyor ve bunu sağlayacak sistemleri kuracak eğitim bürosrasisi ve eğitim politikacıları iş başına gelebilecek mi? Bir örnekle; ısrarla devam ettirilen taşımalı eğitim sistemi kırsal nüfusu, 
kırsal kalkınmayı ve tarımsal üretimi olmusuz etkilemeye devam etmektedir ve biran önce bu durumun rehabilite edilmesine ihtiyaç vardır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***