| ||||||||||||
16 Şubat 2019 Cumartesi
Necdet Küçüktaşkıner'i Komisyon Niye Dikkate Almadı, MİT Neden Savunmadı
Etiketler:
Dursun Fikri SAĞLAR,
Komisyon Niye Dikkate Almadı,
Mahmut YILBAŞ,
Mehmet Bedri İNCETAHTACI,
MİT Neden Savunmadı,
Necdet Küçüktaşkıner,
Susurluk Araştırma Komisyonu
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
15 Şubat 2019 Cuma
SERBEST PİYASA., PAZAR EKONOMİSİ
SERBEST PİYASA., PAZAR EKONOMİSİ
- Saldırgan EMPERYALİZM'i köylü, işçi, esnaf, memur, zabit, asker omuz omuza verip nasıl MİSAK-I MİLLİ ile yenip kovduysak; aynı EMPERYALİZM'i EKONOMİK ALANDA bir SAY MİSAK-I MİLLİSİ İÇİNDE omuz omuza verip YENELİM VE KOVALIM!..
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK,
- KENDİ AĞIZLARINDAN SERBEST PAZAR PALAVRASI -
Bugünlerde herkesin ağzında PAZAR EKONOMİSİ-SERBEST PİYASA , hiç düşmüyor... Ama bakın, akıllı BATILI BİLİM ADAMLARI, İKTİSATÇILAR bu konuda neler diyor?... İşte PRINCIPLES OF ECONOMICS (Clifford L. James, Barnes and Noble, New York, 1956) kitabından alıntılar:
Market Economy: In this approach existing human wants, present distribution of wealth, and current techniques of production are commonly treated as given conditions or constant factors. (Yani "pazar ekonomisi" diye yutturulan sistem, doğruluğu hiç bir zaman ispatlanmamış bir takım varsayımlar üzerine kurulmuştur!)
The analysis includes the uneconomic effects of monopolies.
It ignores however, many of the exceptional allocation problems, such as the provision of educational facilities, the conservation of natural resources, and the assistance to low income groups which require governmental rather than competitive market allocation.(pg.6-7) (Ve görüldüğü gibi "pazar ekonomisi" bir ülke ekonomisinin en önemli meselelerini kapsamı dışında bırakmaktadır!)
Laissez Faire: Commercial class and wealthy traders found that their interests and those of the state were not always in harmony. They felt that the government should not interfere with individual activity. (pg.18) (Burada da "serbest pazar" diye yutturulan "bırakınız yapsınlar" mantıklı başıbozuk sistemin sadece zengin kesimin işine yaradığını, onların "DEVLET çalıp çırpmamıza karışmasın" demek istedikleri açıkça görülüyor!)
Reasons for Governmental Control:
Private enterprise cannot exist without the protection and aid of the government. (Görüldüğü gibi devlet koruması olmasa, özel sektör dahi olamaz. Sadece bunun için bile DEVLET'in güçlü olması gerek)
Private enterprise is unable to perform some essential tasks (e.g. flood control) and fails to perform others because they are not likely to yield immediate private gains (e.g.reforestration) (Özel sektör hiç bir zaman bir ülkenin varlığı için gerekli, ancak kar bırakmayan işlerle uğraşmaz)
Although private enterprise supplies through markets certain goods and services; the government, in order to promote the general welfare, supplements the private market allocation of facilities (e.g. education) (Özel sektör bazı mal ve hizmetleri temin edebilir, ancak kaynakların tahsisi DEVLET sorumluluğunda olmalıdır)
When there is competition, the regulator of private enterprise and markets degenerates. The government intervenes in numerous instances to enforce fair competition by laws preventing adulteration, fraud, unfair methods, and monopolistic combinations; on other cases to regulate private monopolies in order to assure adequate service at reasonable prices, and in a few cases to supply in part goods and services as a basis for comparing the performance of private enterprise.
When private enterprise and the market process as a whole become maladujusted, the government attempts to conserve human resources, to provide economic security, and to correct the maladjustments. (pg.37-38) (Açıkcası, rekabet olması da "pazar ekonomisi"ni dejenere eder. Olsa bir türlü, olmasa bir türlü!..Bunu önlemek veya bozulanı düzeltmek için daima DEVLET müdahalesi şarttır.)
Planning which effectively prescribed production priorities and rationing of some consumers' items as in a war period would eliminate some of the essential features of private enterprise. (pg.40)
The role of government in marketing has greatly increased during the last half century and is likely to become even greater. (pg.78) (Görüldüğü gibi BATILILAR savaş ve sıkıntı dönemlerinde daima DEVLET kontrolünü arttırmışlardır. Özellikle uluslararası ekonomik ilişkilerde DEVLET daima söz sahibidir. TÜRKİYE'nin, Irak'ın, Bosna-Hersek'in yaşadığı ambargolar hangi "serbest pazar ekonomisi"nin ürünüdür acaba?..)
Differences in the qualities of goods are a deep mystery for most consumers... They face the almost impossible task of determining whether or not a given item is sufficiently superior to another article to justify a higher price. Since the consumer often fails to distinquish between superior and inferior purchases, many inefficient plants are virtually subsidized by ignorant buyers. If consumers were more discriminating buyers, competition would eliminate inefficient, shoddy production. (pg.84) (Görüldüğü gibi "pazar ekonomisi"nin tüketici "kötü malı ekarte eder" iddiası palavradan ibarettir!..Tüketici alacağı malın kalitesinden, teknik özelliklerinden hiç bir zaman tam haberdar olamaz. Reklamlar aklını karıştırır. BATI tipi rekabet kötü malı değil, çoğu zaman küçük işletmecilerin kaliteli malını ekarte eder!..)
Inequality in the distribution of wealth and income, is a necessary incentive for production in a system of private capitalism. (pg.88) (Görüldüğü gibi kan içici KAPİTALİZM'in örtülüsü "pazar ekonomisi"nin varlığı, ancak büyük gelir farkları ile mümkündür. Şu halde hem "pazar ekonomisi"ni, hem de "eşitliği" savunmak ancak cahillik tezahürüdür.)
In a free enterprise system the goal is perfect competition. In such markets the number of buyers and sellers is so large that no one of them can influence appreciably the price; the commodity consists of identical units; buyers and seller are completly aware of market conditions, the firms may move freely in and out of the industry. (pg.91) (Bu varsayımların hiç biri, ama hiç biri, ne gerçekçidir, ne varittir. Aslında hiç bir zaman tam REKABET esasına dayalı bir "SERBEST PAZAR" mümkün değildir!)
Loan Sharks: Pawnbrokers, chattel loan and salary loan brokers extend credit at exorbiant rates of interest and often refuse partial payments on the principal. The fact that these lenders exist may be an evidence of a defect in our loan system. (pg. 135) ("pazar ekonomisi"nin vatanı ABD'nin bile KREDİ sistemi tefecilikten başka bir şey değildir)
Money panics and numerous business failures made a new banking system imperative... Lack of central control over small independent banks continued loan funds for speculative purposes...Federal Reserve System represents the government and centralizes control over the entire banking system. Federal Open Market Committee formulates regulations for open market operations and directs the actual transactions. (Alavereli dalavereli bankacılık ve kredi işlemleri, ABD'yi bile bu sektöre DEVLET kontrolü getirmek mecburiyetinde bırakmıştır.)
Complete government ownership and operation of banks may be necessary to control effectively money and credit. Bank failures have been a serious problem... (pg. 141-142) (Bu gerçekten aklı başında yazarlar ABD'ye banka ve kredi işlerinin devletleştirilmesini tavsiye ediyorlar. Tabii "devletçi" görünen "banka fareleri"nin ekarte edilmesi şartı ile!)
Effective control of money and credit in a highly centralized banking system alleviates greatly cyclical fluctuations. In the US, Treasury and Federal Reserve policy affect the volume of money and credit. (pg.170)
A program of government investment and public works broad enough to provide competition for industries enjoying a semi-competitive or monopolistic position would eliminate obstacles to full employment. (pg.171) (Gördünüz mü?.. Akıllı BATILI, tekelci sektörlerde DEVLET yatırımı yapılmasının rekabet yaratıp istihdamı artıracağını söylüyor. Biz de ekliyelim: Onların tekelini kırar, malların kalitesini yükseltir, fiyatları düşürür, DEVLET'e güveni artırır.)
Many government investments of capital yield an intangible return which cannot be measured in monetary terms. e.g. they may promote the general welfare.(pg. 188) ( Bir BATILI bile her şeyin değerinin para ile ölçülemiyeceğini, DEVLET yatırımlarına böyle bakılmasını söylüyor)
The establishment of the Food and Agriculture Organization of the United Nations and the Reciprocal Trade Agreement Program are evidence of a realization that American farm problems cannot be solved by domestic measures alone.(pg.225) (İşte itirafı!..İstisnasız bütün uluslararası kuruluşlar,FAO ve tabii ki Birleşmiş Milletler, BATI'nın kendi meselelerini çözmek için kurulmuştur. Bunlar geri kalmış ülkelerin yarasına merhem olamaz!)
Roosevelt administration decided that production controls were necessary to eliminate surpluses. (pg.229) (ABD'nin en aklı başında cumhurbaşkanlarından olan Roosevelt, TÜKETİM gibi ÜRETİM'in de başıboş bırakılmayacağını savunmuştur.)
Soil Conservation Act involved an extension of grass acreage, at the expense of basic crops, production control was continued in a disquised form. (pg.230) (Batı "serbest pazar", serbest ticaret" der ama, kendi hep "kontrollü" sistem uygular.)
Commodity Credit Corporation was established for the purposes of bringing about a rise in agricultural prices. If the Market price fell below the loan, the farmer simply turned his crop over to CCC which bore the loss. (pg.231)
Since 1934 the State Department has pursued trade agreements with foreign countries which involve a mutual reduction of tariff barriers. There is evidence that American farmers have derived considerable benefit from this policy. (pg.232) (Görüldüğü gibi gümrük indirimi, tariflerin, kotaların kalkması hep BATI'nın işine yaradığını için savunulur)
(During World War II) price ceilings were established to prevent a repetition of the inflation of WW I. (pg.232)(ABD'de harp sırasında fiyatlar serbest değildi. Serbestlik belki ancak her şey "güllük gülistanlık" ise düşünülebilir.)
Government planning is necessary in agriculture in order that a stable framework may be established within which private enterprise may operate. In this case, at east, government planning and private enterprise are complementary rather than competitive. (pg. 233) (Tarımda DEVLET kontrolünü gene bir Amerikalı savunuyor)
The Labor Management Act of 1947 bans expenditures by unions for political purposes. (pg.243) (ABD'de sendikaların politikacılara para harcaması yasak. Bizdeki işçi ve memurları politikaya bulaştırmak istiyenler buna ne der acaba?)
Concentration of economic power, is likely to promote concentration of political power. In the US economic power has already become concentrated in the hands of a relatively small number of persons. (pg.258) (İktisadi gücün belirli ellerde toplanması, politik gücün de o ellerde olması demektir. Bu sözü bir Amerikalı 1956'da söylemiş. Yani daha çokuluslu ama zenginuluslu şirketler yeni yeni ortaya çıkarken!.. Demek şimdi çok daha kötü bir durumdayız!..Peki, KUR'AN ne diyordu: Devlet (kudret) zenginler elinde dönüp dolaşan bir nimet haline gelmesin!)
High import duties frequently excluded foreign competition and permitted American firms to build up monopoly power...(pg.259) (Demek ABD de yüksek gümrük uygularmış)
Detailed studies show that concentration of economic power in the US has developed to such an extend that traditional terms like "competition" and "free enterprise" almost cease to have any significance...The economic life of the US is dominated by about 200 nonfinancial and 50 financial corporations whose policies regarding prices, production, and wages affect almost every citizen in the land. (pg.260) (İşte akıllı ve dürüst bir BATILI'nın itirafı! Araştırmalar şimdi yapılsa, herhalde gerçek REKABET ve SERBEST TEŞEBBÜS'ün çok uluslu şirketlerin dümeniyle çoktan öldüğünü ve gömüldüğünü tesbit edebilirdik.)
Problems of the Market Economy not even solved in USA:
Price Leadership: The dominant firm acts as a price leader, and the others follow. The result is an absence of price competition.
Price Agreements: It is illegal to conspire by means of price-fixing agreement, but cases are constantly being unearthed.
Patent Control : These legal grants (in Us they are for 17 years) have been used to establish and maintain a monopolistic position.
(Biz hep dedik: 7 büyük ülkenin elindeki patentler için, geri kalmış ülkelerin bedel ödememesi hükmü getirilmez ise, önümüzdeki yıllar çok daha büyük uluslararası problemler çıkacaktır.)
Market Sharing : Dominant firms in an industry often agree not to compete in one another's markets.
In general, "big business" is now so well entrenched that the inventions and innovations of a vigorous private enterprise system are likely to result in a constant stream of monopolistic developments... The solution lies in the direction of government ownership of monopolistic industrial enterprises of vital interest to the public.(pg.260-267)
(Akıllı Batılı yukarda saydığı problemlerin çözümünü tekel niteliği taşıyan kurumların DEVLET'e ait olmasında görüyor!)
Public utilities are semipublic industries (in US). They are privately owned and operated, but government agencies regulate their operations with regard to rates and earnings...Railroads, electric, gas, water, telephone, telegraph, street railway, air transport, motor transport, pipe line, express, and pullman companies..(pg. 271)(Yani ABD dahi öyle "liberal ekonomi"ye, "serbest pazar"a pabuç bırakmıyor!)
Many cities and towns own their streetcar and railway systems, gas and electricity plants, and waterworks. This type of public ownership is so common that it no longer excites much controversy. (pg.278)
Public expenditures in 1890 was 7% of the national income, in 1926 15%, in 1932 36%, in 1941 26%, in 1949 28%. (so during periods of war and economic problems government role in economic life increases.) (pg.285-286) (Ekonomide devlet payının artışı 1990'lara kadar sürdü. Şimdi batmakta olan ABD ekonomisini "özelleştirme" kurtarır sanılıyor ama, problem devletçilikten değil; israf ekonomisinden geldiği için yanıldıklarını çok yakında görecekler.)
Public co-operation enables all individuals to receive a limited amount of education. Police protection, sanitation, highways, etc. can be provided more advantageously by means of public co-operation. The increase in population especially urban, and the growing complexitieş of modern industrial civilization multiply social needs. Depression necessitated welfare services. (pg. 287)
The management of many American government enterprises has been only moderately successful, but that is also true of many important private enterprises. (pg.293) (Görüldüğü gibi özel sektörün DEVLET sektöründen başarılı olduğu iddiası her zaman varit değildir. Hele TÜRKİYE'de durum daima DEVLET lehine olmuştur. Hala millet özel çay değil, DEVLET çayı alır. Özel firmalar Çaykur paketlerini taklit ederler!)
International Economic Relations: In many others (countries) including US, governments have on an increasing scale been engaging in buying and selling, and lending and borrowing.
How did Germany got rich before WW II: Germany enforced a complete monopoly of buying and selling in the foreign exchange market. German exporters were forced to sell to German banks at an arbitrarily fixed rate. German importers had to obtain a permit before foreign exchange could be purchased from German banks. Countries selling goods to Germany were paid in "blocked marks" that could only be spent in Germany. Germany's creditors were forced to buy goods from her that might have been obtained more cheaply elsewhere. Foreign investment virtually ceased since capital was not permitted to leave. Stability of exchange rates was achieved, but only on a basis of reduced trade. (pg.318-319) (Bütün kalkınmış ülkeler gibi Almanya da gelişmesini Devletçi ekonomik sisteme borçludur!)
Japanese society prevented the formation of free labor unions (before WW II). Consequently the US felt justifed in restricting the entry of many Japanese imports!..
Many tariffs, particularly those of the US have been imposed because of political considerations. Lobbying has always enabled well-organized special interest groups to achieve protection for particular products since there is no lobby for the general welfare. (pg.337)
(Eğer ABD "politik" sebepler ile ekonomik ambargo ve kısıtlama koyabiliyorsa, biz de koymalıyız!)
Imports of meat into the US from Argentina were restricted by means of a rigid interpetation of the sanitary regulation. (pg. 338)
In 1945 the British government established o monopoly for cotton importing... Increasingly, trade is becoming a matter of negotiation between two state trading agencies.
Before WW II international investment was passing partially into the hands of governments. Many loans were political in nature. ...Since WW II the bulk of international lending has been by governments. (pg 339) (Batılı bile "kredi" derken, bizim yüksek faizli dış kredilere "yardım" dememiz neme halttır?)
International Cartels are perhaps the most sinister form of trade regulation since control is exercised not by governments in the the interest of their citizens, but by private producers for the sole purpose of increasing profits. International cartels have usually been formed by monopolistic producers in big industrial countries and have resulted in the division of markets, price maintenance, the elimination of competition, and the restriction of production. They have been in the production of chemicals, electrical equipment, synthetic products. The control is usually exercised through the medium of the cross-licensing of patents which has in many cases resulted in the world-wide control of production and trade, by what almost amounts to a private government. (pg. 339-340)
(En önemli paragraf!...TÜRKİYE'de DEVLET'in ekonomideki payını ve söz hakkını kısmak isteyen yabancı devletler, kendi ekonomilerinde söz sahibi oldukları bir yana, özel sektörleri de ayrı bir devlet gibi dünya üretim ve ticaretini kontrol ve baskı altında tutmaktadır. Bunu bir Amerikalı itiraf ediyor! Şimdiki durum 1950'lerden çok daha kötüdür, delili de kalkınmamış ülkelerin daha da fakirleşmesi, hatta açlık tehlikesine düşmesidir)
The extensive use of quotas by France, the development of exchange ontrol by Germany, and the establishment of a discriminating tariff system known as "imperial preference" by Britain contributed to the decline of world trade. (pg 342)
In the late thirties, the huge expenditures on armaments, political loans, and the use of economic policy as a military and diplomatic weapon completed the disintegration of the world trade system. (pg. 343) (Dünyayı ekonomik krize ve savaşa sürükliyen BATI politikası bugün de aynen uygulanmakta.)
The trade Agreement Extention Act of 1955 permitted the President to impose quotas or other restrictions. (pg. 346)
KISSADAN HİSSE:
Büyük devletler menfaatleri gerektirdiğinde, veya sıkıntıya düştüklerinde ekonomilerini düzeltmek için her türlü DEVLET müdahalesini mubah görmekte, her türlü tahdit veya teşviği meşru saymaktadır. Şu halde TÜRKİYE de kendi menfatine uygun her türlü tedbiri alacak güçlü bir DEVLET'e sahip olmalı ve DEVLET ekonominin her noktasına hakim olmalıdır. Diğer devletler kendi kısıtlamalarını kaldırmadıkça, kendi kapılarını açmadıkça, kendi mallarına teşvikleri kaldırmadıkça, patent oyunları, kartel hilelerini önlemedikçe, TÜRKİYE de gerekli bütün tedbirleri almaktan kaçınmamalıdır!..
Çünkü halihazırda dünyada samimi bir "serbest pazar" yoktur, bütün pazarlar büyük devletlerin veya kartel idarelerinin kontrolu altındadır!.. Kurtlara kümesin kapısını açmanın sonu felaket olur!..
****
Şimdi bazıları diyecektir ki, "Bu ifadeler 1956'da yazılmış bir kitaptan!..O tarihten bu yana köprünün altından çok su geçti!.."
Bizim cevabımız hazır!.. Aşağıdaki değerlendirmeler 1993 baskısı ECONOMICS (Lipsey, Courant, Purers, Steiner) kitabından...
Dikkatle okunursa görülecek ki, aklı başında BATILI bilim adamlarının kuşkuları azalmamış, artmış... Dikkatle inceleyelim:
Economics is a science, only in the sense that it progresses through a sistematic confrontation of theory by evidence.
If it were not for the government-sanctioned restrictions on imports, US markets would be full of Japanese cars, European food (ve Türk tişörtleri ile).
The dissappearance of USSR is the RELATIVE success of MIXED capitalism.
(Yani Sovyetler'in çökmesi, sadece KARMA KAPTALİST SİSTEM'in KARMA SOSYALİST SİSTEM'e nazaran biraz daha başarılı olduğunu gösterir.
Yoksa KAPİTALİZM'in MÜKEMMEL olduğunu DEĞİL!)
Most important economic problems are inflation, unemployment, budget deficits and economic growth. Other problems are urbanization, education, transportation, communication, health, pollution and environment.
Bu yazarların 20 yıl önceki eserlerinde kirlenme ve çevre meseleleri yer almıyordu. Eğitim ve sağlığı "ekonominin problemi" olarak görmüyorlardı.
Şimdi bile "ekonomik problem" olarak görmedikleri hususları da biz sayalım:
Toplumun dejenere olması, ahlaki değerlerin kaybolması, fuhuş, alkol ve uyuşturucu müptelalarının artması, kumar ve şans oyunlarının umut haline
gelmesi, suç ve şiddet olaylarının yükselmesi!..
Geri kalmış ülkelerde açlık ve sefaletin inanılmaz boyutlara ulaşması, 1945'den bu yana bir cihan harbi daha yaşanmış gibi insanların ölmesi, tabiatın
tahrip olması!
Bu aklı başında yazarlar şu soruları sormakta:
- What is the impact of the growth of TRANSNATIONAL CORPORATIONS that conduct much of the business in the world?
- Are the economists right in arguing that environmental protection is best accomplished using "market price" incentives rather than direct government intervention?
- How is that when the average US citizen enjoys the highest standards in the world, so many feel economically harassed?
- Why has the distribution of income in US become more unequal since 1970's?
Every economy combines significant elemants of traditional, command and market systems. The failure of USSR points out the superiority of MIXED economies with substantial elements of market determination over FULLY planned command economies. It doesnot determine, as some people have claimed, the superiority of completely FREE market economies over MIXED economies. (İşte yazar yukardaki açıklamamızı dile getiriyor.)
There is no sign that free markets will handle problems as pollution, economic recession. In fact, free markets often fail to do these. Mixed economies with significant degrees of government intervention are needed to do these jobs.
Furthermore free market does not provide an excuse to ignore social issues. A partial list includes government regulation of the functioning of the economy, the measures needed to protect environment, health care, redistribution of income, education, housing, subsidizing agriculture, etc.
(Yazar burada da "serbest pazar" ekonomisinin mahzurlarını saymış. Hani insan okuyunca, "böyle sistem olacağına, hiç olmasın daha iyi," diyesi geliyor.)
Many US citizens support government intervention into housing market and farm production.
In 1948, 45.6% of the non-agricultral working population was in services, 12.6% in government sector, 7.1% in mining, construction and 34.7% in manufacturing. In 1991, the figures were 61%, 16.9%, 4.9% and 16.9% respectively. In West Europe there were similar trends.
(Bu rakamlar bile ABD ekonomisinin 1991'de, 1948'de olduğundan daha fazla devletçi olduğunun delilidir!..Peki, bu adamlar bize niye "devleti küçültmeyi"
tavsiye ederler?..)
Economics is a social science. Like all social sciences, it contains positive statements (theories or logical assertions). If a positive statement is proved wrong, it is called "testable". There are also normative statements based on value judgements, religious, cultural, philosophical background. They are not testable.
Unemployment benefits have increased unemployment!
(Türkiye'de de işsizlik sigortası uygulamak istiyenlere ithaf olunur)
Trade is necessary for every kind of excess production, but it is essential for specialized production. Otherwise individuals will not be able to obtain the other things they need.
Specialization still preserves its importance, but self-sufficiency is gaining ground. Division of labor is losing ground where more trained and skilled experts are needed.
(Biz yukarda ne dedik: TÜRKİYE kendi kendine yeter olmalıdır!.. Yazar bu eğilimin arttığını belirtiyor)
To form the Free-Market Economy, economists assume many preconditions:
1- Households make consistent decisions as if they were an individual.(Thus family conflicts, more and legal problems and the mentality of the individuals who have control on decisions are ignored.) A household seeks maximum satisfaction or utility. It is assumed to be rational and aware of all the qualities and price rates in the market. (Tüketicinin tutarlı tercihler yaptığı, benzer malların bütün özelliklerini, kalitelerini ve fiyatlarını bildiği varsayımlarının hiç gerçekçi olmadığı, bütün iktisatçı ve sosyologlar tarafından kabul edilen bir vakıadır.)
2- Firms make consistent decisions as if they were single individuals. Their only goal is to maximize profits. It is assumed that they try to do this without lowering the quality, bribery, cheating, etc. (Firmaların sadece kar düşündüğü bir gerçektir, ancak bunu kaliteyi düşürmeden, rüşvet, aldatma, dolandırma, hile yapmadan sağlamaya çalıştıkları varsayımı ise tam bir palavradır. Bırakın şimdiki "serbest pazar"ı, 1400 yıl önce bile KUR'AN teraziye
hile katanları uyarmıştı!.. Piyasadaki bu kar çılgınlığı ve hile furyası ancak DEVLET kontrolü ile önlenebilir.)
3- Government includes all public offices and agencies. Most government officials are elected and they want to keep their posts. So essential measures with high costs and little short-run benefits are unlikely to find favor. (Demokrasi ile birlikte geliştiği söylenen "serbest piyasa ekonomisi"nin toplum ihtiyaçlarını ihmal eden "seçim ekonomisi"ne dönüştüğünü, biz biliriz dile getirmeyiz; ancak akıllı BATILILAR itiraf etmekten kaçınmıyorlar.)
4- Income, taste, population, prices of other commodities are assumed to remain constant when we consider Demand and Supply of a certain commodity.
(Bu da sadece bir varsayımdan öteye geçmez. Onun içindir ki, dünyadaki hiç bir malın arzı da talebi de tam olarak tesbit edilemez...
Söylesenize ALLAH aşkına, "pazar ekonomisi"nden geriye ne kaldı?.. Hiç!)
5- If a commodity is traded throughout the world, the extent of one country's influence on the price will depend on how important its demand and supply in the worldwide totals.
(Yazar burada satır arasında demek istiyor ki, bütün "serbest piyasa" palavralarına rağmen, dünya piyasasında güçlü ülkeler talep ve arz ne olursa olsun, fiyatları kendi kontrollerinde tutarlar. Hemen örnek verelim: TÜRKİYE dünya fındık üretiminin %75'ini gerçekleştiriyor. Dünya piyasasında fındık fiyatlarını etkiliyebiliyor mu?..İpek, sanayi ürünü olmasına rağmen -paraşüt vs. için çok önemli- koza fiyatları düşüyor. Neden?..
İpek üretimi mi arttı, talep mi düştü?.. Hayır!..Sadece dünya borsaları zengin devletlerin elinde!)
If a producer or seller holds 33% of the market, it is considered a monopoly. (Bu cümle şu demektir: Dünya üretim ve tüketiminin yarısından fazlasını elinde tutan zengin devletler, aslında her mal için bir TEKEL oluşturmuşlardır!.. Bu ülkeler 7'ler diye bilinen ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, Kanada ve İtalya'dır. Benelüks'ün -Belçika, Hollanda, Lüksemburg- eklenmesi ile bu sayı 10'a çıkar. İsviçre'ninse her türlü kaçakçılıkta ve yolsuzlukta payı vardır. Yani "serbest pazar ekonomisi", bütün mazlum ülkelerin hammadde kaynaklarını ucuza kapatmak, topraklarına konmak, emeğini sömürmek için uydurulmuş bir kuyruklu yalandan ibarettir!..)
Forcing people to join trade unions actually eliminates market competition because these unions give the LOWEST permitted price, not the HIGHEST permitted one. So the producers are not "individuals" any more, as the theory states.
(Bu da "pazar ekonomisi"nin aslında mevcut olmadığının bir başka ifadesi!)
Governments intervene in the price system to satisfy generally agreed upon social goals. This changes the allocation of resources. Economies can not answer the question whether it is desirable in free markets or not.
In 1950's direct support for agriculture was replaced by loans. In 1980's Reagan promised "market economy" but the government continued to regulate the agricultural sector. Underdeveloped countries found it difficult to compete with EC and US subsidized farm products in the world market!..
(Gördünüz mü "serbest piyasa"cı BATI'nın gariban tarım ülkelerine ettiği oyunu?)
****
Bitmedi!..
Bir de "THE OUTLINE OF THE AMERICAN ECONOMY" (US Information Agency, 1991) adlı kitabı gözden geçirelim...
Bu kitabın özelliği, ABD DEVLET GÖRÜŞÜ'nü yansıtmasıdır!.. Göreceğiz ki, TÜRKİYE'de unutturulmak istenen, Demirel'in "hala belini kıramadık" dediği
KARMA EKONOMİ ifadesi, AMERİKA için bile geçerli:
US is described as a MIXED ECONOMY, which is to say that even though the great majority of productive resources are privately owned, the federal government DOES play an important role in the market place.
Government intervention has been found necessary from time to time to ensure economic opportunities, to prevent flagrant abuses, to dampen inflation and to stimulate growth.
Ever since the colonial times, the government has been involved in economic decision-making. It has made huge investments in infrastructure, provided social welfare programs and supported the development of agriculture.
Americans are pragmatists. They accept an important role for government for economic growth and progress. (This is because) US economy and free enterprise system has not been without problems.
Until World War 2, most of the labor was immigrants.
Businesses can interfere with pure competition through price fixing and other monopolistic practices to maximize their profits.
Government provides a range of services better performed by public rather than private enterprise. Government role has ebbed and flowed, according to the needs of the time. In 1992 the federal government regulatory officials were around 122.000, more than that of 1980.
The government provides help to businesses. Tariffs permit domestic products remain free from foreign competition. Imports are taxed or limited. Government also subsidizes farm products. It also supports ailing individuals.
As the 20th century has progressed, the public has come to expect the government to provide more services than in any other previous era. A great number of services becomes economically feasible for the government to provide when large numbers of people crowd into cities.
From 1960 to 1990 state and local governments increased their employees from 6.4 million to 15.2 million, federal government from 2.4 million to 3 m.
But by 1991 many observers were questioning whether government was the most efficient provider of needed services. Many US employed private companies and contractd 5 billion $ of city services. Yet privatization remains a highly contraversial subject.
Alexandre Hamilton, G. Washington's secretary of treasury, advocated subsidies and protective tariffs for infant industries. Tariffs were the policy of US until mid 20th century.
Most US government leaders were reluctant to get involved in the private sector. (They favored Leassez faire) This attitude changed at the end of the 19th century. Government involvement increased in 1930. New Deal (by Roosevelt) extended federal authority in all fields (banking, agriculture, social security, public welfare, labor problems, minimum wages, housing, etc.) During the 2nd W.War the US government intervened in the economy as it never had before!...
Gördünüz mü "serbest pazar" ekonomisinin çirkin yüzünü ve çaresizliğini?.. Gördünüz mü "liberal" BATI ülkelerinin nasıl DEVLET'i daima EKONOMİ'nin
içinde tuttuklarını?..
http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata7c.html
***
Etiketler:
PAZAR EKONOMİSİ,
SERBEST PİYASA.
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
ALTI TEMEL ESAS
ALTI TEMEL ESAS
ATATÜRK diyor ki:
- Bu DEVLET'in dayandığı temeller İSTİKLÂL-İ TAM ve kayıtsız şartsız MİLLÎ HÂKİMİYET'tir!..
- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'nin bütün programlarının umdesi şu iki esastır: İSTİKLÂL-I TAM, kayıtsız şartsız MİLLÎ HÂKİMİYET!..
- TÜRKİYE CUMHURİYETİ YALNIZ İKİ ŞEYE GÜVENİR: Biri MİLLET KARARI... diğeri ORDUMUZUN KAHRAMANLIĞI!..
Şu halde TAM İSTİKLÂL nedir, MİLLÎ HÂKİMİYET nedir, MİLLET KARARI yani MİLLÎ İRADE nedir, bunları iyi bilmek gerekir...
Ancak en "atatürkçü" geçinenlere bile sorduğunuzda, bunlara doğru dürüst bir cevap alamazsınız...
Biz bu 3 TEMEL KAVRAM'a, yine ATATÜRK'ün kullandığı ifadelerden MİLLÎ SİYASET, MİLLÎ ÜLKÜ ve MİLLÎ AHLÂK'ı da ekledik... Böylece ATATÜRK'ün kurduğu yeni DEVLET'in, yani TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nin istinat ettiği vazgeçilmez 6 ESAS'ını tesbit etmiş olduk...MİLLÎ MÜCADELE'nin gereği ve semeresi olan TAM İSTİKLÂL'den MİLLÎ AHLÂK'a kadar hepsinin bariz özelliği MİLLÎ oluşlarıdır!
Dikkatinizi çekeriz: DEVLET'in ve CUMHURİYET'in temeli 6 OK değil; önce bu belirttiğimiz 6 ESAS'tır!.. 6 OK daha sonra gelir!
Bu 6 ESAS'ı yine ATATÜRK'ten öğrenelim:
TAM İSTİKLÂL
- TÜRK'ün HAYSİYET, İZZETİNEFİS ve KAABİLİYET'i çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet ESİR yaşamaktansa, mahvolsun, evladır!.. Binaenaleyh YA İSTİKLÂL, YA ÖLÜM!..(Mayıs 1919)
- Bu DEVLET'in dayandığı temeller İSTİKLÂL-İ TAM ve kayıtsız şartsız MİLLÎ HÂKİMİYET'tir!.. (5.2.1923)
- İSTİKLÂL-İ TAM denildiği zaman tabii SİYASÎ, MÂLÎ, İKTİSÂDÎ, ADLÎ, ASKERÎ, KÜLTÜREL ve HER HUSUSTA TAM İSTİKLÂL, TAM SERBESTLİK denilmektedir!... Bu saydıklarımın HERHANGİ BİRİNDE İSTİKLÂLDEN MAHRUMİYET, MİLLET VE MEMLEKETİN hakiki mânâsıyla BÜTÜN İSTİKLÂLİNDEN MAHRUMİYETİ DEMEKTİR!.. (Mayıs 1919)
- Bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi; mutlaka o milletin HÜRRİYET ve İSTİKLÂL'e sahip olmasıyle kaimdir!.. (1921)
- Ne kadar ZENGİN ve MÜREFFEH olursa olsun, İSTİKLÂL'den mahrum bir millet, UŞAK olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz!.. (Nutuk)
- HANGİ İSTİKLÂL VARDIR Kİ, YABANCILARIN NASİHATLARIYLA, YABANCILARIN PLANLARIYLA YÜKSELEBİLSİN!..Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir!.. (6.3.1922)
- Dünyada MÜSTAKİL bir DEVLET tasavvur olunabilir mi ki, İÇİŞLERİ'ne henüz DÜŞMAN sıfatını haiz olanların değil, DOSTLAR'ının dahi müdahalesine müsamaha etsin?.. (18.6.1922)
- Milletimizin kurduğu yeni DEVLETİN MUKADDERATINA, MUAMELATINA, İSTİKLÂLİNE, unvanı ne olursa olsun, HİÇ KİMSEYİ MÜDAHALE ETTİRMEYİZ!.. (Mayıs 1919)
- TAM BAĞIMSIZLIK bizim bugün üzerimize aldığımız görevin temelidir.. Uygulanıp uygulanamıyacağı üzerinde çok düşündük. Sonunda edindiğimiz kanı ve inanç, bunda başarı kazanacağımız oldu!.. (Bakınız: TAM İSTİKLÂL - AÇIKLAMALAR)
***
MİLLÎ HÂKİMİYET
- Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu DEVLET'in ve MİLLET'in aında hiç bir kuvvet yoktur, hiç bir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da MİLLÎ HÂKİMİYET'tir!..Yalnız bir makam vardır. O da MİLLETİN KALBİ, VİCDANI ve VARLIĞIDIR!..(16.1.1923)
- Milletimizin kurduğu yeni DEVLETİN MUKADDERATINA, MUAMELÂTINA, İSTİKLÂLİNE, unvanı ne olursa olsun, HİÇ KİMSEYİ MÜDAHALE ETTİRMEYİZ!.. (Mayıs 1919)
- Mutlak ve sınırsız EGEMENLİK ERKİ yalnız ve yalnız halkın kendisindedir... HALKIN toplu halde KENDİNİ SATMASI, KENDİNE İHANETİ, ya da KÖTÜLÜK ETMESİ DÜŞÜNÜLEMEZ!..
- Sultanlarla yönetilen memleketlerde VATAN için en büyük TEHLİKE, sultanların düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır... Meclislerle yönetilen memleketlerde de EN YIKICI YAN, bazı MİLLETVEKİLLERİMİZİN ECNEBİ NAM VE HESABINA ÇALINMIŞ VE SATIN ALINMIŞ OLMALARIDIR!.. MİLLET MECLİSLERİNE KADAR GİRMEK YOLUNU BULABİLEN VATANSIZLARIN VARLIĞI, TARİHÎ ÖRNEKLERİYLE BELLİDİR!.. (Ekim 1927)(Bakınız: MİLLÎ HÂİMİYET - AÇIKLAMALAR)
***
MİLLÎ İRADE
- MEVCUDİYETİMİZİ MUHAFAZA ve MİLLÎ EMELLERİMİZİN TEMİNİ İÇİN HAKİKİ DAYANAĞI HARİÇTE DEĞİL, DAHİLDE BULMAK prensibini İcra Heyeti kabul etmiştir... Şuradan buradan gelecek kuvvetlere dayanarak EMEL takip edersek, hayal kırıklığına uğrarız!.. Bunun için önce KENDİ KUVVETİMİZ'e önem veriyoruz!..
- Bir millet varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle bütün fikrî ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, BİR MİLLET KENDİ KUVVETİNE DAYANARAK VARLIĞINI VE BAĞIMSIZLIĞINI TEMİN ETMEZSE; ŞUNUN BUNUN OYUNCAĞI OLMAKTAN KURTULAMAZ!..
- MİLLET İŞLERİ ancak MİLLÎ KARARLAR dayanmakla, MİLLETİN GENEL DUYGULARI'na TERCÜMAN olmakla gerçekleşir!.. (Bakınız: MİLLÎ İRADE - AÇIKLAMALAR)
***
MİLLÎ SİYASET
- Bizim vuzuh ve tatbik kaabiliyeti gördüğümüz siyasî meslek, MİLLÎ SİYASET'tir!..
- MİLLÎ SİYASET'ten kastettiğim mana şudur: MİLLÎ SINIRLARIMIZ İÇİNDE en önce KENDİ KUVVETİMİZE DAYANARAK VARLIĞIMIZI KORUYUP, MEMLEKETİN İÇ SAADET VE İMARINA ÇALIŞMAK!.. (Bakınız: MİLLÎ SİYASET - AÇIKLAMALAR)
***
MİLLÎ ÜLKÜ
- MİLLETİMİZİN YÜKSEK KARAKTERİNİ, YORUMAZ ÇALIŞKANLIĞINI, ZEKÂSINI, İLME BAĞLILIĞINI, EL SANATLARINA OLAN SEVGİSİNİ, MİLLÎ BİRLİK DUYGUSUNU MÜTEMADİYEN ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besliyerek İNKİŞAF ETTİRMEK, MİLLÎ MEFKÛREMİZDİR!!.. (Bakınız: MİLLÎ ÜLKÜ - AÇIKLAMALAR)
***
MİLLÎ AHLÂK
- MİLLETİN İÇTİMAÎ NİZAM VE SÜKÛNU, günümüzde ve gelecekte REFAHI, SAADETİ, SELÂMETİ ve GÜVENLİĞİ, MEDENİYETTE İLERLEMESİ ve YÜKSELMESİ İÇİN İNSANLARDAN her hususta İLGİ, GAYRET, nefsin feragatını gerektiği zaman SEVE SEVE NEFSİNİN FEDÂSI'nı istiyen MİLLÎ AHLÂK'tır!.. (Bakınız: MİLLÎ AHLÂK - AÇIKLAMALAR)
Bu ifadeler her TÜRK'ün ezbere bilmesi gereken, okullarda okutulması gereken, DEVLET dairelerinde duvarlara yazılması gereken TEMEL ESASLAR'dır!..
http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata42.html
Etiketler:
ALTI TEMEL ESAS,
ATATÜRK diyor ki,
İSTİKLÂL,
MİLLÎ HÂKİMİYET,
MİLLİ AHLAK,
MİLLİ İRADE,
MİLLİ SİYASET
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
14 Şubat 2019 Perşembe
ALTIOK
ALTIOK
Yazan
Metin Aydoğan
5 Şubat 1937’de Anayasa maddesi yapılan Altıok, yaymaca amaçlı sıradan bir tanımlama değil; direniş içinde oluşan, yaşama bağlı ve geleceğe yön veren ilkeler bütünüdür. Geri kalmışlıktan kurtularak gelişmek isteyen bir ulusun, kalkınıp güçlenmek için izleyeceği yolu gösterir. Bu işin nasıl yapılacağını açıklar. İnsanı esas alır, bilime ve gerçeklere dayanır. Herşeyden önce, çok yönlü, ileri ve çağın gereklerine uygun belirlemeler; halka verilen söz ve yükümlenmelerdir. Toplumsal gelişimi temel amaç sayan, kendine güvenli ve devrimci bir yönetimin yapabileceği bir girişimdir. Türk ulusunun buluşudur ve evrensel bir boyutu vardır.
Yaşanan Gerçek,
Nutuk’un okunduğu Cumhuriyet Halk Fırkası İkinci Büyük Kongresi (1927), bir tüzük değişikliği yaparak; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Halkçılık olarak tanımlanan üç anlayışı, partinin temel ilkeleri durumuna getirdi. 1931 Kurultayı’nda bunlara; Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik eklendi ve bu altı ilke, 1937’de Anayasaya maddesi durumuna getirilerek, yalnızca partinin değil, devletin de temel ilkesi oldu.
Özgün ve Evrensel
Altıok, Türk Devrimi’nin yarattığı bir çağdaşlaşma izlencesi (programı) ve ezilen ulusların tümüne örnek oluşturan bir kalkınma yönetimidir. Temelinde, altı ilkenin tümüne tek tek ya da bütün olarak yön veren, tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik anlayışı vardır. Bu anlamıyla altıok, bir dünya görüşüdür.
İlkeler, birbirinden kopuk, biçimsel belirlemeler değil, birbirini tamamlayan ve birlikte değerlendirildiğinde anlamı olan saptamalardır. Birbirinden koparılarak ele alınırsa ya da bir kaçı yok sayılırsa, Türk Devrimi’ni temsil etmez, somut bir başarı sağlayamaz.
1923-1938 arasında gerçekleştirilen devrim atılımlarının tümü, Altıok içinde ifadesini bulur; hiçbir girişim dışarda kalmaz. Örneğin; Saltanat ve Hilafetin kaldırılması Cumhuriyetçilik’le; dil-tarih yenileşmesi Milliyetçilik’le; eğitimin birliği, tekke ve zaviyelerin kapatılması Laiklik’le; kamulaştırmalar ve ekonomik uygulamalar Devletçilik’le; tarım ve sağlık atılımları Halkçılık’la; hukuk ve yenilikçi girişimler Devrimcilik’le ilişkilidir. Bu ilişkiler, altı ilkenin bütünlüğü içinde, ayrıca birbirlerine bağlanmışlardır.
Cumhuriyetçilik
Türk Devrimi’nin cumhuriyet anlayışı, kimi ülkelerde olduğu gibi, kişi, zümre ya da soy egemenliğini örtmek için kullanılan, adıyla uyumsuz, biçimsel bir yönetim anlayışı değildir. Batı’da (ya da Doğu’da) görülen hiçbir cumhuriyet biçimine benzemez. Toplumu oluşturan tüm kesimleri kapsayan anlayışıyla, doğrudan ulusal egemenliği ve halkın gönencini amaç edinmiştir. Türk toplumuna özgü nitelikleriyle, eskiden gelen katılımcı anlayışın günün koşullarına göre uygulandığı, halka dayalı demokratik bir yönetim biçimidir. Toplumun ve devletin tüm gücü, yalnızca ulus ve halk için kullanılmıştır.
Yasama organı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi, azınlığı temsil eden, sınıf egemenliğine dayalı Batı parlamentolarından çok ayrımlıdır. Emperyalist işgale karşı, halkın temsilcileriyle ve bizzat halkın kendisi tarafından oluşturulmuştur. Aynı durum; yürütme, yargı ve yasama oluşumu için de geçerlidir. Bu kurumlarda görev yapan insanlar, egemen sınıf temsilcileri değil halkın içinden gelen kişilerdir.
TBMM yönetim anlayışını, Fransız cumhuriyetçiliğinden ya da İngiliz parlamentarizminden değil; Göktürk toylarındaki katılımcılıktan, Anadolu Ahi paylaşımcılığından ve İslamiyet’in danışma (meşveret) geleneklerinden almıştır. Kurtuluş Savaşı’nı yürüten mecliste, toplumun hiçbir kesimi temsil dışı kalmamış; köylüler, askerler, din adamları, tüccarlar, aşiret ve tarikat şeyhleri, esnaf temsilcileri, doktorlar, avukat ve gazeteciler, aynı çatı altında tek bir amaç çevresinde birleşmişti. Cumhuriyetçilik anlayışı böyle bir meclis içinde oluştu.
Ulusçuluk
Kurtuluş Savaşı’yla yükselen Türk ulusçuluğu, devrimlerle uygulamaya sokuldu ve kuramsal çerçevesi belirlenerek devlet siyasetine yerleştirildi. Kapsam ve nitelik olarak Batı ulusçuluğundan çok farklıydı. Kurtuluş Savaşı’yla başarılan şey, yönetim geleneklerini yitirerek çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine, Türk kimliğine geri dönerek, çağa uyan yeni bir devletin kurulmasıydı. Eskide olduğu gibi, ezene karşı ezilen, haksıza karşı haklı savunulacak ve ulusal varlık korunacaktı. Türk ulusçuluğu buydu.
Emperyalist devletler, dünyaya yayılıp ülkeleri kendilerine bağlarken, daha önce birbirleriyle ilişkisi olmayan bu ülkeleri, ister istemez ortak düşmana, yani kendisine karşı birleştirmiş olur. Onları, küresel işleyişin parçaları durumuna getirirken, aynı zamanda, ezilen ülke ulusçuluğuna sömürgeciliğe karşı evrensel bir boyut kazandırır. Ezilen ülke ulusçuları bilirler ki; ortak düşmana, yani emperyalizme karşı oluşan tepki, direnme duygularını geliştirerek onları birbirine yakınlaştıracaktır.
Emperyalizmi ilk kez yenilgiye uğratan Türk ulusçuluğunun, ezilen uluslarda büyük heyecan yaratması ve yüksek bir saygınlığa ulaşarak evrensel bir devinim yapmasının nedeni budur.
Emperyalizme karşı savaşım, ezilen ülke ulusçuluğunu, ırkçılığın dar kalıplarından çıkarır, onu özgürlüğü amaçlayan demokratik bir devinim durumuna getirir. Ezen ülke ulusçuluğuyla, ezilen ulus ulusçuluğu arasındaki ayrım; despotlukla demokrasi, saldırganlıkla savunma, tutsaklıkla özgürlük arasındaki ayrımdır. emperyalizme karşı çıkmayan kişi ya da siyasetler, demokrat ya da sosyalist olamaz. Ezilen ulus aydınları, herşeyden önce emperyalizme karşı çıkmak, bunun için de ulusçu olmak zorundadır. Ulusçuluk, ezilen ulusların emperyalizme karşı kullanabileceği tek silahtır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusçuluk anlayışı, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan Türklerin, gönenç ve mutluluğunu esas alır. Pantürkist (dünya Türklerinin birliği) görüşleriyle bir ilgisi yoktur. Ülke dışındaki Türkleri, iç siyasi uğraş alanı dışında tutar.
Atatürk, Ulusçuluğun evrensellik anlayışını, “dünyanın neresinde bir rahatsızlık varsa, bizden ne kadar uzak olursa olsun, bu rahatsızlıkla ilgilenmeliyiz. İnsanlığın tümünü bir vücut, her milleti bir uzuv saymak gerekir… İnsan kendi milletinin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını da düşünmeli, kendi ulusunun mutluluğuna ne kadar değer veriyorsa, bütün dünya uluslarının mutluluğuna da o kadar önem vermelidir”1 biçiminde açıklamıştır.
Halkçılık
Fransız Devrimi’nde yurttaş, Rus Devrimi’nde yoldaş olan kavram, Türk Devrimi’nde halk sözcüğüyle tanımlanmıştır. Sözcük anlamlarıyla sınırlı kalmayan bu tanım, devrimler arasındaki niteliksel başkalığın doğal sonucudur.
Fransız Devrimi’nde kentsoylular (burjuvalar), işçi ve köylüleri arkasına alarak beysoylular (aristokratlar) sınıfını; Rus Devrimi’nde ise, işçi sınıfı, köylüleri arkasına alarak kentsoylular ve beysoylular sınıfını yönetimden uzaklaştırmıştır.
Ayrı nitelikteki bu iki devrimin ortak özelliği, sınıf savaşımına dayanan iç çatışmanın, toplumsal savaşım durumuna gelmesidir. Fransız Devrimi’nin temel söylemi olan eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adalet gibi kavramlar, Fransız ulusunun tümünü değil kentsoylu sınıfını; Rus Devrimi’nde ise, toplumun tümünü değil, işçi sınıfını, belli oranda da köylülüğü kapsamıştır.
Türk Devrimi’ndeki halk anlayışı, Fransız ve Rus Devrimlerindeki yurtdaş ve yoldaş kavramından çok ayrımlıdır. Her şeyden önce, çatışma içe değil, dışa dönüktür. Sınıfsal değil, ulusaldır. Emperyalist saldırganlığa karşı savaşılmıştır. Bu özellik, halk tanımını sınıfsal ayırımlarla sınırlamaz, saldırganlarla işbirliği yapmayan herkesi kapsayacak biçimde genişletir. Halk tanımı, önemli oranda millet tanımıyla bütünleşir ya da en azından yakınlaşır.
Devrimler gerçekleştirilirken, yapılanların tümü halk içindir. Devrim araç, halk amaçtır. Mücadele anlayışı; bürokratik yetkileri, siyasi bağlaşmaları (ittifakları) ve uzlaşmaları değil, halkla bütünleşmeyi esas alır. Atatürk bunu halka yaptığı bir konuşmada şöyle dile getirir; “Siz halksınız, devlet artık sizsiniz: Türkiye’de bireyler arasında sınıf çatışması yoktur, çünkü yoksul düşmüş milletin tümü halktır. Türkiye’de işçi sınıfı yok, çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Milli burjuvazi henüz sınıf durumuna gelememiş. Ticaretimiz çok cılız, çünkü sermayemiz yok. Yabancılar bizi eziyor…2 Sosyoloji bakımından bizim hükümetimizi anlatmak gerekirse, buna halk hükümeti deriz. Biz yaşamını, istiklalini kurtarmak için çalışan emekçileriz, kurtulmak ve yaşamak için çalışmaya mecbur bir halkız”.3
Laiklik
Eski Türk geleneklerinde din, çıkar amaçlı kullanılmamış, siyaset dışında tutularak, inanç özgürlüğü kişisel bir sorun olarak bırakılmıştı. Hiçbir eski Türk devletinde; din, mezhep ya da ırk; devlet siyasetine yön vermemişti. Bu nedenle, laiklik ilkesini dünyada belki de en çok Türkler temsil ediyordu ya da temsil etmesi gerekiyordu. 1. Selim’den sonraki Osmanlı uygulamaları, eski Türk anlayışına büyük zarar vermişti.
İslamiyette, eşitlik ve adalet kavramı, yalnızca kişisel bir sorun değil, onu aşan ve devlet işleyişine yön veren bir düzen sorunuydu. Adalet sağlama ise, din adamlarına değil, hukuk bilginlerine (müçtehidlere) bırakılmıştı. Adaleti sağlamanın, inanç ve yorum değişikliğine bağlı olmayan ve varsıl yoksul herkesi kapsayan sağlam kuralları vardı. Bu nedenle, halka adalet götüren ve hukuka kaynak oluşturan İslami gelenekler, Prof.Cahit Tanyol’a göre, “laiklik kavramıyla büyük bir yakınlık içindeydi”. Osmanlı’nın devlet yönetimine soktuğu din anlayışı, İslami kurallarla tam olarak örtüşmüyordu.
Laiklik İlkesi, Kurtuluş Savaşı’yla başlayan, devrimlerle süren, birbiriyle ilişkili devrimci uygulamalar sürecinde oluşturuldu. Bağnazlığa ortam hazırlayan ve işbirlikçi nitelikleri nedeniyle halkla ve dinle ilişkileri kalmayan; Saltanat, Hilafet, medrese ve tarikatlara karşı savaşım içinde olgunlaştı. Saltanata karşı Cumhuriyet, Hilafete karşı Diyanet, medreseye karşı çağdaş okullar, tarikatlara karşı halk örgütlenmeleri kuruldu.
Atatürk, laikliğe temel oluşturan anlayışı için; “Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi, ne bir din ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aracı olarak kullanılamaz”4 diyor; dini çıkarı için kullananlara duyduğu nefreti, “softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. Bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz” sözleriyle dile getiriyordu.5
Devletçilik
Devletçilik İlkesi, kimi kesimlerce yalnızca ekonomik kalkınma sorunu olarak ele alınır, bu çerçeve içinde değerlendirilir. Bu yaklaşım doğru, ancak özellikle Türk toplumu için eksiktir.
Türklerde devlet, ekonominin sınırlarını aşan ve topluma yön veren bambaşka bir etkiye, tarihsel bir saygıya sahiptir. Batı’da olduğu gibi, yönetimi ele geçiren egemen sınıfların topluma karşı kullandığı baskı aracı değil, toplumun tümünü temsil edip ulusu kucaklayan, koruyucu ve sosyal bir kamu gücüdür. Yalnızca Türklere özgü olan ve toplum yaşamını düzenleyen bu özellik, doğaldır ki, Cumhuriyet’in geliştirdiği Devletçilik İlkesine de yön ve biçim vermiştir.
Cumhuriyet Devleti, bu birikim ve anlayış üzerine kuruldu. Mustafa Kemal, Devletçilik İlkesine temel oluşturan kuramsal araştırmaları içinde, önem verdiği bu özelliğe sıkça değindi; devlet uygulamalarını bu özellikle uyumlu kıldı. “Cumhuriyet Hükümetinin, yurttaşların yaşamı, geleceği ve refahıyla her bakımdan ilgilenmesi doğaldır. Halkımız yaradılıştan (teb’an) devletçidir ki, her şeyi devletten istemeyi kendisinde bir hak olarak görür. Bu nedenle, milletimizin yapısıyla, devletçilik programı arasında, tam anlamıyla bir uyum vardır. Bu yönde yürüyeceğiz ve başarılı olacağız. Bundan kuşkumuz yoktur”.6
Devletin, ekonomik gelişmeye yön vermesi, kökleri eskiye giden yaygın ve genel bir uygulamadır. Batı’da, kapitalizmin gelişim döneminde etkili olan Merkantilizm, ekonomik ulusçuluğu ve devletçiliği temsil ediyordu. Fransa’da Kolbertizm, Almanya’da Kameralizm, İspanya’da Bulyonizm adını alan merkantilist işleyiş; devletçilik, korumacılık, sanayicilik ve ulusçuluk üzerine kurulmuştu.
Mustafa Kemal, Türkiye için geçerli olan devletçilik biçimi üzerine yoğun çalışma yaptı. Türk ve Batı toplumlarının tarihsel evrimini, ekonomik yönleriyle ele aldı, ortak yönlerini ya da ayrılıkları inceledi. Vardığı sonuçları, Türkiye’nin koşullarına ve gelişim isteğine uyumlu yöntemler durumuna getirdi. “Sosyal, ahlaki ve ulusaldır” diye tanımladığı Devletçilik İlkesi, bu bilinç ve çabanın ürünü olarak ortaya çıktı. 1922 yılında şunları söylüyordu; “ülkemizi düşman işgalinden kurtardıktan sonra, amacımız, kamu yararı taşıyan büyük işletmeleri devlet eliyle yönetmek, böylece büyük sermaye sınıfının gelecekte ülkeye hakim olmasını önlemektir”.7
Devrimcilik
Fransız yazar Paul Gentizon, Türk Devrimi’ni, Fransız İhtilali’nden ve Rus Devrimi’nden daha ileride bulur ve şu saptamayı yapar: “Sürekli devrim anlayışı, Türkiye’den başka hiçbir ülkede, bu denli radikal bir tutumla uygulanamamıştır. Fransız ihtilali, siyasi kurumlar arasında sınırlı kalmış, Rus İhtilali sosyal alanları sarsmıştır. Yalnızca Türk Devrimi, siyasi kurumları, sosyal ilişkileri, dinsel alışkanlıkları, aile ilişkilerini, ekonomik yaşamı ve toplumun moral değerlerini ele almış ve bunları devrimci yöntemlerle, köklü bir biçimde yenilemiştir. Her değişim, yeni bir değişime neden olmuş; her yenilik, bir başka yeniliğe kaynaklık etmiştir. Ve bunların tümü halkın yaşamında yer tutmuştur”.8
Türk Devrimi’ne halka ve gerçeğe dayanan olağanüstü bir devrimci ruh, sıradışı bir atılganlık egemendir. Devrimci tutumda gevşeme ya da düzeni durağanlaştırma eğilimi, Kemalist Devrim’de görülmez. Koşulları oluşan atılım ertelenmez, kesintiye uğratılmaz. Hiçbir güçlük; bağımsızlığı örselemeye, tutuculukla uzlaşmaya, bilimi savsaklamaya ya da devrimden ödün vermeye gerekçe yapılmaz. Sınıf, zümre ve küme ayrıcalığına izin verilmez. Anlayış olarak, yaşamdan kopuk sanal amaçlara değil, bilime ve gerçeklere dayanılır. Halka hizmete yönelen somut belirlemeler, tutarlı bir devrimci anlayışla, uygulanabilir izlencelere dönüştürülür.
Devrimci kararlılık ve irade gücü, Devrim’in her aşamasında geçerli olan temel yöntemdir. İç ve dış hiçbir karşıtlık, bu iradeyle başedememiştir. Devrim’in önderi, “Devrimin kanunu, tüm kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim düşüncelerimizi boğmadıkça, başlattığımız devrim ve yenilikler, bir an bile durmayacaktır” demiş, bu tutumu ölene dek sürdürmüştür.9
Türk Devrimi, etkisine ve köktenliğine karşın, ülke içinde şiddet uygulamamıştır. Fransız ve Rus Devrimlerinde, yüzbinlerce insan ölürken, Türk Devrimi’nde, çok az kan dökülmüştür. Devrim, her aşamasında meşruiyetçiliği esas almış, Kurtuluş Savaşı, katılımcı bir halk meclisiyle yürütülmüştür. Yasama, yürütme ve yargı gücü, bu mecliste bütünleştirilerek, devrimcilik adına kişisel egemenliğe izin verilmemiştir. Emperyalizme karşı savaşı, meclis kurarak yürüten bir başka örnek yoktur.
Atatürk, devrimi, “mevcut kurumları zorla değiştirmek” olarak tanımlar ve Türk Devrimi’ni; “uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllarca süren savaş… Bunlardan sonra içerde ve dışarda saygı duyulan yeni bir vatan, yeni bir toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için sürekli devrimler… İşte Türk Devrimi’nin kısa ifadesi” biçiminde özetlemiştir.10
Devrimi başarmanın tek yolunun, halkı kazanmaktan geçtiğini bildiği için, halkın duygu ve düşüncelerine büyük önem veriyordu. Devrimcileri; her ne pahasına olursa olsun halkla bütünleşmeye, onu anlayıp bilinçlendirmeye çağırıyor; her şeyin halkın gönencini sağlamak için yapıldığını söylüyordu; “Gerçek devrimciler onlardır ki, gelişme ve yenileşme devrimine katmak istedikleri insanların, ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilimi kavramasını bilirler… Devrimin gerçek sahibi halktır. Milletin yetenek ve olgunluğu olmasaydı, devrimi yaratmaya hiçbir güç yeterli olamazdı… Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimimizin gerçek ilkesi budur”.11
DİPNOTLAR
1 ”Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.417
2 “Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları” Ş.İ.Aralof, Birey Toplum Yay., 2.Baskı, Ank.-1985, sf.253
3 ”Atatürk Diyor ki” Varlık Yay., İst.-1957, sf.27
4 “Atatürk’ün Hususiyetleri” Kılıç Ali, 1955, sf.57 (111)
5 “Atatürk’ün Hususiyetleri” Kılıç Ali, 1955, sf.57 (111)
6 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, II.Cilt, sf.262; ak. Hüseyin Cevizoğlu, “Atatürkçülük” Ufuk Ajans Yay., sf.48
7 “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 12.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.210
8 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.B., sf.164
9 “Atatürkçülük” Hüseyin Cevizoğlu, Ufuk Ajans Yay., sf.63
10 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, I.C, 1945, Türk.İnk.Tar.Ens.Yay., sf.365
11 “Düşünceleriyle Atatürk” Arı İnan, TTK, 2.Baskı, Ank.-1991, sf.87
http://kuramsalaktarim.com/altiok-5/
***
Etiketler:
ATATÜRK,
doktrin,
Genel,
Güncel,
İLKE,
Metin Aydoğan,
Parti Sorunu,
Partiler,
Türkiye,
Yakın Tarih,
Yazılar
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
HALK FIRKASININ ÖN ADIMI DOKUZ UMDE İLKE
HALK FIRKASININ ÖN ADIMI DOKUZ UMDE İLKE
… Yurt gezilerinde saptadığı halk eğilimlerinden, aydın ve uzman görüşlerinden ve İzmir İktisat Kongresi kararlarından yararlanarak; kurulacak partinin programı için bir ön taslak oluşturan bir bildiri hazırladı. Bu bildiriye, Dokuz İlke (Umde) adını verdi… Dokuz İlke’nin giriş bölümünde, ‘ülkeyi ve ulusu parçalayarak yıkılma felaketinden kurtaran’ Büyük Millet Meclisi’nin, ‘ulusal egemenlik esasına dayanan bir halk devleti ve hükümeti’ kurduğu, şimdiki görevinin ise, ‘ekonomik gelişmeyi sağlayacak kurumlaşmanın tamamlanması’ ve ‘milletin gönence kavuşturulması’ olduğu söyleniyordu. Bunu başarmak için ‘ulusal egemenlik temelinde bir siyasi örgüte erişmek’ gerektiği açıklanıyordu… Dokuz ayrı madde halinde saptanan ilkeler, özet olarak şöyleydi: “Egemenlik, kayıtsız koşulsuz ulusundur ve halkın kendi kendini yönetmesi esastır… Saltanatın kaldırılması ve ulusal egemenliğin Meclis’in yetkisinde olduğunu kabul eden kararlar, hiçbir biçimde değiştirilemez…
Ülkede huzur ve güven sağlanıp korunacak yasalar, ulusal gereksinime ve hukuka uygun olarak yeniden ele alınacaktır…
Aşar vergi yöntemi düzeltilecek, tarım desteklenecek, çiftçi ve sanayicilere kredi sağlanacak, demiryolları geliştirilecektir…
Eğitim, yeni yöntemlerle yaygınlaştırılacak, ulusal gereksinimlere göre yeniden yapılandırılacaktır… Ulusal üretim ve sanayi, dışa karşı korunacaktır. Sağlık ve sosyal yardım kuruluşları geliştirilecek, işçi ve subayların gönenç düzeyi yükseltilecek; gazi, dul ve yetimlerin yoksulluk çekmesi önlenecektir… Ekonomi, siyaset, maliye ve yönetimde, bağımsızlığı zedeleyecek bir barış antlaşması, kesinlikle kabul edilmeyecektir”…
Kaynak: METİN AYDOĞAN; “Atatürk ve Türk Devrimi”
http://kuramsalaktarim.com/halk-firkasinin-on-adimi-dokuz-umde-ilke/
***
Etiketler:
HALK FIRKASININ,
İLKE,
İzmir İktisat Kongresi,
Metin Aydoğan,
ÖN ADIMI DOKUZ UMDE
BİLGİ EDİNMEMİZİ SAĞLAYAN HER KİTAP. HABER, BİLGİ, BELGEYİ OKUMAK DEĞERLENDİRMEK,
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)