Dursun Fikri SAĞLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dursun Fikri SAĞLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2019 Cumartesi

Necdet Küçüktaşkıner'i Komisyon Niye Dikkate Almadı, MİT Neden Savunmadı

Necdet Küçüktaşkıner'i Komisyon Niye Dikkate Almadı, MİT Neden Savunmadı?




 
      

NECDET KÜÇÜKTAŞKINER’İ  KOMİSYON NİYE DİKKATE
ALMADI, MİT NEDEN SAVUNMADI?

31.01.2013

Tarih 17 Mart 1997, yer TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu.
Komisyon Başkanı Refah Partisinden Nevşehir Milletvekili Mehmet ELKATMIŞ, Başkanvekilli Doğruyol Partisinden Van Milletvekili Mahmut YILBAŞ, Komisyon Sözcüsü Refah Partisinden Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İNCETAHTACI, Kâtip Üye Anavatan Partisi İzmir Milletvekili Metin ÖNEY, Üyeler Refah Partisinden Karabük Milletvekili Hayrettin DİLEKCAN, Doğruyol Partisinden Tekirdağ Milletvekili Nihan İLGÜN, Anavatan Partisinden Sinop Milletvekili Yaşar TOPÇU, Demokratik Sol Partiden Aydın Milletvekili Sema PİSKİNSÜT, Cumhuriyet Halk Partisinden İçel Milletvekili Dursun Fikri SAĞLAR


Komisyon’un dinlediği kişinin adı ise Necdet Küçüktaşkıner. Avukat, 1966-1973 arasında görev yapmış eski bir MİT mensubu. Necdet anlatıyor:
“12 Mart olayları sırasında 1972 senesinde Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) operasyonu yürüdü Türkiye'de. Bu operasyonu planlayan benim. 
Adı Şafak Operasyonu’dur.


Bu Şafak Operasyonu’nu yürütürken İstanbul Bölge Sorumlusu Ferit İlsever'in karargâh olarak kullandığı evi tespit ettik. Bu karargâh, Hiller Samder Boyt adında Robert Kolej'de profesör olan İngiliz uyruklu şahsa ait.
Bu operasyon sonucunda İstanbul bölgesinde ve bütün Türkiye şamil olmak üzere, 266 eleman yakaladık; bu arada İngiliz'i de yakaladık. İngiliz'i aldık emniyete getirdik, gazetelerde yazdı...
Bu İngiliz'i, bize sorgulatmadılar. Yukarıdan kesin dediler. MİT'ten gelen emir, Ankara'dan kimin verdiğini bilemem. Bizim teşkilattan geliyor. 20 tane konsolosluk arabası geldi. İngiliz'i biz sorgulayamayınca o tarihte bu örgütün yabancı iltisaklarını tam tespit edemedik.


Bize sol örgütü yakala dediler. Biz, sol illegal örgütü deşifre etme çalışmalarına girerken altından İngiliz çıktı.
Ferit İlsever’in defterini ele geçirdik. Bu şifreli defterde, bugün, halen, medyada yer alan, elliye yakın insanın ismi vardı. Ankara 3 numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi’nin Şafak Davası dosyasında mevcuttur bu şifreli defter, delil olarak orada mevcuttur.
Ondan sonra aradan seneler geçti, 1973 senesinde ayrıldım, avukatlık yapıyorum. 1978 senesi 15 Temmuzunda benim yazıhanem basıldı. Bu Ferit İlsever yazıhaneme geldi. 1978'de Aydınlık “Kontrgerilla” yayınını başlattı. Bu yayından önce bana geldiler ilk sayısının çıkmasından önce yazıhanemi bastılar resmen silahlı.


Bunlar silahlı bir örgüt değildir, onu hemen arz edeyim. Bunlar daha ziyade böyle yayın yoluyla falan yıpratma, provokasyonlar, işte hükümet, devlet devirme falan böyle işler yaparlar ve diğer örgütlerden farklıdırlar; bunlar hedef gösterirler, vurdururlar. Aydınlıkçılar bastılar. Bunlar böyle silahlar-milahlar koymuşlar geldiler.
"Beni tanıyor musun?", "Tanıyorum, seni tanımam mı Ferit İlsever otur" dedim. "Yok. İşte biz buraya... Sen bize işkence ettin, sen efendim kontrgerillasın, kimden emir aldın, kime emir verdin, bunları açıklayacaksın, bunları açıklarsan biz seni yazmayız gazetemizde" dediler.


Dedim "kardeşim, bu bir kere sizin saçmalığınız, böyle bir olay olmamıştır, ben kontrgerilla değilim, ben bir MİT mensubuydum. Sizin sorgularınızda bulundum, bunu da kabul ediyorum. Ancak, bu ithamlarınız saçmadır, bu talepleriniz de yersizdir; lütfen buyurun çıkın" dedim. Ertesi gün değil, aynı geceki Aydınlık Gazetesinde koca bir manşet attılar işkencelerde görev aldığımı, “işkenceci avukat Necdet Küçüktaşkıner” diye. Benim yazıhanemin, evimin resimleri, şahsımın yandan, önden çekilmiş filan, hedef olarak bizi ortaya attılar.
O tarihlerde MİT'ten bir iki arkadaş geldi; Tabii, ben de gittim anlattım, dedim böyle böyle adamlar geldi, 16 kişiyi yazacaklarmış teşkilattan, bunlar sorgularda bulunan veya tespit ettikleri 16 kişi...
Hatta MİT, bana biraz şey etti; “Niye böyle işkencelerde görev aldın falan”. Nuri Bey'di başkan, Nuri Gündeş. "Böyle şey mi olur?" gibi... Söylemedim, “Nuri Bey bunların hepsi uydurma, sizin hakkınızda kim bilir neler yazacaklar” diye. Nitekim
16.ncı olarak Nuri Bey çıktı. Nuri Bey'in resmi...


Ben hemen gazeteyi aldım, Nuri Beye gittim dedim "Nuri Bey, bakın, bana biraz şey gösterdiniz, kafanızda birtakım istifamlar belirmişti, bakın, sizin hakkınızda ne yazıyor." Nuri Bey hakkında altın kaçakçısı, İsviçre bankalarında bilmem ne hesapları... Sadece onun hakkında değil, 16 kişi hakkında neler neler yazıyorlar. Şimdi bakıyorum bu bizim hakkımızdaki bibliyografik bilgiler doğru, hepsi doğru; ama böyle bir sayfa bibliyografik bilgi, ana adı, baba adı, MİT'e hangi tarihte girmiş çıkmış, hangi görevde bulunmuş, tayini nereye olmuş, hangi devrede terfi etmiş bunların hepsi doğru. Ancak, altına, işte benim için işkencelerde görev aldı, öbüründe altın kaçakçısı, birisine affedersiniz homoseksüel, öbürüne bilmem ne... Herkese bir çamur atıyorlar. Yayın bu tarzda devam ediyor.
O tarihlerde, bizim bu örgütün, bu örgütü bir sol örgüt olarak biliyorduk, kafamızda bir İngiliz istifamı belirdi. Ben İstanbul'da Ferit İlsever'in şifreli defterini çözünce, zaten, bütün İstanbul örgütü çıktı. İstanbul örgütünün şeması vardı şifreli defterde. Ondan sonra, operasyon, Ankara'ya atladı, Doğu Perinsek, burada, bir çiftlik evinde çoban kıyafetinde yakalandı. 120 sayfa kendi el yazısıyla ifadesi vardır. Ferit İlsever'in 60 sayfa kendi el yazısıyla ifadesi var. Bu ifadelerin işkenceyle alındığı yalandır.
Bu örgütün içerisinde subaylar vardı. Subaylar muhtelif örgütlere katıldılar, sadece bu Doğu Perinçek'in örgütüne değil. Mesela 81 sanıklı dava, Sarp Kuray ve arkadaşları, Hikmet Kıvılcımlı grubu, bunlar ayrı tutuklandı, havacılar ayrı tutuklandı.
Benim operasyonumda da, Türkiye İhtilalci Köylü Partisi, bu örgüt içerisinde subaylar, teğmenler filan vardı. Doğu Perinçek'e selam veriyordu onlar, buyurun komutanım, buyurun başkanım diyorlardı, olay böyle.
Biz, kontr espiyonajcıydık, yabancı casusluk faaliyetlerine karşı koyma faaliyeti bölümünde çalışıyorduk. Ben, Hiram Bey, Mehmet Eymür falan... Bu operasyonlar başlayınca, bizi, destek güç olarak oraya aldılar, K bölümü, işte orada çalıştık, bu operasyonu da bana verdiler, öbür operasyonlar Türk Halk Kurtuluş Partisi Cephesi, Türk Halk Kurtuluş Ordusu vesaire...


Şimdi konuştuk, "benim kanaatimi sorarsanız, bu işin içerisinde çapanoğlu var, bunlar, yabancı bir istihbarat servisiyle temas halindeler; ancak, ben, bunu tam tespit edemedim " dedim. Ondan sonra çalışmalar başladı, bu kontrgerilla yayını üzerine, MİT birtakım ciddî çalışmalar yürüttü. Bu arada, bu çalışmalar yürürken, bunların istihbarat ağına, Turhan Çağlar adında bir emekli albay takıldı. Turhan Çağlar...
Gündeş Bey bunu iyi biliyor. Herhalde, çok iyi anlatmıştır. Turhan Çağlar, emekli bir albay ve Ankara'dan İstanbul'a gelmiş, burada, Odalar Birliğinde "Özel Sektör Enformasyon Bürosu" adında bir kuruluş kuruluyor. Bu büroyu yönetiyor.
Büronun ne iş yaptığı belli değil, paranın nereden geldiği belli değil, paranın nereye gittiği de belli değil.
MİT içerisinde iki şahıs Sabahattin Savaşman ile Turan Çağlar yakalanıyor. Albay Turhan Çağlar bir MİT mensubu değil, dışarıdan, MİT'le teması olan bir kişi ve söylendiğine göre, bizim, o tarihlerdeki bölge daire başkanımız Turhan Deniz'le yakın arkadaşmış. Bu özel sektör enformasyon bürosu, Uğur Mumcu'nun da tetkikatına uğruyor. Özellikle bunun üzerinde uğraşıyor Uğur Mumcu; araştırıyor ediyor, birtakım paralar sarf edilmiş, bu paraların nereye gittiğini ne yapıldığını tespit edemeden Uğur Mumcu çalışmalarını yarıda bırakıyor. Bu arada, Turhan Çağlar, yine o tarihte, zannedersen Nuri Beyle ilgili bilgileri verirken suçüstü oluyor. Aydınlık Gazetesine veriyor ve suçüstü olduğunda yanında Millî İstihbarat Teşkilatının içindeki bir adam var, ikisini birden suçüstü yapıyrlar. Bu adam, alınıyor, birtakım sorgulara tabi tutuluyor ve ondan sonra her ne hikmetse serbest bırakılıyor, hakkında hiçbir tahkikat yapılmıyor. Yanındaki MİT'çi Bülent Şekerkaya... Öldü, intihar etti. Birlikte suçüstü oluyorlar, İstanbul Fındıklı'da Set üstünde.
Sonra Turhan Çağlar serbest bırakılıyor. Birtakım oyunlar oluyor, burada bunun nereden geldiği bilinmiyor serbest bırakılıyor. Nuri Bey, bilmiyorum anlattı mı, bu işin üzerinde duruyor. Meğer, Turan Çağlar denilen adam, bizim biyografik malumatımızı, demin arz ettiğim biyografik malumatı adamları vasıtasıyla alıyor personelden ve Aydınlık Gazetesine aktarıyor. Aydınlık Gazetesine aktarıyor; ama, kendiliğinden aktarmıyor, CIA ile irtibatlı olarak aktarıyor. Yani, CIA, Aydınlık Gazetesini destekle diye Çağlar'a emir vermiş; Aydınlık Gazetesine veriliyor. Aydınlık Gazetesi bunları alıyor, kullanıyor, yazıyor, çiziyor, herkese bir yakıştırma yapıyor. Hatta Turan Çağlar, Aydınlık Gazetesinin merkezinde merkez komitesinden iki üç kişiyle beraber toplantılar yapıyor. Artık, işi bu derece ihtilal öncesi yozlaştırmışlar yani.


Bakınız, ben bunu ek olarak koydum. Şu nokta dergisi1993 senesi yıl, sayı: 36'dır. Bu dergi mutlaka her Türk vatandaşının okuması lazım, sağcısı solcusu, Alevî'si Sünnî'si, Türkü Kürdü, herkesin okuması lazım. Şu çok önemli belgedir. Bunu okuyunca herkes birçok şeyler öğrenir. Yabancı bir Millî İstihbarat Teşkilatının içerisine...
Bunlar çok detaylı şeyler; ama, çok sathi anlatmaya çalışıyorum. Bu adamlar bir şeyler yapmak istiyorlar. Burada bir ihtilal hazırlığı var. Turan Çağlar daha önce 27 Mayıs ihtilalinde de yer almış bir adam. Radyoevini işgal etmiş, ondan sonra radyoevi müdürü yapmışlar bunu, Turan Çağlar bu kişi. Daha sonra, bu tabii bırakılıyor, Ankara'dan birtakım adamlar geliyor, bir şeyler oluyor, bırakın bunu, bırakıyorlar ve bunun üzerinde duruyorlar. Bu adam neyin nesidir, fesidir, o tarihten sonra serbest bırakılıyor; ama, MİT kontrolü bırakmıyor bu adam üzerindeki ve neticede Turan Çağlar'ın Amerikalı Mark Lesın –yanılmıyorsam adında bir CIA ajanıyla suçüstü yapıyorlar Levent'teki bir evde. Buralarda, yer konusunda yanlışlığım olabilir.
Adam suçüstü oluyor, Amerikalılara, CIA'lilere bilgi verirken suçüstü oluyor, onlarda para alıyormuş 1000 dolar filan. İşte içimizdeki bir iki kişiye de -soysuz adamlar diyeceğim tabirimi mazur görün- para veriyormuş, orada bilgileri çalıyor, bunları Aydınlık Gazetesine aktarıyor. Bu arada şunu arz etmek istiyorum: Bu adamın CIA'dan aldığı talimat muvacehesinde Aydınlık Gazetesini desteklemesi bence ilgi çekici bir olaydır, Komisyonun dikkatini çekiyorum. Netice itibariyle, adam askerî mahkemede yargılanıyor, yargılanırken de ölüyor. 1980'den sonra; bu dosyada hepsi var.
Bu olaylar böyle devam ediyor. Ben olayların üzerine gittikçe, farkında olmayarak arı kovanına çomak sokmuşum. Ben CIA'yı kovalamıyorum, sol örgütü kovala diyorlar, ardından bu olaylar çıkıyor. Biz, sanki hassaten CIA'nın üstüne gitmişçesine bizim yakamız bırakılmıyor ve devamlı her provokasyonda, her destebilizasyon düğmesine basıldığında, işkenceci Necdet Küçüktaşkıner. İthamlardan bir tanesi de 1 Mayıs 1977 olaylarını benim yaptığım tarzındadır.
Bakınız, çok enteresan. Bir belge neşrediyor Aydınlık Gazetesi, bu dosyaya koydum, geçen gün Cumhuriyet Gazetesinde çıktı. Bu belgede deniliyor ki, bir başlık atmışlar, 1 Mayıs 1977 kanlı Taksim olaylarından onbeş gün önce işkenceci avukat Necdet Küçüktaşkıner'e ödenen 8 049 041 lira veya 51 lira. Necdet Küçüktaşkıner bu parayı alıp bu Taksim provokasyonunu tertipledi.
Şimdi, ben bunu Aydınlık Gazetesinde okuyorum, Millî İstihbarat Teşkilatı Ankara'ya telefon ediyorum Erkan Ersin diye bir arkadaş bakıyordu personel dairesine.
Dedim, bu yazı nedir, neyin nesidir? Doğru mudur, değil midir? Ben olmadığını biliyorum tabii de, Aydınlık Gazetesi böyle bir belge yayımladı; ben, bu belge nedir diyorum, sahte mi, değil mi diyorum, neyin nesidir diyorum. Belge yayımlıyor çünkü bir gazetenin başına bu kadar bir sayfa koyuyor. Bana verilen cevap şu oluyor: Deniliyor ki, bu belge, bu para, 8 049 051 lira bütün MİT mensuplarına ödenen şu sayılı kanun, şu tarihli Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü kararı uyarınca ödenen paranın yekûnudur ve bu paradan senin üç ay onbeş günlük fiili hizmetine karşılık sana düşen para 1617 liradır. Peki, niye 8 milyon benim zimmetimde gösteriliyor. Efendim, bunun altında, 8 milyonun altında "meyanında" kelimesi mevcut. Doğu Perinçek ekibi, Aydınlık Gazetesimeyanında kelimesini silmiş, tipeksle geçmişler üstünden, bunu yayımlıyorlar para senin zimmetinde gösteriliyor; yani, 8 milyonu ben almış oluyorum.
Kaldı ki, 8 milyon bana da verilse, böyle bir saçma sapan operasyonla Emekli Sandığına MİT yazacak, Emekli Sandığı bu parayı bana verecek, ben de gideceğim Taksim olaylarını tertip edeceğim; böyle bir kargaların gülebileceği bir olay.
Neticede, peki diyorum o zaman bana bir belge verin olayı açıklayıcı mahiyette. O tarihlerde deniliyor ki, MİT bu adamlarla Aydınlıkçılarla, Maocu diye geçer, yüz göz olmak istemiyoruz, bu nedenle hiç kimseye bir belge vermiyor ve açıklama yapılmasını da istemiyorlar. Ben diyorum ki, ben MİT mensubu değilim şu anda avukatım ve ben bu olaylar dolayısıyla, bu belge dolayısıyla halkın nazarında 37 kişinin katiliyim. Ben bundan son derece büyük bir azap duyuyorum. Bana işkenceci diyorlar, o kadar azap duymuyorum, 37 kişinin katili olmaktan, öyle bir katliamın sorumlusu olarak gösterilmekten çok büyük bir azap duyuyorum diyorum, bunu yapmayın.
Ayrıca, bu itham sadece bana değil, sizedir de. Siz niye açıklamıyorsunuz, siz açıklayın, ben rahat edeyim. Açıklamıyorlar, prensip kararı aldık açıklamayız, bana da belgeyi vermiyorlar ve ben MİT'le, teşkilatımla takışıyorum. O arada, benim bir belgeyi mutlaka alıp bir basın açıklaması yapmam lazım ve kanunî haklarımı kullanmam lazım, avukatım, hukukçuyum, böyle bir katliam meselesi... Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne gittim. Girdim böyle sert bir şekilde Emekli Sandığı Genel Müdürü, dedim ki, kardeşim -adamın adını unuttum, belgede imzası vardır veya yoktur, zannedersem Tahsin Ağalı- ve bu olayı biliyorsunuz dedim, bu belge nedir? Efendim, bu belge siz buna bu kadar kıymet mi veriyorsunuz, biz bu belgeye gülüyoruz. Niye gülüyorsunuz beyefendim?


Kardeşim buna kargalar bile güler, 8 milyonu MİT sana vermiş, bizim teşkilattan vermiş, böyle şey mi olur? Yahu dedim, bu memlekette sen herkesi kendin gibi kültürlü sanıyorsun, beyni yıkanan insanlar var, örgüt mensupları var. Adamlar diyor ki, bu adam 1 Mayısı yapmış. Ben 1 Mayıs katliamının sorumlusu bir hedef haline getiriliyorum ve 1989 yılında da yazıhaneme bomba atılıyor bu yüzden, 1 Mayıs katliamının sorumlusu olduğumdan, o belgeyi de bu dosyaya koydum. Dev-Sol açıklama yaptı; işte 1 Mayıs katliamının sorumlusu Necdet Küçüktaşkıner'dir diye.
15 Temmuz 1978 yılında, ondan sonra bir seri yazı çıktı aynı Cumhuriyet Gazetesinde olduğu gibi, böyle beş altı 13 sayı beni yazdılar, sanki bütün MİT'in bütün faaliyetlerinin yegâne sorumlusu benmişim gibi, adamlar benim hakkımda devamlı yazıyorlar.
İstanbul Başkanı Galip Beye telefon ediyorum. Galip Bey, bakın, ben 1978 yılında 1 Mayıs katliamının sorumlusu olarak neşredildim, hedef gösterildim. O zaman bu bir Aydınlık Gazetesi yayınıydı. Bugün bütün medya bu olayı ele aldı. Son derece ciddî köşe yazarları Zülfü Bey gibi kişiler bu konuyu ele almış, yazıyorlar. Onun için, sizin teşkilat olarak bir açıklama yapmanız gerekir diyorum. Aldığım cevap şu oluyor: Biz, 1978 yılında açıklama yapmadık, şimdi açıklama yaparsak ne derler." Ne derlerse desinler kardeşim. Yani, MİT teşkilatı olarak siz nasıl böyle bir töhmeti sırtınızda taşımayı kabul ediyorsunuz, ben anlamıyorum dedim, böyle çirkin iftira ve ithama nasıl maruz kalıyorsunuz.
Şimdi bu gizli teşkilata, arı kovanına çomak sokmuşum, bu teşkilat, bu adamlar bizle uğraşıyorlar; olay bu. Bugün başımıza gelen olayların esas sebebi budur. Şu MİT belgesini de bana sonradan verdiler, Teoman Koman imzalıdır, bu paradan benim şahsıma 1617 lira düştüğü ve üç ay onbeş günlük fiili hizmetime karşılık bu paranın bana verildiğini açıklayan. MİT'e sual soruyorum, niçin açıklamıyorsunuz; Cevaben şunu da söylüyorlar. Diyorlar ki, biz bir müsteşarlığız, açıklama yapma yetkisine sahip değiliz, Başbakana bağlıyız. Başbakanlar da bugüne kadar hiçbir açıklama yapmadı.”
Necdet Küçüktaşkıner’in anlattıkları, hem ülkemizde halen de faaliyet gösteren Maocu bir örgütün kökü, hem de MİT’te görevini doğru yapan bir memurun yaşadığı trajedi açısından çok önemli. Komisyon üyeleri ise anlatılanlara pek önem vermemiş, raporlarında bile bu konuya hiç değinmemişler.


Necdet Küçüktaşkıner’e gelince, 2006’da Antalya’da geçirdiği bir trafik kazasından sonra, kendisine Maocu örgüt tarafından yapıştırılan 1977’deki “kanlı 1 Mayıs’ın tertipçisi” yaftasını silemeden hayatını kaybetmiş. Haberi veren gazetenin başlığı “İllegal işlere bulaşan MİT elemanının sonu.”
Küçüktaşkıner’in herkesin okumasını tavsiye ettiği o belge ise Nokta Dergisinin 29 Ağustos-4 Eylül 1993 tarih ve 36 sayısında, 36-39 sayfalarda yayınlanan "Bir Ölümün Anatomisi" başlıklı haberdir. Hep birlikte okuyalım:
“BİR ÖLÜMÜN ANATOMİSİ
Emekli Albay Turan Çağlar, tam 10 yıl önce Mamak Cezaevi'nde esrarengiz bir biçimde öddü. 27 Mayıs'ın radyo müdürüydü. İstihbaratçılık ve Amerikan kuruluşlarıyla ilişkili "Özel Sektör Enformasyon Bürosu yöneticiliğinin ardından holding yöneticisi oldu. Basına kontrgerilla ile ilgili bilgi sızdırdığı, MİT içerisindeki çatışmaya taraf olduğu iddiaları onun sonunu hazırladı.
10 yıl sonra Turan Çağlar Olayı
Mehmet Güç


Yer: 12 Eylül öncesi yayınlanan Aydınlık Gazetesi'nin İstanbul'daki yazıişleri salonu. Tarih: 26 Temmuz 1979. Bir masanın etrafında toplanmış 11 gazete yöneticisi ayakla duran kişiyi dinliyordu, "Kontrgerillanın İstanbul MİT bölge teşkilatında yer alan kişiler..." diye başlayıp devam ediyordu ona boylu, kumral, seyrek ve kısa saçlı adam. İsimler sıralıyor, eylemler anlatıyor, tırmanan terörün ardındaki karanlık ilişkilere ait ipuçları veriyordu... 11 gazete yöneticisinin dikkatle dinlediği kişi Turan Çağlar; toplantı, Aydınlık Gazetesi’nin genişletilmiş yazı kurulu toplantısı; toplantı konusu da bir süre sonra başlatılacak kontrgerilla ile ilgili kampanyaydı.
Üç saat kadar süren toplantıdan sonra gazeteden ayrılan Turan Çağlar, daha binadan 100 metre uzaklaşmadan yolunu kesen bir arabaya bindirilerek kaçırılacaktı. Aslında bindiği araba da arabadakiler de çok yabancısı değildi. En azından aynı kurum içerisinde beraber çalıştığı kişilerdi bunlar. Bunlardan birinin, dönemin İstanbul MİT Bölge Başkan Yardımcısı Özcan Koç olduğu daha sonra öne sürülecekti.
Daha yolda başlamıştı sorgulama. Ne anlattığı ve neden anlattığını soruyorlardı. Teşkilata ihanetle, komünistlere bilgi vermekle suçluyor, arada bir de farklı uyarılarda bulunuyorlardı.
Sonra gittikleri bir tanıdık binada kendisine birkaç saat önce gazetede yaptığı konuşma dinletiliyordu bir teypten. En çok da "Turan Deniz'in yanında tavır almasının başına bela olacağı" üzerinde duruyorlardı. Sorguculara göre Nuri Bey çok kızmıştı Çağlar'a. Ve "MİT'e ait bina, eleman ve imkânların kontrgerilla yöntemleri için kullanıldığının ifşası da ne demek oluyor?" diye hiddetle sormuştu Nuri Gündeş Bey. Turan Çağlar ise, teşkilata ihanet etmediğini herkesin bildiği şeyler üzerine konuştuğunu söyleyerek kendini savunuyordu. Turan Deniz ile ilişkisi ise eski bir dostluğa, mesai arkadaşlığına dayanıyordu sadece... Nihayet Çağlar, akşam saatlerinde Belgrad ormanlarında arabadan indirildiğinde kelimenin tam anlamış perişan bir haldeydi.
AJANLIK KUŞKUSU
Turan Çağlar, olaydan bir gün sonra Aydınlık'tan tanıdığı bir gazeteciyi Divan Otelinde buluşmaya çağırıyordu. 27 Temmuz 1979 günü akşam saatlerinde Divan Oteli'ne bir değil iki gazeteci gelmişti. Gazetecilere olayı anlatan Çağlar, “aranızda bir ajan var. O yazı kuruluna katılanlardan biri bu" diyordu. O korkulu, kuşkulu günlerde küçük bir panik yaşatıyordu bu iddia. O günün tanığı, ama adının açıklanmasını istemeyen gazeteci-yazar, şimdi. "Turan Çağlar'la bu konuşmadan sonra yaptığımız bir araştırmada o yazı kurulu toplantısına katılmış kişiye dair kuşkularımız oluştu" diyordu.
MİT tarafından bütün konuşmaları banda alınan yazı kurulu toplantısı için görüştüğümüz o dönem Aydınlık gazetesinin başyazarı ve gazeteyi yönlendiren Türkiye İşçi Köylü Partisi Genel Başkam Doğu Perinçek ise şunları söylüyordu. “Öncesinde de sonrasında da MİT'le ilişkisi olduğunu saptadığımız insanlar oldu. Kuşkulandıklarımız da oldu. Aydınlık, yüzden fazla insanın çalıştığı bir yerdi ve kamuoyunun olduğu kadar. MİT'in de ilgi odağıydı. Bu nedenle o yazı kurulu toplantısında bir ajan olabilir diyorum. Kuşkulandığımız insanlar vardı ama tabii MİT görevlileri bu kaydı mikrofon yardımcılığıyla da yapmış olabilir. Bunu kesin olarak bilmek mümkün değil."
Emekli Albay Turan Çağlar o tarihten 12 Eylül 1980'e kadar "üç kez teşkilat arkadaşları tarafından arabayla günübirlik "gezilere" çıkarıldı. Sorular soruldu, uyarılar yapıldı ve tehditler savuruldu bir kaç yumrukla beraber.


İSTİHBARİ FAALİYETLER
Turan Çağlar kimdi? Gazetelere verdiği bu bilgilere nasıl sahip oluyordu? Ve neden bu bilgileri gazetelere vermek istiyordu? Ya adaşı Turan Deniz... O nerede ve nasıl bir taraftı? Turan Çağlar neden ondan yana bir tavır alıyor, MİT Bölge Başkanı Nuri Gündeş de buna neden kızıyordu?
1921 doğumlu ve 1941 Harp Okulu mezunu Turan Çağlar, 27 Mayıs 1960 harekâtının lider kadrosundaki bir askeri istihbaratçı olarak radyo müdürlüğü görevini ifa etti. 1965'ten itibaren Tepebaşı’ndaki Tarhan Han'da "Özel Sektör Enformasyon Bürosu" adlı bir kuruluşu yönetti. Çeşitli Amerikan kuruluşları ile yakın ilişkileri bulunan bu büronun nasıl bir hizmet gördüğü henüz bilinmiyor. Para kaynağının ve nasıl kurulduğunun bilinmediği gibi...
Çağlar’ın yöneticiliğini yaptığı Özel Sektör Enformasyon Bürosu 70’li yıllarda Odalar Birliği bünyesinde faaliyet gösteren "özel sektör fikrinin dinamik ve devamlı müdafaası" misyonuna sahip bir büro olarak kamuoyuna yansıyor. Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan büro ile ilgili olarak bilinen tek şey, 70’li yılların sonunda bu büronun gelir ve giderlerindeki bilinmezlik.
Gazeteci yazar Uğur Mumcu'nun 17 Ağustos 1979 tarihli bir yazısında bu bilinmezlik şu satırlarla ortaya konuyor: "Özel sektör fikrini yayma ve savunmak için bir yıl içinde 3 milyon 981 bin lira harcama var. Ama nereye olduğu belli değil. Soruyoruz, cevap yok. Paralar nereden geliyor, nereye gidiyor. Örtülü bir ödenekten, örtülü isimlere akıyor para."
Özel Sektör Enformasyon Bürosu ile ilgili sorular o dönemde de bu dönemde de yanıtsız. Sadece, Odalar Birliğinin yönetimindeki bu büronun faaliyet amacı açıklanmış kamuoyuna. Nasıl ve kimlere yönelik, kimlerle çalışma yapıldığının bilgisi hiç bir zaman açıklanmıyor.
Emekli General Alpaslan Demirel, Kara Kuvvetleri Mahkemesi eski savcısı Albay Muhittin Gülmez ve Cevdet Sunay'ın emir subayı Turgut Özbahadır Odalar Birliği'nin büro ile de ilgili müşavirleri arasında ancak onlara ulaşmak mümkün değil.
Adnan Kahveci ve bazı ANAP yöneticilerinin kurucuları arasında yer aldığı Özel Teşebbüs Destekleme Ajansı ile Özel Sektör Enformasyon Bürosu arasında bir bağ olmadığını da Ajans'ın bugünkü yöneticileri söylüyor. Çağlar'ın bu bürodaki kurucu ve yöneticiliğine ilişkin de bir bilgi yok.
Ailesinin bile bilmediği bu işinin ardından'SA' bir büyük holdingin Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ne geliyordu Turan Çağlar. Holding için gerekli her türlü istihbari faaliyeti yürütmekti işi. Eşi Suzan Çağlar, "ben ordudan ayrıldıktan sonra, 1972 yılından 1979 yılına kadar bir bankada görev yaptığını biliyorum yalnızca" diye açıklıyordu durumu.
Turan Deniz'le yoğunlaşan ilişkisi geliyordu gündeme. Cumhuriyetin ilk yıllarının meşhur Diyarbakır Valisi Galip Deniz'in oğlu Turan Deniz 70’li yıllara, İstanbul MİT Bölge Başkanı olarak giriyordu Kontrgerilla söyleminin Ziverbey Köşkü ve işkencelerle beraber kullanıldığı bu yıllarda. MİT’in bina, eleman ve imkânlarının yasadışı kullanımına karışmadığını kimselere anlatamama, inandıramama kaygısı taşıyordu Turan Deniz.
Dönemindeki işkenceli sorgulamalar ve provokasyonlardan dolayı kendini aklamaya çalışıyordu. Üstüne görev olmadığı halde birçok "iş"te sorumluluğu olanları biliyordu.


BİLGİ SIZDIRAN ARACI
Bilgisi dışında gelişen olay veya olayları basına sızdırarak kendini aklama çabalarında da, basınla iyi ilişkiler içindeki eski mesai arkadaşı emekli Albay Turan Çağlar'ı kullanıyordu. Turan Çağlar da o dönem Aydınlıkta yazan pek çok gazeteci dostu aracılığı ile kamuoyuna kontrgerilla ile ilgili bilgiler veriyordu. Bu yetkili ağız tarafından sızdırılan bilgiler de Aydınlık'ta yazı dizisi oluyor, manşet oluyor, köşe yazılarına konu teşkil ediyordu. Doğu Perinçek de bunu doğruluyor ve Çağların verdiği bilgilerin bir kısmını dizilerde kullandıklarını söylüyor.
Turan Çağların ilişkileri oldukça genişti ve "Turan Deniz kaynaklı" bilgileri basma sızdırmakta güçlük çekmiyordu, Ama zorluk, Turan Deniz'in MİT’teki görevinden ayrılmasından sonra başlamıştı.
Basına sızdırılan bilgilerde ismi verilenler hâlâ görevdeydi ve artık Çağlarla da uğraşıyorlardı. Artık arabayla kaçırmalar, kısa gözaltılar, tehditler, dayaklar ve işkenceler giriyordu devreye. Nuri Bey ve arkadaşları çok kızmışlardı zaten. Eyüp Beyin, Özcan Bey'in tepkileri de az değildi doğrusu...
Ama Turan Çağlar'ın basınla ilişkileri vardı ne de olsa. Gözaltı ve dayaklardan sonra bu ilişkileri devreye sokmayı deniyordu. Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Uğur Mumcu böyle bir dayak olayından sonra, konunun dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e iletilmesinin kendisinden istendiğini şöyle anlatıyordu:
"Turan Çağlar bana haber göndererek, MİT tarafından kaçırılmasının, dayak atılmasının Başbakan Bülent Ecevit'e yansıtılmasını istiyordu. Ben de ilettim Bülent Ecevit de ilgileneceğini söyledi. Buna rağmen Çağların yine gözaltına alındığını da sonra öğrendim.


ECEVİTE YAZILAN MEKTUP
Uğur Mumcu'ya göre Çağlar bir de mektup yazıyordu Bülent Ecevit'e MİT tarafından yapılan baskıları işkenceleri anlatan...
Bir kez daha gözaltına alınan Çağlar, bu kez de Bülent Ecevit'e yazdığı mektup kendisine gösterilerek dövülüyordu. Çağların MİT'le ilişkileri artık giderek gerginleşiyordu. Bir eski teşkilat çalışanına göre Cağlar. MİT'in gözünde hain olarak görülüyordu. Peki, ne olacaktı?
Bunun cevabı da 12 Eylül sonrasına kalıyordu. Bu arada Çağlar işinden de olmuştu. Üst düzey yöneticisi olduğu holdingin patronuna "çıkarın bu adamı isten" biçiminde gelen bir uyarı Çağlar'ın iş hayatına son vermişti.
12 Eylül'den sonra hukukun askıya alındığı günlerden bir gün, gazetelerin yazıişlerine bir haber geldi. Sıkıyönetim kaynaklı bu habere göre, emekli Albay Turan Çağlar, ABD lehine casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi'ne gönderiliyordu. Bu tutuklanmanın öyküsü, eşi Suzan Çağlar'a göre 16 Mart 1983'de başlıyordu. O zaman Levent'te oturduklarını anımsatan Suzan Çağlar şunları anlatıyor;
“Sanıyorum dört kişiydiler. Son derece kibar bir biçimde geldiler ve Turan'ı alıp götürdüler. Hatta kapıda yumuşak bir tonda tartıştılar da. Bir operasyon için bilgisine başvuracaklarını söylüyorlardı. Turan giderken 'merak etme canım önemli bir şey yok' diyordu. Bir gün, beş gün... Turan eve dönmedi ama o kibar beyler arada bir gelip evde Turan'ın eşyalarını karıştırıyor, bazı eşyalarını alıp gidiyorlardı. Birinci haftadan sonra 'Turan bey sizi istiyor' deyip bizi ona götürdüler. Turan son derece iyiydi. Yine, 'merak etmeyin önemli bir şey yok, bir süre sonra geleceğim' diyordu. Görevliler de bir soruşturma için yardımcı olduğunu söylüyorlardı."


"MİLLİ MÜDAFAYA HIYANET"
Ailesinin 3 Nisan 1983'de sorgulandığı yerde görüşüp evde buluşmak üzere vedalaştığı Turan Çağlar’dan ancak 11 Nisan günü bir telgrafla haber alındı. Bu kez Turan Cağlar Ankara'da Mamak Cezaevindeydi ve tutukluydu artık. Hakkında suçun niteliği nedeniyle Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde bir dava açılıyordu. İddianameye göre Çağlar, İngiliz vatandaşı John Hyde ve zamanın
ABD İstanbul Konsolosuna para karşılığı, devlet sırrı niteliğinde bilgi satıyordu. Çağlar, bu nedenle de Türk Ceza Kanunu’nun 133 maddesine aykırı davranarak "milli müdafaya hıyanet" etmekle suçlanıyordu.
"Mamak gidişine kadarki bütün: görüşmelerimizde kısa bir süre sonra eve geleceğini söylüyor, önemli bir şey olmadığını anlatıyordu. Ne zaman ki Mamak Cezaevi’ne gitti, ondan sonra çöktü 'Turan" diyor Suzan Çağlar ve ekliyor: "Anlatamam, açıklayamam ama mahkemede anlaşılır, bu bir komplo diyordu Turan. O zaman utanacaklar bu vatan hainleri, bu vatanı satmaya çalışanlar anlaşılacak diyordu.”
Dava dosyasına göre ABD konsolosuna verilmiş bazı pusulalar vardı. Bir de Turan Çağların MİT sorgulamasındaki el yazısı itirafı. Ama dava dosyasının başka neler içerdiği bilinmiyor...
"HUKUKİ DELİLLER EKSİK"
Bir emekli askeri hakimin anlatımına göre dosya, Turan Çağlar’ın geçmişteki bazı ilişkilerine dayandırılıyordu. Bu ilişkiler de bazı görevler nedeniyle kurulmuş ilişkilerdi. Aynı hakimin yorumuna göre, dava dosyasındaki deliller suçun niteliği açısından bakıldığında hukuken eksikti. "Peki, geçmişte kurulmuş görev kaynaklı bu ilişki neydi?” diye sorulduğunda ise devlet sırrı duvarı vardı karşıda. "Siyasi ve istihbari ilişkiler" olarak özetlenebiliyordu sadece. Duruşmalar başlarken bazı gazeteci tanıdıklarına mektuplar gönderiyordu Turan Çağlar.
“Nedenlerini açıklayamayacağım bir komplo bu” diyordu mektuplarında. Bu açıklanamayacak nedenleri ne o gün, ne bugün kimse öğrenebildi. Ama Turan Çağlar'ın haleti ruhiyesi gittikçe bozuluyordu. Dışarıya ulaştırdığı mektuplarında görülüyordu bu. O mektupların adresi olan gazetecilerden biri "çok sonradan elimize geçen günlüğünde, bozulan ruh hali hemen anlaşılıyordu" diyordu yıllar sonra.
"BENİ ÖLDÜRECEKLER”
“Giderek bir korkuya kapılmaya başladık.” Suzan Çağlar, cezaevi görüşmelerinden birinde Mehmet U. adlı bir albayın “Turan Bey ölecek, dava da kalkacak ortadan" uyarısından sonra yaşadığı endişeleri böyle ifade ediyordu. “İlaçla, milaçla yapacaklar bu işi" dediği nakledilen Mersinli Albay Mehmet U. çok fazla şey açıklamıyor, "açıklayamıyordu" anlaşılan. Ama bir süre sonra Turan Çağlara da malûm oluyordu ölüm. Dışarıyı gönderdiği 1983 Temmuz’unun ikinci yarısının tarihini taşıyan mektuplarda komployu ve öldürüleceğini anlatıyordu. Çok eski bir dostuna ise şöyle yazıyordu:
"Artık biliyorum beni öldürecekler. Bu komplonun başka çıkışı yokmuş... Çocuklarıma yardımcı olmanı rica ediyorum. Üzülmesinler... Ölüm ilanımı da şöyle vermenizi arzu ediyorum. Manastır eşrafından..." Yılmaz önadlı bir dosta yazılmış bu mektubun Mamak Cezaevinden çıkış tarihi Temmuz'un son haftasının başlarıydı.


30 Temmuz 1983 tarihli gazetelerin sayfalan arasında bir ölüm haberi yer alıyordu Sıkıyönetimin ciddi üslubunu taşıyan. "Emekli Hava Kurmay Albay Turan Çağlar, tutuklu bulunduğu Mamak Askeri Cezaevinde dün sabaha karşı geçirmiş olduğu bir kalp krizi sonucu öldü..." diye başlıyordu gazetelerdeki haberlerin hemen tümü. Turan Çağların ölümü bir kuşku taşıyor muydu? Bu sorunun yanıtı kimine göre "evet", kimine göre "sıradan bir ölüm vakası olarak "hayır”dı Gönderilen mektuplar, Mamak Cezaevindeki bir albayın Çağlar ailesinin fertlerine söylediği "öldürecekler" uyarısı bir anlam taşıyor muydu? Bir vehim miydi yoksa…
Ölümünün üzerindeki kuşkular bir yana, bilinmez o kadar çok şey vardı ki Çağlar'ın bu öyküsünde, her biri ayrı araştırma konusu olan... Özel Sektör Enformasyon Bürosu'nun tümüyle açıklanmayan kuruluşu, çalışmaları, ilişkileri, para kaynakları kadar Çağlar’ın yaşam çizgisindeki her ayrıntı önemli. Çağlar'ın Enformasyon Bürosu kurucu ve yöneticiliği yıllarında bazı görevler nedeniyle daha sonra aleyhinde kullanılan bazı ilişkiler kurmuş muydu? Turan Deniz, yöneticisi olduğu bir kuruluşa sorumluluktan kurtulmak için yasadışı çalışmaların bazı bölümlerini ifşa ederken yasal soruşturma yolunu neden izlememişti? Turan Çağlar defalarca gözaltına alındığı dönemde komünistlere bilgi vermek ve teşkilata ihanetle suçlanırken sürekli izleniyor, her konuşması banda alınıyordu. İz peşindeki o görevliler nasıl olmuştu da aynı dönemlerde olduğu ileri sürülen Amerikan Konsolosluğu ile ilişkilerini tespit edememişlerdi Çağlar'ın? Turan Çağlar MİT'e göre neydi? Vatan haini bir komünist mi? Yoksa yine vatan haini bir Amerikan Casusu mu?
Bir de o eski dost Turan Deniz'in, anlaşılmaz bir biçimde Turan Çağlar'ın hayatından sessizce çıkışı var tabii ki. Yıllarca aileler arasında bile paylaşılan Deniz-Çağlar ilişkisi, Turan Çağlar'ın yaşamının12 Eylül'den sonraki döneminde yoktur. Turan Deniz, adaşı ile ilişkilerini kopardığı gibi ailesiyle de bir daha görüşmez. O çok yakın aile dostunu, sanki bir şeylerden korkar gibi bir daha aramaz. Ne cezaevi, ne mahkeme günlerinde. Aile servetinin bir parçası olan İstanbul'daki binalarının bir bölümü MİT tarafından kiralanarak kullanılan o etkili adam Turan Deniz'in bu tavrı da anlaşılmazdır.
Belki de bunların hiçbirinin önemi yoktu. Çağlar'ın bir çocuğu şunları söylüyor: "Asla inanmadığım ve zaten ispat da edilemeyen suçlama doğru olsa ne çıkar. Babam Amerikan casusu olsa ne çıkar. Yanında olamadığımız, onu koruyamadığımız bir ortamda kuşkulu bir biçimde öldü ve gitti. Daha acısı ne olabilir ki."
Küllenmeye yüz tutsa bile var olan bu acı, bizi ailenin diğer fertlerinin adlarını gizli tutmaya yöneltti. Çağlar ailesinin fertleri daha fazla yıpranmak istemediklerini söyleyince ne yapılabilirdi ki zaten.
Turan Çağlar'ın öyküsü bir türlü bilinemeyen, konuşulamayan, tartışılamayan denetlenemeyen ilişkilerin, olayların günışığına çıkmasına bir küçük katkı belki de. Sonu, var olmanın en hissedilir yanı ölümle biten...”


Evet, Nokta Dergisindeki Mehmet Güç’ün kaleme aldığı “Bir ölümün anatomisi” başlıklı yazıyı okuduk. Bu yazıda aklımıza takılan bazı sualleri 28 Ocak 2013 tarihli HaberTürk gazetesindeki Zülfikar Aydın’ın “MİT fezlekesinden çarpıcı bilgiler” başlıklı haberle cevaplamaya çalışalım:
“27 Mayıs 1960 darbesinin önde gelen isimlerinden Albay Turan Çağlar ile ilgili MİT fezlekesinden film gibi casusluk raporu çıktı. Raporda CIA’nın Çağlar’a yönelttiği sorular da var: “Orduda sol darbe olur mu? Ecevit daha ne kadar sola kayar? Evren’in dişçisi ile evlenme dedikodusu gerçek mi?”
ERGENEKON davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin MİT’ten istediği “casusluk” dosyalarından film senaryosu gibi bir fezleke çıktı. Ünlü sanatçı merhum Barış Manço’nun kayınpederi Albay Turan Çağlar ile ilgili fezlekede, 12 yıl CIA’ya çalışan Çağlar’ın, başlangıçtan suçüstü anına kadar faaliyetleri yer alıyor.
NICK ADLI KİŞİ
1960 darbesine katılan ve İstanbul Radyosu Müdürü olan Çağlar, bu dönemde İngiliz ve ABD’li bazı istihbaratçılarla tanıştı. 1971’de ise çalıştığı bankaya gelen ve ABD Konsolosluğu’nda çalıştığını belirten “Nick” adlı kişi Çağlar ile CIA bağını kurdu.
Fezlekede, Nick ile 15 günde bir görüşen Çağlar’ın “Nick, Türkiye’nin sola kaymasını istemediğini söyledi, 12 Mart’ın nedenleri, daha sonra genç subayların bir darbe hareketinin içinde olup olmayacağına ilişkin fikirlerini aldı” ifadesine yer verildi.
MÜSTEŞAR SOLCU MU?
Nick’in 2 yıl sonra Türkiye’den ayrılmadan önce son buluşmaya getirdiği ABD’li ajana, Çağlar tarafından hangi konularda bilgi verildiği de fezlekede yer aldı:
“Orduda ihtilal yapacak sol bir grup olup olmadığı, Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yapma ihtimalinin olup olmadığı, Türkiye’nin Yunanistan ile bir harbi göze alıp almayacağı, MİT Müsteşarı Bahattin Özülker’in solcu olup olmadığı.”
Çağlar bu kapsamda TSK’nın Kıbrıs’a yapacağı çıkarmaya 28. ve 39. Tümen ile Hava İndirme Komando Tugayı’nın katılacağı, muhtemel çıkarma harekâtının Magosa’dan olacağı bilgisini verdi. Çağlar, Amerikalılara verdiği bilgiler karşılığında Turan Tural takma adıyla makbuz imzalayarak, 1 ila 3 aylık dönemler içinde 15 ila 25 bin lira aldı.


LALE’NİN EĞİTİMİ
Çağlar’ın kızı Lale Çağlar’ın 1973-1974’te Oxford Üniversitesi’ndeki eğitim masrafları da ABD tarafından karşılandı. Fezlekeye göre Kıbrıs harekâtı nedeniyle Türkiye-Amerika ilişkileri gerildi ve CIA Çağlar’a kriptolu görüşme imkânı sağlayacak bir çanta vermek istedi ancak Çağlar yakalanma ihtimaline karşı çantayı almadı.
Çağlar ve CIA ajanları randevularını şifreli yöntemlerle belirliyor, Fındıklı’da bir binada bir araya geliyorlardı. Kopukluk olması halinde Çağlar “Jack” ve “Harry” takma adlarıyla konsolosluğu arıyordu.
İlişki Savaşman olayının patlak verdiği 1978’e kadar devam etti. MİT, Çağlar’ı da Doğu Perinçek liderliğindeki grupta yer alan isimlerle ilişkisi nedeniyle sorguladı.
1.5 MİLYON TL ALDI
MİT, Çağlar’ın casusluk faaliyetlerini, 1982 yılında “açıklanması sakıncalı” bir kaynağından haber aldı. Aynı yıl delil toplanmaya başlandı,
Çağlar’ın Levent’te Amerikan Konsolosu John McGlosson ile yaptığı gizli buluşma fotoğrafla belgelendi ve bir sonraki buluşmada suçüstü yapıldı. Çağlar’ın üzerinde 20 sayfalık doküman, Glosson’da ise Çağlar’dan istediği bilgileri içeren not kâğıdı bulundu.
Çağlar’ın evinde de Amerikalılara verdiği 6 yazılı raporun karbon kâğıdıyla çoğaltılmış örnekleri ele geçirildi. Çağlar, 41 sayfalık ifadesinde CIA ile ilişkilerini en ince ayrıntısına kadar anlattı, aldığı paraya ilişkin “takriben 1 ila 1,5 milyon Türk Lirası’na tekabül eder” dedi. Fezlekeye göre Çağlar’a “Orgeneral Kenan Evren’in sağlık durumu ve bir diş doktoru ile evleneceğine dair dedikoduların doğruluk derecesi” de soruldu.”
Necdet Küçüktaşkıner’in bahsettiği ve Perinçek’in illegal TİİKP örgütünün İstanbul’daki karargâhının bulunduğu evin sahibi İngiliz Profesör Hilary Sumner- Boyd ise, 1910 yılında ABD Massachusetts, Boston’da doğmuş, Boston, Oxford’da bir Hıristiyan kilisesinde özel eğitim almış. Türkçe, Yunanca, Almanca, Fransızca ve Latince biliyormuş.


ABD ve İngiltere’nin Sovyetler Birliğine karşı birlikte yürüttüğü bir istihbarat faaliyet olan İngiltere merkezli Troçkist “Kızıl Bayrak” Birliğinin 238 Edgware Road Londra adresindeki merkezinin yöneticisi olan Hilary Sumner-Boyd, 1937 ila 1940 yılları arasında “İngiliz Trocki’yi Savunma Komitesi Sekreterliği” pozisyonunda da Necdet Küçüktaşkıner bulunmuş ve 1940’da Trocki’nin Meksika’da öldürülmesinden sonra İstanbul’a gelerek Robert Kolej’de Profesör olarak çalışmaya başlamıştır. Mao’cu örgüt ile ilgili hizmetini ihmal etmeden 35 yıl Robert Kolej’de görev yapan Sumner-Boyd, 06 Eylül 1976 tarihinde İstanbul’da ölüp Feriköy’deki Protestan Mezarlığına gömülmüştür.


Şimdi Susurluk Komisyonu’nun Yaşar Topçu, Fikri Sağlar, Hayrettin Dilekcan ve yaşayan diğer üyelerinden, Necdet Küçüktaşkıner’in anlattıklarına neden itibar etmediklerini, Küçüktaşkıner’in komisyona tevdi ettiği dosyanın içinde nelerin olduğunu ve halen nerede bulunduğunu sormak lazım. MİT Müsteşarlığımız ise Necdet Küçüktaşkıner’i yabancı istihbarat teşkilatlarının hizmetkarı olan karanlık örgütlerin kara propagandası ile baş başa bırakarak, bu örgütlere ve arkasındaki güçlere dolaylı bir şekilde yardım eden MİT mensuplarını (ölmüş olsalar dahi) ciddi bir şekilde araştırarak açığa çıkarmasının öncelikli ve tabii bir görevi olduğunu varsaymalıdır.

 http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=523