21 Şubat 2017 Salı

ABD'nin YPG Açıklaması Ne İfade Ediyor? YPG NEDİR - PYD ABD KOALİSYONU



ABD'nin YPG Açıklaması Ne İfade Ediyor? YPG  NEDİR  -  PYD  ABD KOALİSYONU

Alparslan Esmer





    Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlara göre Washington’un YPG’den kopması uzak bir olasılık. Bunun birinci nedeni YPG’nin Suriye’de etkin bir kara gücü olması ve alternatifi olmaması.

    Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlara göre Washington’un YPG’den kopması uzak bir olasılık. Bunun birinci nedeni YPG’nin Suriye’de etkin bir kara gücü olması ve alternatifi olmaması.
    Amerika Savunma Bakanlığı’nın Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’le mücadele eden Kürt güçlerine silah ve mühimmat yardımını kestiği açıklaması, Türkiye’de memnuniyetle karşılansa da, Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlar Washington’un YPG’yi gözden çıkarmasına olasılık vermiyor.

    Bununla birlikte uzmanlar,­ Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidarı garantilediği önümüzdeki dört yılda Amerika’yla IŞİD’le mücadelede işbirliğinin artacağına da dikkati çekiyor.

    IŞİD’le mücadele koalisyonunun Bağdat’taki sözcüsü Amerikalı Albay Steve Warren, YPG’ye silah ve mühimmat yardımına son verdiklerini açıklamış, son havadan yapılan yardımın Suriye-Arap koalisyonuna gittiğini açıklamıştı.
    YPG’nin bağlı olduğu PYD’yi, terör örgütü olarak gören Ankara, karardan memnuniyetini Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tanju Bilgiç’in “ABD’li yetkililerin açıklamalarını memnuniyetle not ettik. Bunun sahada nasıl uygulanacağını kararlılıkla yakından takip edeceğiz” sözleriyle teyit etti.

    Amerika’nın, Suriye’de IŞİD’le mücadelenin ‘kara gücü’ işlevini yürüten YPG’ye bir süredir hava bombardımanıyla destek vermesi ve askeri işbirliği içinde olması Ankara’yı rahatsız ediyordu. Ankara, PKK’yla organik bağa sahip bir terör örgütü olarak nitelediği PYD’nin kendi sınırları boyunca Suriye’nin kuzeyinde yayılmasını ve güçlenmesini önlemeye çalışıyor. Türkiye’nin son aylarda PKK’ya yönelik operasyonlarını “nefsi müdafaa” olarak niteleyen Amerika, müttefiki olarak gördüğü YPG’yi ise hedef almasına sıcak bakmadı.

    Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlara göre Washington’un YPG’den kopması uzak bir olasılık. Bunun birinci nedeni YPG’nin Suriye’de etkin bir kara gücü olması ve alternatifi olmaması.
    Semih İdiz

    Semih İdiz

    ‘Türkiye’yi yatıştırmaya dönük’
    Cumhuriyet gazetesi ve Al Monitor yazarı Semih İdiz, Amerika’nın son PYD açıklamasını “Türkiye’yi yatıştırmaya dönük” buluyor:

    “Ben şahsen Amerika'nın PYD veya YPG'den sahada vazgeçmeye hazır olduğunu hiç zannetmiyorum. Orada bir Arap Demokratik Güçler (Suriye Demokratik Güçleri) şeklinde, bir örgüt üzerinden çalışıyor, ama o koalisyona baktığımız zaman Amerika ona ‘Arap Koalisyonu’ diyor. Orada ağırlıklı olarak PYD'nin olduğunu görüyoruz. Tahmin ediyorum bu açıklama, daha çok Türkiye'yi yatıştırmaya dönük. Mantık bize YPG ve PYD'Ye yapılan yardımların devam edeceğini söylüyor. Çünkü sahada Amerika açısından tek etkin güç bunlar.”
    ABD PYD’yle ilişkilerini yeniden mi şekillendiriyor?
    Semih İdiz’in “Arap Demokratik Güçleri” olarak tanımladığı Suriye Demokratik Güçleri, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan (SETA) Ufuk Ulutaş’a göre “temelde YPG’den ibaret” bir güç: “Etrafında küçük küçük, Süryani, Arap gruplardan oluşsa da omurgasını YPG'nin oluşturduğu bir yapı, Suriye Demokratik Güçleri ismini verdiler. Amerika'nın da muhtemelen bundan sonra direkt olarak onlar üzerinden silah yardımı yapacağını, YPG'ye silah yardımı yapmayacağını anladım ben” diyor, SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü Ulutaş.

    “Böyle bir yapı, Amerika'nın Suriye Demokratik Güçleri dediği yapı. O da dediğim gibi, özünde PKK veya PYD. Araplar, içerisinde çok küçük bir azınlık. Bu sebepten işin açıkçası, ben ABD’den çok büyük bir politika değişikliği beklemiyorum. Bunu Amerikan yönetiminin Türkiye'ye verdiği bir jest olarak da görmüyorum” diye konuşan Ulutaş, Amerika’nın YPG’nin kara savaşında ‘kısıtlı bir müttefik’ olabileceğini fark ettiği görüşüşünde:

    “YPG, PYD’nin yoğun olduğu yerlerde belki kısmen, o da Amerikan hava desteğiyle etkili oldu. Fakat (ABD) özellikle Rakka'ya, Deyrezzur'a yönelik operasyonlarda çok etkili, çok verimli bir müttefik olmayacağını anladı. O sebepten YPG'nin içinde bulunduğu koalisyonu genişletme çabası içerisinde. Bu belki YPG'yle ilişkilerini yeniden şekillendirmesi açısından önemli bir veri. Fakat YPG'yle ilişkisini kaldıracağını ve silah verme meselesini durduracağın ben şahsen düşünmüyorum.”
    ‘PYD Türkiye’deki hukuk kurallarına göre terör örgütü değil’
    Amerika’nın özellikle geçen yıl Kobani kuşatması sırasında IŞİD’e karşı önemli başarı sağlayan YPG güçleriyle yaşadığı balayına son veriyormuşçasına bir açıklama yapması, Ankara’da temkinli bir memnuniyete yol açsa da, Türk dış politikasının çekirdeğinden yetişen bir diplomata göre Ankara’nın PYD’ye yönelik tavrı yanlış. Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı ve 2000’li yılların ilk yarısında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’ni yapan Faruk Loğoğlu, Ankara’nın aksine Suriyeli Kürtler’i safına çekmesi gerektiğini düşünüyor. Loğoğlu, “Türk hükümetinin PYD konusundaki tutumunu bir gözden geçirmesi gerekecek. PYD Suriye'nin bütünlüğüne yönelik bir tehditte bulunmuyor. Suriye'nin birliği içinde belki istekleri, beklentileri var. Çok dikkat çekici bir nokta, PYD veya YPG, Türkiye'deki hukuk kurallarına göre terör örgütü ilan edilmiş bir örgüt değil. Bunun için ya bir Bakanlar Kurulu kararı lazım ya da Yargıtay kararı lazım. Ama herkes, hükümet, Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan, diğerleri 'PYD terör örgütüdür' deyip konuşuyorlar. Yani, Türkiye'nin bu konuda biraz daha rahatlaması lazım. Nasıl ki Barzani ve Talabani'yle ilişkiler bir zamanlar çok kötüydü, şimdi çok yakın. İlerde şartlar değişince Suriye'deki Kürtler'in de yanımızda olması lazım.”
    Faruk Loğoğlu

    Faruk Loğoğlu

    Loğoğlu, Dışişleri Bakanlığı’nın en tepe noktalarına kadar devam eden kariyerini daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nden milletvekili ve partinin dış politika danışmanı olarak sürdürdü. Amerika’nın YPG güçlerine silah ve mühimmat desteğini kestiğine yönelik açıklaması, “seçimleri yeni kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne bir göz kırpması olabilir mi?” diye sorduğumuz Loğoğlu, bu soruya, “Özellikle seçimlerden sonra böyle bir süreçte, çoğunlukla AKP hükümetinin hassasiyetlerini daha fazla dikkate almaya çalışacaklardır. Ama AKP'nin PYD'ye ilişkin görüşü, yani PKK'nın Suriye'deki uzantısı görüşü, biraz da Türkiye içindeki gelişmelere bağlı olarak o da değişebilir. Yeniden bir barış süreci başlatılır ise, ‘PKK'ya bakış açısı Türkiye'de değiştiği ölçüde ve değiştiği takdirde, PYD'ye bakış açısını da değiştirebilir’ diye düşünmek lazım. Her halukarda ben PYD faktörünün Türkiye-ABD arasında o kadar ciddi bir sorun olduğunu düşünmüyorum” yanıtını veriyor.
    ‘ABD-PYD-Ankara ilişkileri bir üçgen’

    PYD faktörü Türkiye ve Amerika arasında bir sorun mu, değil mi? Koalisyon çerçevesinde IŞİD hedeflerini havadan bombalayan Amerika için, Kobani kuşatmasından bu yana PYD’ye bağlı YPG güçleri dışında IŞİD’le karada mücadele edecek bir başka seçenek olmadı. Amerika’nın koalisyon ortaklarıyla birlikte, Suriye’de IŞİD’le mücadele etmek amacıyla muhalif savaşçı yetiştireceği ve milyonlarca dolar harcadığı “eğit-donat” programı fiyaskoyla sonuçlandı.

    Amerika ve koalisyonun diğer üyeleri Temmuz ayına kadar Irak ve Suriye’deki IŞİD hedeflerini Körfez’den, cıvar Arap ülkelerinden ve yakınlarda seyreden donanma filolarından kalkan uçaklarla vurdu. Türkiye bu dönem boyunca koalisyonun İncirlik Üssü’nü muharip olmayan, keşif ve istihbarat görevlerinde kullanılmasına izin verdi.

    Son bir yıl içinde Amerika’nın koalisyon özel koordinatörü emekli Orgeneral John Allen’ın Türkiye’de yürüttüğü temasların ardından Temmuz’da bir telefon görüşmesi gerçekleştiren Başkan Barack Obama ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, IŞİD’le mücadele koalisyonu çerçevesinde işbirliğinin genişletilmesi ve İncirlik Üssü’nün muharip görevlerde kullanılması konusunda anlaştı.

    Belki emekli Büyükelçi Faruk Loğoğlu’nun dediği gibi “PYD faktörü” Türkiye ve Amerika arasında “ciddi bir sorun olmayabilir” ancak İncirlik Üssü’nün kullanımıyla birlikte Amerika’nın elini kolunu bağlayan bir faktör haline gelmiş olabilir.

    Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Direktörü Soner Çağaptay, “Şimdi şunu söylemek lazım bu PYD'ye ağır silah verilmesi konusunda. Amerika açısından, ABD-PYD-Ankara ilişkileri bir üçgen. Üçgenin üç ayağının da olması lazım, yani, PYD'ye verilmesi düşünülen ağır silahlar, Amerika'nın Türkiye'deki üslerine erişimimin olmaması durumunda hiçbir şey ifade etmiyor. Üslere erişim de Türk-Amerikan ilişkilerinin olmazsa olmazı ise, ben bu ağır silah senaryosunun Türkiye'nin rızası olmadan gerçekleşmeyeceğini düşünüyorum” diyor.
    Soner Çağaptay

    Soner Çağaptay

    ‘Beyaz Saray Pentagon’un aksine PYD’ye silah verilmesine karşı’
    Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Washington Enstitüsü uzmanı, Washington’un PYD’nin askeri kanadı olan YPG güçlerine ağır silah vermesinin Türkiye’nin rızasına bağlı olduğu görüşünde:

    “Bence kara gücü olarak doğru, ama eline ağır silah verilip verilmeyeceği sorusunda Amerika, Türkiye'yle PYD ilişkilerini dengeleyecektir. Çünkü arazide Amerika, IŞİD'le savaşan ve bu konuda edinimler kazanmış olan tek grup Suriye'de PYD, Irak'ta da Peşmerge. Dolayısıyla Amerika bunları biraz "boots on the ground (kara gücü)" olarak görüyor. Ama bence orada bitiyor yararlılık. PYD'nin eline ağır silah verilip verilmeyeceği sorusu, bunun Türk-Amerikan ilişkilerine olumsuz yansımaları olacağı için çok ciddi bir soru. Ben bunun Beyaz Saray'dan destek görmediğini biliyorum. Pentagon'dan bir miktar destek görse de bu fikir, onlar daha taktiksel bakıyorlar, belki de Beyaz Saray daha stratejik baktığı için ve ben nihai analizde, Türkiye'nin rızası olmadan PYD'ye ağır silah verilmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü PYD'ye verilen ağır silahlar, o ağır silahlar elinde olan gruba hava desteği olmadığı sürece hiçbir şey ifade etmiyor. O hava desteği de sadece Amerika’nın Türkiye'deki üslere erişimi durumunda mümkün.”
    Çağaptay, “eğer üsler açık olmasa, belki biraz daha PYD'ye ağır silah verilmesi argümanı kuvvetlenecekti. Üslerin açılması ve İncirlik’e yeni üslerin eklenmiş olması, Türkiye'nin bu üçlü ilişkide elini güçlendirmiş oldu bence” diyor.
    IŞİD’le Mücadele Koalisyonu’nun yeni koordinatörü Ankara’da
    Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 1 Kasım Genel Seçimleri’ni kazanmasının ardından tek parti olarak iktidarı yürüteceği önümüzdeki dört yılda, Amerika’yla IŞİD’le mücadele alanında işbirliğini genişleteceğine kesin gözüyle bakılıyor.
    Başkan Barack Obama’nın IŞİD’le Mücadele Özel Koordinatörlüğü görevini, bir süre önce emekli Orgeneral John Allen’dan devralan Brett McGurk, Twitter hesabından yaptığı duyuruda, üst düzey yetkililerle Irak ve Suriye konularında temaslarda bulunmak amacıyla Ankara’ya geldiğini açıkladı.
    Brett McGurk

    Brett McGurk

    Brett McGurk’ün “üst düzey yetkililerle temaslarının” ayrıntıları bilinmiyor. Her ne kadar “yeni” koordinatör olsa da, kendisi bu işin içinde yeni değil. Görev ilk kez Irak’ta Amerikan kuvvetlerinin komutanlığını yürüten John Allen’a verildiğinde kendisi de Allen’ın yardımcılığına atanmıştı. Ancak McGurk en az son on yılını bölgede, özellikle de Irak’taki Amerikan Büyükelçiliği’nde geçiren Dışişleri Bakanlığı’nın deneyimli bir diplomatı. Kendisi eski Büyükelçi James Jeffrey’den sonraki Bağdat Büyükelçisi olarak aday gösterilse de, Irak’ta görev yaptığı sırada haber sızdırdığı iddia edilen bir gazeteciyle yaşadığı gönül ilişkisinin bedelini ağır ödedi. Sonradan o gazeteciyle evlenmesine rağmen atamasını onaylamakla görevli senatörler kendisini affetmedi. Brett McGurk, geçen yıl Obama yönetimi tarafından IŞİD özel koordinatör yardımcılığı görevine atanıncaya kadar ABD Dışişleri Bakanlığı’nda gözlerden uzak kaldı.
    McGurk’ün yeni bir siyasi dönemde Ankara’ya gelmesine de tesadüf gözüyle bakılmıyor. Deneyimli diplomasi yazarı Semih İdiz, “Seçimlerden hemen sonra ve IŞİD'e karşı operasyonların devam ettiği ve bu arada Türkiye'nin de tabi, Kuzey Irak'ta Kandil'e karşı operasyonları devamettiği bir sırada, böyle kilit bir ismin Ankara'da olması, elbette ki hem nabız yoklamak, hem de yeni döneme dönük olarak bir altyapı hazırlamak içindir diye düşünüyorum” diyor.
    IŞİD’in son dönemde Türkiye’deki saldırılarını, özellikle kanlı intihar eylemleriyle arttırmasının ardından Ankara’nın da IŞİD’le mücadele çabalarını askeri ve emniyet operasyonlarıyla yoğunlaştırdığının altını çizen İdiz, bu konuda Türkiye “ne kadar aktif olursa Amerika'nın o kadar memnun olacağı muhakkak. Ama bunu açık olarak söyleyemiyor, çünkü hassas bir ilişki sürdürülüyor şu anda” diye ekliyor.
    Washington Ensitüsü uzmanı Soner Çağaptay’a göre de, “işbirliği güçlenecek” çünkü, “Türkiye zaten IŞİD tarafından saldırıya uğradı. IŞİD Türkiye’yi hedef alarak Ankara saldırısında zaten bir savaş başlatmış oldu. Hükümetin buna tepkisi oldukça sert olmaya devam edecek bence. İkincisi Rusya'nın Suriye'ye girmiş olması, Türkiye'nin elini biraz bağlıyor, çünkü Türkiye'nin desteklediği grupları Rusya hedef alıyor. Bu da aslında Türkiye'nin belki de enerjisini daha rahat IŞİD'e sarf edebileceğini, yönlendireceğini gösteriyor.”
    Ufuk Ulutaş

    Ufuk Ulutaş

    Türkiye ve Amerika’nın “yeni dönemde daha kapsamlı bir operasyona girişeceği öngörüsünde bulunan SETA uzmanı Ufuk Ulutaş da, McGurk’ün Ankara ziyaretiyle ilgili olarak Ankara’nın Suriye’nin kuzeyinde kurmak istediği “güvenli bölge” girişimine destek alacağı beklentisinde: “Gerçek manada güvenli bölge fikrinin hayata geçirilebileceği bir döneme gireceğiz bence. IŞİD’le mücadele koalisyonu temsilcisinin Türkiye'de bulunmasının bence büyük bir ihtimalle sebebi budur. Yapılacak son açıklama ki, Türk yetkililerden de yakın zamanda IŞİD'e yönelik operasyonda yeni bir aşamaya geçileceğine dair sinyaller verilmiş. Hatta çok net bir şekilde bunu söyleyen yetkililer de oldu. Yani ‘Şimdiye kadar ufak tefek hava saldırılarında bulunduk. Bununla birlikte IŞİD'le mücadele edecek grupları hazırlama safhası içindeydik’. Muhtemelen çok daha kapsamlı ve sahada belki oyun değiştirici mahiyette bir mücadele bence yeni başlayacak. Muhtemelen onun son organizasyonunu yapmak için geldi ve onu konuşacaklardır.
    IŞİD’le bir buçuk yıla yakın bir süredir devam eden “ zayıflat ve yok et ” stratejisi çerçevesinde Amerika birçok “ oyun değiştirici ” aktörü devreye soktu. Bunlardan en önemlisi de, cihatçı örgütle neredeyse burun buruna gelen Türkiye’yi daha aktif bir şekilde bu mücadelenin içine sokmak. Bu anlamda, gelecek hafta G20 zirvesine katılmak amacıyla Antalya’ya gelmesi beklenen Başkan Obama’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yapacağı görüşme merakla bekleniyor olacak.
    ‘Kafalarını kuma da gömseler IŞİD’le mücadele etmek zorunda kalacaklar’
    Adalet ve Kalkınma Partisi beş ay sonra yapılan ikinci seçimle, koalisyon ortağına gerek kalmadan tek başına bir hükümet kurma şansını elde etti. Bu fırsatın yarattığı dezavantaj ise, AKP’nin ülkenin kaderini etkileyecek konularda alacağı kararın ağır sorumluluğunu tek başına yüklenmek durumunda kalacak olması. AKP hükümeti, önceki yıl ve aylarda bilinçli olarak IŞİD’i tehdit olarak görmemekle, terör örgütü olduğunu geç kabul etmekle, IŞİD hedeflerinden çok PKK hedeflerini bombalamayı tercih etmekle suçlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan dahi, savcıların IŞİD bağlantısı tespit ettikleri 10 Ekim’deki Ankara garı önünde düzenlenen bombalı saldırının, “IŞİD, PKK, Suriye Muhaberatı ve PYD”den ibaret kolektif bir eylem olduğunu savundu. Yüzü aşkın sivilin ölümüne yol açan eylem, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan en kanlı saldırı olarak tarihe geçti.
    Emekli Büyükelçi ve Cumhuriyet Halk Partisi eski milletvekili Faruk Loğoğlu da, AKP hükümetinin IŞİD’le mücadeleyi genişletme sorumluluğunu kaçınılmaz bir şekilde üstlenmek zorunda kalacağına şu sözlerle dikkati çekiyor: “Şimdi Türkiye IŞİD'le mücadeleye daha fazla taraf olmak durumunda kalacak. Hükümet ne düşünürse düşünsün. IŞİD artık Türkiye'yi bir hedef ülke haline getirmiştir. Yapılan son büyük saldırılarda, hem de büyük çaplı saldırılarda IŞİD'in parmağı olduğu biliniyor. Türkiye'nin her tarafına dağılmış oldukları da yapılan operasyonlardan, tutuklamalardan belli oluyor. Dolayısıyla Türkiye devasa bir IŞİD terör tehdit ve tehlikesiyle karşı karşıya. Yani kafalarını kuma da gömseler, şu veya bu sebepten, AKP hükümeti, Türkiye IŞİD'le mücadele etmek durumunda kalacaktır. Bu da Türkiye'yle ABD arasında IŞİD'le mücadele bağlamında giderek daha fazla boyut kazanan bir işbirliğine dönüşecek. Tabi bunun sonucunda IŞİD'in ana muhatabı maalesef Türkiye olabilir, o da Türkiye için çok kötü olur. O da ayrı bir konu.”

    MİT Yasa Tasarısı: Ok için kalın, Tüfek için ince Zırh…


    MİT Yasa Tasarısı: Ok için kalın, Tüfek için ince Zırh…

    Yazar: Erhan Canikoğlu

    Mayıs 2010 tarihinden itibaren Milli İstihbarat Teşkilatı’nda tuhaf işler oluyor. Kurum’da AKP’li Bakan, milletvekili, siyasetçi ve partili ne kadar kişi varsa bunların eş, dost, akrabaları işe alınıyor. İşin içine siyaset girince MİT personelinde aranan eğitim, donanım, liyakat, bilgi, beceri ve herşeyden önemlisi milli düzeydeki güvenlilirlik kriterleri bir tarafa bırakılıyor. Siyaset koridorlarından beslenen bu ahbap-çavuş anlayışının ürettiği çalışma pratiği her gün bir başka becerisizlikle karşımıza çıkıyor.  Türkiye Cumhuriyeti içeride ve dışarıda tarihinde görülmemiş ulusal güvenlik sorunlarıyla boğuşurken, MİT bu tehditleri önceden tespit edip ilgili makamları uyarmak yerine, bizzat kendisi güvenlik sorununa yol açıyor. MİT, bir istihbarat teşkilatının birincil görevi olan gizli faaliyet yürütme becerisini günden güne kaybediyor. MİT yönetimi sorunu çözmek için yanlış bir yol izliyor. Kendini düzeltmek yerine hata ve kusurlarının ortaya çıkmaması için mevzuatın arkasına saklanmaya çalışıyor.

    Gerekçe Yeterli mi?

    Yasa tasarısının gerekçesinde 1 Ocak 1984’de yürürlüğe giren 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun günümüz ihtiyaçlarını karşılamadığı olarak gösteriliyor. Aslında son on yılda MİT Kanunu’nda bir dizi  değişiklik yapılmıştı. Bugün, yapılmak istenen değişikliklerle gerekçede öne sürülen eksikliklerin giderilebileceği mümkün görünmüyor.


     MİT’in Yetkilerini Genişletiyor

    MİT’in görevlerini açıklayan 4.maddesine eklenen (i) bendi ile;  “Dış istihbarat, milli savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek ve analiz etmek.”[i] gibi son derece geniş bir alanda herkesin, her türlü iletişim aracının, verilerinin toplanması öngörülüyor. (j) bendi  “İstihbarat kapasitesini, niteliğini ve etkinliğini artırmak amacıyla, yabancı istihbarat teşkilatlarının kullandığı usul, yöntem, imkan ve kabiliyetleri ile teknolojik gelişmeleri takip etmek, uygun görülenleri temin etmek, kullanmak veya uygulamak." şeklinde ekleniyor.
    Bu madde kurum yönetiminin aciziyetini ortaya koyuyor. Türkiye’nin ülke ve bölge koşullarına uygun olarak yıllar içinde geliştirilen istihbarat konsepti ve çalışma yöntemi neden terk ediliyor? Bu amaçla hangi ülke örnek alınacak? ABD’mi, İngiltere mi yoksa İsrail mi?
    MİT yöneticileri kamuoyuna ve istihbarat camiasına takdim edilirken, istihbarat alanındaki akademik birikimlerine işaret ediliyordu. Teşkilatın son dört yılda bir arpa yol ilerleyip ilerlemediği, dışarıdan atanan yöneticilerinin kuruma ne kattığı, yapılanların işe yarayıp yaramadığı tartışılmalı… Bugün hala yabancı istihbarat teşkilatlarının kullandığı usul, yöntem ve sair gelişmelerden medet uman bir yönetimin iş başında olması ne kurum çalışanlarına ne de Türk halkına güven verir.  

    Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK)

    Hatırlanacağı üzere Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı’na atanmasından sonra Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK)’nun aktif hale getirilmesi öngörülmüştü. Yine şaşalı toplantılarla ilgili kurum ve kuruluş temsilcileri MİT’e davet edilerek koordinasyon platformu yenilenmişti. Görüldüğü kadarıyla MİT Müsteşarı’nın başkanlığında canlandırılan koordinasyon kurulu ihtiyacı karşılayamamış, kurumlar üzerinde gerekli etki sağlanamamış. Bu yüzden kurulun başına Başbakan’ın geçirilmesi öngörülüyor.

    Öte yandan, iktidar partisi ve bu yollarda beraber yürüdüğü dostları yıllardır Milli Güvenlik Kurulu’nun anti demokratik bir organ olduğunu,  atanmışların seçilmişlerle aynı masada oturduğunu, hükümetin yetki ve sorumluluğundaki milli güvenlik siyasetinde söz sahibi olduğunu ileri sürmekteydiler. MGK Genel Sekreterliği ise devlet içinde askeri hegemonyanın aracı olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla AKP iktidarı döneminde gerek MGK gerekse MGK Genel Sekreterliği ile ilgili mevzuat değişiklikleri yapılarak kurumun daha demokratik bir yapıya bürünmesi yönünde adımlar atıldı. Bu adımlar atılırken Avrupa Birliği normlarına da sürekli atıfta bulunuyordu.

    MİT kanun tasarısına bakıldığında AKP’nin, yıllardır şikayetçi olduğu askeri vesayetin yerine kendi vesayetini ikame ettiği, Cumhurbaşkanı’nın başkanlık ettiği MGK’nın ağırlığını azaltırken, Başbakan’ın başkanlık ettiği MİKK’yı bunun yerine geçirdiği görülmektedir. Kurum adlarının değişmesiyle demokrasimizin kalitesinin artmayacağı apaçık ortadadır.

     MİT’in Milli Güvenlik ve Menfaatler Yorumu

    Yapılması öngörülen bir değişiklik ise MİT’in ihtiyaç duyduğu herkesle ilişki kurabilmesi. Değişiklik önerisinde MİT;
    “Milli güvenliğin ve ülke menfaatinin gerektirdiği hallerde yerli ve yabancı her türlü kurum ve kuruluş ile tüm örgüt veya oluşumlar ile kişilerle doğrudan ilişki kurabilir, uygun koordinasyon yöntemlerini uygulayabilir.” hususlarına yer verilmekte.
    Milli Güvenlik, esasen devletin, ülkenin ve milletin varlığı, bütünlüğü ve bağımsızlığının korunması anlamına gelmektedir. Milli güvenlik ve ülke menfaatleri iktidar partileri tarafından subjektif şekillerde değerlendirilebilirler. Yukarıdaki madde ile MİT’in PKK, KCK, İmralı vs. müzakerelerini iktidar değiştiğinde başlatılacak yasal soruşturmalardan korumanın hedeflendiği anlaşılmaktadır.

    Bankacılık Kanunun Aşılması ve Muhaliflere Gözdağı

    Kanun tasarısına eklenen maddelerden bazıları da şöyle. MİT;
    b. Kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kurum ve kuruluşlar ile diğer tüzelkişiler ve tüzelkişiliği bulunmayan kuruluşlardan bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilir, bunlara ait arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim alt yapısından yararlanabilir ve bunlarla irtibat kurabilir. Bu kapsamda talepte bulunulanlar, kendi mevzuatlarındaki hükümleri gerekçe göstermek suretiyle talebin yerine getirilmesinden kaçınamazlar.
    MİT’in siyasi partiler ve partili işadamlarını teknik ve fiziki takibe aldığı daha önce ortaya çıkmıştı. Bu kanunla MİT, hükümet karşıtı kişi, şirket, parti vs. nin her türlü ekonomik verilerine yasal engel olmaksızın erişmesi ve bu verilerin iktidarın siyasi çıkarları için kullanılması hedeflenmektedir.

    Haberleşme ve Dijital Veriler

    Bununla ilgili maddeler ise şu şekilde sıralanmış. MİT;
    “g. Telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, milli savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplayabilir.”
    Bu madde ile MİT’in her türlü iletişim bilgisine, görüşme kaydına, elektronik, yazılı, sesli ve görüntülü haberleşmeye hulul etmesi öngörülmektedir.
    “h. Yabancı unsurların ülkenin ve vatandaşların iletişim güvenliğini tehdit eden faaliyetlerinin engellenmesine yönelik çalışmalar yapabilir, ilgili kurum ve kuruluşlardan talepte bulunabilir.”
    Bu madde son derece ilginç görünmekte, zira Türkiye’de halkın anayasada yer alan haberleşme özgürlüğüne ve bilgi alma hakkına kısıtlama getiren bir anlayışın Türkiye halkını düşmanlardan koruma güdüsü ile hareket etmesi inandırıcı gelmemektedir. Burada iktidar yanlısı kişi ve kuruluşların korunması hedefleniyor olabilir. Öyleyse MİT’e zor bir görev düşmektedir. Zira dışarıdaki rakipleri son derece kuvvetli. MİT’in bu maddeyle NSA’e karşı Türk halkını koruyup koruyamayacağını zaman gösterecektir.

    Yalan Makinesi Kullanımı

    Yalan makinesi maddesinde şu hususlar yer alıyor:
    “i. MİT'te görev alan veya alacak kişilerin güvenilirliklerini ve uygunluklarını belirlemek için yalan makinası uygulaması dahil test teknik ve yöntemlerini kullanabilir.”
    Bu madde ile eğer daha önce MİT bu makinelerden edinmemişse bu makişnelerin ithalatı yapılacak, ayrıca bu makineleri kullanacak kişiler yurtdışına gönderilecek, ardından hakkında menfi kanaat bulunan kişiler makine vasıtasıyla tükaka ilan edilecektir. Yalan makinesi kullanılmasının anayasa ve mevcut yasalardaki yeri ve sonuçları ortaya konulmadan MİT’in bu makineyle kanaata varması anlamlı gelmemektedir.

    MİT’in Mahkumlarla Teması

    “j. MİT mensupları görevlerini yerine getirirken ceza ve infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlülerle önceden bilgi vermek suretiyle görüşebilir, görevinin gereği terör örgütleri dahil olmak üzere milli güvenliği tehdit eden bütün yapılarla irtibat kurabilir."

    Bu madde özellikle hapisteki PKK’lılarla ya da diğer uluslararası teröristlerle yapılmakta/yapılacak olan görüşmelerin yasal hale getirilmesi hedeflenmektedir.

    MİT Personelinin ve Faaliyetlerinin Soruşturulması

    Soruşturma izni ve yargılama konulu değişiklikte ise özetle;
    "Cumhuriyet savcıları, MİT görev ve faaliyetleri ile mensuplarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde MİT ile temasa geçerler. Konunun MİT'in görev ve faaliyetlerine ilişkin olduğunun anlaşılması veya belgelendirilmesi üzerine adli yönden başkaca bir işlem yapılmaz ve herhangi bir koruma tedbiri uygulanmaz.

    İsimsiz, imzasız, adressiz yahut takma adla yapıldığı anlaşılan ya da belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve şikayetler Cumhuriyet savcılarınca işleme konulmaz.

    Bu Kanun kapsamına giren suçlar ile MİT mensuplarının görev suçlarına ilişkin yargılamaları yapmaya Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Ankara ağır ceza mahkemesi yetkilidir. Ancak MİT Müsteşarı hakkındaki yargılama Yargıtay ilgili dairesince yapılır.

    Aynı konuya ilişkin yeniden soruşturma yapılamaz.” hükümleri getirilmektedir.
    Bu hükümler özellikle son dönemde MİT’in Suriye’ye sevk ettiği silah, mühimmat vs. gibi malzemeleri içeride herhangi bir engel olmadan taşıyabilmesine imkan sağlayacaktır. “Aynı konuyla ilgili soruşturma yapılmaması” hükmüyle KCK ve MİT mensuplarına karşı engellenen diğer soruşturmaların tekrarının önlenmesi  hedeflenmektedir.

    MİT Bilgi ve Belgelerinin Korunması

    Bilgi ve belgelerin ifşaasının önlenmesi maddesinde ise özetle;
    “Milli İstihbarat Teşkilatının görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi ve belgeleri, yetkisiz olarak alan, temin eden, çalan, sahte olarak üreten, bunlar üzerinde sahtecilik yapan, bunları yok eden, tahrip eden veya geçici de olsa tahsis olundukları yerden başka yerde kullanan kişiye dört yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
    Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarına ilişkin bilgi ve belgeleri ele geçiren, sahte olarak üreten, bunlar üzerinde sahtecilik yapan, bulunduran, kaydeden, bir başkasına veren veya yayan kişiye üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir…..” hususlarına yer verilmiştir.
    Bu maddeyle MİT’in içeride gizliliği sağlamakta zorlandığı anlaşılmaktadır.Bir kurumda çalışan personel yöneticilerine karşı güven duymuyorsa ya da kurumun çekilmeye çalışıldığı mecradan endişeleniyorsa cezai tedbirlerin arttırılması hiçbir zaman işe yaramayacaktır.

    Tanıklık ve Suçun Gizlenmesi

    Tanıklık maddesi ise şöyledir;

    "MİT mensupları ile MİT'te görev yapmış olanlar, MİT'in görev ve faaliyetlerine ilişkin hususlarda tanıklık yapamaz. Ancak, Devletin çıkarlarının zorunlu kıldığı hallerde MİT mensuplarının tanıklığı MİT Müsteşarının, MİT Müsteşarının tanıklığı ise Başbakanın iznine bağlıdır."

    Kanun tasarısının en tartışmalı maddelerinden biri olarak göze çarpmaktadır. MİT yöneticilerinin ve personelinin yaptığı yasadışı işler, siyasi ve kişisel çıkarlara hizmet eden eylemleri, bu fiillere şahitlik yapan mesai arkadaşları tarafından ispatlanabilir. Dolayısıyla MİT personelinin, görev ve faaliyetlerine ilişkin hususlarda tanıklık yapamadığı ve Savcıların da şüpheli konuları önceden MİT’e bildirmek zorunda kaldıkları takdirde, MİT yönetiminin ve/veya personelinin görev gereği gibi göstererek işleyebileceği muhtemel suçlar nasıl ortaya çıkarılabilecektir?  

    Sonuç ve Değerlendirme

    Yasa tasarısının gerekçesinde değişikliklerin günümüz ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yapıldığı ileri sürülse de aslında arka planında daha farklı hedefler olduğu  ortada. Son dört yılda milli niteliği giderek aşındırılan kurumun  yöneticilerinin ileride ortaya çıkabilecek cezai takibattan kurtarılması hedefleniyor. Ancak burada gözden kaçan çok önemli bir nokta var. Bu yeni zırh;  Oslo Görüşmeleri, Gezi Olayları, 17 Aralık Soruşturması, ekonomi ve dış politikada yaşanan olumsuzluklarla iyice bunalan hükümetin görev süresince zaten ihtiyaç duyulacak bir zırh değil. Milli kurumların siyasi çıkarlara alet edilmesine alet olan üst düzey bürokratlar için plasibo etkisi sağlamaktan öteye gidecek bir şey deği. Sonrası içinse işe yarayacak kadar sağlam durmuyor…

    Askerlik Sistemi: Zorunlu, Profesyonel, Karma,



    Askerlik Sistemi: Zorunlu, Profesyonel, Karma,



    Serdar Ekizoğlu
    2 TEMMUZ 2013  CUMARTESİ


    Son günlerdeki bedelli askerlik uygulamasına geçiş ile ilgili konularla birlikte; askerlik sistemimizdeki mevcut problemlerin tek çözüm yolu olarak, Avrupa Birliği (AB) ülkelerindeki gibi profesyonel bir orduya sahip olma ve profesyonel askerlik uygulamasına geçme olduğu yönündeki fikirler kamuoyunda tartışılmaktadır.

    Bir ülkenin; ordunun yapısı ve uygulanacak askerlik sistemi için karar verirken,  sadece diğer ülkelerin neyi uyguladığına bakarak benzer bir sistemi aynen alması,  yani bir nevi ithal ikamesi uygulamasına yönelmesi ile doğru sonuçlara ulaşması oldukça güçtür. Acele ile alınacak kararlar başlangıçta kısa vadede doğru gibi gözükse de, uzun vadede yanılgılar ortaya çıkacaktır. Ordusunun yapısının ve askerlik uygulamasının en uygun olan yöntemine karar verebilmek için; öncelikle cevap vermemiz gereken soruları doğru olarak tespit etmeli ve cevaplarını da gerçekçi esaslara dayandırmalıyız. Aslında son derece basit olan bu işlemler, stratejik bir karara yönelik olacağından bir o kadar da zor ve karmaşıktır.

    Bu kararı etkileyecek sorular; Ülke olarak ortaya konulan stratejik hedefler nelerdir? Beklenilen tehdit ve risklerin tipi ve yoğunluğu nedir [Özellikle küreselleşmeden kaynaklanan tehdit ve riskler (yasadışı göç,  yasadışı her türlü ticaret ve kaçakçılık, kitle imha silahlarının yayılması, yerel veya bölgesel çatışmalar, organize suçlar, terörizm).]? ileStratejik hedeflerin elde edilmesinde ve korunmasında ordunuza vereceğiniz görevler nelerdir?

    Bütün bu soruların cevabı için;ülkenin içinde bulunduğu coğrafya, komşu ülkelerin demokratik uluslar olup olmadığı ve onlarla olan ilişkilerin seviyesi (Suriye ile kısa bir süre önce çok samimi iken şu andaki gelinen durum gibi), ülkenin etrafında meydana gelen/gelecek çatışmaların yapısı ve bunun ülke güvenliği üzerine etkisi, uluslar arası camia ile birlikte hareket etme arzusu, içinde bulunulan veya birlikte hareket edilen müttefik kuruluşların alacakları kararlara nasıl ve ne şekilde katılacağınız, dünya barışı için varsa ülkenize yüklenen tarihi misyonun ne olduğu ve nasıl hareket edeceğiniz göz önünde bulundurarak;




    ·                   Gelecekteki muharebelerin nasıl cereyan edeceği, hangi muharebe yöntemlerinin kullanılacağı,

    ·                   Stratejik seviyede emir-komuta yapısının ne olacağı,

    ·                   Ulaşılması, kazanılması veya geliştirilmesi düşünülen teknolojik kapasite veya kazanımlar, ortaya konulmalıdır.

    Maliyet etkinliği sağlamak ve ülke kaynaklarını verimli kullanabilmek için de; size yönelik tehdit ve risk kaynaklarının imkân ve kabiliyetlerinin şu anda ne olduğuna ve gelecekte ne olacağına dair doğru ve bilimselde şekilde uzmanlarca yapılmış çok iyi analizlere ihtiyaç vardır. Bu analizler bugünden yarına yapılabilecek işler değildir. Zaman alır. Bu çalışmalar sonucunda; birliklerinizin tipi, hangi unsurlardan oluşacağı, teşkilatının ne olacağı ve sonunda insan gücü planlaması denilen kaynak ihtiyacı ve bu ihtiyacın nasıl karşılanacağı ortaya çıkar.

    Yukarıda belirtilen sorulara verilecek cevaplara göre, Türk ordusunun alacağı görevlerin;  konvansiyonel (düzenli) bir harpten, gayri nizami bir harbe, uluslar arası ortamdaki barışı koruma (peace keeping), barışa zorlama (peace enforcement) ve barışı destekleme (peace support) operasyonlarına, doğal afetlerde, büyük çaplı çeşitli kazalarda, çevre felaketlerinde halka yardıma, arama ve kurtarma faaliyetlerine ve oradan sınırların kontrolüne kadar çok çeşitlilikte olacağı açıktır.

    Özetle, Ordumuz, içinde bulunduğumuz süreçteki gibi, aynı anda birkaç görevi birlikte icra edebilecek şekilde; (terörle uğraşırken, uluslar arası operasyonlara katkı,  aynı anda bölgede çıkabilecek çatışmaların ülkeye etkisini azaltacak müdahalelere hazır olma, doğal afet ve çevre felaketlerinde kullanılma, bunlarla birlikte mevcut harp planlarına yönelik olarak asli görevi olan caydırıcılığı dosta ve düşmana gösterecek şekilde eğitim ve tatbikatlara yönelik faaliyetler); personel sayısı (kadroları) tam olarak, yeterli üst düzey hazırlıkta ve eğitimde olması gereklidir.

    Böyle çeşitli ve bir o kadar da kapsamlı görevleri olan Türk Ordusunun yapısı ve personel mevcudu ile onun askerlik sisteminin ne olacağının; ‘’bize 200.000 kişilik profesyonel ordu yeter’’ gibi söylemlerde bulunan, işin uzmanı olmayanların yetersiz bilgi ve inceleme ile ulaştığı sonuçlara göre şekillenmesi beklenmemelidir. Bu işi gerçek uzmanlara bırakmak ve onların ulaştıkları sonuçlara saygı duymak gereklidir.

    Detaya inmeden yapılan çalışmalarla, sadece halkın taleplerine, bakaya ve yoklama kaçaklarındaki artışa bakarsanız,  yapılacak çalışmalarla doğru bir karara ulaşmak mümkün değildir. Eğer siyasi ve kamuoyu baskıları uzmanlar üzerinde etkili olursa bu durum kimsenin menfaatine olmaz. Öngörülerinizde ve bu öngörülerinizin dayanacağı faraziyelerinizde yapacağınız yanlışlıklar, geri dönülmez yaralar açar. Orduya ihtiyaç duyulduğu anda da gerçek bir ordu elde bulunmaz. En kötüsü egemenliğiniz bile tehlike altına girebilir. 

    Türkiye’de ‘’ordu küçülsün ve tam profesyonel hale gelsin ve bununla koordineli olarak, zorunlu askerlik uygulaması kalksın’’diye görüşleri olanlara, dünyanın süper gücü olarak bilinen ve tam profesyonel bir orduya sahip olan AmerikaBirleşik Devletlerinde (ABD), yeniden başlayan ‘’Zorunlu Askerlik (Conscription ) Sistemine’’ dönülmesi yönündeki çalışmaları hatırlatmak gerekir.  Yani bir çelişki var ve ama nerede?

    ABD’lerinde ki bu tartışmaları, yayınlanmış çarpıcı bir makaleden alıntılar yaparak, açmaya çalışacağım. Okurlarımızdan ilgi duyanlar bu makaleye aşağıdaki adresten ulaşabilirler.

    http://usacac.army.mil/CAC2/MilitaryReview/Archives/English/MilitaryReview_20091231_art005.pdf  

             Bu makalede özetle şu hususlara yer verilmektedir.

    ·                   ABD Ordu personelin sayısının yeterli olduğu ve moralinin yüksek olduğu gerçeği doğru değildir. Ordunun görev alanlarının fazlalığı nedeniyle personel sayısı yetersizdir. Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra Bush yönetiminin başlattığı terörle mücadele Amerikan ordusunun dünyanın birçok yerinde görev almasına neden olmuştur.  Orduya verilen görevler neticesinde ortaya çıkan zorlukların bütün yükü sadece ABD nüfusunun (yaklaşık 300 milyon) % 1’inden bile az bir kesimin üzerine kalmıştır. Personel azlığına rağmen, ABD’de görevli ordu personeli ile aynı yaşta olan fakat ABD’nin güvenliği için gerekli çabaları göstermeyen pek çok Amerikalı vardır. Bu durum özellikle Irak ve Afganistan çatışma alanlarındaki görev sürelerinin planlanandan daha uzun olmasına neden olmakta ve personel ile aileleri arasında huzursuzluk yaratmaktadır. Bu da boşanma sayılarında, ruhsal rahatsızlıklarda ve intiharlarda artışa neden olmaktadır.

    ·                   Soğuk Savaşın bitmesiyle meydana gelen barış ortamında ordunun küçültülmesi gündeme gelmiş ve mevcut yönetim ordunun küçültülmesi çalışmalarını başlatmıştır. Bu süreçte ordu 800.000 profesyonelden 500.000 profesyonele düşürülmüştür. Bu mevcut ile içinde bulunulan şartlarda ABD Ordusunun görevlerini tam olarak yapacak yeterliliği ve hazırlık seviyesi azalmaktadır.  

    ·                   ABD’deki askerlik yapacak kaynağı oluşturan şahısların mevcut zenginlik, barış ve rahat hayat koşulları nedeni ile fiziki yapılarında yetersizlikler başlamıştır (obezite).

    ·                   Vietnam Savaşı sonrası ABD’de yükselen anti-militer hava ve bunun sonucu Reagan yönetimi ile başlayan profesyonel orduya geçiş ile Amerikan halkı ve ordusunun arası gittikçe açılmakta, Amerikan halkı; ordunun faaliyetleri ve personelinin çektikleri sıkıntılara karşı kayıtsız kalmakta, sadece gözlemektedir. Amerikan yönetimleri halktan; gelecekleri için ufak fedakârlıklara katlanmaları ve bir şeyler yapmaları yerine, sadece tüketmelerini, kendi çıkarları için çalışmalarını ve vergi vererek profesyonel ordunun harcamalarını karşılamalarını istemektedir. Halkın toplum için gerekli olan ve fedakârlık gerektiren hususlara yöneltilmesi gittikçe zorlaşmaktadır.

    ·                   ABD halkı içindeki kültürel farklılıkların gittikçe artması neticesinde, halkın milli konulara yönelik ilgisi azalmıştır.

    ·                   Mevcut profesyonel orduyu oluşturanlar ile ailelerinin sağlık, eğitim ve sosyal ve özlük hakları bütçe üzerinde gittikçe yük olmaktadır.

    ·                   ABD ordusunun bilfiil katıldığı faaliyetleri (Irak, Afganistan, Güney Kore ve Taiwan ) dikkate alındığında meydana gelen krizlere (Gürcistan, İran, Pakistan) etkide kuvvetleri yetersiz kalmıştır. Rusya ve Çin’in askeri güçlerini artırması da dikkate alındığında ani çıkan durumlara süratle tepki verecek yeterli ve hazır ihtiyatları bulunmamaktadır. Örneğin;

    ·                   1939’da; 2’nci Dünya Savaşı başladığında 190.000 kişilik profesyonel bir ordu vardı. Savaş bittiğinde de zorunlu askerlik uygulaması ile 6 milyon kişilik bir ordu,

    ·                   1950’de; Kore Savaşı başladığında 600.000 kişilik profesyonel bir ordu vardı. Savaş bittiğinde de zorunlu askerlik uygulaması ile 1,6 milyon kişilik bir ordu,

    ·                   1961’de Vietnam Savaşı başladığında 859.000 kişilik profesyonel bir ordu vardı. Savaş bittiğinde de zorunlu askerlik uygulaması ile yaklaşık 1,6 milyon kişilik bir ordu vardır. ABD’deki 1939-1961 yılları arasındaki ordunun artan personel ihtiyacı hep zorunlu askerlik sistemi ile karşılanmıştır.

    ·                   ABD halkı yüksek teknolojiye sahip silah sistemlerinin savaşlar için insan yerine daha yeterli olduğunu düşünmektedir. Fakat Irak ve Afganistan örnekleri;  ne kadar yüksek teknolojiye sahip silahlar, mühimmat ve atma sistemleri olursa olsun, kesin netice için muharebe sahasında yeterli kara kuvvetleri birliklerinin bulunmasının ve bölgeyi kontrol altına almasının gerekli olduğunu göstermiştir.

    ·                   Amerikan Ordusunun gerek ABD’nin savunması gerekse de uluslar arası ortamda müttefikleri ile icra edeceği operasyonlar için;

    ·                   Maliyeti/giderleri çok yüksek olan profesyonel ordunun giderlerini düşürmek,

    ·                   Bu ordunun üzerindeki yıpratıcı ulusal görev yükünü azaltmak,

    ·                   Ani çıkacak krizleri yeteri kadar hazır ve eğitilmiş ihtiyatlarla karşılamak,

    ·                   Halkın birbiri ile olan bağlarını, kültürel ve fiziki değerlerini muhafaza etmek içineski deneyimlerde olduğumuz gibi tekrar zorunlu askerlik sistemine ihtiyaç vardır.

    ·                   Bunun için halkın, ülkenin ihtiyaçlarının, karşılaşabilecekleri tehditlerin neler olduğunun gerçekçi bir şekilde anlatılarak zorunlun askerliğin gerekliliğine inandırılması gerekmektedir.

    ABD yayımlanan ve yukarıda özet olarak alıntıların yapıldığı makalede belirtilen hususlarla birlikte ülkemizde tartışılan Vicdani ret uygulaması,  Bedelli askerlik uygulaması, Profesyonel askerlik ve Zorunlu askerlik konular hakkında bir değerlendirme yapılırsa kısaca şunlar söylenebilir. 

    Vicdani retuygulaması; terörle mücadele eden, kültüründe askerlik ve onun sevgisini taşıyan, dünya kriz bölgelerinin ortasında yer alan bu nedenle hiç umulmadık anlarda umulmadık müdahalelerde bulunması gereken ülkemiz için uygun değildir. AB ülkelerince bireysel hak gibi görülen ve de kabul edilen vicdani ret konusu, bizim için gereksizdir. Türk halkının erkek nüfusunun neredeyse tamamı askerlik hizmetlerini yerine getirirken, bunların silâhaltına alınması yerine kamu kurumlarında hizmetli veya işçi olarak çalıştırılmaları da eşitlik ilkesini zedelemektedir. Bu yönü ile de kabul edilmesi ve bu konuda yapılabilecek baskılara bir cevap verilmesi de mümkün değildir.

    Bedelli askerlik uygulaması; ülkemizde ve halkımızca çok iyi bilinen içinde bulunduğumuz şartlarda kamu vicdanını zedelemekte, her şeyinden faydalandığımız, nimetlendiğimiz ülkemize karşılıksız yapılacak, sahip olduğumuz ve gurur duyduğumuz kültürümüzün temelinden gelen bir hizmetin tamamlanmasını maddiyata çevirirsek, çocuklarımıza; fedakârlık, çalışkanlık, dürüstlük, ülke sevgisi olarak ne öğütleyebiliriz ki? 

    O halde ihtiyaç fazlasını nasıl ortadan kaldırırız? Sorusuna verilecek cevabın;  esasları çok iyi tespit edilmiş tarzda düzenlenecek kamu hizmeti olabileceğini söyleyebiliriz.  Böylelikle zengin - fakir ayrımı yapmamış oluruz. Örneğin bir bölgede yaşayan ihtiyaç fazlaları belli süre ile o bölgenin kamu işlerinde çalışsalar yaşadıkları çevrenin görünümüne, alt yapı yatırımlarına katkıları ve çocuklarına ilerde anlatacakları güzel konuları olur. Bu zamana kadar olduğu gibi bu elde edilecek bedelin kullanılacağı yerler için devletimizin ve halkımızın ayıracağı para mutlaka vardır. Elde edilebilecek gelir ciddi bir miktarsa da her şeyin para olmadığını da bilmek gerekir.

    Profesyonel askerlik; sistemi sayesinde, iyi eğitilmiş, yetiştirilmiş ve tecrübe kazanmış personel ve birlikler ile caydırıcılık sağlanırken güvenlik hizmeti de verilebilir. Bu sayede yöneticiler ordunun daha rahat ve esnek kullanılabilmesi imkânına sahip olurlar. Özellikle günümüzün gelişmiş teknolojiye sahip harp silah ve vasıtalarının kullanımı bakımı ve idamesi de ancak bu yolla sağlanabilir. Fakat daha önce bahsedilen şekilde ordunun artan iş yükünün getireceği ruhsal ve sosyal problemler, profesyonel ordunun gittikçe artacak maliyeti, toplumun ordusu ile olan gönül bağının kesilmesi ve gittikçe güvenlik konuları ile olan ilgisini kaybetmesi, ani gelişmelerde ihtiyaç duyulacak yeterli ve eğitilmiş personelin bulunamaması faktörleri de dikkate alındığında tambir profesyonel orduya sahip olmak ve bunun idamesinin ülkemiz gibi terörle mücadele eden, kriz bölgelerinin ortasında olan fakat dünya siyasetinde rolü gittikçe artan, gelişmekte olan bir ülke için oldukça güç gözükmekte ve gerekliliği konusu çok büyük şüpheler taşımaktadır.

    Zorunlu askerlik;Savunma ve güvenlik yükünün vatandaşlar arasında eşit dağılması, milli birlik ve beraberliğe, toplumsal kaynaşmaya ve halkın eğitimine (meslek edindirme ile vatandaşlık bilgileri, hak ve ödevler gibi) olan olumlu katkısı, Türk kültürünün nesillere aktarılabilmesi, ordunun halkın istekleri dışında da kullanılabilme imkânını oldukça kısıtlaması, personel başına yapılan harcamaların daha düşük olması, profesyonel orduya nazaran daha yüksek bir mevcudun silâhaltında bulundurulabilmesi, görev yükü artan operasyon sahasındaki birliklerin, kış ayları gibi yoğun görevlerin icra edilmesinin oldukça zor olduğu dönemlerde değiştirilmesi ve asıl birliklerin dinlendirilmesi sağlanabilir. Ayrıca halkın eğitim düzeyinin gittikçe artması ve eğitimde simülasyon sistemlerinin (uçak, helikopter, gemi, topçu silahları, tanksavar silahları, piyade silahları, tank ve zırhlı her türlü araç gibi)  kullanılmaya başlanmasının, profesyonel olmayanların bile kısa sürede muharebe edebilecek şekilde yetiştirilmesini mümkün olmaktadır. Bu yolla profesyonel ordunun gündeme getirdiği olumsuzlukların, tecrübe hariç, çoğunun giderilmesi dikkate alındığında da ülkemizde zorunlu askerliğin devamının da gerekli olduğu görülmektedir.

    Sonuç olarak;Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde, ülkemiz için gerekli model ne olmalıdır sorusuna verilecek doğru cevabın;

    ·       Terörle mücadeleye katılan, uluslar arası operasyonlarda kullanılan/kullanılacak birlikler ile mevcut harp planlarına göre birinci öncelikle görevlendirilecek birliklerimizin tam profesyonel hale getirilmesinin,

    ·       İkinci ve üçüncü önceliklerle kullanılacak birliklerimiz ile idari ve lojistik birlik kurum ve kuruluşların zorunlu askerlik uygulanması ile desteklenmesinin,

    ·       İhtiyaç fazlalıklarının bir bedel karşılığı yerine kamu hizmetine alınarak eritilmesinin olduğu görülmektedir. 


    http://www.21yyte.org/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2013/07/27/7130/askerlik-sistemi-zorunlu-profesyonel-karma

    ***