6 Şubat 2017 Pazartesi

ÖZELLEŞTİRME, İKTİDAR DÖNÜŞÜMÜ VE DEVLET



 
ÖZELLEŞTİRME, İKTİDAR DÖNÜŞÜMÜ VE DEVLET  
           

Metin SARAÇOĞLU


 I.GİRİŞ  


            Bu yazımızda Türkiye'de yaklaşık olarak son yirmi yıldır devam etmekte olan bir tartışmayı ele alıp irdeleyecek ve sonuçlarını neler olduğu / olacağını belirlemeye çalışacağız Burada sadece ekonomik konularla sınırlı kalmadan, yönetim, siyaset ve toplumsal yapı ile ilgili olarak da vurgulamalar yapılacaktır. 
            Bu tartışma öz olarak kamu - özel sektör bağlamında, genel olarak da devlet ve iktidarın bölüşümü başka bir ifadeyle de dönüşümü üzerinde yoğunlaşmaktadır. Türkiye'yi yönetenler ekonomik, siyasal ve sosyal alanda her zaman dış dünyadaki gelişmeleri ve oluşumları referans almışlardır. Ekonomik konularda ve politikalarda da durum farklı olmamıştır. Örneğin, Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında, piyasa ekonomisi ve özel sektöre dayalı bir gelişme modeli hemen benimsenmiş ancak gerek 1929 krizi, gerekse Bolşevik ihtilali ve merkezi plana dayalı kalkınma tercihleri bizim ekonomik yaklaşımlarımızda hemen etkisini göstermiştir. Bu yaklaşım kısa süren DP iktidarına ayrı tutarsak ki durum orada da farklı değildir- 1980'lere kadar devam etmiştir. Özetle izlenecek ekonomik stratejilerin ve uygulanacak kalkınma modellerinde hep dış ülkelerdeki gelişmelerden etkilendiğini görmekteyiz. 
            1970'lere gelinceye kadar iktisatçılar gerekse ekonomik karar alıcıları ve uygulayıcıları, reel üretim ve istihdamdaki dalgalanmaların nedenleri ve giderilme yolları konusunda geçerli araçlara sahiptirler. Ancak bu yıllarda başlayan, yüksek enflasyonla yüksek işsizliğin aynı anda yaşanması ( stagflasyon)  ve bu dengesizliğin ortadan kaldırılmasında başarısız kaldırılmasında başarısız kalınması, yeni politika değişikliğini beraberinde getirmiştir. Nedir bunlar? Teorik detaya girmeden kısaca ; talep yönlü politikalar terk edilerek, arz yönlü iktisat politikalarının  ağırlık kazandığı bir süreç olarak tanımlayabiliriz. 
            İktisat literatüründe " Yeni Sağ " olarak adlandırılan uygulama da " Reaganomics" ve " Thatcherizm" olarak ortaya çıkan bu politikaların temel önermesi; " Kamu yöneticilerinin belli bir noktadan sonra kendi kişisel çıkarlarını, kamu yararının üzerinde tutma eğilimlerinin kaçınılmaz olduğudur." Bu durumda ne  yapmalı ? Kamu sektörü küçültülmeli, kamunun kaynak dağılımını bozucu etkilerini yanı sıra israf etmesinin önüne de bu şekilde geçilmelidir. 
            Genel anlamda bu tartışma liberalizm, küreselleşme, globalleşme, piyasaların entegrasyonu, sınırların kalkması gibi sıkça duyduğumuz kavramlar etrafında sürdü ve sürmektedir. 
            Daha önce vurguladığımız gibi, bu tartışmaların Türkiye üzerinde etkisinin oluşması uzun sürmedi. Türkiye ekonomisinde 1980'lerden sonra " 24 Ocak kararları" olarak bilinen uygulamalarda ekonomik yapıda bir takım radikal kararların alındığını görmekteyiz. Bu yaklaşım, genel olarak piyasa ekonomisinin şartlarını sağlanması, piyasaların liberalleşmesi ve KİT'lerin özelleştirilmesi gibi uygulamalarda kendini göstermiştir. 
            Türkiye'de bu çerçevede ciddi manada terminolojik ( kavramsal) hatalar yapıldığını görmekteyiz. Öyle ki ülkemizde aydınından en sade vatandaşına kadar bir kişi aynı anda liberal, milliyetçi, muhafazakar ve demokrat olduğunu söyleyebilmektedir. Bu olgu kısa sürede toplum kesimlerine yayılmakta ve genel kabul görmektedir. Ancak bu dört kavramın bir arada bulunmasında ve uygulanmasında teorik imkansızlıklar vardır. Çünkü düşünce hayatın tarihsel gelişimi içinde bu kavramın çıkış noktaları, uygulama alanları ve yaklaşımları birbirinden farklıdır. 

 2.ÖZELLEŞTİRME  

            Özelleştirme gerek teoride, gerekse uygulamada tam olarak açıklığa kavuşturulmamış bir kavramdır. Bunun temel nedeni, özelleştirmenin bir çok bilim dalının doğrudan ilgi alanına girmesidir. Bu ise yapılan bilimsel tanımlamalara da farklılık oluşması sonucu vermektedir. Örneğin ekonomi bilimi açısından özelleştirme; devletin ekonomik faaliyetlerinin azaltılması veya  tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Daha dar anlamda ise, devletin ekonomik faaliyetlerini gerçekleştirdiği KİT'lerin, özel sektöre devridir. Buna karşılık hukuk bilimi açısından özelleştirme KİT'lerin yönetiminin özel sektöre devridir. Dolayısıyla hukuk bilimi yönünden"Yönetimin Özelleştirmesi ", ekonomi bilimi açısından ise ;"Mülkiyetin Özelleştirilmesi" önem kazanmaktadır. 
            Özelleştirme; milli ekonomi içindeki kamu ekonomisini rolü ve fonksiyonlarını azaltacak, piyasa ekonomisine işlerlik kazandıracak uygulamaları içermektedir. Özelleştirmenin sosyal rasyoneli ise; sermaye mülkiyetini tabana yayılmasını sağlamaktır. 
            Özelleştirme; bir " ekonomik itikad" olarak toplumsal yapımızın içine yerleşmiş bulunmaktadır. Öyle ki siyasi kirlenmeyi ortadan kaldırıcak bireysel fayda ve refahla birlikte sorumluluk artacak kamu açıkları ortadan kalkacaktır. Bütün bu argümanlara karşılık uygulamada 1980' lerden bu tarafa kamu kesiminin ekonomi içindeki payı artmakta, bireysel sorumluluk ise çökmektedir. 
            Sonuçta ülke kaynakları ve devasa kuruluşları aracı kurumlar marifetiyle ve  de uluslararası finans merkezlerinin Türkiye içindeki uzantılarının etkili " lobi" faaliyetleri kanalıyla satılmaktadır. Ülke kaynakları % 20 -20 bölünerek, taşeronlara satılmakta veya kiraya verilmektedir. POAŞ ve TEAŞ' da bu yapılmıştır. TEAŞ'ın santrallerini yirmi yıllığına satın alan firmaların her birisinin bir veya birden fazla yabancı ortağı vardır. Burada yapılmak istenen " Türkiye Cumhuriyet Devletini mülksüzleştirmektir."  
            Dünyada ekonomik açılan mevcut olan eşitsizlikler, birçok ülkede kamu kesimi krizini derinleştirmiştir. Bu anlamda özelleştirme faaliyetinin tanımlanabilmesi için başka bir gelişmeyi de gözden uzak tutmamak gerekir. Bu Euro-dolar'ların uluslararası sınır tanımayan bir duruma gelmesidir. 
            Bu çok uluslu şirketlerin sürekli yayılma arzusu, devletin döviz hareketlerine ve ekonomiye getirdiği düzenlemelerin sınırlarına çarptılar. Özellikle bazı sektörler kamu mülkiyetinin sınırlarıyla karşı karşıya geldiler. Dolayısıyla şöyle bir tablo ortaya çıktı. Devlet finansal anlamda krize girmiş durumda, mali problemler nedeniyle alt yapı, sanayi, eğitim-sağlık gibi kamu hizmetlerine yatırım yapması imkansız hale gelmiştir. Diğer yönden yabancı sermayenin genişleme ihtiyacı var ve çok uluslu şirketler dünyanın globalleşmesini istemektedir. Ve bu iki olgu uluslararası banka sisteminin çökmemesi şeklinde kesin ihtiyaç ile birleşiyor. 
            Türkiye'de özelleştirme; etkinlik sağlamak, geliri tabana yaymak veya " kamu kesimi aşırı büyüdü, bunu küçültmemiz gerekir" gibi gerekçelerle  yapılmaktadır. Aksine birçok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi Dünya Bankası ve İMF tarafından empoze edilmiştir ve edilmektedir. Buradaki amaç, tamamen global kararlar, piyasalar ve çok uluslu şirketlerin yayılmaları ile ilgilidir. 
            Bugün bölünmeden önceki adıyla TEK ( Türkiye Elektrik Kurumu ) 'de ihtiyaçtan % 30 fazla personel bulunmaktadır. Buna karşılık Türkiye'de elektrik hizmetlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Ancak burada bir sorun ortaya çıkmaktadır: Kaynak problemi... Bütçesinin ancak % 10-11'ini yatırıma ayırabilen bir ülke için yatırım yapma imkanı ortadan kalkmaktadır. İşte bu noktada Dünya bankası devreye girmektedir. Ancak farklı bir amaca yönelik olarak Dünya Bankası 1944'de kurulduğunda, böyle durumlar için kurulmuştu. Amaç; 1993'te Dünya Bankası'nın aktardığı kredileri % 15'i enerji sektörü içindir. Ancak 1993'te Dünya Bankası politika değişikliği yaptı. Kredi vermeyi iki şarta bağladı. Bunlar; özelleştirme ve elektrik fiyatlarındaki sübvansiyonun kaldırılması. Türkiye'de bunlara harfiyen uymuştur. Elektrik santralleri ihalelerinden gelen "pis kokularda" bu ülkenin içsel bir problemi ve bir "etik" sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. 

 2.1 ÖZELLEŞTİRME İÇİN BİR ÖRNEK  

            Türkiye'de yapılan ve yapılacak olan özelleştirmeler içinde stratejik sektörler arasında yer alan elektrik santrallerinin satılması ayrı bir öneme sahiptir. Bunun yanı sıra PETKİM, POAŞ, Limanlar, Telekom ve Tüpraş'ın da özelleştirmeleri yapılmıştır  TEAŞ'ın yanı sıra adı geçen diğer kuruluşların özelleştirilmesi yukarıda değindiğimiz "Devletin mülksüzleştirilmesi" süresince hız katacaktır. Karar otoritesi tercihini belirlemiştir. Öyle ki, Özelleştirme İdaresi Başkanı; "Ekonomide stratejik sektör diye bir kavramın olmadığını, bunların da pekala özel sektöre verilebileceğini,  bunların da vatan evlatları olduğu " nu söylemektedir!.. 
            Bu nedenle çalışmamızın bu bölümünde TEAŞ'ın özelleştirilmesi örnek olay olarak, rakamlar ve veriler doğrultusunda  adı geçen "vatan evlatlarının " nasıl bir satışı gerçekleştirdiklerini ortaya koymaya çalışacağız. 
 

TABLO I. TEAŞ'ın Özelleştirilen 12 termik santrali ile ilgili değerlendirme 
Termik Santrallerin Toplam Kurulu Gücü (MW)                                                 6.723.000 
Toplam Kurulu elektrik Enerjisi içindeki Payı (%)                                                            32 
Termik Santrallerinin 1996 Yılı Toplam elektrik Üretimi ( kwh)                   35.063.500.000 
Termik Santrallerinin Toplam Kuruluş Maliyetleri (US$)                              7.305.750.000 
TEAŞ'ın 12 Santralden 1996 Yılı Karı (US $)                                                       758.451.500 
TEAŞ'ın 12 Termik Santralden 20 Yıllık Karı (US$)                                       15.169.030.000 
Devredilen Termik Santraller için İlan Edilen 20 Yıllık devir Bedeli (US$)   1.660.000.000 
Devir Bedelinin TEAŞ'ın 20 Yıllık Gelir Bedeli'ni Karşılama Oranı(%)                             11 
                             Kaynak: Enerji Bakanlığı ve TES-İŞ istatisliklerinden derlenmiştir.
 
TABLO II. İşletme Hakkı 20 Yılığına Devredilecek 10 Termik Santralle İlgili Bazı
 Bilgiler
( Hamidabad ve Ambarlı Hariç) 
Termik Santraller
 
 
 
Kurulu Gücü(MV)
 
 
 
Bugünkü Fiyatlarla Kuruluş Maliyeti (1.000$) TEAŞ'ın Ortalama Enerji Maliyeti (Cent/.kwh) TEAŞ'ın Ortalama Karı (Kwh başına  Cent)TEAŞ'ın Ortalama Yıllık Karı (US1.000$)
 
TEAŞ'ın Ortalama 20 Yıllık Karı (1.000US$)
 
20 Yıllık Devir Bedeli (1.000US$)
   
Alan Firma
 
 
 
 
Teklifi (Cent)
 
 
 
Çatalağzı B
300
450.000
2.20
2.50
43.687
873.750
75.000
KORONA
3.71
Çayırhan
300
450.000
2.20
2.50
37.500
750.000
85.000
PARK
4.31
Kangal 
 
 
300
 
 
450.000
 
 
2.20 
 
 
2.50
 
 
47.750
 
 
915.000
 
 
75.000
 
 
KOÇ-Demir Export NRG PEABONY
2.62
Kemerköy
 
  
 
 
630
 
 
 
 
945.000
 
 
 
 
2.20
 
 
 
 
2.50
 
 
 
 
30.600
 
 
 
 
612.000 
 
 
 
 
150.000 
 
 
 
 
Bayındır -Mimag- National Power- Pacificorp
2.59
Orhaneli
210
315.000
2.20
2.50
28.612
572.250
90.000
SÜZER
2.19
Soma A
44
66.000
2.20
2.50
6.787
135.750
15.000
SÜZER
4.39
Soma B
990
1.485.000
2.20
2.50
139.312
2.786.250
240.000
SÜZER
3.1
Tunç Bilek
429
643.500
2.20
2.50
41.625
832.500
100.000
TEMTAŞ
4.46
Yatağan
 
 
 
630
 
 
 
945.000
 
 
 
2.20
 
 
 
2.50 
 
 
 
76.312
 
 
 
1.526.250
 
 
 
160.000
 
 
 
Bayındır- Mimag- N.Power- Pacificorp
2.4
Yeniköy
 
420
 
630.000
 
2.20
 
2.50
 
57.225
 
1.144.500
 
100.000
 
Bayındır VE Diğerleri
2.4
             Kaynak Enerji Bakanlı ve TES-İŞ istatistiklerinden derlenmiştir.              Tablo 1ve 2'deki verilerden elde edilecek sonuçların yorumuna girmeden önce bir özet yapmamız gerekirse, 
            -Termik santralin işletme hakkı 20 yıllığına devir bedeli 1.2 milyar dolardır. 
            -Bu 10 santralin yıllık net kar toplamları 507 milyon dolardır. 
            -Devlet 1.2 milyar doları iki yıl beklemeden kendisi kazanaçakken, santralleri 20 yıllığına devretmiştir. 
            -Bir başka ifadeyle 2 yıllık karı peşin alabilmek için 18 yıllık kardan vazgeçmektedir. 
            -Elde edilecek gelir, 1.2 milyar dolar iken, vazgeçilen gelir yaklaşık 8.9 milyar dolardır. 
            -10 santralin toplam devir bedeliyle ancak Çatalağzı B ve Çayırhan gibi çok küçük santraller kurulabilir. 
            -Elektriğin kilovatının TEAŞ'dan daha fazla maliyete üreteceklerini söyleyen bu firmalar, sonuçta satış fiyatını da artıracaklardır. Bu durum elektriğe tüketicinin ödeyeceği bedelin artması anlamına gelmektedir. Öyleyse özleştirme sonucu, rekabet dolayısıyla "fiyatların düşeceği" fikri tamamen aldatmacadır. 
            -Bu santralleri alan firmaların, bu santrallere ne kadar yatırım yapacakları belirsizdir., bilinmemektedir. Sadece devletin üstlendiği 2 milyar dolarlık planlanmış bir yatırım vardır. 
            -Yenileme ve modernizasyonun yapılacağına yönelik bir yaklaşımı göremediğimize göre; bu santraller 20 yıl sonra teknik ömürlerini tamamladıktan sonra ne olacağı da bilinmemektedir. 
            -Üzerinde durulması gereken bir diğer konu da bu santrallerde çalışanların iş güvenliği ve sosyal güvenlik haklarının ne olacağıdır. Bu konuda da belirsizlik vardır. Örneğin Soma A+B termik santrallerinde çalışılan 1300 işçinin yarısının kuruluşu satın alan firmanın yükümlülüğü 650 x 950.000 TL'dır. 
            -Bu santrallerde çalışanların aşırı gürültüden dolayı - ki bu, araştırma ve gözlemlerle belirlenmiştir - onda yedisinin kulağı duymamakta, onda yedisinin çocuğu olmamaktadır. 
            Sonuç olarak, belki çok da iç açıcı olmayan bir tablo ortaya çıkmaktadır. Ancak Türkiye'de yapılan özelleştirme uygulamalarının "fotoğrafı" budur. Yoksa özelleştirmeyi sadece bir kamu kuruluşunun özel sektöre devri olarak düşünürseniz sonuç çıkmamaktadır. 
            Bugün için ülkemizde özelleştirme gerek; "Devletin kuşatma ve mülksüzleştirme" gerekse; "iktidar dönüşümünü" sağlama aracı olarak, aynen bir "tetikçi"görevi görmektedir. Bu ülkede "Savunma konsepti" belirleyenler, esas tehdidin özelleştirme uygulamalarının ekonomik ve sosyal sonuçlarından geleceğini görmelidirler. Devlet küçültmek, devleti satmak demek değildir.  
            2.2 İKTİDAR DÖNÜŞÜMÜ VE DEVLET  
            Türkiye'de 1980 'lerden sonra uygulanan ekonomik politikaların önemli iki etkisi, ekonomik ve sosyal hayatta görülmektedir. Sosyal yapıda fertler üzerindeki etkisini gözlemlediğimizde; sadece karını maksimize etmeyi amaçlayan, her davranışında Fayda/Maliyet analizi yapan bir birey tipinin ortaya çıktığını görmekteyiz. 
            İkinci etkisi ise; piyasanın parasallaşmasıdır. Ne demektir bu? Her değerin, her hareketin, kısaca her şeyin parayla ölçüldüğü bir ekonomik ve sosyal süreç. Piyasa parasallaştıkça birçok şeyin anlamı değişmektedir. Örneğin; hoca-öğrenci, karı-koca, amir-memur, son tahlilde de devlet-birey arasındaki ilişki farklılaşmaktadır. Bütün mal ve hizmetler metalaşmakta, adeta "paranız var ise itibarınız vardır" olgusu toplumsal yapı içinde süratle yayılmaktadır. 

            Bu sürecin hızlı yaşandığı toplumlarda "iktidar dönüşümü " nün ortaya çıkması ve yaşanması kaçınılmaz olmaktadır. Bugün Türkiye'de ekonomik, sosyal ve siyasal yapıda yaşanan bunalımının temelinde bu dönüşümün sancıları yatmaktadır. 

            Bu iktidar dönüşümünün ipuçlarını elde etmek ve de bu olgunun gerçekleşmesindeki süreci iyi anlamak için, iki prototipin incelenmesi gerekir. Koç ve Sabancı. Her ikisi de özel sektörün istihdam, üretim ve yarattıkları katma değer açısından önde gelenlerindendir. Kısacası her ikisi de sektör olmuşlardır. 
            Koç'un biyografisine bakıldığında 1950'li yıllarda CHP üyesidir. O dönemin iktidarının kendisine, bu partiden istifa etmesi için uzun süre baskı yaptığını görmekteyiz. Ford ile yapacağı ortak yatırım engellenmektedir. Bütün bu baskılara karşı Koç'da, Sabancı'da yakın yıllarda gördüğümüz karşı çıkışları ve "diklenmeleri " görememekteyiz. Örneğin Sabancı, zaman zaman karar otoritelerine ve kamu yöneticisine  "... Siz yiyicisiniz, Sadece yediniz, başka bir şey yapmadınız. " türünden açıklamalarını sıkça görmekteyiz. Birinde bir kabullenme, sessiz kalma var, diğerinde karşı çıkma, radikal açıklamaları gündeme getirme olgusu vardır. 

            Kısaca ele aldığımız bu örnek olay, Türkiye'de kamu-özel sektör dengesi, genelde de devlet-iş adamı ilişkisinin zaman içinde değişimini göstermesi açısından ilginçtir. Devlet özel sektörü 1980'lere kadar el altından desteklenmesine rağmen, diğer taraftan kamu oyuna güvenilmez, kuşku duyulması gereken kişiler olarak sunmuştur. Kredi, teşvik, kota, yatırım indirimi gibi yollarla da sürekli baskı altında tutabilmiştir. Ne zamana kadar? Miladi bir tarih belirlemek istenilirse, buna TUSİAD'ın ilanlı protestosunu söyleyebiliriz. Ancak bu süreç 80'lerden sonra hızlanmıştır. Özellikle de 1989 Kambiyo rejiminin "32 Sayılı Karar" ile libere edilmesiyle üst noktalara varmıştır. Bu ve benzeri uygulamalarla Türk özel sektörünün devlete bağlı olması olgusu ortadan kalkmıştır. Çünkü kaynak ihtiyacını, kredi sıkışıklığını dış piyasalardan kolayca sağlayabilmektedir. Buna birde kamunun iç borçlanma politikası da eklenince, hareket alanı genişlemekte, bazı küçük engeller de kolayca aşılmaktadır. Kısaca; devlet ile olan "göbek bağı" artık kesilmiştir.Sabancı'nın ekonomik ve siyasi konularda radikal sayılabilecek çıkışları yapabilme rahatlığı, bunlardan kaynaklanmaktadır. 

            Burada üzerinde durulması gereken bir konu da sermayenin bir bölümünü "dinsel etiket" yapıştırılarak, ekonomik sürecin dışına itilme çabalarıdır. Teşebbüsün önündeki engellerin kaldırılması gerektiği devlet yöneticileri tarafından her fırsatta dile getirilmesine karşılık kesime geliştirilen yaklaşım farklıdır. 

            3 -SONUÇ  

            Sonuç olarak, Devlet kapital, inisiyatifini elinden kaçırmıştır veya kaybetmek üzeredir. Bunun arkasından siyasi inisiyatifin terk edilmesi gelecektir. Bu da kaçınılmazdır. Bunu belirtileri de görülmektedir. Nasıl mı ? 

            Başkanlık sistemi ve T.B.M.M'nin görev ve fonksiyonlarında istenen değişiklikler yapılarak. Ne yapılmak isteniyor ? T.B.M.M. tamamen bir "temsilciler meclisi" konumuna indirgenecek, sadece yasamayla ilgili görevleri yapacak ve kendini tadil edecektir. Hükümeti, yani "karar organını" belirleme yetkisi olmayacak bir meclis istenmektedir. Siyaset; bugün bile varlığı kuşku götürmeyen kapital inisiyatifi elinde bulunduran "lobi"lerin eline geçecektir. Ülkede yeni çıkar birliktelikleri kurulacak ve kendini yenileyerek ve devam edip gidecektir. Yapılmak istenen budur. 
                                                                                                       Metin SARAÇOĞLU 
                                                                                                       Araştırma Görevlisi 
                                                                                                      G.Ü. Sos.Bil. Enstitüsü 



http://www.mevzuatdergisi.com/


BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI VE TÜRKİYE UYGULAMASI BÖLÜM 4



 BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI VE TÜRKİYE UYGULAMASI BÖLÜM 4


 Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Ajansı Deneyimleri

Türkiye’de bölgesel kalkınma ajansı kavramına yönelik ilk girişimler 1990’lı yıllarda başlamıştır. Bu sürecin Türkiye’de başlatılmasındaki amaç, yurtiçinde beklenen kalkınma hamlesinin kendi içsel dinamiklerinin yanı sıra Avrupa Birliğine katılma sürecini hızlandırmak olarak açıklanabilir. Ancak bu örneklerin çoğu proje aşamasında kalmış ya da uygulamanın başında çıkan sorunlar sebebiyle sona ermiştir. Türkiye’de bu konuda yapılmış birkaç uygulama söz konusudur (Berber, Celepçi, a.g.m.:8). 

*3.5. 1. GAP –Girişimci Destekleme ve Yönlendirme Merkezleri (GİDEM)* 

15 Eylül 1997 tarihinde GİDEM’ler GAP Bölgesi’nde entegre bölgesel kalkınmanın güçlendirilmesi ve sosyoekonomik eşitsizliklerin azaltılması programı çerçevesinde Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin illerinde hizmete girmişlerdir. Bu proje 31 Mart 2002 tarihinde tamamlanmıştır. Proje GAP İdaresi, Türkiye Ticaret, Sanayi ve Deniz Ticaret Odaları ile Ticaret Borsaları Birliği, Türkiye Kalkınma Bankası ve Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOBİ) işbirliği içinde yürütülmüştür. GİDEM’lerin amacı bölgelerinde yatırımcılığı ve girişimciliği özendirmek, yerli ve yabancı sermayeyi bölgeye çekebilmek açısından gerekli danışmanlık hizmetini vermektir. Girişimcileri GAP’ın yarattığı iş ve yatırım ortamına katılmasına danışmanlık hizmetleri vererek bölgenin kalkınmasına yardımcı olurken, diğer bir taraftan da işgücü, üretim ve teknolojinin gelişmesinde etkin olmayı hedeflemektedir. Bu hedefler doğrultusunda GİDEM’ler GAP’ın bölgeye getireceği faydalardan yararlanmak isteyen yatırımcılara, yatırımın nasıl yapılması ve nereye yapılacağı, iş kurma, mevcut işi geliştirme, yerli ve yabancı diğer yatırımcılarla ortaklık kurma konularında danışmanlık hizmeti vermektedirler. Bu açıdan mikro ölçekli ve sosyal amaçlı projeler yürütülerek girişimcilere ve mevcut işletmelere verilen bilgilendirme hizmetleri dışında bulundukları yörenin özellikleri ve kaynaklarının üretime dönüştürülmesi yoluyla yeni iş olanakları sağlanmıştır(DPT, 2000:226). 

*3.5.2. Ege Bölgesi Kalkınma Ajansı* 

Ege Bölgesi Kalkınma Ajansı (EBKA) kuruluş çalışmalarına 1993 yılında başlamış ve bu aşamada Fransa’dan ve Avrupa’daki çeşitli kalkınma ajanslarından destek danışmanlık hizmetleri almıştır. EBKA’nın Türkiye’yi tanıtmak ve başta İzmir olmak üzere Ege bölgesini tanıtmak gibi iki ana stratejisi vardır. EBKA’nın kuruluş amaçları; Ege Bölgesi’nin güç birliği ve işbirliği yapmak suretiyle ortak amaç ve çıkarlar doğrultusunda ulusal hedefler dikkate alınarak ortak bir kalkınma stratejisi oluşturmak, yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesine ve mali özerklik kazanmalarına ön ayak olmak, yerel potansiyelleri değerlendirmeye yönelik olarak bölgesel çıkar, hedef ve amaçları belirlemektir. Ayrıca bu hedefler çerçevesinde plan, proje ve stratejiler oluşturmak, yabancı firmaların bölgedeki yatırımlarında teknik danışmanlık hizmeti vermek, bölge illerinin yatırım olanaklarını tespit etmek ve bu konuda yabancı yatırımcıya yönelik tanıtım dokümanları hazırlamak şeklinde sıralanabilir (Temizocak, 2006:5). 


*3.5.3. Mersin Kalkınma Ajansı* 

Temel amacı Mersin’in ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan canlanma ve gelişmesini sağlamak ve yaşam kalitesini yükseltmek olan Mersin Kalkınma Ajansı, 1886 yılında kurulan ve Türkiye'nin en eski odalarından biri olan Mersin Ticaret ve Sanayi Odası'nın bünyesinde 2002 yılı Haziran ayında faaliyete geçirilmiştir. Kuruluş aşamasında; EURADA, Info Murcia, Shannon ve Alsace Kalkınma Ajanslarından danışmanlık ve bilgi desteği alınmıştır. Mersin Kalkınma Ajansının görevleri (Öz, 2006:5); Bölgenin cazibesinin artırılması için, ekonomik ve sosyal potansiyelin ortaya konulması, bölgenin ulusal ve uluslararası alanda tanıtımının yapılması, bölgenin potansiyel ve yeteneklerini ortaya koymaya dönük araştırmalara, yerel yönetimlerin altyapı ve çevre kalitesini artırmaya yönelik faaliyetler yürütülmektedir. Ayrıca bölgenin tarihi, doğal, kültürel varlıklarının ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtımını yaparak, turizmi teşvik edecek çalışmalara destek sağlanması, ulusal ve uluslararası alanda bölgedeki yatırım fırsatlarının tanıtımı yapılarak yerli ve yabancı yatırımcıların bölgeye çekilmesini sağlayacak projelere destek sağlanması ve eğitim kurumları veri tabanlarının oluşturulması olarak sıralanabilir. Bunun yanında, niteliksiz işsizlerin ve özellikle göç ile gelen nüfusun istihdam edilebilirliğini artıracak her türlü çalışmanın desteklenmesi, göç ile gelen nüfusun sosyal uyumunun sağlanması, dezavantajlı grupların topluma kazandırılması ve statülerinin yükseltilmesi amacına yönelik çalışmalara destek sağlanması, insan kaynakları kalitesinin artırılmasına yönelik görevlerden söz edilebilir. 

*3.5.4. Doğu Anadolu Projesi Ekonomik Kalkınma Ajansı Önerisi* 

DPT’nin Doğu Anadolu Projesinin içerisinde yer alan Ekonomik Kalkınma Ajansı (EKA) önerisi olan projede EKA’nın kurulmasında altı tane temel ilke belirlenmiştir. Bu ilkeler; bölgesellik, kamusallık, özerklik, tamamlayıcılık ve katılımcılık şeklindedir. Temel faaliyet alanı sanayi ve hizmet sektörleri olarak belirlenen ajansa, yatırımcılara ve işletmelere yatırım, finansman konularında bilgi verme, yönlendirme ve izleme görevleri verilmiştir. Bu görevleri yerine getirmek için EKA’ya, bilgi edinme, iştiraklerle ilgili, mali iç işleyişe ilişkin yetkiler verilmesi gerekmektedir. EKA’nın örgütlenme biçimi; yönetim kurulu, başkan, başkana bağlı dört daire, bölge ve bölge dışında açılmış tanıtım büroları şeklinde düşünülmüştür. Projede merkez birimi personel sayısı 50, bürolarda da 3-4 olması önerilmektedir. EKA’nın Merkez Teşkilatı; tanıtım ve yatırım çekme, girişim destekleme, emlak ve insan kaynakları dairelerinden oluşacaktır. Ajansın finansmanında kamu gelirleri temel olarak alınmıştır. Ancak mevcut BKA’larda var olan finansman kaynaklarının EKA’larda da kullanılması önerilmiştir. 

*4. Sonuç ve Değerlendirme* 

* * Bölgesel eşitsizlikler, ülke ekonomilerinin gelişmesinin ve refahın sağlanmasının önünde büyük engel teşkil etmektedir. Bölgesel eşitsizlikler, öncelikle ekonominin etkin//çalışamadığının bir göstergesidir. Örneğin, bölgesel işsizlik sorununun, diğer bölgelere kaydırılmadan çözülebilmesi halinde, yeni yaratılan dengeli istihdam başka bölgelerde üretilen mallara olan talebi de arttıracak, böylelikle tüm bölgelerde işsizlik oranlarının azalmasına ve tüm ülkede gelir seviyesinin önemli ölçüde artmasına neden olabilecektir. Diğer yandan, gelişmiş bölgelere doğru hızlı göçler sonucu çok ağır bedel yüklenen “anakentler” yaratılmasını da engelleyecektir. Büyük şehirlerimizde aşırı nüfus yoğunluğu sonucu yaşanan, trafik sıkışıklığı, çevre sorunlarından yüksek ev kiralarına kadar, birçok sorunu çözmek için kaynakların boşa harcanması engellenmiş olacaktır. Bu kaynakların alternatif kullanımları, ekonomiyi canlandırabilecek, refahın artmasına büyük katkı sağlayabilecektir. Türkiye’de bölgesel dengesizliklerin azaltılması amacıyla uzun yıllardır bölgesel planlar hazırlanmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu kalkındırmak, nüfus ve sanayi açısından aşırı bir biçimde yığılmanın yaşandığı Marmara’daki gelişmeyi belli bir düzen içerisinde gerçekleştirebilmek için hazırlanan planlar bu duruma örnektir. Bunun yanında Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin gereği olarak Türkiye, bölgesel gelişmeyi gerçekleştirmek, AB’nin üye devletlere kullandırdığı teşvik fonlarından yararlanmak ve bölgesel politikalarını AB ile uyumlaştırmak için Bölgesel Kalkınma Ajansları’nın kurulması gibi yeni bir uygulamanın içine girmiştir. Bölgesel Kalkınma Ajansları, bölgelerin potansiyeline dayanan bir kalkınma stratejisi geliştireceklerdir. Ancak her bölgenin beşeri potansiyel başta olmak üzere genel anlamda potansiyeli, bilgi teknolojileriyle ya da yüksek teknolojiyle üretim yapmaya olanak tanıyacak nitelikte olmayabilecektir. Dolayısıyla küresel rekabette bir ülkenin her bölgesinden aynı düzeyde başarıyı yakalaması beklenemez. Sonuçta, her bölgenin başarı ölçütü kendi içinde farklı unsurlara dayanarak değerlendirilmelidir. Ülkemizde 5449 Sayılı Kanunla hem bölgelerarası dengesizlikleri gidermek hem de bölgesel rekabet gücünün oluşturulması ajansların görevleri arasında yer almıştır. Ancak Türkiye gibi bölgelerarası dengesizliğin etkilerini oldukça derin yaşayan ülkede altyapı, ulaşım, eğitim gibi temel sorunlar çözülememiştir. Bu ortamda da bölgelerin küresel rekabette farklılaşmaları ve küresel rekabet avantajı elde etmelerini beklemek güçleşmektedir. Dolayısıyla altyapı sorununu henüz aşamamış pek çok ülke açısından küresel rekabette baştan pek çok olumsuzluk kendisini hissettirmektedir. Bu noktada, Türkiye’deki gibi bölgeler arasında belirgin gelişmişlik farkları mevcut iken Bölgesel Kalkınma Ajansları’ndan hem bölgelerarası dengesizlikleri gidermesi hem de bölgelerine rekabet gücü sağlamalarını beklememek gerekmektedir. Türkiye’deki ajansların 5449 sayılı Kanunda yer alan bölge içi dengesizlikleri giderme hedefi bu noktada daha gerçekçi görünmektedir. Bölge içi dengesizliklerin giderilmesine tek tek katkı veren ajanslar dolaylı olarak bölgelerarası dengesizliğin giderilmesine de katkı verebilirler. Bununla birlikte bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesinde ajanslardan ziyade DPT’nin genel koordinasyon görevi kapsamında değerlendirme yapmak ve devleti bu sürecin dışında düşünmemek gerekmektedir. Bölgesel Kalkınma Ajansları küresel rekabette farklılık yaratma adına bölgesel potansiyellere dayalı kalkınma stratejilerinin geliştirilmesinde bölgede bir yönetişim ortamı oluşturmak durumundadır. Böylelikle küresel rekabetle birlikte özelden genele değişimin diğer deyişle halktan başlayan kalkınma anlayışının temel aktörü Bölgesel Kalkınma Ajansları olmaktadır. Günümüzün bilgi yoğun teknolojileri ve esnek üretim süreçlerinin gerektirdiği ulusal ve uluslararası işbirliği ortamının sağlanmasında da yine ajanslar önem kazanacaktır. Bölgesel kalkınma politikalarının bu derece önem kazanması bu politikaların düzenli ve planlanmış bir şekilde sürdürülebilirliğine katkıda bulunacak ve bölge iyi bilindiğinden bölge ihracatına olumlu etkileri olabilecek yerel kurumların yani bölgesel kalkınma ajanslarının önemi de artacaktır. Avrupa Birliği (AB) tarafından da desteklenen bu tür kurumlar aday ülke konumundaki Türkiye açısından büyük önem taşımaktadır 

*KAYNAKÇA *

-Andersen, E. Sloth (1996). Theories of Localised Resource
-Based Growth and Development: From Marshall to New Evolutionary Economics, Aalborg University, Department of Business Studies, March, ss.1-10. 
AB Türkiye Temsilciliği, Avrupa Birliği Bölgesel Politika; Yerli Kaynakların Ekonomik Gelişme İçin Harekete Geçirilmesi, 
(http://www.deltur.cec.eu.int)
 -Barro, R. J. ve X. Sala-i
-Martin (1992). Convergence, Journal of Political Economy, Cilt 100, s. 223-251.
 -Beer, A. ve Maude, A. (2002): Local andRegional Economic Development Agencies in Australia, Report Prepared for the Local Government Association of South Australia, Flinders University, May.
 -Berber, M., Çelepçi E, (2005). “Türk Bölgesel Kalkınma Politikalarında Yeni Arayışlar: Kalkınma Ajansları ve Türkiye’de Uygulanabilirliği”, Doğu Karadeniz Bölgesel Kalkınma Sempozyumu- 13-14 Ekim 2005, s. 149-150. 
-Brusis, M. (2001). Institution Building for Regional Development: A Comparison of Bulgaria, the Czech Republic, Estonia, Hungary, Poland and Slovakia. Successful Transitions:Political Factors of Socioeconomic Progress in Postsocialist Countries. Baden-Baden: Nomos. 
-Casanova, F. (2004): Local Development,Productive Networks and Training: Alternative Approaches to Training and Work for YoungPeople, ILO. -Catenacci, B. (2000): Local Economic Development Agencies, Roma: UNOPS, OIT, Italy. -Çalt, G. (2005). Bölgeselleşme ve Avrupa Birliği’nin Bir Aracı Olarak Bölge Kalkınma Ajansları, Ziraat Mühendisleri Odası, 06.05.2005. 
www.zmo.org.tr/etkinlikler/6tk05/05 gokhancalt.pdf 

-Çetin, M.(2006). Yerel Kalkınma Ajansları, Ege Akademik Bakış Dergisi Temmuz 2006. s.127-139. 
-Dario, G., Canzanelli, G., Dichter, G., Fugalli, I., Lazarte, A. (2000). Local Economic Development Agencies: A Tool of International Cooperation for Human Development, Democratizing the Economy and Reducing Poverty,
 http://www.ilo.ch/dyn/empent /docs/F1722936858/adel.pdf  (05.05.2010). 
-Demirci, A. G. (2005). “Farklı Ülkelerde Bölge Kalkınma Ajansları”, Bölge Kalkınma Ajansları Nedir? Ne Değildir? (Bölgesel Kalkınma Ajansları, Sosyal Bilimler Kongresi Tebliği, (Der. Menaf Turan), Paragraf Yayınları, Ankara. 
-De Vet, Marteen J. (1999). EU Enlargement and Pre-Accession: Reflections Concerning Central and Eastern Europe. 
http://www.geo.ut.ee/nbc/paper/devet.htm. (02.08.2010). 
-DPT,(2000). 8. BYKP Bölgesel Gelişme ÖİK Raporu, Ankara. http://ekutup.dpt.gov.tr/bolgesel/oik523.pdf. 
Erişim (01.08.2010). -DPT, (2006). Ekonomik ve Sosyal Göstergeler. DPT Yayınları Ankara. -Filiztekin, A. (2008). Türkiye’de Bölgesel Farklar ve Politikalar. TÜSİAD-T/2008-09/471. 
-Halkier, H; Danson, M; Damborg, C, (1998). Regional Development Agencies in Europe, Regional Policy and Development 21, published by Regional Studies Association, London. 
-Halkier, H, (2000). Regional Policy, An Inter-organisational Approach, Regional and Industrial Research Paper, Number 37, published by European Policies Research Center, Glasgow 
-ILO (2007). Case Studies and Good Practices, Global Employment Agenda, 
http://www.ilo.org (07.07.2010). 
-Karataş, A. (2009). Kalkınma Ajansları ve Kümelenme İlişkisi, MÜSİAD. -Kındap, A. (2004). Bölgesel Kalkınma Ajansları, DPT, Kasım 2004. 
-Koçberber, S.(2006). Kalkınma Ajansları ve Sayıştay Denetimi. Sayıştay Dergisi Sayı:61. s.37-55.
 -Lazarte, A., Hofmeijer, H., Zwanenburg, M. (1997). Local Economic Development in Central America: The Prodere Experience, ILO, 
http://www.ilo.org/public/english/employment (01.07.2010). 
-Lenger, A. (2006). Bölgesel Yenilik Sistemleri ve Devletin Rolü: Türkiye’deki Kurumsal Yapı ve Devlet Üniversiteleri. Ege Akademik Bakış Dergisi, 6(2), 141-155. 
-Lim, S. H. (2003). Local Partnership and Human Resources Development, Paper prepared for KLI/ILO Tripartite Workshop on Skill Development,High Performance, Work Organization and Social Dialog, Seoul, Korea, (6 March), ss.1-28. 
-Lucas, R. E. (1988). On the Mechanisms of Economic Development, Journal of Monetary Economics, Cilt 22, sayı 1, sayfa 3-42. 
-Maç, N. (2006). Bölgesel Kalkınma Ajansları ve Türkiye, Konya Ticaret Odası Etüt Araştırma Servisi. 
-Mankiw, G., D. Romer ve D. Weil (1992). A Contribution to the Empirics of Economic Growth, Quarterly Journal of Economics Cilt 107, sayfa 107-137. 
-Öncül, M. S. (2003). Kalkınma Organizasyonu Olarak Kalkınma Ajansı ve Bir Örnek: Sivas Kalkınma Ajansı. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 1. 
-Özdemir, E. (2006). Kalkınma Ajanslarına İlişkin Bilgi Notu, TOBB. 
www.tobb.org.tr/raporlaryayinlar/KA_internet.pdf .06.07.2010. 
-Öz, C. (2006). Çukurova Kalkınma Ajansı/./ Çukurova Kalkınma Ajansı Yayını. 
-Romer, P. M. (1986). Increasing returns and Long-run Growth, Journal of Political Economy, Cilt 94, s.1002-1037. 
-Romer, P. M. (1990). Endogenous Technological Change, Journal of Political Economy, Cilt 98, s.71-101. 
-Tekeli, T. (2007), ‘Genel Değerlendirme Paneli’ ODTÜ Mimarlık Fakültesi ve TEPAV (der.), Bölgesel Kalkınma ve Yönetişim Sempozyumu Bildiri Kitabı içinde, ODTÜ Mimarlık Fakültesi ve TEPAV, Ankara. 
-TEPAV, (2006). Polonya’da Kalkınma Ajansları, www.tepav.org.tr/tur/admin/ 
-Tutar, F., Demiral, M. (2007). Yerel Ekonomilerin Yerel Aktörleri: Bölgesel Kalkınma Ajansları, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Nisan 2007, 2(1). s.65-83. 
-Van Boekel, G. ve Van Logtestijn, M.(2002): Applying the Comprehensive LED Approach: The Case of Mozambique, Cooperative Branch International Labour Office, Geneva, Switzerland. name Ads Close name Ads Close


Sayın Akademisyenler ve Uzmanlar
Ocak 1998 den bu yana hizmet vermekte olan Mevzuat Dergisi yayın hayatını HAKEMLİ bir dergi olarak uzun yıllar boyu akademik literatüre hizmette bulunmuştur.

Dergi yayın hayatına ara vermiş olup yeni yayın kabul etmemektedir. Göstermiş olduğunuz ilgi için teşekkür ederiz.


http://www.mevzuatdergisi.com/2010/09a/01.htm


***

BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI VE TÜRKİYE UYGULAMASI BÖLÜM 3



 BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI VE TÜRKİYE UYGULAMASI BÖLÜM 3


*3.1. Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Amaçları:* 

Kalkınma Ajanslarının (KA) kuruluş amacı; “kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımını sağlamak, yerel potansiyeli harekete geçirmek ve bu sayede ulusal kalkınma planı ve programlarda öngörülen ilke ve politikalarla uyumlu bir şekilde bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliğini sağlamak, bölgelerarası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak” olarak belirlenmiştir(DPT 9.Plan ÖİK Raporu, 2006:24). Bölgesel kalkınmaya yönelik uygulamaların geliştirilmesi tek bir kurum ve tek bir yönetime bağlı olarak gerçekleştirilememekte ve çok boyutlu ve çok katılımlı bir süreci kapsamaktadır. KA’lar gerek amaçları, gerekse de yapıları nedeniyle çok katılımlı bir yapıyı zorunlu kılmaktadır. KA’ların karşılaştıkları sorunlar; yönetsel ve finansal sorunlar, koordinasyon sorunları, bölgesel kalkınmaya yönelik kurumlar arası çatışmalar ve politikaların uygulanmasında yaşanan sorunlar gibi ortak başlıklar altında toplanabilir. Bu sorunlar arasına pek çok alanda olduğu gibi eğitim ve yetişmiş işgücü sorunları da eklenebilir. Bölgesel gelişmede kalkınma ajanslarının yaygınlaşmış bir kurumsal yapı ve araç olması ve çeşitli bölgelerde elde ettiği başarılar bu organizasyonların Türkiye’de bölgesel politikaları olumlu etkileyebileceğini göstermektedir. AB süreci ile birlikte yerel ortaklıklarla ve girişimlerle gerçekleştirilecek bölgesel ve mikro projelerin önümüzdeki dönemde artacağı düşünüldüğünde kalkınma ajanslarının Türkiye’deki rolü daha da netleşmektedir.

  *3.2. Yatırım Destek Ofisi* 

Yatırım Destek Ofisi (YDO), KOBİ’lerin kendi firmalarını kurmak için gerekli tüm idari işlemleri tek elden yürütebilecekleri ve bu konuda doldurulması gereken formlardan finansal yardım seçeneklerine kadar geniş bir kapsamda danışıp tavsiye alabilecekleri birimlerdir (DPT 2006:30). YDO’lar genellikle firma kuracak girişimcileri destekleme amacıyla kamu sektörü tarafından kurulmaktadır. AB’ye üye ülkelerde bu türden ofisler genelde İstatistikî Bölge Birimleri Sınıflandırması (İBBS) IV düzeyinde faaliyet göstermektedirler. YDO’lar, AB tarafından idari işlemler için sadece üye ülkelere tavsiye niteliğinde desteklenmektedirler. YDO’lar, idari işlemleri sadeleştirerek girişimcilerin firma kurup başlangıç yapmalarını teşvik edici uygun ortam oluştururlar. YDO uygulamasının bir örneği İtalya’da ekonomik kalkınmanın hızlandırılması ve istihdamın artırılmasını amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımına göre YDO’nun amacı, sadece bilgi ve tavsiye sağlamakla sınırlı olmayıp ayrıca yeni bir sanayi tesisinin yer seçimi ve çalışmaya başlaması veya mevcut sanayi tesisinin genişlemesi, yeniden yapılanması, yenilenmesi için de gerekli tüm idari izinleri sağlamaktır. Böylece firmalar, gerekli izinleri almak için harcadıkları zamanı en aza indirgeme fırsatını bulmuşlardır. Ülkemizde kurulan YDO’lar ise yönetim kurulu adına hareket etmekte ve kalkınma ajanslarının genel sekreterliğine bağlı durumdadırlar. Kalkınma ajanslarının 15-17. maddelerinde düzenlenen YDO, yatırımcıların kamu kurum ve kuruluşlarına dayanan işlerini tek elden takip ve koordine ederek kısa sürede ve etkin bir şekilde sonuçlandırmayı hedeflemektedir. YDO tarafından talep edilecek iş ve işlemlerin bölgelerin özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre farklılık göstermesi gerekmektedir. Bu noktada değinilmesi gereken bir konu da yabancı sermaye ve yatırım promosyon ajansına ilişkindir. Bu çalışmalara yönelik olarak, Tek Durak Ofisleri kurulması ile yatırımlar için engel teşkil eden bürokrasinin de önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bu ofisler, bölge illerindeki yatırımcıların kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yetki alanına giren izin ve ruhsat işlemlerini takip ve koordine etmekle yükümlü olacağı gibi verilen hizmetler de ücretsiz olacaktır. Tasarıya göre; Tek Durak Ofislerin belli başlı görevleri; yatırımcıları bilgilendirmek, yatırımcıların izin ve ruhsat gibi işlemlerini tek elden takip etmek ve en kısa sürede sonuçlandırmak, yatırımcıları yönlendirmek, yapılan başvuruların ön incelemesini gerçekleştirmek ve bürokratik işlemleri hızlandırmak olarak sıralanabilir(Koçberber, 2007:37-55). 


 *3.3. Devlet Planlama Teşkilatı’nın Koordinasyon Rolü * 

5449 Sayılı Kanun’a göre; ajansların ulusal düzeyde koordinasyonundan DPT sorumlu olurken, DPT’nin Ajanslara ilişkin görevleri de aşağıdaki gibi belirlenmiştir(DPT Bölgesel Gelişme, dpt.gov.tr/bgyu/kalkinmaajans/ajans.htm): a)Bölgesel gelişmişlik farklarını azaltıcı tedbirler almak; plânlama, programlama ve projelendirme konularında ajanslara rehberlik ve danışmanlık yapmak, plân ve programların uygulanmasını izlemek ve değerlendirmek, b)Ajansların kurumsal performansları ile yürütülen programların performanslarının ölçülmesine dair usul ve esasları belirleyerek, bunların değerlendirmesini yapmak veya yaptırmak, c)Bölgesel gelişmeye yönelik iç ve dış kaynaklı fonların ajanslara tahsisi ile bunların kullanımına ilişkin usul ve esasları belirlemek, d)Ajanslar arası işbirliğini sağlamak ve ortak proje üretimini desteklemek, e)Ajansların işlevlerini etkili ve verimli olarak yerine getirebilmesi için merkezî düzeyde ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği ve koordinasyonu sağlamak, f)Ajansların yıllık çalışma programlarını onaylamak, g)Yönetim Kurulu tarafından seçilen ve teklif edilen ajans genel sekreterini onaylamak, h)Plân ve programlara, yapılacak yardım ve transferlere, personelin nitelik ve istihdamına, bütçe ve muhasebe standartlarının kullanımına, faaliyet raporlarına, izleme, değerlendirme ve denetime ilişkin esas ve usuller ile yatırım destek ofislerinin çalışma esas ve usullerini ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşünü alarak belirlemek. 

*3.4. Ajansın Görev ve Yetkileri* 

Ajansın görev ve yetkileri ise aşağıdaki gibi belirlenmiştir
(DPT Bölgesel Gelişme, www.dpt.gov.tr/bgyu/kalkinmaajans/ajans.htm): 

a) Yerel yönetimlerin plânlama çalışmalarına teknik destek sağlamak, 
b) Bölge plân ve programlarının uygulanmasını sağlayıcı faaliyet ve projelere destek olmak; bu kapsamda desteklenen faaliyet ve projelerin uygulama sürecini izlemek, değerlendirmek ve sonuçlarını DPT’ye bildirmek, 
c) Bölge plân ve programlarına uygun olarak bölgenin kırsal ve yerel kalkınma ile ilgili kapasitesinin geliştirilmesine katkıda bulunmak ve bu kapsamdaki projelere destek sağlamak, 
d) Bölgede kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülen ve bölge plân ve programları açısından önemli görülen diğer projeleri izlemek, 
e) Bölgesel gelişme hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik olarak; kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek, 
f) Ajansa tahsis edilen kaynakları, bölge plân ve programlarına uygun olarak kullanmak veya kullandırmak,
 g) Bölgenin kaynak ve olanaklarını tespit etmeye, ekonomik ve sosyal gelişmeyi hızlandırmaya ve rekabet gücünü artırmaya yönelik araştırmalar yapmak, yaptırmak, yapılan araştırmaları desteklemek,
 h) Bölgenin iş ve yatırım imkânlarının, ilgili kuruluşlarla işbirliği halinde ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtımını yapmak veya yaptırmak, 
i) Bölge illerinde yatırımcıların, kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yetki alanına giren izin ve ruhsat işlemleri ile diğer idarî iş ve işlemlerini, ilgili mevzuatta belirtilen süre içinde sonuçlandırmak üzere tek elden takip ve koordine etmek,
 j) Yönetim, üretim, tanıtım, pazarlama, teknoloji, finansman, örgütlenme ve işgücü eğitimi gibi konularda, ilgili kuruluşlarla işbirliği sağlayarak küçük ve orta ölçekli işletmeleri ve yeni girişimcileri desteklemek,
 k) Türkiye'nin katıldığı ikili veya çok taraflı uluslararası programlara ilişkin faaliyetlerin bölgede tanıtımını yapmak ve bu programlar kapsamında proje geliştirilmesine katkı sağlamak,
 l) Ajansın faaliyetleri, malî yapısı ve ajansla ilgili diğer hususların güncel olarak yayınlanacağı bir internet sitesi oluşturmak. 

Türkiye’de 1960’lardan itibaren kalkınma teşebbüsleri bir plan kapsamında daha iyi düzenlenmiş olsa da- AB tarafından önerilen modele benzer bölgesel ajans yapılanması resmi olarak bulunmadığından kalkınma politikalarına ilişkin önceki uygulamalar merkeziyetçi olarak adlandırılabilir. 1990’larda Ege Bölgesi Kalkınma Ajansı, son yıllarda kurulan EURADA’ya üye Mersin Kalkınma Ajansı ve yeni kurulmakta olan ajanslar kendiliğinden ve hiçbir yetkisi olmadan oluşmuşlardır. Fakat Birlik öncesi kurulan bazı kamusal idareler bu ajanslara benzer nitelikte bölgesel kalkınmayı sağlamakla görevliydiler. Dünyada bu tür idareler daha ziyade az gelişmiş bölgeleri geliştirmek için devletlerin keyfiyetinde, yani sürekliliği, yetkisi, bütçesi, idare yapısı ulus-devletin belirlediği kuruluşlardı. Türkiye’de de buna en güzel örnek, GAP projesi için kurulan, Güney Doğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi’dir (Çalt, 2005: 12). 1989 yılında 388 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile projenin yürütülmesi için ayrı bir örgüt olarak, GAP Bölge Kalkınma İdaresi teşkilatı kurulmuştur. GAP İdaresi, bölgede, geniş yetkilerle donatılmıştır. Başbakanlığa bağlı, kamu tüzel kişisi olan idarenin görev süresi 15 yıl olarak belirlenmiştir. İdarenin giderleri, başbakanlık bütçesindeki ödeneklerden, yardımlardan, kredi, faiz, hibe, hizmet ve kira gelirlerinden karşılanacaktır (Mengi ve Algan, 2003:267-268). İdare’nin merkezi Ankara’dadır ve Proje, bölgedeki su ve toprak kaynaklarını kullanarak, bölgenin sosyo-ekonomik kalkınmasını hedeflemektedir. Proje, 13 ayrı projeden oluşan bir projeler demetidir. İdarenin karar verme mekanizmasında sivil toplum kuruluşları (STK) ve özel sektör yoktur. Yeni sisteme geçilince bu idare yeni ajanslara aktarılacaktır. GAP idaresinin denetimi, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’na aittir (Bulut, 2002:274). Taslaklarla oluşacak BKA’ların küresel BKA modellerinden farkı, mutlaka ajansın başında koordinatör vali bulunması zorunluluğudur. DPT’nin bağlı olduğu bakanlıkla ilişkili düzenleyici ve denetleyici kuruluşlarla bölge planları ve ulusal kalkınma planı arasındaki bağ daha güçlü olmakta ve personel rejimi açısından da personel sözleşmeli de olsa 657 sayılı Devlet Memurları Kanuna uyumlu ve çalışanlar isterlerse Emekli Sandığı ile ilişkili bulunmaktadırlar. Ayrıca mali, yargısal ve yönetsel açıdan idari vesayet altında değillerdir (Çalt, 2005:12). 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


* * * * 

BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI VE TÜRKİYE UYGULAMASI BÖLÜM 2



 BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI VE TÜRKİYE UYGULAMASI BÖLÜM 2



2.   AB ve Dünya’da Bölgesel Kalkınma Ajansları*  

 BKA’lar, merkezi hükümetten bağımsız bir idari yapıda sınırları çizilmiş bir bölgenin Sosyo - ekonomik koşullarını geliştirmek amacıyla Dünya'da 1930’lu yıllardan itibaren kurulmuşlardır. Önemli bir bölümü Avrupa’da olmak üzere pek çok BKA mevcuttur. Bu konudaki ilk örnek, 1933 yılında ABD'de Tennessee Valley Authority//(TVA)’nin 1930’larda kurulmasıdır. Daha sonra Avusturya, Belçika, Brezilya, Almanya, Hollanda, İtalya, Portekiz, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’da da birçok BKA kurulmuştur.(Demirci, 2003:1) İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda bu konuya verilen önem artmıştır. Savaşın yıkıcı etkileri ve hızlı teknolojik gelişmeler, Batı Avrupa ülkelerinde farklılıklar yaratmıştır. Fransa’da, Paris ve çevresinin diğer bölgelerin toplamından daha büyük bir gelişme göstermesi, İtalya’da kuzey güney ayrımının iki farklı dünya yaratacak düzeye çıkması, İngiltere İskoçya ve Galler’de eski sanayilerin çökmesi sonucu bu bölgelerde yeniden yapılanma probleminin olması diğer Avrupa ülkelerinde bölgesel kalkınmaya yönelik politikaların oluşturulmasına yol açmıştır (Koçberber, 2006:37). Batı Avrupa ülkelerinde 1950’li ve 1970’li yıllar arasında bölgesel politikalarda sosyal ve ekonomik müdahaleler ön planda iken, 1970’li yıllarda bölgesel politikalar değişmeye başlamış ve bölgelere yönelik kalkınma politikaları önem kazanmıştır. Günümüzde de Avrupa ülkelerinin genel politikası, bölgelerin ekonomik bakımdan gittikçe özerkleşmesi ve bölge dışındaki girişimcileri bölgelerine çekmek amacıyla bölgelerarası kalkınma yarışına katılmaktır. Bölgesel farklılıkların giderilmesine yönelik çabaların Avrupa ölçeğinde değerlendirilmesi, 1957 Roma Anlaşması’na kadar uzanmaktadır (Berber, Celepçi, 2005:7). Önceleri Avrupa Yatırım Bankası tarafından desteklenen geri kalmış yörelerin kalkındırılması çabaları, 1973’de İrlanda, İngiltere ve Danimarka’nın üyelik başvurusunun ardından, Avrupa ölçeğinde daha sistemli bölgesel politika araçları geliştirilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Bunun üzerine 1975 yılında Topluluğun yapısal sorunlar yaşayan bölgelerini desteklemek amacıyla Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu (ERDF) oluşturularak benzer sorunların çözümü için ortak politikalar benimsenmiştir. 1981’de Yunanistan’ın, 1986’da İspanya ve Portekiz gibi diğer üyelere nazaran daha geri kalmış ülkelerin Topluluğa katılmasıyla bölgelerarası gelişmişlik farklarının önemli bir sorun olduğu ortaya çıkmış ve bu önemli sorun, Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu’nun genişlemesine, ardından da sayıları hızla artan projelerin yönetilmesi için yeni araçların geliştirilmesine neden olmuştur. 1980’li yıllar boyunca İngiltere’de özellikle de İskoçya’da başarıya ulaşan yenilikçi bölgesel kalkınma stratejileri ve planları, Avrupa ölçeğinde geliştirilerek bölgesel politikaya temel teşkil etmiştir. Akdeniz ülkelerinin Topluluğa üyeliklerinin ardından Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu (ERDF), Avrupa Sosyal Fonu (ESF), Tarımsal Kılavuz ve Garanti Fonu (EAGGF) ile bütünleşerek Yapısal Fon oluşturulmuş ve çeşitli kriterlere göre belirlenen hedef bölgelerle sınırlandırılmıştır (De Vet, 2001:2). 

Diğer yandan, Doğu Avrupa ülkelerindeki bölgelere ait ajanslar ise; “piyasa ekonomisine geçiş, büyük sınaî yapılanmaların yeniden oluşturulması, yeni ekonomik kalkınma yollarının bulunması ve işsizlik” konularına odaklanmıştır. Buradaki ajanslar, ayrıca yerel potansiyelin belirlenmesi, yeni yeteneklerin ortaya çıkarılması ve girişimcilerin desteklenmesi için geniş bir alana yayılmışlardır. Sözü edilen BKA, genelde dört farklı gelir kaynağı ile faaliyetlerini sürdürmektedir. Bunlar; ödünç verdiği borçların faizlerinden elde ettiği kazançlar, üyelerinin katkıları, hizmet satışından elde edilen gelirler ile ulusal ve uluslararası kurumların projelerinin yönetilmesinden elde edilen kazançlardır (Dario vd., 2000:6-7). 

Kredi fon havuzu, ajansın finansal sürdürülebilirliğinin sağlanmasında temel oluştururken, faiz gelirleri de ajansın temel faaliyetleri için gerekli ödemelerin yapılmasını sağlamaktadır. Bir ajansın kurulabilmesi için öz kaynağa yani kendi kredi fonunun kurulmasına ihtiyaç olup, genelde de uluslararası işbirliği organizasyonları ile yerel kalkınmayı destekleme amacında olan ulusal yönetimler tarafından desteklenmektedir (Catenacci, 2000: 27-28). Diğer kaynaklar ise yerel, ulusal ve uluslararası kaynaklardan sağlanmakta, üye organizasyonlar da genelde teknik ve finansal desteklerde bulunmaktadırlar. Ajanslar ayrıca, kendi bölgesi ile ilgili ulusal programların yönetilmesinden de gelir elde etmektedirler. Tüm BKA’lar sosyal ve teknik yeterliliğe sahip olmakla birlikte aynı zamanda pek çok ekonomik kalkınma hizmetinin yönetimi de yerel zeminde aktif uluslararası işbirliği organizasyonu tarafından bu ajansların sorumluluğuna verilmektedir. Bu hizmetlerin görülmesi, ajanslara ihtiyaç duydukları fonların bir kısmını sağlarken, ekonomik olmayan faktörler de ajansların sürdürülebilirliğinin sağlanmasında etkilidir. Ajansların sürdürülebilirliğini etkileyen politik ve sosyal faktörler ise genelde halk ve kurumların ajanslara verdiği güven ve kredibilitenin sonucudur (Dario vd., 2000:17-18). Parasal Birliğin gerçekleştirilmesinin ardından özellikle Avrupa’nın güney bölgelerindeki üye ülkeler Avrupa Birliği’nden daha etkin yeniden dağıtım politikaları talep etmiştir. Bunun üzerine 1994 - 1999 döneminde ulaşım ve çevresel iyileştirme projeleri aracılığıyla geri kalmış bölgelerde ekonomik kalkınmayı destekleyen Uyum Fonu oluşturulmuştur. 

Yine 1990’ların başında, o dönemde gerçekleştirilen Yapısal Fonların revizyonuna diğer bir katkı da, Avrupa Birliği’yle müzakere masasına oturan Finlandiya, Avusturya ve İsveç’ten gelmiştir. 

Avrupa Konseyi 1994’te aday ülkelerin AB üyeliğine hazırlanmaları için katılım stratejisi belirlemiş ve böylece katılım süreci boyunca aday ülkelerin AB müktesebatına uyum sürecini destekleyecek bir dizi mali araç da geliştirilmiştir. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin pazar ekonomisine geçiş süreci, bölgelerarası gelişmişlik farklarının giderek büyümesine neden olmuştur. Bu nedenle bu ülkelerin Birliğe katılım süreçlerinde ekonomik ve kurumsal yapılanma, kapsamlı bölgesel kalkınma politikaları ve bu politikaları destekleyecek mali yardım araçlarıyla gerçekleştirilmiştir (Brusis, 1999). Tam üyelik sonrasında aday ülkelerde, yapısal fonları kullanabilecek kurumsal kapasitenin geliştirilmesi bu ülkelerin idari yapılarını ve politika araçlarını köklü biçimde değiştirmiştir. Ancak aday ülkelerin bölgesel politikalarının Avrupalılaşması, aynı zamanda Avrupa bölgesel politikasının ve Yapısal Fonlarının da kapsamlı olarak revize edilmesine neden olmuştur (TEPAV, 2006:5-6). Böylece 2000’li yıllara gelindiğinde, Avrupa bölgesel politikası karar alma ve uygulama süreçleri, politika araçları, finans mekanizmalarıyla ve yeni aktörleriyle oldukça karmaşık bir olgu halini almıştır. Bölgesel politika üzerine oluşturulan yeni stratejiler ve yeni politika araçlarının uygulama sonuçları, bölgesel politikaların diğer politika alanlarıyla etkileşimi, karar alma ve uygulama mekanizmaları üzerine odaklanan çalışmalar gibi bütün çabalar bu karmaşık olguyu desteklemiştir. Bölgesel kalkınma alanında son yirmi yıldaki en çarpıcı değişim ise, karar verme ve uygulama mekanizmalarının giderek yerelleşmesidir (Halkier, 1998). Bu değişim şüphesiz akademik literatürün odağını da giderek yerel ya da bölgesel düzeyde faaliyet gösteren yeni aktörlere kaydırmıştır. Konuyla ilgili ilk önemli çalışma, Yuill ve Allen’in 1982’deki Avrupa ölçeğinde karşılaştırmalı olarak yapılmış çalışmasıdır. 1990’lara kadar, kalkınma ajanslarının sayısının hızla arttığı yıllar içinde bu çalışmayı aynı nitelikte başka bir karşılaştırmalı çalışma izlememiştir (Halkier, 1998). 

1991 yılında Halkier ve Danson, EURADA (European Association of Development Agencies)’nın da katkılarıyla gerçekleştirdikleri çalışmalarında bölgesel politikaların yeni aktörleri olarak gördükleri kalkınma ajanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. 1995 ve 1996’da gerçekleştirilen Avrupa çapında iki büyük konferansla bölgesel kalkınma üzerine ülke deneyimlerinin aktarıldığı araştırmalar ilk kez 1998 yılında basılan bir kitapla bir araya getirilmiştir. Halkier’in bu birikiminin ardından sunduğu ve kalkınma ajanslarının diğer merkezi ve yerel aktörlerle ilişkilerini inceleyen kavramsal çerçevesi ile bölgesel politika ve kalkınma ajansları üzerine oluşturulan literatür, günümüzde Türkiye’deki kalkınma ajansları olgusunu incelemek bakımından da önem taşımaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde 1950’li yıllardan önce kurulmaya başlayan bu kurumlar, Avrupa Birliği’nin etkisiyle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde 1990’lı yılların ikinci yarısında kurulmaya başlamıştır. Ayrıca yeni oluşturulan bölgesel yönetimlere ek olarak, farklı kurumlar bölgesel kalkınmaya yönelik çalışmalar yapmaya başlamışlardır (Berber, Celepçi, a.g.m.:7). Bunlardan en önemlisi, her ülkede kurulan BKA’lardır. Bugün Kalkınma Ajansı olmayan geçiş ülkesi yoktur ve bu ülkelerin ajansları farklı deneyimler yaşanarak oluşturulmuştur. AB’nin görevlendirdiği uzmanlar tarafından kurulan BKA’ların başlangıçta finansmanları AB tarafından sağlanmıştır. Günümüzde Avrupa ülkelerinde kendi bölgelerinin kalkınması amacıyla ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren farklı nitelik, yapı ve statüde 200'ü aşkın kalkınma ajansı bulunmaktadır. Bunların büyük bir kısmının, özellikle Brüksel gibi önemli dış merkezlerde temsilcilikleri bulunduğu gibi Avrupa genelinde 150 üyeye sahip örgütlenmiş bir üst kuruluşları da (Avrupa Bölgesel Kalkınma Ajansları Birliği – EURADA – European Association of Regional Development Agencies) bulunmaktadır. 


Tablo 1*. 


Kaynak: EURADA’dan aktaran Kayasü, Pınarcıoğlu, Yaşar ve Dere. 


* * *3. Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Ajansları* * * 

Ülkemizde beş yıllık kalkınma planları (BYKP), ilk uygulanmaya başladığı yıllardan beri bölgesel politikanın dolayısıyla bölgesel gelişme araçlarının içerik ve ana yaklaşımlarını belirleyen temel dokümanlardır. Ancak, uzun yıllar boyunca dengeli büyüme, kentleşme, göç, altyapı ve kırsal kalkınma hedefleri etrafında şekillenen kalkınma planları bölgesel politikaları tasarlama, uygulama, izleme ve değerlendirme konularında yetersiz kalmış; uygulamada süreç ters ve çarpık çalışarak yatırım programları ile bütçeler bu anlamda bölgesel kalkınmanın belirleyicisi haline dönüşmüştür (DPT 9.Plan, 2006:19). Bölgesel Kalkınma Ajanslarını kurma çalışmalarına ülkemizde de Avrupa Birliği’ne üyelik süreci ile birlikte başlanmıştır. Bu çerçevede Türkiye, 1960’lardan beri uygulamakta olduğu teşvik sistemi üzerine oturan bölgesel gelişme politikalarını terk ederek yeni bir uygulama içine girme aşamasındadır. Bu uygulamanın temel sebebi, Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde bölgesel gelişme politikalarının müzakere edilmesidir. Bölgesel gelişme farklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan bölgesel kalkınma ajanslarının ana amacı; “hizmet üreterek bölgedeki ekonomiyi canlandırmak, bölgesel yatırımları artırmak ve bölge halkının kalkınmaya katılımını sağlamak” olarak ifade edilmiştir(DPT, 2000). Türkiye’de ulusal refahın arttırılması için bölgesel farklılıkların azaltılması gerekmektedir. Avrupa Birliği’ne üyelik süreci bu konudaki çabaların hızlandırılması açısından bir fırsat olarak görülmeli, bu süreçte Birliğin Türkiye’den beklentileri, ülkenin çözüm bekleyen sorunları hakkında birikim yaratmakta kullanılmalıdır. Ancak AB’nin bölgesel politikalarının mutlak olarak alınmaması gerekir (Tekeli, 2007, Filiztekin, 2008). Ülkemizde bölgelerarası gelişmişlik farklarının dengeli bir yapıya kavuşturulması, bölgesel ve yerel kalkınmanın hızlandırılması ve sürdürülebilir dengeli bir gelişmenin sağlanması için çeşitli politikalar ve araçlar uygulanmış, ancak bunların hiçbirinden istenen verim sağlanamamıştır. 2001 yılı kişi başı gayri safi yurt içi hasıla verilerine göre, ülkemizin en yüksek gelire sahip ili Kocaeli (6.165 ABD Doları) ile en düşük gelire sahip ili Ağrı (568 ABD Doları) arasında yaklaşık 11 kata varan bir gelir farkı bulunmaktadır(DPT, 2006). AB’de yıllardır başarı ile çalışan bu kurumların benzerlerinin Türkiye’de de kurulması, uzun süredir tartışılmaktadır. 8. Kalkınma Planı’nda bu ajanslardan ilk defa bahsedilmiş ve Türkiye, Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) yaptığı plan çerçevesinde aşağıdaki tablolarda detayları görüldüğü gibi Düzey 1 gruplamasında 12 adet geniş bölgeye, daha sonra da Düzey 2 gruplamasında 26 adet dar bölgeye ayrılmıştır. Bu 26 bölgede faaliyet göstermek üzere kurulması planlanan Bölgesel Kalkınma Ajansları kanun tasarısı da 5449 Sayı No’su ile 25 Ocak 2006 tarihinde kanunlaştırılmıştır. 

DPT’nin merkezi rolünü bir anlamda yerele indirgeyen bu Kanun, Türkiye’de de merkez dışı bir inisiyatifi daha aktif hale getirerek, toplumsal sermayenin daha etkin kullanımına yol açacaktır. Bölgesel kalkınma ajansları, bölge ekonomisinin kalkınmasına katkı sağlamakla görevlidir ve bu katkı, bölgesel stratejilerin uygulanması, yerel ve bölgesel girişimciliğin desteklenmesinin yanı sıra, altyapı hizmetlerinin sunulmasına yardımcı olmayı, şirket ve işadamlarına destek ve rehberlik hizmeti sunmayı içermektedir. Ayrıca bölgedeki işletmelerin (ağırlıklı olarak da KOBİ’lerin) ihracata hazırlanması, bölgeye yatırım yapmayı düşünen girişimciye bilgi verilmesi, yerli ve yabancı yatırımcıların kamudaki işlerinin hızlandırılması ve bölgesel kalkınma için öncelikli hedeflerin belirlenmesi ajansların temel görevleri arasında sayılmaktadır(DPT, 2000). 

Kalkınma ajanslarının işleyişinin izlenmesi, altyapı ve kapasite oluşması, işleyişteki aksaklıkların tespiti için öncelikle birkaç bölgede pilot uygulama başlatılmış, nüfus ve gelişmişlik gibi ölçütlerin yanı sıra ajansların ve programların performanslarının kaynak dağılımını belirlemede etkili olması kararlaştırılmıştır. Böylece ajanslar ve bölgedeki diğer aktörlerin daha fazla kaynak sağlayabilmek amacıyla performanslarını artırmaları yönünde rekabete dayalı, teşvik edici bir mekanizma oluşturmak suretiyle kalkınma ajanslarında bölgesel/yerel aktörler oluşacak planlara öncülük ettiğinden, “merkezden yerele” yerine “yerelden merkeze” bir anlayış benimsenmiş olacaktır. Ayrıca bölgesel kalkınma ajanslarında temel yaklaşım; kamu yatırımlarının yerine özel yatırımların ikame edilmesi olarak ifade edilmektedir(DPT 2000). Türkiye’de kalkınma ajanslarının kurulum süreci ile birlikte bölgesel ekonomi politikalarının kurumsal alt yapısı oluşturulmuş ve yönetişim süreci içerisinde bölgesel yenilik sistemlerinin uygulama olanağı ortaya çıkmıştır(Lenger, 2006:143). Ayrıca ajansların kurulumu ile birlikte imalat sanayi sektöründe yaşanan en önemli eksikliklerden biri olan işletmeler arası iletişim ve işbirliği sorununun ortadan kalkması hedeflenmiştir. Nitekim her sektör için kurulmuş sivil toplum kuruluşlarının olmasına rağmen bu kurum ve kuruluşların rekabet ve yenilik süreçlerinde katkıları sınırlı olmuştur. Bu anlamda da kalkınma ajansları sektör içerisinde işbirliği ve haberleşmeyi sağlayarak, sektörün rekabetçiliğine olumlu katkılar yapmakta, böylece daha fazla katma değer sağlayarak, ekonomik kalkınma ve bölge içi gelişmişlik farklarının azaltılması gibi amaçlara ulaşılmasını sağlamaktadır (Karataş, 2009:71). Türkiye’de BKA kurulması kararı, AB’ye tam üyelik süreci içerisinde Katılım Ortaklığı belgesinde orta vadeli yapılması gereken işler kapsamındadır. Fakat Birliğin daha öncelikli olarak ülkemizden talebi İİBS birimlerinin oluşturulup, resmi hale getirilmesiydi. Ülkemiz, 22 Eylül 2003 tarihinde 2002/4720 sayılı BKK ile İstatistikî Bölge Birimlerini, Düzey 1, Düzey 2 ve Düzey 3 için belirlemiş ve tanımlamıştır. Buna göre; Düzey 3, tüm iller olup 81 tanedir. Düzey 2, komşu illerin bir araya getirilmesi sonucu 26 adet oluşturulmuştur. Düzey 2’nin gruplandırılması ile de 12 adet Düzey 1 oluşturulmuştur. Önemli bir ayrıntı da küresel bir metropol olan İstanbul’un hem Düzey 1 hem Düzey 2 hem de Düzey 3 olarak ele alınmasıdır. 

Aşağıda yer alan Tablo 2’de 




*Kaynak:* DPT Bölgesel Gelişme Ana Sayfası. * 

 *Tablo 3. *



İstatistikî Bölge Birimleri Sınıflandırması Kodları. 

*Kaynak: *
Aytül Güneşer Demirci, “Bölgesel Kalkınma Ajansları” (2005:4)’den aktarılmıştır.

 Katılım Ortaklığı Belgesinde taahhüt altına alınan üyelik yükümlülüklerinden, ekonomik ve sosyal uyum alanındaki en önemlilerinden bir tanesi olan kalkınma ajanslarının kuruluşuyla ilgili tasarının kanunlaşması ile birlikte, bölgesel gelişme alanında AB müktesebatına uyum için de önemli bir adım atılmış olmaktadır. Katılım Ortaklığı Belgesi temelinde, AB'ye ekonomik ve sosyal uyum sürecinin çerçevesini oluşturan ve 2004–2006 dönemini içine alan Ön Ulusal Kalkınma Planı, DPT Müsteşarlığı tarafından hazırlanarak Yüksek Planlama Kurulu(YPK) tarafından da onaylanmıştır. Planda yönetim otoritesi olarak DPT Müsteşarlığı belirlenmiş olup, uygulamaya ilişkin görevlerin sektörel ve bölgesel kurumlar gibi "ara kurumlar" ile paylaşılması, bölgesel gelişme politikalarını yerelde uygulayacak kurumsal bir mekanizmanın geliştirilmesi ve bu alandaki program ve projelerin yönetimine ilişkin bazı görevlerin Kalkınma Ajanslarına (KA) devredilmesi öngörülmüştür. Ajansların kuruluşu 58. Hükümet tarafından hazırlanarak yürürlüğe konulan ve 59. Hükümet tarafından da aynen benimsenen Acil Eylem Planı’nın (AEP) gerçekleştirmeyi öngördüğü en önemli hukuki, kurumsal ve yapısal düzenlemeler arasında yer almaktadır. Acil Eylem Planında ifade edildiği şekliyle, “kaynakların hem yerinde ve daha etkin kullanılması, hem de iller ve bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarının azaltılması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi amacıyla İstatistikî Bölge Birimleri Sınıflandırması (NUTS-İBBS) dikkate alınarak, alt bölge düzeyinde; planlama, koordinasyon, uygulama, izleme ve değerlendirme fonksiyonları olan yeni hizmet bölgeleri ve birimlerinin oluşturulması” hedeflenmiştir. Kalkınma ajansları şeklindeki bu kurumsal yapının, birer plan ve istatistik bölgesi niteliği taşıyan İstatistikî Bölge Birimlerinde faaliyet gösterecek olması, -il ölçeğini aşması sebebiyle- tartışmalara neden olmuştur. Bu tartışmalarda, bölgecilik ve ülkenin bölünmesi gibi bazı endişeler ön planda yer almaktadır. Ancak bu tartışmaların çoğu zaman hukuki ve maddi gerçeklerle bağdaşmadığı söylenebilir. Ülkemizde Bölgesel Kalkınma Ajanslarına ilişkin 5449 Sayılı Kanun’un yayımı sonrasında ilk Adana-Mersin (Çukurova) Kalkınma Ajansı, ardından İzmir Kalkınma Ajansının kurulmasıyla Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) yasanın iptali için yargıya başvurmuştur. Buna gerekçe olarak da; “yerel kaynakları uluslararası sermayenin tahakkümüne bırakma planı olduğu, ulusal çıkarlara aykırı olduğu, idareye tanınan yetkinin keyfiliğe yol açacağı, bu durumun da anayasadaki hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu” iddia edilmiştir. Bunun üzerine Danıştay 10. Dairesi de Kararını Anayasa'nın 'hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatleri, Türk varlığı, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esası karşısında koruma göremeyeceği' bölümüne dayandırarak, Kalkınma Ajansları'nın Türk Ulusu’nun bütünlüğünü zedeleyeceğine kanaat getirmiş ve Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştur. Bu gerekçeyle Anayasa Mahkemesi de 30.11.2007 günlü, 2007/91 sayılı kararıyla iptali istenilen Yasa kurallarının Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna ulaşarak itiraz yoluyla açılan davayı reddetmiştir. Böylece davacının 5449 sayılı Yasa’nın ilgili kurallarının Anayasa’ya, bu nedenle de dava konusu Yönetmeliğin hukuka aykırı olduğu savının dayanağı kalmamıştır. Sonuç itibariyle, T.C. Danıştay Onuncu Dairesi 2009/1879 nolu Kararıyla dava konusu Yönetmeliğin; dayanağı Yasa’da, DPT Müsteşarlığı’na kalkınma ajanslarının sadece yatırım destek ofislerine ilişkin olarak tanınan yetki aşılmak suretiyle, Bakanlar Kurulunca kuruluş kararnamesinde belirlenmesi öngörülen hükümlere aykırı olarak düzenleme getiren maddelerinde hukuka aykırılık bulmamıştır. Ancak Kalkınma Ajanslarının Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin; 4 – 18 arası ve ayrıca 28. ve 29. maddelerinin iptaline; dava konusu Yönetmeliğin iptal edilen maddeler dışındaki diğer maddelerine yönelik kısım yönünden davanın reddine karar vermiştir. Sonuç olarak ülkemizde kalkınma ajanslarının yerel yönetimler veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla hiyerarşik bir bağının bulunmaması, il valilerinin kalkınma ajanslarının yönetim kurullarının başkanı olması nedeniyle, Anayasa’da öngörülen idarenin bütünlüğü ilkesine uygun düzenleme yapıldığını, bölgesel ve etkin kalkınmanın hedeflendiğini, bölgesel kalkınma planlarının ulusal kalkınma planlarına uygun olduğunu söylemek mümkündür. Piyasa mekanizması ya da merkezi hükümet uygulamalarının yerelde kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmekte yetersiz kalması, bölgesel gelişme ve yerel kalkınma anlayışının kurumsallaşmasının sağlanamaması, sektör temelli kaynak kullanımından mekân bazlı kaynak kullanımına dönüşümün gerçekleşmesi, yerelde Kalkınma Ajansları gibi esnek, şeffaf ve katılımcı kurumların oluşturulmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bunun yanında, kaynakların etkin ve verimli bir şekilde kullanılabilmesi ancak bu kaynakların kullanımının yerelde izlenmesi, değerlendirilmesi ve denetimiyle mümkün olmaktadır. Zira merkezi bir denetim mekanizması, çoğu zaman kaynakların yerinde ve verimli kullanılmasını temin edememekte, yalnızca hukuki bir denetim ile yetinmek zorunda kalmaktadır. Ajanslara sağlanan mali teşviklerin büyük bir bölümü merkezi idarenin kontrolü altında verilmektedir. Teşviklerin bütün ülke düzeyinde aynı oranlarda uygulanabildikleri durumlar olduğu gibi, öncelikli yörelere tahsis gibi farklılaştırılmış ve kademeli teşvik sistemleri de yoğun olarak uygulanmaktadır. Merkezi idarelere ilave olarak bölgesel idarelerin kendi bütçelerinden verdikleri teşvikler de bulunmaktadır. Bunlar sadece o bölge için geçerlidir. Ancak bu tür mali teşviklerin parasal önemi, merkezi teşviklere kıyasla çok küçüktür. Ajanslar kuruluşlara iştirak ederek veya nakdi teşvik yoluyla firmalara destek sağlamaktadırlar. Mali yardımların dağıtımı genellikle idareler tarafından kontrol edilmekle birlikte, projelerin seçiminde ajanslar değişen önemde rol oynamaktadırlar. BKA’lar, genel bütçeden ve özel fonlardan finanse edilmekte olup devlet tarafından başlangıçta nakdi ve emlak şeklinde ayni sermaye tahsisi söz konusudur. Ayrıca ajanslar, sanayileşmeyi desteklemeyi hedefleyen çeşitli devlet fonlarına ve bu fonların kullanımına göre proje sunarak kredi almaktadırlar 
(http://www.deltur.cec.eu.int).


 Avrupa Birliği ve Dünya Bankası tarafından da BKA’lara fon sağlanmaktadır. Fakat bu genel ya da düzenli bir gelir değildir. Finansman konusunda özellikle Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu (ABKF) ve Ön Katılım İçin Yapısal Araç Fonu(ÖKYAF) devreye girmektedir. AB’nin yapısal fonlarından biri olan ABKF, altyapıları geliştirmek, yerel kalkınmaya öncelik vermek ve küresel rekabete adapte olma amacıyla yapısal güçlük içindeki ülkelere verilirken; ÖKYAF, AB’ye katılıma aday olan ülkelerin altyapı projeleri için verilmektedir. Bunların yanı sıra özel sektör ve mahalli işyerlerinden de fon sağlayan ajanslar bulunmaktadır. Diğer taraftan çoğu BKA’ların finansman kaynakları yardımlardan oluşmaktadır (DPT, 2006). 

Avrupa ülkelerindeki BKA’ların bütçeleri yasal yapılarına, sundukları hizmetlere göre farklılıklar gösterirken Avrupa’da yerel yetkililer tarafından kurulan BKA’lar ödeneklerini kendilerini destekleyen politik yapılardan almaktadır. Bunlara ilaveten BKA’lara yönelik borsa yatırımından elde edilen kira gelirleri, kendi yarattıkları kaynaklar ve sundukları hizmetlerden elde ettikleri gelirler gibi başka finansal kaynaklar da mevcuttur. Anonim şirket olarak kurulan BKA’ların başlangıçtaki finansal, hizmet ve mülk gereksinimleri kurucular tarafından karşılanırken faaliyet ve projelerin yürütülmesi için gereken fonlar kendi içinden karşılanamadığı zaman, dış gelirlere yönelirler. AB’de ulusal devletler üstü yürütülen politikalar doğrultusunda, başlangıçta ülke çapında uygulanan mali teşviklerin gittikçe bölgesel hale dönüştürülmesine çalışıldığı gözlenmektedir. Diğer taraftan merkezi hükümetler de mali kontrolü ellerinden kaçırmak istemediğinden AB kuruluşları tarafından uygulanan yardım sistemleri, tamamen bölgelere dönük olarak uygulanmaktadır. Bazı ülkelerde, ajansların sağladıkları finansman kaynakları ise şöyle sıralanabilir (Berber, Celepçi, a.g.m.:6): Fransa’da bölgesel ve yerel hükümetler, özel sektör ve ajansların kendi gelirleri, Almanya’da ulusal, bölgesel, yerel hükümet, Avusturya’da ulusal hükümet, İtalya’da ulusal hükümet, İrlanda’da ulusal hükümet ve ajansların kendi gelirleri, Japonya’da ulusal, bölgesel hükümet ve ajansların kendi gelirleri, Portekiz’de bölgesel hükümet, Singapur’da ulusal hükümet ve ajansların kendi gelirleri, İspanya’da ulusal ve bölgesel hükümet, Dünya Bankası, ajansların kendi gelirleri, İngiltere’de ulusal hükümet, yerel hükümetler ve kendi gelirleri ile finansmanları söz konusu olmaktadır. Ülkemizde BKA’lara ilişkin 5449 Sayılı Kanun’a göre ise belli başlı gelir kalemleri; “genel bütçe vergi gelirlerinden, il özel idarelerinden, Belediyelerden, sanayi ve ticaret odalarından aktarılacak paylar, Avrupa Birliği ve diğer uluslararası fonlardan sağlanacak kaynaklar, ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarca yapılan bağış ve yardımlar, faaliyet gelirleri, bir önceki yıldan devreden gelirler” şeklinde sıralanabilir. 

3.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***