1 Nisan 2015 Çarşamba

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde Atatürk ve Kürtler (I)




Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde Atatürk ve Kürtler (I)



Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde
Atatürk ve Kürtler (I)

Aynı Kürt Mustafa Paşa’nın eniştesi ise Kürt İzzet Bay’dir ve İstanbul Hükümeti’nin İçişleri Bakanıdır. Kürt İzzet Bey de İngiliz ajanıdır. 
Kürt İzet Bey’in bir de yeğeni vardır Şerif Paşa, o da Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Paris temsilcisidir. İstanbul Hükümeti’nin ve İngilizler’in 
Mustafa Kemal hareketini engellemek için kullanmayı düşündükleri kütle ise Kürtlerdir. Damat Ferit, Kürdistan Teali Cemiyeti ile görüşerek 
onlara özerklik karşılığında Mustafa Kemal’e karşı savaşmayı teklif eder. Damat Ferit Yüksek Komiser De Robeck ile görüşerek Sevr koşulları 
gereğince 15 bin kişilik bir Kürt ordusu kurulmasını ve Kürtleri Mustafa Kemal’e saldırtmayı teklif eder.

Ama Kürtler bununla da yetinmemektedir. İngiliz Gizli Belgeleri’nin verdiği bilgiye göre Kürtler aynı zamanda Yunanlılarla da temas halindedir. 
Amasya’da Yunan temsilcisi ile görüşün Kürtler, Yunanlılara Türk ordusunda ele geçirilen Kürt esirlere iyi davranılmasını ve bu esirlerin 
Türk ordusuna karşı kullanılmasını önerir. Teklif kabul edilir ve esir Kürtler Yunan ordusunun hizmetine girerler. Kürt-Yunan işbirliğinin en büyük 
sonucu ise Koçgiri İsyanı’dır. Yunan ordusu büyük ilerleyişe geçmeden hemen önce Kürtler isyan eder. Yunan ordusu Bursa’ya doğru ilerlerken Kürtler Sivas’a doğru yürümeye başlar.

Perinçek ve Apo, Atatürk’ün bu demecini Atatürk’ün özerkliği savunduğunun kanıtı olarak verirler. Oysa Uğur Mumcu’nun da belirttiği gibi 
Mustafa Kemal özerklikten değil bir çeşit özerklikten bahsetmektedir. Bu ise, 1921 Anayasasına göre illerin manevi kişiliğe ve özerkliğe sahip 
olmaları maddesiyle uyum içindedir. Aslında Atatürk’ün bu açıklamasının özerklik için değil tam tersine Kürt sorununun kabul edilmemesi için 
bir dayanak olarak gösterilmesi gerekmektedir. Gerçekten de bu açıklamasında Atatürk, Kürtlüğü reddetmekte, dahası Kürt sorununu kabul 
etmemektedir!


Heyet-i Temsiliye’deki o Kürt!

Yıllardır Atatürk’ü Batıcı bir devlet adamı gibi gösteren sağcı güçlerin yarattığı tahrifat, tam tersi kutupta başka bir tahrifata daha yol açtı. Sağcıların Atatürk’ü Batıcı gibi göstermesi gibi kimi sözde solcu ve Kürtçü akımlar da Atatürk’ü “Kürtçü” göstermeye başladılar.

Bu zevata bakılırsa Atatürk, aslında Kürtlere özerklik verecekti. Perinçek’ten Apo’ya kadar Kürtçü akım bu tez üzerinde durarak, Atatürkçülere ve milliyetçilere, Kürtçülük aşılamaktadır. İşin garibi bu tezlerin hiçbir gerçek yanı yoktur ama tarih bilgisinden yoksun “şu cahil Türklerimiz” Kürtçülerin bu oyununa gelmektedir. Bu yazımızda Kürtçülerin Kurtuluş Savaşımız, Cumhuruyetimiz ve Atatürk üzerinde yarattığı tahrifata karşı gerçekleri ortaya koymaya çalışacağız.

Kürtçülerin en önemli tezi Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle Kürtlerin birlikte verdikleridir. Öyle bir tarih uydurulmuştur ki, Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk Kürt ağalarla birlikte vermiştir. Kürtlerin Kurtuluş Savaşımıza katıldıkları ise en büyük uydurmaların başında gelir.

O halde Kurtuluş Savaşımız boyunca Kürtlerin gerçekte ne yaptığını ortaya koyalım.

Kurtuluş Savaşımızın başlangıcında, Milli Güçleri idare etmek üzere Erzurum’da bir Heyet-i Temsiliye oluşturulur. 24 Ağustos 1919’da oluşturulan Heyet-i Temsiliye Mustafa Kemal Paşa başkanlığında 9 kişiden oluşur. Diğer temsilciler, eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, eski Trabzon milletvekili İzzet Bey, eski Erzurum milletvekili Raif Efendi, eski Trabzon milletvekili Servet Bey, Erzincan’da Nakşi Şeyhi Fevzi Efendi, eski Beyrut valisi Bekir Sami Bey, eski Bitlis milletvekili Sadullah Efendi ve Mutki aşireti lideri Hacı Musa Beydir.

Kurtuluş Savaşımızın bu ilk önder kadrosundan sadece Rauf ve Bekir Sami Beyler Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar yola devam etmişlerdir. Yani denildiği gibi Kurtuluş Savaşımız ağaların ve şeyhlerin desteğiyle verilmemiştir.

Ama burada çok daha önemli bir gerçeği de ortaya koymamız gerekmektedir. Mutki Aşireti reisi Hacı Musa Bey sözde Kurtuluş Savaşımızın ilk önderlerindendir. Belgeleri inceleyenler bunun böyle olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar. Ancak gerçek bambaşkadır.

Hacı Musa Bey, 1923 yılı Mayıs ayında Erzurum’da kurulan Kürt Azadi Cemiyeti’nin de lideridir. Azadi Cemiyeti’nin üyelerinden biri de Şeyh Sait’tir. Azadi Cemiyeti İngilizlerle, Fransızlarla ve Sovyetler Birliği ile temas kurarak Bağımsız Kürdistan için destek aramıştır. Daha sonra bu örgüt İngiliz desteği ile başlayan Nasturi Ayaklanması’na katılır. Nasturi Ayaklanması’nın bastırılmasından sonra ise İran’a kaçarlar.

Mustafa Kemal de Nutuk’ta bu konuya şöyle değinir:

“Baylar, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada ‘yurtseverim’ diyen bin bir çeşit kişinin, binbir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluluğuna inanmakla; sağlam, esaslı ve özellikle sert yürünebilir mi? Tarihte buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi baylar, ulus, ülke, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin Erzincanlıbir Nakşi Şeyhi ve Mutki’li gibi zavallılardan da kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi?”

Mustafa Kemal’e idam kararı veren de Kürttü!

Kürtlerin ağaları bunu yaparken milletvekilleri de boş durmaz. Bitlisli Kürt milletvekili Yusuf Ziya Bey de Azadi örgütünün içindedir. Yusuf Ziya Bey aynı zamanda İngiliz ajanıdır. Mustafa Kemal Paşa, Yusuf Ziya Bey’den kuşkulanmakta ve onu takip ettirmektedir. Gerçekten de Mustafa Kemal’in kuşkuları gerçek olur ve Yusuf Ziya Bey Nasturi İsyanı’na katılır.

İşin daha da vahimi Yusuf Ziya Bey’in askeriye içinde de adamları vardır. Nasturi İsyanı’nı bastırmakla görevli birlikten, Fırka komutanı İhsan Nuri, Vanlı Rasim, Tevfik Cemal ve Teğmen Ali Rıza da Kürt örgütünün üyesidir ve isyan sırasında 270 askerle birlikte karşı tarafa geçerler!

Görüldügü gibi Kurtuluş Savaşımıza katılan ve Türklerle savaşan Kürtlerle değil, Kurtuluş Savaşı’nın içine sızan, ancak kendi Kürt örgütlenmesini devam ettiren, İngiliz, Fransız işgalcilerle işbirliği yapan ve en sonunda da Türk askerine karşı cephe açan Kürtleri görüyoruz. Bu örgütün İngiliz desteğini sağlamak için Nasturi isyanından üç yıl önce 1920 yılında yine Hakkari’de başka bir isyan çıkarttığını da kaydedelim.

Peki Kürtlerin Kurtuluş Savaşımız sırasındaki tek ihanetleri bu mudur?

Aslında Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren Mustafa Kemal’in karşısındadır Kürtler. Mustafa Kemal’in idam emrini veren Kürt Mustafa Paşa’dır!.

Aynı Kürt Mustafa Paşa’nın eniştesi ise Kürt İzzet Bay’dir ve İstanbul Hükümeti’nin İçişleri Bakanıdır. Kürt İzzet Bey de İngiliz ajanıdır. Kürt İzet Bey’in bir de yeğeni vardır Şerif Paşa, o da Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Paris temsilcisidir.

İstanbul Hükümeti’nin ve İngilizler’in Mustafa Kemal hareketini engellemek için kullanmayı düşündükleri kütle ise Kürtlerdir. Damat Ferit, Kürdistan Teali Cemiyeti ile görüşerek onlara özerklik karşılığında Mustafa Kemal’e karşı savaşmayı teklif eder. Damat Ferit Yüksek Komiser De Robeck ile görüşerek Sevr koşulları gereğince 15 bin kişilik bir Kürt ordusu kurulmasını ve Kürtleri Mustafa Kemal’e saldırtmayı teklif eder.

Bu yönde en önemli girişim Ali Galip olayıdır. İngiliz ajanı Binbaşı Noel, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderleri Malatya’ya geçerler. Burada bir Kürt birliği kurarak Sivas yolunda Mustafa Kemal’i öldürecekler ve Kongre’nin toplanmasına engel olacaklardır.

Ancak Mustafa Kemal girişimi haber alır ve tedbir alır. Malatya’da Türk birlikler İngiliz ajanı, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderlerini kıstırırlar. Tutuklama emri vardır. Noel, İngilizlerden yardım ister. Saraya baskı yapılır fakat sonuç varmez. En sonunda kaçmak zorunda kalırlar.

Görüldüğü üzere daha Sivas Kongresi öncesinde bile Kürtler İngilizlerle, İstanbul Hükümeti ile birlikte Mustafa Kemal’e kaşıdır.

İngiliz gizli belgeleri de bunu doğrulamaktadır.

28 Kasım 1919’da Mr. Kindson’un Londra’ya gönderdiği raporda şöyle yazılıdır:

“Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir.

9 Aralık 1919 tarihli Yüksek Komiser Robeck’in Lord Curson’a raporunda ise şunlar yazılıdır:

“Kürtler bütün ümitlerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kullanmak için para ödemeye hazırdırlar”

Yunan Ordusundaki Kürtler

Ama Kürtler bununla da yetinmemektedir. İngiliz Gizli Belgeleri’nin verdiği bilgiye göre Kürtler aynı zamanda Yunanlılarla da temas halindedir. Amasya’da Yunan temsilcisi ile görüşün Kürtler, Yunanlılara Türk ordusunda ele geçcirilen Kürt esirlere iyi davranılmasını ve bu esirlerin Türk ordusuna karşı kullanılmasını önerir. Teklif kabul edilir ve esir Kürtler Yunan ordusunun hizmetine girerler.

Kürt-Yunan işbirliğinin en büyük sonucu ise Koçgiri İsyanı’dır. Yunan ordusu büyük ilerleyişe geçmeden hemen önce Kürtler isyan eder. Yunan ordusu Bursa’ya doğru ilerlerken Kürtler Sivas’a doğru yürümeye başlar.

Amerikan Askeri Ateşesi durumu şöyle rapor eder:

“... Yunanlılar önemli bir zafer kazanırlarsa Kürt isyanı Türkiye’nin arkasını ciddi bir şekilde tehdit edebilir. Ancak Batıdaki savaş Türklerin lehine gelişirse, Türkler, ellerindeki yarım düzine yetenekli liderden biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler kuşkusuz bu durumu bilmektedirler. Gene de Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar.”

Koçgiri İsyanı’nın başlangıç tarihi sadece Yunan ilerleyişine değil aynı zamanda Londra ve San Remo Konferansları’na da denk gelir. Ankara Hükümeti böylece sıkıştırılmaktadır.

Koçgiri İsyanı’nın liderlerinden Baytar Nuri isyan programını şu şekilde açıklar:

“İlk önce Dersim’de Kürt istiklali ilan edilecek, Hozat’a Kürdistan bayrağı çekilecek, Kürt milli kuvveti Erzincan, Elazığ ve Malatya istikametlerinden Sivas’a doğru hareket ederek Ankara Hükümeti’nden Kürdistan istiklalinin tanınmasını isteyecekti. Türkler bu isteği kabul edeceklerdi. Çünkü isteğimiz silah kuvvetiyle desteklenmiş olacaktı.”

Ayaklanma büyür ve isyancılar Ankara Hükümeti’ne bir muhtıra yollarlar. Telgraf yoluyla iletilen muhtıra şu maddelerden oluşmaktadır:

1-İstanbul Hükümeti’nce kabul edilen Kürdistan özerkliğinin Ankara Hükümeti’nce de tanınıp tanınmayacağının açıklanması

2-Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal hükümetinin ivedi yanıt vermesi

3-Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesi

4-Kürt çoğunluğu bulunan illerden Türk memurlarının çekilmesi

5-Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması.”

Kürtler bununla da kalmaz, 25 Kasım 1920 tarihinde Batı Dersim Aşiretleri reisleri adına TBMM’ye şu şekilde başvurur:

“Sevr Antlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa, bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz.”

Yunanlar Bursa’ya Kürtler Sivas’a saldırıyor

Ankara Hükümeti, Batıda Yunanların Bursa’yı ele geçirmesine rağmen Kürtlere karşı geri adım atmaz. Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa isyanı bastırmak için bir plan hazırlar. Topal Osman komutasındaki Giresun alayı da Nurettin Paşa’nın emrine verilir.

Türk Ordusu 11 Nisan 1921 günü Kürtlerin üzerine yürüyüş başlatır. 45 bin kişilik Kürt milisleri ile çapışmalar 3 ay sürer. 17 Haziran 1921 günü isyancılar teslim alınır.

Koçgiri isyanının bastırılmasından sonra BMM’deki Kürt milletvekilleri Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın halka zulmettiği, gereksiz yere kan döktüğü gerekçesiyle olağanüstü ve gizli bir oturum talep ederler. Kürtler isyanı bastıran Nurettin Paşa’nın kellesini istemektedir.

Mustafa Kemal daha sonra Nutuk’ta şu şekilde anlatır:

“Nurettin Paşa merkez bölgesinde bir yıla yakın bu görevi yaptı ama yetkisi dışında kimi yurttaşların haklarına el uzatıyar diye milletvetkillerinin yakınmaları ve İçişleri Bakanlığı’na soru yöneltmeleri, Bakanlığın da yakınmaları yerinde görmesi üzerine Meclis’in isteğiyle Kasım 1921 başlarında görevden çıkarıldı. Meclis Nuettin Paşa’nın yargılanmasına da karar verdi. Bu iş, benimle Bakanlar Kurulu arasında bir sorun çıkmasına da yol açtı. Ben, Nurettin Paşa’ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim. Fevzi Paşa Hazretleri de benim görüşüme katıldı. İkimizle, Batkanlar Kurulu arasında çıkan anlaşmazlık Meclisçe bir çözüme bağlandı. Meclis’te Nurettin Paşa’yı savundum, kendisini ağır bir işleme uğramaktan kurtardım.”

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, sadece Kürt isyanını bastırmakla kalmamış, isyanı bastıran komutanı da sonuna kadar savunmuştur. Mustafa Kemal’in, Meclis’te tek kalması ise son derece öğreticidir. Gerçekten de Birinci Meclis’te, Mustafa Kemal Paşa, Şeriatçılara ve Kürtçülere karşı tek başına kalmaktadır. Ama tek kalmak pahasına kendi komutanını savunmuştur!

Görüldüğü üzere, daha Sivas Kongresi’nin toplanma hazırlıklarından başlanarak Kürtler, Kurtuluş Savaşı için çalışmamış, tam tersine hep Kurtuluş Savaşı’na karşı savaşmışlardır. Koçgiri ayaklanması bunun en büyük kanıtıdır.

Genel Kurmay Başkanlığı da bu isyanı şu şekilde değerlendirmektedir:

“Siyasi bakımdan büyük bir önem taşıyan bu harekat dolayısıyla, Kürt bağımsızlık davasının ilk basamağının Koçgiri olayları ile kurulmak istendiği, bu dış etkilerin en açık ve kesin delilidir.”

Bu değerlendirmeden de anlaşılacağı gibi, olay münferit bir isyan değil, bir davanın ilk adımıdır! Ardından gelecek olan Kürt isyanları da bunu kanıtlayacaktır. Nitekim isyanın liderleri de olayı böyle değerlenodirmektedir:

“Koçgiri, Kürt İstiklal Savaşı’nın bir merhalesidir, onunla bir meydan muharebesi kaybettik, fakat harp bitmedi. Biz son zaferi kazanacağız.”

Kürtlere özerklik Mustafa Kemal’in değil Damat Ferit’in programı

Kürtler’in Kurtuluş Savaşı’na ne şekilde katıldıkları yalanını gördükten sonra şimdi de Mustafa Kemal’in Kürtlere özerklik vereceği yalanının nasıl uydurulduğuna geçebiliriz.

12 Eylül 1919’da İstanbul Hükümeti ile İngiltere arasında gizli bir antlaşma imzalanır. Sekiz maddelik anlaşma maddelerinden üçüncüsü şöyledir:

-Türkiye bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı çıkmayacaktır.

Anlaşmanın altında Damat Ferit’in imzası vardır.

Anlaşma’nın esas önemi Damat Ferit’in Mustafa Kemal hareketine, yani Türk milli hareketine karşı Kürt ayrılıkçılarıyla uzlaşması ve Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmasını saptamasıdır. Yukarıda bu kullanmanın ne şekilde hayata geçirildiğini görmüştük.

İstanbul Hükümeti’nin bu tür bir yola girmesi aslında Damat Ferit Hükümeti’nin sonunu getirir. Kabine değişikliği olur ve Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulur. Bu değişiklik son derece önemlidir çünkü Kürt milliyetçiliğinin ve ayrılıkçılığının önü kesilecektir.

Amasya Görüşmeleri bunun ilk safhasıdır. Kürtlere özerkliğin ilk belgesi imiş gibi sunulan Amasya Görüşmelerinde şu karar alınmıştır:

“Beyannamenin 1. maddesinde Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırı Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması imkansızlığı izah edildikten sonra, bu sınırın asgari bir istek olmaz üzere elde edilmesinin temininin lüzumumüştereken kabul edildi. Bununla beraber, yabancılar tarafından görünüşte Kürtlerin bağımsızlığı maksadı altında yapılmakta olan tezvirlerinönüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi uygun görüldü.”

Tutanaktan da anlaşılacağı üzere Ankara ile İstanbul’un yeni hükümeti, Kürt ayrılıkçılığına karşı ortak bir karar almışlar ve kurulacak ya da kurtarılacak devletin sınırlarının Kürtlerin oturduğu arazıyi de kapsadığını belirtmişlerdir. Bu tutanaktan çıkacak biricik sonuç, Kürtlerin oturduğu arazide ayrı bir devlet ve özerklik hakkının bu tutanakla reddedildiğidir. Ama ne hikmetse gördüğü her Kürt kelimesini özerkliğe yoran tarih heveslisi bir kısım hukuk asistanı bunu tam tersine yormaktadır.

Amasya görüşmesinin teyidi ise Misak-ı Milli’dir. Misak-ı Milli ise, özerklik değil ulusal bir devlet programıdır. Kuvayı Milliye’nin bu ilk belgesi, aynı zamanda İstanbul Meclisi’nin son kararında özerklik yoktur! Dahası Misak-ı Milli için çalışan bir harekete katılan herkes de ulusal devleti kabul etmiş demektir.

Milli Mücadele’nin Kürtlere özerklik vereceğini söyleyenlerin iddiası aynı zamanda son derece de komiktir. Kürtler bağımsızlık ve özerkliği zaten Sevr ile kazanmışlardı. Sevr’e karşı çıkan bir hareketin Sevr’de dayatılan bir maddeyi savunması olacak şey değildir!

Kaldı ki ne Erzurum, ne Sivas Kongrelerinde de bu yönde alınmış bir karar yoktur. BMM’nin bu yönde aldığı bir karar da yoktur. Özerkliği savunan bir hareketin bunu bir karar olarak duyurması gerekmez miydi? Komik olmayı bırakın: Mustafa Kemal sizin gibi gizli bir Kürtçü değildi! Sizin gibi hem tek bayrak, hem de Kürtler kendi kendini yönetsin diyecek kadar hain değildi...

İngilizlerin Kürtlere Özerklik Uydurması

Mustafa Kemal’in Kürtlere özerklik vereceği uydurmasının kaynağı ise doğrudan İngilizlerdir!

Yukarıda bahsettiğimiz gibi Koçgiri isyanının bastırılmasından sonra Meclis’te Kürt milletvekilleri isyancılara destek çıkarlar. Uzun süren tartışmalardan sonra Mustafa Kemal’in isyanın bastırılmasını savunan konuşması üzerine tartışma kapanır.

Ancak İngiliz raporlarına göre bu görüşmeler sırasında Kürtlere özerklik verilen bir karar alınır. Maddeler şunlardır:

1-Uygarlığın gereklerine uygun olarak Türk milletinin ilerlemesini sağlamayı hedefleyen BMM, ulusal gelenekleriyle uyum içinde, Kürt milletinin özerk yönetimini kurmayı üzerine alır.

2-Çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bu topraklar için Kürt ileri gelenleri tarafından bir genel vali, vali yardımcısı ve bir müfettiş seçilebilir. ...

4-Kürt ulusal meclisi doğu vilayetlerinde kurulacak ve 3 yıl için oluşturulacaktır.

5-Özerk yönetim Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri, Dersim sancağı, bazı nahiye ve kazaları içine alacaktır.

Toplam 9 maddelik kanun tasarısı İngilizlere göre kabul edilmiştir!

Ancak İngiliz raporlarının gösterdiği 10 Şubat 1922 tarihinde anılan gizli oturum yoktur! TBMM Gizli Celse Zabıtları yayınlanmıştır ve orada böyle bir gün yoktur! Olması da son derece saçma olurdu. Çünkü anılan 9 maddenin Sevr’den bir farkı yoktur. Kaldı ki Koçgiri isyanını bastıran bir Meclis’in bu kararları alması da mantıksızdır. Çünkü bu kararları alacak Meclis, mantıken isyancılarla anlaşır ve istenilen bu hakları verirdi.

İngilizler Yetmedi bir de Perinçek...

Atatürk’ün Kürtlere özerklik vereceğine ilişkin ikinci bir iddia ise İngilizlerden sonra Perinçek’ten gelmektedir. Atatürk 16/17 Ocak 1922 tarihinde çıktığı İzmit seyahatinde gazetecilerin sorularını yanıtlar. Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın “Kürtlük Sorunu nedir? Bir iç sorun olarak değinmeniz iyi olur” sorusuna şu yanıtı verir:

“Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarı için kesinlikle sözkonusu olamaz. Çünkü, bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir.

....

“Bu nedenle başlıbaşına bir Kürtlük düşünmekten çok Anayasamız gereğince zaten bir çieşit özerklik oluşacaktır. O halde hangi bölgenin halkı Kürt ise kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir...”

Perinçek ve Apo, Atatürk’ün bu demecini Atatürk’ün özerkliği savunduğunun kanıtı olarak verirler. Oysa Uğur Mumcu’nun da belirttiği gibi Mustafa Kemal özerklikten değil bir çeşit özerklikten bahsetmektedir. Bu ise, 1921 Anayasasına göre illerin manevi kişiliğe ve özerkliğe sahip olmaları maddesiyle uyum içindedir.

1921 Anayasasının 21. maddesi şöyledir:

“İl yönetimi yerel işlerde manevi kişilik sahibidir ve özerktir”

Buradan da anlaşılacağı üzere Atatürk, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesinden değil illerin kendilerini yönetmesinden bahsetmektedir. Zaten Kürtlerin yoğunluğundan bahsetmesi de bu nedenledir.

Aslında Atatürk’ün bu açıklamasının özerklik için değil tam tersine Kürt sorununun kabul edilmemesi için bir dayanak olarak gösterilmesi gerekmektedir. Gerçekten de bu açıklamasında Atatürk, Kürtlüğü reddetmekte, dahası Kürt sorununu kabul etmemektedir!

Dahası açıklamaların devamında Lozan’da tartışılan Musul meselesi ele alınmakta ve şu ifade edilmektedir:

“İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Bune engel olmak için sınır güneyden geçirmek gerekir.”

Yani Atatürk bizim sınırlarımı içindeki Kürtlerin olası bir talebine karşı olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmekte bu nedenle de Musul’u vermemeyi savunmaktadır! Nitekim Lozan’da Türkiye, Kürt meselesinin konuşulmasını dahi kabul etmemiştir! Çünkü Türkiye için artık böyle bir mesele yoktur!

Şeyh Sait isyanı ve Mustafa Kemal tedbiri: Takrir-i Sükun, İstiklal Mahkemesi

İkinci uydurmanın da çürütülmesinden sonru Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet idaresinde Kürt meselesinin nasıl ele alındığına geçebiliriz. Burada karşımıza Musul Sorunu çıkar. İngilizler’le Musul müzakereleri sürmektedir. Türkiye Musul’u geri almak için askeri bir harekatın da hazırlıklarını yapmaktadır. Tam bu ortamda Şeyh Sait isyanı patlak verir.

Kürtler yine İngilizlerin oyuncağı olmuştur. İngiliz desteği ile ayaklanan Şeyh Sait, önemli başarılar kazanır. Başbakan Fethi Okyar’dır. Fethi Bey, isyanı çok önemsemez ve üzerine hemen gitmez. Daha sonra Meclis’te kendini savunacağı üzere “gereksiz kan dökülmesine karşıdır”

Tam bu sırada Mustafa Kemal, Ankara Garı’nda İsmet Paşa’yı beklemektedir. Hükümet değişir, İsmet Paşa kabinesi kurulur. İsmet Paşa hükümeti iki karar alır, biri İstiklal Mahkemelerinin kurulması, ikincisi Takrir-i Sükun kanunu. Bu, devletin isyanın üzerine sertlikle gideceğinin işaretidir.

Takrir-i Sükun görüşmeleri, gizli Kürtçü liboşlarla, Cumhuriyetçilerin hesaplaşmasına dönüşür. Terakiperver Cumhuriyet Fırkası liderleri, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Rauf Bey, Takrir-i Sükun’a karşı çıkarlar. Onlara göre isyancılarla masum halkı ayırmak gerekmektedir. Takrir-i Sükun özgürlükleri ortadan kaldıracak ve bir dikta idaresi kuracaktır.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 15 milletvekili bulunmaktadır. Bunlardan özellikle Dersim milletvekili Feridun Fikri’nin isyancıları korumak için çırpındığı görülür. TCF’nin tüm muhalefetine karşın Takrir-i Sükun Yasası ve İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşu yasası kabul edilir.

Çünkü başta Atatürk olmak üzere, Cumpuriyetçiler, isyancılara özgürlük tanımanın Cumpuriyet’in sonu olacağını görmektedirler. Cumhuriyet Halk Fırkası içinde de bir bölünme olmuştur. 92 millitvekili isyanın üzerine sertlikle gitmekten yana tavır koyarken 60 milletvekili buna karşı çıkmaktadır. Son noktayı Mustafa Kemal koyar. 2 Mart günü kürsüye çıkar ve kararı açıklar: “Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. Devrimi başlayan tamamlayacaktır.”

Nifak vardır vahdet olsun diyoruz

Böylece Mustafa Kemal’in çözümü uygulanmaya koyulur. Mustafa Kemal muhalifleri ve ürtçüler ise özellikle İstanbul basınında yuvalanmıştır. Milli Savunma Bakanı Recep Peker durumu şu şekilde ifade eder:

“... Türkiye’de devlet nüfuzu adına gösterilen hoşgörünün sonunda devlet işlemez hale gelmiştir. Çok yüksek adlar adına yapılmış yasalar da buna yol açmıştır. Basın, özellikle İstanbul sbasını Türkiye’de devlet gücü diye ne kadar kutsal yer ve makam varsa hepsini ite kaka meşruluk dışı bir çekişme aracı yapmıştır. Bunlar, devlet kuruluşu diye ne varsa hepsine birden yalan ve iftiralarla saldırıp tüm devleti tahrip etmektedirler.

“Her sabah milletin yüzüne fışkıran mikroplu balgamlar masum halka devlet gücünün değerli birşey olmadığını aşılyamaktadır...

“Hükümetimiz pislik yuvalarını temizlemeye yetkisi olmadan bu ülkenin yönetimini ele alamaz. İç tehhlike içinden yanan yangın gibidir. Eğer devlet kuruluşları, meclisler ve hükümetler, bu yangını patlamadan önce bulup gereken yasal önlemleri almazsa yangın büyüdükten sonra önlem almaya da zaman kalmaz.

“Herhangi bir düşünce ile ve herhangi bir amaçla, özgürlüğü yine bizzat özgürlüğe çevrilmiş bir silah gibi kullanmak, gerçeğe ve yurt yararına uygun değildir.”

Sonuçta isyan bastırıldı.

İsyanın elebaşılarındak 46’sı idam edildi.

Mehmet Emin Bey,

Meclis’te Cumhuriyet’in isteğini açıklıyordu:

“Memlekette nifak vardır vahdet olsun diyoruz.

İhanet vardır sadakat olsun diyoruz.

İzmihlal tehlikesi vardır beka olsun diyoruz.

Ölüm vardır hayat olsun diyoruz.”1

(Önümüzdeki sayıda, diğer isyanlar, iskan kanunu ve dersim kanunu ile genel değerlendirme)

http://www.turksolu.com.tr/92/basyazi92.htm

..

30 Mart 2015 Pazartesi

İŞTE BAYKAL'A YAPILAN KOMPLONUN GAYRİ RESMİ TARİHİ




İŞTE BAYKAL'A YAPILAN KOMPLONUN GAYRİ RESMİ TARİHİ



Deniz Baykal, siyasi hayatının kuşkusuz en zor günlerini yaşıyor.


Kendisi ve CHP'li kadın milletvekiliyle ilgili servis edilen görüntüler, Türkiye'nin bir numaralı gündem maddesi durumunda. CHP kulislerinde, gizli kamerayla gerçekleştirilen bu komplonun 8 yıl öncesine dayandığı konuşuluyor. Buna göre; komplonun yapılış tarihi, 2002 yılını işaret ediyor.
Peki, 2002 yılında Türkiye neyi tartışıyordu? Gelin, filmi Baykal'a yapılan komplonun tarihine,

Yani 2002 yılına saralım. Bakalım, karşımıza neler çıkacak 

KARGOYLA YOLLANAN SEKS KASETİ 

Tarih: 2002 Mayısı ayının son günleri
DGM Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel'in evine bir paket gönderildi.
Paketin içinde bir adet VHS video kaseti vardı. Nuh Mete Yüksel, paketi aldığı anda telefonu çaldı. Arayan kişi; kaseti gönderenlerden biriydi. Kasetin içeriğini belirtti ve Savcı Yüksel'den izlemesini istedi. Daha sonra tekrar arayacağını, söyleyip kapatmak isterken; Nuh Mete Yüksel bağırmaya başladı:

Beni yolumdan kimse çeviremez.
Telefon kapandı.
O kasette bulunan 4 dakika 52 saniye uzunluğundaki görüntüler, gizli kamerayla çekilmişti.
Savcı Nuh Mete Yüksel birkaç gün sonra şu açıklamayı yaptı: 

İçinde gizli kamera görüntülerim olduğu söylenen bir kaset gönderildi bana. Bir odada gizli kamerayla çekilmiş. Bir hanımla görülüyorum. Hanımın görüntüsü de montaj. O kadar ustalıkla yapmışlar ki, bilgisayar ortamında, ben bile şaşırdım. Hemen inceleme yaptırdım. Laboratuar çalışmasıyla montaj olduğu ortaya çıktı. Bu şantajcıların yapmak istedikleri beni durdurabilmek. Bu kaseti izlediğimde ben dahi şaşırdım. Çünkü kasetteki kişi bana benziyordu. Bir kadınla ilişkisi var kasetteki kişinin. 

İzleyen günlerde...
Nuh Mete Yüksel'in telefonu bir daha çaldı.
Arayanlar, yine kaseti gönderenlerdi.
Savcı Yüksel'e şu sözlerle tehdit ettiler:
Senin sesin çok çıkıyor. Bizim istediklerimizi yapacaksın. Yoksa bu kaseti televizyonlarda yayımlatacağız. Senden para istemiyoruz. Günün yaklaşıyor, o gün geldiğinde sana, gerekeni söyleyeceğiz, sen de yapacaksın. Yoksa seni rezil edeceğiz. Savcılıktan edeceğiz 

Nuh Mete Yüksel, hukuk savaşını başlattı.
Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı, hazırladığı raporda kasetin montaj olduğunu açıkladı.Kasetteki görüntülerin medyada yer almasına mahkemece yasak getirildi.
Bu arada Nuh Mete Yüksel hakkında da Adalet Bakanlığı tarafından soruşturma açıldı.
Soruşturma sonucunda; Yüksel hakkında kınama ve yer değiştirme cezası verildi. Sonuçta Savcı Yüksel, Ankara DGM Cumhuriyet Savcılığı görevinden alınarak, Ankara Cumhuriyet Savcılığı görevine getirildi.
Buraya bir virgül koyalım ve biraz daha geriye gidelim 

ÇEV'e GİREN AJAN VE GİZLİ ÇEKİM 

Tarih: 4 Mayıs 2002
Saat: 23.00

Işık TV'ye, Özel Haber başlığı altında bir program yayınlandı.
Yayınlanan görüntülerde; Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) Başkanı Gülseven Yaşer'in bir kişiyle yaptığı görüşme vardı.Görüntüler gizli kamerayla çekilmişti.
ÇEV Başkanı'nın görüştüğü kişi ise, vakfa yardım amaçlı giren ve ajan olduğu sonradan anlaşılan bir polisti.Gizli çekimleri kendisi yapmış ve o görüntüler montajlanıp televizyon kanallarına servis edilmişti.STV, Kanal 7 ve Zaman o günlerde bu olaya genişçe yer verdiler.
Yayınlanan görüntülerde, ÇEV'in PKK'lı öğrencilere burs verdiği algısı oluşturulmaya çalışılıyordu.Bunun yalan olduğu sonradan kanıtlandı.
Ancak 

3 Haziran 2002 günü ÇEV binasında polis tarafından arama yapıldı.
Ve aramada bir kaset ortaya çıktı.
O kaset, Savcı Nuh Mete Yüksel'e ait olduğu ileri sürülen seks şantajı kasetiydi.
Bakın o günlerde; Savcı Yüksel, dönemin Milliyet gazetesi yazarı Tuncay Özkan'a bu olayla ilgili neler demişti: 

Bu vakıftaki aramadan çok önce bana bu şantajı yapmak istediler. Ama daha önce Çağdaş Eğitim Vakfı'nı katarak olayın yönünü, değerlendirilmesini ve algılamasını değiştirmeye çalışıyorlar. Bunların yaptıklarını görüyoruz. Yanlarına kalmayacaktır. Bunu yapanları tek tek bulup ortaya çıkartacağım. Bu yolla etkilemeye çalıştıkları davalar yargının şaşmaz terazisinde tartılıyor. Bir Nuh Mete Yüksel'i, Çağdaş Eğitim Vakfı'nı yok etmekle ne yapacaklarını sanıyorlar. Biz gideriz Cumhuriyet'e ve Türkiye'ye sahip çıkacak başka savcılar gelir. Türk adaleti bu oyunları, şantajları boşa çıkartır, kimse merak etmesin 

Evet, bundan tam 8 yıl önce Türkiye bu olaylarla çalkalanıyordu.
DGM Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel'e seks şantajı kaseti, komiser rütbeli bir polisin gizli kamera komplosu ve Savcı Yüksel kasetinin Çağdaş Eğitim Vakfı'nda bulunması 

FETHULLAH GÜLEN DAVASI 

Peki, neden Savcı Nuh Mete Yüksel ve ÇEV?
Savcı Yüksel Beni yolumdan kimse çeviremez açıklamasında ne demek istiyordu? 

O yıllarda Nuh Mete Yüksel, açtığı Fethullah Gülen davasıyla çok konuşulan bir isimdi. Cemaatin hedefinde olan Savcı Yüksel, tüm yıpratma kampanyalarına rağmen bu davayı ısrarla takip ediyordu. Ve içine ajan sokulan Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) ile vakıf başkanı Gülseven Yaşer de bu davanın müdahillerindendi. 

Yazıyı sonlandırmadan, 8 Haziran 2002 tarihli Milliyet gazetesine bir göz atalım. Tuncay Özkan, seks şantajı olayının patlak verdiği günlerde Savcı Yüksel'e görüşmesinde şöyle bir istihbaratı paylaşıyor: 

Son dönemde evlere gizli kameralar koyup çekimler yapıldığını duyuyorum. Şantaj amaçlı bu çekimleri insanların özel yaşamlarını deşifre etmek için kullanıyorlar. 

Evet, bu bilgi bundan tam 8 yıl öncesine ait. Tıpkı tüm bu olaylar gibi
Yani, CHP Lideri Deniz Baykal'a gerçekleştirilen komplonun yapıldığı iddia edilen zamana 

Başlıkta da belirttiğimiz gibi; bu yaşananlar Baykal'a yapılan komplonun gayri resmi tarihidir. 
1* 

***

Yazımız henüz bitmedi. 

AKP'nin büyük ölçüde oylarının düşmesi gerçeği karşısında, doğal olarak yükselen CHP'nin önünü kesmek gerekiyordu. Başbakan Erdoğan'ı BOP eşgüdüm başkanlığına getiren güçlere göre CHP hiç bir şekilde iktidar hükümeti olmamalıdır. Okyanus ötesi böyle düşünüyor. Şayet CHP iktidar olursa CHP tabanı, genel başkan kim olursa olsun, AKP'in başlatarak
aracılık ettiği, ABD'nin ve AB'nin açılım Ortadoğu'daki dönüştürme politikalarına ve BOP projesinin devamına AKP'de olduğu gibi gözü kapalı izin vermeyecektir.

ABD ve AB,AKP'nin "şiir gibi" uyumlu politikalarıyla Türk toplumuna dayatılan Ilımlı İslam yapılanmasını,kurmakta oldukları Kürt Devletini ve de Ortadoğu ve Türkiye'deki,çıkarlarını kendi istediklerine uygun olarak şekillendirmektedirler.Küresel baronlar AKP iktidarı ile yakaladıkları bu avantajı kaybetmek istememektedirler.

İşte bu gerekçelerle CHP ve Baykal'ın önünün kesilmesi gerekli idi.

Yaklaşmakta olan genel seçimlere,CHP güç kazanarak girecektir. AKP'nin oyları ise erimektedir.Deniz Baykal gözden çıkartılmıştır. 

Muammer Karabulut ,Deniz Baykal'a karşı yürütülmekte olan yıpratma,karalama ,
etkisizleştirme ve kişilik haklarının ihlalil tertibine karşı bizleri uyararak bakın ne diyor ; 

"ABD'de iflas eden egemeninin dünyadaki en güçlü örgütlendiği ülke olan Türkiye'deki işbirlikçiler ülkede kansız savaş yapıyorlar. Plan Kontra-Ergenekoncuların etkin olarak kullandığı basın-yayın organları aracılığı ile gerçekleşiyor. Gazetelerin çoğu bunların kontrolünde. Bunlar susturma konusunda bilimsel öğretiye sahip olduklarından dolayı kendilerine muhalefet eden herkesi susturacaktır. 

Ve istihbarat alanında bilinen tüm klasik taktikleri uyguluyorlar. Ergenekon davasının avukatı olan Deniz BAYKAL'ın görüntüleri de bu bağlamda yayınlanıyor. O görüntüler, onlara muhalefet eden CHP'yi dolayısıyla T.C. Devleti'ni sindirmeye yöneliktir. 

Zaman bu oyuna gelme zamanı değildir. Sorun BAYKAL'ın o görüntüleri değil, o görüntüleri servis eden, yazan, o görüntülerden kendisine siyasi rant elde edenlerdir. Türkiye'deki diğer bir sorun da, kendisini nimetten sayıp, istifa etmeli diyerek yazmaya ve konuşmaya başlayan aptallar vardır. Bunların hepsi, en ağır ahlaksızlığın yapıldığı bir ortamda biran da en namuslu olurlar. Egemenin, istihbarat örgütlerine veya istihbarat örgütü gibi çalışan cemaatlere çok kullandırttığı taktiklerden olan bu vakalarda, eğer ortada şikayet ve kanunen yasak edilmiş bir durum yoksa kesinlikle itibar etmeyin. 

Hatta tükürün. 

Unutmayın ki ortada bir ahlaksızlık varsa onu da onlar yapar. Hatta sanayisini bile kurarlar.

KAYNAKÇALAR

*1* Barış Pehlivan -Odatv.com-10.05.2010
*2* Muammer KARABULUT -Kontra Ergenekon - 8 Mayıs 2010
..

PKK'nın silah bırakması filan hepsi palavra!


PKK'nın silah bırakması filan hepsi palavra!





2013-05-01 21:02:00

PKKnın silah bırakması filan hepsi palavra! |  görsel 1


PKK'nın silah bırakması filan hepsi palavra! 

Bir gerçek var sa o da, bölgede PKK'nın borusunun öttüğü, kendi ordusunu kuruyor olduğu, artık legalleşme yolunda oldukları gerçeğidir! Bu kale gibi karakolların yapılması kendi güvenliklerini sağlamak içindir. Başımızdaki politikacı müsvetteleri yıllarca, 'terörle mücadele ediyoruz' diye Türk Askerini göz göre göre ölüme terkettiler. Derme çatma barakalarla, sözde 'karakollar'ı mezar ettiler Mehmetçiğe! Açın bakın haritaları, arşivleri, bu karakolların ne kadar stratejik(!) yerlere inşa edildiğini göreceksiniz. Olası bir baskında hayatta kalmak neredeyse mucizedir, orada görev yapanları bulun sorun. Yardım gelmesini beklemezsiniz, bilirsiniz ki o yardım her şey olup bittikten, gün ağardıktan sonra yani, teröristlerin sağ salim(!) inlerine dönmeleri sağlandıktan sonra gelir!

Şimdi ne değişti de bu denli radikal kararlar alınarak, kale gibi sağlam karakollar inşa ediliyor? Kime karşı?.. Türklere karşı olmasın! Diyarbakır'ı başkent ilan etmediler mi? Özerklik ilan ediyoruz demediler mi televizyonlarda? Çok yakın bir zamanda Türk askeri bölgeden tamamen el çektirilecektir! Gidişat budur.

Ahmet Akın


http://t2174a.blogcu.com/pkk-nin-silah-birakmasi-filan-hepsi-palavra/13805904


..

29 Mart 2015 Pazar

6. His'sin rengi "HAKİ"?! ( BİR AVUÇ İNSAN, )





6. His'sin rengi "HAKİ"?! 

(  BİR AVUÇ İNSAN,  )



6. His'sin rengi "HAKİ"?!

(ya da “Mais la probabilité sera coupé quelques têtes” ve/veya “Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir”?!)

 
“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”
Başkumandan Mustafa Kemal Atatürk

...

DURUM ANALİZ
Kemal dedi ki:
Bu yazdıklarım tamamı ile ön'görüdür:
1. CHP de son durum şöyledir; ön seçim nedeniyle yığınla aday var ve yarın ön seçim. Tabi beşiktaş güçlü iyi kötü koordineli ancak kağıthane gibi diğer ilçelerde gözlediğimiz seçim karakolları gibi bir takım yapılarda şuna buna oy verin durumları; muhtemelen partinin kapısından geçmemiş adaylar bunlar..
2. Bir diğer husus üye sayısı nedir bilemiyoruz yani gerçekten CHPli veya bu ön seçim dalgasıyla kaydedilen akpliler mi? burada keskin bir görüş alanımız bulunmamakta. Varolan adayları biz kendimizce peşlerinden koşarcasına tanımaya çalıştık ama yetersiz. 
3. Ezcümle bir operasyon dönüyor ama kimin eli uzanmış belli değil. Kılıçdaroğlu kızağa çekilmiş gibi veya o görüntü verilmeye çalışılıyor. Benim bildiğim İzmirli CHPliler bu adamı seçmez bu fırsatı iyi değerlendirir tabii partiye naylon üye kaydedilmediyse! İşte durumun özeti budur. Kısacası 7 Haziran sonrasında belli olacak. 
4. Sarıgül adına gelince adını duyan kaçıyor, iyice çaptan düşmüş durumda, bir de Şişli belediyesi vukuatları iyice antipati toplamış. Dolayısıyla bir başka sürpriz çıkacak karşımıza. Bir diğer anekdot; alevi kökenliler bile gönderin bu adamı, tam bir felaket diyor, K.oğlundan bahsediyorlar. MHP'de durum zaten farksız; Sarızeybek gibi bir neferin adaylığını reddetmesi (Alan Paşa'nın durumunu söylemiyorum bile) zaten dönen oyunu ortaya koymuyor mu? 
Kısacası: 
hdp oy oyunlarıyla blok halinde meclise girer akp nin sözde düşen oylarına yama yapılarak koalisyonlu bir hükümetle ver elini yeni anayasa. Bu geçirilen yasada (iç güvenlik) buna ön hazırlıktır. bu sayede baskılama ile önleri açılacaktır. 
(...)
as dedi ki:
İNCİLİ ÇAVUŞ ülkesi olduk.
herkesin dilinde ama söyleyemiyor, söyletmeye çalışıyor.
alafranga-alaturka diyor, ama o saray yakışmadı diyemiyor BARINÇ, kelle gidecek çünkü.
en özel’inden paşam kıvırıyor.
selfi abdül demeye kalktı, paralelmiş.
binlerce örnek, her gün.
bir delinin hatıra defteri ni yazarken gogol, eminim bu günleri tahayyül bile edememiştir.
lan ne günlere kaldık, bir dahasını yaşatmasın yaradan.
bir delinin buyruğuyla savaşa sürüklenir hallerdeyiz.
ekmeleddin diyenler dervişe sarıldılar.
allahım, yüce allahım, az sabır ver, az dayanma gücü ver biraz daha.
ermeni bahçeliyi biliyorduk, bazıları yeni öğrense de, dersimli gandiyi de.
ama, bu kadar mı sığ, bu kadar mı sığırız biz allahım, yeter.
bir insanı bir sefer aldatırsın, iki sefer aldatırsın, ama üçüncü için, o insan insan mıdır?
BİR KÜKREME GELİYOR İÇİMDEN.
duvarları yıkasım geliyor.
tüm kaideleri yıkasım, tüm orospu çocuklarını yakasım geliyor.
YETER LAN. YETER.
TÜRK, AYAĞA KALK.
(...)
Fatma Gürman dedi ki:
kâinat kanunilik demek…keyfiliğe yer yok…devamlı olarak kesintisiz zar atılıyor ve hep kanuniyetler çıkıyor zarda…keyfilik insana özgü ve ölümcül hata…o halde çağdaş bilimsel bulgulara dayanan öğretim ve eğitim yoluyla insana, kâinatın/doğa’nın bilinebilen kanunlarıyla birlikte kendisinin bilinebilen biyolojik ve toplumsal mecburiyetleri öğretilsin ve bilinemeyenlerin bilinmesi için araştırmaya önem ve destek verilsin ki insandaki keyfilik en aza indirilebilsin ve böylece insaniyetin varlığı ve devamı mümkün olmaya devam edebilsin zira mümkün olmaktan çıkması çok büyük ihtimal…
(...)
Dara Çolakoğlu dedi ki:
OOOOFFFF OFFF! AS’a katılıyorum. Şu sıralarda FBI’nin adli araştırma dosyalarını, kafası atıp cinayet işleyen kadınları, psikopatların cinayet işleme nedenlerini vb izliyorum. ( Şaka yapmıyorum). Bulunmuş cesetlerin yerine kimleri koyduğumu beni tanıyanlar bilir.
(...)
Fatma Gürman dedi ki:
bu sefer bırakalım kendileri sahneyi sürüne sürüne, birbirlerini çekiştirerek terkedip bir daha dönmemek üzere ummana karışsınlar…yarıda kesilirse oyunları mağduru oynayıp ” biz ne güzel oynuyorduk, ne güzel senaryomuz vardı, ne güzel işler yapıyorduk diyerek cazgırlaşıp kahramanlaşıyorlar seyircinin gözünde ve tekrar sahnelere dönüp kapalı gişe gösteriye devam ediyorlar yeni nesiller karşısında…bu sefer bu tuzağa düşülmez inşallah…
(...)
Ferdane dedi ki:
Geçmişte, “Ben bilmem,büyüklerim bilir” özlü sözünü siyasi literatüre kazandıran Hakan Şükür de öğrenmeye başlamış. “Darbe dönemindeyiz” demiş büyük siyasetçi.
(...)
Koray Alper Tatar:
YETMEDİ Mİ HALA ORDU DÜŞMANLIĞINIZ?!
2007' DEN BERİ SÖYLENMEYEN NE KALDI ORDUMUZUN HAKKINDA.
AKP, PKK, GÜLEN, GÖKÇEK, CIA, NEO LİBERAL'LER YETMEDİ, SİZLER DE KORO'NUN MÜDAVİMİ OLDUNUZ!
AİLELERİNE KADAR, ÖZEL HAYATLARINA KADAR GİRİLDİ.
OLMAYANLAR OLMUŞ GİBİ LANSE EDİLDİ.
ONURLARI İÇİN KAFASINA SIKAN TÜRK ASKERLERİ GÖRMEZDEN GELİNDİ!
VE EN SONUNDA ÖZÜR DİLENDİ, 'PARDON' DENİLDİ.
ARTIK DEVİR DEĞİŞTİ...
ORDU DÜŞMANLIĞIYLA BESLENENLER 'BUMERANG' DÖNÜP DOLAŞIP GELDİĞİNDE SÖZÜNÜZÜN ARDINDA DURDUĞUNUZU GÖRMEK İSTERİM.
'GEL LAN BURAYA, NE DEDİN SEN' DENİLDİĞİNDE KIVIRTMAK YOK.
EZCÜMLE:
Vatanı satanın yedi sülalesinden hesap soracak,
Ve emanete hıyanet edenlerin yüzüne haykıracak, 
Fertleri, güdülen olmaktan kurtarıp ÖZGÜRTÜRK ve ONURLU 'şahsiyete' dönüştürecek…
YEPYENİ BİR DİL...
TÜRK'E 'MUSTAFA KÂMAL' LAZIM...
(...)
Atilla dedi ki:
BİRBİRİMİZİ GÖRMESEK DE GÖNÜLLERİMİZ VE AKLIMIZ BİR
ONUN DA ZAMANI GELECEK
KARTALLARIN GAGASINI ATTIĞI YAŞI GEÇTİK
SÜZÜLÜYOR VE BAKIŞIMIZ AYNI BAKIŞ AÇISI
AV PARTİSİ SEZONU UZUN SÜRECEK
DOĞADAKİ DENGE VE EKOSİSTEM YERİNİ BULUNCAYA KADAR PARTİ DEVAM EDECEK
SÜRÜNGENLER DENGEYİ FENA BOZDULAR
CESARET AKIL VE ZEKA İLE BİRLEŞTİĞİNDE DEHALAR ORTAYA ÇIKAR
TARİHTE YAŞAYAN ATATÜRKLER GİBİ
VATAN UĞRUNDA ÖLENLER VARSA VATANDIR
HAKİ YEŞİLİN BASMADIĞI SAHA KALMAYACAK
RÜYADAN HAKİKATE UYANMA VAKTİ GELDİ
YAŞANACAK VAR VE YAŞANACAK
DENGELER YERİNİ BULACAK
BAHAR İLE YAZ ARASI FIRTINALI GEÇECEK
SEÇİM HAVASI FIRTINA DOLAYISIYLA YAPILMAMAK ÜZERE ERTELENDİ
HAKİ YEŞİLİ İZLEYİN
KADRO BİZİZ
MİLYONDA BİRLER
(...)
tayfun taş "Beş'te 5 ve/veya Kadife eldiven içinden çıkan "Dem..." kaydınıza yeni bir yorum yaptı: 
Sayın Özgür Türk'ün dün haberini geçtigi,7 Yıldızlı Mardan Palace (ama Türkiye mevzuatında 7 yıldız olmadıgından dolayı 5+2 olarak geçen) konusunu izniniz olursa biraz daha açmak isterim. Mardan Palace'nin sahibinin adı Azeri asıllı rus milyarder Telman İsmailov'dur Azeri asıllı diyorum ama türklükle alakası yoktur Azeri yahudisidir.Yahudi ailenin 12 çoçugundan birisidir.Ailesi Azerbaycanın orta halli kesimindedir. 1973-1976 arasında Azerbaycan Halk Ekonomi Enstitüsü’nü bitirdi.80 lı yıllarda Moskovaya taşındı Moskova’daki Plehanov Akademisi’nde eğitim gördü.Sonra Ticaret Bakanlığı’nda ekonomist olarak çalışmaya başladı.Bu sırada Michail Gorbaçov,Boris Yeltsin ve ilerideki Rusyanın daimi başkanı Vladimir Putin ve Rusya devletinin yüksek bürokratlarıyla çok yakın ilişkiler kurdu. O sırada SSCB'nin yıkılmasına sebep olan Glasnost ve Prestroyka (Açıklık ve Yeniden yapılanma)politikasını kendisi için fırsat görüp 1988’de “Ticari Hayır Firması” adındaki ilk şirketini kurdu. Farklı alanlarda yatırımları olan pek çok şirket onu izledi ama İsmailov esas olarak turizm, otelcilik, restorancılık gibi hizmet sektöründe yoğunlaştı tanındı ve Rusyanın ilk oligarch'larından birisi oldu 1989’da AST Şirketler Grubunu kurmasıyla ( Çocuklarının adı Alik ve Sarkhan ve kendi adı Telman ) yatırım alanı genişledi. Emlak işine girdi. Moskova’da 50 den fazla mağaza ve hayli değerli bir pazar (Çerkizov) alanı satın aldı. 
İsmailov “Dağ Yahudileri” olarak da anılan Kafkas Yahudileri cemaatine mensup. Bölgedeki Yahudi lobisinin önde gelen isimlerinden birisi. Çok gariptirki 2000'li yıllar itibariyle iktidara bir daha gitmemek suretiyle gelen Putin zamanında kendisi gibi oligarch olan( Boris Brezovskiy,Mihail Hodorkovski,Roman Abramoviç,Platon Lebedev,Fridman,Vekselberg,Oleg Deripaska,Vladimir Gusinsky,Kia joorabchian vb ) yahudi milyarderler sonradan tutuklanıp yada yurt dışına kaçarlarken kendisine hiç bir şekilde dokunulmadı.Ve evvvet şimdi gelelim fasülyenin faydalarına.Yani konumuzla alakalı icraya düşen,elektrik borcunu bile ödeyemeyen Mardan Palace hikayemize.Mardan Palace Antalyada kurulması gündeme geldiginde Rusya ve Batı basını tarafından aynen aşagıda yazacagım gibi aleyhte yorumlar ve sert eleştriler gelmişti."Dünya krizdeyken, tutumlu olma trendi ünlülere bile sade bir hayat yaşatırken bu kadar lüks otelde kim kalacak" Özellikle rus basınında çıkan yorumlarda ise zengin Rusların ortam ne olursa olsun Türkiye’yi tercih etmediğini, oteldeki konfor ve lüksün de durumu değiştirmeyeceği belirtiliyordu. Ama birileri buraya gelmeliydi. Çünkü neticede burası 1,4 milyar dolara mal olan, geceliği 25 milyar TL’lik odalara sahip, yapımında 23 bin metrekare İtalyan mermeri, 500 bin kristal ve neredeyse her yerde altın kullanılan, içinde 17 bar ve 11 restoran bulunan bir tesisti 
Ama aslında Mardan Palace gerçeklerin önüne serilen bir maskeydi bir kara çarşaftı çok mükemmel bir kamufle aracıydı.Bu kara çarşafı biraz kaldırınca,biraz daha derine inilince,her yol Parise çıkar sözünden mülhem karşımıza yine AKP ve Bok pardon BOP PROJESİ çıktı.Hatırlayınız AKP nin T.C Devletinin taşınmaz mallarını ve altın yumurtlayan işletmelerini tam anlamıyla dört ( 4 ) elle özelleştirmeye 2005 tarihinde başlamıştır Mardan Palece'nin yapımı ise toplam 3,5 sene sürmüştür.23 Mayıs 2009 tarihinde ise dillere destan bir açılışla Mariah carey,Tom jones,Monica Belluci,Paris Hilton,Sharon Stone, Paul Mccartney,Seal'li hizmete girmişti.Sayın Özgür Türk biliyorum kafanızı şişirdim ama bu konu hakkında yazılacak daha çok pislik var ama kısa kesecegim beni dinleginiz için çok teşekkür ederim.Asıl bomba şimdi geliyor.Telman İsmailov'un 2005 ila 2014 arası Türkiyede kaç tane devlet özelleştirmesine, hem bir fiil kendi adıyla, hemde ortakları adıyla girmiştir ? Rusyayı silip süpüren sömüren bu vatansız küresel sermaye uşagı ve kaçakçısı, Türkiye'yi parasal degerde ve Türkiye'nin öz işletme yapılarını ne kadar sömürmüştür? Olmak yada olmamak.Bütün mesele budur.William Shakespeare yaşasaydı ünlü sözünü bu yazımda kullandıgım için beni tebrik ederdi.Her ne kadar George Orwell kadar bizi ayakta alkışlamasada,en azından elimi sıkardı.( Alev Alatlı Seni asla sevemedim Yazdıgın kitaplar her daim bana itici gelirdi.Sanki bu kitapları sen yazmıyor,gölge bir yazarın varmış gibi geliyordu.Romanların ruhsuz soguk,sanki Türkiyede hiç yaşamamış birisinin elinden çıkmış gibiydi.Evet hislerimde yanılmamıştım.Kişiliginde romanların gibiymiş.Sen bu Türk Milletinin degerleriyle uzaktan ve yakından hiç bir alakan yok.Seni ALLAH a havale ediyorum.)Sayın Özgür Türk bahsettigim Mardan Place evrakları ve delilleri elbetteki vardır Zamanı geldiginde elbetteki ortaya düşecektir.Kısa günün karını bir Türk Atasözümüzle tamamlayalım Mardan Palace Oteli kaz gelecek yerden tavuk esirgememe operasyonudur
(...)
tayfun taş "Kaht-ı rical ve/veya Kanlı ay tutulması?!" kaydınıza yeni bir yorum yaptı: 
12 senelik Ak Türkiye ye her baktıgımda aklıma Hisseli Harikalar Kumpanyası gelir İçinde yok yok Her daim alavere dalavere Türk Mehmet göreve Ama son dönem bir acaip şekilde daha şenlendi Sayın Özgür Türkün o keskin zekası ve keskin öngörüsüyle söyledigi AKP AK Partiye karşı olayında kılıçlar tamamen çekilmiş bir pozisyonda ve zannederimki kan akmadanda o kılıç kınına girmez O ağlak bülent yine yaptı yapacagını Bu defa söyledigi söz yenilir yutulur şey degil İ.M.Gökçek üzerinden saraya okkalı bir şamar attı ve tarafını belli etti Geldigi noktada ise durmadı devam etti Zaten sarayda anayasal hakkını başkanlık gibi kullanan bir zaat var zaten dedi Yok alafranga yok alaturka ben zaten hepsine karşıyım (MANDRA FİLOZOFU) dedi Bu adamlar daha önce Türkiyede varmıydı yokda uzaydanmı geldiler merak içindeyim Ne şeref ne ar nede haya İ.M.Gökçeki Ankaranın parsel parsel satmakla suçlarken kendinide temize çıkartmayı ihmal etmedi Ben dedi ölürken ahirete şerefli gidecegim şerefsiz gidecek olanlar kendileri düşünsün dedi Vallahi gözlerim yaşardı Peki sen sütten ak kaşık gibi tertemizsinde adama sormazlarmı Ankara parsel parsel satılırken bu suçun üstünü niye kapattın Bu adamın Ankarayı parsel parsel satarken yeniden seçilmesi için neden çalıştın ona yardım ettin Görevi suistimal ettin Neden yolsuzlugun üstünü kapattın Dikkat ediniz söylediklerim sadece Ankara içindir Diger 80 il söylediklerimin dışındadır İstanbuldan hele hiç bahsetmeyecegim Kendine müntazır sevgili Türkiye halkı ise hala çalıyor ama çalışıyor modundadır Sevgili Türkiye halkına çok sevdikleri AKP ile mutluluklar diliyorum Bir yastıkta kocasınlar Sayın Özgür Türkün Kaht-ı rical ve/veya Kanlı ay tutulması? yazısındaki MHP ile ilgili vaziyet pragrafındaki konusu ermeni bahçeliye bence şamar gibi inmiştir ama anlayana Sayın Özgür Türk yine ufkumuzu açtı Söylenemeyeni söyledi içimizi soguttu Birkes daha huzurlarınızda kendisine teşekkürü bir borç bilirim 
...
Metin Balaban dedi ki:
Kaht-ı Rical yenir mi?
Yemezler, tokuz.
Yıl 1983;
23 nisan folklor oynuyoruz,on yaşında.Dönemin kaymakımı,protokol bizi izliyor.Dikkat ettim beni izliyor.Oyun bitti yerimize geçtik.Öğretmenimi çağırmış"bu çocuğun elbiseleri otantik galiba"demiş.Evet memlekette meşhur Dedem (Aççan Dayı) sandığından çıkarıp vermişti folklor elbiselerimi.Kaymakamın bilmesine şaşırmıştım.
Yıl 2015.18 Mart kutluyoruz.Askerlerimizin o dönem yediği bulgur çorbasını dağıtması için iki asker kıyafetli öğrenci hazırlamakla görevlendirildim.Eski tip asker elbisesi aradık taradık,bit pazarında bş.çvş. üst üniforma aldık.Alt kısma Haki yeşil pantolon uydurduk.İki de şapka.Dizdik gençleri.Tören başladı,kaymakam geldi eyvah dedim;renk farkını çakmasa..nerdee.Adam bi de fotoğraf çekindi "askerlerim"le.Bütün protokol sıraya geçti,kaymakama mutabaat.Üstelik bir de teşekkürlerini göndermiş...nereden nereye...
...
VAZİYET
Haber şu:
Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier, İran ile nükleer müzakereleri İsviçre Alpleri'nin tepesine tırmanmaya benzeterek, "10-12 yıllık görüşmelerin ardından oyunun sonuna yaklaştık" dedi.
KontrHABER şu:
İran çok sert: Erdoğan buraya gelmesin
İran Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkanvekili Mansur Hakikatpur, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde İran’a yapmayı planladığı ziyaretin iptal edilmesini istedi.
İran merkezli Tasnim Haber Ajansı’na konuşan Hakikatpur, “Erdoğan’ın İran karşıtı sözlerinin ardından Tahran’a yapacağı ziyaretin her hangi bir getirisi olmayacak bu yüzden bu sefere ertelenmeli” diye konuştu.
Yorum şu:
Cemaat’in yeni çıkacak gazetesi Meydan'ın kadrosunda Yılmaz Odabaşı da olacak.
Almanya'da Aşağı Saksonya Eyalet Meclisi'nin Türk vatandaşlarına uygulanan vizenin kaldırılmasını oy birliğiyle kabul etmesi hakkında konuşan Yeşiller Partisi Aşağı Saksonya Eyaleti Milletvekili Belit Onay, "Aile birleşimi noktasında devam eden vizelerin kaldırılması tartışmaları bu son kararla birlikte bütün Türk vatandaşlarına vizelerin kaldırılması noktasına gelmiş oldu" dedi.
...
Ve...
Son olarak...
DURUM
Çankaya kor'düğümü?!
Bir çuval "bulgur" gibiyiz.
Bir avuç'umuz "asker" olmuşuz.
Bir avuç'umuz "jandarma"!
Bir avuç'umuz "polis"!
Bir avuç'umuz "istihbaratçı"!
Bir avuç'umuz "gazeteci" medyacı, PR'cı, reklam'cı.
Bir avuç'umuz "bürokrat", "yüksek bürokrat".
Bir avuç'umuz "işadamı", avukat, öğretmen.
Bir avuç'umuz "serbest meslek" sahibi.
Bir avuç'umuz "ziraatçi", ekici.
Onun için diyoruz ki, vatan'ı sevmenin, vatan'a sahip çıkmanın mesleği olmaz!
Milyon'da 1'iz, Atatürk Türkiyesi'nin yol'una baş koymuş milyon'lardan 1'isiyiz!
Hepimiz Neo Mustafa Kemal'iz, Akif'iz.
Her daim omuz omuza!
İMECE.
Demem o ki:
"Kaht-ı Rical" demek, 'devlet adam'ı yoksunluğu demek.
2007'de de adam çoktu; ne var ki, "yönlendirilen devlet network'ü" (MİT) üzerinden ters ayak'ta saflaştırdılar.
Operasyon narko'ya, ticani'ye yapılacakken, operasyon'a uğrayan TSK oldu, "Laik, çağdaş Türkiye" oldu, Atatürk Türkiyesi oldu!
Stratejik Akılsız" baş'ın derdini ayak'lar çekermiş bu mana!
PKK kumpas'ta "tanık" olurken, Bahçeli, Kılıçdaroğlu, Destici'giller kendilerini kullandırtmadı!
Merkez medya her yön'e haz'sal tarife, gaz aldılar gaz verdiler, kend bindikleri laik dal'ı kestiler.
Kazan kazancılar için ne büyük başarı.
Demem şu ki:
2015 güncesi.
Suriye, Suriye'de olmayan kalite ve yükseklikte bir adam'ı devlet başkanlığı'na çıkartabilir mi ve/veya çıkartsa ne olur, Şam / Paris olur mu?!
Saddam sonrası Irak'a demokrasi gelmedi ise sebep çuval'daki bulgur / pirinç taneleri ve/veya Barzani üzerinden Irak'ın kuzey'ine demokrasi geldi ise hangi demokrasi?!
Kaddafi sonrası Libya'ya demokrasi mi geldi yoksa Kaddafi'yi aratan bir vandal'izim mi?!
Esad'a karşı olanlar, "zulm'e uğradık" diyenler Türkiye'nin dörtbir yanında!
İyisi var kötüsü var, katkı'ya muhtaç olanı var.
Esad'ın başkanlık makamı o tapografik tablo'nun ya da sosyo matematik'in bileşkesi.
Üniter yapı'ya, Laik Türkiye'ye silah çeken siyasal kürt hareketi'ndeki insan kalitesi de ortada: Barzani, Öcalan, Demirtaş, Zana vb.
Hepsi de Londra'ya Paris'e Cumhurbaşkanı olacak kalite'de!
Siyasal Türk hareketi'nin baş'ları da ortada, Bahçeli, Destici.
İngiliz Kraliçesi'nin gizli (açık) servis'i dürtmeden kafaları çalışmayan, eylem'e geçemeyen eylemsizler tayf'ı!
Oysaki Türk olmak demek, madde'den bağımsız adalet, cesaret, feraset sahibi olmak demek.
Siyasal laik elit ayrı bir alem ya da Paris'te, Londra'daki beyaz yakalı tayfa'dan farklı değiller, o yüzden Londra, Paris diken üstünde!
O zaman sorun nerede?!
Elcevap:
Sorun şurada:
Kürt'e kürt olduğu için karşı değiliz, vatan'ı bölmek parçalamak isteyen adres'lerin taşeron'u olduğu için PKK'ya karşı'yız!
Kürt ile PKK'yı ayırmak elzem ve/veya kart kurt diyen NATO kafa mit'sel kafa!
PKK içinde, eleştiri serbest ise "hoşgörü" varsa demokratlıkları'nın boyut'unu görmek isteriz! Kaç saf vatandaş'ımız "ajan" diye infaz edilmedi mi, "narko oyun"u bozmasın diye.
Nerede kürt sosyalist demokratlar?!
Gülen Camia içinde "eleştiri yok" ama her ne ise Gülen'gil tayfanın tamamı demokrat, ne zaman demokrat olduklarını hatırlıyorlar, Atatürk Türkiyesi'ni yerden yere vururken değil mi?!
"Bize dokunamazsınız biz demokrat'ız!"
BOP'un rengarenk taşeronları!
Nüans'lar her daim önemli!
Demokrasi'den bahsedenlerin de "demokrat" olması gerekmez mi?!
Şöyle örnekleyelim kafa türban'lı, içi oynak, aşüfte!
Gülen'gillerin durum'u bu vaziyet!!
"Bizde eleştiri kültürü yok" diyen F'camia ve/veya "Diğer elimizde silah var ise ne var bunda bizler de demokratız, TSK darbeci, askerler katil silah bıraksınlar" diyenler, "uyuşturucu" ile demokrasi yanyana olur diyenler omuz omuz'a saflaştı ise aynaya bakması gereken biz'ler değil, onlarla iş tutanlar!
"Dersim Kemal" dahi bugün ağlayarak "nasıl okuduğunu" anlatıyorsa, anlaması gereken birinci husus, laik'lik diye bir hassasiyetimiz var, laik olmadan okunmuş olsa dahi "adam" olmak "medeni" olmak mümkün değil!
Hırsız'ın yağmacının hain'in partisi olmaz, ideolojisi olsa da narko siyasal kürt hareketi'nin hali ortada. 
Laik Cumhuriyet'ten Dersim'in, 1909'un rövanş'ını almak isteyenler ne kadar medeni, sorusuna bakmak elzem!
Pembe pantalonlu liberaller bir de bunu sorgulasınlar!
Davutoğlu'nun baş'ını çektiği "Arap Baharı"nda bu coğrafyaya demokrasi değil de, kan, gözyaşı, barut kokusu yeniden gelmiş ise sebep, "mostralık" demokrasi arzusu'dur.
"Paris'te Aşk" filmdir, şartlar bir sokak ötesinde değişir.
Sözün özü:
İmparatorluk bakiyesi bu devlet Kürt'lerin de, Çerkez'lerin de, Aleviler'in de, Çingeneler'in de devleti!
Kimlerin devlet'i değil, arif'e tarif yersiz!
İzmir'den Barzan'a selam çakanların yeri Erbil şöyle alalım.
Ekmek yediği kaba pisleyen biraz da barzan'gillerin kabına pislesin!
İstanbul'dan, TBMM'den Kandil'e selam çakanları, Hakkari'den öteye alalım!
Habur'dan sınır dışı!
Pensilvanya'dan Türkiye'yi yönetmeye, karıştırmaya kalkanları İzmir Limanı'ndan Londra'ya, ABD'ye yolcu etmek mümkün!
Netice:
Kaht-ı rical.
İngiliz Kraliçesi'nden çok istese de İsrail'e Cumhurbaşkanı olmaz!
Rusya Devlet Başkanı'ndan ABD'ye Başkan olmaz, ABD Başkanı istese de Rusya ya da Çin'i yönetemez!
Demokrasi aynı zamanda yerel tad'lara hakim olmak, yaşadığı coğrafyanın vücud dili'ni taşımak, yönetmek demek!
Burası Hollanda değil, erkek erkeğe beşik kertmesi birileri çok istese de olmaz!
Almanya, "devlet disiplini"ni terk edip, İngiliz ya da Fransız kıyafet'i ile dolaşmaya kalksa, Avrupa çoktan Afrika'nın işgali altındaydı!
İran Cumhurbaşkanı çok dil bilse de Vatikan'a Papa olabilir mi ve/veya BOP kapsamında renkli kamuoyu kalkışmaları üzerinden çok istense de Vatikan'a demokrasi gelir mi?!
Türkiye'de TSK'yı, Atatürk'ü, laik devlet'i sorgulayanlar neden Vatikan'daki Papa'nın seçilme yöntemini sorgulamaz?!
Baca tütene kadar ne mana, bizde eskiden pompalı gaz ocak'ları vardı, anlayan anladı.
İran ile İsrail arasında devlet başkanı değiş tokuş'u yapılsa "kıyafet" dışında yönetme tarz'ı değişir mi?!
Biri asıyor, diğeri MOSSAD üzerinden "infaz" ediyor!
Hangi demokrasi?!
Gülen'e mi karşıyız yoksa Gülen üzerinden yön'lendirilen cemaat'e mi karşıyız!?
Fetullah Gülen'e karşı olmak Müslüman'a karşı olmak olsaydı, Allah'a gerek yoktu, CIA çoktan "Tanrı" olmuştu.
Sistem "Şeytan"ın emrinde!
Allah'ın verdiği aklı kullanmadıktan sonra, itimat kontrole mani değildir deyip kontrol etmedikten sonra...
Papa ve/veya İngiliz Kraliçesi "gizli" değil "açık"tan Sünni Müslümanlar'ın "Halife"si olmuştu!
Tevhid / Teslis farkı!?
Dün Çanakkale'yi geçemeyenler bugün f'ticani, pkk üzerinden geçmeye çalışıyor ise truva atları'na aldanmamak elzem.
Ezcümle:
Kaht-ı rical, 2015 real -politik?!
Türkiye Cumhuriyeti, ayağı yere basmayan mütareke basın'ının yazdığı gibi bir Cumhurbaşkanı arayışı içinde değil!
Devlet denilen yapılanma, istihbari bir yapılanmadır.
İstihbarat demek, beş duyu organı artı 6. his'sin doğru ve sürekli çalışması demek.
Ortak akıl!?
Aynı zamanda devlet, "Ordu" nasıl örgütlenmiş ise benzer şekilde rütbe'lendirilmiş, paye'lendirilmiştir.
Cumhurbaşkanı'nın rütbesi "Başkumandan" olarak eşlendiğine göre anlaşılması gereken husus şudur:
1. Neo II. Dünya Savaş'ında, "Çankaya'da nasıl bir vücud dili, duruş olmalı ki, Türkiye'yi savaş'ın dışında tutsun, İsrail / İran makas'ından hasar almadan çıkarsın!?"
2. Siyaseten üç'e ayrılmış Türkiye'yi hangi "üst akıl" üzerinden biraraya toplamak mümkün ve/veya enerji bazlı dünyalar savaş'ında aranan sulh'ün matematiğini hangi 1 numara tercihi üzerinden üretmek mümkün?!
3. Yönlendirilen Devlet'in iradesi üzerinden Çankaya'ya çıkartılan Gül'ün döneminde yaşananlar ortadayken, F'muz, pkk, barzan kabuğu ortada, so what?! Aynı şeyleri tekrar ederek farklı sonuç'lar elde etmek mümkün mü, ha "Hasan Kel" ha "Kel Hasan"?! 
Yani?!
Negatif anlamda "Elitist", içinden çıktığı yapıyı beğenmeyen bürokratik yapılanmanın dişlileri arasındaki tip'ler de bu toprakların ürünü!
Ne var ki, "okumuş beyaz yakalı" medeni olmayı İngiliz ya da Fransız'a öykünmek olarak anlamış olmasa, ahali ile arasında bu kadar uçurum olmazdı.
Ne diyor Gazi, medeni devletler seviyesi aşılmalı!
Ne diyor Akif, medeniyet dediğin tek diş'i kalmış canavar, BOP'taki performansları ortada!
Millet'ine tepe'den bakan yöneticileri atayan sivil - asker fark etmez, NATO ya da Batı Roma link'i bugün güven'de değil ise sebepsiz değil!
Çok yazdık, Frankofon'un ne buraya ne de Paris'e faydası olmadığı görüldü.
Turko Alman'ların Alman'dan daha materyalist olduğunu gördük kaydettik.
Kula kulluk eden Müslümanlar'ın akibetleri ortada!
Her biri kendi başına bir değer olsa da, tuz "tuz"dur, şeker "şeker", "limon" limon.
Michael Jackson beyaz'laşmaya kalktı ne oldu?!
"Üstün Irk fantazileri "nazi"lerin, "Üstün İnsan" gazlaması ise Siyonizm'in davası!
BOP'ta aç, açıktaki insan'a sahip çıkmak varken, başını kıçını başkasına benzemek için kesip biçtirenler, milyarlarca dolar diyet programına para basanlar, hangi çağ'ın ürünü?!
Neo Klu Klux Klan'cılar.
En hakiki beyaz olma yarışı, "Açlık Oyunları"nda bu ırk'ın halleri anlatılmıyor mu?!
Bazı Hintliler, İngiliz'den de daha İngiliz oldu, netice değişti mi, mütercim aydın, sömürge aydın olmaktan kurtulabildiler mi?!
Bir dönem Atatürkçü olmayı "çok iyi İngilizce" ya da "Fransızca konuşmak" zannedenler olmadı mı, dil üzerinden, kıyafet üzerinden medeniyet, çağdaşlık sorgulaması yapılmadı mı?!
İngilizceyi bizim laz'lar gibi konuşsan ne olacak, paran olduktan sonra aksan kötü diyen çıkar mı?!
Sabancı'nın Türkçesi malum, Ali Ağaoğlu'yu adam yerine koymuş ise malum medya para'sındandır, Türkçesi'nden değil!
Silivri'de toplanan milyon'da 1'lere tepeden bakanlar, "işimizde gücümüzdeyiz" diyenler bugün korku içinde ise koca kayaları tutan her daim 'küçücük taş'lardır, conta'nın işi sızdırmamaktır.
Çankaya üzerinden çatılacak "kilit taşı" bu mana!
Nüans?!
Akademik yeterlilik olarak birçok aday çıkabilir ama Gordion Düğümü''nü çözecek 1 numara aranıyor, fark burada!
Sorun çözmek demek, kaç değişkene ne kadar süre ile hakim'sin sorusuna "çok değişkenli" real - politik üzerinden cevap vermek demek!
Rusya'dan ABD'ye, İsrail'den İran'a, Vatikan'dan İngiltere'ye, Çin'den Almanya'ya değişkenleri yönetmek demek.
Bir nevi rüzgar'ların efendisi olmak, rüzgar'kesen,dalga'kıran olmak olmak!
"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir."
Gazi (1930) 


Arif'e tarif yersiz.
“Yurtta sulh cihanda sulh!”
Başkumandan Mareşal Mustafa Kemal Atatürk
Efendilik'in matematiği.
Ve/veya yurtta savaş, iç savaş, cihan'da savaş, anadolu bataklık, avrupa cephe, enerji boru hatları alaman kavalı bu mana!
Cesaret'in, yiğitliğin er meydanı!
Neo Mustafa Kemal'e ihtiyaç var mı?!
Soru yersiz.
Hepimiz Mustafa Kemal'iz.
Milyon'da 1'iz.
Atatürk Türkiyesi'nin yol'una baş koymuş milyon'lardan 1'isiyiz!
Süreç herkes'in anladığı dil'den konuşuyor.
Un var, yağ var, şeker var, şimdi sıra 'Helvacı'nın helva'yı karması gelmiş ise düşen bir çizgi yeniden yükseliyor, bu mana.
Nokta.

28 Mart 2015
Hayrullah Mahmud ÖZGÜR,


..

28 Mart 2015 Cumartesi

Kıbrıs'ta Sirtaki







Çarşamba, 11 Şubat 2009 11:51

Kıbrıs'ta Sirtaki 









TÜRK ASKERİ KIBRIS?TA İŞGALCİ Mİ? -Türkiye'nin Zürih ve Londra Anlaşması çerçevesinde garantör devlet olarak Kıbrıs'a müdahalesi yasaldır. Asıl sorumlu, haklarında dava açılan Yunanlı subaylardır- Atina Temyiz Mahkemesi?nin 21.3.1979 tarih ve 2658/79 sayılı kararı.

KIBRIS?TAN APO?YA HELSİNKİ DENKLEMİ!..

Demirel: Şartlar içinde olabildiğince iyi bir karar. Zaman içinde pek çok şey değişecektir. Türkiye Avrupa?nın içine girmiştir. Yarın yeni şartlar ortaya çıkar. (Demirel, 1995?te yine Cumhurbaşkanı sıfatıyla ?AB Sevr?i istiyor? demişti)
Ecevit: Evet dedim ama içime sindiremedim.
İsmail Cem: ?Daha önce dört ülke, İtalya, Almanya, Fransa, Belçika açık bir biçimde, (bölünmüş Kıbrıs?ı AB?ye alamayız) diyorlardı. Yunanistan bunu kaldırmak istiyordu. Helsinki?de bunu sağlamış oldu. Helsinki metnine Kıbrıs?ı bütünleşmesine veya bölünmesine bakılmadan koydurmak istiyordu ve koydurttu. Bu açık söylemek gerekirse bizim aleyhimizedir.
Yunanistan Başbakanı Simitis: Türkiye aday olmuştur bu adaylık ile somut yükümlülükler altına girmiştir ve bu yükümlülüklerini yerine getirmekle mükelleftir.
Finlandiya Dışişleri Bakanı Tarja Halonen: Solana Ankara?ya adaylık konusunda ciddiyetimizi göstermek için gitti. Ancak bu Türkiye?nin son şansıydı. Biz Türkiye?ye şu mesajı ilettik. Kabul et veya etme. Reddedersen yakın bir zamanda adaylık konusunda bir görüşme yapılmasını bekleme. Bu son teklif.
Günter Verheugen: Merak edecek bir şey yok biz Türkiye?ye tam üyelik için hiçbir güvence vermedik.
Alman Federal Parlamento Sözcüsü Michael Kloss: Adaylık statüsü sembolik kalacak ve tam üyelik için yıllarca beklemek zorunda kalacak olan Türk halkı büyük hayal kırıklığına düşüp, AB?den soğuyacak.
İtalya Başbakanı Massimo D?Alema: Şimdi Öcalan?ın hayatı kurtuldu.
İsveç Televizyonu: Adaylığın tescili Abdullah Öcalan?a yaradı ve adaylık onun için hayat sigortası oldu.



"Bugün, Şunu Sormak Zorunda değil miyim"



"Bugün, şunu sormak zorunda değil miyim"


Soner Yalçın

Cemaat tezgahı  karşısında durarak biz gazetecileri-yazarları-düşün insanlarını Silivri zindanlarında hiç yalnız bırakmayan Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel CHP İzmir 2. Bölge’den önseçime girerken, benim gibi gazetecileri-yazarları kovan Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu niye kontenjandan milletvekili yapılıyor?

İlhan Cihaner İstanbul 3. Bölge’den önseçime girerken, Sezgin Tanrıkulu neden kontenjandan milletvekili oluyor? Mesele genel başkan yardımcısı olması değil herhalde. Yoksa, genel başkan yardımcısı Veli Ağababa aslanlar gibi gidip Malatya’dan niye önseçime girsin?

Bu paraşütçüler neyin “çekirdek kadrosu”?
Ey CHP üyesi kardeşim…
CHP’yi, bu lekeden kurtarmalısın.
CHP’yi, siyaseti para kazanmanın aleti haline getirenlerin elinden kurtarmalısın.
CHP’yi, her yerde olup aslında hiçbir yerde olmayan  inançsız-kaypak siyasetçilerin elinden kurtarmalısın.
CHP’yi, genlerindeki devrimci özünden/kimliğinden döndürmek isteyenlerin elinden kurtarmalısın.
CHP’yi, bu şişmiş, hantallaşmış düzeni değiştirme heyecanını, arzusunu taşımayanların elinden kurtarmalısın.
CHP’yi,  gücünü kapalı kapılar ardındaki kirli entrikalardan alanların elinden kurtarmalısın.
CHP’yi, sizin demokratik muhakemenize güvenmeyen ve partiyi tepeden yönetmeyi hedefleyenlerin elinden kurtarmalısın…

TERÖRLE Mİ, MİLLETLE Mİ MÜCADELE EDİLECEK?




TERÖRLE Mİ, MİLLETLE Mİ MÜCADELE EDİLECEK?


27 Temmuz 2005
Sadi SOMUNCUOĞLU

Bu Affı Kim İstiyor ?

Evet, cevabı verilmesi gereken en önemli soru, Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ''un yarım ağızla gündeme getirdiği bu affı kimin istediğidir. Genelkurmay, Kandil''deki teröristlerin yüzde 40''ının eyleme karışmadığının istatistiğini mi tutmuştur ki, "bunlar için formül"den söz ediliyor? 8 defa çıkartılan affın teröre yaradığı bilindiği ve her gün şehit verilirken, hem de TSK''nın bunu istemesi normal mi? Daha önceki "eve dönüş"te olduğu gibi bu isteğin adresi de ABD midir? Hükümetin bunu tek başına millete ve TBMM''ye kabul ettiremeyeceği bilindiğinden, TSK üzerinden "ikna süreci" mi başlatılıyor? 
Şişeden çıkarılmaya çalışılan bu cini, lütfen yerinde bırakın da millet vicdanında bir kez daha mahkûm olmayın!..

Gerçek Mücadele İçin

Eğer, "terörle mücadelede dünyada ne yapılıyorsa, Türkiye''de de o yapılacak" derken, samimiyseniz, yapılacaklar bellidir, buyurun;

-Terörle Mücadele Yasası''nın 7 ve 8.maddelerinin eski haline getirilip, terör ve terör örgütü tanımının yeniden yapılması,

-İngiltere Başbakanı dahi Olağanüstü Hal Kurulu''nu topladığına göre, belli başlı illerde OHAL''e geçilmesi,

-Terörle Mücadele Kurumu yerine, bu konuda var olan ve devletin hafızası niteliğindeki, ama terör örgütünün AB aracılığıyla devreden çıkarttığı MGK''nın eski yetkilerine kavuşturulması,

-Teröristbaşının, İmralı''yı kumanda merkezi gibi kullanmasının kesinlikle önlenmesi,

- AB ve tüm üye ülkelerinin; terör örgütü, yan kuruluşları ve bazı belediyeleri kışkırtmaktan vazgeçmeye, terör listesine aldıkları PKK''yla samimi mücadeleye davet edilip, konunun "diplomatik, siyasi, ekonomik" müeyyideler dahil, kararlılıkla takipçisi olunması,

-AB''nin, Kıbrıs Protokolünün imzasından sonra, PKK ile ilgili taleplerini resmî şart olarak önümüze koyacağı dikkate alınarak, bu imzadan kesinlikle kaçınılması,

-Tüm vakıflara yurtdışındaki vakıf ve kuruluşlarla, parasal işbirliği yapma imkânı getiren Vakıflar Kanunu''nun çıkarılmaması, daha önce dernekler için yapılan aynı yöndeki düzenlemenin iptal edilmesi,

-Uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararlarını iç hukukumuzun üzerine çıkaran Anayasa''nın 90.maddesinin eski haline getirilmesi,

-AİHM''in yetkileri ile ilgili sözleşmeye, İngiltere ve İspanya başta birçok AB ülkesinin yaptığı gibi, bireysel başvuru, yeniden yargılama, hukuka uygun gözaltına alma ve yetkili mahkeme kararından sonra tutuklama maddelerine çekince konulması,

-Milli Güvenlik Siyaset Belgesi''nin, AB''nin "emirlerine" göre değil, Türkiye''nin gerçek iç ve dış güvenlik ihtiyaçları dikkate alınarak, acilen çıkarılması, 
Kimse korkmasın, bunlar hak ve özgürlüklerden geriye gidiş değildir. Zira bu tedbirler, ancak devlet-rejim ve millet düşmanı teröristleri ve sömürgecileri rahatsız eder. Ne demişti Alman İçişleri Bakanı Schily; "Güvenlik olmadan özgürlük olmaz...". Veya İngiltere Kültür Bakanı Brooke; "Teröristlerle yandaşları, demokrasiye saygılı insanlarla aynı yayın haklarından yararlandırılmamalıdır".

Samimiyseniz, Londra''daki saldırıdan sonra, "Fransa Cumhuriyeti zayıf bir rejim değildir…Bu insanlara karşı tek bir siyaset biliyorum; kararlılık…Bizi bölme zevkini onlara tattırmamalıyız" diyen İçişleri Bakanı Sarkozy''den ilham alın. Fransa, bölünme tehdidi altında mı, bizim gibi her gün şehitlerine mi yanıyor? Hayır, sadece devlet olma ciddiyetinin gereğini yapıyor.