Suriyeli Mültecilerin Türkiye Basınında Temsili, BÖLÜM 1
İsmail Çağlar
[Yrd. Doç. Dr., İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi]
Yusuf Özkır
[Yrd. Doç. Dr., İstanbul Ticaret Üniversitesi]
Özet
2011 yılı ilkbaharında Suriye’de Esed rejimine karşı başlayan barışçıl gösteriler, rejim güçlerinin şiddetli müdahalesi sonucunda iç savaşa dönüşmüştür.
Suriye’deki durum 2015 yılında hala değişiklik göstermezken, beraberinde başka ülkelere göç eden ciddi bir mülteci kitlesi oluşturmuştur.
Türkiye de Suriyeli mültecilerin en fazla göç etmeyi tercih ettiği ülkelerden birisi olmakta ve bundan dolayı Suriyeli mülteciler meselesi Türkiye kamuoyunun önemli bir gündemi haline gelmektedir. Bu bağlamda hemen her gün Türkiye gazetelerinde ve medyanın diğer mecralarında Suriyeli mültecilerle ilgili içeriklerle karşılaşmak mümkündür. Bu çalışma 2014 yılında Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim aylarını kapsayan dört aylık bir süreçte Türkiye’nin ana akım gazetelerinin önemli iki tanesi olan Sabah ve Hürriyet gazetelerinde Suriyeli mültecilerle alakalı köşe yazılarını analiz etmektedir. Eleştirel söylem analizi metodu kullanılarak yapılacak bu incelemenin amacı ideolojik tarihsel arka planın ve mevcut AK Parti hükümetine karşı alınan pozisyonun Suriyeli mültecilerle alakalı köşe yazılarının söylemi üzerindeki belirleyiciliğidir. Sonuç olarak milliyetçiliğin farklı seviyelerde de olsa her iki gazetenin Suriyeli mülteciler hakkındaki söyleminde belirleyici olduğu ön plana çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Suriyeli Mülteciler,Söylem, Analiz, Türkiye Medyası,Milliyetçilik
Giriş
Tunus’ta Aralık 2010’da başlayan Arap Baharı 2011 yılı ilkbaharında Suriye’ye ulaştığında, Beşşar Esed yönetimindeki Suriye özgürlük, adalet ve eşitlik arayışındaki barışçıl eylemlere devlet şiddetinin en katı şekliyle cevap vermiş ve Arap Baharı’yla bölgede başlayan değişim dalgası Suriye’de kanlı bir iç savaşa dönüşmüştür. 2011-2015 tarihlerinde aralıksız devam eden iç savaşın ve neden olduğu yıkımın ne zaman sona ereceğine ve Suriye’de kalıcı barışın nasıl oluşturulacağına dair belirsizlik sürmektedir. Şam yönetiminin reform çağrılarına cevap vermeyerek kendisine muhalif olanları öldürerek tüketmeyi hala bir çözüm aracı olarak görmeye devam etmesi, çözüme dair belirsizliğin ve karamsarlığın gerekçesi olarak öne çıkmaktadır. Diğer belirleyici etken ise meseleye müdahale edebilecek zemine sahip küresel güçlerin, Suriye’de yaşanan katliamları kendi çıkar ilişkileri penceresinden değerlendirmeleri ve Suriye’yi adeta bir satranç tahtası olarak masada tutmak istemeleri olarak görülmektedir.
Suriye’de devam eden iç savaş bir yandan Suriye’yi harabe haline getirirken diğer yandan Suriye yönetimi ile komşu ülkeler arasındaki ilişkileri de
büyük ölçüde etkilemiş ve değiştirmiştir. Arap Baharı’nın Suriye’ye ulaştığı ilk günden bu yana Suriye yönetimini reform yapmaya ve barışçıl gösterilerin
taleplerine kulak vermeye davet eden ülkelerden birisi olarak Türkiye, hem siyasi/ekonomik olarak Suriye yönetimiyle ilişkilerini asgari seviyeye çekmek
zorunda kalmış hem de Suriye’de yaşanan iç savaşın sonuçlarını en fazla yaşayan ülkelerden birisi olmuştur. Suriye’de yaşanan devlet şiddeti karşısında
ülkesini terk etmek zorunda kalan milyonlarca insana kapısını açan Türkiye savaşın neden olduğu insani dramın hafifletilebilmesi için ilk günden bu yana
Suriyelilere elini uzatmış durumdadır.
Türkiye’nin Suriye politikasındaki temel eğilim başlangıçta taraflar arasındaki arabuluculuğu sürdürmek ve Esed’i reform yapmanın gerekliliğine ikna etmekti. O dönemde AK Parti Hükümetinin Başbakanı olan Tayyip Erdoğan’ın ve yine aynı dönemde Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun Esed’la yaptığı uzun soluklu görüşmeler sonuç vermeyince Türkiye ile Şam yönetimi arasındaki müzakere ipleri kopmuş ve Türkiye’nin politikası sivil halktan yana bir eğilim kazanmıştır. Türkiye’nin Esed’i reform yapmaya ikna etmeye çalıştığı zaman diliminde Suriyelilerin ülkeyi terk etmeye başladığına dair ilk işaretler de gelmeye başlamıştır ve Nisan ayında Suriye’den Türkiye’ye ilk göç gerçekleşmiştir. Suriye’den Türkiye’ye göçlerin başladığı ilk günden bu yana Ankara, Suriyelilere yönelik açık kapı politikasını devam ettirmiş, bu bağlamda insani krizin hafifletilmesi için istikrarlı bir siyaset izlemiştir.1
Öte yandan Esed yönetiminin uyguladığı orantısız şiddetten kaçmak zorunda kalan insanların hayatta kalabilmek için komşu ülkelere göç etmeye
başlaması, bölgeyi yeni bir durumla karşı karşıya getirmiştir. Şimdilerde devasa boyutlara ulaşan bu yeni durumu, bütün çıplaklığıyla insani trajedi olarak
tanımlamak mümkündür. Böylece Nisan 2011’de Suriye’den ilk göçlerin başlamasıyla birlikte Türkiye, Suriyelilerle ya da Suriyeli mültecilerle2 yüzleşmiştir ve iç savaşın hala devam etmesi neticesinde Suriyeli mülteci sayısı artmıştır.
Göçlerin başlamasıyla birlikte Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin temel insani ihtiyaçlarının karşılanabilmesi konusu kamuoyunun yoğunlaştığı önemli
alanlardan birisi olmuştur. Gerek kamu düzeyinde gerekse medya düzleminde Suriyelileri içine alan değerlendirme sayısının hayli arttığı görülmektedir. Suriyeliler öncelikle barınma, beslenme, giyinme, sağlık, eğitim ve sosyalleşme gibi asgari ihtiyaçlarının karşılanabilmesi başlıklarıyla gündeme gelmiştir.
İkinci aşamada ise Suriyeli mültecilerin toplumsal uyumu, rehabilitasyonu, kadınların ve çocukların korunabilmesi, Suriyeli işçiler, çalışma koşulları
veya çalışıp çalışmamaları, kamplarda mı yoksa şehirlerde mi yaşamaları gerektiği gibi başlıklar Suriyelilerle ilgili en fazla tartışılan konular arasına
girmiştir.
Bu konuların tartışıldığı ve somutlaşarak ete kemiğe büründüğü zeminler arasında medyanın oynadığı rol hiç kuşkusuz süreci doğrudan etkilemektedir;
görüntülü ve yazılı haberlerde Suriyeli mülteci imajının nasıl aktarıldığı toplumdaki bakış açısına yön verebilmektedir. Suriyelileri konu edinen haber
bültenlerinde, manşet haberlerde ve köşe yazılarında sığınmacıların korkulacak, karanlık kimseler olarak sunulması veya polis operasyonları bağlamında
habere dönüştürülmesi; ekonomide yaşanan anlık durağanlıkların ve işsizlikrakamlarındaki görece artışların Suriyeli mültecilerle bağ kurularak medyada konu edilmesi, toplumsal alanda farklı neticeleri olabilecek bir atmosferin önünü açacak niteliktedir. Medyanın, bir taraftan kamusal görevi olan aktarıcı işlevini yerine getirirken böylesi hassas konularda nefret dilini pekiştiren dışlayıcı yaklaşım yerine, meseleyi politik yaklaşımların dışında tutarak, dengeli
ve barışçıl bir bakış açısına sahip olması gerekmektedir.3 Türkiye’de medyanın Suriyeli mülteciler mevzubahis olduğunda nasıl bir söylem ve tutumu
benimsediği bu açıdan incelenmeye değer bir konudur.
Türkiye’de medyanın Suriyeli mültecilere ilişkin söylemini analiz etmeye aday olan bu makale, öncelikle Suriye’deki iç savaş nedeniyle ortaya çıkan
mülteci meselesinin genel hatlarına temas ettikten sonra, Türkiye’deki mültecilerin durumu hakkında bilgi verecektir. Bu arka plan bilgilerinden sonra
çalışmanın ana odağı Hürriyet ve Sabah gazetelerinin mülteciler hakkında ürettiği içeriğin eleştirel söylem analizine tabi tutulması olacaktır. İçerik ve
söylem boyutunda yapılan analiz, sonuç kısmında söylem ile toplumun ilişkisini kuracaktır. Çalışma bu izleği takip ederek Suriyeli mülteciler meselesinin
Türkiye basınındaki temsillerini göstermek ve bu temsillerin Türk modernleşmesi ve güncel siyasi pozisyonlara ilişkisini kurmayı amaçlamaktadır.
Suriye İç Savaşının İnsani Bilançosu
Suriye’de 2011 yılında başlayan ve devam eden iç savaşın insani maliyeti hesaplandığında oldukça ürkütücü rakamlara ulaşılmaktadır. Suriye İnsan Hakları Gözlem Örgütü (SOHR) rakamlarına göre 2014 yılı Aralık ayına kadar yaklaşık 300 bin kişi hayatını kaybetmiştir.4 Resmi olmayan rakamlara göre
bu oranın 500 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Milyonlarca kişi yaralanmış ve sakat kalmıştır. Ülkenin büyük bölümü harabeye dönüşmüştür.
Kentler ve kasabalar yaşanamayacak şekilde yerle bir olmuş ve Suriye’nin bilinen çehresinden geriye büyük bir enkaz yığını kalmıştır. Bu tablo büyük bir
zorunlu göçmen kitlesi doğurmuştur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (UNHCR) Mart 2015 verilerine göre Suriye iç savaşı nedeniyle
kayıtlı mülteci sayısı 3 milyon 900 bini bulmuştur.5 Aynı rakamlara göre mültecilerin yaş aralıklarına ve cinsiyetlerine göre yüzdelik dağılımı
Tablo 1’deki gibidir.
Tablo 1: mültecilerin yaş aralıklarına ve cinsiyetlerine göre yüzdelik dağılımı 6
Suriye’den çıkabildikten sonra farklı ülkelere göç edenlerin sayısına bakıldığında UNHCR tarafından 12 Mart 2015’te güncellenen bilgilere göre Türkiye’deki (kayıtlı veya kayıt için başvuran) Suriyeli sayısı 1 milyon 698 bin 472’dir. Türkiye dışında Suriyelilerin en fazla göç ettiği ülkeler arasında Ürdün, Lübnan ve Irak bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre, Ürdün’de 625 bin 178 Suriyeli mülteci bulunmaktadır. Lübnan’daki kayıtlı
Suriyeli sayısı 1 milyon 183 bin 109 olarak belirtilmiştir. Irak’a sığınan Suriyeli sayısının ise 244 bin 731 olduğu belirtilmektedir. Mısır’a sığınan mülteci
sayısı 136 bin 661 olarak verilmiştir. Kuzey Afrika ülkelerindeki mülteci sayısı ise 24 bin 55 olarak aktarılmaktadır.7 Bu rakamların resmi rakamlar olduğu düşünülürse kayıt altına alınmayan ya da alınamayan çok sayıda Suriyelinin de ülkeleri dışında, farklı yerlerde yaşam savaşı verdiği söylenebilir.
Suriye’de yaşanan insani kriz karşısında uluslararası toplumun ve özellikle zengin ülkelerin sığınmacıların yaşam standartlarının düzeltilebilmesi için yeterince destek olmadığına dair eleştiriler yapılmaktadır. Bu bağlamda Londra merkezli Uluslararası Af Örgütü iç savaş nedeniyle ölenlerin sayısının her geçen gün arttığını, ülkede milyonlarca kişinin evsiz kalmaya devam ettiğini belirtmiştir. Uluslararası Af Örgütü, iç savaşın sürdüğü Suriye’den
kaçan sığınmacıların “yükünün” Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bölge ülkelerinin üzerine yıkıldığını, zengin ülkelerin üzerine düşeni yapmadığını,
gelişmiş ülkelerin kendi topraklarına kabul ettikleri sığınmacı sayısının genel fotoğrafın büyüklüğü yanında oldukça az olduğunu vurgulamaktadır.8 Küresel
güçlerin Suriye konusundaki yaklaşımını değerlendiren başka bir görüşe göre Suriye’deki iç savaşın durması için Esed rejimine yeterli baskının yapılmadığı
vurgulanmaktadır. New York merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW)
2014 raporunda Suriye’deki kriz tablosunu detaylı şekilde irdelemektedir.
Rapora göre insani felaketin gittikçe arttığı ve Esed yönetiminin kimyasal silahlarla işlediği katliamların da bölgedeki insani trajediyi derinleştirdiği vurgulanmaktadır. Rapor, aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi’ne eleştiri yöneltmekte ve Beşşar Esed’in ölümcül hava saldırılarını ve sivillerin öldürülmesini durdurmak için gerekli çabanın gösterilmediği ifadelerini kullanmaktadır.9
Suriye iç savaşının Türkiye açısından anlam haritası irdelendiğinde siyasi, ekonomik ve güvenlik boyutları dikkat çekici başlıklar olarak öne çıksa da
meselenin insani ve toplumsal tarafı öncelikli konu olarak masada yer edinmeye başlamıştır. BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin Ocak 2015 rakamlarına
göre Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısının toplamı 1 milyon 698 bin 47210 olarak verilmektedir. Türkiye’nin 2014 yılında yaptığı bir düzenlemeyle Suriyeli sığınmacılara geçici çalışma izni, ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetinden faydalanma imkânı tanımış olması Türkiye’nin sığınmacılara bakış açısını gösteren örneklerden birisidir. Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin temel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı (AFAD) işlevsel bir görev üstlenmiştir. AFAD tarafından yönetilen 25 barınma merkezinde hayatını sürdürenlerin sayısı 229.257’dir.11
Türkiye’deki mültecilerin bir kısmına kısıtlı destek veren BM, Mart 2015’te yaptığı açıklamada bağışçıların artık yardım yapmadığını gerekçe göstererek
kendi gözetimindeki 9 kampa artık hizmet veremeyeceğini, su ve yiyecek ihtiyacını karşılamayacağını deklare etmiş, bu giderlerin Türkiye tarafından
karşılanmasını beklediklerini açıklamıştır.12
Suriyeli mültecilerin sayısal oranı, yaşam koşulları ve sosyal uyumu gibi konuların kamuoyunda giderek daha fazla yer edinmeye başladığı görülmektedir.
Başlangıçta medyada yer verilen haber ve köşe yazılarıyla gündeme gelen Suriyeliler, süreç içerisinde sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları,
devletin ilgili birimleri ve akademi tarafından daha fazla irdeleniştir. Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin durumunu konu edinen çalışmalara bakıldığında
Başbakanlığa bağlı olarak çalışan AFAD’ın13 genel durumu istatistiki verilerle anlatan çalışmaları dikkat çekmektedir. AFAD raporlarına ek olarak,
Suriye’deki iç savaşın sonuçları ve Türkiye’de yaşayan Suriyeli mültecilere dair Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) ile Türkiye Ekonomik
ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından düzenli hazırlanan raporlarda Suriye’deki iç savaş ve mültecilerin durumu farklı boyutlarıyla irdelenmektedir.
Sonuncusu Ocak 2015’te yayınlanan raporlarda hem mültecilerin yaşam koşulları hem de Türkiye’ye etkileri üzerinde durulmaktadır.14
Yakın tarihli bir diğer kapsamlı çalışma ise Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi tarafından hazırlanan rapordur. Suriyelilerin
Türkiye’deki toplumsal şartlara uyumu ve toplum tarafından nasıl karşılandıkları konusu raporun omurgasını oluşturmaktadır.15 Türkiye’deki Suriyeli
sayısının resmi olmayan rakamlara göre 2 milyonu aşmış olması, nüfus yoğunluğu bakımından da Suriyelileri gündeme getirmeye başlamıştır. Bu raporların yanında Ekonomi ve Dış Politikalar Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan ve Türk kamuoyunun Suriyeli mültecilere bakışını irdeleyen rapor16, bu makalenin konusu ile ilişkisi açısından ayrıca dikkate değerdir.
Eleştirel Söylem Analizi
Teorik ve Metodolojik Çerçeve
Eleştirel söylem analizi sosyoloji ve medya çalışmaları literatüründe uzun süredir detaylıca tartışılan bir konudur ve devam eden tartışma bir noktada kaçınılmaz olarak kavramın ifade ettiği sınırları muğlaklaştırmıştır. Söylem analizini teorik bir zeminde ele alan Michel Foucault’un öncüsü olduğu makro yaklaşımlardan, söylem analizini daha çok metodolojik bir unsur olarak değerlendiren Ron Scollon’un başını çektiği mikro yaklaşımlara kadar çeşitli bakış açıları vardır.17 Bu kadar geniş bir yelpaze içerisinde hangi teorinin ve modelin analiz için kullanılacağını tespit etmek zordur. Ancak bu tercihi şekillendirirken literatürden hareket etmek yerine, analiz edilecek medya içeriğinden hareket etmek seçimi kolaylaştıran bir unsur olabilir.
Geniş alana yayılan, hâkim bir toplumsal söylemi analiz ederken Foucaultvari bir teorik yaklaşımı kullanmak daha isabetli gözükse bile, zaman aralığı, konu ve incelenecek malzemenin kaynağı gibi farklı unsurlarla sınırlandırılmış bir söylemi çalışmak için daha metodolojik bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu açıdan bakıldığın da Norman Fariclough’un eleştirel söylem analizi modelini kullanmak uygun gözükmektedir. Fairclough söylem analizi için üç aşamalı bir yöntem önermekte dir.18 Fairclough’un modeline göre ilk aşamada metnin kendisi analiz edilmelidir. Ancak metin analizi başlı başına bir kıymeti haiz olmayıp, ikinci aşamada yapılacak söylem analizine zemin hazırlamalıdır. Fairclough söylemi sosyal bir süreç olarak değerlendirdiği için söylem analizi de tek başına anlamlı bir hedef değildir. Söylem analizinden hareketle üçüncü aşama olan sosyal eylemin analiz edilmesine geçilmesi gerekmektedir.
Nihayetinde analize tabi olan metinler – bu çalışmada köşe yazıları- bir sosyal eylemin parçasıdır. Bilinçli bir hedefle yapmasalar bile, metni üretenler
içerisinde yaşadıkları toplumdan bağımsız olmadıkları için toplumda var olanı metne yansıtmaktadırlar. Eleştirel söylem analizi bu ilişkileri ortaya koyabildiği
müddetçe sosyolojik olarak anlamlıdır. Fairclough’a göre de söylem analizi birçok farklı seçenek arasından somut ve özellikli bir dilin seçilmesi ile sosyo-kültürel yapılar arasındaki ilişkiyi ortaya koymalıdır.19 Bu açıdan bakıldığında bu çalışmada ele alınacak iki farklı gazetenin Suriyeli mültecilerinden bahsederken kullandıkları dil, bu gazetelerin Türkiye’nin siyasal, toplumsal, sosyal ve kültürel konum farklılıklarında nereye denk düştükleri ile alakalıdır. Gazetelerin Suriyeli mülteciler hakkında ürettikleri söylem gazetelerin hali hazırda bulundukları sosyal konumdan da etkilenmektedir.
Bu noktalardan hareketle bu çalışma kapsamında yapılacak eleştirel söylem analizi Fairclough’un modelini takip ederek, birinci aşamada belirlenen
örnekleme kapsamına giren gazetelerde üretilen Suriyeli mülteciler hakkındaki içerikleri metin analizine tabi tutacaktır. Bu aşamada içerik nitelik ve nicelik yönünden değerlendirilecektir. İkinci aşamada ise söylem analizi yapılacak, Suriyeli mülteciler hakkındaki içeriğin nasıl bir söylem ve dil ürettiği
incelenecektir. Üçüncü aşamada mülteciler hakkında üretilen söylem ve dil, söz konusu gazetelerin daha geniş perspektifte yer aldığı söylem ve dil içerisine konumlandırılıp anlamlandırılacaktır.
Eleştirel söylem analizine başlamadan önce açıklığa kavuşturulması gereken son nokta ise örneklemin hangi kıstaslara göre belirlendiğidir. Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye ilk girişinin Mart 2011 tarihine kadar gittiği göz önüne alınılırsa ilk olarak zaman dilimi kısıtlaması yapılmalıdır. Konunun gazetelerde sık olarak yer aldığı düşünülürse, analiz yapabilmek için gerekli nicelikteki içeriğe dört aylık bir zaman dilimi içerisinde ulaşılması mümkündür.
Sürecin başlarındaki dört aylık zaman dilimindense sona doğru seçilen dört aylık zaman dilimi güncellik açısından daha avantajlı olacaktır. Bu kıstaslar
göz önünde bulundurulduğunda 2014 yılı Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim aylarının seçilmesi uygun gözükmektedir. Ayrıca bu seçim 6-7 Ekim olayları
olarak bilinen, Suriye’nin Kobani kentine gerçekleştirilen IŞİD saldırıları sonrası, Türkiye’nin birçok şehrinde yapılan şiddet eylemlerinin mülteciler hakkındaki söyleme yansımasını analiz etme imkânı vermesi açısından da faydalıdır. Bir diğer kısıtlama çalışmaya dâhil edilecek gazeteler ve içerik çeşitleri konusunda yapılmalıdır. Türkiye’de gazetelerden örneklem oluştururken baskı sayısı, siyasi konum, okuyucu profili gibi çok çeşitli kriterlere dayanan seçimler yapılabilir. Bu çalışma için baskı sayısını ve siyasi konumu göz önüne alan bir seçim yapıldığında Hürriyet ve Sabah gazeteleri uygun gözükmektedir. Bu seçim ile ana akım medyanın nabzını tutmak ve siyasi konum farklılaşmalarının doğurabileceği söylem farklılaşmasını gözlemlemek mümkün olacaktır. Son olarak yapılacak bir diğer kısıtlama ise ne tür içeriğinanalize dâhil edileceği noktasında olmalıdır. Kapsayıcı olması açısında gazetelerin çevrimiçi içeriğinde mülteci, göçmen, zorunlu misafir, Suriyeli ve Iraklı anahtar kelimeleri ile tarama yapılmış, elde edilen sonuçlar içerisinden köşe yazıları seçilmiştir. Türkiye’de müstakil bir haber yazım geleneği gelişmeyip, haberler anonim yazıldığı veya ajans haberleri değişikliğe uğramadan gazete içeriklerine taşındığı için haber içeriklerine bakmaktansa sadece köşe yazılarına bakmak tercih edilmiştir.
İçerik
Sabah ve Hürriyet gazetelerinin Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında çevrimiçi içeriğinde yer alan köşe yazılarında mülteci, göçmen, zorunlu
misafir, Suriyeli ve Iraklı anahtar kelimeleri ile tarama yapıldığında Sabah gazetesinde 47 Hürriyet’te ise 45 sonuca ulaşılmıştır. Hürriyet’te 8 Sabah’ta
ise 16 yazının Suriyeli ve Iraklı anahtar kelimeleri ile gelen ancak mülteci meselesine temas etmeyen içerikte olduğu tespit edilmiş ve değerlendirme
dışı bırakılmıştır. Değerlendirme dışı köşe yazıları çıkartıldığında ortaya şöyle bir dağılım çıkmaktadır;
Temmuz Ağustos Eylül Ekim Toplam
Tablo 1: Kapsam dışı içerik çıkarıldıktan sonra aylara göre dağılım
Bu dağılıma bakınca dikkat çeken ilk husus Sabah gazetesinde Kobani eylemlerinden önce Temmuz ve Ağustos aylarında Suriyeli mültecilerle alakalı
görece az sayıda sırası ile 2 ve 3 tane köşe yazısı yazılmışken, aynı dönemde Hürriyet gazetesinde 14 ve 12 tane köşe yazısının yer almasıdır. Ele alınan
dönemin Kobani şiddet eylemleri sonrasına denk gelen son iki aylık Eylül ve Ekim döneminde ise Sabah gazetesinde 14 ve 10 tane köşe yazısına karşılık,
Hürriyet’te bu sayı 3 ve 8 şeklindedir.
Temmuz Ağustos Eylül Ekim
Tablo 2: Olumlu-olumsuz içeriğin aylara göre dağılımı
Tablo 2’de verilen dağılımı Tablo 3’deki detaylarla birlikte okuduğumuzda rakamların farklılaşması daha anlamlı bir hale gelmektedir. Rakamlara
göre IŞİD güçlerinin Suriye Kürt bölgesindeki Kobani şehrine saldırmaları, HDP siyasi çizgisinin Türkiye’yi Kobani’ye destek olmamakla suçlaması ve
6-8 Ekim tarihlerinde gerçekleşen Kobani şiddet eylemleri ele alınan gazetelerde yayınlanan Suriyeli mültecilerle ilgili haberlerin sayısını ve niteliğini
belirgin şekilde etkilemiştir. AK Parti hükümetine karşıt bir yayın politikası izleyen Hürriyet’te Kobani sürecine kadar mültecilerle ilgili olumsuz içerik
barındıran köşe yazısı sayısı, aynı dönemde hükümet politikalarına yakın bir yayın çizgisi benimseyen Sabah’a oranla oldukça fazladır. Kobani sürecinden
sonra ilişki tersine dönmüş, Sabah’ta yayınlanan köşe yazısı sayısı Hürriyet’in rakamlarını geçmiştir. Sabah’ta çıkan köşe yazılarının sayısı Kobani süreci
dolayısı ile artsa da haberlerin niteliği olumsuzlaşmamış, olumlu bir seyir izlemeye devam etmiştir. Yapılan içerik analizi göstermektedir ki Sabah gazetesinde sayısı artan ve mülteciler hakkında olumlu içerik üreten yazılar genelde Türkiye’nin IŞİD’den kaçan Suriyeli Kürt mültecilere kapılarını açtığı
halde, Kobani’ye gerekli desteği vermemekle itham edilip sokakların terörize edilmesini eleştiren yazılardır. Kobani sürecinde Eylül-Ekim aylarında
Hürriyet’in köşe yazılarındaki olumlu-olumsuz oranının daha dengeli bir hale gelmesi de aynı süreçle açıklanabilir. Hürriyet’te yer alan köşe yazısı sayısı
Kobani süreci öncesine göre artan olumlu içerik üreten haberlere baktığımızda, bu haberler de Sabah’takiler gibi Türkiye’nin mültecilere kapılarını açtığından ve dolayısı ile Kobani’ye destek olduğundan bahsetmektedir.
Siyasi pozisyonun ve milliyetçiliğin mülteciler hakkındaki köşe yazılarının içeriğini belirlemede etkin faktörler olduğunu tespit ettikten sonra analizi
detaylandırıp, bu iki konumun köşe yazılarında hangi söylemlerle hayat bulduğunu incelemek yerinde olacaktır. ,
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***