Yiğit Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yiğit Bulut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Haziran 2017 Pazar

1994 GÜNÜMÜZE, ERDOĞAN İLE YOLLARI AYRILANLAR BÖLÜM 1

1994 GÜNÜMÜZE,  ERDOĞAN İLE YOLLARI AYRILANLAR, BÖLÜM 1



1994 GÜNÜMÜZE ERDOĞAN İLE YOLLARI AYRILANLAR,
140journos Arşivinden: 



1994'ten Bugüne Erdoğan’ın Siyasi Yolculuğu ve Erdoğan’la Yolları Ayrılanlar

1 Kasım 2015’te yüzde 49.4 oy alarak AK Parti’nin 4. kez tek başına iktidara gelmesiyle, Başbakan Ahmet Davutoğlu için gazetelerde “Yeni bir lider doğuyor” 
başlıkları atılmıştı. Davutoğlu, partisiyle kazandığı seçimin üzerinden henüz 6 ay geçmişken Mayıs 2016'da istifa kararı aldığını açıkladı. 
Davutoğlu’nun, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı süresince Erdoğan ile görüş ayrılıkları yaşadığı, bu nedenle istifa kararında Erdoğan’ın etkili olduğu kulislerde konuşuldu. Peki Erdoğan’ın aktif siyaset hayatında “dava arkadaşım” dediği ve sonrasında anlaşmazlık yaşadığı diğer kişiler kimlerdi?

140journos’tan Belgesel: “Erdoğan’la Yolu Ayrılanlar”
Veri Derleme: Can Pürüzsüz/140journos, Batuhan Kava/141journos 

Seslendirme: Cansu Dirim/140journos Video: Damla Nevşe/140journos 
Teşekkürler: 
Açık Radyo 94.9 Tophane Stüdyoları




https://www.facebook.com/140journos/videos/1310642405631545/

Recep Tayyip Erdoğan, 27 Mart 1994’teki yerel seçimlerde Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi’nin adayı olarak İstanbul Büyükşehir Belediye 
Başkanlığı’nı kazandı.

Refah Partisi, 28 Şubat süreci sonrası “Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” gerekçesiyle, 16 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.

28 Şubat Döneminin Gazete Manşetleri
























Refah Partisi’nin kapatılması sonrası kurulan Fazilet Partisi içerisinde Gelenekçiler ve Yenilikçiler isimli iki kanat oluştu ve aralarında ayrışmalar yaşandı. 
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partinin Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül ve Manisa Milletvekili Bülent Arınç 
“ Yenilikçi kanat ”ın öne çıkan isimleriydi. Böylece bu üç isim, hocaları Erbakan ile siyaseten ayrışmış oldu.
Erdoğan, Siirt’te okuduğu bir şiir nedeniyle yargılanarak “Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle 1998’de 10 ay 
hapis cezasına çarptırıldı. Erdoğan hakkındaki karar sonrası gazetelerde “Siyasi hayatı bitti”, “Muhtar bile olamaz” başlıkları atıldı. Erdoğan, 1999’da 4 ay 
hapiste kaldı.

2000’deki Fazilet Partisi kongresinde yenilikçi kanadın adayı Abdullah Gül 521, gelenekçilerin desteklediği Recai Kutan ise 633 oy aldı.
Kapatılan Refah Partisi’nin devamı olduğu gerekçesiyle Fazilet Partisi de 2001 yılında kapatıldı. Gelenekçiler Saadet Partisi’ni, yenilikçiler ise Adalet ve 
Kalkınma Partisi’ni kurdu.

Bugün MHP’de Genel Başkanlık için aday durumunda olan, DYP kökenli ve eski İçişleri Bakanı Meral Akşener, Temmuz 2001'de yenilikçilere destek vermişti. 

Ancak bir ay kadar desteğini çekmiş, durumun gerekçesini ‘‘Vitrin süsü olmadığını göstermek” olarak açıklamıştı.

Akşener’i harekete davet eden Erdoğan, “Meral kardeşimin tercihine saygı duyuyorum’’ değerlendirmesinde bulunacaktı: 

“ Kendisiyle görüştüm, dedim ki, ‘ Bu saatte ayrılmanızı doğru bulmuyorum. Eğer bir söyleyeceğiniz varsa, gelirsiniz, dertleşiriz’. Ama ‘Kendi tercihim böyle, 
size başarılar diliyorum’ dedi. Bugüne kadarki hukukumuzu aynı şekilde koruyoruz.’’
Temmuz 2002'de AK Parti Kurucular Kurulu üyesi Mehmet Gazioğlu’nun, partiden ihraç edildiği açıklandı. Gazioğlu, Erdoğan’a yönelik eleştirilerde bulunmuş ve ihraç istemi sonrası istifasını sunmuştu.
Yine partinin Kurucular Kurulu üyesi olan Mahmet Nail Berzek, 2002'deki milletvekili aday listesine alınmadı. Berzek, parti genel sekreterliğine gönderdiği 
dilekçede “Gördüğüm lüzüm üzerine kurucu üyelikten istifa ediyorum” dedi.
Kurucu üyelerden Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu, “ABD’de yapacağı uzun süreli akademik görev”i gerekçe göstererek 2002'de partisinden istifa etti. 
Tatlıoğlu, 2007'de MHP’den milletvekili adayı olacaktı.

2002–2007: “Çıraklık” Dönemi


3 Kasım 2002’de AK Parti tek başına iktidara geldi. Abdullah Gül, Başbakanlık görevini üstlenirken Bülent Arınç Meclis Başkanı oldu. 
Siyasi yasağının kalkmasıyla Mart 2003'te Siirt’ten milletvekili seçilen Erdoğan, Gül’ün yerine Başbakanlık görevini üstlendi. Erdoğan’ın siyasetteki bu dönemi, 
sonradan “Çıraklık” dönemi olarak isimlendirilecekti.

Erdoğan’ın ilk kez Başbakan olduğu günlerde dönemin Sabah ve Star gazetelerinin manşetleri,

58. hükümette Milli Eğitim, 59. hükümette Kültür Bakanlığı’nı üstlenen Erkan Mumcu 2005’te partiden istifa etti. Mumcu, istifa gerekçesini “Türkiye siyasetinde seçenekler yaratma” olarak açıkladı ve ANAP’ın başına geçti.
Abdullah Gül başkanlığındaki 58. hükümette başbakan yardımcılığı görevini üstlenen Ertuğrul Yalçınbayır, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurucuları arasındaydı. 
2007 seçimlerinde aday gösterilmeyen Yalçınbayır, Parti İçi Demokrasi Kurulu Başkanı Nurdoğan Topaloğlu’na, “Tayyip Bey parti programının şu şu noktalarına muhalefet etmektedir. Bu nedenle onu şikâyet etme hakkımı kullanıyorum.” demişti. Yalçınbayır, 2013'te Cumhuriyet’e vereceği röportajda “ Abdüllatif Şener başkanlığında bir ekiple yazdığımız AK Parti programının referans noktası evrensel değerlerdi. İnsanoğlunun ortak aklıydı. Şimdi, Sayın Yiğit Bulut’un Tayyip Bey’in başdanışmanı olmasının partinin ilkelerine aykırı olması nedeniyle şikâyet ediyorum.” diyecekti.
58. ve 59. hükümetlerde Başbakan Yardımcısı olarak görev alan Abdüllatif Şener, 2007’de partiden istifa etti. Şener, 2009’da Türkiye Partisi’ni kurdu, parti 
2012’de kapandı.

AK Parti kurucularından ve Milli Türk Talebe Birliği’nde Erdoğan’a hocalık yaptığı bilinen Milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, 2007 Cumhurbaşkanlığı 
seçimleri öncesinde CHP yöneticileri tarafından yardımcılarına iletilen mesajda, “Eğer Başbakan Tayyip Erdoğan, Baykal ile görüşürse Baykal sizin isminizi 
aday olarak gündeme getirmek istiyor, siz ne diyorsunuz” dendiğini söyledi. Gelen teklifi olumlu karşıladığını belirten Yalçıntaş, “ Partim ve ana muhalefet 
anlaşırlarsa, ben hizmetten kaçan birisi değilim” cevabını verdi. Yalçıntaş, 2007 seçimlerinde aday gösterilmeyen isimler arasında yer aldı. İlerleyen yıllarda 
Davos ve 17/25 Aralık süreçlerinde Erdoğan’ı eleştirecekti.

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

21 Mart 2017 Salı

Duyun Bu Sesi Ne Avrupaymış be..!! Çamaşırlar koktu. tüh.



Duyun Bu Sesi
Ne Avrupaymış be..!!  Çamaşırlar koktu. tüh.

16/10/2006 
(3701 kişi okudu)

Almanya'dayım. Bir şeyi çok net bir kez daha anlıyorum; gazeteci olmak masa başında yazı yazıp, grafik yapmak değil. Burada yaşayan, yıllarca modern Almanya'nın ayağa kalkmasında ter döken vatandaşlarımızın dertleri çok büyük. Her fırsatta Türkiye'ye akıl veren Avrupa, Almanya'nın Türklere karşı giriştiği ve Alman bakanlar tarafından dile getirilen 'en iyi entegrasyon asimilasyondur' tezine karşı sessiz.
Peki neler oluyor Almanya'da ? Nedir Köln'de bize aktarılanlar?
Elimde buradaki Türk vatandaşları ve Avrupa Demokrasi Vakfı tarafından hazırlanmış üç dosya var. Hepsini sizlere aktarmak mümkün değil. Bazı
bölümleri paylaşacağım. 

1- Vatandaşlarımızın bize söylediği ve yazılı olarak verdiği bilgiye göre; Avrupa Birliği'nde, Türkiye'ye yönelik 'insan hakları ihlal ediliyor' açıklamaları devam ederken, özellikle Almanya çok tehlikeli ve 'insanın en temel hakkını' elinden alan bir uygulama yapmaya başladı. Bazı okullarda ders aralarında ve okul bahçesinde 'anadilde konuşma yasağı' yürürlüğe
kondu ve özellikle Türk öğrencilere yönelik sert tedbirler alınmaya başlandı.
2- Hessen eyaletinin Ditzenbach kasabasında bu karar yerel meclis gündemine alındı ve görüşmeler sonucu meclisten geçerek resmileşti.
3- Türk çocuklarına anlamsız testler uygulanmaya başlandı ve birçok yerde çocuklarımız 'sonderchule'lere ve benzeri okullara zorla yönlendirildi.
4- Almanya'da Türkçe dersleri sistemli bir şekilde kaldırılmaya başlandı ve maalesef Türk hükümeti bu konuda hiçbir açıklama dahi yapmadı.
5- Almanya'nın bazı bölgelerinde öğrencilere yönelik Türkçe konuşma yasağı devam ederken, Hollanda'da parlamentoya sokakta yabancı dil konuşulması ile ilgili bir teklif verildi. Bu teklifin bir bölümü özellikle Türkçeye ayrıldı.
6- Okullardaki Türk olmayan Müslümanlar bahane edilerek, Türk öğrencilere kendi dilinde din eğitimi alma şansı hâlâ verilmedi. Köln'de konuştuğum vatandaşlarımız Almanca verilen din dersinin anlamsız olduğunu ve hiçbir işe yaramadığı gibi bu konuda boşlukta kalan çocuklarının Almanya'da yerleşik tarikatların tuzağına daha kolay düştüğünü söylediler.
7-Almanya Başbakanı Merkel, Türkiye seyahati sırasında hükümet yetkililerine 'aile birleşmeleri için Almanya'ya gelecek olanları Türkiye'de kursa ve imtihana tabi tutalım' teklifinde bulundu. Bu anlamsız teklife maalesef Türk hükümeti detayını dahi düşünmeden 'evet' dedi.
8- İslami terör söylemi içinde Almanya'daki Müslümanların kullandığı ibadethanalere kamera yerleştirileceği konuşulmaya başladı. Bu konu ile
ilgili Alman içişleri bakanlığı bünyesinde araştırma yapan Türk dernekleri, çalışmaların proje bazında başladığını öğrendiler.
9- Hollanda'da listeden ' Ermeni soykırımı ' yoktur dedikleri için çıkarılan Türk milletvekilleri krizinin aynısı, çok önce Almanya'da yaşandı ama Türkiye'de duyulmadı. CDU'lu Türk kökenli milletvekili Emine Demirbüken, Ermeni konusunda Türkiye yanlısı tavrı nedeniyle listeye sokulmadı. 

Sevgili dostlar, Köln'de elime verilen dosyalar, dinlediğim dertlerden edindiğim izlenimler daha çok uzun. Burada tespitleri sizlere aktarmayı kesiyor ve şunu söylemek istiyorum; Avrupa Birliği'ne gireceğiz sevdası içinde Avrupa topraklarında özellikle Almanya'da yıllarca canını dişine takarak çalışan kardeşlerimizi, dövizimiz olmadığı zaman bizi fonlayan insanlarımızı, her şeyden önemlisi bizim bir parçamız olanları, kendi kaderleri ile baş başa bırakamayız. Almanya'nın yaptığı en temel hakların ihlali anlamına gelen girişimlere sadece 'kendi çıkarımız' için sessiz kalamayız. Vicdan sahibi her Türk vatandaşına çağrı yapmak istiyorum; bu sese, 'biz buradayız ama yok oluyoruz' diyen sese lütfen kulak verin!


7 Aralık 2014 Pazar

Yiğit Bulut Nasıl Tayyipçi Oldu?




Yiğit Bulut Nasıl Tayyipçi Oldu?


Ali Özsoy

Ulusalcı Gurular

Türkiye’de, ne yazık ki, en kolay manipüle edilen insanlar Atatürkçüler ve ulusalcılar. Oysa bu kesim aynı zamanda en okumuş kesimdir. Televizyonlardaki tartışma programlarını izlerler, gazeteleri, çıkan en son flaş “ulusalcı” kitapları okurlar. Aydındırlar ama yine de en kolay oltaya bizim insanlarımızı atlar.

Yiğit Bulut
Yiğit Bulut
Tuncay Özkan
Tuncay Özkan

Erhan Göksel
Erhan Göksel
Bir insanın bu kanallarda çıkan ve azetelerde yazan herhangi bir yazarı, araştırmacıyı veya gazeteciyi Atatürkçü, ulusalcı bellemesi, ciddiye alması, hatta peşinden gitmesi için son derece saf olması gerekir. Ulusalcı gurular bu kitlenin saflığı ve iyi niyetini kullanıp köşe dönen Titancılar gibi… Bunu başarınca da ilk fırsat siyasi görüşlerinde de dönüp hemen AKP’ci oluyorlar.

Çünkü yine biraz önce bahsettiğimiz gibi, gazete okumak ve televizyon izlemekten ibaret bir siyasi eylem kültürleri vardır. Gazeteleri ve televizyonları ciddiye alan insanın da beyni ne yazık ki bir müddet sonra balık beynine dönüşür. Nerde olta orada ulusalcı amca…
Gazeteler ve TV kanallarının yarısı AKP yandaşı, geri kalanı ise Aydın Doğan’ın. Bir insanın bu kanallarda çıkan ve gazetelerde yazan herhangi bir yazarı, araştırmacıyı veya gazeteciyi Atatürkçü, ulusalcı görmesi, ciddiye alması, hatta peşinden gitmesi için son derece saf olması gerekir. Ancak ne yazık ki burası Türkiye ve böylelerinden milyonlar var.
Ulusalcı gurular bu kitlenin saflığı ve iyi niyetini kullanıp köşe dönen Titancılar gibi… Bunu başarınca da ilk fırsat siyasi görüşlerinde de dönüp hemen AKP’ci oluyorlar. Bizim Atatürkçü amca ve teyzeler de şaşkın şaşkın ekranın başında kala kalıyorlar: “Hanım bu adam ne diyor? Bu da mı Tayyipçi olmuş.”

Her biri bir operasyon

İyi niyetli düşünürsek, bu tür isimleri fırsattan istifade isim yapmaya çalışan, biraz ün, biraz para meraklısı uyanık kimseler olarak düşünebiliriz.
Ama olay hiç de bu kadar basit değil. Bu adamları televizyonlardan milyonlar izliyor. Ulusalcılık adına yumurtladıkları saçmalıkları doğru kabul ediyor. Kitaplarını alıyor. Ve hepsinden önemlisi milyonlarca Atatürkçü ve ulusalcı bu sayede susturuluyor, yanlış yönlendiriliyor, AKP ve ABD’nin istediği yöne manipüle ediliyor.
Bu sahte ulusalcı guruların her biri bu yüzden bir operasyondur. Gizli servis operasyonudur. Görevlerini yerine getirirler. Kitlelere en dost ifadelerle en düşman tezleri benimsetirler. Ve en sonunda istisnasız hepsi gerçek yüzünü belli eder.
Örneğin Hulki. Aziz Nesin’in TV’de haşladığı bir dinci, hurafelerle uğraşan garip bir araştırmacıydı. Sonra ansızın en kahraman ulusalcı kesildi. Programlarında anlatılan ipe sapa gelmez şeyleri kitap olarak bastı. Bunlardan köşeyi döndü. En sonunda bir gece yarısı Atatürkçü gençlere karşı PKK’yla birlikte saldırmaya çalıştı. Büyük ulusalcı, Diyarbakır’daki dostlarıyla özel bir program düzenlemiş ve TÜRKSOLU’nu aklı sıra bitirmeye çalışmıştı.
Bu bir operasyondu. Yıldız’da katledemedikleri gençlerin işini akılları sıra TV’de bitireceklerdi. O gün rezil oldu. Gerçek kimliği de ortaya çıktı. Ama Atatürkçülerin parasıyla geçinmeye uzun yıllar devam etti.
Sonra Yalçın Soner ve Yalçın Küçük. Birdenbire en büyük ulusalcı kesildiler. Atatürkçü çevrelere Yahudi düşmanlığı, Sabetayist avcılığı ve komploculuk mikrobunu soktular. Millet ABD’yi emperyalizmi bıraktı, deliler gibi harfleri toplayıp çıkarmaya başladılar. Mezar taşlarıyla kafayı yiyenler, Atatürk’e bile Yahudi diyenler türedi. Bu da bir operasyondu.
En büyük operasyon Tuncay’ınkiydi. Milyonları peşine taktı. Cumhuriyet Mitinglerini tam AKP’nin ve ABD’nin istediği hizaya soktu. Sonra bir gün milyonların telefon numaralarıyla birlikte ulusalcı TV kanalını Fetoculara sattı. Şimdi Obama’ya mektuplar yazıyor, Apo’yu göklere çıkarıyor. Peşinden artık kimse gitmiyor. Ama Atatürkçülerin en kritik iki yılını çaldı.
Bunun haricinde daha küçük figürler de var. Biri Erhan Göksel… Bu, TV’lere çıkar, tüküre tüküre konuşurdu. Ne zaman bir saçmalık duysak, sonradan öğrenirdik ki, o yumurtlamış. Bir ara çok popüler oldu. Yaşlı bir teyze gelir: “Evladım duydun mu Kraliçe Elizabeth niye Türkiye’ye gelmiş?”, “Niye teyze?” “İlker Başbuğ Genelkurmay Başkanı olmasın diye.”, “Teyze kafayı mı yedin? Kraliçeyi İngiltere’deki oğlu bile takmaz. Türkiye’de kim dinlesin onu.”, “Evladım hani şu Flash’ta çıkan şişko adam var ya. O çok güzel konuşuyor. O söyledi.” Bu ve buna benzer saçmalıklar…
Sonra Erhan’ı Ergenekon’dan aldılar. Bir değil yarım gün içerde kaldı. O sinirli, babayiğit adam gitti, içeriden kuzu çıktı: “Bana savcılar öyle belgeler gösterdi ki artık ben de Ergenekon’un doğru olduğuna inanıyorum.”

Yiğit Miğit sana ne oldu?

Ergenekon’un en son savunucularından biri ise eski ulusalcı yeni yandaş Yiğit Bulut. Yiğit Bulut bir aralar Ergenekoncuların bir numaralı savunucusuydu. Her dalgadan sonra televizyonlara çıkar operasyonu şiddetle eleştirirdi. Bakın en son bu konuda hangi noktaya gelmiş:
“Ergenekon soruşturması sürecinde saat 5’lerde 6’larda insanların gözaltına alınması eleştirilebilir. Ergenekon operasyonu Türkiye’nin içine yerleşmiş bir zümrenin sökülüp atılmasına yönelik bir operasyon. En başta ben inanılmaz karşıydım ama gelişmeleri gördükçe ve özellikle yurtdışı bağlantılarını gördükçe... Alman bağlantısını bulabilecekler mi çok merak ediyorum. Başbakan Erdoğan’ın 24 ayı kaldı, 24 ay içinde Ergenekon’un finansal kısmını söküp atamazsa, finansal ve normal Ergenekon Erdoğan’ı söküp atıyor.”
Ya ne güzel değil mi? O da Erhan gibi ikna olanlardan. Eskiden ulusalcılara akıl veren yiğit gazeteci, şimdi Tayyip’e akıl veriyor. Elini çabuk tut diyor. Yoksa Ergenekon seni tasfiye edecek.
Alman bağlantısından ne kastediyor acaba? Patronu ve akrabası Aydın Doğan’ı olmasın.
Acaba Yiğit Bulut isminin yandaş çevrelerde Ergenekoncu olarak anılması ve bir dahaki operasyonda kendisinin de alınacağının kulağına fısıldanması bu hızlı dönüşümü açıklayabilir mi?
Erhan’ı döndürmek için birkaç saat yetti, Yiğit için bir uyarı yeterli olmuş olabilir mi?
Ancak Yiğit Bulut’un durumu ilginç… Çünkü son günlerin AKP yandaşı, uzunca bir süre en kahraman ulusalcı rollerindeydi. Fazla bilinmeyen bir gerçek ise Aydın Doğan ile yakın akraba olması. Şimdi ise Zaman gazetesine röportaj veriyor. Ertuğrul Özkök’ü yerden yere vuruyor. Aydın Doğan’ın aslında namazında niyazında inanmış bir Anadolu Müslümanı olduğunu, onu etrafındaki beyaz Türklerin yanılttığını söylüyor. Kimileri Yiğit Bulut, Doğan Medya’dan ayrılacak Habertürk’e geçecek diyor. Kim bilir belki de Ertuğrul tasfiye olacaktır. Belki de Doğan’ın akrabasının bu Ergenekon karşıtı ve yandaş çıkışının nedeni budur.

Antiemperyalist Tayyip

Binbir türlü dalaverenin döndüğü istihbarat ve sermaye dünyasında kim neden saf değiştirir, bu işler nasıl olur bizim bileceğimiz iş değil. Ancak Yiğit olayından önemli bir ders çıkarmalıyız. Ders çıkaralım ki, Atatürkçüler zayıf karakterli, kolay dönen, kıt bilgili ve cahil kişilerin peşinden gitmeyi bıraksın.
Yiğit Bulut, birkaç yıl öncesine kadar sıradan bir piyasa yazarıydı. Kendisi iktisatçı değil, borsa analizcisidir. Şu hisseyi al, bunu sat, parite marite… Tabii biz buna iktisat bilimi demiyoruz.
Sonra az bildiği ekonomi konuları üzerinde de yazmaya başladı. Sonra iyice uçtu, ulusalcı bir kahraman oldu çıktı karşımıza.
Son bir ayda hızlı bir dönüşümle yandaşlığa başladı. AKP yerine artık Ak Parti yazıyor. O kadar uçtu ki, Tayyip Erdoğan’ı Atatürk’ten sonra gelen ve Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtaracak ilk lider olarak bile gösterdi:
“Bu arada ‘AK Parti’yi ve Başbakanı’ gerektiğinde en ağır şekilde eleştiren ve ‘sistemi çözmüş’ biri olarak diyorum ki; şimdi ‘bu direnişe’ destek zamanı! İnanın bana ‘bu çarktan kurtulursak’ uçarız! Bu noktada Başbakan Erdoğan’a da samimi bir hatırlatma: Uğraştığı çarkın ‘yarıçapı’ çok ama çok büyük; 1854’ten 2009’a uğraşan herkes, ‘evinde’ oturuyor veya ‘oturamıyor’! Lütfen çok ama çok dikkatli olsun ve gerekli bütün tedbirleri alsın!
Ne yapmaya çalıştığını da Türk Halkı’na anlatsın! Her türlü yardıma elimizden geldiğince hazırız!
Yaşasın tam bağımsız, ekonomik anlamda tuzaklardan kurtulmuş TÜRKİYE!”
Yüzsüzlüğe bak! Tayyip Türkiye’yi tam bağımsız yapacakmış. Yiğit de onu can siperane savunacakmış.
Ulusalcılık adına pek çok şarlatanlık gördük ama Tayyip’i uluslararası sermaye ve emperyalizm karşıtı bir ulusalcı olarak ilk kez bize yutturmaya çalışıyorlar.
Bitti mi? Hayır. Daha birkaç ay önce Ergenekon operasyonuna en büyük karşıt olan Yiğit artık bu operasyonu Türklük için adeta Ergenekon destanı gibi bir çıkış belliyor. Türklüğün tarihinde üç büyük çıkış varmış. Üçüncüsü Kurtuluş Savaşıysa, dördüncüsü de Ergenekon soruşturmasıymış:
“Bugün ‘Ergenekon’ adıyla yürütülen, kimilerine göre ‘yerleşiklere’ karşı ‘bir kalkışma-arınma’ olarak tarif edilen, kimilerine göre ‘yeni yerleşikler’ yaratma çabası olan ama yorum ne olursa olsun gözümüzün önünde durmasına rağmen ‘gözden kaçırdığımız’ çok şeyi yeniden hatırlatan operasyon beklenen ‘bu çıkış’ olabilir mi? Adı ‘tesadüf’ olarak kondu dense veya ‘bir komutanın soyadı’ diyerek geçiştirilse bile ‘bilinçli seçilmiş’ bir ‘çıkış denemesi’ olabilir mi? Yorumsuz olarak soruyorum... Sonuç: Dördüncü bir çıkışa ‘mutlaka’ ihtiyacımız var! Bu çıkış ‘yerleşiksiz, IMF’siz, AB’siz’ sadece ‘BİZ’ olarak olacak! Sıkışan her dinamik sıkıştığı yerden patlar! Ergenekon’a ve geçmişimize bir de böyle bakalım..”
Duydunuz mu Ergenekon operasyonu neden yapılıyormuş. Türkiye’yi IMF ve AB’den kurtarmak için!
Yiğit o kadar yüzsüz ki, ben döndüm diyemiyor. Tayyip benim dediklerime geldi diyor. Tayyip artık IMF ve AB karşıtı olmuş. Büyük sermayeye karşı halkın çıkarlarını savunuyormuş...

Kötü iktisatçı, kötü matematikçi, kötü filozof

Bir de felsefe yapıyor. Evrim teorisine saldırarak yandaşlık işine başladı. Tezi kısaca şu... Bir canlı kendiliğinden evrimle oluşmaz. Bir yaratıcı gücün onu bilinçli bir şekilde inşa etmesi gerekir:
“Bir tahtanın bir ‘pencere’ olma ihtimalinin ‘olmadığı’ bir gerçek düzeyinde, tek hücrenin ‘bir zekanın müdahalesi’ olmadan bugün gördüğümüz ‘mükemmel bizi’ ortaya çıkarma ihtimali sizce kaç? Yorulmayın ben söyleyeyim; matematiksel olarak böyle bir ‘ihtimal’ yok! Bu gerçeğe ‘dünyanın oluşumu’, ‘yerçekimi’ gibi kanunların da oluşumunu ekleyin! Tekrar ediyorum; böyle bir ‘ihtimal’ matematiksel olarak ‘ifade edilemez’! Biraz ‘matematik’ bilen, evrim gibi bir ‘saçmalığa’ asla inanamaz! Bana kendi başına ‘oluşan tek bir pencere’ gösterin, ben de inanacağım!”
Bir zekanın müdahalesi dediği de kısaca Tanrı. Böylelikle Tanrı’nın varlığına ilişkin binlerce yıllık felsefi bir tartışmayı ve tüm ontolojik sorunları ucuz bir örnek ve yanlış bir matematik ile çözmüş oluyor. Cahil cesareti buna denir.
Adam iktisatçıyım diyor ama istatistiğin en temel kuramlarını bilmiyor. Olasılık hesabı öyle yapılmaz Yiğit Bey. Bir canlı ele alalım. Örneğin bu Yiğit gibi bir insan olmasın da bir bukalemun (nereden aklımıza geldiyse) olsun.
Yiğit diyor ki: Olasılık hesabına göre evrim ile bir bukalemunun karşımda durma olasılığı 1 bölü on üzeri katrilyondur. Bölme işleminin pay kesiminde duran 1 rakamı bukalemunun var olma ihtimalini, paydadaki on üzeri katrilyon ise sayısız karbon, hidrojen ve oksijen atomunun yan yana gelmesi, amino asitleri oluşturması ve sonunda bukalemuna dönüşmesi ihtimalini temsil eder. Bu da sıfır virgül on üzeri katrilyon kadar sıfırdan sonra gelen bir 1’dir. Yani aslında sıfırdır. Demek ki böyle bir ihtimal yoktur.
Çok küçük rakamlar veya çok büyük rakamları gördükten sonra yılıp, işi hemen Allah’a havale edenlerin ya matematiği çok kötüdür ya da bilinçli yobazdır. Ama “biraz matematik bilen” biri, olasılık hesabının böyle yapılmadığını da bilir Yiğit.
Hesapladığımız şey herhangi bir bukalemunun var olma ihtimalidir. Yoksa senin karşında duran tek bir bukalemunun değil. Böyle olunca 1 bölü on üzeri katrilyonla ortaya çıkan ve senin sıfır sandığın çok küçük sayıyı çarpacağız. Neyle mi? Evrenin toplam hacmi çarpı evrenin toplam yaşıyla. O zaman pay kısmında sadece bir rakamı kalmaz aynen paydadaki gibi on üzeri katrilyon civarında çok büyük bir sayı çıkar ortaya. Sadeleştiğinde de sonuç birdir. Yani senin hesabına göre bukalemunun oluşması ihtimali yüzde sıfırken, doğru matematik ile olasılık yüzde yüze çıkar. Bu da şaşırtıcı değil, çünkü zaten bukalemunlar vardır.
Matematikten çakmadıysan senin anlayacağın dille söyleyeyim. Gerçekten de yeterli miktarda karbon, oksijen ve hidrojenin yan yana gelmesiyle tek bir canlı organizmanın bile ortaya çıkması çok düşük bir ihtimaldir. Ama evrenimiz o kadar büyüktür ve zaman o kadar geniştir ki, bu düşük olasılığın gerçekleşmesi son derece olanaklıdır. Olasılık ile olanaklı olmak arasında fark vardır.
Evrendeki galaksi sayısının yüksekliği, bunların içindeki gezegen sayısının yüksekliği dikkate alınınca tek bir amipin ortaya çıkması hiç de “sıfır ihtimalli” bir olay değildir. O amip ortaya çıkınca evrim zaten üzerine düşeni yapar. İhtimal hesabı böyle yapılır. Seninki gibi değil.
Yiğit Bulut sonraki yazılarında yan çizdi. Evrimi kabul etti ancak evrimi de Tanrı başlattı dedi. Matematik konusunda cehaletini ispatlayan Yiğit, bu sefer felsefede döktürdü. Her şey neden sonuç ilişkisine bağlıymış. Tesadüf diye bir şey olamazmış. Eğer “big bang”den öncesini bilemiyorsak oraya “ilk itici güç” yani Tanrı’yı koymamız gerekirmiş.
Tanrı’yı neden-sonuç ilişkisinin içine koymak, onu yok etmektir. Çünkü Tanrı bir nedene dönüştüğünde, pekala bir sonuç da olabilir. O zaman da Tanrı olmaz. Yiğit Bulut dincilere yaranacağım diye farkına varmadan ateistlik yapıyor.
Tanrı kavramının kendisi, her bağlam, nedensellik ve olanaktan bağımsız olarak her an istediği gibi var etmek veya yok etmek kudretine dayanır. Tanrıyı “ilk itici güç” yapıp evrenin başına koyup, sonradan evrenin dışına kovduğunda yaptığın Tanrı ispat etmek olmuyor. Sadece zırvalamış oluyorsun. Kavramın kendisiyle çelişiyorsun.

Tesadüf hesabı

Bilim ne tanrının varlığını ne de yokluğunu ispat eder. Çünkü maddeye ve nedenselliğe bağlı kalmak zorundadır. Tanrı felsefi bir kategoridir. Ve mümkünse Yiğit Bulut gibi matematik ve felsefe cahilleri bu konuda bize ahkâm kesmesinler. Dincilere yaranmak istiyorsan başka bir yol bul. Ergenekon’dan falan bahset. Yeni peygamberlere ihtiyacımız yok.
Ancak bir çift laf da tesadüf konusunda edelim. Yiğit Bulut tutturmuş doğada tesadüf yoktur diye. Neden? Çünkü her şey neden-sonuç ilişkisine bağlıymış.
O tür çizgisel nedenselliğe Aristo mantığı derler. İlkçağda kalmış kafalar veya saf çocuklar böyle konuşabilir. Modern bilimin son yüz yıldır yaptığı ise tesadüflerin nedenselliğini araştırmaktır. Yazılarında bol bol bahsettiğin kaos teorisi, sadece ve sadece tesadüflerin ve kaosun nedenselliğini çözmeye çalışır. Bari yazdığın şeylerin anlamına sözlükten bak. Doğada tesadüfler vardır. Hatta tamamen tesadüflerle doludur. Nedensellik tesadüfü reddetmez tersine açıklar. Bu yüzden bilim asla bitmeyecek bir uğraştır.
Ama tesadüf olmayan bir şey var ki, o da Yiğit gibi ulusalcı guruların bir gün mutlaka dönecek olması. İşte burada ihtimal yüzde yüzdür. İş tesadüfe kalmaz.
Atatürkçüler ve ulusalcılar böylelerini aydın belleyip TV karşısında saf saf oturdukları sürece, AKP’nin iktidar olması da hiç “tesadüf” değil. Yiğit’ten alacağımız tek felsefe dersi de bu olsun.

(Sayı 241, 22/06/2009)

http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeulusal4.htm

 ..