Sonra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sonra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2015 Perşembe

Irak’tan Sonra Hedef Ülke Hangisi?





Irak’tan Sonra Hedef Ülke Hangisi?




 
ABD Devlet Başkanı Obama’nın “Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı devirmekte aciz kalmakla” nitelendirmesine rağmen, Beyaz Saray’ın “Suriye’deki ılımlı muhalefetin” desteklenmesi amacıyla 500 milyon dolar tahsisat talebi Washington’un Suriye’ye yönelik gecikmiş bir taahhüdü olarak değerlendirildi. Ancak, analist Thierry Meyssan’a göre bu tahsisat talebi Suriye odaklı değil: ABD Irak çevresinde büyük kapsamlı askeri güç tesis ediyor ve üçüncü bir ülkeyi hedefliyor.
Suriye Cumhurbaşkanlığı siyasi temsilcisi Bayan Bouthaine   Chaabane’nın Moskova’da bulunduğu sırada, Norveç Dışişleri Bakanlığınca düzenlenen uluslararası bir foruma katılmak üzere davet edilmişti. 170’ ten fazla Sayıda Suriyeli yetkili gibi Bayan Chaabane’nın da, özellikle yurtdışına seyahat yasağı olup, Batılı güçler tarafından yaptırım uygulama tehdidi altında olan kişiler listesinde yer alıyor.
Bouthaine Chaaban, Şama uğramadan, Moskova’dan direkt olarak Oslo’ya gitti. Forum faaliyetleri mesaisi sırasında, 18 ve 19 Haziran günlerinde, ABD eski Devlet Başkanı Jimmy Carter, Birleşmiş Milletler (BM) mevcut iki numaralı yetkilisi, ABD’li diplomat Jeffrey Feltman ve de İran Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani Başkanlık Kabinesi Direktörü ile görüşmeler yaptı.Akla gelen bazı sorular; NATO üyesi bir ülke olan Norveç neden böylesi bir inisiyatifi alma gereğini duyuyor? ABD hangi mesajları vermek istiyor? 

Suriye ile hangi konuları görüşmek istiyor?

Taraflardan birisi şimdiye kadar bu görüşmeler ile ilgili herhangi bir açıÎklama yapmadı. Ve Oslo Forumu internet sitesi de, ne yazık ki, bu konuda dilsiz kalıyor.

ABD’nin denizaşırı ülkelerde faaliyet bütçesi

Başkan Obama, Oslo forumundan birkaç gün sonra, 25 Haziranda, 2015 yıl ına ilişkin denizaşırı ülkelerde diplomatik ve askeri faaliyetler 
(Overseas ContingencyOperations- OCO) bütçesini Kongreye sundu. 65,8 milyar dolarlık bütçeden, 5 milyarlık kısmı, Başkan Obama’nın 28 Mayıs’ta West Point konuşmasında kamuoyuna açıkladığı gibi, terörizm karşıtı faaliyetlerde işbirliği 

(Counterterorism Partnerships Fund CTPF) Fonun kurulmasına tahsis edilecek [1].
Beyaz saray’dan yapılan açıklamaya göre 4 milyar dolarlık bir bütçe Pentagon’un emrine ve beşinci bir dilim de Dışişlerinin kullanımına verilecek. 
- 3 milyar dolarlık tahsisat yerine göre, radikal ideolojilere karşı, terörizme finansman sağlama faaliyetlerine karşı mücadelede göreve çağrılacak terörizm karşıtı yerele güçlerin kurulmasında ve “Demokratik Yollarla” yönetilebilmelerinde kullanılacak. 
 - 1,5 milyarlık tahsisat, göçmen kitlesine yardım ederken, sınırların korunması amacıyla güvenlik hizmetlerin sağlanmasında, Suriye’deki 
çatışmaların komşu ülkelere sıçramasını önlemede kullanılacak. 
- 0,5 milyar “Suriye halkını korumak, muhalefetin elinde bulun bölgelerde istikrarı sağlamak, temel hizmetlerin sağlanmasını kolaylaştırmak, terörist tehditlerin karşısında durmak ve siyasi bir anlaşma koşullarını teşvik etmede kullanılacak, 
- Ve 0,5 milyarlık aşka bir dilim de olası yeni kriz durumlarıyla başa çıkmada kullanılacak. Beyaz Saray’ın bildirisindeki “muhalefetin kontrolünde bulunan bölgelerde istikrarı sağlamak” ibaresi neyi ifade ediyor? Bu ifadeyle devlet nüvelerinin oluşturulması söz konusu değil herhalde. 

Çünkü bu bölgeler çok küçük alanlar olup, birbirlerinden ayrık vaziyetteler. Olasılıkla İsrail için güvenlik alanların oluşturulması söz konusu: 

İhtiyaç hâsıl olması durumunda, Şam yönetiminin kıskaca alınabilmesi amacıyla, ilki, İsrail-Suriye sınır boylarında, ikincisi ise, Türkiye-Suriye 
sınırında bir güvenlik alanı. Washington’un Suriye muhaliflerine verdiği desteğin aslında Suriye Yönetimini devirme amaçlı olmadığı fikrini 
pekiştirmek için Filistin’de ikamet eden Yahudi topluluğunu korumak üzere bu alanların güvenliği “Suriyeli silahlı muhalif elemanlarına” 
bırakılacaktır.
Bu taktiksel hareket, Başkan Obama’nın 20 Haziran’da CBS This Morning programında yaptığı konuşması içeriğine çok yakın. 

Konuşması şöyleydi; “ Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı devirebilecek kapasiteye sahip ılımlı bir Suriye muhalefet gücünün olduğu varsayılan 
kavramının doğru olmadığını düşünüyorum. Bildiğiniz gibi Suriye’de ılımlı bir muhalefet ile çalışmayı denemekle çok zaman harcadık .(….)  
“Bu ılımlı muhalefetin, bir miktar silah göndermemiz halinde, kısa bir sürede yalnızca Esad yönetimini değil, aynı zamanda, yüksek derecede 
kalifiye amansız cihatçıları da devirebileceği düşüncesi bir fanteziden ibaret. Amerikan halkı ve belki de Washington ve de basın kuruluşlarınca bu hususun anlaşılmasının önem arz ettiğini düşünüyorum” [2]

JPEG - 20.8 kb

Washington Uluslararası Adalet Divanı cezasıyla karşı karşıya
ABD Kongresi onay verirse, yönetim tarafından Suriye’deki cihatçılara verilen destek, CIA’nın gizli bir programı olmaktan çıkıp, Pentagonun kamuya yönelik bir programı şekline dönüştürülecek.
Bu dönüştürme işlemi, üçüncü bir ülkedeki muhalif hareketleri askeri açıdan örgütleme ve bu hareketlere gizli yollardan finansman sağlama ve bir ülkede farklı nitelikte bir devlet ortaya çıkmasına imkân vermeyi yasaklayan uluslararası hukuk ilkelerini ihlal eder niteliktedir. Kongre bu talebi geri çevirse bile, uluslararası hukuk ilkelerini çiğneyen bu durumun, Suriye egemenliğine karşı bir tehdit olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Suriye bu hususu Uluslararası Adalet Divanına, yani Birleşmiş Miletler İç Mahkemesine taşırsa, ABD tarafından cezalandırmaya mahkûm edilir. Küçük bir devlet olan Nikaragua 1984’te, ülkesinde faaliyet gösteren Kontra’lara açıkça destek verdiği için ABD’yi mahkemeye vermişti. Mahkemenin bir karar verebilmesi için iki yıl beklemek gerekiyor. Birleşmiş Miletlerin utangaç Genel Sekreteri Ban-Ki Moon’un, Suriye’yi töhmet altında bırakan bir açıklama yapması şaşırtıcı değil. Bu anlamda, “yabancı güçlerin vahşi cinayetler işleyen ve İnsan Haklarını, Uluslararası Hukukun temel prensiplerini ihlal eden örgütleri askeri olarak desteklemeye devam etmede herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır” şeklinde dolambaçlı bir ifadeyle açıklamada bulunabilir [3]. Washington yönetimi, Suriye Cumhurbaşkanlığı siyasi temsilcisi Bouthaine Chaabane’den ülkesinin ABD’yi şikâyet etmeyeceği yönde bir güvence aldıktan sonra, kuşkusuz Suriye topraklarında herhangi bir girişimden bulunmayacak. Ancak, neye karşılık ABD’yi Uluslararası Adalet Divanına şikâyet etmeyecek? ABD yetkilerinin yaptıkları açıklamalarında çıkarılan kanıt niteliğindeki izlenimler, hedefin Suriye olduğu gösterir gibi. Oysa gerçek hedefin başka yerlerde olduğu anlaşılıyor; bu hedef yalnızca Irak olamaz.
Irak’ın istikrarsızlaştırılmasının sürdürülmesi,
Irak’ta IŞİD örgütü saldırıları devam ediyor. Washington yönetimi, olayların bu yönde gelişmesinden dolayı şaşkınlık içinde olduğunu ve Irak’ın toprak bütünlüğü korunması taraftarı olduğunu iddia ederek, Fransa ve Suudi Arabistan’ında desteğiyle, cihatçıları kontrolü altında bulunduruyor [4].Dış dünyaya bilgi vermekten aciz kalan büyük bir ülke topraklarının üçte biri iki günde ele geçiren küçük bir terörist grubun efsanesi yayılınca, NATO ve CCG Medya kuruluşları Sünni kesimi oluşturan halkın IŞİD örgünü desteklediği yönünde yayın yaptılar. Sünni kesim ve Hıristiyan nüfustan oluşan 1,2 milyon kişilik bir kitlenin evlerini terk ederek, IŞD saldırılarından kaçmasının pek önemi yok. Bu yöndeki bir açıklama, aynı zamanda, Washington tarafından işgal hazırlıklarını maskelemeye de yarar.  ABD, beklenildiği gibi, birliklerini Irak topraklarına göndermeyeceğini ve Nuri El-Maliki’nin başında bulunduğu Irak Federal Hükümetine yardıma gelecek ülkelere engel olamayacağını bildirdi. El-Maliki, IŞİD mevzilerini bombalamak üzere Irak topraklarına giren Suriye güçlerine teşekkür ederken, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry kaşlarını çatıyordu: “Öteden beri zaten yüksek olan mezhepsel tansiyonu daha da azdırmaya neden olacak başka girişimlere ihtiyaç olmadığını bölgedeki bütün aktörlere açık bir dille ifade ettik” [5].   Başkan Obama, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’yi kendi kaderiyle baş başa bırakarak, büyük hoşgörü edasıyla, esas itibariyle ABD’ye ait binaların güvenliğini sağlamak üzere, 300 ABD askerinin Irak’a gönderilmesine onay verdi. Başbakan El-Maliki, perişan halde, yeni müttefik aramaya başladı. Nafile bir şekilde F-16 uçakları beklerken, Rusya yönetiminden ve Beyaz Rusya’dan bombardıman uçağı satın aldı.  İran yönetimi, Irak hükümetine silah ve danışman yardımı gönderdi. Ancak, IŞİD militanları saldırıları karşısında kaderleriyle baş başa kalan Şiilere yardım edecek savaşçı göndermedi. Washington ile Tahran arasında, en azında zımni olsa da, Irak’ın bölünmesi konusunda bir anlaşmanın olduğu anlaşılıyor. Büyükelçi Jeffrey Feltman, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Kabine Direktörü ve Suriye Cumhurbaşkanlığı siyasi temsilcisi Bouthaine Chaabane arasında bu husus ile ilgili olarak geçen konuşma mahiyetinin ne olduğunun bilinmesinde fayda var.  Aksi halde, en fazla, İran ve Suriye yönetimlerince, IŞİD saldırıları nedeniyle kesintiye uğramış, iki ülke arasındaki geçiş koridorunun sağlanması karşılığında ABD planına yardımlarının ve pasif kalmaları işinin bir şarta bağlandığı yönünde bir yorum yapılabilir.  Hangi şartlar altında olursa olsun, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu (Greater Middle East) projesinin yeniden düzenlenmesinin, 2003 ve 2007’deki başarısız girişimlere rağmen, bugün Irak’ta meydana gelen gelişmelerle daha da somutlaştırılmış bir başlangıcına tanık oluyoruz. Genel anlamda, bir devletin parçalanması hemen bir günde gerçekleşmez, ancak, bu aşamadan önce en azında on yıllık bir kaos dönemine ihtiyaç vardır.  İlk acı çeken taraf olacak Türkler, Irak Kürdistan’ı Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’yi Ankara’da ağırladılar. Barzani, Kerkük’ü tekrar Bağdat Federal Hükümetine vermeyeceğini taahhüt etti ve Türkiye’deki Kürtlerin ayaklanmasına yol açabilecek herhangi bir girişimde bulunmayacağı yönünde Ankara’ya güvence verdi. Gelişme gösteren olayların mantığı, gelecek yıllarda Türkiye’de de bazı olayların su yüzüne çıkması yönünde kaçınılmaz olarak patlak vermesine neden olacak nitelikte olsa da, Ankara’nın önünde daha yeterli zamanı var. Recep Tayyip Erdoğan virajı dönerken, üç yıldan beri geri planda üs yeri verdiği ve silah yardımı yaptığı yabancı paralı askerlere aniden desteğini keserek, Suriye ile olan sınırlarını kapattı. Bu politikayı izlemesindeki amaç, yalnızca, Türkiye Kürtlerin başkaldırmaya yeltenmemelerini engellemek değil, aynı zamanda, Ordusunun bu durumdan faydalanarak, hükümeti devirmeye kalkışmamasının önünü kesmek içindir.  Eski subayların ve Saddam Hüseyin dönemi muhafız alayı askerlerinin IŞİD örgütü bünyesinde toplanması Irak’taki durumda değişiklik olduğu anlamına geliyor. Bu askerler her şeyden önce, Irak Başbakanı El-Malikinin hükümet kurması sürecinde ABD’yi, Suudi Arabistan’ı ve İran rejimini yardım etmekle suçluyor. El-Maliki hükümetinin izlediği politikayla dışlandıkları için, Bağdat yönetiminden öç almayı bekliyorlardı. İranlıların emelli Şii nüfus kesimini kapsadığını ve günün birinde intikam almak üzere Suudi Arabistan’a döneceklerini biliyorlar

Suudi Arabistan hedefi                   Olayları bu açıdan dikkate alacak olursak, Washington yönetimi, strateji uzmanı Fransız Laurent Muraviec planına uygun olarak, Suudi Krallığına yeni bir şekil verme zamanının geldiğini düşünüyor. Strateji uzmanı Muraviec 2002’de üç cümleyle ifade edilen planını Pentagon’a sunmuştu: Irak taktik bir mihverdir; Suudi Arabistan stratejik bir eksendir; Mısır ise stratejik bir ödüldür [6]. Başka bir deyişle ifade edilecek olursa, Suudi Hanedanlığı, Mısır’ın kontrol altına alınmasıyla, (olasılıkla) düşmelerinin bir yolunu açabilecek nitelikteki Irak koşullardan hareketle devrilemez.  Bölgede izlenen stratejinin bir sonraki hamlesinde hedef olduklarının bilincinde olan Hanedanlık mensupları, ortak çıkarlarını savunmak üzere, aralarında süregelen iktidar mücadelesini bir tarafa bıraktılar. Fas’ta uzun bir dinlenme dönemi geçiren Kral Abdullah Riyad’a döndü. Dönüş güzergâhında, uçağı Kahire’ye indi. Kral Abdullah, hareket etmede zorluk çektiğinden dolayı, General El-Sissi’yi uçağında kabul etti [7].   ABD yönetiminin, yakın zamanlarda, ailesini iktidardan indirme yollarını aramayacağı teyidini aldı. Suudi Krallığı, niyetinin iyice anlaşılması için, IŞİD örgütünü kontrol ettiğini söyledi ve gelecekte de kontrol altına alacağı taahhüdünü verdi. Uçakta kendisine eşlik eden Prens Bander Bin Sultanı yeniden görev başına çağırma kararını vermişti.   Prens Bander, 2001’den ve Usame Bin Ladin’in ölümünden bu yana, uluslararası cihatçı hareketlerin başında bulunuyordu. Gizli savaşların büyük ustası Prens Bander, Beşar Esad’ı devirmede başarısızlık yaşadı. Suriye’de kullanılan kimyasal silah krizinde ABD’eyle anlaşmazlık yaşadı ve John Kerry’nin talebi üzerine görevden alındı. Görev başına dönüşü Suudilerin büyük kozudur: Prens Bander iş başında olduğu sürece, Washington yönetimi Suudi Krallığına karşı cihatçı saldırı düzenleyemez.   ABD Dışişleri Bakanı Kerry öfkeli bir şekilde, ve de beklenmedik bir zamanda, bütün yumurtaları aynı sepete koymaması için, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfetah El-Sissi’ye gerekli uyarılarda bulunmak üzere Kahire’ye gitti. Mısırdaki askeri rejimi artık Suudi bağışlarından tamamıyla bağımsız: John Kerry 572 milyon dolar tahsisatı (darbeden bu yana bloke edilen her zamanki yardımım üçte biri) serbest bıraktı ve Golan tepelerini istikrara kavuşturmak (aynı zamanda İsrail’in güvenliğini sağlamak) amacıyla taahhüt edilen 10 adet Apache helikopterin teslim edilebileceğini bildirdi.   Dışişleri Bakanı Kerry, Suudi Arabistan’da istikrarsızlık yaratma seyahatine devam ederek, 25 Haziran’da Brüksel’e giderek NATO zirvesine katıldı. Açıklamasında Irak’taki durumunun “stratejik açıdan istihbarat toplamaya, hazırlık çalışmalarına, bazı sorulara cevap bulunmasına, reaksiyon zamanlarına, karşılık verme doğasının düşünülmesine” evresine geçmesi gerektiğine vurgu yapıyordu: 4-5 Eylül’de Galler ülkesinde yapılacak zirve gündem maddesinden yer alabilecek “operasyonel kullanılabilirlik” konusu.  Bakan Kerry, ertesi gün, 26 Haziran’da, Paris’te, meslektaşları Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün Dışişleri Bakanlarıyla bir araya geldi. Birleşik Basından edinilen bilgilere göre, Washington yönetimi Suudi Arabistan ve Ürdün’ün, Irak’taki Sünnilere destek vermek üzere Bedevi kabilelerin sınırlarını geçerek silah aktarmasını ve parasal yardım yapmasını arzu ediyor (IŞİD’ı desteklemek) [8].                     Bakan Kerry, seyahatine devam ederek, 27 Haziran’da Suudi Arabistan’a gitti. Orada Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Ahmed El-Cerba ile görüştü. Yapılan açıklamada El-Cerba’nın (Kral Abdullah gibi) Bedevi Kabileleri Odasına üye olduğu ve Irak’a seyahat ettiğini ve “Suriye Ilımlı Muhalefetinin” Irak’ta istikrar sağlanması için yardım edebileceği vurgulandı [9]. Yapılan bütün yardımlarla Irak’ta askeri önemli bir rol oynayabilecekken, bazılarının Suriye’deki yönetimi devirmede nasıl oldu da “yetersiz” kaldıkları merak ediliyor ve IŞİD ile şahsi ilişkileri bulunan El-Cebra niye bu işi üstlensin.

Suudi resmigeçidi                              Suudi Kralı Abdullah, ABD Dışişleri Bakan Kerry’i ağırlamadan kısa bir süre önce,“terörist örgütler veya diğer yapıların ülkesinin güvenliğine zarar verebilecek duruma gelmesi haline karşılık, ulusunun kazanımlarını ve toprak bütünlüğünü, ülkesinin güvenliğini ve Suudi Arabistan halkının istikrarını (…) korumak amacıyla gerekli her türlü tedbirleri almaya karar verdi” [10].   Suudi Kralı Abdullah, Irak dosyası yönetimini, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın devrilmesinde başarısızlık yaşanması ve Obama yönetimine karşı husumet duyguları beslemesi nedeniyle Bakan Kerry’nin talebi üzerine, 15 Nisanda görevden el çektirdiği Prens Bander bin Sulatan’a emanet etti.  Riyad yönetimi, Washington’un Irak’ı bölme projesinde yardım etmeye hazırdır. Ancak, Suudi Arabistan sınırlarını aşmasına izin vermeyecek.  Ulusal Konsey tarafından iş başına getirilen Suriye “geçici hükümeti”, verilen mesajı alarak, General Abdullah El-Bashir’i görevden alıp, bütün askeri ekibini lağvetti. Artık ne askeri birliği ve ne de subayları bulunan Suriye Ulusal Konseyi kesin olarak söyleyebilir ki, taahhüt edilen 500 milyon dolar, ilgili ellerce teslim alınır alınmaz, doğrudan IŞİD’e aktarılacak.                 Thierry Meyssan                                Çeviren; Nizamettin Karabenk            Kaynak   El-Vatan (Suriye)
[1] «Discours à l’académie militaire de West Point», Barack Obama, Réseau Voltaire, 28 maggio 2014.
[2] “Obama: Notion that Syrian opposition could have overthrown Assad with U.S. arms a "fantasy"”, CBS, 20 juin 2014.
[3] «Crisis in Syria: Civil War, Global Threat», Ban Ki-Moon, Huffington Post, June 25, 2014. Version française : «Syrie: mettre fin à l’horrible guerre», Le Temps, 27 juin 2014.
[4] “Washington Irak’ı bölme planını uygulamaya koyuyor”, yazanThierry Meyssan, Tercüme Nizamettin Karabenk, Voltaire Sitesine , 16 Haziran 2014.
[5] “Kerry issues warning after Syria bombs Iraq”, by Hamza Hendawi and Lara Jakes, Associated Press, June 25, 2014.
[6] Le lecteur téléchargera ici le texte de l’exposé Powerpoint que m’avait alors transmis un informateur états-unien. Malheureusement, j’ai perdu les images. Taking Saudis out of Arabia, Laurent Murawiec, Defense Policy Board, 10 juillet 2002.
[7] “Saudi king makes landmark visit to Egypt”, Al-Arabiya, June 20, 2014.
[8] “US, Sunni States Meet on Mideast Insurgent Crisis”, Lara Jakes, Associated Press, June 26, 2014.
[9] «Kerry, Syrian Coalition Leader During Their Meeting in Jeddah», Department of State, June 27, 2014.
[10] « Décret de la Cour royale : le serviteur des Deux Saintes Mosquées ordonne de prendre toutes les mesures nécessaires pour préserver la sécurité du royaume », Agence de presse saoudienne, 26 juin 2014.
http://www.voltairenet.org/article184508.html

..

19 Şubat 2015 Perşembe

IŞİD Eliyle Irak'ın Yeniden Dizaynı: Kerkük'ten Sonra Musul Barzani'ye Peşkeş mi Çekiliyor?




  IŞİD Eliyle Irak'ın Yeniden Dizaynı: Kerkük'ten Sonra Musul Barzani'ye Peşkeş mi Çekiliyor? 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü - Irak
18 Ağustos 2014 Pazartesi
Cahit Armağan DİLEK tarafından yazıldı.


IŞİD'in Haziran ayı başında Musul'u ele geçirip Bağdat'a yönelmesiyle birlikte Irak ordusu ve  merkezi yönetime ait birimler her şeyini bırakıp kaçınca IŞİD 
teröristleri Irak ordusunun bütün askeri teçhizat, mühimmat ve silahlarına elkoymuş, bankalardaki paralarını (dörtbuçuk milyar dolar olduğu ifade ediliyor) 
adeta çalmış, IŞİD teröristleri elini kolunu sallaya sallaya Bağdat'ın kapısına dayanmıştı.

Ancak bu esnada başka bir şey daha oldu ve Peşmergeler başta Kerkük olmak üzere henüz IŞİD'in ulaşamadığı ancak Irak ordusunun kaçtığı yerlerde kontrolü ele geçirdi ve fiilen Kürt bölgesine kattı. Türkmeneli olarak bilinen ve Telafer'den Kerkük'ün güneyine kadar uzanan bölgedeki Türkmenler ise canlarını kurtarmak 
için Kürt bölgesine ya da Türkiye'ye geçmek istediler ancak kapılar yüzlerine kapandı ve halen binlercesi çöllerde, dağlık bölgelerde yaşam mücadelesi 
veriyorlar.

IŞİD başlangıçta Peşmergelerle herhangi bir çatışmaya girmedi. Böylece IŞİD saldırısının ilk ayında hem IŞİD hem de Barzani yönetimi en kazançlı kesimler 
oldu, kaybedenler ise Türkmenler olurken Maliki'nin de kaybetmekten başka şansının olmadığı ortaya çıktı.

Temmuz ayında başka bir şey oldu ve Irak'ta olup bitenler gündemden düştü. İsrail'in Gazze'ye saldırısıyla Gazze'deki Filistinlilerinin dramı dünyanın tek 
gündemi oldu. İsrail'in Gazze'deki işi bitince daha oradaki vahşetin gerçek boyutları kamuoyuna yansıtılmadan IŞİD tekrar dünyanın ana gündemiydi ancak bu sefer IŞİD Musul'daki Müslüman olmayan gruplara yönelik vahşi saldırıları Batı dünyasının gündemindeydi. Türkmenler için maalesef Türkiye dahil hiç bir ülke endişe duymayıp harekete geçmeyi aklının ucundan bile geçirmezken Müslüman olmayanlara yönelik saldırılar Batı'yı mobilize etmek için iyi bir manivela olmuştu.

Nitekim Musul'un batısında Rabia sınır kapısında ve Sincar bölgesindeki Peşmergelerin (ne tesadüftür ki aynı IŞİD'in ilk saldırılarında Irak ordusunun 
bırakıp kaçması gibi) kaçmasıyla önü açılan IŞİD'in Erbil'e çok yaklaşmasıyla oradaki Amerikan varlığının tehdit altına girdiğini ve IŞİD'in Müslüman 
olmayanlara yönelik saldırılarının soykırıma yöneldiği değerlendirmesiyle ABD, IŞİD'in seçilmiş hedeflerini vurmaya başladı, Erbil'e askeri danışmanlar gönderdi ve ilk defa Peşmergeye doğrudan askeri yardımda bulundu. Avrupa'nın önde gelen devletleri Fransa, İtalya, Almanya ve diğerleri bu konuda ABD'yi 
takip etti, askeri yardımın yanı sıra ekonomik yardımlar Barzani yönetimine akıtılmaya başlandı.

Irak'ın kuzeyinde bu gelişmeler olurken Bağdat'ta da kritik değişikler oldu. Uzunca süre direnen, topraklarını kaybeden, ordusu dağılan Maliki Başbakanlıkta kalma ısrarını sürdüremedi ve yeni Cumhurbaşkanı (Fuad Masum) yeni bir Başbakan (Haydar El Abadi) atadı ve böylece Maliki dönemi resmen sona erdi. Şimdi yeni Başbakan'a verilen görev muhtemelen Kürtlerin kazanımlarına ve fırsatçılıklarına göz yummak ve yeni hükümette Sünnilere de hatırı sayılır ağırlıkta yer vererek bazı kesimlerce "görünürde" IŞİD'in saldırılarının gerekçeleri arasında gösterilen hususları (Sünnilerin Irak merkezi yönetiminden dışlanması, ayrımcılık yapılması Saddam'ın yaptıklarına karşılık öce maruz kalmaları gibi) giderecek bir hükümet yapısı oluşturmaktır. 

Yeni Başbakan belirtilen esaslar çerçevesinde Bağdat'ta hükümet çalışmaları yürütürken Irak'ın kuzeyinin emanet edildiği Peşmergeler ve onları yönlendiren 
ABD liderliğindeki dış güçler askeri operasyonlarını sürdürmektedir. Şimdilik sadece ABD (önümüzdeki günlerde diğer ülkeler de katılacaktır) havadan IŞİD'i 
vururken, yerde Peşmerge kuvvetleri aldıkları askeri yardımla birlikte Bazı yerlerde IŞİD'i püskürtmeye başladı. Bu konuda Mahmur bölgesinde başarılı olan Peşmerge (ve tabii ki PKK'yı unutmamak lazım; çünkü PKK resmen olmasa da ABD'nin içinde olduğu bir harekatta yer alarak ve aynı fotoğraf karesine girerek uluslararası arenada bir aktör olarak tanınırlıkta önemli bir mesafe kat ettiği gibi Peşmergeyle birlikte ortak hareket etmenin gereği olarak Peşmergeye ulaşacak askeri yardımlardan kendisine de pay düşecektir) son olarak Musul barajının IŞİD'den geri alınmasında ABD'nin başlattığı hava operasyonlarının yerdeki bölümlerini tamamlamakta ve belli bazı ilerlemeler kaydetmekte, IŞİD'e geri adım attırılmaktadır. 

Bu operasyonlarda Irak ordusunun değil de Peşmergenin ön planda olması Barzani yönetimini yeniden heveslendirmiştir. IŞİD Musul'u ele geçirirken fırsattan istifadeyle Kerkük dahil arzu ettikleri tartışmalı bölgeleri kontrol altına alan Barzani yönetimi, şimdi IŞİD püskürtülürken bu sefer Musul'un tamamını kontrol altına almayı ve terk etmemeyi düşünüyor.  Bunu da IŞİD'i Musul'dan kovmanın ödülü olarak görüyorlar.

Her şey öngördükleri gibi gerçekleşse ve IŞİD Irak'tan çıkarıldığında Sünnilerin Irak yönetimi içinde tutulması ihtiyacından hareketle Musul'un tamamen Kürtlere teslim edilemeyeceği gerçeği düşünüldüğünde Barzani yönetimi en azından masada daha kuvvetli olmayı sağlayacak ve geçmişte dillendirdikleri şekilde Dicle'nin doğusunda kalan Musul topraklarının Kürt bölgesine katılmasını sağlayabilecek pozisyon üstünlüğüne sahip olacaklardır. Böylece şimdi açık arazide yaşam mücadelesi veren Türkmenlerin hiç bir direniş gösteremeyeceği de dikkate alındığında Türkmeneli olarak bilinen bölgeler Kürt bölgesel yönetimini topraklarına katılacaktır.  ABD ve diğer Batı ülkelerinden doğrudan askeri yardım alan Barzani yönetimi artık askeri anlamda sözü dinlenir bir aktör olmanın yanı sıra Irak'ın siyasi sınırları içinde kalmakla birlikte dış ülkelerle her alanda doğrudan ilişki kurabilen fiili bir üstünlüğe ve hakka da kavuşmuştur. Ayrıca Musul barajını ve Dicle nehrini kontrol eden bir Kürt yönetimi Bağdat yönetimi üzerinde baskı kuracak bir başka manivelayı ve geleceğin savaşlarının ana unsuru olana silahı yani "su"yu da ele geçirmiş olacaktır. Barzani yönetimi artık bağımsız bir devlet olarak tanınmasa da bağımsız bir devlet statüsüne kavuşmuştur.

Bütün bu gelişmeler IŞİD'in Maliki yönetimince yıllardır dışlanan, eziyet edilen Sünni kesimin ayağa kalkışının sonucu kurulmuş bir örgüt değil, aksine 2011'de 
Irak'ı terk eden ABD liderliğindeki Batı koalisyonunun yarım kalan işlerini tamamlamak üzere Irak'ı konjonktürel olarak yeniden dizayn etmek için özel 
olarak Irak'a sokulmuş bir örgüt olduğu izlenimini kuvvetlendirmektedir.  Zaten Batı basınında buna ilişkin bazı haber ve istihbarat bilgileri de kamuoyuna 
yansımaya başlamıştır.

Haziran ayından bugüne kadar olanlara baktığımızda binlerce kişininkatledilmesi, yüz binlerce kişinin yerinden edilmesiyle birlikte Irak'ta iç sınırlar Kürtler lehine yeniden çizilmekte, Bağdat'ta güç paylaşımı yeniden düzenlenmektedir. Yeni Irak'ta Sünnilerin merkezi yönetimde daha fazla söz sahibi olacağı iddia edilirken kesin olan şey ise Kürtlerin en büyük kazanan ve söz sahibi olduğudur.

Bugüne kadar topraklarını en az yüzde kırk oranında genişleten, petrol kaynağı Türkmen şehri Kerkük'ü ele geçiren Barzani yönetimi Irak'ın tek gelir kaynağı 
olan petrolün çıkarılmasında ve satışında Kerkük ve kuzeyinde adeta vanayı ele geçirmişken son günlerde Musul'daki gelişmelerle birlikte topraklarını daha da 
genişletme imkanına kavuşacak, belki daha da önemlisi olarak Musul barajını kontrolüne almasıyla bölgede geleceğin savaşında ana sebep olacak suyun başını da ele geçirmiş olacak, Dicle nehrinin sınır olmasıyla Sünniler ile arasındaki sınırlar daha da belirgin hale gelecektir. Şiiler ise merkezi yönetimin başında kalmak ve Irak'ın güneyinde petrollere sahip olmakla yetinmek zorunda kalacaklardır. 

Bu yeni dizaynın tam olarak gerçekleşip gerçekleşemeyeceği, gerçekleşse bile ne kadar süreceği belli olmamakla birlikte kısa süreli olacağını yani bir geçiş süreci olacağını söylemek mümkündür. Suriye'deki durumun ne olacağının, bu bağlamda kuzeyindeki Kürt bölgelerinin nasıl bir statüye kavuşacaklarının biraz 
daha belirginleşmesiyle ve Türkiye'deki sözde çözüm sürecinin sonunda "PKK devletçiğinin" ortaya çıkmasıyla birlikte tetiklenecek büyük Kürdistan hayali, 
içinde Türkiye'nin de olacağı bir bölgede yeni haritaları dayatan yeni savaşları yaşatacaktır. Ve maalesef Türkiye'deki sözde çözüm sürecinin tek hakimi ve 
kurgulayıcısı İmralı'daki teröristbaşının son mesajındaki "otuz yıllık savaş sona erecek" yalanının aksine şu anda yanlış düzlemlerde yürütülen süreçler ve 
ilişkiler asıl savaşların fitilini ateşlemek üzeredir.

..