Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2020 Pazartesi

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH., BÖLÜM 5

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH.,  BÖLÜM 5




2.6. DÜNYADA SİYASÎ MİZAHIN KULLANIMINDAN BAZI ÖRNEKLER 


 C:\Users\ww\Downloads\tumblr_luio6piKyq1qze2tmo1_r1_1280.jpg

(Karikatürdeki yazılar: Editor; “Her şey Demokrasi İçin”. Kapitalist; “Her şey şeref için”. Politikacı;” Her şey barış için”. Başkan;” Her şey İsa İçin”. Kaynak: Hart, Boss 2007: 42). 

Mizaha bir çıkış noktası aramak beyhude bir uğraş olacaktır. Mizah, ne bir siyasal sistem, ne bir edebî akım ne de bir sosyolojik/antropolojik/felsefi bir kuramdır. Mizah bir “çatışma” hâlidir ve dolayısıyla “şu tarihte, şurada doğdu” diyemeyiz. Bu da demek oluyor ki, insanın herhangi bir uzvu gibi, her zaman doğasında ve varlığında olagelmiştir. 
Mizah üzerine ilk söylenenler, mizaha dayanak oluşturan gülmenin yanı sıra komedya kavramına dair konuşulanlarda mevcuttur. Dünyada mizah yakın çalışmalar, komedya ile başlamıştır. 
Antik Yunan filozofları, komedyayı o dönem için eleştirmişlerdir. Aristo, komedya hakkındaki söylediklerini sınırlı tutar. O dönemdeki gülme öğesinin fiziksel kusurlar ve eksiklikler olmasından hareketle, kişisel taşlamaya karşı olduğunu, acıtıcı alayı kınadığını belirtir (Şener 2008: 50). Platon ve Aristo gerek siyaset gerekse komedi üzerine teoriler oluşturmuşlardır; ancak bu iki kavramı birbirlerinin dışında tutmayı yeğlerler. “Onların politik ahlakları gözlerini kör eder” ( Schutz 1997: 38). 

“Aristophanes, komedyanın yalnızca eğlence sağlamakla kalmadığını, ayrıca toplumun beğenisini eğittiğini, ahlak eğitmeni ve siyaset danışmanı görevini ileri sürmüş, eserlerinde doğruyu, gerçeği söylediğini, büyük mevkilerdeki kötü kişilere saldırarak ülkeyi pakladığını belirtmiştir” (Şener 2008: 52). 

Antik Yunan’dan günümüze uzanan siyasi mizaha işlevsellik açısından bakmak yararlı olacaktır. Mizahın, siyasetteki rolü, toplum düzenindeki istikrar arayışı yahut yıkıcı/yapıcı/onarıcı performansı tüm Dünya ülkeleri için söz konusu olabilir. Mizah evrensel bir gelenektir. Salt bir bölgeye ya da bir millete / halka / topluma ait olamayacak kadar hitap ve etki alanı geniş bir kültür öğesidir. Tüm Dünyadaki ülkelerin ya da toplulukların mizah anlayışları ve gelenekleri birbirlerinden farklı nitelikler gösterebilir. 

Mizah yapmak ciddilik istemesinin yanında geniş bir bilgi birikimine de sahip olmayı gerektiriyor. Mizahın komediden ayrılan yanı da budur. Sadece güldürmek için özellikle günümüzde kişi taklitleri, bölgesel ağız farklılıkları, bedensel gösteriler, beklenilenin tam aksi hareketler, argo, cinsellik gibi konular yetebiliyor. Ancak mizah yapmak farklı bir perspektif istiyor. 
Mizah evrensel bir gelenektir. Salt bir bölgeye ya da bir millete/halka/topluma ait olamayacak kadar hitap ve etki alanı geniş bir kültür öğesidir. Tüm Dünya’daki ülkelerin ya da toplulukların mizah anlayışları ve gelenekleri birbirlerinden farklı nitelikler gösterebilir. 
Mizah kültürel doku, toplumsal ve hukuksal normlar, geleneksel motifler ya da coğrafik farklılaşmalar gibi pek çok unsurdan etkilenir. Örneğin, Amerika’da çizilmiş bir karikatür sadece gülümsetirken, Ortadoğu’da farklı sonuçlara daha açık bir ifadeyle hukukî cezalara götürebilir. 

1998 yılında bazı ülkelerde yapılan 1 Nisan şaka örnekleri şöyledir. 

“ Japonya’nın Asahi Şimbun gazetesi politikacılara gerçekleri söyletecek, 
sözlerindeki şifreleri çözecek bir makinenin icat edildiğini; Portekiz’de yayın 
yapan Radyo-Paris, İran milli futbol takımının Dünya Kupası’na gitmekten 
vazgeçmesi üzerine FIFA’nın Portekiz milli takımını kupaya seçtiğini; Kıbrıs Rum 
Radyosu, Kıbrıslı Türkler katılamadığı için Rum tarafının da Eurovision şarkı 
yarışmasına katılmaktan men edildiğini; BBC radyosu ABD’de hem yumurta hem de süt veren tavukların yetiştirilmeye başlandığını; bir Danimarka gazetesi 
rahibeler için bacakları ve göğsü açıkta bırakan seksi giysiler tasarlandığını; 
Senegal’de yayımlanan Vel Fecr gazetesi ülkeye giden Amerikan Başkanı 
Clinton’un Dakar Camii’ni ziyareti sırasında Müslümanlığı kabul edeceğini ve 
adını da Bilal olarak değiştireceğini; Vietnam’ın Thanh Nien gazetesi Diego 
Maradona’nın savaş konusunda çok cesur oldukları için Vietnam halkının milli 
takımını çalıştırmaya karar verdiğini haber olarak ilettiler. Türkiye’de Gözcü 
gazetesi ise Mesut Yılmaz ile Tansu Çiller’in görüşmesini seçim pazarlığı olarak 
yorumlarken, Akşam gazetesi oyunculardan biri dopingli çıktığı için Kocaeli’nin 
Fenerbahçe karşısında hükmen yenik sayıldığını ve ligin allak bullak olduğunu 
yazarak 1 Nisan şakası yaptılar.” (Ökten 2001: 150). 

Bu yazıyı kaleme alan yazar, Türkiye’nin şaka/mizah anlayışını diğer ülkelerle 
mukayese etmiş; hatta, Türk şaka anlayışını eleştirmiştir. Ancak, şöyle bir bakış açısı da ortaya çıkmaktadır. Toplumlardaki kültürel doku, yaşanan hassasiyetler, toplumun sıkı sıkıya sarıldığı dinî/millî motifler mizah anlayışlarını direkt olarak etkilemekte hatta şekillendirmektedir. 1998’de Türk medyasının yaptığı şaka, Türk toplumunun siyasete olan ilgisini ve futbola olan düşkünlüğünü ispatlar nitelikte görünmektedir. 

2.6.1. Amerika Birleşik Devletleri 

Amerikan mizahında, cinsellik, etnik mizah ve kaba şakalaşmalar oldukça yaygındır. 
Aynı zamanda Knauer’in dediği gibi agresiflik Amerikan mizahında görülür (Torun 2006: 76). Bu anlamda, Amerikan başkanlarından Franklin Delano Roosevelt için aşağıda anlatılan anekdot, Amerikan toplumunun sivri ve saldırgan mizahına örnek teşkil edebilir: 

“Başkan Franklin Delano Roosevelt, alçakgönüllülük için ironik mizahı kullanırdı ve politika oyununda heyecanlı bir artistti. Aynı zamanda, dolaylı olarak rakipleriyle alay ederdi. Başkanın favori öyküsü, New York’un Cumhuriyetçi Westchester ilçesinde bir trende anlatılır: Her sabah, bir adam tren istasyonunda gazeteci çocuğa bir çeyreklik veriyor ve bir gazete seçiyor. İlk sayfaya göz ucuyla bakıyor ve gazeteyi trenden dışarı fırlatıyor. Sonunda, gazeteci çocuk, merakla müşteriye neden sadece ilk sayfaya baktığını sordu: 

“Ben ölüm ilanlarıyla ilgileniyorum” dedi adam. 

“Fakat onlar yirmi dördüncü sayfada olurlar ve sen onlara hiç bakmadın” dedi genç. “Genç, benim ilgilendiğim o.çocugu birinci sayfada olur.” (Schutz 1977: 266) 

Amerikan siyasetinde nükte denildiğinde ilk akla gelen isin şüphesiz ABD eski 
başkanlarından Abraham Lincoln’dür. Kendisi hakkında anlattığı hikâyeler şöyledir: 

“İki dindar kadın tren kompartımanında konuşuyor. Biri der ki: “Jefferson 
Davis’in kazanacağını zannediyorum.” Diğeri sorar: “Nereden biliyorsun?” İlki 
cevap verir: “ Çünkü Jefferson mütedeyyin bir insan. 22 
” İkincisi “Haklısın, ama Lincoln de mütedeyyin bir adam.” İlki cevap verir:” 
Evet, ama Allah onun şaka yaptığını zannedecek” (Muallimoğlu 1997: 130). 

22 Mütedeyyin, dine bağlı, dindar anlamına gelmektedir (Develioğlu 2002: 763). 

Lincoln’un şaka sever tavrı halk tarafından bilinmektedir ve aralarında konuşan iki kişi Lincoln’un dindarlığı üzerine böyle bir espri yapabilmektedirler. 
“Lincoln’un fiziksel görüşünü pek de iyi değildir. Hatta birçoklarına göre çirkin 
bir adamdır ve çirkinliğini konuşmalarına konu yapar. Lincoln ile senatör Stephen Dougles ile aralarında geçen diyalogda Dougles, Lincoln’ü ikiyüzlülükle suçlar. Lincoln: “Bu konuda dinleyicilerin hükmüne müracaat etmeyi tercih ederim” dedi ve ekledi: “ Eğer benim bir diğer yüzüm daha olsaydı, hiç bu gördüğünüz yüzü takınır mıydım?” (Muallimoğlu 1997: 131) 

Nüktedanlık, bir sözel sataşma halinde, ustaca kendisine edilen lafın altından 
kalkabilmek; hatta, lafı gediğine koyabilmektir. Lincoln’e yönelik yukarıdaki 
“ikiyüzlü” suçlaması, onun bir şekilde karşı tarafı yenilgiye uğratmasını 
gerektirecektirmiştir. Kendi fiziksel özelliklerini bile, bu durumda kullanan 
Lincoln, “ikiyüzlü” kelimesini mecazen yerinde bir espriyle değerlendirmiştir. 

“Lincoln’e bir adamı övüyorlarmış: 
-Bütün ömrü bilgi denizinde yüzmekle geçti. Çok değerli, iktidar sahibi bir şahsiyettir... 
Meğer adamı Lincoln de tanıyormuş. Anlatılanlara başını sallamış: 
-Haklısınız, hayatı boyunca bilgi denizinde yüzdü; ama daima hiç ıslanmadan çıktı.” 

Lincoln, bir başka isim için kendisine yapılan yorumlar üzerine, mecazlı bir 
anlatım sergilemiştir. Aslında, Lincoln’un bu fıkradaki tavrı, övülen insanı 
hicvetmeye yöneliktir. Zira, övülen kişi, çok bilgili bir adam olsaydı, Lincoln’un 
tanıması gerekirdi. Bu anlamda, Lincoln övülen kişinin bilgi arasında dolaşmış 
olabileceğini; ancak, o bilgilerden hiç faydalanmadığını ifade etmeye çalışmıştır. 

Bunu da kendine has bir nükte ile ifadelendirmiştir. 

“Lincoln başbakanken bir genç iş istemek için huzuruna çıkmış. Konuya girmeden önce de dedesinin, babasının, amcasının iç savaş sırasında gösterdikleri kahramanlıklardan, bu yolda hayatlarını bile feda ettiklerinden bahsetmiş. Lincoln delikanlıyı sakin sakin dinledikten sonra tepkisini şöyle dile getirmiş: 
-Evlât, sen bana patatesi hatırlatıyorsun. Zira onun da en iyi tarafı, - işe yarayan kısmı- toprak altındadır.”23 

Abraham Lincoln’un, genç bir delikanlı ile diyalogu verilmiştir. Ancak, sıradan bir 
diyalog olmadığı gibi, benzetme ile bir istihza söz konusudur. Lincoln’un delikanlıya olan bu tavrı, iş istemek için geldiğinde, kendisinden ziyade, akrabalarının özelliklerini anlatmasından kaynaklıdır. 

Öte yandan Amerikan mizahının cüretkâr tarafı ABD’nin Fox isimli kanalında 
yayımlanan bir animasyon dizisi olan Family Guy’ı adlı dizinin 11 Mart 2007 tarihli bölümünde ABD eski Başkanı Bill Clinton üzerinden mizah yapılmasıyla kendini gösteriyor. Bölümün adı Bill and Peter Bogus Journey. Peter, Bill Clinton’ın arabasını tamir ederken sakatlanıyor. Bill Clinton da Peter’ı ziyarete geliyor. Peter ile Bill’in yatak sahnesi ve ot içme sahneleri kanal tarafından sansürleniyor ancak dizinin DVD formatında tüm sahnelere erişmek mümkün. 
Voa News’ün haberine göre; Lewis Black televizyonda siyasi mizah yapan “Daily 
Show with Jon Stewart” programında ün saldı. Stewart ve Black, Amerika’da medyayla ve siyasetçilerle dalga geçen komedyenlerin başında geliyor. “Komedyenler artık kamuoyu oluşturmaya başladı. Kamuoyu yoklamalarına göre gençlerin temel haber kaynağı bu mizah programları.” Hatta, habere göre Amerikalıların çoğu siyasette kutuplaşmanın aşırıya kaçtığını düşünüyor. Siyasetçilere güven tükeniyor. Ancak anlaşılan o ki seçmenin güvendiği başkaları var: komedyenler. Lewis Black siyasetçilerin riyakârlığını gözler önüne sermenin önemli olduğunu vurguluyor: “Halka bu aptalların işe yaramaz olduğunu hatırlatmak bize düşüyor.” şeklindeki ifadesi dahi Amerikan mizahının keskin ve sivri dilini gösteriyor.24 

23 http://ebitik.azerblog.com/anbar/6218.pdf) 
24 (http://www.turkishny.com/hot-news/50-hot-news/38989-amerikada-siyasi-mizahn-gucu/printing). 

Amerikan mizahı, sözlü mizahta olduğu kadar, karikatür mizahında da oldukça agresif ve cüretkardır: 

 C:\Users\ww\Desktop\shoe-fits-sb1216d.jpg

(Karikatürün yazısı: Eğer ayakkabı olursa (uyarsa anlamında kullanılmıştır). Karikatürdeki şahsın sağ kulağındaki ayakkabının üzerinde “ekonomi”, sol kulağının üzerindeki ayakkabıda ise “Irak” yazmaktadır. Kaynak: (http://politicalhumor.about.com/od/bushcartoons/ig/Bush-Cartoons/If-The-Shoe-Fits.htm) 



 C:\Users\ww\Desktop\dick-quiz.jpg

(Karikatür yazısı şöyledir: 2002 Irak’ın Kitle İmha Silahları Var (Wmds: Weapons of mass destruction) 2003 Irak ve El-Kaide işbirliği içindeler. 2006 Biz işkence etmeyiz. 2009 Güvenliğimizi korumalıyız. 
Kaynak: 
(http://politicalhumor.about.com/od/dickcheney/ig/Dick-Cheney-Cartoons/Dick-Cheney-Quiz.05XT.htm) 

2.6.2. Rusya 

Rusya’da özellikle Komünizm dönemindeki şakalar, geleneksel ve demokratik 
toplumlarda söylendiğinden daha çok kişisel, politik, zekâ ürünü ve tarihsel öneme sahipti; ama, kontrolü ele geçirmeye bağımsızlığı, sosyal kuruluşları değiştirmeye veya heyecan duymaları için ısrar etmeyi amaçlamıyordu (Davies 2007: 292). 

“-Rusya ve Hindistan arasında ne fark vardır? 

 -Hindistan’da bir insan diğerleri için açlıktan ölür ve Rusya’da insanlar bir insan için açlık çeker” (Davies 2007: 295). 

Sovyet Rusya’da üretilen bu fıkra, toplumda bazı insanların Komünizm rejimine 
yönelik rahatsızlıkları olduğu göstermektedir. Toplumun hepsi tarafından memnuniyetle karşılanmayan Komünizm’in sınırlı üretim sistemine yönelik bir hicvi, bu örnekte görebilmekteyiz. 

“Sovyetler Birliği 1964 yılında Kanada’dan buğday aldığında, Radyo’da halka bir soru soruldu. 

Ermenistan: Neden buğdayı Kanada’dan aldık? 

Kapitalizm’in eksikliğinden… Kronik aşırı üretim…” (Davies 2007: 299). 

Bu örnekte ise hem Komünizm, hem Kapitalizm eleştirilir. Bir ülkenin başka bir ülkeden tarım ürünü alması Komünizm’in sınırlı üretiminden kaynaklanmıştır. Kapitalizm ise kâr amaçlı bir üretim sistemi olduğundan aşırı üretim görülebilmektedir. Bu iki sistemin, eksiklikleri bu fıkrada, esprili bir dille anlatılmıştır. 

“İki Rus, Stalin mi yoksa Başkan Hoover mı daha iyi diye tartışıyordu. 
Biri ‘’ Hoover Amerikalıların içmemesi gerektiğini düşünüyor’’ dedi. 
Diğeri ‘’Evet ama Stalin de onların yemek yememesi gerektiğini düşünüyor‘’ diye yanıtladı (Davies 2007: 295). 

Bu örnekte ise, iki farklı devlet liderlerinin mukayesesi verilirken, maksat Amerikan rejimi karşısında, Sovyet Rusya rejimindeki Komünizm’in sınırlayıcı ilkesi ile alay etmektir. 

 “ Bir fili bir gazeteye sarabilir misin? 
Eğer kâğıt, Khruschev’in konuşmalarından birini içeriyorsa, evet!” (Davies 2007: 295). 

Bu örnekte ise Nikita Khruschev’in25 uzun süren konuşmaları esprili bir biçimde anlatılmıştır. 

25 27 Mart 1958- 15 Ekim 1964 Dönemlerinde Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulu Başkanlığı yapmıştır.( 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Nikita_Kru%C5%9F%C3%A7ev) 

2.6.3. İngiltere 

Knauer’e göre; “İngilizler bir başkasının başına gelmiş bir talihsizliğe gülmeyi tercih ederler.” Belki de bu bir savunma mekanizmasıdır. “Genellikle İngilizler insaflı insanlardır; ama, her nedense size yardım etmeden önce gülerler. İngilizlerin kendi durumlarına gülmek yani kendilerinle dalga geçmek gibi de önemli özellikleri vardır” (Aktaran Torun 2006: 74). 

“1950lerde İngiliz parlamentosunun bazı “tabu”ları var idi. Mebuslar birbirlerine aptal ya da yalancı diye hitap edemezlerdi. Dönemin Başvekili Winston Churchill, 16 Şubat 1953’teki bir parlamento oturumunda Sosyalistlerden şu şekilde bahsetti: 

“Daima şuna dikkat ediyorum. Muhalefet partisi üyeleri, kendilerinden sadır 
olmadığı için kabul etmeyi reddettikleri zihni tekliflerle karşı karşıya kaldıkları 
vakit, kazan altında çatırdayan boynuz seslerini hatırlatırcasına gülüşüyorlar. 
İncil’de şöyle bir pasaj var: Kazan altında çatırdayan boynuzların çıkardığı ses ne ise, aptalın gülüşü de öyledir ” (Muallimoğlu 1997: 257). 
Mizahın, zekâ ürünü olduğu bu noktada anlaşılıyor. Direkt aptal kelimesini yasa gereği kullanamayan Churchill, İncil örneğiyle bunu ifade edebiliyor. 
İngiliz mizahı Felsch için “Biraz ironi ve dokunaklı alayla şekillenmiş tuhaf ve gülünç bir yanı vardır” der (Aktaran Torun 2006: 74). Winston Churchill hakkında anlatılan başka bir anekdot; Felsch’in bahsettiği ılımlı tuhaflığa işaret eder: 

“Churchill, 85. yaş günü kutlamalarına gazetecileri de çağırmış. Parti çok 
kalabalık olmuş ve neşeli geçmiş. Davetli gazeteciler veda edip ayrılırken 
Churchill için bir temennide bulunmuşlar. 
-Efendim yüzüncü yaş gününüzü de böyle neşeyle kutlamayı dileriz... 
- Elbette kutlarız. Kendinize iyi bakarsanız niçin olmasın?” 

Felsch’in bahsettiği “dokunaklı alay” ibaresi ise aşağıdaki anekdotta görülür: 

“Türklere karşı Yunanlıları kışkırtması ve Yunan yandaşlığı ile de tanınan İngiliz 
Başbakanlarından Lloyd George (1864-1945), oldukça kısa boyluymuş. Bazen 
bundan üzüntü ve kompleks duyduğu da olurmuş. Bir siyasal toplantıda, toplantı başkanı, Lloyd George’u takdim ederken: 

 - Ben L.George’u her bakımdan büyük bir insan sanırdım. Gördüğünüz gibi alçacık boylu biri, demiş. 

 L.George sözlerine bu takdim edilişe cevap vermekle başlamış: 

- Sayın başkan, benim doğduğum yörelerde insanların büyüklüğünü anlamak için çenesinden yukarısını ölçerler. Görüyorum ki siz çenesinden aşağısını ölçüyorsunuz.”26 

26 (http://ebitik.azerblog.com/anbar/6218.pdf) 

Bu örnekte, toplantı başkanının Lloyd George ‘ye “kısa boyluluğu” üzerine sözel bir sataşması vardır. Toplantı başkanının amacı Lloyd George üzerinden kusur gösteren bir şaka yaparak, toplantıdakilerin bu duruma gülmelerini sağlamaktır. Ancak, Lloyd George’nin hazırcevabı sayesinde, kendisini bu durumdan kurtarabilmiştir. Hatta, asıl “alay eden” kendisi olmuştur. 
1916- 1922 yılları arasında İngiltere başkanlığı yapmış David Lloyd George hakkında şöyle bir anekdot anlatılır: 
“ Bir seçim nutku söylerken bir kadın, Başvekilin sözünü kesti: 

-Eğer ben senin karın olsaydım, yemeğine zehir katardım. 

Başvekil hemen cevap verdi: 

-Muhterem hanımefendi, eğer ben de sizin kocanız olsaydım, o yemeği hemen yerdim” (Muallimoğlu 1997: 161). 

David Lloyd George, kendisine yapılan bu sözel sataşmayı, hazır cevaplılığıyla 
karşılamıştır. ilk okumada nazik bir yanıt gibi görünen Başkanın sözleri, en az kadının yaklaşımı kadar rencide edebilecek tarzdadır. Ancak bu örnekteki mizahî söylemin, dolaylı ve kurgusal anlatımı durumu kurtarabilmektedir. 

2.7. TÜRKİYE’DE SİYASÎ MİZAHIN KULLANIMINDAN BAZI ÖRNEKLER 

Gülin Öğüt- Eker’in ifadesiyle, “bir tüketim nesnesi haline gelen mizahın, popüler kültürün bir fenomeni mi yoksa içgüdüsel ortaya çıkan bir muhalefet mekanizması mı?” olduğu sorularının cevabı, mizahın kullanım alanlarının genişliği sebebiyle, her iki durumu da karşılayabilmektedir. 
“Bu anlamda mizah, gülümseme veya kahkaha gibi bir eylemle reklam, sinema, 
ekonomi, siyaset, spor vb. çok farklı alanlarda hedef kitlenin zihnine söz, yazı, resim vb. aracılığıyla gönderilen bir tür yönlendirici mesajdır” (Öğüt-Eker 2009: 203). Siyasî mizahın, gerek mizahçılar gerekse siyasîler açısından kullanım amaçları da birbirlerinden farklı yöntemler izleseler de, nihayetinde bu aşamalar mizah kanalıyla birer politik propagandaya dönüşmektedir. 

Kitle iletişim araçlarının artması, yaygınlaşması daha önemlisi iyiden iyiye 
modernleşmesi üzerine siyasal iletişim dilinin ve icra ortamlarında da farklılıklar 
gözetilmiştir. Siyasetin bir pazar olarak görülmesi beraberinde ürün, pazarlama, sunma, satış, reklam, alış-veriş, ikna gibi kavramları da ortaya koyar. Siyasetçi, rekabet ortamının vermiş olduğu hırsla ürününü pazarlayabilecek yeni yöntemler arayacaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti siyasî tarihine baktığımızda, siyasîler esas itibariyle mizahı, 
gündelik söylemlerinde ve siyasî münasebetlerde kullanmışlardır. Aşağıdaki örneklere baktığımızda, bilinçli/bilinçsiz bir mizahsal tavır karşımıza çıkmaktadır. 

2.7. 1. Demokrat Parti Dönemi Siyasetçileri 

Demokrat Parti, Türkiye’nin çok partili hayata geçişinin sembolüdür. Tabii, çok partili hayatla birlikte, mizahın da salt iktidar nezdindeki tutumunda yeni bir devinim oluşacaktır. Mizahçılar açısından bakıldığında, Adnan Menderes çizimleri mizaha yeni bir süreç katmıştır. Siyasîler tarafında da, CHP’ye muhalif ve etken bir siyasi oluşumun varlığı, karşılıklı siyasi söylemlerde mizahın kullanımına olanak verecektir. Zira, mizahın “çatışma” halinden beslendiği düşünülürse, çatışmak için de en az iki “taraf”a ihtiyaç vardır. 

“Bir dönem siyasetle ilgilenmiş olan edebiyatçı Arif Nihat Asya, 1950 seçimlerinde DP Adana listesinden aday olmuş. Adaylığı kesinleştikten sonra bazı dostları A. Nihat’a: “Sen, CHP’nin Adana’dan Kasım Gülek, Kemal Satır, Cavit Oral gibi devlerinin karşısına hangi cesaretle çıkıyorsun?”diye sorarlar. 

Seçim öncesi bir mitingde konuşan A. Nihat Asya sözlerine dostlarının 
uyarılarından ilham alarak şöyle başlamış: 

“Sevgili Adanalılar! Politikaya soyunmamızdan sonra bazı dostlarım bana "Sen 
CHP’nin Adana’dan falan filan devlerine karşı hangi cesaretle çıkıyorsun?" diye 
sordular. Gerçekte ise bu söz bana cesaret verdi. Çünkü şimdiye kadar sizin 
karşınıza hep birtakım devler çıktı. Biraz da insan görün diye ben huzurunuza 
çıkmış bulunuyorum!” 

Yukarıdaki söylem, Demokrat Parti’nin CHP eleştirilerine dair bir örnektir. Söylemdeki maksat, CHP’nin toplumun bakış açısındaki CHP imajını zedelemekken, “insan görün” ibaresindeki sözel sataşma, aynı zamanda bir hiciv niteliğindedir. 
Demokrat Parti bakanlarından Emin Kalafat’ın oldukça kısa boyu, Adnan Menderes’in şaka malzeme olur. Menderes’in ilk kurduğu kabinede bakan olamayan Kalafat bir gün hayal kırıklığı içerisinde Menderes’in yanına gelir: 

“- Sayın başbakanım, bakanlarınızı neye göre tespit ediyorsunuz acaba? 
Menderes’in cevabı güzel bir espri olarak o günlerde uzun zaman dillerde dolaşmış: 

-Boy sırasına göre Eminciğim, boy sırasına göre…”27 

27 http://ebitik.azerblog.com/anbar/6218.pdf) 

Bu söylem ise Adnan Menderes’in mizahsal tavrına örnek teşkil edebilir. 
Karşısındakinin muhtemel gerilimini azaltmak için, Menderes’in bu mizahî söylemin altındaki istihzayı da görmezden gelemiyoruz. 

2.7.2. Erdal İnönü., 

Türkiye siyasal tarihinde parti liderliği ve başbakan yardımcılığı yapmış Erdal İnönü, Türk siyasetinin gergin simaları arasında bir istisnadır. Genellikle gülümser bir yüz ifadesi ile belleklerde kalan İnönü, mizaç itibariyle mizahtan yana olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 
Siyasete atıldığı il zamanlarda bir CHP’linin otobüsün önüne atladığında aralarında şu diyalog geçer: 

“-Senin Uğrunda ölürüm' 
-Sakın ha ölme, bir oya bile ihtiyacımız var. 28 

28 http://www.sodev.org.tr/Etkinlikler/2010/erdal_inonu_anildi.htm 

Erdal İnönü, SHP genel başkanlığı dönemimde diğer sol parti liderleri ve bürokratlarla bir restorana gider. Garson ile aralarındaki diyalog ise şöyledir: 

“-Bir şey almak ister misiniz, efendim? 
- ´Teşekkürler biz birbirimizi yiyeceğiz” 

İnönü, basitçe sol görüşü benimsemiş siyasilerin, sürekli olarak çekişmelerini, ortak bir paydada buluşamadıklarını, “birbirini yemek” deyimiyle özetlemiş, bir yerde kendileriyle alay etmiştir. 

Bir miting öncesi SHP milletvekili ile İnönü arasında bir konuşma şöyledir: 

“Milletvekili: Sayın Genel Başkanım siz iyi konuşamıyorsunuz, bakın Özal’a esip 
gürlüyor. 

İnönü: Peki ne yapacağım 

Milletvekili: Konuşurken masaya yumruğunuzu vuracaksınız, biz şöyle partiyiz, 
şöyle yaparız, böyle yaparız diye kükreyeceksiniz. 

İnönü kürsüye çıkar, yumruğunu masaya vurur ve şöyle der: 

-Bir öyle bir partiyiz ki adamı…Devamını bu arkadaş söyleyecek.” 29 

29 http://gunlukmizah.com/tag/erdal-inonu/ 

İnönü ile milletvekili arasında geçen bu diyalog, esas itibariyle İnönü’nün siyasete yaklaşımı hakkında ipuçları vermektedir. Siyasetin “çatışmacı” hallerinden uzak, çoğu zaman ılımlı bir üslup kullanan İnönü için, milletvekilinin önerileri uygunsuz görünmektedir. Anlayışını sergilemek adına, bu anekdotta İnönü, sözü millet vekiline vermiş; hatta onu zor bir duruma düşürmüştür. 


 6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH., BÖLÜM 4

 2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH.,  BÖLÜM 4



2.2.1. Siyasî İletişim Dili Olarak Mizah 

Siyasete yönelik farklı yaklaşımları; hükümet etme sanatı, kamusal hayat, uzlaşma uyum ve gücün- kaynakların dağıtımı (Türköne 2007: 32) şeklinde sıraladığımızda, özellikle siyasette kullanılması gereken dilin önem derecesi artıyor. 
Siyasal iletişim yöntemleri, siyaset mekanizması içerisinde kamuoyunun desteğine yönelik yaklaşımlar olduğu için, bizim burada altını çizmek istediğimiz, bu yöntemlerle birlikte, Dünya’da ve Türkiye’de siyasî dilin önemidir. Siyasî bir figürün, topluma ve toplumla münasebetine aracı olan medyayla olan ilişkisinde mizahın ne oranda ve nasıl etkilediği, sosyo-kültürel alanda üzerinde durulması gereken bir noktadır. 

Mizahın, savunma/saldırı, statü zedeleme, değersizleştirme gibi işlevleri, genel anlamda siyasi mekanizmaların tolerans gösterebileceği durumlar değildir. Mizahın, otoriter yapılanmayı sevmediği gibi iktidar cenahı da mizaha karşı mesafelidir. Ancak, görülen o ki; siyasette farklı söylemlerin belirmesiyle, birlikte siyasi dil de ılımlılaşmış, mizah pek çok hitapta kendisine yer bulmuştur. 

Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, Kültür Bakanı’na dönüp bir gün; "Sayın bakan, son zamanlarda karikatürlerim çıkmaz oldu, hakkımda espri yapılmıyor, halk beni sevmiyor mu?" diye sormuş.7

Bu örnekten hareketle diyebiliriz ki; mizahın olumlu propaganda yapabileceğini ve statüye karşı göreceli olumlu katkısına inanan siyasetçiler, mizahtan ve mizahçılardan medet ummuşlardır. 

Siyasetçilerin “ne söylediğinden” çok “nasıl söylediği” artık daha çok cazibe noktası hâline gelirken, üsluplarına ve yaklaşımlarına ana malzeme edilecek mizah, onları halkın nazarında mizahın ince ve kıvrak zekâsından ötürü hem saygınlaştıracak hem de aradaki mesafeyi kısaltacaktır. Siyasal İletişim Enstitüsü Direktörü Yrd. Doç. Dr. Abdullah Özkan bu anlamda şöyle bir yorum getirir: 

“MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sosyal medyayı adeta sallayan 
“Püskevit” söylemini, siyasal iletişim açısından çok ilginç buluyorum. Bahçeli’nin 
kurgulamadan, doğaçlama olarak ortaya koyduğu bu söylemle, halkla daha da 
yakınlaştığına, sempati kazandığına, partisinin reklamını yaptığına, geniş kitlelerin dikkatini çektiğine inanıyorum. İşin içine biraz mizah da girince özellikle gençler üzerinde olumlu etkisinin olacağını değerlendiriyorum.”

Türk siyasetinin temelinde “siyasal particilik” yatar. Belli kural, tüzük, program ve ilkeler etrafında ve bir ana ideoloji temelinde teşkilatlanan bir grubun ülke yönetime talip olması ile başlayan particilik, Türk siyasetinde “siyasal parti kültürü” diye bir analiz edilmesi gereken bir alanı da beraberinde geliştirmiştir. Siyaseti halkbilim perspektifiyle değerlendiren Nebi Özdemir’e göre, toplumu yönlendirebilecek güce sahip siyasetçilerin, kültürü de şekillendirebilme yetisine sahip olmaları normaldir (2002: 60). 
Bu bağlamda, belli bir hâkimiyet alanına sahip olan siyasal partilerin, 
toplum değerlerinin sürekliliğini sağlamakla alakalı işlevsel olabilmeleri gerekebilir. Bir kültür ögesi olarak mizah da, siyasetçilerin hitabet geleneğinde yerini muhafaza ettiği sürece gerek siyaset bilimcilerin, gerek davranış bilimcilerin, gerek iletişim bilimcilerin ve gerekse halkbilimcilerin araştırma alanı olarak sözlü ve yazılı kültürde yerini alabilecektir. 

7 ( http://t24.com.tr/haber/biz-kostuk-basbakan-kovaladi/101010) 

8 (http://www.siyasaliletisim.org/index.php/haber-ve-yorum-arsivi/analiz/712-qpartilerimiz-siyasaliletiimin-oenemini-henuez-anlayamad.html) 


2.3. SOSYAL PROTESTO YÖNTEMİ OLARAK MİZAH 

2.3.1. Sosyal Protesto Nedir? 

İlkel toplumlardaki insanın iyi-vahşi olduğu tezinden yola çıkan İlber Ortaylı’ya göre, insanın bir toprak parçasını çitle çevirmesiyle mülkiyet kavgası başlamış oldu. Mülkiyet kavgalarından doğan anarşiyi önlemek için devlet dediğimiz bir birlik kuruldu (1997: 12). Bütün devletli toplumlar da bünyesinde bir bölünme yaşadılar: Hükmedenler ve hükmedilenler (Clastres 1991: 69). 

İnsanların bir arada yaşama, barınma, yeme-içme, eğlenme, avlanma, korunma gibi temel ihtiyaçlarının bir uzantısı da birbirleri arasında yaşanılabilecek çekişmeler ve uyumsuzluklardır. Egemen sıfatını büyük bir gösterişle taşıyan devlet, idare ve yönetim organlarıyla insanın hizmetinde, refahında ve yanında olacak, bu çekişmeleri kontrol edebilecektir. 

İnsanların birbirleriyle olan çekişme/sürtüşme/mücadele gibi görünüşte negatif ancak bünyesinde boyun eğmez/hürriyetçi bir kimlik taşıyan bu eylemler fikir ayrılıklarından doğar ve karşı tarafı ikna edememenin verdiği hırstan beslenir. Toplum içinde yaşayan sıradan insanın, yani yönetilenin çekişmesi sadece rütbedaşıyla olmayacaktır. Daha elverişli yaşam koşulları adı altındaki talepler ve kabullenil(e)memiş uygulamalar toplum insanını, kendini yönetene yani devlete de isyan ettirebilecektir. 

Çalışmamızın bu bölümünü ayıracağımız esas konumuz olan sosyal protesto “isyan etme” dediğimiz red ve karşı cephe arayışlarıdır. Ersin Kalaycıoğlu’na göre “Protesto bir talebin varlığına dikkat çekmekte, bunu isteyen bireylerin ortak hareket edebilme yeteneğine sahip olma ve daha ileride de bu tür faaliyetlere girebilecek durumda olduklarını ifade eden bir hareketi belirtmektedir” (Aktaran Ersoy 1998:121). 

Ancak Kalaycıoğlu’nun tanımına ek olarak belirtmemiz gerekir ki; protestonun özünde sadece istekler ve talepler yatmamaktadır. Protesto; isyan etmek, başkaldırmak gibi güdüsel hareketlerin legal düzlemde çeşitli materyallerle desteklenerek gösteriye dönüşmesidir. 

Protesto, yöneten ile yönetilenin arasındaki bir nevi “soğuk savaş” tır. 
Toplumun yahut bir bireyin varlığı ve istikbali üzerinde uygulanan kurallar, alınan kararlar, devlet bürokrasisi ve yönetim sistemini yanlış/ çarpık/ kuraldışı/ insan haklarına aykırı/ adaletsiz/ işe yaramaz bulan yönetilenin itiraz etme biçimidir protesto. Protesto etmek tek kişilik bir eylem biçimi iken, bunu kitleler halinde, yönetene karşı çeşitli savunma mekanizmaları yaratarak, sesini duyurma ve dikkat çekme eylemleri sergilemek bizi sosyal protesto kavramına götürür. Yukarıda söylemiş olduğumuz gibi, sosyal protestonun temelinde muhalefet yatarken, bu muhalif duruşun toplumsal harekete doğru evriminin eylemi ise protestodur. 

Anayasal bir hak olan protesto, vatandaşın toplum içinde karşılan(a)mamış 
beklentilerinin ve taleplerinin çoğu zaman öfke ve kızgınlıkla beslenmiş, eylem veya eylemler silsilesidir.9 

9 Anayasa`nın 34. Maddesi : B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı: Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir…(www.tbmm.gov.tr/develop/owa/anayasa.uc?p1=34). 

Protesto, belli bir amaç etrafında toplanmış kişi veya kişilerin, toplum nezdinde 
farkındalık yaratma sürecidir. Bu süreçte, kişi/kişilerin dikkat çekmek için gösterdikleri performans, örgütlü olsun olmasın, orijinal ve marjinal eylemlerle beslendiğinde çok daha dikkat çekici ve etkili olabilmektedir. 

“Hakarete uğrayan bir birey, kişisel bir öç ve hesaplaşma fantezisi geliştirebilir; ama hakaret bütün bir ırk, sınıf ya da tabakanın maruz kaldığı bir hakaretse, bu fantezi kolektif bir eylem haline gelebilir” (Scott 1995: 32). Bireyin toplum içinde kazanmış olduğu statü ve beraberinde kişilik hakları bireyi, sosyal varlık dediğimiz kavramla özdeşleştirir. Haklarına yahut sosyal kimliğine karşı bir tehdit hisseden birey, Scott’un ifadesiyle bu “hesaplaşma”yı, dikkat çekici yöntemlerle kamuoyuna duyuracak ve destek olunmasını bekleyecektir. 
Protestonun kökeninde muhalefet ve isyan yatar. “Muhalefet gelecekte ne olmasını ve dolayısıyla ne olmamasını istiyorsak onu bugünden var etme çabasıyken” (Cantek 2003: 59) aynı zamanda sosyal protesto dediğimiz kitlesel hareketin zemininde yatan yenileşme sürecinin de baş aktörüdür. Muhaliflik durumun düşünsel/ fikirsel boyutunu oluşturur. Yani sisteme ya da iktidara karşı verilecek mücadelenin zihinde planlanan izdüşümüdür. 

Protesto, otoritenin tam aksi düşünüldüğü zamanlarda ortaya çıkar. Sanıldığı gibi, protesto salt devlete yahut iktidara yönelik değil, iktidar ve devlet kavramlarını da kapsayan otoriteye yöneliktir. Zira, otorite hem pozitif hem de negatif pek çok kimliğiyle karşımıza çıkar. Richard Sennett’e göre; “Bir orkestrayı yöneten bir şef bir otorite imgesidir ve bu anlamda güven, üstü yargılama yeteneği, disiplin uygulama yeteneği ve korku uyandırma kapasitesi, bir otoritede bulunan niteliklerdir” (1992: 22- 24). 

Bu noktada, otorite kavramını red ve ve bu kavrama olan itaatsizlik, çeşitli yöntem ve alanlarda, farklı kesimlerden aktörlerle protestoya zemin hazırlayabilir. James M. Jasper’ın, Ahlâki Protesto Sanatı Toplumsal Hareketlerde Kültür, Biyografi ve Yaratıcılık adlı eseri protestonun dinamikleri hakkında yazılmış, fazlaca kanıta sahip kapsamlı eserlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Eserinde özellikle ahlâki sıfatını kullanmış olması manidardır, zira ona göre bir protestonun başarı şansı ahlakî değerlerle örtüşüp örtüşmediğiyle anlaşılabilinir. 

Jasper, ahlakî protestonun kültürel yaratıcılığını, ciddi/ahlakî amacını ve modern 
toplumlara sağladığı katkıyı anlamak için var olanlara ilaveten yeni kavramlar ve yeni bir dil ortaya koyarak boşlukları doldurmak ister (2002: 35). Çünkü Jasper, protesto üzerine düşünülmüş kuramların ezilen halktan ziyade ayrıcalıklı kesimin hakları için düzenlenmiş olduğunu düşünür. Bazı akademik yaklaşımların ise, ahlakî protestoyu bir kalabalık dinamiği, çok sayıda insanın bir araya gelmesiyle açığa çıkan irrasyonel bir taşkınlık hâli olarak tanımlanarak, bir kenara itilmesinden rahatsızdır (2002: 35). 

Sosyal protesto kavramı, bizi örgütlenmiş ve organize olmuş bir gruplaşma hareketine götürür. Grup hâlinde hareket eden protestocular, aslında bir nevi toplumsal bir hareketin içine girmiş olurlar. Jasper, toplumsal hareketleri şu şekilde tanımlar: 
“Kurumsal yolların dışındaki yollarla toplumun bazı yönlerini değiştirme amacı güden( siyasi partiler, ordu, endüstri alanındaki meslek gruplarının aksine) sıradan insanların oluşturduğu örgütlü gruplarca yürütülen, bilinçli, ortak ve görece devamlılık gösteren çabalardır” (2002: 29). Bu tanımdaki “sıradan insan” ifadesi önemlidir. Zira sıradanlık harcamaları devlet tarafından karşılanmayan, bürokrasiden ve ordudan uzak kitlelerle ilişkilendirilir. 

Günümüzde protesto yapmak olağan bir eylem olmanın yanında, ses getiren bir 
toplumsal olay olarak medyada her zaman yerini bulmaktadır. Mitingler, yürüyüşler, Jasper’in deyişiyle “Simgesel ya da stratejik bölgeleri işgal etmek, kışkırtıcı görsel ya da sözlü retorik oluşturmak, bir görüşü yaymak için daha fazla kulis ve seçim propagandası yapmak” (2002: 30) kullanılan protesto yöntemlerindendir. Birey, devlet yönetimi altında hak arama yoluna gitmişse, protesto etmeyi rahatlıkla tercih edecektir. 

Çünkü medya nezdinde protesto gösteri ve eylemlerinin haber niteliği taşıması, hem protestocu hem de medyanın işine gelecek; birey hareketini kitlelere duyurabilmiş olmanın rahatlamasını yaşayacaktır. 

İnsan neden protestoya ihtiyaç duyar? Bu sorunun cevabı hem sosyolojik incelemeler için önemli hem de insan psikolojisini direkt ilgilendiren geniş perspektifte bir inceleme alanıdır. 
Birey; sosyal, siyasî ve ekonomik haklarına uzaktan ya da yakından hissettiği bir tehdit karşısında öncelikle bekler. Bu tehdit karşısında gerekli bilişsel hazırlığını yapan kişinin, itirazı mantıksal zeminde yer almalıdır ki, tehdidin kendisine olmadığını düşünen insan da bu platforma katılıp destek olsun. Jasper’ a göre, protestocuların bir şeyleri protesto etmedeki amaçları, bazı güdülerle iç içedir. Cinsel arzu, arkadaşlık duygusu, kişisel kimlik oluşturma, güvenlik ihtiyacı, teknokratların kararlarına yönelik tepki ve iş/aile dinamikleri gibi güdüler (2002: 135-136), protestonun zeminini oluşturabilir. Bunlara ek olarak, vicdanî baskı, etik, istikbal kaygıları, hırs-intikam duygusu gibi daha duygusal güdülerle de bu zemini örtüştürebiliriz. 
Devlet otoritesi altında yönetilen toplumun bu tür eylemleri, iktidar tarafından hoş karşılanamaz. Zira kitle, “onlar için örtük bir tehdit oluşturacağından” (Scott 1995: 99); devletin emniyet organları tarafından bir an evvel dağıtılmalıdır. Devletin, bu tür itaatsizliklere müsamaha göstermesi demek, onun itibarının zedelenebileceği anlamına gelmektedir. 17 Eylül 2011’de ABD’de “Occupy Wall Street” adıyla başlayan hareket kısa süre içinde New York'taki Zuccotti Parkı'ndan dünyanın dört bir yanına yayılan bir protestodur. ABD hükümeti bu protesto gösterilerine yaklaşık iki ay boyunca müsamaha göstermiş; ancak, sonrasında müdahalelere başlamıştır.10 

10 (http://www.hurriyet.com.tr/planet/23456627.asp) 

2.3.2. Sosyal Protesto Yöntemleri 

Sosyal protestonun dikkat çekici özellikleri Scott’a göre şöyledir: “Yönetimde olanların geniş bir kitle hâlinde olmalarının hem kendi üyelerine, hem de hasımlarına karşı bu kolektif gücün görsel bir etkisi vardır. İkinci olarak, böyle bir kitle her katılana belli bir anonimlik ya da gizlenme olanağı sağlar, kişisel olarak teşhir ve teşhis edilme riski azalır. Son olarak da, ortak bir ifade söylenir ya da yapılırsa, kitlenin nihayet kendini kanıtlamış olmanın coşkusuyla, hareketin etkileyiciliğinde bir artış olacaktır” (1995: 103). 

Bu özelliklere bakıldığında protesto, bireysel bir girişimden ziyade, toplumsal bir 
boyut kazanmışsa bu girişim aynı zamanda bir halk hareketi olacak ve iktidarı 
“düşürmeye” sebep olacaktır. Bu iddianın en yakın tarihli kanıtı Aralık 2010’da 
Cezayir, Libya, Ürdün, Moritanya, Umman, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Fas, Sudan gibi pek çok Arap ve Afrika ülkesine yayılan Arap Baharı denilen halk hareketidir. Bu halk hareketleri, Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’nin yönetimi bırakıp ülkeyi terk etmesine ve Mısır’da Hüsnü Mübarek’in, Libya’da ise Muammer Kaddafi’nin yönetimden düşürülmesine yol açmıştır. 

Sosyal protestonun pek çok yöntemi olabilir. Hâlihazırda yaratıcılığa çok müsait olan bu kavram, pek çok dikkat çekici yöntemle uygulanmaktadır. “Toplu grev, toplantı, gösteri ve yürüyüşler, bildiri yayımlamak, basın açıklaması, imza kampanyaları, dilekçe vermek, boykot, işgal, trafiği engellemek, kamu malına zarar vermek, bayrak/poster/fotoğraf yakmak” gibi bilindik yöntemler günümüzdeki protesto hareketlerinin pek çoğunun yerleşik yöntemidir. 

Esasında bu yöntemler, protestonun türleri arasında dağılım göstermelidir. Çünkü bir protesto anayasal yöntemlerle baş gösterebildiği gibi, şiddeti içeren meşru olmayan eylemlerle de dikkat çekebilmektedir. Yukarıda örneğini vermiş olduğumuz Arap Baharı adlı kitlesel hareketler, protestoların saatlerce hatta günlerce meydanlardaki şiddete dönüştüğü ortadadır. Bu açıdan bakıldığında protestonun türlerine ve bu türlerin içerdiği eylemsel motiflilik önem arz eder. 

Anton J. Zijderveld Soyut Toplum adlı eserinde üç protesto türünden bahsetmektedir. 
Gnostisizm’de savaş ve sosyal adaletsizlikler için protestoda bulunulmaz. 11 
Bu görüşteki insanlara, eylemler heyecan verir ve duygusal şoklar yaratırsa katılabilirler. 

11 Gnostisizm, Antikçağ Yunan Felsefesini gizemcilik ve Hıristiyanlıkla kaynaştırmaya çalışan dinselgizemsel bir mistik felsefedir. Temel düşünce, saltık bilginin anlık sezişlerle kavranabileceği inancıdır. 
Gnostikler’e göre, gerçekte, gizemci tarikat adamlarıdır ve tüm dinleri saltık bilginin sağlanmasında yetersiz bulurlar (Hançerlioğlu 2008: 142). 

Anarşistler, modern dünyanın geleneksel değerlerine karşı mücadelede bulunurlar. 
Kendisine özgü bir yaşam tarzı bulunan ve modern toplum içinde kutsal olan ne varsa tamamını inkâr eden anti kültürü, yani karşı kültürü savunurlar. Düzene, düzenin normlarına ve geleneksel değerlere karşı olan isyan üzerinde tüm enerjilerini boşaltabilir ler (1984: 168-170). 

Aktivistler ise sosyo-politik alanların yeniden düzenlenip biçimlendirilmesi davasını gütmektedirler. Toplumsal değişimi amaçlayan aktivistler, genç entelektüellerin özellikle üniversite öğrencilerinin, öğretim üyelerinin ve sanatçıların yürüttükleri bir harekettir (1984: 172-175). 

Çoğu zaman bu eylemler şiddetsiz dir. 

2.3.3. Değişen Protesto Anlayışında Mizahın Yeri ve Kullanımı 

Toplumsal hareketleri inceleyen araştırmacıların, eylemcilerin toplumsal psikolojik kimliğinin nasıl oluşturulduğuna, fikirlerin ve ideolojilerin siyasî eylemlerdeki rolüne dikkat çektiklerini söyleyen Jasper, kültürün protestodaki önemini vurgular. Zaten Jasper, kültürü protestonun temel boyutlarından biri olarak göstermektedir (2002: 118). 

Bilişsel inançlarımız, duygusal tepkilerimiz ve ahlakî değerlendirmelerimiz (kültürün üç alt bileşeni) birbirinden ayrılamaz ve siyasî eylemi motive eder, rasyonel kılar ve yönlendirir (2002: 39). 
Jasper, sosyal protestoda kültürün önemini vurgularken, kültürün eylemler içerisinde bir güdü ve amaç rolü üstlendiğini ifade eder (2002: 135). Kültür ile birlikte toplumda yaşanan sosyo-ekonomik vakalar da toplumun protesto anlayışına etki eder, dönüştürür. 

Örneğin, Türkiye’de protesto anlayışında 90larla birlikte bir kırılma yaşanır. “Hizayı bozmayan muhalefete alışan Türkiye’de yeni bir muhalif üslupla tanıştı. Anti-Eurogold hareket, bir dakika karanlıkçı muhalefet, memur eylemlerinin kuklalı, davullu zurnalı karnavalımsı eylemleriyle 90lı yılarda tanış olduk.” (Bizden 1998: 41). 
Türkiye’nin muhalefet etme biçemindeki yenilik, bu mizaha da ihtiyaç duyulduğunu gösterir. Zira, “İnsan neden protestoya ihtiyaç duyar? ” sorusunun cevabı, “İnsan neden mizaha ihtiyaç duyar? ” sorusunun cevabıyla paraleldir. İnsan doğası itiraz etmeyi, hem güdüsel bir ihtiyaç hem de toplumsal bir vazife olarak addeder. Mizah; düzeni ve ayak uydurulan sistemi daha katlanılabilir bir hale dönüştürmek, çatışmadan ve çarpışmadan uzak, huzurlu bir yaşam arzusunda olan insanın kalkanı olarak kullanılmıştır. 

Değişmeden kalabilecek tek bir varlık ya da oluşumun olmadığı Dünyada; değiştirme çabası ve tekniği insanın protesto sanatında gizlidir. Bu sanatı icra ederken, kişinin düzeni değiştirebileceğine olan inancı tam olmalıdır ki, her türlü hukuksal ve yaşamsal riski de göze alabilsin. 
Mizah ile sosyal protesto ilişkisini anlayabilmemiz için mizahın temel işlevlerinden biri olan protesto kavramını değerlendirmemiz gerekmektedir. Konuya iki şekilde bakılabilir: Mizahın işlevlerinden biri olarak sosyal protesto… Ya da sosyal protesto yöntemlerinden biri olan mizah… Her iki durumda da karşımıza çıkan ortak payda mizah ile sosyal protestonun müttefik duruşudur. Zira, mizah yapısı ve özü itibari ile itirazcı kimliğini, var olanı protesto ederek kazanır. Mizahın amacı bu noktada önem kazanır. Var olan düzen üzerinden sosyal yahut bireysel başkaldırı araçlarından olan mizah çoğu zaman otoritenin kolay kolay baş edemeyeceği bir güç haline gelir. John Lennon bu konuda şöyle der: 

   “Olay şiddet kullanımına dönüştüğü zaman sistemin oyununa geliyorsunuz 
demektir. Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü siz bir kere şiddet kullanmaya başvurduktan sonra sizinle nasıl baş edeceklerini bilirler. Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır. ” 

Mizah, yaptırım ve dayatma denen sistematik olguları reddeder ve her türlü seçme hakkının bireyde kalmasını ister. Bu bağlamda mevcut olanı kabullenmek mizahın işine gelmeyeceği için, bu noktadaki duruşu başkaldıran bireyin yardımcısı olacaktır. “Platon da gülmenin yerleşik düzeni bozguna uğratma gücüne, kenetlenmiş iktidar saflarını alt üst etmedeki kuvvetinin altını çizer” 12 (Sanders 2001: 111). 

Dolayısıyla mevcut otoriteye karşı etkin protesto yöntemi olan özellikle siyasi mizah, tarihin her döneminde popülerliğini koruyarak, aidiyetini tescilletecektir. Zira mizahın dinamik ve sempatik yüzü, birleştirici niteliğiyle bir cazibe merkezi haline gelir ve kitleler tarafından benimsenen ve uygulanan etkin bir mücadele yöntemi olur. 

Burada bahsedilen, mizahi gülme durumudur. 

Mizahın sosyal protesto ile işbirliğine bakıldığında, toplumsal protesto zamanlarında mizah, kendini karikatür sanatı ile ifade eder. Hatta Randall P. Harrison, siyasal karikatürü iki unsurla tanımlar: “toplumsal protesto” ve “siyasal ikna” (Aktaran Gönenç ve Cantek 2010: 26). 

Sadece güldürmek için çizilen karikatürlerde herhangi bir toplumsal ileti arayamayız. 
Karikatürün protestoya katkıda bulunabilmesi hatta eylemin propagandasını 
yapabilmesi için siyasî bir bakış açısı taşıması gerekmektedir. Dünyada ve Türkiye’de bugün siyasi karikatürün hatırı sayılır bir yerdedir. Sosyal protesto için mizah bir yöntem iken, çoğu zaman da mizah çeşitli protestolara yol açabilmektedir. 
12 Mayıs 2006’da Tahran’da devletin resmi haber ajansı İRNA’ ya bağlı olan İran gazetesinin ekinde yer alan, Türklere hakaret içeren bir karikatür nedeniyle başlayan Azerbaycan öğrenci ayaklanması, kitlesel bir toplum hareketine dönüşmüştür. Güney Azerbaycan Türkleri, hakaretamiz bu karikatüre karşı ciddi bir hareket başlattıklarını protestolarla ortaya koymuştur.13 

Danimarka’da yayımlanan Jyllands-Posten adlı gazetede 2005 yılında yer alan Hz. Muhammed karikatürü, İslam coğrafyasında ciddi tepkilere yol açmıştır. Birçok İslam ülkesinde Danimarka ülkesi protesto edilmiş, hatta karikatürü çizen kişi tehdit dahi edilmiştir.14 
Sosyal protestoda diğer bir araç ise bir mizah türü olan alaydır. Otorite dediğimiz güç, ciddi, ağırbaşlı, saygın ve şaka kaldırmaz bir kesimi temsil eder. Dolayısıyla bu gücün maneviyatıyla alay etmek, onun itibarına gölge düşürmek anlamına gelecektir. 
Sevinç Sokullu, Türk Tiyatrosunda Komedya’nın Evrimi adlı eserinde, alayı acımasız ve düşmanca olan ve kendini gülünen kişinin üstünde sayan bir gülünçleme olarak tanımlar. Sokullu buradaki amacın ise, kötülüklerin farkında olmayanları uyarmak, uyarmakla kalmayıp kişileri kötülük yapanlara karşı tavır almaya zorlama şeklinde görüldüğünü ifade eder (Aktaran Metin-Basat 2010 : 82). 
Mizahın doğasında bulunan alay, günümüzde değişen protesto uygulamalarında önemli bir yerdedir. Alay, aynı zamanda protestoyu protesto etmekte de etkin bir araç olabilir. 
15 Aralık 2008’de görev süresinin bitmesine yakın Irak’ı ziyaret eden ABD eski 
başkanı George W. Bush’a Iraklı gazeteci Muntazar El Zeydi tarafından ayakkabı 
fırlatılır. Durumu espriyle ve dahası kıvrak bir mizah manevrasıyla kurtaran Bush’un tepkisi “ Sadece ayakkabı numaralarının 10 olduğunu söyleyebilirim” cümlesidir.15 

Dünya tarihinin en ilginç protesto eylemlerinden biri kabul edilen Vietnam Savaşı sonrası Washington’da yürüyüş yapan bir grup askerin süngüsüne çiçek takan bir gencin eylemdir.16 Savaş zihniyetiyle ve tüm savaş argümanlarıyla alay eden bu protesto gösterisi, aynı zamanda Dünyada pek çok eyleme de ilham kaynağı olmuştur. 

12 John Morreal gülme durumlarını mizahî olanlar ve mizahî olmayanlar şeklinde sınıflandırmıştır. 
13 http://www.gunaskam.com/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=113 
14 Detaylı bilgi için bkz. http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/359620.asp 
15 (http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/468979.asp#storyContinues). 
16  (http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/06/130610_world_protest_history.shtl). 

2.4. SİYASETTE SAVUNMA VE SALDIRI ARACI OLARAK MİZAH 

Bireylerin birbirleriyle ya da bireyin kurumsal otoriteyle olan mücadelesinde etkin ve etken bir araç olarak mizah kullanılabilir. Kıvrak bir zekâ, ince bir alay anlayışıyla mizahın mücadelede edebileceği -sözel anlamda- hiçbir alan yoktur. Karşısındakinin kalabalıklar önünde itibarını zedeleyebilecek kapasitede uygulanan mizah, dolayısıyla yönetim katlarında çok da hoş görülen bir olgu olmayacaktır. 

“Toplum kendisine yapılan saygısızlığın öcünü gülerek alırken” (Öğüt-Eker 2009: 38), topla tüfekle kazanamadığı savaşı, attığı kahkahalarla kazanacaktır. 

“Zalim, ele geçirdiği ülkeler halkının can, mal ve namusunu almak için işkenceler yaptırırmış. Buna bazen kendi askerleri bile üzülürmüş. 

-Bağışlayın artık kralım! Ağlayıp inliyorlar. Alınacak bir şeyleri kalmadı. derlermiş ama; 
-İşkenceye devam edin! emrini alırlarmış 

Nihayet bir gün huzura çıkmışlar: 

-Tuhaf şey kral hazretleri. Halk artık ağlamıyor, her evde tef, darbuka, zilli maşa çalınıyor. Hepsi göbek atıp oynuyorlar. 

-Öyle mi? Kesin işkenceyi. Çünkü bu, umutların kesildiğini gösteriyor. Ümitsiz bir halktan her fenalık beklenir” (Kabaklı 2002: 211-212). 

Bireyin çeşitli durum ve olaylar karşısında çeşitli savunma mekanizmaları ürettiğini bilinen bir olgudur. Nietzsche’nin söylemiyle “Bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız” (Aktaran Avcı 2003: 80). Hayattan umduğunu bulamayan/bulamamış insanların çılgınca kahkahalar atmalarına şaşırmamak gerek. Umduğu ile bulduğu arasındaki derin uçurum gören kişilerin hezeyana kapılmasındansa, hayatla alay edecek denli kahkahalarla yaşaması, artık onun psikolojik savunması hâline gelmiştir. Bir yandan da hayatla alay etmesi de esasında bir yaşam belirtisidir, zira birey alay ederek “saldırma” eylemini de gerçekleştirir. 
Bu noktada savunma ve saldırı eylemlerini birbirlerinin tamamlayıcısı olarak görmekte fayda vardır. 
“Mizah kavramı, yüceltilmiş saldırganlığın bir ifadesi olarak siyasette önem 
taşımaktadır. Sosyal uyuşmazlıkların çözümlenmesinde barışçıl bir araç olan 
siyaset, vatandaşların doğrudan eylem ya da taleplerindeki saldırgan 
baskılarından vazgeçmelerine ihtiyaç duymaktadır. Vatandaşlar, ilkel dürtülerini 
bastırarak yüksek seviyede yapılandırılmış olan kaidelere göre davranmalıdırlar. 
Saldırgan mizah, vatandaşların saldırganlıklarını barışçıl bir şekilde talim 
etmelerine ve uygar yaşamda meydana gelen bazı gerginliklerin zararsız bir 
şekilde salıverilmesine olanak sağlar. Böylece mizah politikayı kolaylaştırmakta; 
fakat, çelişkili olarak baskı gerektiren politikalar saldırgan mizahın birincil hedefi 
olmaktadır ” (Schutz 1977: 31-32). 
Aşağıdaki örnekte ise mizahın savunma işlevi söz konusu olmuştur. Adı geçen lider, mizahın kendisini kullanmasını pozitif bir yaklaşım olarak görmekte, hatta mizah sayesinde olumlu bir popülerlik kazandığına inanarak, mizahı bir savunma kalkanı olarak görmektedir:

“İtalya eski başbakanlarından Romano Prodi, hükümeti güvenoyu alamayınca 
istifa etmişti. Ünlü karikatürist Laura Pellegrini de, L’Unita gazetesindeki köşesini, Prodi hakkındaki ölüm ilanı ve taziye mesajlarını içeren 11 kutucukla doldurmuş, sayfadaki tek konuşma balonunda ise Prodi kastedilerek, “Benim için artık o ölmüş biri” cümlesi yer almıştı. Kendisi hakkındaki bu mizahı tebessümle karşılayan Prodi, daha sonra karikatürist Pellegrini’yi telefonla arayarak, “Çok eğlendim biliyor musunuz? Zor günlerde mizah insanın moralini düzeltiyor. Bu nedenle size teşekkür ettiğimi belirtmek için arıyorum” der. 17 

17 http://www.milliyet.com.tr/prodi--olum-ilanini-veren-karikaturiste-tesekkuretti/dunya/haberdetayarsiv/01.02.2008/237039/default.htm 


   Türkiye Cumhuriyeti 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, başbakanlığı döneminde mizah dergisi Gırgır'ı ziyaret ederek kendisinin eleştirildiği on dergi kapağı istedi. Özal’ın amacı IMF yetkililerine “Bakın beni memlekette ne hale düşürüyorlar” demekti. Yaşananları Gırgır’ın o dönemki çizeri Mehmet Çağçağ şöyle anlatır: 

"1984'te Özal, dergiye geldi. Kurucusu ve genel yayın yönetmeni Oğuz Aral'la 
görüştü. Ondan kendisini eleştiren geçim sıkıntısıyla ilgili 10 kapak istedi. 
Çerçeveletip IMF yetkililerine vereceğini söyledi. Amacı 'Bakın beni memlekette ne hale düşürüyorlar’ mesajı vermekti. Kapaklar hazırlanıp kendisine teslim edildi.”18 

18 http://m.haberturk.com/para/haber/838266-derdini-girgir-kapaklariyla-anlatti 

Görülen o ki; Turgut Özal, mizahın saldırı işlevinden hareketle, IMF ile yapacağı bir görüşmede, mizahçıların kendisi hakkında çizilenlerin ve söylenenleri baz alıp, bir çeşit kendi savunma mekanizması oluşturmak istemiştir. 

Mizahın bu iki işlevi arasında bağ, mizahın kimin tarafından kullanıldığına göre şekil alabilir. Siyasetçi, düştüğü durumdan kendisini kurtarabilme, önyargıları engelleme yahut sempatik imaj sergilemek adına, pek çok noktada mizahsal bir üslup kullanırsa, bu mizahın savunma fonksiyonuyla alakalıdır. Ancak, mizahçı siyasetçinin hâllerini ifşa etmeye kalkışırsa ve itibarını sarsmaya yönelirse, bu da mizahın saldırı fonksiyonuyla alakalıdır. Elbette, bu iki fonksiyonu değerlendirmek, diğer taraflar için de geçerlidir. 

Siyasetçi, diğer siyasînin komik duruma düşmesi için de mizahsal saldırıyı dener. Bu da, parlamento içi fiziksel çatışmalardan ziyade, toplumun görmeyi ve duymayı tercih edeceği sahnelerdir. Arabesk kültürden miras “ dil yarası” dediğimiz deyim, mizahta en güçlü performansını sergileyebilir. Zekice söylenmiş bir nükte, kıs kıs gülen bir ironi ve ipliği pazara çıkartan bir hicvin altından kalkmak, nihayetinde çok da kolay bir beceri değildir. 

2.5. MİZAHIN SİYASÎ LİDER İMAJINA ETKİLERİ 

1950’lerden sonra tüm Dünyada hızla teknoloji çağına girildi. Birçok alanda ve sektörde teknolojinin günümüz tabiriyle nimetlerinden yararlanabilmek için etkin bir arayışa girişilir. Kitle iletişim araçlarını artması ve bilginin yaygınlaşması hem sermaye sahibinin, hem sektör çalışanının hem de bireysel girişimcinin işine yarar.
 Bu anlamda bu araçların yaygınlaşması ile siyaset arenasında da olumlu/olumsuz yansımaları olur. En basit örneğiyle; sadece seçim meydanlarında sınırlı sayıda seçmene sesini duyurabilen siyasetçinin, halka erişim alanı genişler. Hatta, kitle iletişim araçları belli konulara dikkat çekerler ve politik figürlerin kamusal imajlarını oluştururlar (Aktaran 
Özer 2000: 117). 

Bu tanımdaki politik figürlerden kasıt; tüm siyasî lider ve parti yöneticileri, bir ülkenin devlet başkanı, başbakanı, cumhurbaşkanı hatta kral ve kraliçedir. Bu politik figürler sıradanlıktan uzak oldukları için toplum nezdinde imajları ve liderlik karizmalarıyla dikkat çekicidir. Dolayısıyla bu figürlerin imajlarını çok iyi korumaları, herhangi bir karalamaya maruz kalmaları gerekmektedir. İmaj, belli durum ve statüler için oynanacak rolün görselleşmesi ve biçimlenmesidir. 

İmaj, kişi yahut kurumun, belli bir hedef ve oluşum için toplum nezdinde ilgi ve itibar görebilmek için arz talep dengesi içinde girdiği kalıptır. İmaj, giyim, saç modeli, beden dili, hitabet tarzı, özel yaşamına kadar pek çok unsurdan etkilenir. 
Liderlik ise; yönetme, başı çekme, idare etme, kılavuzluk etme gibi eylemlerle 
tanımlanabilir. Lider olmak bir statü üstünlüğü olduğu gibi, bir süreçtir. Yönetim 
değişikliği, rejim değişikliği, seçimler, atamalar, ölüm ve hastalıklar bu süreçleri 
belirleyebilir. Hatta pek çok ülkede tarihte uygulana gelmiş askerî darbeler dahi liderlik süreçlerini belirlemiştir.19 

19 Türkiye’de 27 Mayıs 1960’ta Askerî darbe sonucu Demokrat Parti lideri ve Başbakan Adnan Menderes idam edilmiş, dolayısıyla liderliği son bulmuştur. 

“Bizden bir şey bekleyen kişinin, aslında bunu istemeye hiç de hakkı olmadığını, 
yani bir iktidar sahibi olmadığını biliriz; ama, yine de onun beklentisine uyarız; 
çünkü, onun, anlama, aydınlatma, değerlendirme yeteneğinin bizimkisinden fazla olduğuna inanmışızdır, bir kez. Bunun içindir ki, çömez ustasının dediğinden çıkmaz, birine hayran olan kişi, ona boyun eğer, sevdalı sevdiğine kapılır, cahil de saygı duyduğu bilginin peşini bırakmaz. Öndere, toplulukça tanınmış olan bir iktidar yüzünden değil, salt saygınlığından dolayı itaat edilir” (Duverger 2011: 130). 

Duverger’in bu ifadesine göre bir lider için saygınlık birincil niteliktir. 

Bu bağlamda, saygınlığını korumak da liderin kişisel yükümlülüğüdür. Bu saygınlığa toplum nezdinde gölge düşürebilecek durumlar olabilir. Liderin herhangi bir davranış ya da tutumu, mizahın malzemesi olduğunda, toplumun tamamı tarafından kabul görsün görmesin, zihinlerde bir bulanıklığa neden olabilir. 
Depree (1998) bir liderde var olması gereken özellikleri şu şekilde sıralar: “Dürüstlük, başkalarına değer vermek, anlayış, insan ruhunu tanımak, ilişkilerde cesaret, mizah duygusu, entelektüel enerji ve merak, tutarlılık, belirsizlikten rahatsız olmamak, her an hazırda bulunmak, geleceğe saygı duymak, bu güne bakmak, geçmişi anlamak ve geniş düşünmek” (Aktaran Çeliker 2009: 13). Bu özelliklerden herhangi biri olmadan lider olunmaz diyemeyiz; ancak, Depree başarılı ve uzun vadedeki bir liderlik süreci için bu özellikleri belirtmiştir. Zira demokratik toplumlarda yönetilen kitle, memnun olmadığı liderini değiştirme şansına sahiptir. 
Yukarıdaki özelliklere bakıldığında, bizi ilgilendiren kavram mizah duygusudur. Bir liderdeki mizahi anlayış, onu sıcak, samimi, dürüst ve katlanılabilinir kılacaktır. Sık sık bahsettiğimiz gibi, mizahın birleştirici, kucaklayıcı bir tavrı vardır. Olaylara ve durumlara mizahî bir üslupla yaklaşıyor olmak, bir lideri gülünç kılmaz. Zira gülünç duruma düşmek ile güldürmek fonetik benzerlikten öteye gitmez. Bir siyasi lider söylemlerinde, halka hitabında ve basın ile olan diyalogunda mizahî bir üslup kullanıyorsa, bu onun “hazırcevaplılığı, nüktedanlığı ve ince zekâsıyla orantılıdır” diyebiliriz. 

Mizahın siyasî lider imajını olumlu ve olumsuz anlamda etkileyebilme şansı vardır. 
Randall P. Harrison, siyasal karikatürü tanımlarken kullandığı siyasal ikna unsuruna atıfta bulunursak, siyasal karikatür de bir mizah türü olduğundan mizahın siyasal ikna gücü görülebilmektedir. 

“1870lerde New York, William Marcy Tweed’in liderliğini yaptığı bir “çete” 
tarafından yönetilir. 
Tweed çetesi, şehri ve şehrin zenginlerini yağmalamaktadırlar. Dönemin gazete ve dergileri, Tweed çetesine karşı savaş açar. Ancak çete üyeleri aleyhlerinde çıkan yazılardan çok karikatürlerden rahatsız olmaktadırlar. Tweed isyanını şu sözlerle dile getirir: “Bir son verin şu lanet olası resimlere! Gazetelerin yazdıkları umurumda değil, benim halkım okuma bilmez ama bu resimleri görebilirler.” Yargılanma sürecinden geçen Tweed, kaçar, ancak bir İspanyol gemisinde çalışırken, karikatürlerden tanınarak ihbar edilir” 
(Aktaran Gönenç ve Cantek 2010: 28). 
Bu örnek konumuzla alakalı spesifik bir örnektir; ancak, günümüzde siyasal ikna için mizahın tek başına yeterli olamayabilir. Çeşitlenen kitle iletişim araçlarıyla birlikte, siyasi liderlerin mizahtan pek de hoşlanmadıkları örneklerle açıktır. Mizahı kendileri için etkin bir silah gibi kullanmak da onların elindedir. Muhalefet oldukları tarafa karşı mizahı kullanmak işlerine gelecektir. Çünkü siyasetçi, mizah karşısında eli kolu bağlı kalır. Mizahın kendine özgü alt etme yöntemi, itibarı zedelerken, bunu en yasal yollardan yapabilir. Mizah yapmak, hakaret öğelerini taşımadığı sürece seçim meydanlarında birbirleriyle atışan parti liderlerini tabir yerindeyse sıradanlıktan ve avamlıktan kurtaracaktır. 

İngiltere Başbakanlarından Lord Atlee, bir mizah türü olan nüktenin politikadaki etki ve rolü hakkında şunları söyler: 

“Nükteli ve hicivli sözler parlamentodaki tasarıların kanunlaşıp 
kanunlaşmayacağına pek etki etmezse de, vekillerin tutumlarını etkilediği 
aşikâr. Şaheser bir nükte ile nutku kesilen mağrur bir vekil sözünü kesene 
gerektiği şekilde cevap veremezse sandalyesini kaybedebilir. Nükte ve hiciv 
tartışmalara canlılık ve parlaklık getirdiği gibi, tartışmalarla ilgili önemli 
bir nokta, bir nükte ile anlatıldığı vakit, çok daha iyi anlaşılır…”(Muallimoğlu 1997: 266). 
Öte yandan günümüzde Türkiye’de şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor. Mizahçılara açılan davalar…."Düşüncedeki özgürlüğün bir başkasının özgürlük alanına kadar olduğuna inanıyorum. Sınırsız olduğuna inanmıyorum, bunu kabul etmiyorum."20 şeklindeki sözler Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a aittir ve ülke mizahçılarına yönelik yaklaşımı 9 Mayıs 2004’te kendisini “kedi” şeklinde çizmiş olan Cumhuriyet gazetesinin çizeri Musa Kart’a açmış olduğu dava ile gündeme gelir. 

20 (http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-14392-34-mizahcilarin-arasina-kara-kedi-girdi.html) 

Bu davayı protesto etmek amacıyla, Penguen dergisi çizerleri “Tayyipler Âlemi” 
başlıklı bir karikatürü 24 Şubat 2005 tarihli dergi kapağında kullandılar. “Başbakanın kişilik haklarına saldırı” ibareli dava dilekçesiyle birlikte 40 bin liralık manevi tazminat istendi. Ancak, dava reddedilir. 
Bir diğer dava ise Leman dergisinin 6 Temmuz 2006 tarihinde, Reco Kongo kenesi Türkiye’nin anasını ağlatıyor başlığı ile kapak yaptığı ve bir vatandaşın sırtına Kırım Kongo hastalığına neden olan bir kene’nin bindirildiği şekliyle resmedilmiş Leman dergisi çizerlerinden Mehmet Çağçağ'ın karikatürüne açılır. 
Kapak nedeni ile Leman dergisi aleyhinde Erdoğan’ın avukatlar tarafından; Başbakanı kan emici, habis ve parazit bir hayvan olan keneye benzeten karikatürün kişilik haklarına tecavüz niteliğinde olduğu, Erdoğan’ın küçük duruma düşürülerek eleştiri sınırları aşıldığı iddiası ile Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 25 bin YTL’lik manevi tazminat davası açılmıştır. 

Dava karikatürün, dünyada en pahalı benzin kullanan Türk halkının tepkisini, en yüksek vergi veren yurt insanının dileklerini tepkisel olarak anlatmak amacıyla 
çizildiğini, Kırım Kongo kanamalı hastalığına yol açan kan emici kenenin dünyada bilinen bir varlık, benzetmenin de Erdoğan’ın kişilik haklarına saldırı değil eleştiri hakkı olduğu vurgulanarak reddedilmiştir.21 

21 (http://tr.wikipedia.org/wiki/Dava_konusu_olmu%C5%9F_Recep_Tayyip_Erdo%C4%9Fan_karikat%C3%BCrleri). 


5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH., BÖLÜM 3

 2002-2011 DÖNEMİ TÜRK SİYASETİNDE MİZAH.,  BÖLÜM 3




1.3.6. Karikatür 

Karikatür kelimesi köken itibariyle; yüklemek, hücum etmek, doldurmak, abartmak, alaya almak gibi manalarda kullanılan caricare fiilinden türemiştir. Karikatür kelimesi yazılı olarak ilk kez 1646’ da Annibale Carracci’nin abartılı portrelerini tanıttığı “Arti di Bologna” adlı yapıtına yazdığı önsözde Giovanni Atanasio Mosini tarafından kullanıldı (Güderi 2008: 73). 

Karikatür; mizahın görsel bir kimlik kazanmış hâlidir. Küçük anekdotları resmederek anlatan, içinde ince bir espri, nükte barındıran çizgi sanatıdır. Karikatür, bireysel ilişkilerden de dem vursa toplumsal bir bağlamda da şekillense, her çizilenin olumlu/olumsuz bir eleştirisi vardır. 
Karikatür kendine has çizgi diliyle, en ağır söylemleri ifade edebilirken, öte yandan çizginin katmış olduğu görsellikle de sert eleştirilerin gülümsetmesine sebep olur. 
Karikatürün Dünya’da ve Türk toplumunda nasıl geliştiğinden ziyade neden geliştiği üzerinde durmamız gereken noktadır. Karikatür bir ifade biçimi olduğundan ve görselliği onu cazibeli kıldığından varlığını tescilleten sanatlardan biri hâlindedir. 

Tanımlama güdüsü, yeniden şekillendirme arzusuyla birleştiğinde insanda duygusal ve düşünsel dışavurum dediğimiz üretim süreci başlamakta ve kişi bu ürettiğinin tüketilme talebine doğru orantıyla hazza ulaşmaktadır. Bu haz, kişinin yek diğer üretimini motive edecek en büyük kaynaktır ve ürünler birbiri ardına sıralanır. Sanat ürünü dediğimiz nesne, ortaya çıktığında ise Dünya kopyalanır. 

Bir sanat ürünü olan karikatür, toplumsal ve ideolojik işlevleri göz önünde alındığında evrensellik kazanır. Portre karikatürü ve politik karikatür diye genel olarak iki şekilde ayrım yaptığımız karikatür, sadece portre alanında kalsaydı, ne denli evrensel ya da popüler olabileceği tartışılabilinir. Üstelik, karikatür bireysel anlatımlardan uzaklaştıkça, halkın uyarı sinyali ve/veya cezalandırma mekanizmasına bürünür. Bu da tabii süreciyle karikatürün kullanımını ve pazarını yayarak /çeşitlendirerek, bu sanatın toplumsal ve siyasal olayları etkileme gücü üzerine çalışmalar yapmaya altyapı oluşturur. 
“Her karikatür mizah olamaz” önermesinden hareketle iyi yapılamayan her iş, insan haklarından uzaklaşarak/saparak sömürüye dayanan her yönetim organı ve özgün olmayan her sanat eseri, karikatür dolayısıyla mizah malzemesi olur ve toplum/toplumlar nezdinde itibarı zarar görebilir. 

Türk karikatür sanatının ilk ustası kabul edilen Cemil Cem1, karikatürün işlevi hakkında şöyle der: 

1 Cemil Cem (1882-1950), çağdaş Türk karikatürünün en önemli ustalarından biridir. Karikatürlerinde genellikle Türkiye'nin siyasal yaşamını konu almıştır. Cem karikatürlerini mizahı yazıyla ileten bir anlayışla çizdi. Devlet adamlarını ve yönetimi hiç sakınmadan eleştirdi. Çizgilerindeki gerçekçilik ve ince mizah anlayışıyla daha sonra birçok karikatürcüyü etkiledi. Cem'in 1909'da yayımladığı adsız bir karikatür albümü vardır (http://karikaturculerdernegi.com/2010/12/cemil-cem/). 

“Çizilen her karikatür aslına benzemelidir. Aslına benzemeyen karikatürler 
yakışıksız iftiralar gibi redde layık olurlar. Gerek bir cümle gerek bir çizgi olsun 
karikatürün ve mizahın görevi haddini bildirmektir, karikatür hiçbir zaman kötü 
düşünmez tuhaf düşünür.” (Aktaran Coşkuner 2007: 17). 

Cem’in belirmiş olduğu tuhaflığı değerlendirmekte fayda var. Mizahın “kral çıplak” diye bağırışı günümüzde en çok da karikatür sahasından duyulmaktadır. Tabii, karikatür yazısında var olan hicvi ve espriyi de atlamamak gerek. Cem’in bahsetmiş olduğu “tuhaflık” tabiri yerindeyse “şeytanın gör dediği2”dir. Ortada ifşa edilmesi gereken bir durumum veya olayın varlığını hisseden karikatürist, kendine has bir üslup, iğneleme ve istihza ile bunu halka beyan etmektedir. 

2 Bu tabir, köşe yazarı Çetin Altan’ın Milliyet gazetesindeki köşesinin adıdır. 

Karikatürist, bakış açısı diğer insanlara göre farklılık kazanan sanatçıdır. “Elma manava ve bir ressama farklı görünür” der John Morreal. Bu bağlamda, elma’yı şekillendirecek, çizgisel bir görüntüyle bir olayı bezeyecek ve bir fikir oluşmasını sağlayacak olan karikatüristtir. Bir manav ile karikatüristtin elmadan beklentileri birbiriyle uyuşmayacaktır. Elmayı manavın başının üstünde hayal eden karikatürist, şaşırtıcıdır (Poroy 2007: 11). 

Karikatür mizahının görsellik gibi bir nitelik taşıyor olması, toplumu da cezbetmektedir. 
Görselliğin hafızada uzun süre kalmasından ve kültürel bellekteki yerini muhafaza edebilmesinden kaynaklı, günümüz mizahçıları arasında karikatür sıkça kullanılır. 

1.4. MİZAHIN ALANLARI 

1.4.1. Etnik Mizah 

Graf’a göre “Etnik mizahın amacı genellikle eleştiri yani düzeltme değil; kişinin kendi kimliğini farklılaştırma yoluyla onaylamadır.” (Aktaran Öğüt-Eker 2009:125). 

Bu analizden hareketle etnik mizahın üstünlük duygusu ve mizahta Üstünlük Kuramıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Bir grubu, bir topluluğu, diğerinden üstün vasıflı ilan etmek, etnik mizaha yol açar. Mizahın onarıcı niteliğini göz ardı eden bu tarz bir mizah anlayışında, birey yahut grup karşı grubun etnik özellikleriyle alay edebilir, onu küçümseyebilir. Bu bağlamda etnik mizah anlayışının enternasyonal ve hümanist bir tavır sergilediğini söylemek güçtür. 
Karşı grubun kültürel kodlarından ileri gelen yaşam tarzları, yeme-içme alışkanlıkları, barınma şekilleri, üretim-tüketim dengesi, giyim-kuşam tarzları, gelenek-görenekleri ve dil özellikleri gibi pek çok unsur etnik mizaha malzeme olabilir. 
İmparatorluk çatısı altında olup, sonra parçalanan pek çok devletin içinde “azınlık” denen farklı milletten halklar yaşayabilmektedir. Yahut sanayileşmiş ve işgücü yüksek ülkelere göç talebinin fazlalıyla o ülkede azınlık toplulukları oluşmuştur. Örneğin; Dağıstan Cumhuriyeti’nde yaşayan etnik unsurlardan Darginlerin paraya düşkünlükleri, üzerine Dağıstanlılar pek çok fıkra üretmişlerdir. 

 “Savaş alanında bir Avar, yaralı bir Dargin’i taşıyormuş. Dargin ikisi birden 
ölmesin diye kendisini bırakması ve daha fazla acı çekmemesi için kendisini 
vurmasını istemiş. Avar nihayet ikna olmuş. Silahını çıkarmış ama kurşununun 
kalmadığını farketmiş. Dargin cebini karıştırıp bir mermi bulmuş ve sormuş: 
“Mermiye ne kadar verirsin?”

3 (http://www.sabah.com.tr/NewYorkTimes/2010/03/01/daglarin_arasinda_yankilanan_etnik_bir_ mizah_anlayisi) 

Bugün Türkiye’de Laz kimliği üzerinden üretilen ve tüketilen fıkralarda “Laz’ın biri bir gün…” yahut “Temel bir gün…” diye başlamaktadır. Bu tarz fıkralarda, Temel ve Dursun tipleri üzerinden yola çıkılarak Karadeniz yöre insanının kendine has pratik zekâsı göz önüne serilirken, öte yandan safdillikleri göze batar: 

“ İdam mahkûmu olan Temel’e sormuşlar: 
- Son arzun nedir? 
- Beni oğlumun yanına gömün. 
- Ama, oğlun yaşıyor. 
- Olsun, ben beklerim.” 

Öğüt-Eker’ göre etnik mizahın konuları; “dildeki esneklik, cimrilik-pintilik ve 
kurnazlık-uyanıklıktır” (2009: 125-126). Kurnazlık-uyanıklık konusunda Yahudiler üzerine fıkralar söylenmiştir: 

“Bir Yahudi ile Yahudi olmayan birinin otomobilleri çarpışır. Polis gelmesini 
beklerler. İkisi de yaralanmamış, ama kazanın şokuyla biraz sarsılmışlardır. 
Yahudi bir şişe votka çıkarır, diğerine uzatır. Diğeri şişeyi alır ve votkadan bir 
yudum içer; daha sonra şişeyi teşekkür ederek Yahudi’ye uzatır. Yahudi şöyle der: 
“İçmeyeceğim, alkol muayenesi için polisi bekleyeceğim” (Aktaran Öğüt-Eker 2009: 126). 

Pek çok egemen toplum, bünyesinde yaşayan azınlık halkalara bu “yafta”larla 
yüklenmiş, esasında mizahın yıpratan ve saldıran işlevlerini kullanmıştır. İşte egemen toplumların bir diğerine yaşatacağı baskı ve yaşam hakkını sınırlama davranışlarına negatif mizah eşlik etmektedir. Bu nokta da mizahın etki alanını tekrar düşünmek gerebilir. Zira, bu etnik fıkralar sayesinde/yüzünden hiç âşina olmadığımız hatta tanımadığımız milletler hakkında gerekli/gereksiz önyargılara sahip olabilmekteyiz. Bir Yahudi ile karşılaştığımızda üzerindeki “cimri” yaftası bilinçaltımıza yerleşik duygu sebebiyle ona karşı temkinli davranmamızı gerektirebilir. 

1.4.2. Cinsel Mizah 

Cinsellik pek çok toplumda “sakıncalı” kavramlardan biridir. İngilizce utanmak 
<impudent> kelimesi Latince pudere’den türemiştir ve pudenda kelimesi “cinsel 
organlar” anlamına gelmektedir (Sanders 2001:312). Sanders’ın bu izahına göre, cinsellik utanılabilinecek bir kavram olarak, bugün bile çoğu gelişmiş/az 
gelişmiş/gelişmemiş toplumlarda, yerini korumaktadır. 
Cinsellik, utanılacak/utandıracak mahiyetinden sorumlu olarak, yasaklanma geleneğine maruz kalmıştır. Utanılanın ve yasaklananın“komik” olarak nitelenmesi de, cinsel mizahta varlık bulur. “Cinsel içerikli mizah, direkt ya da ima yoluyla cinselliğin kullanıldığı mizah türüdür, açıkça veya dolaylı olarak cinsel öğeleri içerir.” (Öğüt-Eker 2009: 122). 

Mizahın eğlenme ve psikolojik fonksiyonlarıyla örtüşen bu mizah alanı, toplumların kendi mizah anlayışları ve cinselliği yaşama tarzlarına göre şekil kazanır. Eğlence anlayışının yanında, cinsel içerikli fıkraların otorite üzerine etkileri olduğu söylenebilinir. Ergüven’e göre, “Cinsellik içeren fıkralar, mahremiyetin kışkırtıcı gizliliğiyle birlikte, uluorta konuşulmasa da, iktidar gösterisinin deforme edilmesini sağlar” (2001: 174). 

1.4.3. Siyasî Mizah 

Mizah 16. Yüzyıl sonlarına kadar “bayağılığı, insanın fiziki kusurlarını, akli denge 
bozukluğunu veya mizacı” anlatmak için kullanılırdı (Aktaran Öğüt-Eker 2009: 94). 
Gülmenin sonraki süreçte ne gibi fonksiyonlarının ortaya çıktığını siyasi mizahta 
bulabiliriz. 
“Siyasi mizah şakanın ve şakacılığın, anekdotların, satirin, dramatik komedinin, çizgi filmin ve karikatürün bir formunu alır. Belki de siyasî mizahın vücut bulduğu başlıca form, politik saldırıdır” (Schutz 1977: 24). Toplumda “yöneten güç” ün yahut “egemen” olanın makûs bir talihi vardır. Güç, ne yaparsa yapsın halkının nazarında hep “öteki” dir. Bir tür dışlanmaya maruz kalan egemen güç, bu durumu içselleştirmiş olacak ki, elindeki imkân ve çoğaltılmış hak ve özgürlüklerinin yanında bu manevi dışlanmayı kabullenmiştir. Tıpkı, etnik mizahta bahsettiğimiz gibi “ötekinin komiği” bizi siyasi mizahta da karşılar. Ancak siyasi mizahta hedef alınan, bu kez hem üniter yapıyı temsil eden devlet, hem de toplumu yasayan, yürüten ve yargılayan sınıflardır. Bu bağlamda 
siyasî mizah, mizahın en işlevsel türü olarak değerlendirildiğinde hata edilmiş olunmaz, zira siyasî mizahın amacı ifşa ederek, onarmaya çalışır. Bu bağlamda “Siyasi saldırı bazen kaba ve acımasız olabilir. Fakat eğer bu saldırılar komikse, etkisi hem tolere edilebilir, hem de zevkli olabilir” (Schutz 1977: 25). 

Bugün toplumsal ve bireysel bir savunma kalkanı hatta yeri geldiğinde makineli bir tüfek gibi kullandığımız siyasi mizah, mizahçı gücünü yitirmediği sürece bireyleri egemen güç’ün karşısında hem motive edecek, hem “kıs kıs” güldürecek hem de yeni eylem planları hakkında ipuçları verecektir. 

Siyasî mizah, toplumsal bir eleştiri ve sorgulama mekanizması haline dönüşürken, temel aldığı kişi yahut kurum üzerinde her türlü işkence yöntemini uygulayabilir. Öç alma, değer kaybettirme, statü endişesi yaratma gibi amaçlar doğrultusunda çoğu zaman acımasızlaşan bu mizah türünün hayatta kalma şansı tabii hem mizahçının yetisine ve kabiliyetine hem de otoritenin daima hayatımızda olmasına bağlıdır. 


Öğüt-Eker’e göre, siyasî mizahın iki çeşidi vardır: İlki, kişi, grup, fikir ya da toplumu; ikincisi, siyasi bir rejimi bütün olarak değerlendirip bu rejim tarafından yapılan baskıları konu alır. Her iki öge de birbiriyle iç içe gülmeyi oluşturur (2009: 128). 
Danuse Sedlackova adlı Çek sanatçının karikatürü olan aşağıdaki resim, kapitalizmi hedef almış karikatürlerden birisidir. Siyah takım elbiseli, yaşlı ve zengin adam almış eline kırbacı, tarlada çalışan işçilere vuruyor. Ağızlarından burunlarından kan gelinceye kadar çalıştırıyor onları ki, bir yandan da altın liralar çuvala dolsun… Karikatürün altında Çek dilinde yazılmış bir yazı var: “Kapitalismus Ma Jeden Cil”. Türkçe’de, “kapitalizmin yalnızca tek bir amacı vardır” anlamına geliyor.4 

4 (https://zulalkalkandelen.wordpress.com/category/yoksulluk/) 
https://zulalkalkandelen.files.wordpress.com/2008/08/tara0002.jpg?w=300

Eker’in iki türde incelediği siyasi mizahın sistem eleştirisi olanı için yukarıdaki örnekte mevcuttur. Aşağıdaki anekdot ise, direkt bir şahıs üzerine yöneltilmiş olan diğer siyasi mizah türü için örnektir: 

“Führer, bir hahama savaşın niye kötü gittiğini sorar. 'Yahudi generaller 
yüzünden' der haham. Hitler, 'Bende yok ki' diye gürler. Haham: Ama ötekilerde var.” 

2.BÖLÜM: SİYASET VE MİZAH 

2.1. SİYASET NEDİR? 

Siyaset kelimesi Arapça kökenli bir sözcük ve “at eğitimi” anlamına gelmektedir. Aynı anlamda kullanılan “politika” sözcüğü ise Yunan kökenli olup, “devlete ait işler” anlamına gelmektedir. Ahmet Taner Kışlalı ve Bülent Daver siyaseti “ülke, devlet, insan yönetimi” olarak tanımlar (Kışlalı 1992: 2). 

Aristo “insanın tabiatı gereği siyasi bir hayvan “zoon politikan” olduğunu söyler. Bu sözle, insanın ancak siyasî bir topluluk içinde “iyi bir hayat” yaşanabileceğini anlatır. 
Bu açıdan siyaset ahlakî bir faaliyettir ve âdil bir toplum yaratmayı amaçlar (Türköne 2007: 8). 

Siyaset bilimi üzerine ilk konuşulanlarda “devlet” ana konu olarak alınıyordu. Devletin kuruluşu, fonksiyonları, amaçları, devlet – birey ilişkisi gibi sorunları kapsayan geleneksel siyaset bilimi esas itibariyle “devlet bilimi” olarak kabul edilmekteydi. 

Ancak zamanla siyaset biliminin sadece devlet ile sınırlandırılması görüşünü 
benimseyenler azalmıştır. Zira, siyaset devleti aşan bir kavramdır (Kapani 2009: 17). Siyaset, yönetilme ihtiyacını taşıyan topluluğun sistematik olarak /yönetmeye aday olunması/ yönetilmesi sürecinde belli aşamalar ve kaideler üzerine şekillenmiş bir sistemdir. Siyaset yapmak, ilkel toplumlarda dahi kabile reisinin topluluk üzerinde almış/uygulamış olduğu kararlarda mevcuttur. Siyasete iştirak eden hiyerarşik yapıda aktörler ve figüranlar vardır ve bunlar seçilmiş yahut atanmış olarak sınıflandırılırlar. 

Siyaseti salt devlet bazında değerlendirmek kapsamsız ve yanlış bir ifade olacaktır. Zira, belli bir halk üzerine karar verme/ikna etme/ yönlendirme yeti ve hakkına sahip her birey ya da oluşum siyasî kimlik taşıyor demektir. 

Ahmet Taner Kışlalı siyaset biliminin doğuşunu şu şekilde özetler: 

“Eflatun başta olmak üzere Aristo gibi düşünürler, “nasıl”ın değil, “nasıl olması 
gerektiği”nin üzerinde durmuşlardır. Aristo’dan uzun yılar sonra, siyaset biliminin ikinci öncüsü görünümüyle Tunuslu bir İslam düşünürü İbni Haldun, devlet ve ikitidar kavramlarını bilimsel bir yaklaşımla incelemiştiler. Hatta Marx’dan önce toplumları “üretim biçimleri” ne göre ayıran İbni Haldun’dur. Siyaset biliminin doğuşuna giden yolda üçüncü isim İtalyan düşünür Makyavel’dir. Makyavel iyi bir gözlemci olarak, siyasal iktidarın ele geçirilişini, korunmasını, büyümesini ve yitirilmesini inceledi. 

Fransız düşünür Montesquieu, “Yasaların Ruhu” adlı yapıtında, bir toplumda 
geçerli kuralların, o toplumun içinde bulunduğu coğrafi ve toplumsal koşullarla 
olan bağlantısını araştırdı. Sosyolojinin kurucusu sayılan Auguste Comte, aynı 
zamanda siyaset biliminin doğmasına da katkı yaptı. Siyaset biliminin doğuşu 
konusuna, bu bilimin yönteminin bilimselleşmesi aşamasındaki isim Karl Marx’dır. Marx, toplumsal değişmenin temeline ekonomik “altyapı”yı koyarak ve siyaset de dâhil, tüm toplumsal kurumların oluşmasında da önceliği somut etmenlere tanıyarak, toplumsal bilimlerde “öznel”liğin yerine “nesnel”liği koydu. Fransız Alexis de Tocqueville, “Amerika’da Demokrasi” adlı kitabıyla toplumsal-ekonomik gelişmenin siyasal sistem üzerindeki etkisini ortaya koydu. Alman Max Weber ise, bürokrasinin çağdaş siyasal rejimler içindeki ağırlığını vurguladı” (1991: 6-9). 

“Siyasetin iki yüzü vardır: Bir yüzünde çatışma, öbür yüzünde uzlaşma bulunur. Bir tarafta çatışan fikirler, farklı istekler, birbirine zıt çıkarlar galip gelmek için kıyasıya yarışır. Diğer tarafta insanlar ortak kurallar etrafında barış içinde yaşamaya, işbirliği yapmaya ve uzlaşmaya çaba harcar. 

Bu yüzden siyasetin özü ‘çatışmaların çözüme kavuşturulma süreci’ olarak tarif edilir” (Türköne 2007: 6). 
Çatışma ve uzlaşma dinamikleri üzerine temellenmiş siyaset için teorik pek çok 
varsayımlar oluşturabilinir. Esas olan ise, siyasetin hayatın özünü kaplaya bilecek kapasitede bir uğraşı sistemi olduğudur. Bir yaşam tarzı, bir bakış açısı, bir Dünya görüşü gibi, hayatın pek çok alanına nüfuz edebilmektedir. 
Ancak kimilerine göre de “siyaset kirli bir iştir”. Siyaseti, halkın nazarında 
bayağılaştırmak, esasında hayatın en önemli atar damarından vazgeçmektir. Zira, siyaset devlet, millet hatta ülke olabilmek için izlenen yoldur. Erol Güngör’ün şu ifadeleri bu anlamda güncel bir değerlendirmedir: 

“Politika herkesin girebileceği veya üç günde öğrenilebilecek bir meslek değildir; 
orada da en az diğer mesleklerdeki kadar geniş bir tecrübe ve yetiştirmeye ihtiyaç vardır. Bu tecrübe ve bilgiden mahrum olanlardır ki, Türkiye’de politikanın iğrenç bir iş, politikacıların da bilgisiz birer madrabaz oldukları kanaatini yerleştirmiş bulunuyor. Sık sık yalan söyleyenlere, münakaşalarda safsata yapanlara, havaya göre kanaat değiştirenlere politikaya girmesini tavsiye ediyor yahut orada muvaffak olabileceğini düşünüyoruz. Birisi söylediği sözlerde hile bulunmadığını anlatmak için “Ben politika bilmem” diyor (2003: 322). 
Siyasette yani ortak payda arama sürecinde toplum nezdinde gerginlikler yaşanması muhtemel hatta yaygındır. Siyasîlerin, birbirleri arasındaki çatışmaların uzantısı olarak, toplumda da ideolojik ayrışmalar görülür. İdeoloji çatısı altında toplanan insanların kitle sayısı, siyasî yapılanmayı iktidara taşır ya da muhalefette tutar.5  Bir toplumda, siyasete bulaşmamak imkânsızdır. Zira, seçim sisteminin var olduğu yönetim şekillerinde, oy kullanma eylemi, istemli istemsiz siyasete iştiraki ispatlar. Bu açıdan bakıldığında, söylememiz gerekir ki, günümüz tabiriyle apolitiklik toplum istikbali açısından bir hayli tehlikeli bir durumdur. Kime, neden oy verdiğini muhakeme edemeyen, bir başkasının görüşünü benimseyen ya da benimsemek zorunda kalan seçmenlerin artması, toplumun entelektüel kimliğine zarar vereceği gibi, siyaset 
açısından da karmaşık bir düzeni getirir. 

5 İdeoloji üzerine yapılan tanımlar çeşitlidir: Toplumsal yaşamdaki anlam, gösterge ve değerlerin üretilme süreci. Belirli bir toplumsal grup veya sınıfa ait fikirler kümesi. Toplumsal çıkarlar tarafından güdülenen düşünme biçimleri. Söylem ve iktidarın çatışması…(Türk 2007: 106) 

Toplumun siyaseti sadece siyasi arenada emek sarf edenlere yüklemesi, toplumsal bir paradoksu getirir. Siyaset, en genel anlamda ülke ve Dünya istikbali üzerine, nihaî sonuçlar doğuracağından ve belki de geri dönüşü mümkün olmayan durumlara sebep olabileceğinden, vatandaş kimliğini taşıyan her bireyin bu alanda, donanması gerekmektedir. 

Yine toplumun değişik katmanlarında yaşanan sosyo-ekonomik sıkıntılar, ön planda tutulan geçim kaygısı kişileri başka bir alanla ilgilenme şansından uzak tutabilmektedir. 
Bu anlamda, kişinin tek seçeneği, ekonomik gelişme için vaatlerde bulunan 
teşkilatlanma olur. Bir toplumda diğerinin söylemleriyle çok da ilgilenmeyen seçmen sayısının artması, istemli istemsiz ideolojilerin de sarsılmaya başladığına işaret eder. 
Siyaseti genel anlamda değerlendirdiğimizde şu sonuçla karşılaşabiliriz: siyasetin özünde yatan yönetme/yönetime ortak olma/fikir benimsetme gibi amaçlar yatar ve bu amaçlar her rekabet ortamında olduğu gibi burada da çatışmalara yol açar. Çatışan teşkilatlanmaların ortak bir paydada buluşamamaları toplum üzerinde bir gerilime sebebiyet verir ve ülke üzerinde sosyo-ekonomik sıkıntılar oluşabilir. Bu bağlamda, yine tarafların cazibe merkezi, kamuoyunun ihtiyaç listesi olur. 

2.2. SİYASAL İLETİŞİM NEDİR? 

Türkiye’de mizah ile siyasetin bir nevi işbirliği söz konusudur. İkinci Dünya Savası sonrasında demokrasilerin yeniden inşasına yönelik çabalar, halkın düşünme ve inanma biçimlerini, etkilenme tarzlarını, karşı koyma tutumlarını açığa çıkarabilmeyi amaçlamaktadır. “Tüm bu çabalar, yani kamuoyunun yeniden ve bu defa bilimsel olarak tanımlanma süreci ‘siyasal iletişim’ diye adlandırılmış ve politika bilimi ile iletişim bilimi arasındaki köprünün kurulmasına olanak sağlamıştır. Politika bilimi ve iletişim biliminden, bilimsel araştırma teknik ve yöntemleri devşiren bir alt akademik bilgi alanı olarak siyasal iletişim inşa edilmiştir” (Köker 1998: 21). 

Siyasetin temel dayanağı “yönetmek”, “idare etmek”, “arz-talep dengesi oluşturmak” olduğundan dini bir lider, bir işletme müdürü, bir şirket yöneticisi yahut bir aile reisi de siyaset yapar. Lakin en kapsamlı ve özüne uygun anlamıyla siyasetin belli usullerle ve meşruiyet esaslarına göre yapıldığı alan seçilmiş yerel yönetimler, mülki idare makamları ve parlamentodur.6 

6 Siyasi iktidarın varlık sebebinin yönetilenler için makul bir anlama kavuşturulması, halkın rızasına ve onayına dayandırılmasıdır. İktidarın, yasa, emir ve tasarruflarının toplumca kabul edilmesi ve uyulmasının tek dayanağıdır (Türköne 2007: 42). 

İletişim; sözcüğün kökeninde hareketle Latince commun-halk-topluluk kökünden türetilmiş bir kavram olan communication; yani bilgi ve düşüncelerin değiş tokuşunu ifade eder (Aktaran Taşyürek 2009: 18). 

İletişim kavramının bir alt türü olan siyasal iletişim bir tanıma göre; bir siyasal görüş ya da organın, iktidar olabilmek için zaman ve konjonktürün gereklerine göre çeşitli tekniklerden yararlanarak sürekli bir biçimde gerçekleştirdiği tek ve/veya çift yönlü iletişim çabalarıdır (Aktaran: Özer 2000: 118). 

Aysel Aziz’e (2003:3) göre siyasal iletişim, “Belli ideolojik amaçlarını, toplumda belli gruplara, kitlelere, ülkelere ya da bloklara kabul ettirmek ve gerektiğinde eyleme dönüştürmek, uygulamaya koymak üzere siyasal aktörler tarafından çeşitli iletişim tür ve tekniklerinin kullanılması ile yapılan iletişim” dir. 

“Siyasal iletişim, bir siyasal görüş ya da organın etkinlikte bulunduğu siyasal sistem içerisinde kamuoyunun güvenini ve desteğini sağlamak amacıyla dönemin gereklerine göre reklam, propaganda ve halkla ilişkiler tekniklerinden yararlanarak sürekli bir biçimde gerçekleştirdiği tek veya çift yönlü iletişim çabasıdır” (Uslu 1996: 790). 

Siyasal iletişimde esas mesele, mesaj iletimi ve alımıdır. Siyasîlerin, yönetmeye talip oldukları kesim ile ilgili plan, proje, vaatlerini en hızlı ve en kolay iletmek için çeşitli alanlardan faydalanması ve sunumlarının geri dönüşümünü bu kanallar vasıtasıyla görmeleri önemlidir. Örneğin, bir siyasal partinin yaklaşan seçimlere yönelik sayıca belli bir topluluk üzerine yaptırtmış olduğu bir anket, o siyasî partinin ilettiği mesajın geri dönütü olarak görülebilir. 

Siyasal iletişimde bulunan kurum, kuruluş, grup ve kurumsallaşmış kimliği bulunan kişiler, örgüt liderleri, önderleri ve yöneticileri siyasal aktörler olarak ele almak mümkündür. Bu aktörler bulundukları, ait oldukları küme veya örgütün amaçları, ilke ve kuralları çerçevesinde hareket etmek ve iletişimde bulunmakla yükümlüdürler. Bu rolleri en iyi biçimde oynamaları gerektiği için de kendilerine “aktör” denilmektedir. 

Devlet başkanı, hükûmet, siyasal partiler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, baskı grupları, sivil itaatsizlik, lobicilik faaliyeti ve terör gruplarını bu aktörler arasında saymak mümkündür (Aziz 2003: 17). 

D. Wolton’a (1991: 52) göre siyasal iletişim; “siyaset üzerine kamu önünde fikir 
belirtmeleri meşru olan üç aktörün, yani politikacıların, gazetecilerin ve nabız 
yoklamaları aracılığıyla kamuoyunun çelişkili söylemlerinin mübadele edildiği alan” olarak tanımlar. 

D. Wolton’un görüşü, siyasal iletişimi “siyasetçi” bazında ele almayışı, çalışma mız açısından aydınlatıcı olmuştur. Zira, siyasal iletişimi haberleşme, kamuoyu oluşturma, koalisyon oluşturabilme gibi pek çok alt nesneyle birlikte düşündüğümüzden, bu üç aktörün de siyasal iletişim açısından belli yöntem, tutum ve yaklaşımları olacaktır. 

Bir tiyatrocunu, tiyatrodan çok siyaset konuşabiliyor olması yahut bir ticari taksi 
şoförünün ülke gündemine dair söyleyecek ne çok sözünün olması, siyasal iletişime atıfta buluna bilinecek durumlardır. 

Siyasal iletişimin bu üç aktörünün birbirinden bağımsız kaygıları vardır. Politikacıların mesaj kaygısının altında yatan esas olan, oy kaygısıdır. Gazetecilerin haber, kamuoyunun ise vaatlerin gerçekleştirilmesi yönünde hem kısa vadede hem de uzun vadede gerçekleşebilecek kaygıları ve beklentileri vardır. Elbette, bu çok normatif ve olası bir durumdur. Ancak, her üç tarafın da bu anlamda siyasal iletişim yöntemlerine ihtiyaç duyarlar. Özellikle politikacının seçmiş olduğu yöntem, onu iktidara taşıyabilir yahut muhalefette tutar. 

Bu bağlamda, politikacının tüm vaatlerini iletebilmek hatta yeri geldiğinde rakiplerini saf dışı edebilmek için seçeceği yöntem veya yöntemler çok 
önemlidir. 
Bu bağlamda siyasetçinin geliştirilmiş tüm siyasal iletişim teknik ve yöntemlerine ek olarak, içerik ve üslup açısından da değişime/devinime ihtiyacı vardır. Bu sebeple, siyasi söylemlerde mizahın ön plana çıkarılabilmesi, siyasetçi için avantaj taşıyan bir durumdur. Mizahın gerek negatif gerek pozitif işlevleri, siyasetçi için çok fazla malzemeye sahiptir. Bu anlamda siyasî iletişim dilinde mizahın yaygın olarak tercih edilmesi, her ne kadar bir beceri istese de, gerginliklerin giderilmesi, kucaklayışı bir tavrın öne çıkarılmasında etkin olabileceği gibi, nüktedanlığın ve hazır cevaplılığın statüye artı puan getirecektir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***