Sinan OGAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinan OGAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2017 Pazar

HAZAR’DA TEHLİKELİ OYUNLAR: AVRASYA DOSYASI BÖLÜM 2


HAZAR’DA TEHLİKELİ OYUNLAR: AVRASYA DOSYASI  BÖLÜM 2



Hazar’ın Statüsü Tartışmalarında Ülkelerin Tezleri 


RUSYA FEDERASYONU: 

SSCB’nin çöküşünün ardından başlayan Hazar’ın statüsü tartışmalarında en önemli oyunculardan birisi olan Rusya konuyu (1992 Tahran Konferansı dışında) ilk kez Ekim 1993’de gündeme getirmiştir. 

Rusya’nın bu dönemdeki yaklaşımı Hazar’ın bir iç deniz olduğu ve sınır devletleri tarafından bölünemeyeceği yönündeydi. Rusya, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku’nun diğer denizlerle doğal bağlantısı olmadığından Hazar’a uygulanamayacağını savunmakta ve Hazar’ın yasal rejimini belirleyen İran ile yapılmış olan 1921 ve 1940 antlaşmalarının yürürlükte olduğunu vurgulamaktaydı.40 

  < Hazar Denizi’ni kıyı devletlerle ortak olarak (median line) kullanmak isteyen Rusya’nın yaklaşımında önceleri politik kaygılar daha ön 
plana çıkmaktaydı. >

Rusya’nın tepkileri genel olarak şu noktaları ihtiva etmekteydi: "Hazar’ın kaynaklarına yönelik tek taraflı hareketler uluslararası hukuka aykırıdır ve bu su havzasının eko-sistemine zarar vermesi tehlikesini ortaya çıkarmaktadır. Hazar Denizi ve onun kaynakları bütün kıyıdaş ülkelerin ortak kullanımında olmalıdır".41 

Hazar Denizi’ni kıyı devletlerle ortak olarak (median line) kullanmak isteyen Rusya’nın yaklaşımında önceleri politik kaygılar daha ön plana çıkmaktaydı. Hâlâ bölgeyi kendi arka bahçesi olarak görmek isteyen Rusya’nın bir diğer kaygısı zengin petrol yataklarına sahip Azerbaycan’ın Batı ile giderek artan yakınlaşmasıydı. Bu sebeple Rusya 

Federasyonu’nun statü tartışmalarının merkezinde daha çok Azerbaycan bulunmaktaydı. 

Azerbaycan ise 1991’den devam eden petrol anlaşması görüşmelerini 20 Eylül 1994 tarihinde anlaşma ile neticelendirmişti. 

Yapılan bu anlaşmanın ardından Batılı büyük petrol şirketleri Hazar Denizi’nin Azerbaycan sektörüne ciddî miktarlarda yatırım yapmaya başladılar.42 Başlangıçta Rusya hükümeti ve onun "Lukoil" petrol şirketi Azerbaycan’ın Batı’lı şirketlerle yürüttüğü petrol görüşmelerinden dışlanmıştı. 

Ancak bu dışlanmışlık Azerbaycan’da Elçibey hükümetinin bir darbeyle uzaklaştırılmasıyla neticelendi.43 

İktidara geldikten sonra mevcut durumu iyi kavrayan Aliyev aynı akibetin kendi başına gelmesinden çekindiği için "Asrın Anlaşması"nda kendi ulusal petrol 
şirketi (Azerbaycan Respublikası Dövlet Neft Şirketi-ARDNŞ) payından Rus Lukoil şirketine yüzde 10’luk bir pay vererek bir şekilde Rusya’yı da bu büyük oyuna dahil etti. 

Ancak bu paya rağmen Rusya bir türlü memnun edilemiyordu. Bu anlaşma ile oluşturulan uluslararası konsorsiyuma ilk tepki de zaten Rusya’dan geldi. Rusya Federasyonu 5 Ekim 1994’te BM’e müracaat ederek sorunun genel kurulun kış oturumunda ele alınmasını istedi. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Grigori Krasin ise 1921 ve 1940 yıllarında imzalanan Rusya-İran ve Sovyet-İran anlaşmalarını hatırlatarak, bakanlığının petrol anlaşmasını tanımadığını ve bir taraflı hareketlerin, özellikle rezervler ve Hazar Denizi konusunda yapılan 
işlerin uluslararası hukuka uygun olmadığı ve denizin ekoloji sistemini tehlikeye soktuğunu" söyledi. Açıklamada ayrıca herhangi bir Hazar devletinin tek taraflı eyleminin (Azerbaycan kasdedilerek) kabul edilemeyeceği de bildirildi.44 Bu arada Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı, İngiltere’nin Moskova Büyükelçiliği’ne verilen nota’da "İngiliz hükümetine Hazar’ın statüsü belirlenmeden burada anlaşmalar imzalamamasını tavsiye etmiştir".45 

Rus Dışişleri Bakanlığı’nın bu tutumu Enerji Bakanlığı ile çelişmekteydi.46 Zira, dönemin Rusya Federasyonu Enerji Bakanı Yuri Şafrannik, Rusya hükümetinin Hazar Denizi’ndeki petrol yataklarının kullanımında Azerbaycan’ın bütün haklarını tanıdığı bildiriyordu.47 Rusya’nın dışişleri kanalıyla tanımadığı "Mega Proje"ye yüzde 10 hisse alarak girmesinde Rus dış politikasında enerji lobisinin artan ağırlığı etkili olmuştur.48 

Rusya başlangıçta Hazar’ın beş kıyıdaş ülke arasında bölüştürülmesine şiddetle karşı çıkıyordu. 

İlk zamanlar Rusya’nın Hazar konusundaki tutumu oldukça sertti. 
Ancak zaman içerisindeki gelişmeler Rusya tarafında yeni fikirleri ortaya çıkarmıştır. Zira Kazakistan ve Azerbaycan’ın kendi sektörlerini belirleyerek uluslararası büyük petrol şirketlerini buralara yatırıma celbettiğini ve Batı’nın desteğini sağladıklarını gören Rusya yeni bir strateji belirleyerek bu "de facto" oluşumun dışında kalmamak için girişimlerde bulundu. Su yüzeyinin ortak kullanımı ko-nusunda taviz alarak Temmuz 1998’de Kazakistan ile Hazar’ın kuzey kısmıyla ilgili olarak deniz yatağı için ortay hat prensibini, su yüzeyi içinse ortak sahipliği içeren bir anlaşma imzaladı. 

Bunu Azerbaycan ile 9 Ocak 2001’de yapılan benzer içerikli anlaşma izledi.49 

  < Kazakistan ve Azerbaycan’ın kendi sektörlerini belirleyerek uluslararası büyük petrol şirketlerini buralara yatırıma celbettiğini ve Batı’nın desteğini sağladıklarını gören Rusya yeni bir strateji belirleyerek bu "de facto" oluşumun dışında kalmamak için girişimlerde bulundu. >

Rusya Federasyonu ilk başlarda Hazar’ın "condominimum" prensibi ile 12-24 millik bir sahil şeridinin kıyıdaş ülkelere bırakılması ile kalan alanın ortak olarak kullanılması gerektiğini savunmaktaydı. Rusya Federasyonu’nun kendi savunduğu fikirlerinden taviz vererek Hazar’ın dibinin sektörlere bölünmesine destek vermesinde bu ülkenin ulusal sektöründe ("Xvalınskaya" yatağı) çok zengin petrol yataklarının bulunması da etkili oldu.50 Dönemin Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Boris Pastuxov bu politika değişikliğini şu cümlelerle ifade etmiştir: "Realiteyi tanımak gerekiyor."51 

İlk bakışta Rusya’nın bölgede istikrarsızlık politikası uyguladığı ve buna yönelik bir çıkar dengesi oluşturduğu değerlendirmeleri yapılsa da aslında Rusya’nın (hiç de beklenmedik bir şekilde) Kazakistan ve Azerbaycan ile yaptığı anlaşmalarla sorunun bir an önce çözülmesinden yana bir tavır içerisinde olduğu görülmektedir.52 

Bu durumun Rusya topraklarının coğrafi olarak bölünmesi ve uluslararası güçlere açık hale getirilmesi manasına geleceğinden, Rusya’nın Hazar’ı deniz olarak 
tanımamasının anlaşılır sebepleri de ortaya çıkmaktadır. 

Hazar’ın statüsünün belirlenmesi sürecinde önemli bir role sahip olan Rusya, Hazar bölgesine oldukça büyük bir önem vermektedir. Başlangıçta, Hazar konusunda Azerbaycan’a baskı yapmak suretiyle konunun bir ivme kazanacağını düşünen Rusya Federasyonu’nun Hazar politikası, Putin’in iktidara gelmesi ile beraber değişikliğe uğramıştır. Rusya’nın dış politikasında özellikle de eski SSCB mekanındaki politikasında enerjinin temel unsur haline geldiği, Putin’in 21 Nisan 2000’deki Rusya Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısının ardından yaptığı 
açıklama ile açıkça ortaya çıkmıştır. Putin, yaptığı açıklamada "partnerlerinin Hazar bölgesinde çok aktif olduklarını ve kendilerinin de benzeri 
bir aktivite sergileyeceklerini" ifade etmiştir.53 

Bu açıklamanın ardından, 1999 yılından itibaren Rusya Federasyonu Enerji Bakanlığı görevini yürüten Viktor Kalyujnıy 31 Mayıs 2000’den 
itibaren Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Devlet Başkanı’nın Hazar Özel Temsilcisi olarak atandı.54 Bu atamayla Kalyujnıy’i Hazar’dan sorumlu özel temsilci yapması Putin’in Hazar bölgesine verdiği önemi göstermesi açısından kaydadeğerdir. Kalyujni bu göreve atanmasından sonra, düzenli bir biçimde Astana, Aşkabat, Tahran ve Bakü’yü ziyaret ederek, Hazar sorununu Rusya’nın bakış açısı çerçevesinde çözmeye çalışmaktadır. 

Kalyujnıy, bu göreve atanmasından sonra sürekli olarak Hazar’da statü sorununun bir an önce çözülmesi ve bu konuda geç kalınmaması gerektiği ni ifade etmektedir.55 Rusya, ayrıca çeşitli enstitüler ve araştırma merkezleri açarak birincil derecede önem verdiği Hazar bölgesini derin lemesine bir incelemeye almıştır. Diğer yandan Başkan Putin, Hazar bölgesi devlet başkanları ile Haziran 2000 tarihinden itibaren ondan fazla birebir görüşme yaparak bölgeye verdiği önemi göstermiştir.56 

AZERBAYCAN: 

Hazar’da en aktif kıyıdaş ülke olan Azerbaycan Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Hazar Denizi bölgesinin yeni belirmekte olan siyasi ve ekonomik merkezi 
konumuna girmiştir.57 

Azerbaycan özellikle Batı sermayesini bölgedeki enerji kaynaklarına çekmesiyle ön plana çıkarken, aynı zamanda statü tartışmalarında Rusya Federasyonu 
ile beraber ağırlıklı konumda olmuştur. 

  Azerbaycan ilk zamanlar bu su havzasını "göl" olarak nitelendirmekteydi. Hazar sorununun gündeme geldiği ilk günlerden itibaren Azerbaycan basınında 
Hazar’ın "göl" olduğuna dair yazılar sıkça yayınlanmakta ve resmi kanallarca da bu görüş savunulmaktaydı.58 

Başlangıçta Rusya ve İran’ın Hazar’ı göl olarak görmek istemesindeki temel amaç, bu su havzasını Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin etki alanının dışına çıkarmak ve daha sonra da sonucun belirlenmesinde 1921 ve 1940 anlaşmalarının tek başvuru kaynağı olmasını sağlamaktı. 

Zaten Azerbaycan’ın Hazar’ın uluslararası bir göl olduğunu savunması ve bu yüzden de onun tamamının kıyı devletleri arasında bölüştürülmesi gerektiğini iddia etmesi görüşü daha doğru bir değerlendirmedir. Eğer Bakü’nün amacı Hazar’ın tamamının ulusal sektörlere bölünmesini sağlamaksa, o zaman "Hazar Gölü" bu ülkenin amaçlarına ulaşması açısından daha elverişli bir ortam yaratacaktı.59 

İlk zamanlar Azerbaycan bu yönde bir politik argüman geliştirmekte iken Rusya ve İran’ın Hazar’daki kaynakların "ortak kullanımı" konusundaki ısrarları Azerbaycan’ın politika değişikliği yapmasına neden olmuştur. Zira, başlangıçta Rusya ve İran’ın Hazar’ı göl olarak görmek istemesindeki temel amaç, bu su havzasını Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin etki alanının dışına çıkarmak ve daha sonra da sonucun belirlenmesinde 1921 ve 1940 anlaşmalarının tek başvuru kaynağı olmasını sağlamaktı.60 Halbuki Azerbaycan, Hazar’ın deniz olduğunu ve 
1982 tarihli BM Deniz Hukuku sözleşmesinin (122. madde-kapalı deniz) uygulanmasını istemekteydi.61 İşte bu politika argümanı karşısında Azerbaycan, Hazar’ın bir deniz olduğu ve deniz hukuku çerçevesinde her bir devletin münhasıran egemenliğini kullanacağı ulusal sektörlere bölünmesi gerektiği yönünde yeni politikalar oluşturmuştur.62 

Azerbaycan’ın Hazar’ın ulusal sektörlere bölünmesi gerektiği tezinin dayanak noktası 1970 yılında Hazar’ın Sovyet kesiminin dörde bölünmesi ile oluşan "sektörel bölümlenmedir" ki, Azerbaycan bu durumun olduğu gibi kabulünü istemektedir. Bu tez aynı zamanda hava sahasının da bölünmesini kapsamakta dır. Ancak İran, 1970’de SSCB’nin kendi içerisinde yapmış olduğu bu bölümleme yi "hukuki dayanağı olmadığı" gerekçesiyle kabul etmemektedir.63 

Başlangıçta Rusya ve İran kendi kıyılarında önemli rezervler olmadığı için kaynakların "ortak kullanımını" arzu ettiler. Türkmenistan da böyle bir pozisyonu savunan tarafta yer almaktaydı.64 Ancak zamanla Rusya’nın kendi ulusal sektörü içerisinde zengin petrol kaynakları bulmasıyla birlikte Hazar’ın ulusal sektörlere bölünmesi tezine yaklaşması Azerbaycan’ın pozisyonunu güçlendirici etki yarattı. 

Rusya’nın zaman içerisinde tavizler vererek Kazakistan ve Azerbaycan’ın savunduğu fikirlere yakınlaşması, bu ülkeleri de Rusya karşısında tavize zorladı. Bu doğrultuda Rusya’nın 6 Temmuz 1998’de Kazakistan’la yaptığı anlaşmanın bir benzeri Putin’in 9-11 Ocak 2001’de Azerbaycan’ı ziyareti sırasında bu ülke ile de imzalandı. Rusya Federasyonu ile yapılan bu anlaşmada denizin dibi ulusal sektörlere bölünürken, su yüzeyi kıyıdaş ülkelerin ortak kullanımında kaldı. Bu anlaşmayla Hazar’daki beş kıyıdaş devletten üçü (Rusya Federasyonu, 
Kazakistan ve Azerbaycan) aynı cephede yer aldılar. 

Azerbaycan, bölgedeki diğer kıyıdaş ülkelere göre önemli sayılacak bir adım atarak kendi ulusal sektörü saydığı alanlarını anayasası içerisinde göstermek suretiyle kendi ulusal sektörünü anayasal güvence içerisine almıştır. 12 Kasım 1995’de kabul edilen Azerbaycan Anayasası’nın 11. maddesinde; "Azerbaycan Cumhuriyeti’nin arazisi tek, dokunulmaz ve bölünmez bir bütündür. Azerbaycan 
Cumhuriyeti’nin iç suları, Hazar Denizi’nin Azerbaycan’a ait bölümü ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin hava sahası Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 
arazisi sayılır" denilerek Hazar’ın Azerbaycan’a ait ulusal sektörü anayasal teminat altına alınmış ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü içerisinde gösterilmiştir.65 

Azerbaycan mevcut potansiyelini uluslararası piyasalara çıkararak önemli bir gelir elde etmek; elde edeceği bu gelirle de hem ülkenin sosyo-ekonomik durumunu düzeltmek ve hem de kurulacak güçlü bir ordu ile Ermenistan’ın işgal ettiği toprakları geri almak ve Azerbaycan’daki 1 milyondan fazla olan göçmen nüfusa yardım etmek istemektedir.66 

TÜRKMENİSTAN: 

Hazar konusundaki görüşlerini tam olarak belirleyemeyen Türkmenistan başlangıçta Rusya ve İran’ın ortak kullanım tezini benimsemiştir. 

Bu amaçla Türkmenistan, 12 Kasım 1996’da Hazar’a kıyısı olan devletlerin Dışişleri Bakanları’nın Aşkabat’taki görüşmesinde bu üç ülke ile memorandum imzalamıştır. Ancak daha sonra Aralık 1998’de Moskova’da yapılan kıyı devletleri zirvesinde daha faklı bir tutum sergileyerek Hazar’ın bölünmesini ve Azerbaycan’la aralarındaki sınırın ortay hat prensibine göre belirlenmesini kabul ettiğini açıkladı. Genel prensiplerde Türkmenistan Rusya-Kazakistan-Azerbaycan üçlüsünün yürütmüş olduğu politikalara daha yakın durmuştur. 
Türkmenistan’ın bu ülkelerle ve özellikle de Azerbaycan ile ayrıldığı nokta ortay hattın geçeceği alanları belirleyememesidir. 

Azerbaycan ile tartışmalı yataklar sebebiyle mevcut olan gerginlik, Türkmenistan’ı giderek İran’a yakınlaştırmıştır. Putin’in daveti ile 
Hazar’ın statüsü konusunda ortak bir görüş oluşturmak amacıyla BDT üyesi dört kıyıdaş ülkenin Soçi’de yapacakları toplantı için Türkmenbaşı "İran’sız yapılacak bir toplantıya" katılmak istemediğini açıklayarak gitmemiştir.67 Türkmenistan bu sorunun ancak beş kıyıdaş ülkenin iştiraki ve fikir birliği ile çözülebileceğini belirtmekte ve ikili anlaşmalarla bu sorunun çözülmesine karşı çıkmaktadır. Türkmenistan gibi İran’da, Hazar’ın statüsü belirlenirken ikili anlaşmaları tanımadığını belirterek, beş kıyıdaş ülkenin statü sorununu beraberce belirlemesi gerektiğini savunmaktadır.68 

 < Türkmenistan’ın İran’ın olmadığı hiçbir toplantıya katılmak istememesi ve Niyazov’un Hazar özel temsilcisini görevden alarak yerine Türkmenistan’ın Meşed (İran) Başkonsolosu’nu tayin etmesi Hazar konusunda bu ülkenin, İran ile arasında giderek artan bir yakınlaşmanın işaretleri olarak değerlendirilmektedir. >

Türkmenistan’ın İran’ın olmadığı hiçbir toplantıya katılmak istememesi ve Niyazov’un Hazar özel temsilcisini görevden alarak yerine Türkmenistan’ın Meşed (İran) Başkonsolosu’nu tayin etmesi Hazar konusunda bu ülkenin, İran ile arasında giderek artan bir yakınlaşmanın işaretleri olarak değerlendiril mektedir.69 

Türkmenbaşı Aşkabat’ın Hazar’ın statüsü konusundaki pozisyonunu açıklarken, "Hazar’ın BM kararlarına uygun olarak kıyıdaş ülkelerin her birinin 12 millik70 ulusal karasularının ve 35 millik münhasır ekonomik bölgesinin olması gerektiğini ve geri kalan bölgenin ise bütün kıyıdaş ülkelerin ortak kullanımında olacağı bir nitelikte paylaştırılması gerektiğini" ifade etmiştir.71 Türkmenistan’ın bu önerisi, Hazar’daki Rus donanmasını Türkmenistan sahillerinden uzak tutsa da, İran’ın bu konudaki rahatsızlığına son vermemektedir. 

2-3 Mayıs 2001’de Aşkabat’ta uzmanlar düzeyinde yapılan Türkmenistan-Azerbaycan görüşmelerinin altıncı turundan da bir netice alınmaması sonucunda, Türkmenistan Azerbaycan’dan "Hazar Denizi’nin itilaflı bölgesinde mevcut olan hidrokarbon yataklarında tek taraflı olarak sismik arama işlerini gerçekleştirmesi dahil, hidrokarbon kaynaklarını arama ve üretilmesi işlerini, aidiyet ile ilgili meseleler sonuçlanıncaya kadar durdurmasını istemiş, aksi takdirde Türkmenistan’ın uluslararası bir tahkim mahkemesine ve ilgili uluslararası 
kuruluşlara başvuracağını bildirmiştir." Ayrıca Türkmenistan, bölgede çalışma yapan yabancı petrol şirketlerine de müracaat ederek sorunun barışçı yollarla adil bir çözüme kavuşturuluncaya kadar çalışmalara ara verilmesini istemiştir.72 

Türkmenistan Azerbaycan’ı Hazar’da hukuka aykırı bir şekilde hareket etmekle suçlamakta ve uluslararası mahkemelere başvurmakla tehdit etmektedir. Ancak Bölgesel jeopolitik dengeler Azerbaycan’ın lehinedir ve Türkmenistan’ın Azerbaycan’ı uluslararası mahkemelere vermesi durumunda bile Azerbaycan’a büyük miktarlarda yatırımlar yapan yabancı petrol şirketlerinin uluslararası mahkemelere etki edecekleri düşünülmektedir. Kaldı ki, Bakü, daha önce Rusya’nın bu yöndeki baskılarına rağmen yapmadığı pozisyon değişikliğini Türkmenistan’ın baskılarıyla değiştirmeyeceğini belirtmektedir.73 

Azerbaycan ve Türkmenistan arasında "ortay hattın" çekilmesi konusunda ortaya çıkan metodoloji sorunu, aslında temel olarak aynı fikri savunan (denizin hem dibinin ve hem de yüzeyinin bölünmesi tezi) bu iki ülkeyi karşı karşıya getirmiştir. Aşkabat, Azerbaycan’ın Apşeron yarımadası vasıtasıyla Hazar’ın içlerine kadar sokulduğunu, dolayısıyla Hazar Denizi ekvatorunun özelliği göz önünde bulundurularak, enleme eşit mesafeli (uzaklıktaki) noktaları birleştiren yöntemi kullanılmasını önermişlerdir.74 Bu durumda Türkmenistan, ortay hat belirlenirken Hazar’ı matematiksel olarak ele almakta, ülkelerin kıyı şeritleri ve adalarının uç noktalarını dikkate almamaktadır. Türkmenistan’ın teklif ettiği tezin kabul edilmesi durumda sadece tartışmalı Kepez/Serdar yatağı değil ve hem de Azeri ve Çırag yatakları da Türkmenistan sektöründe kalarak tartışmalı hale gelmektedirler.75 

Azerbaycan, ortay hat çizgisi belirlenirken karşılıklı iki sahil arasındaki en uç (yakın) noktaların belirlenerek bir ortalamanın alınmasını talep etmektedir. Azerbaycan, Apşeron yarımadası vasıtasıyla coğrafi olarak denizin ortasına doğru sokulduğundan, bu ülkenin deniz sınırları daha geniş bir alana yayılmakta ve tartışmalı yataklar Azerbaycan’ın ulusal sektörü içerisinde kalmaktadır. Yalnız bu durumda dahi Kepez/Serdar yatağı Azerbaycan ve Türkmenistan sınırları içerisinde orta noktada bulunmaktadır. 

İki ülke arasındaki bu tartışmalar bir yandan diplomatik kanallarla uzayıp giderken, diğer yandan konu daha teknik düzeyde görüşülmeye 
başlamıştır. Bu amaçla Aliyev ve Türkmenbaşı’nın ortak kararıyla 

Türkmenistan ve Azerbaycan arasındaki deniz sınırlarının tesbit edilmesi için 1998’de bir uzmanlar grubu oluşturuldu.76 Ancak, bu gurubun 
sürdürdüğü görüşmelerden de olumlu bir sonuç alınamamıştır. 

Rusya Devlet Başkanı’nın Hazar Özel Temsilcisi (aynı zamanda Dışişleri Bakan Yardımcısı) Viktor Kalyujnıy, Türkmenistan’ın hak iddia ettiği "Mega Proje" içerisinde bulunan "Azeri", "Çırag" ve "Güneşli" yataklarının işletim hakkının tamamen Azerbaycan’da olduğu ancak ortak sınırda yerleşen Kepez/Serdar yatağının 50/50 prensibi ile bölünebileceği belirtmiştir.77 Azeri, Çırag ve Güneşli yataklarının işletim projesinde yüzde 10’luk bir pay ile temsil edilen Rus "Lukoil" şirketinin ve dolayısıyla Rusya’nın bu tartışmalar içerisinde ağırlığını 
Türkmenistan’dan yana koyması zaten beklenmemektedir.78 Ayrıca bu tartışmalarda Rusya’nın Azerbaycan’dan yana ağırlığını koymasının 
altında yatan nedenler arasında, Rus enerji sektörünün önde gelen bürokratlarının Azerbaycan’ın petrol sektöründe hissedar oldukları 
şeklinde iddialar da bulunmaktadır.79 

Kendi ulusal sektörünü yabancı yatırıma açmakta geciken Türkmenistan’ın önümüzdeki yıllarda bu açığını kapatarak, özellikle doğal gaz alanında bölgenin en önemli ihracatçısı konumuna geçeceği şüphesizdir. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

HAZAR’DA TEHLİKELİ OYUNLAR: AVRASYA DOSYASI BÖLÜM 1


HAZAR’DA TEHLİKELİ OYUNLAR: AVRASYA DOSYASI  BÖLÜM 1

Statü Sorunu, Paylaşılamayan Kaynaklar ve Silahlanma Yarışı 
Sinan OĞAN
* ASAM, Rusya-Ukrayna Araştırmaları Bölümü Başkanı
Avrasya Dosyası, Türkmenistan Özel, Yaz 2001, Cilt: 7, Sayı: 2, s. 143-.144 
SİNAN OĞAN / HAZAR’DA TEHLİKELİ OYUNLAR:... 


Sovyetler Birliği’nin dağılması dünya üzerinde yeni ülkelerle beraber çıkar mücadelesi alanlarını da ortaya çıkarmıştır. 
Hazar bölgesi, Sovyetler sonrası ortaya çıkan yeni jeopolitik denklemde bölgesel ve uluslararası güçlerin en çok nüfuz mücadelesine giriştiği bölgelerin başında gelmektedir. Zira bu bölge zengin hidrokarbon kaynakları ile büyük petrol oyununun yeni coğrafi mekanı niteliğini almıştır. Hazar’daki bu büyük oyun içerisinde, Başta Rusya olmak üzere beş kıyıdaş devletin yanısıra diğer uluslararası aktörler; Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Çin ve Türkiye de ciddi bir etkiye sahip olmaya çalışmaktadırlar. 

Hazar, Doğu-Batı Enerji Koridoru çerçevesinde şekillenen Batı politikası ile petrol ve doğal gaz rezervleri üzerindeki 70 yıllık hakimiyetini kaybetmek tehlikesiyle karşılaşan Rusya’nın, bölgedeki etkinlik mücadelesinin en önemli merkezi konumuna gelmiştir. 
Bu yeni jeostratejik mekandaki sorun, nitelik itibariyle bir statü ve zengin kaynakların paylaşımı tartışmaları şeklinde yansısa da, aslında sadece bunlardan ibaret değildir. Sorunun temelinde yatan ana sebep bölgede "jeopolitik üstünlük" uğrunda yapılan mücadeledir. Hazar’ın statüsü ise bu mücadelede sonuca ulaşmak için kullanılan önemli araçlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Zira Hazar’daki bir çok yatağın geleceği "statü" sorununun nasıl çözüleceğine bağlıdır. 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber Hazar bölgesi enerji kaynakları dünyanın en büyük üçüncü hidrokarbon rezervi olarak ön plana çıkarken, bu bölgede bağımsızlığına kavuşan üç yeni cumhuriyetle (Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan) beraber Hazar Denizi iki yönlü ilişkilerden çok yönlü bir ilişkiler denizine çevrilmiştir

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasına kadar Hazar, mevcut askeri güç ve petrol sanayisi ile tam anlamıyla bir Sovyet denizi niteliğindeydi. İran, Hazar’ın sadece güneyinde küçük bir kısmını kontrol eden önemsiz bir ortak durumundaydı. Ancak Sovyetlerin çöküşü ve bölgede İran’a nispeten daha güçsüz devletlerin ortaya çıkmasıyla bu ülke, bölgede yeni jeopolitik kazanımlar elde etmek için çok zorlu bir mücadeleye başladı. İran, bu mücadelesini genelde diplomatik kanallarla sürdürse de, 23 Temmuz 2001’de ki olayda görüldüğü üzere bazen de askeri baskılarla bu büyük oyun içerisinde kazanımlar elde etmeye çalışmaktadır. 

Hazar’ın kıyısındaki yeni bağımsız aktörler Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan mevcut jeopolitik konumları sebebiyle herhangi bir uluslararası suya çıkışı olmayan birer kara devletidirler. Karasal nitelikleri sebebiyle ortaya çıkan uluslararası taşıma ve koridor sorunları, bu ülkelerin gündeminde petrol ve doğalgaz boru hatlarını ön plana çıkarmıştır. Dolayısıyla Hazar’a kıyıdaş olan ülkeler Hazar sorununu "milli güvenlik" sorunlarının önemli bir parçası olarak algılamaktadırlar. Bu durum ise Hazar’ın statüsünü daha da önemli kılmaktadır. 

Türkiye açısından bakıldığında, bu sorunun birkaç yönü bulunmaktadır. Türkiye bir yandan kardeş cumhuriyetlerin bekası üzerinde önemli neticeler verebilecek "statü" sorununda bu ülkelerin pozisyonlarını savunurken, diğer yandan da bölgedeki enerji projelerindeki iştirakleri ve boru hatları güzergahları dolayısıyla bir "enerji havuzu ve geçiş ülkesi" olma üstünlüğünü yakalamaya çalışmaktadır. Hazar Denizi’nin statüsünün özellikle "karasuların sınırları" ile ilgili yanları sebebiyle de Hazar-Ege paralellikleri de kurulabilecektir. Yukarıda sayılan doğrudan ve dolaylı neticeleri itibariyle de Hazar sorunu sadece kıyıdaş ülkeler için değil, Türkiye için de birincil dereceden önem arzetmektedir. 

Hazar bölgesinde tahminen 40 milyar varillik bir petrol rezervi vardır. 

Önümüzdeki yıllarda araştırmaların kesinlik kazanmasıyla bu rakamın 100 ilâ 200 milyar varil civarında bir seviyeye çıkması beklenmektedir. Basra Körfezi’nde Batılıların uğruna savaşmayı göze aldıkları Kuveyt’teki toplam petrol rezervinin 97 milyar varil olduğu düşünülürse, bölgenin uluslararası rekabet ortamında gün geçtikçe neden daha fazla önem kazandığı anlaşılabilir.2 

Hazar’ın Coğrafyası 

Avrasya bölgesinin en önemli "yeni coğrafî" mekanı olan Hazar Denizi’nin hukuki statüsünü incelerken, statü sorununu doğrudan etkileyecek olan coğrafî özellikleri de tarif etmek gerekmektedir. Zira, tartışılan konu her şeyden önce bir coğrafî mekândır ve bu coğrafî mekanın statüsünü belirleyecek olan en önemli unsurların başında da coğrafî özellikleri gelmektedir. Hazar’ın coğrafyasını bilmeden, ona kıyıdaş ülkelerin jeopolitik argümanlarını anlamak mümkün değildir. Coğrafya ile beraber burada belki de zikredilmesi gereken ikinci önemli konu da bölgenin kısa tarihçesidir. Zira, doğru yargı ancak tarih 
ve coğrafyanın ahenk içerisinde algılanması ile elde edilebilecektir. 

 < Zira, doğru yargı ancak tarih ve coğrafyanın ahenk içerisinde algılanması ile elde edilebilecektir. >

1991 yılına kadar Sovyetler Birliği ve İran arasında bölünen Hazar, SSCB’nin yıkılmasından sonra Dağıstan (Rusya Federasyonu), Azerbaycan, İran, Türkmenistan ve Kazakistan tarafından çevrelenen yeni bir coğrafî statü almıştır. Hazar, coğrafya kitaplarında ve çeşitli ansiklopedilerde "dünyanın en büyük (tuzlu su) gölü" olarak tanımlansa da, tarih boyunca hep bir "deniz" olarak algılanmış ve bu şekilde isimlendirilmiştir. 


Güneydoğu Avrupa ile Asya’nın birleştiği bölgede, 47.07-36.33 kuzey paralelleri, 45.43-54.20 doğu meridyenleri arasında yerleşen Hazar Denizi’nin toplam sahası 376 bin km2 ve su hacmi ise 76,700 km3’tür.3 Kuzeyden güneye 1.200 km. Uzunluğunda ve batıdan doğuya 320 km genişliğindedir. Hazar’da ortalama derinlik 184 metredir. Suyun en derin noktası Azerbaycan’a ait Lenkeran bölgesinde 1.200 m. ve en sığ noktası ise kuzeyde Volga (İdil) Nehri’nin döküldüğü alanda 5 m. civarındadır. Hazar’ın en geniş yeri 554 km ve en dar yeri ise 200 km’dir. Hazar sahillerinin toplam uzunluğu 7.010 km’dir. Kazakistan’ın 2.340 km, Rusya Federasyonu’nun 1.930 km, Türkmenistan’ın 1.200 km, Azerbaycan’ın 800 km ve İran’ın 740 km uzunluğunda Hazar’a kıyısı bulunmaktadır.4 

Hazar, içerisinde Avrupa’nın en büyük ırmağı olan Volga Nehri’nin de bulunduğu 130’dan fazla, çeşitli ölçeklerdeki akarsular tarafından beslenmektedir. 
Volga, Hazar’a dökülen nehir sularının yüzde 82’sini karşılamaktadır. Geniş bir deltayla Hazar’a dökülen Volga’nın akıttığı büyük miktardaki su, ırmakla denizin birleştiği bölgede deniz suyunu içilebilecek kadar tatlandırır. Don ve Volga nehirleri arasındaki bağlantı kanalı ile Hazar Karadeniz’e bağlanmaktadır. 

Hazar Denizi derinliğine ve su sirkülasyonuna göre üç kısma ayrılarak incelenir. Kuzey kısmı toplam yüzey alanının yüzde 28’ini kaplar ve bu alanda ortalama su derinliği 6,2 m’dir. Bu kesimde su sirkülasyonu saat yönündedir. Orta kısmı yüzde 36’lık bir alanı kaplar ve ortalama 176 m su derinliğine sahiptir. Güney kısmı ise diğer yüzde 36’lık alanı kaplar ve ortalama 325 m, maksimum 1000 m su derinliğine sahiptir. Bu alanda ve orta alanda su sirkülasyonu saat yönünün tersidir.5 

Hazar Havzası Enerji Kaynaklarına Kısa Tarihsel Bakış 

Hazar bölgesindeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının keşfi ve bölge halkı tarafından kullanımının tarihçesi milattan önceki devirlere rastlasa da, denizden petrol ilk defa 16. yüzyılda çıkarılmıştır.6 Özellikle Azerbaycan sahillerinde petrolün aktif bir şekilde üretilmesi ve dünya piyasalarına sürülmesiyle 19. yüzyılda Batılı petrolcülerinin akınına uğrayan bölge 1900’lü yılların başında tek başına dünya petrol üretiminin yarısını karşılamaktaydı. Hazar Denizi’nin Sovyetler Birliği’nin işgaline uğramasından sonra, ilk petrol çıkarılma işlemi 1922’de Azerbaycan kıyılarında Bibi Heybet bölgesindeki İliç körfezinde yapıldı. Ancak, Hazar’da asıl petrol macerası 7 Kasım 1949’da, Azerbaycan’ın 
"Neft Taşları" yatağının işletime açılmasıyla başladı.7 Yeni keşfedilen bu yataklarla Hazar’da en büyük üretici konumunda olan Azerbaycan, 
1986 yılına kadar SSCB’nin denizden çıkardığı petrolün yüzde 60’ını tek başına karşıladı. 

Azerbaycan, Hazar bölgesinde önemli altyapı ve nitelikli petrol mühendislerine sahip olması sebebiyle bu coğrafyada birbiri ardınca yeni yataklar keşfetmeye başladı. Hazar’ın Azerbaycan sektörü ile Türkmenistan sektörü arasında yerleşen ve bugün iki ülke arasındaki en önemli sorun haline gelen Kepez/Serdar yatağını da 1959’da Azerbaycan jeologları keşfetmiş ancak, ilk petrol üretimi 1989’da 
yapıldı. Bu arada Rusya Federasyonu, Kazakistan ve Türkmenistan’da kendi ulusal sektörlerinde petrol ve doğal gaz arama çalışmalarına hız verdiler. Hazar’da kıyıdaş ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmaları ve bunu takiben her keşfedilen yeni yatak ile beraber statü ve paylaşım sorunu, kıyıdaş ülkelerin gündeminde daha çok yer almaya başladı. 

Hazar’ın Statüsü Sorunu 

Türkistan ve Kafkasya, Çarlık Rusya’sına "sıcak denizlere inme" idealini kazandıran ve bu amaç doğrultusunda 1723’te Bakü’yü işgal ettiren Çar Petro’nun Kafkasya bölgesini işgaliyle Batılı bir gücün etkisi altına girdi. Bu olaylardan sonra, bölge ilk defa uluslararası alana taşınmış oldu.8 Hazar Denizi, 16 Şubat 1828 Türkmençay Anlaşması ile St. Petersburg ve Tahran (Kaçar Devleti) arasında bölündü ve bu bölünmeyle Hazar Denizi’nin hukuki statüsüne ilk defa bir anlaşma metninde yer verildi.9 İran ile Çarlık Rusyası’nın Hazar’da sınırlarının çizildiği Türkmençay Anlaşması ile İran’a Hazar’da donanma bulundurma yasağı getirildi ve Hazar Denizi, Çarlık Rusyası dışındaki ülkelerin deniz gücüne kapatıldı. 

Rusya Federasyonu, Türkmençay Anlaşmasına göre 1828’den itibaren Hazar üzerinde tam hakimiyetini sürdürmekteydi. Bununla birlikte, 1921 yılında Rusya içerisinde bulunduğu siyasi şartlar sebebiyle Hazar’da İran’a kullanım hakkı verdi. İran, bu hakkını 1953 yılına kadar pek kullanmadı ve bu tarihe kadar Hazar’da esas inisiyatif SSCB’de olmuştu.10 

1920’lere kadar Çarlık Rusyası egemenliğinde olan Hazar Denizi konusunda, İran ile Rusya arasında 26 Şubat 1921’de "Dostluk ve İşbirliği" Anlaşması imzalanarak daha önceki imzalanan tüm anlaşmalar iptal edilmiş ve her iki ülkeye seyrüsefer (navigation) serbestisi getirilmiştir. İran bu yeni anlaşmayla, Hazar’da kendi bayrağı altında seyrüsefer hususunda Rusya ile eşit haklara sahip olmuştur. Bu anlaşmadan sonra kurulan SSCB, 1 Ekim 1927’de İran’la yeni bir anlaşma daha imzalamış ve Hazar Denizi resmen "Sovyet-İran denizi" olarak kaydedilmiştir.11 SSCB ve İran arasında bölünen Hazar Denizi’nin bu bölünmüşlüğü böylece hukukî bir kimlik kazanmıştır. 

27 Ağustos 1935’te Sovyetler Birliği ve İran arasında imzalanan "Ticaret, Gemicilik ve Meskunlaşma Hakkında Anlaşmanın" ardından 25 Mart 1940’ta imzalanan "Ticaret ve Seyrüsefer Anlaşması" ile Hazar Denizi’nin hukukî statüsüne biraz daha açıklık getirilmiştir. 1940 Anlaşması, genel olarak 1935 anlaşmasını tekrar etmenin yanısıra kıyıdaş ülkelere (İran ve SSCB) off-shore sularda 10 deniz millik12 bir alanda (karasularında) serbest balıkçılık yapma hakkı tanımıştır.13 Ayrıca 1935 ve 40 Anlaşmalarında Hazar’ın, SSCB ve İran’a ait kapalı bir "Sovyet-İran denizi" (enclosed sea) olduğu vurgulanmış ve Hazar’ın iki ülkenin ortak egemenliğinde (joint sovereignty) olduğu ve bu durumun 
hayati önem taşıdığı belirtilmiştir.14 SSCB ve İran’ın, Hazar’ı "sadece iki ülkeye ait bir su parçası" olarak tanımlamalarındaki esas amaç Hazar’ı dış müdahalelere kapamak olmuştur. 

SSCB ve İran arasında, Hazar Denizi’ne ilişkin bir çok anlaşma bulunmasına rağmen bu anlaşmaların hiçbirinde denizin statüsü tam olarak belirlenmediği gibi, iki ülke sınırlarına da bir netlik getirilme-miştir. Bu durum iki ülke ilişkilerinde karışıklıklara sebep olmuştur. Bu sebeple 1935’de Stalin, gizli bir emir vererek İçişleri Komiseri Henri Yagod’dan SSCB-İran sınırını belirlemesini istedi. 
Yagod’un, yapmış olduğu çalışmalar neticesinde, SSCB’nin güneyde İran sınırındaki en uç noktaları olan Astara (Azerbaycan) ve Hasan Kuli (Türkmenistan)  arasında bir hat çekerek İran ile Hazar’daki sınır oluşturuldu.15 Bu bölünme ile Azerbaycan-İran sınırındaki Astara’dan Türkmenistan-İran 
sınırındaki Hasan Kuli bölgesinin kuzeyinde kalan Hazar’ın yüzde 88’lik kısmı, SSCB’nin ulusal sektörü olarak kabul edildi.16 İran ise güneyde kalan yüzde 12 ile yetinmek durumunda kaldı.17 Tamamıyla bir "Sovyet denizi" görüntüsünde olan Hazar’da Astara-Hasan Kuli hattı Sovyet askerleri tarafından SSCB’nin sınırları olarak korunmuştur. 

Şüphesiz ki, bu karar Sovyetler Birliği’nin tek taraflı bir kararıydı ve İran’a danışılmadan alınmıştı. İran ise ne Stalin döneminde ne de daha sonra, SSCB karşısında hiçbir zaman bu sınırlara itiraz etme cesaretini kendinde bulamamış tır. Ancak SSCB’nin dağılması ile kuzeyde ortaya çıkan yeni ve nispeten zayıf bağımsız devletler karşısında İran, Hazar’daki sınır sorununu yeniden gündeme getirmiştir. 

Sovyetler Birliği, Hazar’da çizdiği bu sınırın ardından, 1949 yılından itibaren 10 millik sınırının ötesindeki kendi ulusal sektörü içerisinde İran’a danışma ihtiyacı 
bile hissetmeden petrol arama faaliyetlerine başladı. Bu çalışmalar 1949’da neticesini verdi ve SSCB, Hazar’ın Azerbaycan sektöründe "Neft Taşları" olarak bilinen büyük petrol yataklarını işletime açtı. İran ise buna cevap olarak 1950’de kendi sahillerinde (Enzeli) petrol arama faaliyetlerine başladı. 

Ancak İran hiçbir zaman Hazar’ın kendisine ayrılan sektöründe, ekonomik anlamda önemli bir çalışmada bulunmadı. 1970 yılına gelindiğinde SSCB Petrol ve Gaz Bakanlığı (Minneftgaz CCCR) Hazar’da giderek arttırdığı petrol arama ve işletme faaliyetlerini teknik olarak bir düzene sokmak ve işleri sistemin mantığına uygun olarak daha planlı yapabilmek için Hazar’ın "Sovyet" sektörünü dört Sovyet cumhuriyeti (Rusya SSC, Azerbaycan SSC, Kazakistan SSC ve Türkmenistan SSC) arasında bölgesel sektörlere böldü. 

1970 yılına gelindiğinde SSCB Petrol ve Gaz Bakanlığı (Minneftgaz SSSP) Hazar’da giderek arttırdığı petrol arama ve işletme faaliyetlerini teknik olarak bir düzene sokmak ve işleri sistemin mantığına uygun olarak daha planlı yapabilmek için Hazar’ın "Sovyet" sektörünü dört Sovyet cumhuriyeti (Rusya SSC, Azerbaycan SSC, Kazakistan SSC ve Türkmenistan SSC) arasında bölgesel sektörlere böldü.19 

Ancak zaman içerisinde, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla, Hazar’da Rusya dahil dört yeni kıyıdaş cumhuriyet ortaya çıktı. Bu ülkeler, başta Rusya Federasyonu olmak üzere, tabiatıyla kendilerini Sovyetler Birliği’nin doğal mirasçısı olarak gördüler. 21 Aralık 1991’de (eski) Sovyet cumhuriyetleri Kazakistan’da bir araya gelerek "Almata Deklerasyonu"nu imzaladılar ve kendilerini SSCB’nin ortak mirasçısı kabul ettiler.20 Bu anlaşmayla aynı zamanda kıyıdaş ülkeler İran ile SSCB arasında imzalanan 25 Mart 1940 tarihli Ticaret ve Gemicilik 

Anlaşması’nı ve SSCB-İran sınırını oluşturan Astara-Hasan Kuli hattını da hukuki olarak kabul etmiş oldular. Ortak mirasın bir diğer sonucu da kıyıdaş ülkelerin 1970’te yapılan iç bölümlemeyi yavaş yavaş kendi "ulusal sektörleri" olarak tanımaya başlamalarıydı. 

Aslında Gorbaçov’un 1985’de iktidara gelmesi ve dışa açılma politikaları uygulamasıyla Hazar bölgesinin zengin hidrokarbon kaynakları daha Sovyetler Birliği dağılmadan Batılı sermayenin ilgisini çekmeye başladı. İlk olarak 1989’da Kazakistan SSC Devlet Başkanının, SSCB Neftgazprom’un başkanı Viktor Çernomırdin’i ikna etmesi neticesinde "Chevron" şirketiyle "Tengiz" yataklarının kullanımı konusunda görüşmeler başlatıldı.21 Bu görüşmeler o tarihe kadar bir Sovyet-İran denizi sayılan Hazar’a ilk yabancı sermaye çekme girişimleriydi. Diğer yandan, 18 Ocak 1991 tarihinde Azerbaycan SSC Bakanlar Kurulu (Başbakanlık) ve SSCB Petrol ve Gaz Sanayi Bakanlığı ortak bir karar 
alarak, Azerbaycan’ı kendi sektöründe çıkarılan petrolün sahibi olarak tanıdı. Günümüzde "Çernomırdin hattı" olarak bilinen bu anlaşmayla Azerbaycan aynı zamanda Türkmenistan SSC ile sınırlarını belirlemiş oldu.22 

Hazar Denizi’ne kıyıdaş olan ve yeni bağımsızlığını kazanan cumhuriyetler, hem kazandıkları bu bağımsızlıklarını korumak, hem de gerekli reformları yapabilmek için ellerindeki önemli araçlardan birisi olan petrol ve doğal gaz yataklarını Batı sermayesine açabilmek için ciddi çabalara giriştiler. 

Bu ülkeler içerisinde en aktif çabayı gösteren Azerbaycan, uzun süren görüşmeler ve içeride yaşanan karışıklıklardan sonra 20 Eylül 1994’de23 literatüre "asrın anlaşması" olarak geçen "Hazar Denizi’nin Azerbaycan Sektöründe Azeri, Çırak ve Güneşli Petrol Yataklarının Ortak Kullanımı ve Bölümü başlıklı Uluslararası Anlaşmayı”24 imzalayarak Batılı25 şirketlerin bu ülkenin enerji sektörüne ciddi miktarlarda yatırım yapmalarını sağladı. Bu girişim, Azerbaycan petrol sanayisinde yeni bir çağı başlatırken, Hazar’da aslında 1992’den itibaren gündemde olan statü sorununu da yeniden alevlendirdi. Kıyıdaş ülkelerin her biri bu konuda kendi tezlerini ortaya koyarken, aynı zamanda bu tezlerine paralel olarak zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarının paylaşım kavgasını da vermeye başladılar. 

Başlangıçta statü tartışmalarının bölgeye yapılan yatırımları engelleyebileceği tahminleri yapılmaya başlanmıştı. Ancak, beklentilerin aksine bu tartışma ve anlaşmazlıklar bölgeye yönelik yatırımları yavaşlatmadı. Şirketler, imzalanan anlaşmaların bir tür güvence olduğunu düşündüler.26 Yirmiden fazla ülke, yaklaşık 4 trilyon dolar olarak hesaplanan Hazar havzası petrol ve doğal gaz rezervleri27 için bölgede önemli miktarlarda yatırımlar yaptılar ve yeni keşfedilen yataklarla bu yatırım miktarı gün geçtikçe daha da artmaktadır. 

Deniz mi, göl mü? 

Sovyetler Birliği zamanında da zaman zaman gündeme gelen "statü" sorunu Sovyet hukuk araştırmacıları tarafından her zaman Sovyet-İran anlaşması kapsamında ele alınarak Hazar Denizi’nin kapalı deniz28 olduğuna karar verilmiş, konunun uluslararası boyutu mümkün olduğunca gizlenmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla bu konu 1980’li yılların sonlarına kadar pek tartışılmamıştır. 

Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Hazar’ın kıyısında bir anda dört yeni cumhuriyetin ortaya çıkması dünyanın bu kendine münhasır ve benzeri olmayan su havzasındaki paylaşım ve statü sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Hazar, Çarlık Rusya’sı ve daha sonrada SSCB, zamanında diğer kıyıdaş ülke olan İran’ın pratikte yok sayılarak tamamiyle bir Rus-Sovyet denizi konumundaydı. Ancak Hazar’ın "Sovyet sektörü", şimdi bu yeni dönemde artık beş kıyıdaş ülkenin ortak malıydı ve her bir devlet hidrokarbon kaynaklarıyla zengin bu devasa 
su havzasından kendi payına düşeni fazlasıyla almak istiyordu.29 Zira kıyıdaş ülkeler ayrı kara sınırlarının yanında ayrı bir deniz sınırı da istemekteydiler. 
Azerbaycan ise deniz sınırları ile beraber hava sınırlarının da belirlenmesini istemekteydi. 

Bağımsızlık sonrası, Hazar konusunda ilk somut adım "Almatı Deklârasyonu"nu ile atılmıştı. Yeni bağımsız cumhuriyetler imzaladıkları bu deklarasyon ile kendilerini SSCB’nin ortak mirasçısı olarak kabul etmişlerdi. Ancak, ortak miras aynı zamanda kendi içerisinde bir bölünmenin, bir paylaşımın mantığını da barındırıyordu. Yeni statü belirleme yolunda çabalar gecikmedi. 

Bu konuda ilk toplantı 17 Şubat 1992’de Tahran’da yapılmış ancak bu toplantıdan bir sonuç elde edilememiştir. Hazar’ın statüsünü tespite 
yönelik görüşmeler çeşitli seviyelerde devam ettirilmiştir. Kasım 1996’da Aşkabat’ta kıyıdaş ülkelerin dışişleri bakanlarının katılımı ile gerçekleştirilen toplantı ise Hazar Denizi’nin statü sorununun çözümünde önemli bir safha olmuştur.30 Zira bu toplantıda, Hazar’ın statüsünün belirlenmesine kadar mevcut rejimin korunmasına yönelik bir bildiri kabul edilmiştir.31 

SSCB’nin dağılması ile başlayan statü tartışmalarında toplantıların sayısının her geçen gün artmasına rağmen ciddî bir netice elde edilememekteydi. 

Bunun yanısıra bu tür toplantılarda kıyıdaş ülkelerin bu konuda aslında birbirlerinden ne kadar farklı düşündükleri ve çıkarların ne derece çatıştığı da ortaya çıkmamıştır. 

Statü ve paylaşım tartışmaları zaman içerisinde bir coğrafî olguya dönüşmüş ve tartışma konusu ilk zamanlar bu su havzasının deniz mi, yoksa göl mü olduğu üzerinde yoğunlaşmıştır. Gerçekten de literatüre dünyanın en büyük gölü olarak geçen, ancak günlük kullanımda hep deniz olarak algılanan ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde de teknik olarak bir kapalı/iç deniz (enclosed sea) olarak nitelendirilen Hazar’ın coğrafi manada hangi statü içerisinde olduğu tartışma konusunun temelini oluşturmuştur.32 

Hazar her ne kadar sahip olduğu coğrafî özellikleri ve ekonomik kaynakları itibariyle dünyada eşsiz bir yapıya sahipse de, dünyanın bir çok bölgesinde Hazar ile benzer nitelikteki su havzaları, bir çözüme kavuşturulmuştur.33 

Zaman içerisinde aşağı yukarı bütün kıyıdaş ülkelerin Hazar konusundaki temel tezleri değişikliğe uğramış ve değişen şartlara göre nitelik değiştirmiştir. Hazar konusunda kıyıdaş ülkelerden sadece Azerbaycan değil, Kazakistan ve Türkmenistan ile beraber Rusya ve İran da daha önce savundukları görüşlerin çoğundan vazgeçmişler ve yeni görüşler ortaya atmışlardır. 

Hazar’ın statüsünü belirleme tartışmaları sürerken, Hazar Denizi’nin yasal statüsünü tanımlama konusunda üç genel yaklaşım söz konusudur: 

• Birinci görüşe göre Hazar Denizi, diğer göllere ve denizlere benzemeyen bir havzadır ve onun çoğu özellikleri mevcut uluslararası yasal normlar ve uygulamalara konu olamaz. Bu sebeple Hazar Denizi’nin yasal statüsünü ayrıntılı bir şekilde düzenleme sürecinde gelenek dışı yaklaşımlara başvurulabilecektir.34 

Hazar, bazen sınır gölü (border lake), bazen de açık deniz (open sea) olarak tanımlanmaktadır. Sınır gölü yaklaşımına göre Hazar, uluslararası kara sınırlarının ortay hatta (median line) kadar denize uzatılması yoluyla oluşturula cak ulusal sektörlere bölünmeli, kıyıdaş devletler kendi sektörlerindeki su yüzeyi, deniz ulaşımı, biyolojik kaynakların kullanımı ve deniz dibi üzerinde mutlak egemenliğe sahip olmalıdır. Açık deniz yaklaşımına göre ise Hazar’ın BM’nin, 1982 Deniz Hukuku sözleşmesine tabi olarak, 12 millik kara sularını ve ortay hattı ihlal etmeyecek şekilde 200 mile kadar "münhasır ekonomik bölgeler" belirlenmelidir. Karşılıklı tavize dayalı oluşturulan bu görüşü savunan Rusya Federasyonu, Kazakistan ve Azerbaycan, Hazar’ın ortay hat prensibi ile ulusal sektörlere bölünmesi hususunda ortak bir görüşe varamamışlardır.35 

• İkinci yaklaşımda 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi esas alınmaktadır. Bu görüş sahipleri, birinci görüşe daha yakın olsalar da Hazar Denizi’nin yatağının kıyı ülkelerine bağlı bölümlerinin eşit bir şekilde bölünmesi gerektiğini ifade etmektedirler. Bu görüşü savunan Türkmenistan, her bir kıyıdaş ülkenin 12 millik ulusal karasularının ve 35 millik münhasır ekonomik bölgesinin olması gerektiğini ve geri kalan bölgenin ise bütün kıyıdaş ülkelerin ortak kullanımında olması gerektiğini savunmaktadır. Ancak Türkmenistan’ın sık sık karar değiştirdiği de bilinmektedir. Türkmenistan, İran ile ortak bir pozisyondan hareket etmesine rağmen, Azerbaycan ile karşılıklı tavizler vererek anlaşabilmesi durumunda ortay hattı savunan ülkelere yakınlaşması muhtemeldir. 

• Üçüncü yaklaşıma göre, Hazar Denizi, bir sınır gölü olarak tarif edilebilir ve buradan hareketle, Hazar kıyı devletleri arasında eşit alanlara ayrılmak durumundadır (deniz yatağı ve su yüzeyi de dahil olmak üzere). Sadece İran, Hazar’ın yüzde 20 prensibi ile beş eşit parçaya bölünmesi veya tamamıyla ortak kullanıma açılması gerektiği yönünde ısrar etmektedir.36 

İran tarafından teklif edilen "ortak sahiplik" (condominium) veya Hazar’ın beş eşit parçaya (yüzde 20) bölünmesi teklifinin kabul görme şansı oldukça azdır. Zira Hazar Denizi’nin yaklaşık yarısına sahip olan Kazakistan ve Rusya bu teklife sıcak bakmamaktadırlar.37 Zaten Azerbaycan da Hazar’ın ulusal sektörlere bölünmesindeki ısrarlarını sürdürmektedir. Hazar’da sadece Kazakistan’ın payı yüzde 20’nin üzerindedir; İran dışındaki diğer kıyıdaş ülkelerin (Rusya, Azerbaycan ve Türkmenistan) payları yüzde 20’nin altındadır.38 İran ile sınırı olan kıyıdaş ülkeler (Azerbaycan ve Türkmenistan), kendi paylarından güneyde İran’a verdikleri takdirde, bunu yerine, kuzeyde Kazakistan’dan pay alamayacaklarının farkındadırlar. Bu sebeple de İran’ın bu teklifine hiçbir ülke sıcak bakmamaktadır. 

Hazar Denizi’nin ulusal sektörlere bölünmesi durumunda; 

Kazakistan yüzde 29.6 (111.296 km2), 
Azerbaycan yüzde 19.5 (73.320 km2), 
Rusya yüzde 18.7 (70.312 km2), 
Türkmenistan yüzde 18.4 (69.14 km2), 
İran yüzde 13.8’lik (51.888 km2) bir paya sahip olacaktır.39 

Görüldüğü gibi beş kıyıdaş ülkeden dördünün payı yüzde 20’nin altındadır. İran’ın şimdiki "ortay hat" prensibini kabul etmesi durumunda SSCB döneminden kalma yüzde 12’lik payı yüzde 2 daha artarak (belki de biraz daha fazla) yüzde 14’e ulaşabilecektir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***