Sabir Askeroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sabir Askeroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2018 Pazartesi

Türk-Rus İlişkilerinde Kriz: Jeopolitik Rekabetin Sonucu

Türk-Rus İlişkilerinde Kriz: Jeopolitik Rekabetin Sonucu




Sabir ASKEROĞLU*
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Amerika Araştırmaları Merkezi, Bilimsel Danışman.,



Osmanlı Devleti-Rusya Çarlığı, Cumhuriyet Türkiye’si-Bolşevik Rusya’sı, Türkiye-SSCB ilişkileri tarih boyunca savaş ve işbirliği şeklinde kendini göstermiştir. 
2000’lerden itibaren işbirliği niteliği taşıyan Türk-Rus ilişkileri aslında zımni deolsa her zaman tarihte de görüldüğü gibi, bir jeopolitik rekabet içermekteydi. 
Bölgesel istikrar devam ettiği sürece ikili ilişkileri stratejik ortaklık noktasına kadar ilerleyebilirken, siyasi meselelerle ilgili karar verilmesi gerektiğinde güç 
faktörü ve stratejik çıkarlar öncelik kazanmıştır. Arap Baharı ve ardından IŞİD’in Orta Doğu siyasetine yaptığı etki, Türk-Rus ilişkilerini etkilemiş, Uçak
Krizi’yle beraber bu gergin ilişki gün yüzüne çıkmıştır.

Türk-Rus ilişkileri tarih boyunca savaş ve barış içinde inişli çıkışlı seyretmiş olsa da iki güç arasında her zaman bir jeopolitik rekabet söz konusu olmuştur. Başta Osmanlı Devleti ile Rusya Çarlığı, Cumhuriyet Türkiyesi ile Bolşevik Rusya, NATO üyesi Türkiye ile Doğu  Blok’u lideri SSCB, Soğuk Savaş sonrası Türkiyesi ile Rusya Federasyonu arasında dönem dönem savaş ve işbirliği görülmüşse de her zaman potansiyel bir rekabet alanı olmuştur. Son dönemde bu rekabetin somut sonucu olarak ‘24 Ekim 2015 Uçak Krizi’ kendini göstermiştir.
Türk-Rus Jeopolitik Rekabetinin Alanları Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra eski Sovyet coğrafyası ve etki alanları üzerinde Türkiye’nin de etkin olma çabası, Ankara-Moskova rekabetini başlatmış oldu. 1980’lerde dış politikada değişime giden ve Batı ülkeleriyle işbirliğini esas alan Sovyetler Birliği, Türkiye ile de enerji alanında yakınlaşma yaşamıştır. Sovyetler Birliği ortadan kalktığında da bu ikili işbirliği Rusya ile sürdürülmüştür. Ancak Orta Asya ve Kafkasya’daki enerji kaynaklarının Batı’ya sevkiyatı konusunda Türkiye ile Rusya ters düşmüşlerdir. 
   En büyük rekabet Kafkaslarda yaşanmış, Bakü-Tiflis- Ceyhan petrol boru hattının inşa edilmesiyle bu rekabetten Türkiye kazançlı çıkmıştır. Orta Asya
enerji kaynaklarının Batı’ya sevkiyatı konusunda Hazar Denizi’nin hukuksal statüsü nedeniyle Rusya burada daha avantajlı çıkmış, hem Kazakistan
hem de Türkmenistan enerji kaynaklarının ya kendi ülkesi üzerinden sevkiyat yapılmasını sağlamış ya da iç pazarı için çok düşük fiyatlarla ithal etmiştir.

   Bu rekabet siyasi konularda da kendisini göstermiştir. Rusya Kosova’nın Sırbistan’a ait olduğunu savunurken, Türkiye 1999’da Sırbistan müdahalesine katıldı, 2008’e gelindiğinde ise Kosova’nın bağımsızlığını tanıdı. Türkiye Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya girmesini savunurken Rusya bunu karşı çıkarak engelledi. 2008’de Rusya’nın Gürcistan müdahale yaparken, Türkiye bunu önlemeye çalıştı. Rusya Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanırken Türkiye Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü savundu. Kırım’ı ilhak eden Rusya, Ukrayna’nın doğusunda geleneksel olmayan karma/hibrit bir savaş yürütürken Türkiye bunu uluslararası hukuka aykırı saydı ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmaya devam etti. Öte yandan bu jeopolitik rekabet devam ederken her iki taraf da iyi gelişen ticari ilişkileri üzerinden işbirliğini üst düzeye taşımaya çalıştılar.

Diğer taraftan, Türk-Rus yakınlaşması ortak bir “Batı karşıtlığı” retoriği üzerinde inşa edilmişti. Rusya Avrupa güvenliğinden kendisinin dışlandığını öne  sürmekte ve NATO genişlemesinin Rusya’nın ulusal güvenliğine tehdit olarak algılamakta dır. Bunun en büyük sorumlusunun ise tek kutuplu dünya sisteminin 
kurmak ve kendi pozisyonunu güçlendirmek isteyen ABD olduğunu iddia etmektedir. Dünyadaki tüm büyük sorunların arkasında ABD’nin olduğu gerekçesiyle Washington karşıtı bir dış politika retoriği inşa etmektedir.

Diğer taraftan, ABD’nin Irak müdahalesiyle başlayan Washington-Ankara gerginliği vardı. Türkiye ABD’nin Irak’a müdahalesine destek vermemiş, Irak’ın kuzeyinde Türkiye’nin etkisinin azalması ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin güçlendirilmesiyle bu süreç devam etmiştir.

Türk-Rus İlişkilerinde Kriz: Jeopolitik Rekabetin Sonucu.,

ABD’nin demokrasi ihraç etme politikasının güç yoluyla desteklenmesi süreci boyunca Türkiye’de ABD karşıtlığı çok yüksek seviyeye çıkmıştı. İran nükleer programını engelleme gerekçesiyle müdahalenin gündeme getirilmesi de Türkiye tarafından olumsuz algılanmıştır. Türkiye’nin İran’la kurmak istediği yakın ilişkiye ABD’den karşı çıkılması ve AB üyeliği konusunda Türkiye’nin beklentisinin aksine karar alınması, AB dışında tutulmaya çalışılması Türkiye’nin Batı karşıtlığını artırmıştır. Bu bağlamda hem Rusya’da hem de Türkiye’de ortak bir “öteki” vardı. Türkiye’nin Batı ittifakı içerisinde olmasına rağmen Batı karşıtı tavrı, kendi ulusal çıkarlarının Batı tarafından dikkate alınması beklentisini açıkça dile getirmesi en fazla Rusya tarafından olumlu karşılanmıştı.

   Hatta Rusya ve Çin tarafından inşa edilen ve güçlendirilen Şanghay İşbirliği Örgütü Türkiye için Batı’ya karşı bir alternatif merkez olarak algılanmaya
başlandı. Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılmak istediğini açıklaması başta ABD olmak üzere Batı tarafından eleştirilmiştir. 
Bu çerçevede Türkiye’nin Çin yapımıı hava savunma sistemlerinin alımı konusundaki girişimi ABD tarafından eleştirilmiş ve engellenmiştir. Türkiye- ABD arasındaki  gergin ilişki Suriye kriziyle de devam etmiştir. 

  Türkiye, Rusya’nın Kırım’ı ilhakına karşı tepkisini de Batı’dan farklı koymuştur. Türk-Rus ilişkilerinde artan ticari ilişkiler ve Batı karşıtı “ortak öteki” üzerine 
kurulan ilişkileri jeopolitik mücadelenin önüne geçememiştir.

Bunun en belirgin örneği ise, Suriye kriziyle gün yüzüne çıkmıştır. Rusya’nın Ukrayna müdahalesinde stratejik önceliğini Avrupa ile yaşanacak ekonomik ilişkilerine tercih etmesi gibi Suriye konusunda da hem Türkiye hem Rusya stratejik çıkarlarına öncelik tanıyarak diğer alanlardaki ilişkilerini gözden çıkarmak zorunda kaldılar.

  Orta Doğu’da Türk-Rus Jeopolitik Mücadelesi 

   Orta Doğu’da Türkiye’nin stratejik derinliği Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanıyor.
Rusya’nınki ise Soğuk Savaş dönemine. Moskova bölgedeki ilişkilerini Baas rejimleri üzerinden ve İsrail’e karşı Mısır önderliğinde Araplara verdiği destek üzerinde geliştirmeye çalışmaktaydı. Türkiye isortak İslam kimliği üzerinden bölge üzerinde etkisini artırmak istemiştir. “Arap Baharı”yla başlayan Orta Doğu’nun dönüşümü hem Rusya hem de Türkiye tarafından farklı karşılanmıştır. Libya’da uçuşa yasak bölge ilan edilmesine destek veren Rusya, bu yönde BMGK’den karar çıkmasını sağlamıştır. Daha sonra verdiği kararın yanlış olduğunu dile getirerek iktidar değişikliklerine karşı çıkmaya başlamış, BMGK’nin tüm kararlarını veto etmiştir. Türkiye ise meydana gelen iktidar değişikliklerini desteklemeye başlamıştır.
Bölge ülkelerinde iktidara gelen yeni hükümetler, Türkiye’yi bir model ülke kabul etmiş, demokratikleşme süreçlerini bu çerçevede yürütecekleri izlemini
vermişlerdir. Türkiye açısından olumlu bir gelişme olarak görülen bu gelişme Rusya açısından bir tehdit olarak algılanmıştır. 

Bu karşıt görüşler, Suriye’de tezahür edecektir.

Rusya, kendisinin onayı olmaksızın yapılacak dış müdahaleler sonucu iktidar değişikliklerinin zaman içerisinde meşru hal almaya başlayacağını, Suriye’nin ardından İran’a, ilerleyen zamanda ise Orta Asya ülkelerine doğru domino etkisi yapacağına inanmaktaydı.
Hatta bunun Putin iktidarı için de tehdit oluşturacağı fikri hâkim oldu.

Şam rejimine en büyük desteğin İran’la birlikte Rusya tarafından yapılıyor olması da bu nedenledir. Dolayısıyla Rusya’nın Suriye’deki politikasının arkasında iktidar değişikliklerini engelleme çabası yatmaktadır. Bu anlamda Rusya’nın Orta Doğu politikası, ilk dönem bölgedeki dış destekli iktidar değişikliklerine engel olmak şeklindeydi.

  <  Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin kontrolü veya etkisi altında olan bölgeler, Soğuk Savaş sonrası Türk- Rus jeopolitik rekabetine sahne
olmuştur. >

Rusya’nın Orta Doğu politikasındaki ikinci dönem ise IŞİD ve El-Kaide gibi radikal terör örgütlerinin bölgede güç kazanmasının engellenmesi üzerine kurulacaktır. ABD önderliğinde kurulan IŞİD’e karşı koalisyonun hava operasyonlarının istenilen sonucu vermemesi Suriye savaşının daha uzun dönem devam edeceği anlamına gelmekteydi. Suriye iç savaşının en kısa zamanda bitmesi Türkiye’nin olduğu gibi Rusya’nın da çıkarınaydı.
Ancak Türkiye için savaşın bitmesinin önündeki en büyük engel Şam rejimi olarak görünürken,

Rusya için en büyük sorun Şam rejiminin iktidarının düşmesi sonucu bölgede IŞİD ve El-Kaide/ En-Nusra gibi radikal gurupların güçlenmesiydi. 
Rusya ile Türkiye’nin yaklaşımı bu noktada ayrışıyordu. Orta Asya’da aktif olan Özbekistan İslam Hareketi’nin IŞİD’e bağlılığını açıklaması, Afganistan’da IŞİD’in faaliyetlerinin artması ve Taliban’la çatışmaya girmesi nedeniyle IŞİD, Rusya için ciddi tehdit olarak görülmeye başladı. Nitekim Suriye ve Irak’ta hükümet güçlerine karşı başarılı mücadele vererek sempati kazanan IŞİD’in saflarına Rusya’dan, Rusya’daki Orta Asya kökenli işçilerden ve Orta Asya’dan çok sayıda insan katıldı.

IŞİD yanında savaşan toplam 30-35 bin civarındaki militanın 5 bininin Rusya vatandaşı olduğu belirtilmektedir. Bunların yanına bir de Rusya’yla ilişkili Orta Asya kökenli kişileri de kattığınızda bu sayı daha da artmaktaydı. IŞİD’in güçlenmesi ve yenilmez örgüt imajını kazanmasıyla birlikte Rusya’nın kendisinin bir hedef haline geleceği düşünülmeye başlandı. Çeçenistan’da gerçekleşen saldırılar, Dağıstan ve diğer bölgelerde IŞİD’in izlerine rastlanması Rusya’nın acilen müdahale etme ihtiyacı duymasının temel sebebiydi. Şam yönetiminin gücünün zayıfladığını ve iktidarının düşme tehdidiyle karşı karşıya kaldığını gören Kremlin acilen Suriye’ye müdahale kadarı almak zorunda kaldı. ABD için de artık öncelikli tehdidin IŞİD olması, Esad’ın iktidarda kalması tartışmasının ikinci plana atılması, Rusya’nın müdahalesinin önünü açmıştı. ABD, kendi liderliğinde kurulan koalisyona Rusya’nın katılmasını isterken, Rusya ya ortak bir koalisyonun kurulması ya da kendisinin Suriye, İran ve Hizbullah’ın dâhil olduğu bir koalisyon kurarak IŞİD’e karşı savaştan yanaydı.

70. Birleşmiş Milletler Toplantısı’nda IŞİD’e karşı ortak koalisyon kurulması çağrısı yapan Putin olumlu cevap alamayınca Suriye’ye tek taraflı müdahale etti. IŞİD’e karşı başlatacağı hava operasyonları ABD tarafından olumlu karşılandı. Rusya ve ABD Genelkurmay Başkanları hava operasyonları ilgili ortak iletişim ağının kurulması konusunda anlaşmaya vardılar. Washington, Rusya’nın hava operasyonlarından ve bölgedeki varlığından rahatsız olsa bile Moskova’yla işbirliğine gitmeyi seçti. Bunun birkaç nedeni vardır: IŞİD’le mücadelede en büyük yükü üstlenen ABD’nin yükünü paylaşacaktı. Rusya IŞİD’le mücadelenin finansmanını üstleniyor hem de bölgenin “jandarması” rolünü paylaşıyordu. Bunun yanında Rusya’nın Suriye savaşına bulaşmasıyla uzun vadede Rusya’nın ekonomik kaynağının hızla azalması ve İslam dünyasıyla karşı karşıya gelmesi
bekleniyordu. Ancak Rusya, Suriye savaşına doğrudan müdahil olmakla Suriye barış görüşmelerinde oynayacağı rolünü daha da artırmış oldu.

Türkiye açısından bakacak olursak, Suriye’de devam eden iç savaş ve çözümsüzlük, başta mülteciler olmak üzere Türkiye’nin doğrudan ulusal
güvenliğine tehdit oluşturmaktaydı. IŞİD ya da Suriye Hükümet güçleri tarafından muhalif güçlere yönelik saldırılar, göç dalgasını farklı boyuta
taşımaktaydı. Türkiye’nin, hem mülteci göçünü hem de kendi sınırında yaşanan çatışmaları minimize etmek için Suriye’nin kuzeyinde güvenlik bölgesi/tampon bölge oluşturulması ve bunun BMGK kararına bağlanması önerisi, Rusya’yla birlikte ABD tarafından da reddedilmiştir.

Rusya’nın Suriye müdahalesi Türk-Rus ilişkilerini daha da gergin bir düzeye çıkarmıştır. IŞİD’e karşı operasyon gerekçesiyle Suriye’ye müdahale
eden Rusya, operasyonlarının önemli bir bölümünü muhalif güçlere karşı gerçekleştirmeye başlamıştır. 

    Rusya’nın hava desteği ve Suriye Hükümet güçlerinin karadan yürütülen operasyonları Türkiye sınırındaki Bayır-Bucak Türklerinin  bölgesine kadar ilerlemiştir. Rusya’nın hava operasyonları çatışmaları daha da şiddetlendirerek Türkiye’ye yeni bir mülteci dalgasını başlatmış, Bayır-Bucak Türklerini de hedef haline getirmiştir. 24 Kasım 2015’te Rus bombardıman uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi, Suriye üzerinde yürütülen Türk-Rus jeopolitik rekabetinin doruk noktası olmuştur. Rus uçağının düşürülmesi Moskova için bir ulusal onur meselesi haline gelmiştir.

Türkiye’ye karşı yaptırım kararı almış, ilişkilerin düzeltilmesi için özür, tazminat ve soruşturma gibi şartlar öne sürmüştür.
Türkiye ile yaşanan krizi fırsat bilen Kremlin, Suriye hava sahasını Türk uçaklarına kapatmış, Suriye’deki birliklerini ve hava operasyonlarını artırmış,
Suriye’ye yeni askeri teknolojileri sevk ederek Suriye’deki pozisyonunu daha da güçlendirmiştir.

Türkiye’yi NATO’daki müttefikleri dahil olmak üzere uluslararası toplum karşısında suçlamaya çalışan Rusya, aynı zamanda Şam rejimine karşı en büyük tehdit olan Türk Kara Kuvvetlerini de Suriye dışında tutmaya çalışmıştır. Böylelikle Rusya, Suriye barış görüşmelerinde de Türkiye’nin devre dışı kalmasını çabalayarak diyalog yollarını kapatmıştır.

Uçak krizi ve Türk-Rus gerginliği sonrasında Suriye’de barışın sağlanması ve gelecekte Suriye’nin tekrar yapılandırılması Rus-Amerikan kararına bağlı hale gelmiştir. Suriye barış görüşmelerinde Suriye’nin toprak bütünlüğü, anayasa değişikliği, seçimlerin yapılması ve Esad’ın geçici de olsa birkaç sene daha görevde kalması konusunda ABD ile Rusya uzlaşmış, uzun görüşmeler sonucu ortak bir kararla ateşkes ilan edilmiştir. 15 Mart 2016’dan itibaren Rusya Suriye’deki askeri birliklerinin sayısını azaltma kararı alarak Suriye barışı konusunda elini daha da güçlendirmiştir.

 <  Rusya’nın Orta Doğu politikası iki döneme ayrılabilir:
     Dış destekli iktidar değişikliklerine engel olmak ve radikal terör örgütlerinin kendisine tehdit oluşturmasını engellemek. >

Rusya’nın Orta Doğu Stratejisi ve Türkiye Rusya, Suriye’de barış görüşmelerini hızlandırmak için ülkedeki askeri birliklerinin sayısını azaltma kararı almakla beraber önceye göre bölgedeki varlığını daha da güçlendirmiştir. Suriye krizi başlamadan önce ne Irak ne de Suriye üzerinde bir etkiye sahip olan Rusya, IŞİD’e karşı mücadele adı altında Irak yönetimine silah ithalatı yapmakta ve Bağdat’ta IŞİD’le mücadele için ortak istihbarat koordinasyon merkezi konusunda işbirliği yürütmektedir. Rusya, Şam rejiminin en büyük siyasi, askeri ve ekonomik destekçisi haline geldi. Daha önce neredeyse hiç kullanılmayan Tartus Limanı, şimdi Rusya’nın Akdeniz kıyısındaki en önemli deniz üssü haline gelmiştir. Lazkiye’deki Hmeymim hava üssü süresiz kullanımını elde etmiştir. Öte yandan ülke içi güvenliğinde de pozisyonunu güçlendirmiştir.

  Rusya uçak kriziyle birlikte bölgede Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamaya çalışmaktadır. Suriye Hükümetinin onayı olduğu takdirde ülkede federasyonu
destekleyeceğini dile getiren Moskova, bu çerçevede PYD’ye özerk bölge verilmesini desteklemeye çalışmaktadır. PYD’nin de Suriye barış görüşmelerine
katılmasını isteyen Rusya, PYD üzerinden Türkiye’ye baskı yapmaya çalışmakta dır. PYD üzerinde ABD ve İngiltere’nin büyük etkisi olduğunu bilen Rusya, PYD’ye silah desteği ve özerkliğinin desteklenmesi üzerinden bölgedeki etkisini artırmaya çalışmaktadır.
PYD ile işbirliğini artıran Rusya, PYD üzerinden de PKK’ya daha kolay ulaşabileceğini hesaplamakta dır. PYD aracılıyla silah elde edecek olan
PKK, Türkiye’nin iç istikrarını her zaman bozma potansiyeline sahip olacaktır. 
Bu da Türkiye’nin iç sorunlarıyla boğuşmasına, bölgesel meselelerden
daha uzak durmasına neden olacaktır.

Rusya’nın özellikle PKK/PYD üzerinde kurguladığı strateji Türk-Rus ilişkilerinin uzun vadede gergin tutulmasına neden olacaktır.

Sonuç

2000’lerden itibaren işbirliği niteliği taşıyan Türk-Rus ilişkileri aslında zımni de olsa her zaman bir jeopolitik rekabet içermekteydi. Bölgesel istikrar devam ettiği sürece söz konusu ikili ilişkileri stratejik ortaklık noktasına kadar çıkartılabilirken, siyasi meselelerle ilgili karar verilmesi gerektiğinde güç faktörü ve çıkarlar öncelik kazanmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra daha önce Moskova’nın kontrolü ya da etkisi altında olan bölgelerde Türkiye etkisini artırma çabasında olmuştur.

<  Türkiye, Suriye kaynaklı güvenlik tehditlerinin önüne geçmek için Suriye’nin kuzeyinde güvenlik bölgesi/tampon bölge oluşturulması nı önermiş ancak Rusya ile ABD tarafından reddedilmiştir. >

Türkiye’nin bölgesel politikaları ve Rusya’nın eski etki alanlarına tekrar dönme çabası iki güç arasında rekabetin artmasına neden olmuştur. Bu rekabet
bazen işbirliği artırarak ya da olan bitene sessiz kalarak atlatılmaya çalışılsa da, her zaman bir krize dönüşme potansiyeli taşımaktaydı. Bu da tarafların “kırmızı çizgileri” ve askeri yeteneklerine göre belirlenmektedir. Balkanlardan Kafkaslara, Orta Asya’da Orta Doğu’ya uzanan bölgelerde inişli çıkışlı Türk-Rus rekabeti en sert bir şekilde Suriye kriziyle gün yüzüne çıkmıştır. Eğer taraflardan biri beklentilerinden vazgeçmez ise ya da uluslararası konjonktürde herhangi bir şekilde radikal bir değişim yaşanmazsa Türk-Rus krizinin önümüzdeki dönemde de devam edeceği söylenebilir.

21. YÜZYIL DERGİSİ
Nisan’ 2016 • Sayı: 88 


***

23 Aralık 2017 Cumartesi

Ukrayna’da Savaş Alarmı: Kiev, Minsk Mutabakatını Bitirdi

Ukrayna’da Savaş Alarmı: Kiev, Minsk Mutabakatını Bitirdi


Sabir Askeroğlu 
Rusya Slav Araştırmaları Merkezi
21 Mart 2015 Cumartesi


Kiev’in Donbass bölgesine yönelik tek taraflı politikası ülkede çatışmaların tekrar başlamasına neden olacaktır. 
Belarus’ta 11 Şubat 2015’te bir araya gelen Rusya, Almanya, Fransa ve Ukrayna liderleri 15 Şubat’tan itibaren Ukrayna’da ateşkesin sağlanacağı konusunda tarafların uzlaştıklarını ve Ukrayna krizinin çözümüne yönelik Minsk-2 olarak adlandırılan yol haritasını belirlediklerini açıklamıştı. Minsk-2 Mutabakatı’na göre ateşkesin sağlanmasından sonra 19 Şubat’tan itibaren taraflarca ağır silahların geri çekilmesi öngörülmekteydi. Ağır silahların çekilmesinin 14 gün içerisinde tamamlanmasından sonraki aşama Donetsk ve Lugansk vilayetlerine özel statü yetkisi verilmesiydi. Buna ilişkin yasanın 15 Mart’ta Ukrayna parlamentosunda kabul edilmesi gerekmekteydi. Ukrayna’da barışın sağlanıp sağlanamayacağını belirleyen Minsk mutabakatının en tartışmalı maddesi Ukrayna Devlet Başkanı Pyort Poroşenko tarafından parlamentoya sunuldu.  Ancak, 17 Mart 2015’te Donbass bölgesinin Lugansk ve Donetsk vilayetlerinin bazı bölgelerine ilişkin kabul edilen yasa, Minsk Mutabakatı’nı baltalamakla kalmamış, Ukrayna’nın doğusunda çatışmaların tekrar başlaması riskini beraberinde getirmiştir. Kiev’in Donbass bölgesine yönelik tek taraflı politikası ülkede çatışmaların tekrar başlamasına neden olacaktır.

Minsk Mutabakatını Bitiren Yasa

17 Mart’taUkrayna parlamentosu tarafından kabul edilen yasa, “Kiev yönetiminin kontrolünde olmayan bölgelerin özel statüyle yetkilendirilmesi için bölgede Ukrayna Anayasası’na uygun ve uluslararası gözlemcilerin kontrolünde seçimlerin yapılması” şartını getirmektedir. Ancak Minsk Mutabakatı’nda ilk başta Donbass vilayetlerine özel statü verilmesi ve idari yetkiler çerçevesinde hazırlanacak yeni Ukrayna Anayasası’na dayanarak Lugansk ve Donetsk vilayetlerinde seçimlerin yapılması öngörülmekteydi. Yasa bir de “seçimlerin yapılabilmesi için yasadışı silahlı birliklerin ve askeri araçların ülkeden çıkartılması” koşulunu getirmektedir. Ancak Minsk Mutabakatı’nda sadece “silahlı örgüt” olarak belirtilen ve ileriki aşamalarda bu “silahlı örgütlerin” “halk polisine” dönüştürülmesi öngörülürken, alınan kararda “yasadışı silahlı gruplar” tabiri Donetsk ve Lugansk tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Yasa, seçimlerin nerelerde gerçekleşeceğini ve Lugansk ve Donetsk vilayetlerinin hangi bölgelerini özel statüyle yetkilendirileceğini de belirlemektedir.“Güneyde Azak Denizi’nden başlayarak Ukrayna ile Rusya devlet sınırları arasında kuzeye doğru uzanan 19 Eylül 2014’te Minsk Mutabakatı’nda belirtilen bölge ve idari birimlerin özel statüyle yetkilendirilmesi üç yıl süre için geçerli olacaktır”.[1]
Özel statüyle yetkilendirilecek Donbass’ın bazı bölgelerini “işgal altındaki bölgeler” olarak belirten yasa, aynı zamanda “Ukrayna’nın doğu bölgelerinde uluslararası barış güçlerinin operasyon yapması için BM Güvenlik Konseyi ve AB Konseyi’nden destek talebinde bulunmaktadır”.[2] Yani, Minsk Mutabakatı’nda öngörülen ve  “özerk statüyle” Ukrayna’ya dâhil edilmesi planlanan Lugansk ve Donetsk’in yasada “işgal altındaki bölgeler” olarak belirtilmesi ve “barışı sağlama amaçlı Ukrayna’nın doğu bölgelerine yabancı güçlerin yerleştirilmesine izin verilmesi” Minsk Mutabakatı’nı işlevsiz kılmıştır.
Donbass temsilcileri ise, alınan kararı tepkiyle karşılamıştır. Ayrılıkçı Donetsk “Halk Cumhuriyeti” özel temsilcisi Deniz Puşilin, Kiev’i bu kararla uzlaşmanın en temel maddesini ihlal ederek Mink sürecini baltalamakla suçladı. Ayrılıkçı Donetsk lideri Aleksandr Zaharçenko, yasa tasarısının Donetsk ve Lugansk vilayetlerinin katılımı ve onayıyla şekillendirilmesi gerektiğini, aksi takdirde yasanın kabulünün Minsk Mutabakatı’nın ihlali anlamına geleceği ve sonuçların geçersiz olacağını söyledi.[3] Kiev Parlamentosu aldığı kararda, ayrılıkçıların kontrolündeki bölgenin tamamına değil, Kiev'in belirlemiş olduğu "temas hattı" olarak belirtilen bölge üzerindeki idari birimlere özel statü hakkını tanımaktadır. Kiev’in belirlediği alan 2014'te  referandumun gerçekleştiği ve ayrılıkçıların kontrolünde bulunan bölgeden daha dar bir alanı kapsamaktadır.Donetsk lideri Aleksandr Zaharçenko ve Lugansk lideri İgor Plotnitski, kararın geri alınmaması durumunda Kiev ile herhangi bir uzlaşı sağlanamayacağını belirtmektedir.[4]
Lugansk ve Donetsk vilayetleri için asıl amaç (Rusya için de geçerli) Minsk Mutabakatı çerçevesinde Donbass’ta barışın sağlanması ve bu iki vilayete Ukrayna içinde geniş özerkliğin tanınmasıdır. Kiev için ise Ukrayna’nın üniter yapısını değiştirmeden bu bölgelerde mutlak kontrolü sağlamaktır. Bunu yapamazsa tekrar çatışmaları başlatmak zorunda kalacaktır. “Blok Poroşenko” partisi Başkanı Yuriy Lyutsenko, Ukrayna Parlamentosu’nun bu yasayla sadece seçimlerin yapılacağı alanların belirlenmesini ve ayrılıkçıların kontrolündeki sınır çizgisine savaş tahkimatlarının inşa edilmesini amaçladığını belirtti. Lyutsenko’ya göre, bölgede seçimlerin yapılabilmesi ve tüm ayrılıkçı güçlerin ülkeyi terk etmesi için öncelikli olarak bölgede Ukrayna bayrağının dalgalanmasının sağlanması, polis gücünün bulunması ve Ukrayna kanunlarının işlemesi gerekir.[5]
Aynı zamanda Ukrayna Milletvekili Anna Gopko ise “Donbass bölgesinin özel statüsüne ilişkin alınan kararla, bölgede bulunan ayrılıkçıların yerine getiremeyeceği şartlar yarattık. Şimdi biz Ukrayna’nın diplomatik sesini güçlendirmek için ortam yarattık… Şimdi biz Rusya’ya karşı yaptırımların artırılmasını talep edeceğiz. Bugünkü meclis Ukrayna’nın çıkarlarına yönelik çalışma yaptı” açıklamasında bulundu.[6]  Hemen ardından Avrupa Birliği, Minsk Mutabakatı’nın yerine getirilmemesi durumunda Rusya’ya karşı yeni yaptırım kararı önümüzdeki aylarda alınacağını belirtti.[7]
Sonuç
Hem Almanya ve Fransa hem de Moskova ve Donbass vilayetlerinin üzerinde durdukları ve Ukrayna’nın doğusunda barışın sağlanması için bir fırsat olarak gördükleri Minsk-2 Süreci Kiev tarafından sekteye uğratılmıştır. Donbass vilayetlerine geniş özerkliğin verilmesinin Kiev’deki iktidarın sonunu getireceğini düşünen Poroşenko, doğu vilayetleriyle silahlı mücadeleye götüren yolu seçmiştir. Minsk formatının Kiev tarafından sekteye uğratılmasının Avrupa’yı da olumsuz etkileyeceğini düşünen Rusya, Almanya’nın Kiev üzerinde baskı yapmasını ummaktadır. AB’nin Ukrayna’ya yaptığı ekonomik yardımlar ve Rusya’dan alınacak doğalgaz parasının Avrupa tarafından ödenecek olması, Ukrayna’ya barışa uyma konusunda baskı yapabilme fırsatı vermektedir. Diğer taraftan ise ABD Almanya’ya tarafların yeni bir Minsk Mutabakatı’nın (Minsk-3) gerçekleştirmesi için ve Kiev’in (ekonomik, diplomatik olarak ) yanında olması için baskı yapmakta ancak Poroşenko ise bir kez daha Donetsk ve Lugansk’ı kendi kurallarına uymalya zorlamak istemektedir. Almanya, elinde bulundurduğu ekonomik araçlar sayesinde Kiev üzerinde baskı yapma iradesini gösteremezse ABD’nin Poroşenko’ya baskı yapmasını isteyebilir. Eğer ABD için önemli olan Rusya’nın ve Putin’in 1945 Zafer Bayramı’nın 70. yılı kutlamalarını (2014 Soçi Kış Olimpiyatları’nda olduğu gibi) bozmak ise, bu durumda Donbass bölgesinde çatışmalar tekrar başlayabilir.

DİPNOTLAR;

[1]“Rada Prinyala Popravki v Zakon Ob Osobom Statuse Rayonuv Donbassa”, İzvestiya Gazetesi, 17 Mart 2015, < http://www.vz.ru/news/2015/3/17/734917.html>
[2]“Rada Prinyala Zakon o Statuse Donbassa i Mirotvortsah”, < http://www.bbc.co.uk/russian/international/2015/03/150317_ukraine_peacekeepers_status_laws> (18 Mart 2015).
[3]“Poroşenko Poobeşal Donbassu Osobıy Status Tolko Posle Vıborov Po Zakonam Ukrainı”, Vzglyad Gazetesi, 15 Mart 2015, < http://www.vz.ru/news/2015/3/16/734600.print.html>
[4]“Liderı DNR i LNR Postavil Kieevu Ultimatom”, <  http://lenta.ru/news/2015/03/18/otmenite/> (18 Mart 2015).
[5]“Tri Naperstka Kievskoy Huntı”, < http://www.segodnia.ru/content/157981>
[6]“Deputat Radı: Nevıpolnimıy Zakon o Statuse Donbassa Nujen Dlya Usileniya Davleniya na Rossiyu”, Vzglyad Gazetesi, 18 Mart 2015, < http://vz.ru/news/2015/3/18/735173.html>
[7]“Reşeniye o Snaktsiyah Protiiv Rossii Buder Prinyato v Blijayşye Mesyatsı”, İzvestiya, 20 Mart 2015, < http://vz.ru/news/2015/3/20/735420.html>

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/rusya-slav-arastirmalari-merkezi/2015/03/21/8152/ukraynada-savas-alarmi-kiev-minsk-mutabakatini-bitirdi

***

28 Mayıs 2017 Pazar

TÜRKİYE DOSTLARINI KAYBEDİYOR


TÜRKİYE DOSTLARINI KAYBEDİYOR


04-03-2015


İNGİLİZ Guardian gazetesi, Suriye'deki krizin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı yeni bir krizin içine düşürdüğü ve ülkesini ekonomik yavaşlama ve sosyal bölünmelerle yüzleştirdiğini yazdı. 

Gazetede "IŞİD tehdidi giderek büyürken kendi içinde kuşatılan Türkiye yurtdışındaki komşularını kaybediyor" başlıklı bir makale yayınlandı. 
Yazıda, yeni hükümetin göreve geleli iki aydan kısa bir süre olmasına rağmen Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun balayından çok üzüntü yaşadığı, 
özellikle geçtiğimiz çarşamba günü hükümetin Kobani'ye müdahaleyi reddetmesi üzerine çıkan olaylarda 35 kişinin hayatını kaybettiği hatırlatıldı. 
Makalede yine aynı gün Türkiye ekonomisinde düşürülmüş beklentilerle büyüme projeksiyonunun bu yıl için yüzde 4'ten 3.3 düşürüldüğünü ve yine 
çarşamba günü Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin AB üyeliği konusunda hazırladığı yıllık raporu açıkladığı hatırlatılarak bütün bu gelişmelerin geçtiğimiz 
ağustos ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde binaların üzerine asılan posterlerdeki "Yeni Türkiye" sözüne çelişki doğurduğuna dikkat çekti. 
Yazı şöyle devam etti: 

"Erdoğan'ın 'Yeni Türkiye'si ile yaklaşık 80 milyon kişi Türkiye'nin bölgesel güç olarak doğru bir yer olduğunu sandı. Türkiye 2023 yılında 100. 
kuruluş yıldönümünü kutlayacak. Bu zamana kadar Cumhurbaşkanı, ülkenin dünya ekonomisindeki pozisyonunun 17'inci sıradan 10'uncu sıraya 
çıkacağını ve İstanbul'un küresel finans merkezi olacağı sözünü vermişti. "

Türkiye'nin 10 yıldan beri devam eden büyümesinden sonra kendini 'orta gelir kıskacı'nda bulduğunu ve bundan kaçmak için hükümetin bir dizi 
baş ağrıtıcı reformlarla karşıya karşıya kaldığı vurgulanan yazıda, hükümetin boğaza üçüncü köprü, Çanakkale Boğazı'na köprü, İstanbul'a üçüncü 
havaalanı gibi mega projeler tasarlamalarına karşın faizlerin rekabetçi tutulması baskısı dolayısıyla bu projeleri finanse etmenin de zor olacağı' ifade edildi.

Makalede, medyadaki sansüre de değinildi. Haber servislerinin sürekli bir canlı baskı altında olduğu ve hiç kimsenin işinden atılma korkusuyla açıkça 
şikayette bulunamadığı ileri sürüldü. Makalede, bazıları için medyanın sıkı bir şekilde kontrolü dolayısıyla 'Yeni Türkiye'nin daha çok 'Cesur yeni Türkiye' 
anlamına geldiğini yazdı.

2013 yılındaki Gezi Parkı protestolarına da değinilen makalede, birçokları için Gezi protestolarının gerçek yeni Türkiye olduğu, geçen hafta yaşananların 
ise Kürtler ve dindar milliyetçiler arasında eski tutucu tansiyonu yine ortaya çıkardığı yorumu yapıldı.


İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden Financial Times, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği dış politikaları değerlendirerek, Türkiye’nin giderek 
yalnızlaştığını vurgulayan bir yazıya yer verdi. 


BBC Türkçe’nin aktardığına göre, Daniel Bombay’ imzalı yazıda, Erdoğan’ın Şubat ayındaki Latin Amerika turundan dönerken “ Dünya nezdinde yalnızlığı 
umursamıyorum… Bizim için halkın nezdinde bir durumdur.” dediği hatırlatılıyor.

Erdoğan’ın sözlerinin ardından da “Türkiye’nin büyük güç olma emelleri buraya kadarmış” değerlendirmesiyle, üç yıl önce, Ahmet Davutoğlu’nın Dışişleri Bakanı 
olduğu dönemdeki Türkiye'nin, Yeni Orta Doğu oluşturmayı ve sahibi olmayı hedeflediği vurgusu yapılıyor. 

‘ORTA DOĞU’DA AZALAN DOSTLAR’

Dış politikada yaşanan son gelişmelere yer verilen yazıda, "Ankara'nın Mısır'da, İsrail'de ya da Suriye'de büyükelçisi yok. Kahire, Türk TIR'larının Afrika ve 
Körfez ülkelerine taşınmasını kapsayan çok değerli bir anlaşmayı askıya alıyor. Libya Türk şirketlerinin kamu ihalelerine sokulmayacağını açıkladı. 
Bir zamanlar bu ülke Türk müteahhitleri için sağlıklı bir gelir kaynağıydı. Geçtiğimiz ay ise Türkiye Yemen Büyükelçiliği'ni kapatarak vatandaşlarına 
ülkeyi terk etme çağrısı yaptı." deniliyor. 

Yazıda, Türkiye’nin 2008 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne seçilmesinin dış politika stratejileri açısından güzel bir gösterge olabileceğini, 
fakat 6 yıl sonra, 2014 yılında başarı sağlanamadığı belirtiliyor. 

Türkiye’nin Orta Doğu’yla arasını açan en büyük nedenin ise Mısır’da seçimle başa geldikten sonra askeri darbeyle görevden alınan Müslüman Kardeşler 
hareketinin temsilcisi Muhammed Mursi’ye verilen desteğin olduğu iddia ediliyor.

‘ABD İLE İLİŞKİLER ZAYIFLADI’

Gazetede eskiye göre Türkiye’nin, ABD ile olan ilişkilerin zayıfladığına da dikkat çekiliyor. Bombey yazısında, ABD Başkanı Barack Obama’nın, Erdoğan’ı 
güven duyduğu ilk beş lider arasında gördüğü günlerin geride kaldığını belirterek, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper’ın, Türkiye’nin IŞİD’le 
mücadele etmek yerine başka öncelikleri olduğunu söylediğini ifade ediyor. 

Ancak yazıda, Türkiye'nin bu hafta içerisinde Bağdat'a askeri teçhizat taşıyan iki uçak gönderdiği de hatırlatılıyor. 

Erdoğan’ın dış politikadaki üslubunun ele alındığı yazıda, "Erdoğan'ın açıklamaları giderek daha fazla dine vurgu yapar hale geldi. En azından İslam dünyası 
ve Batı kıyaslamalarında bu vurgu dikkat çekiyor. Geçen yıl İslam İşbirliği Teşkilatı'nda bir konuşma yapan Erdoğan ' Yüzümüze dost gibi görünenler, bizim 
ölümüzü, çocuklarımızın ölüsünü seviyorlar. İnanın bizi sevmiyorlar' diyordu." ifadelerine yer veriliyor.

‘AFRİKA’DA GÜLEN ANLAŞMAZLIĞI’

Erdoğan’ın fırsat buldukça Afrika ülkeleriyle artan güçlü bağlarını dile getirdiğine değinilen yazıda, bazı Afrika ülkelerinin Gülen Hareketi ile ilişkili okulları, 
Erdoğan’ın talebiyle kapatmasına rağmen diğer ülkelerden okulların desteklendiğine yönelik açıklamaların geldiği kaydedilerek, bunun işlerin Afrika kıtasında 
da iyiye gitmediğine işaret olduğu belirtiliyor. 

Yazıda, Afrika Birliği’nin, Gülen Hareketi ile kıtada oldukça etkin olan bir işbirliği kararı aldığının da vurgusu yapılarak, " Bu gelişmeler Türkiye'de hükümetin 
Fethullah Gülen'in uluslararası ağı ile rekabet etmesinin ne kadar zor olduğunu gösteriyor." deniliyor.

Son olarak yazıda, Türkiye’nin konumu itibariyle stratejik önemini koruduğu belirtilerek, "Diplomatik çevreler Erdoğan'ın sert üslubunun dindar siyasi tabanına 
yönelik olabileceğini de düşünüyor." ifadelerine yer veriliyor.

http://www.benguturk.com/-turkiye-bolgesel-etkisini-ve-dostlarini-kaybediyor-_d10924.html

***


'Türkiye Dostlarını Kaybediyor' 

Fikir Tankı - 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü        

'Türkiye Dostlarını Kaybediyor'

İngiliz The Guardian gazetesi, Suriye'deki krizi ve IŞİD nedeniyle Türkiye’nin yeni bir krizin içine düşürdüğü ve ülkesini ekonomik yavaşlama ve sosyal 
bölünmelerle yüzleştirdiğini yazdı. The Guardian’da çıkan makale “"IŞİD tehdidi giderek büyürken kendi içinde kuşatılan Türkiye yurtdışındaki komşularını 
kaybediyor" başlığını taşıyordu. Yazıda, yeni hükümetin göreve geleli iki aydan kısa bir süre olmasına rağmen Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Suriye’nin Ayn El Arap yerleşim noktasındaki gelişmelerden dolayı sorunlarla karşı karşıya kaldığı belirtiliyor. Makalede Türkiye ekonomisinde düşürülmüş beklentilerle büyüme projeksiyonunun bu yıl için yüzde 4'ten 3.3 düşürüldüğünü ve Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin AB üyeliği konusunda hazırladığı yıllık raporunda olumsuz tablo çiziliyor.

Sabir Askeroğlu tarafından 13 Ekim 2014 Pazartesi 14:57'te yazıldı. 


http://www.21yyte.org/tr/fikir-tanki/5624/turkiye-dostlarini-kaybediyor


***

3 Mart 2015 Salı

Rusya’da Muhalif Liderin Öldürülmesi Ne Anlama Geliyor?




  Rusya’da Muhalif Liderin Öldürülmesi Ne Anlama Geliyor?

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                     
Rusya Slav Araştırmaları Merkezi
02 Mart 2015 Pazartesi
Sabir Askeroğlu tarafından yazıldı.


Rusya’nın başkenti Moskova’da 27 Şubat'ı 28’e bağlayan gece, Rus muhalif liderlerden Boris Nemtsov Kremlin yakınlarında öldürülmesi, Rusya’da olduğu gibi dünya medyasında ve siyaset çevrelerinde büyük bir yankı buldu. Bu cinayetin provakatif nitelik taşıdığı, Moskova yönetimine yakın isimler tarafından olduğu gibi, liberal kesimler tarafından da kesin olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla cinayetin asıl hedefi Putin iktidarına karşı muhalif grupları harekete 
geçirmektir.

Kurban olarak Nemtsov’un seçilmesi iki özellik taşımaktadır. Birincisi,sempatizan ları tarafından popülerliği ve renkli kişiliğe sahip olmasıydı. Bu da halkı harekete geçirmek için önemli özellik olarak görünmektedir. İkincisi ise, Batı tarafından yeterince öneme sahip olmamasıydı. Örneğin, diğer bir liberal muhalif liderler den Aleksey Navalnıy, Rus siyasetinde daha fazla ön planda olan bir isimdir. Nemtsov, Putin karşısında liderlik yapma iddiasında da değildi. Bu da Nemtsov’u gözden çıkarmak için yeterliydi.

Boris Nemtsov’un 1 Mart (2015) öncesi öldürülmesi, bu eylemin amacının ne olduğuna ilişkin ipuçları veriyor. 1 Mart'ta muhalefetin planladığı  “Kriz 
Karşıtı “Bahar” yürüyüşünde, 
1) Rusya’da muhalefetin iktidarda katılımının sağlanması; 
2) Rusya iktidarının âdem-i merkeziyetçi olması; 
3) Siyasi mahkûmların serbest bırakılması ve 
4) Ukrayna krizinin sona erdirilmesi gibi siyasi talepleri dile getirilmesi öngörülüyordu.

Ancak böyle bir önemli konuları içeren gösterilerin, Moskova’nın şehir dışı semtlerinden Marino’da gerçekleşecek olmasını pek tercih edilir durum değildi. 
Bu gösterilen siyasi etkisinin çok az olacağından dolayı, beklenilen halk hareketini Moskova’nın merkezine taşınması gerekiyordu. Nemtsov’un ölümünün Moskova’nın merkezinde gerçekleşmiş olmasıyla beraber, Muhalefet Marino’da planlanan gösteriyi iptal ederek, cinayetin gerçekleştiği Kremlin yakınlarına anma yürüyüşü yapacağına karar verdi. Liberal liderlerden biri olan Nemtsov’un ölümü aynı zamanda “Kutsal kurban” niteliği taşıyacağı bekleniyordu. Bunu fırsat bilen liberal kanadı temsil eden ve Batı yanlı yayın olarak bilinen “Eko Moskvıy” radyo kanalı, Nemtzov’un ölümün nedeninin, Ukrayna’da Rus askerlerinin bulunduğuna dair rapor yayınlanmaya hazırlanması olduğunu söyleyerek Putin iktidarını suçladı. Yine Putin karşıtı görüşleriyle bilinen dünyaca ünlü satranç şampiyonu Garri Kasparov ise, Nemtsov bizzat Putin tarafından öldürüldüğünü öne sürdü. Batı tarafından Rusya’ya karşı uygulanan ekonomik yaptırımlar ve rublenin değer kaybetmesi sonucunda bile Putin iktidarına karşı beklenilen toplumsal tepkinin olmaması ve halk tarafından Putin’e karşı muhalefetin azalması, Nemtsov’un ölümüyle birlikte telafi edilmeye amaçlanıyordu. Ancak 1 Martta gerçekleşen yürüyüşe 50 bin kişinin katılması beklenirken, bu sayı, Rusya İçişleri Bakanlığı’nın rakamlarına göre 21 bin, bağımsız araştırmalara göre ise 27 bin düzeyinde kalabilmiştir.

Boris Nemtsov’un öldürülmesi, aynı zamanda Ukrayna krizinin çözüm sürecine girmesine de denk gelmiş olması dikkate değer bir durumdur. Avrupa ile tekrar 
yakın ilişkiler kurmaya çalışan Rusya için Ukrayna’nın doğusundaki çatışmaların sona erdirilmesi önemli dış politika amaçlarından biridir. Ukrayna konusunda 
Avrupa Birliği’yle hem fikir olması ve Kiev yönetimine baskı yapılması sonucu Donbass bölgesinde ağır silahların geri çekilmeye başlaması Moskova’nın 
diplomatik başarısı olarak görülmeye başlamıştı. Donetsk vilayeti %90, Lugansk vilayeti ise % 75 ağır silahlarını AGİT gözetimiyle geçi çekmiş olması Minsk 
Sözleşmesi'nin en sorunlu maddelerinden birinin yerine getirilmesi anlamına geliyordu. Ancak Minsk Sözleşmelerinin uygulanmaya başlaması, Washington 
tarafından son zamanlarda olumsuz olarak görülmüştür. Donbass bölgesi, Kiev yönetimiyle barış sağlamaya özenirken, diğer taraftan Kiev’e olan enerji 
bağımlılığını da azaltarak Rusya’yla olan entegrasyonunu artırıyordu. Bu ise, Moskova’nın Donbass bölgesi üzerinde siyasi ve askeri etkisinin yanında ekonomik etkisinin daha da artması anlamına geliyor. Nemtsov cinayetinin Ukrayna ile en belirgin bağlantı kurulmaya çalışılması ise ABD’nin Moskova Büyükelçisinin Nemtsov’un cenazesine çiçeklerle birlikte Ukrayna bayrağını getirmesi olmuştur.

Sonuçta Rusya’da siyasi muhalif liderlerden Boris Nemtsov’un öldürülmesi, ekonomik olarak sıkıştırılan Rusya halkının Putin’e karşı tepkisinin artırmaktı. 
Ukrayna konusunda yakınlaşma sürecine giren Putin’i, Batı karşısında muhaliflere karşı anti-demokratik politikalar uyguladığı gerekçesiyle suçlayarak ilişkilerin gergin kalmasını sağlamaktı. Nemtsov’un ölümünün faillerinin kim olabileceğine dair ilk başta üç olasılık üzerine duruluyordu. Cinayeti, Rus milliyetçiler tarafından gerçekleştirildiği, Nemtsov’un Fransa’da gerçekleşen Charlie Hebdo eylemini eleştirmesi nedeniyle İslami gruplar tarafından öldürülmesi ve son olarak ise Putin iktidarına karşı düzenlenmesi planlanan 1 Mart mitingini provake etmek içi yabancı istihbarat tarafından yapıldığıydı. Amerikan siyaset bilimci ve “reaganekonomi”nin babası olarak bilinen Paul Craig Roberts, Nemtsov’un öldürülmesi, cinayeti Putin’e yüklemek için CIA tarafından 
gerçekleştirilmiş olabileceğini öne sürmektedir.[1]


[1] “Smert Borisa Nentsova”, Komsomolskaya Pravda, 2 Mart 2015, 

http://www.kp.ru/daily/26348.7/3230482/


Uzmanın Diğer Yazıları

  Rusya’da Muhalif Liderin Öldürülmesi Ne Anlama Geliyor? 
  Batı’nın Rusya’yı Bitirme Stratejisi 
  Kuzey Kafkasya'da Terör Sorunu: Çeçenistan Saldırıları 
  Rusya'nın IŞİD Politikası 
  Ukrayna Krizine Diplomatik Çözüm Arayışları 
  Ukrayna'nın Yeni Devlet Başkanı Pyotr Poroşenko Kimdir? 
  Nihai Parçalanmaya Giden Ukrayna 
  Ukrayna Krizi’nde Son Durum ve Rusya’nın Müdahale Olasılığı 
  Yeni Ukrayna Yönetimindeki Faşist Unsurlar 
  Kırım’ın Rusya Tarafından İlhakının Arkasındaki Beyin: Vladislav Surkov 
  SSCB Yeniden Mi Doğuyor? 
  Ukrayna Neden Karıştı? Rusya-Batı Arasında Jeopolitik Çekişme 
  Kırgızistan’da Rusya ve ABD’nin Üsler Mücadelesi 
  İran-ABD Yakınlaşmasının Rus Dış Politikasına Etkileri 
  Doğu Akdeniz’de Rus Savaş Filosunun Konuşlanması Ne Anlama Geliyor? 
  Putin’in Azerbaycan ile Jeopolitik Pazarlığı 
  Rus Kaynaklarında Mısır Darbesinin Perde Arkası 
  Rus Kaynaklarına Göre Türkiye’nin Suriye Politikasını Belirleyen Faktörler 
  Rus Kaynaklarının İddiası: Türk Ordusu Suriye Sınırını Geçti 
  Rusya Suriye’de Neden Direniyor? 
  Türkiye’nin Kafkasya Politikasına Moskova’nın Bakışı 
  Rusya’nın Çin Politikasında Stratejik Araçlar 
  Berezovskiy’nin Ölümü Putin’in Zaferi mi? 
  Rusya’nın Milli Güvenlik Sorunu: Avrupa Füze Savunma Sistemleri 

 http://www.21yyte.org/

..