SİYASAL ÇİRKİNLİKLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SİYASAL ÇİRKİNLİKLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Şubat 2015 Pazar

SİYASAL ÇİRKİNLİKLER,



SİYASAL  ÇİRKİNLİKLER,

Yekta Güngör Özden


29.09.2003/Sayı:40


Siyasal edebiyatımız ilginç örneklerle giderek zenginleşmektedir. Ağızdalaşı denilen karşılıklı çıkışmalar, karalama ve kötülemeler gözdağlarına dönüşmüş, bulundukları yerin adına ve onuruna yaraşmayan sözlerle siyaset yaptığını sanan ilkel davranışlılar iyice azıtmışlardır. Kabadayılık ve külhanbeylik gösterileri devletin tepelerinde sahnelenmektedir. Halkımızın sertlik ve yiğitlikten hoşlandığını söyleyerek kışkırtıcılık yapanlar yıktıkları değerlerin ayırdında değildir. Barışseverleri şahinlikle suçlayan uydu ve uşak yapılılar şimdilerde ABD şahinlerinin yanında Irak’a asker gönderme tamtamı çalmaktadırlar. Başlangıçtan bu yana ABD’nin İngiltere’yle birlikte yürüttüğü savaşın petrollere el koyma amaçlı emperyalist bir açılım olduğu kesinlik kazanmıştır. Kitle imha silahları savının bir aldatmaca olduğu anlaşılmıştır. Tüm bu gelişmelere karşın Birleşmiş Milletler kararına gerek duyulmadan çok kapsamlı bir yetkilendirme ile TBMM’nin silahlı kuvvetleri Irak’a gönderme izni vermesi savunulabilmektedir. Önceleri iktidara destek vererek askerle ihracatı eşit tutan anamalcı çevreler görüş değiştirmişler, ABD’nin kendi askerlerini ölümlerden korumak için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’a gelmesini sağlamaya çalıştığını, Iraklıların istemde bulunmadığını, Irak’ı kuzeyinde kürt devleti oluşumunun Türkiye’ye yönelik bir baskı aracı biçiminde kullanıldığını görmüşlerdir. Ne kadar acıdır ki 8,5 milyar dolarlık koşullu kredi ağırlığını sindiren siyasal iktidar temsilcileri ABD Dışişleri Bakanı’na teşekkür etmişlerdir. Bağımsızlığa, ulusal onura, Irak gerçeklerine aykırı, ABD muhalefetinin “rüşvet” nitelemesiyle edeni belirginleşen krediyi geri çevirmek varken kabul eden anlayış sahipleri bir uluslararası çirkinliğin yanı olmuşlardır. Yaklaşan yerel yönetim seçimlerinde oy almak için kullanılacak kaynaklar arasında değil, başta geleceği sezilen bu krediden ayrı olarak karşılıksız kömür ve doğalgaz dağıtımının yalnız kendi yandaşlarına yoksulluk bahanesiyle dağıtılmak istendiği de gündemdedir. Değişik ürünlerin açıklanmadan dağıtılması, başka oy toplama yöntemlerinin uygulamaya konulması da söz konusudur. Bunlar da demokrasiyi çirkinleştiren yaklaşımlardır.
2003-2004 Adalet Yılı’nın açılışı nedeniyle düzenlenen geleneksel törende Yargıtay Başkanı’nın yerinde, zamanında, pek doğru olarak söylediklerine katlanamayan Başbakanın “çirkin” nitelemesi nerede ve nasıl olduğumuzu açıklamaktadır. Yargıtay Başkanı’nın eleştirdiği durumlar yeni değildir. Bu sorunların gündeme getirilmesi de yeni değildir. Yıllardır törenlerde, uygun ortam ve zamanlarda laiklik, bağımsızlık, yargıya saygı, hukuka bağlılık, demokrasi, insan hakları, Türk devrimi ve Atatürk İlkeleri konusunda tutarsızlıklar, saptanan sakıncalar uyarı, öneri, dilek türünde eleştirilmiştir. Yeni konuşmanın içeriği yeni değildir. Anlatım biçimi (üslubu) yenidir. Konuşan yeni başkandır. Başbakanı gocunduran sözleri duyarlı, özenli, yurtsever her yurttaş söylemektedir. Kanımca asıl kızgınlığın nedeni AB’ye girmek için izlenen takiyye yöntemi, dışarıda ayrı, içeride ayrı tutuma değinen anlamlı sözlerdir. Başbakan Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü eleştirenlerin, Türk Devrimi’ne ve Cumhuriyet’e saldıranların, Silahlı Kuvvetler’i yıpratmaya çalışanların sözlerini çirkin bulmuyor. Başbakan, köktendinci ve etnik terörü kınamıyor. Ama çekinmeden bulunduğu yeri ve sözlerine karşılık verdiği kişinin makamını düşünmeden saldırıya geçebiliyor. Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın da anlamlı eleştirileri, iktidarı uyarıcı değinmeleri Başbakan’ı düşündürmüyor. Ama Adalet Bakanı “masumluk karinesi”ni gözetmeden ya da bilmeden yargıçlara buyruk sayılacak uygulama önerebiliyor. AB’ye laiklik öğüdü vermeye kalkışan Başbakan’ın ülkesinde katı bir tutucu olduğunu sanki Avrupalılar bilmiyor. Başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere bir çok bakanlıkta kadrolaşma, üniversiteleri bakanlık emrine alma, türban yalanıyla tırmandırılan sıkmabaşı yaygınlaştırma, imam hatip okullarını çekici kılarak mezunlarına üniversitenin her dalını açma, ilköğretim kitapları ve parasız okutma oyunlarıyla demokrasiyi dinselleştirme çabaları ibretle izlenmektedir. Asıl çirkinliğin ne olduğunu aklı başında herkes anlamaktadır. Yargıtay Başkanı’nın kurtuluş ve kuruluş ile yaşam felsefemizin dayanaklarına yönelik tehlikelere değinen konuşmasını çirkin olarak nitelemek bu ilkeleri herkesten çok koruması gereken bir başbakana, böyle davranan bir başbakan da laik Türkiye Cumhuriyeti’ne yaraşır mı, iyi düşünmek gerekir.

Etnik ve köktendinci teröre başvuranlarla yasalarımızın suç saydığı nice eylemi işleyenleri, vergi kaçıranları bağışlayan yasaları yürürlüğe koyan, dokunulmazlıkları seçim sözlerine karşın kaldırmayarak yandaşlarını ve kendilerini koruyan iktidarın tek imzalı yönetmelik değişiklikleriyle korunmaya alınan kimi üst düzey görevlileri kurumlarındaki yandaşlarıyla anlaşarak koruma önlemlerinden yoksun kılması çok düşünülmesi gereken bir olumsuzluktur. Gereksiz vergi bağışı adlı bağışlamaları gerçekleştirip ek vergiler istemek çelişkisi de bilinçsiz gidişin tipik bir örneğidir. İktidarın kafasına ve yapısına uygun adının “ilave nakil vasıtası vergisi” olması gereken ek taşıt vergisi konusunda ilgililerin tutumu güven sarsıcıdır.
Yakınmalar ve çözüm arama çabaları giderek artarken YÖK ve üniversiteler ilgililerinin Genelkurmay ve Kara Kuvvetleri yetkilileriyle konuşmalarındaki doğallık yadırganmış, yansız kalması gereken TBMM Başkanı yanlı konuşmasıyla görüşmede bulunanları milletvekilleriyle konuşmaları için TBMM’ye çağırmıştır. Bir zamanlar, Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yasası’nı unutup Mahkeme Başkanı’nı bütçe görüşmelerinde Komisyon’a çağırmaya kalkıştıkları gibi. Saygıdan uzak davranışların kuruluşlara ne ölçüde zarar verdiklerini unutarak.
Başbakan’ın rektörleri suçlaması ölçünün iyice kaçırıldığının kanıtıdır. İyi huyluluk, incelik naziklik, zariflik, usluluk anlamına gelen Arapça “edeb” sözcüğünden türetilen ve bu niteliklerden yoksunluğu anlatan”edepsizlik” dilimizle utanmazlık, terbiyesizlik, sıkılmazlık, huysuzluk., kavgacı, istenmeyen, beğenilmeyen aykırı ve sakıncalı davranışlarda bulunmak anlamında kullanılmaktadır. Başbakan’ın Türk Devrimi ve Atatürk ilkeleriyle bilimin ve üniversitenin onuruyla özerklik için gerekirse “Kubilay olma” sözü bilinçli ve nitelikli yurttaşlığın yeni bir sözverimi, yeni bir andıdır. Bunun kızacak hiçbir yönü yoktur. 31 Mart’ın Volkan gazetesi gibi gazete ve dergilerin demokrasiyi kötüye kullanarak değerlerimizi hedef gösterdiği bir ortamda kimlerin Derviş Vahdeti rolüne yaraşır olduğu bellidir. Halkımız kimin nereden geldiğini, ne olduğunu, neyi amaçladığını, neler yaptığını bilmektedir. Zamanı gelince elbet gereğini düşünecektir. Medyanın büyük kesimi, tekelci anamal, yeni Sevr peşinde AB ve ABD’lerle rejim karşıtı iktidarcılarının işbirliği çirkindir, inat çirkindir, zıtlaşma çirkindir. Rektörleri terbiyesizlikle suçlamak büyük bir ölçüsüzlüktür, eski dille hadsizliktir. Bu nitelikte, bu kişilikte insanların cart-curt, zart-zurt sayılacak sözleri ulusumuzu üzmektedir. Çirkin çıkışlarla, çıkışmalarla gündem değiştirip siyasal oyunlarını üstü kapalı biçimde sürdürmeyi düşünenler hep aldanmıştır. Geçmiş olayları, istenmeyen durumları anımsatan olumsuzluklar ilkellikten kaynaklanmaktadır. AB’yi hıristiyanlıkla olanaklı bulan yabancıların istedikleri ödünlerin sonu gelmemektedir. Kemalizmden vazgeçmeyi önerecek kadar katılaşanlar AB’ye girmek için her istediğini vermeye hazır siyasal iktidarı sevindirmekte, ona bu yolda girişim için zamanın geldiğini bildirmektedir. Cumhuriyet’in 80. Yıldönümünü kutlamaya hazırlanılan bir dönemde daha nelerle karşılaşacağımız endişesi yaygınlaşmaktadır. 1991’lerde Cumhuriyet’in yurttaşı olamadığımızı söyleyenlere şimdi “Acaba Cumhuriyet’i 90 yada 100 yıl yaşatabilecek miyiz?” diyenler eklenmiştir. Bu tür sorular bizi düşündürmekten, üzmekten öte de utandırmalıdır. Neleri yıktığı her gün daha iyi anlaşılan Özal’a özenenlerin iktidar koltuklarına kurulmasıyla azgınlaşan irticanın takiyyenin daniskasıyla nasıl tırmandığını görmemek için kör olmak gerekir. Türk Devrimi, Cumhuriyet, Atatürk, laiklik, bağımsızlık ve özgürlük için and içenlerin nutuk atanlar, özel defterleri donatanların durgunluğu, suskunluğu, tepkisizlik ve ilgisizliği irdelenmeye değer. Bireysel ve toplumsal bellekler tozlanmış olsa gerek. Ulusallık, bağımsızlık, Atatürkçülük karşıtları hayasızca saldırılarını sürdürmektedir. Satılmışlığın en çirkin örneklerini her gün sıralayan değişik bağımlılar yurtseverleri, gerçek Atatürkçüleri uyarmalıdır, birliktelik, dayanışma, demokratik yollar ve yöntemlerle uygar tepkiler, ulusalcılık özeni gerici ve işbirlikçileri durdurmalı, çabalarının boşuna olduğunu inandırmalıdır. Maocu, faşist, ırkçı-turancı, şeriatçı, bölücü yıkıcı teröristlerin kimileri de Atatürkçü söylemlere sarılmışlardır. Atatürkçülüğün hiçbir zaman vazgeçilmezliğini ortaya koymakla birlikte böyle görünerek zarar vermeyi önlemek için değişik izlencelerle ortaya çıkanları iyi gözetmek, geçmişleriyle iyi tanımak, gerçekçi ve içtenlikli olup olmadıklarını iyi saptamak zorunludur. Gerçek Atatürkçülerin yalanla-dolanla, kavgayla gürültüyle ilişkisi yoktur. Karışık ve karanlık kişilerle ilgilenmeleri olanaksızdır. Ağır koşullu dış kredileri etekleri zil çalarak kabullenip teşekkürle almayı uygun bulan anlayışın çizgisi aymazlık ve bağımlılıktır.

Anlaşmaya imza koyan Bakan’ın “riskli” dediği koşullu kredi PKK/Kadek’e karşı Türkiye’nin elini kolunu bağlamaktadır. ABD’nin amacı, Kadek’in engellenmemesidir. ABD’ye sırtını dayayanlar o kadar arttı ki kimi partilerin genel kurullarında Apo lehine sloganlar atılmakta, ulusal bağımsızlık marşı söylenmemektedir. Bunları demokratiklik adına izleyen eski solcu yeni layt liberaller Başbakan’ın efelenmesini beğeniyle karşılamakta, üniversitelerin iktidar organı kurulların eline geçmesine ses çıkarmamaktadırlar. Gerekli, yararlı konularda ciddi hiçbir iş yapılmamaktadır. İnsan, küçüklükler, çirkinlikler ortamında konuşmak zorunda kaldığı olaylardan üzüntü duymaktadır. Bunları yazıp konuşmalı idik düşüncesi ağırlaşmaktadır.

Siyasal iktidar siyasal kapkaççılık yapmaktadır. Siyasal islam peşinde nereye gideceğini, nerede biteceğini bilmeden sarsak koşturmaları hızlandırmakta, mehter yürüyüşüyle sonuç almaya uğraşmaktadır. Yıllar önce başlayan yargıya ve yönetime yerleşme çabaları ürünlerini vermektedir. Şimdi eğitime ağırlığını koymaktadır. Kimi üniversitelerde zaten egemenlik kurmuşlardı. Gericiliğin üniversiteler yoluyla daha çok genişleyeceğini hesaplayanlar bilimi kelepçe altına sokarak tümüyle siyasallaştırmaktan öte dinselleştirmek savaşını vermektedir. Bu girişimlerin ayırdında olmayanlar, gömüleceği karanlığın boyutlarını ölçemeyenler yarın çok geç kalacaklardır. Laikliğin başta düşünce ve inanç, tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi olduğunu unutanlarla bilmezlikten gelenler, kimi söz ve yazılarla tehlikeyi geçiştirdiğini sananlar aldandıklarını gördüklerinde iş işten geçmiş olacaktır.
Tehdit ve tehlike her geçe gün büyümektedir. İktidar inadı Türkiye’nin geleceğini ipotek altına sokmuştur. Demokrasinin ne olduğunu yeterince bilmeyenler biçimsel gelişmelerle temelde yıkılmayı anlamamakta, birbirine karıştırmaktadırlar.
Türkiye’mizi kötülüklere düşürmek isteyenlerin oyunları bitmemiştir. Şimdi de bilgisizlik ve bağnazlık yansıtan sahte demokratlıkla “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” yerine “Türkiyeli”lik önerisiyle alana çıkmışlardır. Ulusal kimliğinin yadsıya yurttaş olamaz. Devletin bir tür vatandaşı-yurttaşı olur. Değişik adlarla değişik vatandaş-yurttaş olmaz. Tıpkı, çoğunluğun vazgeçilmez bir öğesi olan yurttaşlarımızı azınlık yaparak ulusu bölme çabası gibi çoğunluğun adıyla anılacak yurttaşlığı ülkenin adıyla açıklamak özellikle ulus yapısını yıkacak sakıncalı bir kalkışmadır. Tebeadan kişilikli bireylikle yurttaşlığı ümmetten ulusluğa yükselmiş bir kurumlaşmayı ortadan kaldıracak öneri, alt kimlikler yoluyla ayrılıkları, karşıtlıkları körükleyerek toplumsal barışı ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Büyük Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişlerinin özgün anlamları tam bağımsızlık, özgürlük ve ulusal egemenlik amaçlı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazandırdıklarını hepimize anımsatmalıdır. Devletimizin adını “Türk Cumhuriyeti” değil, “Türkiye Cumhuriyeti” koyması da ileri görüşlülüğünün, çağdaşlığının ve birleştiriciliğinin uygunluğunu kanıtlamaktadır. Yapımızı, koşullarımızı durumumuzu bilmeden başkanlık sistemi önerisi gibi “Türkiyelilik” önerisi de asla uygun değildir. Bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin 32. Kuruluş yıldönümü töreninde Mahkeme Başkanı olarak 25 Nisan 1994’te yaptığım ve kimi tümceleri Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan konuşmamın konuyla ilgili bölümünü buraya olduğu gibi alıyorum:
“Temelde anayasal bir kavram ve kurum olan, başka türlü düşünülmesi olanaksız vatandaşlığı aykırı örnekler vererek, devleti, ülkeyi ve ulusu dışlayarak özgün adını anmayarak ‘anayasal vatandaşlık’ biçiminde önermek, yanlışlıktan ötede yanılgıdır. Bireylerin oluşturdukları ulus, devletin kurucu öğesidir.     Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin adını bölmeye ve paylaşmaya ve böylece etnik özellikleri siyasal ayrımlarla somutlaştırmaya yönelik çabalara olur verilemez. Her devletin bir adı olur, yurttaşlar da etnik kökenleri ne olursa olsun, yurttaşı oldukları devletin adıyla tanınır, onun vatandaşlığını taşırlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk, içindeki tüm değişik topluluklarla Türk Ulusu’dur. Ülkemizde uluslararası anlaşmalarla belirtilenler dışında, özellikle müslüman azınlık, herhangi biçimde azınlık sayılacak ya da çoğunluktan çıkarıp azınlığa indirilecek bir topluluk yoktur. Hiçbir uluslararası kural da böyle bir sava, kendi yazgısını belirleme hakkı vererek ayırmaya elverişli değildir. Ülkemizde etnik topluluk sorunu değil, değişik ülke sorunları içinde değişik etnik topluluklar vardır. Yapay sorunlarla ulusal birliği oluşturmak isteyenlere yeni savlar olanağı verecek, Türk Ulusu yapısına ve bilincine aykırı ödünsel tanımlara gerek yoktur. Anayasa’nın 66. Maddesinin birinci fıkrası, ayrılık ve ayrıcalık için değil, birlikteliği vurgulamak, kimi yersiz çekinmeleri gidererek kimliği açıklama özgürlüğünün engellenmediğini göstermek için düzenlenmiştir. Bu, bir ırk belirlemesi, vurgulanması ya da üstünlüğü değil, vatandaşlık adının belirtilmesidir. Öngörülen, “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı”dır. Ayrılık ve ayrıcalığı önleyen birleştirici ve tümleyici tanım, vatandaşlığın adını öngörmektedir. Türk Ulusu’nun bireyi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşı olmaktan başka anlama gelmeyen her zaman açıklanan etnik köken bağını kaldırmayan anlatım biçimi yurttaşlar arasındaki eşitliği de vurgulamaktadır. Irka dayalı bir tanım söz konusu değildir. Yurttaşlık niteliği ve ulusal birlik vatandaşlıkla anlatılmıştır. Türk Ulusu da ırkçılık anlayışı üzerine değil, insanlık temeli üzerine kurulmuştur. Bu konu özellikle ele alındığında aynı doğrultuda başka yazılış biçimleri, görüş ve öneriler de açıklanabilir. Dayatmalarla Cumhuriyet’in temeli olan ulusal nitelik değiştirilemez, ulusal yapı bozulamaz. Tekil devlete aykırı işlemler ve ayrı ulus savı dinlenemez.”
Asıl çirkinlik bu tür saçmalıklar karşısında susmaktır. Yurttaşlık ve yöneticilik terbiyesi bunları karşılamayı, göğüslemeyi, önlemeyi, ulusal dayanışmayı pekiştirmeyi gerektirir. Cevdet Paşa’nın “Tarih bilmeyen diplomat, pusuladan anlamayan kaptana benzer. İkisi de karaya oturmak tehlikesini taşır” sözüyle konuyu bu sayı için bitirirken sayın Rektörlerimizi YÖK’ün yakınma nedeni sorunlarını da giderecek, üniversite özerkliğini gerçekleştirecek ve üniversitelere Türkiye aydınlanmasının itici gücü yapacak düzenlemelerde buluşmaya çağırarak desteklediğimizi bildiriyor ve herkese yararlı olacağını sandığımız Schopenhauer’in bir sözünü aktarıyorum: “Terbiyeli adam, terbiyesizle geçinmesini bilendir”.     Unutmayalım ki terbiye, erdemin temelidir. Bağışlamanın büyük ve tam bir intikam olduğunu söyleyen Bernard Shaw’a katılarak sahiplerini çirkinlikleriyle başbaşa bırakıp yükümlülükleri yerine getirilmesine çalışmanın duyuracağı onur ve mutluluğun yaşanmasını salık veriyorum.

CDP ve BCP birliktelik yolunda
Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi ve Bağımsız Cumhuriyet Partisi arasında genel başkanlar düzeyinde birliktelik görüşmeleri sürüyor. Edindiğimiz bilgilere göre CDP ve BCP, çizgisi yakın diğer parti ve siyasi grupların da katılmasının planlandığı bir toplantı düzenleyecek. Ekim ayının ilk yarısında gerçekleşmesi beklenen toplantıda birliktelik çalışmalarında gelinen durum değerlendirilecek ve birlikteliğe katılmamış diğer Atatürkçü çevre ve partiler de davet edilecek.



..