Ramazan Karaçoban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ramazan Karaçoban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2016 Pazartesi

1 Mart Tezkeresinden Bugüne Türkiye’nin Kuzey Irak Politikaları



1 Mart Tezkeresinden Bugüne Türkiye’nin Kuzey Irak Politikaları


Ramazan Karaçoban*
* Yüksek Lisans Öğrencisi, 
Sakarya Üniversitesi, 
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 
Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı.
İletişim: 
ramazankaracoban@gmail.com

Özet: 
1 Mart 2003 tarihinde TBMM, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Türkiye üzerinden açılacak Kuzey cephesine asker geçişini sağlayacak tezkereyi reddetmiş ve Saddam yönetimindeki Irak’a yapılacak operasyonun 
dışında kalmıştır. Bu karar hem Soğuk Savaş boyunca birincil müttefik olarak kabul edilen ABD ile ilk resmî ayrışma olması hem de Türkiye’nin Kuzey Irak ile ilgili güvenlik perspektifli bakış açısında önemli bir yere sahiptir. Türkiye 
dönem itibarı ile Kuzey Irak’ı PKK’nın kendi alanını genişletmek için rahat kullandığı bir alan olarak görmekteydi. Türkiye, Saddam Hüseyin döneminde karşılıklı anlaşmalar ile bölgeye sınır ötesi operasyonlar yapabiliyor ve 
nispeten örgütün çalışmalarına müdahale edebiliyordu. Fakat Irak’a yapılacak olası bir müdahale bölgenin Irak’tan kopmasına sebep olabilecek, bu da Türkiye’nin terörle mücadele politikasını zaafa uğratabilecekti. 
2003 yılı sonrasında da Türkiye’nin tezkere konusunda aldığı karar defaatle tartışma konusu olmuş, olumlu veya olumsuz eleştiriler almıştı. Türkiye, Irak’ta müdahale sonrası da ülkenin toprak bütünlüğünün korunması çabasını 
sürdürerek politikalar üretti. Fakat bu politikalar Kuzey Irak Özerk Bölgesi’nin yetkilerini genişletmesinin önüne de geçmiyordu. Irak yeniden yapılanırken Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile korkulanın aksine en sıkı ilişki kuran 
ülkelerden biri Türkiye oldu. Son yıllara gelindikçe işbirliğinin seviyesi arttı ve Kürt petrolünün taşınması, Kuzey Irak’ın yapılandırılması gibi konular ortaklığı güçlendirdi. Türkiye’nin son yıllardaki açılım politikaları da Kuzey 
Irak’tan destek gördü ve karşılıklı güvenin artmasını sağladı. Günümüzde Irak’ta yaşanan iktidar değişikliği, Suriye’de yaşanan iç savaş ve IŞİD gibi aşırı örgütlerin faaliyetleri düşünülürse bu ortaklığın sürebileceğini 
söyleyebiliriz. Bu çalışmada 2003 yılından günümüze güvenlik öncelikli bakıştan işbirliğine dönüşümü sunmaya çalışılacak, soru işaretleri ve tarafların beklentileri de değerlendirilecektir.

Anahtar kelimeler: Kuzey Irak, Tezkere, PKK, Terör, Bölgesel İşbirliği.

Giriş

Ortadoğu bölgesi tarih boyunca çeşitli güç mücadelelerine sahne olmuştur. Bu mücadelelerde Irak, daha da özelde Kuzey Irak’ın bulunduğu bölge özel bir yere sahip olmuştur. Dicle ve Fırat nehirlerinin beslediği bölge verimli topraklarıyla her dönem cazibe merkezi konumundaydı. Sosyal ve kültürel zenginliğe sahip bölgede Musul ve Kerkük ana arter şehirler halindeydi. Osmanlı yönetimi altında nispeten sakin bir dönem geçiren bölge doğal kaynaklarının keşfedilmesi, özellikle de petrol rezervlerinin etkisiyle stratejik kontrol mücadele 
sahası haline gelmeye başlamıştır. 

Uzunca süre Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Kuzey Irak, Türkiye ile İngiltere arasında 1926 yılında yapılan antlaşma ile İngiltere mandası altındaki Irak içerisinde kalmıştır. Türkiye bu tarihten sonra bölge ile ilişkilerini uzun süre dondurmuştur (Öğür, Baykal ve Balcı, 2014, s. 9). Irak Devleti kurulduktan sonra bölgede çoğunluk konumunda olan Kürtler ile merkezî devlet arasında belli aralıklarla yoğunlaşıp sakinleşen çatışmaya açık bir ortam süregelmiştir. 

Irak’a bağlı olduğu dönemlerde bölgede mikro ayrışmalar ve çatışmalar da eksik olmamıştır. Mikro çatışmaların temelini oluşturan aşiret kültürünün oluşturduğu siyasî birlikler arasında İbn Haldun’un asabiyet teorisini doğrulayan rekabet ortamı tarafların gücünü de törpüleyen bir sarmal oluşturmuştur (Davutoğlu, 2009, s. 439).

Türkiye’nin bölge ile yeniden ilgilenmesi 1980’li yıllarda PKK’nın, Kuzey Irak’ta konuşlanması ve buradan Türkiye’ye yönelik eylemler planlamasıyla başladı. 1990’lı yıllarda da bu bakış açısını devam ettiren Türkiye, 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren Kürtlerin bölgede resmî olarak otonom yapıya kavuşması ve enerji kaynaklarının ön plana çıkmasıyla politikalarında değişiklikler yapmaya başladı (Balcı, 2014, s. 7). 2000’li yılların başlarında Türkiye’nin güvenlik perspektifli yaklaşımı içerisinde bölgede etkin olan Kürt hareketlerine bakış temkinli olmuş, ilişkiler karşılıklı olarak kuşkuları barındırmıştır. Fakat son yıllara gelindiğinde enerji başta olmak üzere birçok alanda işbirliği yapılmaya başlanmış, Kuzey Irak’ın yapılandırılmasında da ana aktör olarak Türkiye ve Türk firmalar kendini göstermiştir. Türkiye’nin iç politikasında hayata geçirdiği açılım paketleri Bölgesel Kürt Yönetimi’nden destek görmüş, hatta Mesut Barzani Diyarbakır’da hükümetin gerçekleştirdiği bir programa gelerek Türkiye Kürtlerini sürece destek vermeye çağırmıştır. Ekonomik, sosyal ve siyasî işbirlikleri karşılıklı güveni artırıcı etkide bulunmuştur.

Bu çalışmamızda 2003 yılında ABD ve İngiltere öncülüğünde gerçekleştirilen Irak operasyonu sonrasında Irak’ta oluşan yeni dengeler ışığında Türkiye’nin bölge ile ilgili politikaları ve bu politikalarda son dönemde yaşanan değişimi ele alacağız. İlk bölümlerde Türkiye’nin geleneksel güvenlik perspektifli yaklaşımları, sınır ötesi operasyon algısı üzerinde duracağımız çalışmanın sonraki bölümlerinde 2007–2009 yılları arasında Türkiye ile Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin yumuşayan ilişkileri ve 2009 sonrasında enerji temelli ekonomik ve stratejik 
işbirliğine dönüşün temel motivasyonlarını değerlendireceğiz.

Türkiye’nin Güvenlik Perspektifli Geleneksel Yaklaşımı

1926 sonrasında Türkiye ve Irak, ülkelerinde meydana gelen Kürt hareketleri konusunda işbirliği içinde oldular. 1983 yılında iki ülke arasında imzalanan Sınır Güvenliği ve İşbirliği Antlaşması (Hale, 2007, s. 32-37 )sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), ilk sınır ötesi operasyonunu 1983’te gerçekleştirdi. 1983 yılından bugüne kadar defalarca Irak sınırını geçerek PKK hedeflerini vurdu (“TSK’nın sınır ötesi operasyonları”, 2011).


1991 Körfez Savaşı’nın ardından Saddam yönetimi, ayaklanan Kuzey Irak Kürtlerine karşı kapsamlı ve zehirli gazların da kullanıldığı operasyonlar başlattı (Akutay ve Ateş, 2013, s. 134). Bu operasyonlar üzerine ABD Başkanı Bush’un 10 Nisan 1991 tarihinde bir deklarasyonla bildirdiği, 5 Nisan 1991 tarih ve 688 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı uyarınca Irak’ın, 36. paralelin kuzeyindeki topraklara askerî uçuşlar yapması yasaklandı (Armaoğlu, 2007, s. 890; Balcı, 2014, s. 10). BM kararı, Kuzey Irak bölgesini hukukî mahiyette (de jure) Irak’ın bir parçası olarak tutuyor ama onları koruma altına alıyordu. Karar sonrasında Kuzey Irak’ta Kürt hareketleri kendi parlamentolarını oluşturdu ve1992 yılında seçimlere giderek bir hükümet kurması burada de facto bir Kürt devletinin oluşmasına imkân sağladı (Balcı, 2014, s. 10).

Türkiye’nin 1983’ten günümüze kadar belli aralık ve büyüklüklerle gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonların meşruluğu ve hangi temellere dayandığını özellikle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Çünkü güvenlik öncelikli yaklaşımın ana hatlarını bu operasyonlar oluşturmaktaydı. Öyle ki Türkiye yakın dönemde strateji değiştirmiş olsa dahi ülke kamuoyunda 
hâlâ bu perspektife sahip ciddi gruplar da bulunmaktadır. Bu sebeple operasyonların uluslararası meşruiyeti önemli bir noktadır.

Türkiye’nin sınır ötesi operasyon hakkını değerlendirmek için iki dönemli inceleme yapmamız gerekir. Bunlar, Irak’ın kendi ülkesinin kuzeyinde tam olarak hâkim olduğu dönem ve BM Güvenlik Konseyi’nin 688 sayılı kararına istinaden Irak’ın kuzeyinde oluşturulan ‘güvenli bölge’ ile Irak’ın kendi ülkesinin kuzeyinde hâkimiyet kuramadığı dolayısı ile ülkesinin kuzeyine yerleşen PKK’nın Türkiye’ye yönelik eylemlerini önleyemediği dönemdir (Reçber, 2007, s. 26-27).

BM Sözleşmesi’nin meşru müdafaa hakkını tanımladığı 51. madde kapsamında, bu hakkın gerektiğinde Güvenlik Konseyi gözetiminde kullanılabileceği görülür. 51. maddeye yönelik öncelikli şartlar ise silahlı bir saldırının mevcudiyeti, aciliyet, orantılılık ve BM’ye bildirimdir (Akutay ve Ateş, 2013, s. 135-136; Aral, 1999, s. 26-30).

BM kuvvet kullanma ve meşru müdafaa hakkına dair genel hatlar, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları özeline aktarılacak olunursa:

Irak ve Türkiye arasındaki tüm diyaloga rağmen PKK’nın eylemlerine devam etmesi gereklilik şartının mevcut olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yönelen terör saldırılarının münferit eylemlerden öte süreklilik arz ediyor olması da gereklilik şartını göstermektedir. Türkiye’nin askerî operasyonlarının saldırı sonrası dönemlere tekabül ediyor oluşu aciliyet şartının gerçekleştiğini göstermektedir. Türkiye’nin operasyonlarının nokta hedeflere odaklanılmış, sınırlı ve geçici özellik taşıması orantılılık şartını ortaya koymaktadır. Burada tek eksik kalan BM’ye bildirim şartı olmaktadır (Akutay ve Ateş, 2013, s. 137-138).

Türkiye ile Irak arasında, sınır ötesi operasyona yönelik 3 temel güvenlik anlaşması yapılmıştır. Bunlar:

5 Haziran 1926 tarihli Sınır Anlaşması: Cinayet ve suç işleyip kaçanların karşılıklı olarak 75 km sınır içerisine kadar takibine izin vermiştir.

Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması (29 Mart 1946): Bu anlaşmada sınır ötesi takip izni bulunmamış onun yerine ek bir protokol ile ülkeler kendi topraklarında suçun takibini kendileri yapıp karşı tarafa bildirecekleri yükümlülüğünü kabul etmişlerdir.

Güvenlik Protokolü (15 Ekim 1984): İki ülke karşılıklı olarak suçun takibi için ön izin almaksızın diğer ülke topraklarına 5 km içeri kadar girebilmesini kabul etmiştir. Dört yıl için yapılan anlaşma Saddam’ın kendi vatandaşı olan Kürtlere karşı kimyasal silah kullanması üzerine Türkiye tarafından uzatılmak istenmemiş, sonraki yıllarda da taraflar anlaşamamıştır (Uluslararası 
Stratejik Araştırmalar Kurumu [USAK], 2007, s. 24-25).

2003 Irak Operasyonu Sonrasında Yeni Irak ve Yeni Dengeler

2000’li yılların başlarından itibaren ABD yönetimi Irak’a bir operasyon yapılmasını daha fazla dillendirmeye başlamıştı. Fakat 11 Eylül saldırılarının gerçekleşmiş ve ardından Afganistan’a müdahalenin gündeme gelmiş olması Irak’ı bir süreliğine ikinci plana attırmıştı. 2002 yılından itibaren ABD, Irak’a bir operasyon yapılması gerektiğini tekrar yüksek sesle dillendirmeye başladı. ABD gerekçe olarak Irak’ın nükleer silahlara sahip olduğu teröristleri desteklemesini gösteriyordu. ABD’ye göre Irak bir operasyon ile engellenmezse elindeki 
nükleer silahlarını terörist faaliyetler için kullanabilir, dünya barışını tehlikeye atabilirdi.

ABD’nin Irak konusunda savunduğu tezlerini incelemek için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı (IAEA) Muhammed el-Baradai ile BM silah denetçilerinin (UNMOVIC) şefi Hans Blix iki aylık incelemeler yaparak Ocak 2003’te raporlarını BM’ye sundular. Blix, Bağdat yönetiminin işbirliğini kabul etmesine rağmen uygulamada sorunlar olduğunu, Baradai ise Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair kesin bilgilere ulaşmadıklarını fakat yakın dönem faaliyetleri tespit etmediklerini raporlamıştı (“Excerpts from inspectors’ reports to U.N.”, 2003).Bu raporlar ABD’nin istediği BM desteği için yeterli değildi. Fakat ABD, BM olmadan da bu operasyonu gerçekleştirme konusunda kararlıydı. Kendisini bu konuda destekleyen 

İngiltere ile birlikte harekete geçmek niyetindeydi.

ABD ve İngiltere tarafından “Irak’a Özgürlük Operasyonu” adı verilen harekât Mart 2003’te başlatılmıştır. Bu operasyona karşı çıkan AB Güvenlik Konseyi Üyeleri Fransa, Rusya ve Çin ile AB’nin önde gelen ülkelerinden Almanya çekincelerini dile getirmiş ve çeşitli tepkiler göstermişlerdir (Arı, 2004, s. 12).

1 Mart 2003’te ABD’nin Irak müdahalesi sırasında Kuzey cephesi açması için Türkiye topraklarını kullanmasına izin veren tezkere TBMM tarafından reddedilmiştir. Bu karar operasyon sırasında Türkiye’nin Irak konusunda alınacak kararlara etki etmesini zorlaştırmıştı. Irak Kürtleri ise bu savaşta ABD’ye en önemli desteği veren grup olarak ülkedeki en önemli müttefik haline geldi (Balcı, 2014, s. 10).Türkiye için bu karar Soğuk Savaş boyunca ve sonrasında stratejik müttefiki olan ABD ile ayrı düştüğü ilk resmî karar olması sebebiyle de ayrı bir önem taşımaktaydı. Geleneksel politikaların dışına çıkılabileceği, farklı politikalar üretilebileceği fikrinin ilk işaretleri ortaya çıkmıştı.

ABD askerleriyle işbirliği halindeki Kürt peşmergeler Kerkük ve Musul’a kadar ilerlemiş, hem ABD için kolaylık sağlamış hem de Kürt bölgesinin savaşı en az hasarla kapatan bölgesi olması sağlanmıştır. ABD ile iyi ilişkiler ve lobi çalışmaları Temmuz 2003’te kurulan Geçici Yönetim Konseyi ile Kürtlerin kilit noktalara gelmesini kolaylaştırmış, Irak yeniden şekillendirilirken 
karar mekanizmalarını etkilemelerinin, istedikleri sonuçları almalarının önünü açmıştır (Galbraith, 2007, s. 149-151; Öğür vd., 2014, s. 39).

Geçici Yönetim Konseyi’nde önemli noktalarda bulunan Kürtler, Irak Geçiş Hükümeti’nde de aynı şekilde güçlü bir pozisyonda olmuşlardır. Geçiş Hükümeti’nde başbakanlığı Kürt siyasetçi Behram Salim yürütmüştür. 2004 yılında bu hükümet Geçiş Yönetim Yasası’nı kabul etmiş, bu yasa ile Kürtlerin 1992’de de facto olarak elde ettikleri yönetim “Kürdistan Bölgesel Yönetimi”ne dönüşmüş, Kürtçe ikinci resmî dil olmuş, peşmergeler resmî Irak askeri olmuş, Kürtler petrol ve diğer gelirlerin %17’sini bölgesel yönetim olarak alma hakkına 
sahip olmuştur. Kerkük ve tartışmalı bölgeler konusunda karar verilmemiş, bu karar ileriki tarihlere bırakılmıştır (Öğür vd., 2014, s. 39). Türkiye şartların böyle oluştuğu Irak’ta ancak 2007 yılında aktif dönüş yaptığında, karşısında kurumsallaşmasını belli bir seviyeye taşımış bir Kürdistan Bölgesel Yönetimi bulmuştur (Balcı, 2014, s. 10).

2003’te Irak’a ABD’nin gerçekleştirdiği müdahale sonrasında Türkiye’nin tavrı Irak’ın toprak bütünlüğünü savunma yönünde olmuştur. Türkiye’nin buradaki gerekçesi Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletiydi. Çünkü böyle bir devletin Türkiye sınırında kurulması Türkiye‘deki Kürtlerin milliyetçilik hareketlerini de derinden etkileyecekti (Özçelik, 2011, s. 303; Özkan, 2003, s. 502). Türkiye, Irak içerisinde oluşabilecek diğer sorunların BM çatısı altında çözülmesini savunmaktaydı. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 2006 yılında yaptığı bir açıklamada Irak’ı küçük bir Ortadoğu olarak nitelemiştir. Irak’ın bölünmesinin daha büyük bir kaos oluşturarak bölgenin tamamını etkileyeceğini savunan Gül, Irak’a komşu ülkeler olarak Irak’ın Yugoslavya gibi parçalanmasını istemediklerini söylemiştir (Aras, 2004, s. 172; Özçelik, 2011, s. 301). Olası bir Kürt devleti sadece kavşak görevi görmeyecek aynı zamanda sosyal 
ve kültürel olarak da bir merkez konumuna gelebilecek olması Türkiye’yi endişelendirmiştir.

Ekim 2005’te kabul edilen Irak Anayasası, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yasal statü kazandırmıştır. Bunun üzerine bölgede yapılacak seçim öncesi Barzani’nin KDP’si ile Talabani’nin KYB’si işbirliği yapmış, birliğinin sonucu olarak Mesut Barzani Kürdistan Bölgesi Başkanı, daha sonra da Celal Talabani Irak Cumhurbaşkanı olmuştur (Öğür vd., 2014, s. 40-41).


2005 Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar



Kaynak: Öğür vd.(2014, s.42).

Tartışmalı bölgeler olarak adlandırılan Musul, Kerkük, Diyala ve Selahaddin’in, Bashika, Kara Hancer, Al Qus, Bai Hasan petrol sahaları da bulunmaktadır. Irak Anayasası tartışmalı bölgeler ile ilgili 3 aşamalı bir yol çizmiştir. Bu yol, zorla göç ettirilenlerin dönüşlerine izin verilmesi yoluyla normalleşme, dönüşlerin ardından nüfus sayımı yapılması ve son olarak 2007 yılı sonunda referandum yapılarak bölgelerin Merkezî Irak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi veya başka bir bölgeye katılması kararlaştırıyordu (Ayhan, Barzani ve Demir, 2013, s. 26-27).

Kerkük için yapılması gereken referandum yaklaştıkça Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi gerilimi de artmıştır. Türkiye demografik yapının bilinçli değiştirildiği tezi ile referandumun ertelenmesi gerektiğini savunmuştur (Öğür vd., 2014, s. 43; Tunç, 2007). Kürt partileri ise bu sorunu çoktan çözdüklerine inanarak Türkiye’ye en baştan karşı çıkmışlardır.Hatta Celal Talabani, Türkiye’nin Kerkük sorununa müdahil olması halinde kendilerinin de Türkiye içerisinde bir Diyarbakır sorunu olduğunu savunacaklarını söylemekten çekinmemiştir (Hasan 
ve Şükür, 2004, s. 28-29; Yula, 2010, s. 5).

Ocak 2005’te geçici parlamento seçimleri yapılması kararlaştırılmış, seçim öncesinde Baas rejiminin göçe zorladığı insanların eski yerlerine dönmelerine izin veren bir yasa onaylanmıştır. 
Bu yasa ile en ciddi geri dönüşler Kerkük’e gerçekleşmiştir. Türkiye bu geri dönüşlerin hepsinin Kerküklü olmadığını, Kerkük’ün demografik yapısını değiştirmek amacıyla Kürtlerin Kerküklü olmayanları da Kerkük’e kaydırdığını savunmuş ve tepki göstermiştir (Öğür vd., 2014, s. 43; “Türkiye’den Kürt”, 2005).

Yumuşama Dönemi

Türkiye’de Kuzey Irak konusundaki hassasiyet ve PKK’nın sınırlandırılması konusunda geniş bir uzlaşı bulunmasına rağmen yöntemler konusunda farklı görüşler vardır. Kemalist ve milliyetçi fikirler etrafında toplanmış STK’lar, TSK, bürokraside güçlü bir kesim, CHP ve MHP ile diğer bazı kurumlar Kürt milli hareketlerini toptan tehdit olarak görmekte Kuzey Irak’taki otonom bölge ile de ilişki kurulmamasını, sert tavırlar sergilenmesini, bölgenin izole edilerek yalnızlaştırılmasını, ekonomik olarak güçsüz kalmasını savunurken, Avrupa 
yanlısı liberal çevreler, Ak Parti hükümeti, Kürt elitler ile yakın çevreleri bölgenin Türkiye’ye güvenmekten başka çaresi olmadığını, bölgenin ABD çekildikten sonra Irak’ta oluşacak kargaşa için tampon görevi görebileceğini, aynı zamanda bölge ile iyi ilişkileri olan bir Türkiye’nin PKK ile daha rahat mücadele edeceğini ve PKK’yı yalnızlaştıracağını savunmaktadır (International Crisisis Group, 2008, s. i).

2007-2008 yılları Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkiler de Türkiye’nin iç politik faktörlerle destekli bir dönüşümü başlattığı bir dönem oldu. Askerin dış politika etkisinin tedrici olarak azalma gösterdiği bu yıllarda sınır ötesi operasyonların beklenen etkiyi göstermediği kanaatinde olan hükümetin hareket alanı da genişledi. Hükümetin inisiyatifinin artmasıyla Türkiye bölgeye yakınlaşmaya başladı. Nisan 2008’de bu etki MGK’ya da yansıdı ve Iraklı tüm grup ve aktörlerle görüşme kararı alındı. Bu karardan sonra Başbakanın Dış Politika Baş 
Danışmanı Ahmet Davutoğlu, Erbil’e giderek Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Naçirvan Barzani ile görüştü (Balcı, 2014, s. 10-11).

2007 öncesinde Türkiye’nin Kuzey Irak politikasının temel noktalarından biri Türkmenlerdi. Türkmenlerin yaşadığı yerlerde yeterli temsil hakkının olmasını savunan Türkiye, bölgenin demografik yapısı içerisinde Türkmenlerin çok önemli bir yere sahip olduğuna inanıyordu. Bu düşüncenin temelinde güçlü bir Türkmen kimliği olduğu düşüncesi yatmaktaydı. Fakat 2007 sonrası Türkiye bu yaklaşımın daki hatayı da fark etti. Türkmenlerin düşündükleri kadar büyük bir sayıda olmadığını ve bir ortak Türkmen kimliğinin bulunmadığını gördü. Türkmenlerin çoğunluğu kendisini etnik kimlik yerine dinî kimlikleri ile tanımlıyordu. 

Etkin rol almaya başlayan Türkiye etkisini de kısa sürede hissettirmeye başladı. Kürtler, Türkmenler ve Araplar arasındaki Kerkük sorununa ortak çözüm bulunmasına önayak oldu. Türkiye bu noktada Kerkük’ün çok etnikli ve çok dinli yapısının korunmasında ısrarcı oldu (International Crisisis Group, 2008, s. i). 2-3 Kasım 2007’de Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı İstanbul’da toplandı. Konferansa kabul edilen bildiride Türkiye’nin terörle mücadele ve Kerkük’le ilişkin görüşlerine destek veren ifadeler yer aldı:

1) Tüm milisler ve silahlı gruplar dağıtılmalı, 
2) Kerkük, Bağdat ve Basra gibi çok kültürlü şehirler, bir etnik grubun hâkimiyeti altına girmemeli, 
3) Sınır ötesi terör faaliyetlerine son vermek için mekanizma kurulmalı, 
4) Ülke topraklarının terör eylemleri için kullanılmasına izin verilmemeli, 
5) Sınır denetimi arttırılmalı ve 
6) BM, daha aktif rol üstlenmeli (Efegil, 2009, s. 449-450).

Türkiye de birleşik, federal, demokratik bir Irak’ın kurulmasına destek vereceğini açıkladı. Bu Kürdistan Bölgesel Yönetimi için sevindirici haberdi (Efegil, 2009, s. 449-450; “Irak’a BM desteği”, 2007; “İstanbul zirvesinde”, 2007).

2005 yılında çok sayıda PKK militanının Irak-Türkiye sınırını aşarak eylemlerde bulunması neticesinde sınır ötesi operasyonu tekrar gündeme taşınmış, dönemin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ bu yönde açıklamalar yapmıştır (İnat, 2006, s. 17; Öğür vd., 2014, s. 43). Bu tarihten sonra da sınır ötesi operasyonlar gündeme gelmiş, bazıları ise gerçekleşmiştir. 2007 yılına gelindiğinde Türkiye bir yandan Kuzey Irak’taki PKK (Kürdistan İşçi Partisi –Partiya Karkeren Kurdistan) kamplarını jetleriyle 
bombalayıp, bölgede bir Kürt devleti istemediğini savunurken, diğer yandan Kuzey Irak’la ilişkilerini de geliştirmeye devam ediyordu. Kuzey Irak’ta Türk yatırımlar artıyordu (International Crisisis Group, 2008, s. i).

Türkiye’nin 2007 sonu ve 2008 başındaki sınır ötesi operasyonları ve bu operasyonların çıktıları Kuzey Irak ile ilişkilerin yeni bir döneme geçiş kırılmalarıydı. Türkiye de bu operasyonların etkisi ile Kerkük pazarlığına girmeden Bölgesel Yönetim’in PKK’ya karşı gerekli tedbirleri almasını sağladı. PKK’ya karşı sınırlı askerî sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirdi. 
Türkiye’nin bu ilişkiyi Kürtler için cazibeli hale getirmesi durumunda, sorunun çözümünde Türk ordusunun yapabileceklerinden daha etkili olunacağı fikri öne çıktı (International Crisisis Group, 2008, s. 22-23). Erbil yönetiminin de bu dönemki stratejisi tedbirleri kendi alarak sınır ötesi operasyonlarına izin vermemekti. Bu doğrultuda 2007 yılında PKK ve PJAK terör örgütü olarak ilan edilmiştir (Öğür vd., 2014, s. 47; Özdağ, 2008, s. 325). Aynı yıl Türkiye ABD ile de PKK konusunda istihbarat desteği anlaşması imzalamıştır. Bölgesel Yönetimde bu tarihten sonra Türkiye’yi destekleyen ve PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığını eleştiren açıklamalara ağırlık vermiştir (Öğür vd., 2014, s. 47-48). 2007 yılından itibaren Türkiye, Kuzey Irak kurumsallaşırkenki sınırlı etkinliğinin aksine, ağırlığını artıran politikalar izlemeye başlamıştır (Yula, 2010, s. 1). Aslında Türkiye, Kuzey Irak’ın ekonomik istikrarı için 2003 yılından 
beri önemli rol oynamış olmasına rağmen siyasal ilişkilerde bölge ile ilgili kuşkulara sahip olmuştu (Ayhan, 2009, s. 29; Yula, 2010, s. 9).

Bu dönem ekonomik ilişkilerinde ivme kazandığı, ticaretin katlanmaya sürekli artış göstermeye başladığı bir dönem olmuştur. 2004 yılında Irak ile ticaret hacmi 1,8 milyar dolar iken 2008 yılında 3,9 milyar dolara çıkmıştır (Öğür vd., 2014, s. 44). 2010 yılı verilerine göre ise Türkiye’nin sadece Kuzey Irak’ın Erbil, Süleymaniye ve Dohuk kentleri ile ticaret hacmi 5,2 milyar dolardır. Kuzey Irak’ta inşaat başta olmak üzere birçok sektörü Türkler taşımaya başlamıştır (Semin, 2011, s. 196). Ekonomik ilişkilerin son dönemde bu kadar hızlı artış göstermesinin sebebi siyasî ilişkilerin yavaşlatıcı etkisinden kurtulmaya başlamış olmasıydı (Öğür vd., 2014, s. 44).

Türkiye’nin Kuzey Irak’la yakınlaşması güvenlik anlamında da elini çok güçlendirecekti. Hem PKK’nın bir blok olarak diğer ülke Kürtlerini arkasına alması engellenmiş olacak hem de sorunun etnik değil terör sorunu olduğu dünya kamuoyuna gösterilecekti (USAK, 2007, s. 13).

Irak Merkezî hükümeti ile Bölgesel Yönetim arasında da çeşitli anlaşmazlıklar mevcuttur. Bunların başında enerji kaynaklarının yönetimi gelmektedir. Federal Anayasa’da net hükümlerin bulunmaması, bölgesel yönetiminde kendi içinde yasal düzenleme yapmış olması durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Bölgesel Yönetim kendisinin kabul ettiği bölge için bugüne kadar 50 şirket, merkezî hükümet ise 17 şirketle sözleşme imzalamıştır. Fakat merkezî hükümet, bölgesel yönetiminin anlaşmalarının yasal olmadığını savunarak anlaşma 
imzaladığı şirketleri merkezî ihaleler için kara listeye alarak caydırmaya çalışmaktadır. 


İki taraf ihracatı yönetmenin de üretim anlaşması yapımında kendi hakkı olduğunu savunmaktadır. Merkezî hükümet yetkiyi anayasal olarak eline almak için ayrı ayrı yıllarda iki taslak hazırlamış fakat bunları yasalaştıramadığı için yetki karmaşası devam etmiştir (Ayhan vd., 2013, s. 15-20).

Türkiye ilk etapta Irak’ın toprak bütünlüğünü düşünerek Merkezî hükümetin federal yasası olmadığı gerekçesiyle Kürt bölgesine enerji sektöründe maddi destek sağlamamıştı (International Crisisis Group, 2008, s. i-ii). Fakat Türk şirketler 2007 yılından itibaren IBKY ile kontratlar imzalamaya başlamıştır. Türkiye karayollarından petrol ihracına ise 2012 izin vermiştir (Ayhan vd., 2013, s. 24-25).

2009 Sonrası İşbirliği Dönemi

Türkiye-IBK ilişkileri için 2009 yılı işbirliği sürecinin hızlandığı yıl olmuştur. Aynı yıl Türkiye iç politikada Kürt sorunu olarak bilinen sorunlarının çözümü için bir açılım sürecini başlattı. Hükümet resmî adıyla “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”nin hukukî çalışmaları için akademisyenler, STK’lar ve siyasî partiler ile görüşmeler yaparak hak ve özgürlüklerin anayasal güvenceyle genişletilmesini amaçlayan çalışmalar yapmaya başladı (Efegil, 2009, s. 455-456; “Peki ya, Türk sorunu?”, 2009).

Türk hükümeti 2002 yılından itibaren Kürtçenin yayın, özel kurs, kitap basımı, şarkı ve festival gibi yasaklarını kaldırarak sosyal kültürel hakların korunması yönünde adımlar atmaya başladı (Efegil, 2009, s. 447-448).

IBKY’de 2009 yılında yapılan seçimlerde siyasal alana dâhil olan parti sayısında artış olduğu görülmüştür.İlk defa bu seçimde yer alan Noşirvan Mustafa’nın Goran hareketi ileriki dönemde de varlığını hissettirecek gibi görünüyordu. Seçimler KDP ve KYP’nin eskisi kadar mutlak egemen olmadıklarını, dolayısıyla dış politikada da riskli kararları alırken bir daha düşünmek zorunda olduklarını göstermiştir (Özpek, 2009, s. 52).

2011 yılında ABD’nin bölgeden çekilmesi ile çok uluslu şirketlerin bölgeye ilgisi de artmıştı. İlk olarak Exxon Mobil, IBKY ile içinde tartışmalı bölge kaynaklarının da bulunduğu 6 bölge için kontrat imzalamış, onu Chevron Texaco, Total ve Gazprom Neft izlemiştir (Ayhan vd., 2013, s. 21).ABD’nin çekiliyor olması Türkiye ile bölgeyi de birbirine yaklaştırmış, IBKY ile Merkezî Irak yönetiminin ilişkilerinin gerginleşmeye başlaması da bölgeyi Türkiye’ye yaklaştırmıştır (Öğür vd., 2014, s. 51; Özcan, 2010, s. 175). Ayrıca Kürtler için Türkiye’nin Merkezî 
Irak ve İran’dan yararlı görünüyor olduğu gerçeği de vardı. Çünkü Türkiye, Kuzey Irak için Avrupa Birliği’ne ulaşım alt yapı yatırımı ve açık denizler ile dünyaya enerji kaynaklarını satma fırsatı demekti (International Crisisis Group, 2008, s. i).

Türk özel şirketleri IBKY bünyesinde petrol sektöründe ciddi yatırımlarda bulunmuşlar. 2003 yılından beri bölgede çalışmalar yapan Genel Energy ile birlikte Petoil, Petioguest ve Doğan Holding çeşitli petrol sahalarında pay sahibi olan konumdalar.Devlet şirketi olan TPAO Mis san ise federal hükümet bünyesindeki iki sahada 25 milyar dolarlık bir portföye, ortaklığa sahiptir. Ayrıca Çalık ve Karadeniz Elektrik gruplarının da bölgede elektrik santral ve satışı konusunda büyük çaplı projeleri vardır (Ayhan vd., 2013, s. 25).

Türkiye ve IKBY 2013 yılına gelinirken enerji konusunda stratejik ortaklığı güçlendirmeye başlamıştır. Hatta bu işbirliği Türkiye’nin merkezî yönetime rağmen bile ilerletmeyi göze aldığı bir ilişkiye dönüşmüştür. Bu da enerji konusunda karşılıklı bağımlılık ile açıklamak mümkündür. 

Enerji konusunda işbirliğini irdeleyecek olursak karşımıza yeni proje ve çalışmalar çıkmaktadır. 2012 yılında IBKY Başbakanı Naçirvan Barzani’nin Türkiye ziyaretinde gündeme gelip 2013’te inşasına başlanan direkt enerji nakli boru hatları(Çandar, 2012)konusunda imzalanan anlaşmaları Irak yönetiminin onayı alınmadan imzalanmış ve günde 1milyon varilin üzerinde petrol ve doğalgaz kaynağının transferi yapılacağı açıklanmıştır (Öğür vd., 2014, s. 51-52). Bu projede bahsedilen gaz ihracatının 2016’da başlamasının planlandığı IBKY Doğal Kaynaklar Başkanı Aşti Hawrami tarafından 2013’te Erbil’de gerçekleşen enerji konferansında duyuruldu (Balcı, 2014, s. 19; “Ucuz gaz müjdesi”, 2013). Bu yakınlaşma son dönemde Türkiye ile Irak arasında yaşanan gerilimi de artırıyordu.

Türkiye ile IBKY Arasında Planlanan Direkt Enerji Nakli Boru Hattı 



Kaynak: Öğür vd. (2014, s. 52).

Türkiye’nin IBKY ile yakınlaşmasındaki ana motivasyonları dış ticareti artması ve IBKY’nin konumunu güçlendireceği düşüncesi olmuştur. Enerji rezervlerinin kullanımı konusunda anlaşılan çokuluslu enerji şirketleri ve bu şirketlerde politik ve ekonomik kazanımları olan ülkelerin kaynakların kullanımını kolaylaştırmak amacıyla Irak hükümetine baskı yapacakları düşüncesi bu motivasyonların kaynağı olmuştur (Ayhan vd., 2013, s. 27). İki taraf arasındaki dış ticaret hacminin 2013 yılında 13 milyar dolara çıkması bu politikaların ekonomi 
ayağını açıklamak için kullanılabilir (Ayhan vd., 2013, s. 25).

2013 yılında IBKY ile ilişkilerde yeni aktörlerde ortaya çıkıyordu. Bu yılda gerçekleşen seçimlerde KYB’yi geride bırakarak bölgenin ikinci partisi haline gelen Goran Hareketi, Türkiye ile ilişkilerde merkezî hükümetin tamamen saf dışı bırakılmasını seçimlerden önceki konuşmalarında eleştiri konusu yapmıştır. İslâmî partilerden Yekgurti da aldığı % 9.49 oy oranıyla dikkat çekmiştir (Öğür vd., 2014, s. 50 – 51).

2013 IBKY Parlamento Seçim Sonuçları




Kaynak: Öğür vd.(2014, s. 52).

Irak Şam İslâm Devleti (IŞİD) 10 Haziran’da Irak’ın en büyük ikinci ve Sünnî kenti Musul’u tamamen ele geçirdi. Çoğunluğu Şiîlerden oluşan Irak ordusu direnmeden kenti terk etti. 
Kısa bir süre sonra Türkiye’nin Musul konsolosluğunda çalışan 49 personel IŞİD tarafından kaçırıldı (“Kronoloji: Türkiye-Irak”, 2014).

Haziran 2014 yılında patlak veren IŞİD (DAEŞ) olayları özellikle hızla büyüyen ekonomik ilişkilere zarar vermiştir. Çatışmaların ilk aylarında önceki yıla göre Türkiye’nin bölgeye ihracatı % 21 düşüş göstermiştir (Karaman, SETA, 2014).Bölgede devam eden çatışmalar siyasî ve ekonomik belirsizliği de günümüze kadar sürdürmüştür. Türkiye IBKY ile bu konuda önce Kobani’ye peşmerge geçişi konusunda işbirliği yapmış, yakın zamanlarda ise Türkiye’nin IŞİD ile mücadele eden gruplar için önerdiği eğit-donat teklifi IKBY tarafından desteklenmektedir.


Sonuç

Türk dış politikası 2000’li yıllara girilirken askerî bürokrasinin yönlendirmesine açık ve birçok konuda askerî yaklaşıma benzer fikirlere sahip sivil karar vericilerin yönetiminde bulunuyordu. Nitekim bu durum dış politikayı da salt bir güvenlik çemberi olarak görme alışkanlığını da beraberinde getiriyordu. Ülkede 2000’ler ile sivil iktidarın etkisini artırma çabaları Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle de hız kazanmıştır. Milli Güvenlik Kurulu’nda sivillerin sayısının artırılmasıyla başlayan sivilleşme ve normalleşme çalışmaları çeşitli yasal ve anayasal düzenlemelerle tedrici bir süreçte etkisini göstermiştir.

2003 Irak Müdahalesi ve 1 Mart tezkeresi tam da bu bakış açısı ile değerlendirilebilecek bir konu olarak düşünülebilir. Türkiye’nin askerî elitlerinin de Irak savaşının içinde olmak konusunda ciddi endişeleri bulunmaktaydı fakat müttefik ABD ile ayrı düşmek belki de almak isteyecekleri en son karar olurdu. 1 Mart tezkeresinin kabul edilmemesi elbette tek başına dış politika yapımında köklü değişikliklerin olduğunu ortaya koymaz. Ama değişiklikler olabileceğinin ilk görünür kararı olarak sembolik bir öneme sahiptir. Nitekim Irak’ta Saddam 
Hüseyin’in devrilmesinin ülkeye huzur getirmediği aksine derin bir kaos oluşturduğu görülünce Türkiye bir süre daha geleneksel dış politikasına uygun güvenlik perspektifli politikalarını devam ettirdi. Irak’ta taşlar yeniden kurulurken etki kapasitesi düşük olan Türkiye’nin bu politikalarının sonuçlarını değerlendirmek rasyonel sonuçlar vermeyebilir.

2007 yılına gelindiğinde Türkiye, Irak’ta risklerin yanında fırsatları da değerlendiren bir pozisyon almaya başlamıştır. Özellikle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IBKY), Türkiye’nin kamu ve özel sektörlerinin ilgisini çekmeye başladı. Enerji sektöründe işbirliğine gitmek ilişkilerin sürdürülebilirliğini de sağlayacak gibi görünmekteydi. Hızla büyüyen Türkiye’nin aynı oranda artan enerji ihtiyacı için ucuz ve yakın bir kaynak olan bölge aynı zamanda Türkiye için iyi bir ticarî pazar olabilirdi. İşbirliği IBKY içinde yeniden yapılanma ve kaynaklarını dış dünyaya ihraç edebilmek için belki de bölgenin en güvenli ülkesinin desteği demekti. Taraflar bu işbirliğini sürdürerek karşılıklı olarak sahip oldukları kuşkuları da ikinci plana itmişlerdir.

Günümüzde Irak ve Suriye’de devam eden çatışmalar ve IŞİD (DAEŞ) krizi bölge politikalarını da belirsizleştirmektedir. Türkiye riskleri de görerek temkinli davranmaktadır. Türkiye IBKY ilişkilerinin geleceği çatışmaların sonuçlanması, bölge aktörlerinin yeni konumları ile Irak’ın kendi içerisindeki hukukî gelişmelerinin de etkisiyle ekonomik ilişkilerin seyrine göre şekillenecektir.

Kaynakça

Akutay, S. S. ve Ateş, D. (2013). Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarının hukuki çerçevesi. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XVII(3), S. 109 – 146

Aral, B. (1999). Uluslararası hukukta meşru müdafaa hakkı. Ankara: Siyasal Kitabevi.

Aras, B. (2004). Irak Savaşı sonrası Ortadoğu. İstanbul: Tasam Yayınları.

Arı, T. (2004). Türkiye, Irak ve ABD: Soğuk savaş sonrası dönemde Basra Körfezi’nde yeni parametreler. www.tayyarari.com/
download/Turkiye_irak_abd.doc adresinden 12 Aralık 2014 tarihinde edinilmiştir.

Armaoğlu, F. (2007).20.yüzyıl siyasi tarihi,1914-1995(C. I-II). İstanbul: Alkım Yayınevi.

Ayhan, V. (2009).Türkiye-Irak ilişkileri: Bölge ülkelerinin Irak politikası bağlamında bir analiz. Ortadoğu Analiz,1(9),22-31.

Ayhan, V., Barzani, A. ve Demir, H. (2013, Kasım).Enerji siyaseti, Türkiye - Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, boru hatları, petrol satışı ve Bağdat’ın pozisyonu. Ankara: Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi-IMPR.

Balcı, A. (2014, Haziran). Enerji’sine kavuşan komşuluk, Türkiye – Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilişkileri. SETA Analiz, Sayı: 97, 

Çandar, C. (2012, 26Mayıs). İşin içine Kürdistan petrolü girerse. Radikal http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/isin_icine_kurdistan_petrolu_girerse-1089153 adresinden 06 Şubat 2015 tarihinde edinilmiştir.

Davutoğlu, A. (2009). Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu (34. basım). İstanbul: Küre Yayınları.

Efegil, E. (2009).Türkiye’nin yeni terörle mücadele anlayışı ve Türk karar vericilerinin Kürt sorununa yaklaşımları. K.İnat, M.Ataman ve B. Duran(drl.), Ortadoğu yıllığı 2008 içinde (s. 445-494). İstanbul: Küre Yayınları.

Erdil, Ucuz gaz müjdesi. (2013, 20 Haziran). Hürriyet. http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/23545334.asp adresinden 13 Şubat 
2015 tarihinde edinilmiştir.

Excerpts from inspectors’ reports to U.N. (2003, 27 Ocak). http://edition.cnn.com/2003/US/01/27/sprj.irq.excerpts/ adresinden 
12 Aralık 2014 tarihinde edinilmiştir.

Galbraith, P. (2007).Irak’ın sonu(çev. M. M. İnceayan). İstanbul: Doğan Kitap.

Hale, W. (2007).Turkey, the US and Iraq. London: Middle East Institute at SOAS.

Hasan, M. ve Şükür, S. (2004).Kerkük Kerkük. Ankara: Stratejik Analiz.

International Crisis Group. (2008).Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma mı işbirliği mi?(Kriz Grubu Orta Doğu Raporu, N°81) http://
www.crisisgroup.org/~/media/Files/Middle%20East%20North%20Africa/Iraq%20Syria%20Lebanon/Iraq/Turkish%20
translations/81%20Turkey%20and%20Iraqi%20Kurds%20Conflict%20or%20Cooperation%20turkish adresinden 12 Aralık 
2014 tarihinde edinilmiştir.

Irak’a BM desteği. (2007, 4 Kasım). Radikal. http://www.radikal.com.tr/politika/iraka_bm_destegi-830635 adresinden 18 
Ocak 2015 tarihinde edinilmiştir.

İstanbul zirvesinde tarihi adım: Irak’ta Birleşmiş Milletler devreye giriyor. (2007, 2 Kasım). Zaman. http://mobil.zaman.com.tr/gundem_istanbul-zirvesinde-tarihi-adim-irakta-birlesmis-milletler-devreye-giriyor_608596.html adresinden 18 Ocak 2015 tarihinde edinilmiştir.

Karaman H. (2014, 7 Temmuz). Türkiye-Irak ekonomik ilişkileri, IŞİD ve ötesi. SETA:http://setav.org/tr/turkiye-irak-ekonomik-iliskileri-isid-ve-otesi/perspektif/16076 adresinden 17 Aralık 2014 tarihinde edinilmiştir.

Kıvanç, Peki ya, Türk sorunu? (2009, 24 Ekim). Taraf. http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/umit-kivanc/peki-ya-turk-sorunu/8110/ 
adresinden 13 Şubat 2015 tarihinde edinilmiştir.

Kronoloji: Türkiye-Irak ilişkileri.(2014, 21 Kasım). Aljazeera Türk. http://www.aljazeera.com.tr/interaktif/kronoloji-turkiye-irak-
iliskileri adresinden 13 Şubat 2015 tarihinde edinilmiştir.

Öğür, B., Baykal, Z. ve Balcı, A. (2014).Kuzey Irak – Türkiye ilişkileri: PKK, güvenlik ve işbirliği (ORMER Rapor No: 2014/01). Sakarya: 
ORMER.

Özcan, M. (2010).Turkish Foreign Policy Towards Iraq in 2009. Perceptions: Journal of International Affairs, 14(3-4), 113-132.

Özçelik, S.(2011, Nisan).Türkiye-Irak ilişkileri üzerine bir inceleme: Türkiye’nin Irak politikası ve Kuzey Irak Bölgesine yaklaşımı. 
Uluslararası Sempozyum, Regional and Global Dynamics: Economic and Political Issues of Turkey and Its Near Abroad, 28-29 
April 2011içinde (s. 298-327).İzmir: İzmir Üniversitesi.

Özkan T. (2003). Bush ve Saddam’ın gölgesinde entrikalar savaşı. İstanbul: Alfa Yayınları.

Özpek, B. B. (2009, Eylül).Irak Bölgesel Kürt Yönetimi seçimleri ve Türkiye. Ortadoğu Analiz,1(9),51-56.

Reçber, K. (2007).Türkiye’nin Irak’ın Kuzeyi’nde sınır ötesi operasyon ve sıcak takip hakkı.(USAK) Uluslararası Hukuk ve Politika
,3(9),16-27.

Semin, A.(2011, Güz).Türkiye’nin Irak politikası ışığında Kuzey Irak Açılımı. Bilge Strateji,3(5), S. 179 – 205

TSK’nın sınır ötesi operasyonları. (2011, 19 Ekim). Aljazeera Türk. http://www.aljazeera.com.tr/haber/tsknin-sinir-otesi-operasyonlari 
adresinden 18 Ocak 2015 tarihinde edinilmiştir.

Tunç, F.(2007, 15Şubat). Kürt Hükümeti ile yakınlaşırız. Hürriyet. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/5955059.asp adresinden 
13 Şubat 2015 tarihinde edinilmiştir.

Türkiye’den Kürt yerleşimci tepkisi.(2005, 19 Ocak). http://arsiv.ntv.com.tr/news/305839.asp adresinden 18 Ocak 2015 tarihinde 
edinilmiştir.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu. (2007). Kuzey Irak Operasyonu Raporu. Ankara: USAK Yayınları

Yula, Ö. (2010).Hassas denge: 2001 Sonrası Türkiye-Kuzey Irak ilişkileri. ORSAM.http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.
aspx?ID=561 adresinden 12 Aralık 2014 tarihinde edinilmiştir.


***