RADİKAL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
RADİKAL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2018 Salı

BİRİ BİZİ HEP GÖZETLİYOR.. DU ZATEN.. Artık Hepimiz her an İzleniyoruz.,

Artık Hepimiz her an İzleniyoruz.,




'' BİRİ BİZİ HEP GÖZETLİYOR.. DU ZATEN..''
Artık Hepimiz her an İzleniyoruz.,


Yazar Telekom at 01. Mayıs 2006 10:29:26:

TELEKOM: 6 YILDIR GİZLİYİZ DİYENLERE VE BUNA İNANANLARA İTHAF OLUNUR,

 Artık Hepimiz her an İzleniyoruz
‘Enformasyon Toplumundan Gözetim Toplumuna’ ve ‘İşte Büyük Birader’ kitaplarını yazan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Uğur Dolgun’la söyleşi:


ABD, İsrail, İngiltere dünyadaki tüm haberleşmeleri denetliyor
 NEDEN? 

Uğur Dolgun 

Hayatta her şeyin bir artısı ve eksisi var. Bir yandan hızlı teknolojik gelişmeler, bilgisayarlar, uydular, cep telefonları, internet, e-mail hayatımızı kolaylaştırırken, bir 

yandan da bu sistemler yüzünden büyük bir gözetim ağının denetimi içine giriyoruz. Yazdığımız her kelime, neredeyse yaptığımız her hareket, her konuşmamız, hatta 

alışverişlerimiz, sağlık kayıtlarımız, devletlerin ve bazı şirketlerin özel arşivlerinde birikiyor. İstedikleri anda bütün hayatımız, kişiliğimiz, ilişkilerimiz hakkındaki en mahrem 

bilgileri bile ortaya çıkarıyorlar. Özellikle son yıllarda dünyayı saran terör korkusu, devletlerin hem birbirlerini hem de bütün insanları izlemelerini meşrulaştırdı. Türkiye’de 

de yürürlüğe girecek yeni Terörle Mücadele Yasası bu büyük gözaltıyı daha da genişletip meşrulaştıracak. Bir anlamda herkesi, mahremiyetine girilmiş bir halde çırılçıplak 

bırakan bu elektronik gözetimin ne boyutlara ulaştığını, nasıl yapıldığını, ‘Enformasyon Toplumundan Gözetim Toplumuna’ ve ‘İşte Büyük Birader’ kitaplarını yazan 

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Uğur Dolgun’la konuştuk.

Kitabınızda anlattığınıza göre bizi özgürleştiren bütün o aletler, bilgisayarlar, e-mailler, cep telefonları aynı zamanda bizi büyük bir denetimin içine sokuyor. Gerçekten her 
haberleşmemiz anında kayıtlara geçiyor mu?

Evet her türlü haberleşme anında kayıtlara geçiyor. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra bütün dünyada özgürlüklerin teröristlere çok fazla imkân tanıdığı görüşünden 
hareketle çeşitli anti terör yasaları çıkarıldı ve kişilerin sürekli izlenmelerinin yolu daha da açıldı. Mesela Amerika’da, internet üzerinden yapılan her türlü yazışmanın, e-
mail’lerin bir yıl süreyle saklanması kanunen zorunlu kılındı. Ayrıca cep telefonlarıyla yapılan mesajlaşmalara da istenildiği anda ulaşılıyor. Çünkü bu yazışmalar da cep 
telefonu hizmeti veren şirketlerce saklanıyor.

Kişi o anda internete bağlı değilse bile bilgisayarında yaptıkları ve yazdıkları da izlenebiliyor mu?

Tabii. Bilgisayarlarda ‘arka kapılar’, denilen teknolojik olarak zayıf bırakılmış sistemler var. Siz bir kez internete girdiğinizde, Windows sistemi otomatik olarak çalışıyor ve 
bu arka kapılar yoluyla bilgisayarınızı ele geçiriyor. Siz ondan sonra bir daha internete girmeseniz bile bilgisayarınızda tüm yazdıklarınız izlenebiliyor. Aynı şey cep 
telefonları için de geçerli. Dinlenmeyi engellemenin tek yolu pili ayırmak.

Cep telefonları sinyal yaydığı için bu anlaşılabilir ama bilgisayarlar sinyal yaymıyor ki, internete bağlı olmadıklarında izlenebilsinler. Bu nasıl mümkün oluyor?

İzlenmeniz için internete bir kez girmiş olmanız yeterli. Bu bağlantı, bilgisayarınızı, diyelim ki bir istihbarat servisinin sistemiyle entegre hale getiriyor. Arka kapılar yoluyla 
bilgisayarınız sistem tarafından ele geçiriliyor ve kendi uygulamalarını bilgisayarınıza kuruyor. Sonrasını da artık uydular aracılığıyla hallediyor. Mahremiyetinizi korumanın 

tek yolu çift bilgisayara sahip olmanız ve internete hiç bağlanmadığınız bilgisayarınızda özel yazılarınızı yazmanız. Rusya, Çin, Fransa, Almanya Microsoft’u devlet 
dairelerinde ve orduda yasakladı. Başka sistem kullanacaklar. Devletler kendilerini böyle savunuyor ama vatandaşlar bu kez de Windows yerine başka bir sistemle 
gözetlenecekler.

Yeryüzünde milyarlarca cep telefonu, 1 milyar kadar da internet kullanıcısı var. Bütün bu bilgiler nasıl kaydedilip izlenebiliyor?

Amerika’nın dünyanın en gelişmiş istihbarat örgütü olan NSA diye bir ulusal güvenlik ajansı var. Yabancı diplomatları ve askeri ataşeleri dinlemek için kurulmuştu ama NSA 

bugün yeryüzünde telefon, faks, bilgisayar, internet dahil her türlü yazışmayı ve konuşmayı izliyor. İsterse sizi de, beni de dinleyebilir. Bunun için Promis ve Echelon 
sistemlerini kullanıyor. Bu sistemler her gün uydulara 50’den fazla anahtar kelime, kavram yüklüyor. İçinde bu kelimelerin geçtiği her türlü konuşma otomatik olarak 
izlenmeye alınıyor. Sonra insansı yargılar yapabilen akıllı bilgisayar sistemleri devreye giriyor ve bu konuşmaları ayıklıyor. Önemsiz görülenler imha ediliyor. En önemliler 
analizciler tarafından raporlaştırılıp ilgililere sunuluyor. NSA’da her gün 40 ton evrak atılıyor.

Dünyanın bütün istihbarat örgütleri, dünyadaki bütün haberleşmeleri kontrol ediyorlar mı? Amerika, İngiltere ve İsrail kontrol ediyor. 

Çünkü uydularla bilgisayarları birlikte kullanan Promis ve Echelon sistemini yaratanlar onlar. Diğer ülkelerin istihbarat örgütleri ellerindeki teknoloji yeterli olmadığı için dünyadaki bütün haberleşmeleri kontrol edemiyor. Öcalan’ın cep telefonuyla konuşurken yakalanması bu sistemlerin  
kullanılmasına örnektir. Echelon ve Promis’te kişinin konuşmasını uyduya yüklüyorsunuz. Sonra uydular konuşmaları uzaydan alıyor ve bilgisayara gönderiyor. Bilgisayar da 


kişinin koordinatlarını saptıyor. Öcalan’ın da konuşması uyduya yüklendi. Sonra sadece telefonla konuşması beklendi. Konuştuğu anda, sistem ses tanımını yaptı ve 

Öcalan’ın yeri milimetrik saptandı. Dudayev de böyle yakalandı. Rusya Çeçen lideri yakalayamıyordu. ABD, onun yerini cep telefonuyla konuşurken belirledi ve Dudayev 

telefonla konuşurken füzeyle öldürüldü.

Promis ve Echolon programlarını birlikte geliştiren MOSSAD ile Amerikan ulusal güvenlik ajansı NSA, bu programları dünyanın diğer istihbarat örgütlerine de satmışlar. 

Bizim istihbarat örgütünde de var mı bu programlar?

Evet var. Rusya, Japonya, Almanya, Türkiye dahil bütün ülkelere, bu programların eski teknolojisi satıldı. Arka kapılarla da bu ülkelerin istihbarat örgütlerindeki bütün 
bilgiler Amerika’nın eline geçti. Amerika, bu yolla diğer ülkelerin istihbarat örgütlerini izledi. O ülkelerin planlarını, komşu devletlerle ilişkilerini, yöneticilerin konuşmalarını 
gözetledi. Amerika ve İsrail, yarattıkları bu programlarla bütün dünyayı izleyebiliyorlar.

Bunlar engellenemiyor mu?

Bunu engelleyecek bir program bulursunuz ama sizin şifreleme programınız şifre kırıcılar tarafından her zaman aşılır. Uydular var olduğundan beri her şey, her kişi çok 
rahat kontrol ediliyor. Çünkü her türlü yazışma ve doküman artık bilgisayarlarda bulunuyor. Bilgisayarların uydularla korelasyonu olduğu için elektronik ortamda her kişi, her 
ülke artık kontrol edilebiliyor. Ülkeler sistemlerini değiştirseler bile girilemeyecek bir sistem yok. Pentagon’un sitesine bile girildi.

E-mail’lere dönelim. 

Gönderdiğimiz bütün e-mail’lerin kayıtları bir yerlerde saklı mı?

Tabii ki. Dünyada internet üzerinden yapılan tüm yazışmalar, e-mail’ler Amerika’da ‘root server’ denilen 13 tane kök bilgisayardan geçiyor. Tüm interneti Amerika’daki bu 

13 kök bilgisayar yönetiyor. Ayrıca Amerika, 11 Eylül’den sonra getirdiği antiterör yasalarıyla, tüm internet servis sağlayıcılarının kendilerindeki yazışmaları bir yıl süreyle 

saklamalarını ve istendiği takdirde bunları Emniyet ve istihbarat örgütlerine vermelerini zorunlu kıldı. Yani, bilgisayar üzerinden yapılan her haberleşme kayıtlara geçiyor 
ve mahremiyetine bakılmaksızın istenildiğinde de aleyhinize kullanılıyor. Mesela Türkiye’de de internete servis sağlayıcılar üzerinden bağlanıyorsunuz. Ne kadar süreyle 
olduğu bilinmiyor ama bütün yazışmalar ve e-mailler bunlarda saklı. Hatırlarsınız, üç yıl önce Doğu Perinçek, eski AB Türkiye temsilcisi Karen Fogg’un bazı gazetecilerle 
yazışmalarını deşifre etmişti. Şunu da söylemek lazım. Eğer kişi e-mail’lerini özel olarak şifrelemiyorsa…

Ne olur?

Biraz bilgisayar ve internetle uğraşan biri bile, bilgisayar yazılımı okuyan üniversite üçüncü sınıf öğrencisi bile bir başkasının e-mail’lerine girebilir. Bu, yapılan bir şey. 

İnsanların mahremiyetine girmek çok basitleşti. Kişilerin ve şirketlerin mahremiyetine, ülkelerin bilgilerine kolayca tecavüz ediliyor. Türkiye’de bazı şirketler var.

Ne şirketleri bunlar?

Sizin adınıza rakip şirketin bilgisayarlarına giriyor ve size bilgileri veriyor. Şirketler için olduğu gibi, kişiler hakkında da böyle bilgi edinebilirsiniz. Günümüz bilgi toplumunun en büyük sorunu kişilerin mahremiyetine ve özgürlüklerine yönelik tecavüzlerdir. Bu tecavüzü de istihbarat örgütleri, özel şirketler veya kişiler yapar. Geçenlerde internette 
bir ilan vardı. Bir Türk şirketi ‘Bilgi bankamda 800 bin kişinin mail adresleri var, bunları satıyorum’ diyordu. İstanbul’da bu işi yapan 17 şirket var. İnternette kişiler hangi 
siteleri geziyor. Nerelerde surf yapıyor, internetten ne satın alıyor artık bu bilgiler de kişi profilleri halinde çıkarılmaya başlandı. Böylece sizin internette yaptığınız her
işlem, ziyaret ettiğiniz siteye kadar her şey bazı servis sağlayıcılarca gözetleniyor.

Hangi amaçla gözetleniyor?

Bu bilgiyi ister istihbarat servislerine sağlarsınız, ister büyük şirketlere pazarlarsınız. Mahremiyetler ve bireysel özgürlükler elektronik gözetimle ortadan kalkıyor. Ticari 
yaşam ve sanayi dünyası istihbarat oyununun bir alanı haline geliyor. Amerika’da 11 Eylül’den sonra çıkarılan antiterör yasaları şu gerekçeye dayandırılmıştı. ‘Şimdi savaş 
durumu var. Kişisel özgürlüklerden, mahremiyetlerden savaş koşullarına özgü olarak taviz verilebilir’ denildi ve totaliter rejime dönük uygulamalar gündeme geldi. 
İngiltere’de de terör kanunları yürürlüğe girdi.


Türkiye’de de yeni bir terörle mücadele kanunu çıkarılıyor.

Dünyanın her yerinde aynı. İnsanlar terör korkusuyla öyle bir paranoya ortamına girdiler ki, gözetlenmeye razı oldular. Bunun hukuki altyapısı antiterör yasalarıyla 
oluşturuluyor işte. Zaten Huxley, Orwell gibi kara ütopyacıların söylediği de buydu. Terör insanlarda öyle korku yaratacak ki, insanlar güvenlik kaygısıyla gözetlenmeyi 
sonunda olağan karşılayacak ve totaliter sistemlere kayılacak. Bugün dünyanın en fazla kamerayla donatılmış ülkesi İngiltere. Londra’da bir yabancı ‘olağan şüpheli’ 
sayılarak, günde ortalama 300 kez kameraya alınıyor.

Amerika’da e-mail’lerin bir yıl saklandığını söylediniz. Türkiye’de e-mail’ler nasıl saklanıyor?

Türkiye’de bu konuda bir yasa yok ama sabit veya cep, telefonların hepsi kaydediliyor ve bütün bu kayıtlar saklanıyor. Bir siyasi parti cep telefonu konuşmalarına 
dayanılarak kapatılmak istenmişti hatırlarsanız. Türkiye’de elektronik gözetim gittikçe yoğunlaşıyor. EMASYA diye bir uygulama var. Artık her şehirdeki askeri karargâhta 
istihbarat birimi kuruluyor. Ayrıca Emniyet’in, MİT’in, askeriyenin ve jandarmanın da istihbarat birimleri var. Öte yandan derin devlet boyutuna giren bazı özel istihbarat 
birimleri de var.

Teknolojik ürünlerden yararlanan herkes büyük bir denetim ağının içinde mi bu durumda?

Eğer teknolojiyi kullanıyorsanız, gözetimin pençesindesiniz. Devletin, istihbarat örgütlerinin, derin devletin, illegal birimlerin, özel şirketlerin, tüketici profili üzerine 
çalışan pazarlama şirketlerinin sürekli gözetimi altındasınız. Olay bu kadar net. Türkiye’nin her zaman çeşitli korkuları vardır. Bu korkular yüzünden bu ülkede belli gruplar, 
kişiler sürekli izleniyor ve her yaptıkları raporlanıyor. Zaten devletlerin her zaman bir ulusal güvenlik kaygıları olmuştur. Zararlı ve tehlikeli gördükleri vatandaşlarını 
izlemişlerdir. Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın Türkiye’de bilinen 13 üssü vardı. Doğu Bloku çökünce, Amerika bu istasyonların bazılarını boşalttı ve buralarda kullandığı 

Promis sistemini Türkiye’ye hibe etti. Teknolojisi geride kaldığı için Türkiye bunu uluslararası istihbaratta kullanamıyor ama bu sistemle kendi vatandaşını, telefonları, 
faksları, bilgisayarları, interneti izliyor.

İstihbarat örgütlerinin kullandığı Promis ve Echelon bilgisayar programları tam olarak nedir?

İnsanlara ait bilgiler elektronik ortamda farklı yerlerde olur. Diyelim ki sizin nüfus, vergi ve doğalgaz idarelerinde, işyerinizde kayıtlarınız var. Promis, bu farklı ortamları ve 

kişilere ait bölük pörçük bilgileri bir araya getiriyor, depoluyor ve bunlardan insansı yargılar çıkarıyor. Mesela hangi evlerde su kullanımı arttı, hangilerinde azaldı saptıyor 

ve bundan şu evdeki insan, bu eve geçti gibi sonuçlar çıkarıyor. İsrail, Promis’i Filistin’de çok kullandı. Filistinli teröristler eylem için bazı evlerde bir araya geliyorlardı. 

İsrail su kullanımı artan hanelerde yoğun gözetime gitti. Yani Promis, bir istihbarat servisinin veya devletin sizinle ilgili hangi bilgilere ihtiyacı varsa hepsini sağlıyor. 

Bilgisayarınızda sakladığınız dosyalardan yazışmalarınıza, internette gezindiğiniz sitelerden kredi kartıyla alışverişlerinize, sağlık durumunuza, psikolojinize kadar insanın 
günlük yaşamında akla gelebilecek her şeyi kontrol ediyor. Zaten gözetim toplumu dediğimiz de insanın gündelik yaşamındaki rutinlerin bile belli güçlerin eline geçmesidir.

Peki Echelon Programı nedir?

En gelişmiş izleme sistemi olan Echelon’un Türkiye dahil, dünyada birçok ülkede uydu trafiğini izleyen antenleri var. Bu programın sahipleri, 
Amerika, İsrail ve İngiltere. Uydu-bilgisayar korelasyonu sayesinde görüntü istihbaratı da var bu programda. Uydularla yerini belirlediğiniz kişinin koordinatlarıyla görüntü 
alıyorsunuz. Amerikalı kuramcılar, gece saatinde siyah tenis topunun yerinin bile uydularla saptandığını söylüyorlar.

Ellerinde bu kadar gelişmiş, ürkütücü izleme araçları varken Bin Ladin’i nasıl bulamıyorlar?

Bulamamak mümkün değil. Bulmak istemiyorlar. Red Kit her defasında Daltonları yakalar ama hiç öldürmez. Çünkü sonraki maceralarda Daltonlara ihtiyacı vardır. Bugünkü 
güvenlik sistemin, istihbarat servislerinin devamlılığı sağlamak için hep düşmanlara ihtiyaç var. Eğer Bin Ladin güvercinlerle haberleşmiyorsa yerini her zaman bulmak 
mümkün. Uydular dünyayı izleyen gözler, kulaklar oldu artık.

Bu ‘büyük gözaltı’ndan kurtulmak mümkün mü?

Kişiler veya sistem, teknolojiyi kullandığı sürece kurtulmak mümkün değil. Üstelik teknoloji sürekli ilerlediği ve yeni nesiller de teknolojiye daha bağımlı yaşadıkları için bu 
büyük gözaltı çok daha artacak. Gözetim toplumunda milat 11 Eylül’dür. 11 Eylül’den önceki döneme ‘enformasyon-bilgi toplumu’ diyorduk. Şimdi ‘gözetim toplumu’ 
diyoruz. Terör paranoyası insanların mahremiyetlerini ve özgürlüklerini yok ederek egemen güçlerin önündeki engelleri kaldırıyor.

SÖYLEŞİ: NEŞE DÜZEL-RADİKAL



****

13 Kasım 2017 Pazartesi

Özkök’ten Savunma


Özkök’ten  savunma




RADİKAL
Murat Yetkin,




HABERLER DAYIOĞLU DURUM BUDUR - BENBİR VATANSEVERİM

Beni 28 Şubatçılar gibi davranmamakla suçladılar
Genelde ‘irticacı ihraçları’yla gündeme gelen Yüksek Askeri Şura kararlarını Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’le Başbakan Tayyip Erdoğan hep şerh koyarak anayladı.
Hilmi Özkök, Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli olmasının üzerinden üç yıl geçmiş olduğu halde hâlâ üzerine geliniyor olmasının nedenini, görevdeyken 28 Şubat sürecindeki gibi bir yöntem izleyip hükümetle alenen kavga etmemiş olmasına bağlıyor. 
Bilindiği üzere emekli Orgeneral Özkök, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’in açtığı ‘içki içiyordu-içmiyordu’ tartışması üzerine görevdeki tutumu nedeniyle yeniden gündeme getirilmişti. Özkök, günlerce süren haberleşmemiz sonucunda Erdil olayı ve iddiaları konusunda daha önce Milliyet’te Fikter Bila’ya yaptığı açıklamaları biraz daha genişletti; Erdil’in davranışını anlamaya çalıştığını ve ‘hoş gördüğünü’ söyledi.
Ancak çok daha önemli ve yakın geçmişimizi biraz daha aydınlatmaya yarayacak bir şey daha yaptı: Neden her siyasi tartışmada kendisinin üzerine gelinmeye çalışıldığının gerekçelerini tahlil etti ve bunu bizimle yazılı olarak paylaştı. 
Özkök’ün yazdığı, kendi deyimiyle ‘savunma’, 28 Şubat süreci, asker-hükümet ilişkileri ve askerin ‘irticaya’ bakışı ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde bu konudaki farklı yöntem anlayışlarının varlığı açısından çok önemli. 
Özkök’ün sorularımız üzerine yaptığı değerlendirme açıklama (arabaşlıklar tarafımızdan konulmuş halde) aynen şöyle: 
‘Sıradanlığa sığınmadım’
“Ben yaratılışım, aldığım terbiye ve eğitimim itibariyle hiçbir zaman sıradanlığın kolaylığına sığınmadım. Herkesin dediğini desem, herkesin yaptığını yapsaydım kimse bana sataşmazdı. Rahat bir emeklilik yaşardım. 
Ama sıradan olmadım. İyi bir gözlemci olmayı, başkalarını en az kendim kadar akıllı bilip onların yaptıklarından dersler çıkarmayı, iyi bulduklarımı daha da ilerletmeyi, yetersiz bulduklarım için yeni yöntemler aramayı yeğledim. 
Hep çağdaş bir Türkiye’ye ve onun şanlı ordusuna layık olan hedefleri arayıp bulmaya ve onları gerçekleştirmeye çalıştım. Uluslararası karargâhlarda çalışmak bana birçok farklı yaklaşımları görme fırsatı bahşetti. Geçmişin uygulamalarıyla yetinmek kolaylığı yerine, onları bu günün merceğinde inceleyip, yarınlara yakışacak hale getirmeye çalıştım.
Bunların hiçbirini sırf farklı görünmek için yapmadım. Ama sanırım kendimi iyi ifade edemediğim için bazılarınca anlaşılmadım, hatta yanlış anlaşıldım, kendilerine ters düştüğümü sanarak beni suçlamalarına sebep oldum. Belki de bazıları beni gerçekten anlamadılar. Bazıları anlasalar da ‘aslan terbiyecisi’ rolüne devam etmek için anlamazlığa geldiler.

‘Hükümetle alenen kavga’


Ettiğim yemine sadık kalarak siyaseti TSK’ ya sokmamaya gayret ettim. Kanunların yapmamamı söylediklerini yapmadım, ama yap dediklerini hakkıyla yapmaya çalıştım. Ne yaman ironidir ki hükümetle alenen kavga etmediğim için benimle kavga edenler, demokrat olduğum için kınayanlar oldu. Koruma kollama görevimi kapalı kapılar ardında saygın bir şekilde tartışıp, bu görevi, muhataplarımı ikna yoluyla gerçekleştirmemden memnun kalmayanlar oldu.
Alenen söz düellosu yapsaydım beni coşkuyla alkışlayacaklar vardı. Ama ben kendimi kimseye dalkavukluk yapmak zorunda hissetmedim. Halkımı, ekonomiyi, dış politikalarımızdaki dengeleri olumsuz etkilemekten kaçınmamı suskunluk ve pasiflik olarak niteleyenler, gerektiğinde (Yüksek Askeri) Şura kararlarına şerh koyanları (Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nı kastediyor) ‘Bu hareket irticayı cesaretlendirir’ diye alenen uyardığımı duymazdan geldiler. 
‘28 Şubat zorunluydu ama...’

“28 Şubat’ı ‘Bu bir sebep sonuç ilişkisidir, sebep ortadan kalkmadıkça sonuç değişmez’ diye değerlendirdiğimi görmezden gelenler, beni 28 Şubat’takiler gibi davranmamakla, suskun olmakla suçladılar. 
Oysa ki 28 Şubat o günün koşullarının gerektirdiği zorunlu bir hareket tarzıydı. Asla suçlamam. Üstelik o kadroların ders alabilecekleri geçmişte bir 28 Şubat deneyimi yoktu. Ama benim vardı. 

Ben iyi niyetlerle ne yapıldığını, kimleri göndermekle kimlerin yollarının asfaltlandığını gördüm. Evvelki olayları incelediğimde asker elinin dokunmasının siyasetçiler için ne kadar ‘hayırlara vesile’ olduğunu öğrendim. Bu nedenle benim tarzım farklı oldu.

Ben ulusun bütün dinamiklerinin harekete geçmesinin ve yapılacak işin, yapması gerekenler tarafından yapılmasının daha doğru olacağını değerlendirerek hareket ettim. Demokrasinin erdemine, onun zor, ama çok güvenli bir yol olduğuna daima inandım.

‘Erdil konusu farklı’


“Sayın İlhami ERDİL’in  (Zamanının Deniz Kuvvetleri Komutanı) beni olumsuz bir yaklaşımla ve karakterim hakkında yanlış anlamalara yol açacak imalarla gündeme getirmesinin sebebi diğerlerinden farklıdır. Kendisiyle bir yıl birlikte çalıştım. Hem emir komuta hem de arkadaşlık bağlarımız sorunsuzdu. 
Ancak bir idari soruşturmanın bulgularına göre kendisi hakkında savcılık soruşturmasına müsaade ettim. Bilindiği gibi General ve Amirallerin adli soruşturmasına izin verme yetkisi Genelkurmay Başkanını’ndır ve bu yetkiyi hiçbir komutan keyfi olarak kullanamaz. Durumu inceletir, inceler ve ne bir kimseyi haksız yere zan altında bırakacak soruşturma açtırır, ne de ciddi bulguları göz ardı ederek durumu örtbas eder.

Kol kırılır yen içinde kalır düşüncesi böyle konularda doğru olmadığı gibi bir mesleki ihanettir de. Sonuçta dava açıldı, adli işlemler yapıldı,  mahkûmiyetle sonuçlandı ve hüküm uygulandı. Bu durumun sorumlusunun kim olduğu herkesin kendi takdiridir. Ancak Sayın ERDİL suçlu olarak kendini değil beni takdir etti ve beni asla affetmeyeceğini ilan etti. Durumuna ben de üzülüyorum. Bu nedenle derin acısını bana yansıtarak hafifletmek istemesini eski bir komutanı olarak anlayışla karşılıyor ve onu hoş görüyorum.”
Neden savunma?

Özkök’ün yakın tarihimize ışık tutan, daha iyi anlamamız için yeni kapılar açan değerlendirmesini, savunma olarak adlandırmamızın bir gerekçesi var.
O da sayın Özkök’ün değerlendirmesinin sonuna eklediği bir not. Bütün değerlendirmeyi daha doğru bir açıya yerleştireceği inancıyla bu notu da Radikal okurlarıyla paylaşmakta fayda var. Not şöyle:
“Murat bey,

Bu bir cevaptan ziyade bir savunma oldu. Görev süremde sevenim de kızanım da çok oldu. Ama umarım emekliliğimin üçüncü yılına başlarken bu savunmayı yapmayı hak ettim. Beni haksız suçlamalarıyla o kadar çok incittiler ki, artık sükûtun altın olduğunu bana unutturdular. Tesellim o ki bütün bunlara rağmen kendime, fikirlerime ve beni olduğum gibi sevenlere ihanet etmedim. Doğrularımı yapmaktan ve inandıklarımı söylemekten korkmadım. ‘Ahlakı ahlaksızlar yapar’ diye bir özdeyiş vardır. Bakarsınız bir gün bana kızanlar yaptıklarımın sonuçlarını beğenir, beni hoş görürler. Ben onları hoş gördüm. Çünkü inanıyorum ki onlar da ulusu ve vatanı en az benim kadar sevmektedirler. Çözümlerimin onlarınkinden farklı olması nedeniyle bana yüklendiler. Hepsi sağ olsunlar.”

Yakın geçmişi anlamak için


Okununca anlaşılabileceği gibi, sayın Özkök’ün (biraz da ısrarlı) sorularımız üzerine yaptığı değerlendirme sonundaki notla daha gerçekçi, kendi amaçlamadığı yönlere çekilmeye kapalı algılanmaya izin veriyor.
Özkök’ün değerlendirmesi üzerine yakın geçmiş ışığındaki olgulardan da yararlanarak tahliller yapma ihtiyacı var. Özkök 28 Şubat süreci ve sonrasındaki hangi gelişmelere atıfta bulunuyor. Asker-siyaset ilişkisi üzerine ne gibi sakıncalara dikkat çekmeyi amaçlıyor. Son zamanlarda ne anlama geldiğini bilmeden ‘şifre kırma’ deyimi kullanmak adeti çıktı. Şifre kırma işine girmeden bu değerlendirmenin ne anlama geliyor olabileceği konusundaki tahlilleri, okurlara da aynı imkanı tanımak için yarına bırakıyoruz.
‘Şarap içmedi’ iddiası ve Mevlana’lı yanıt

  İlhami Erdil, yolsuzluktan mahkûm olunca rütbeleri geri alındı.
Emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün adı son dönemde ihaleye fesat karıştırmak’ suçundan hapis yatan ve rütbesi geri alınan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’in Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’e yaptığı açıklamalarla gündeme geldi. Ertuğrul Özkök, geçen hafta köşesinde eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’le yaptığı bir sohbeti aktardı. ‘Sözü tekrar Erdil’e veriyorum: 

“Masaya şarap servisi yapıldı. Herkesin önündeki kadehte kırmızı içecekler duruyordu. Bir ara galiba Aytaç Paşa (Dönemin Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman) Hilmi Özkök’e seslenerek ‘O Hilmi, sen de şarap içiyorsun’ dedi. O da ‘Evet biz de heyete uyduk içiyoruz’ cevabını verdi. 
Buraya kadar normal. Ancak tam o sırada Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu söze giriyor ve herkesi şaşırtan şu sözleri söylüyor: şarap içiyormuş? Önündeki şarap değil, kola.’ 

Tabii masaya bir sessizlik çöküyor. 
Kıvrıkoğlu kimsenin tepki vermesine izin vermeden hizmet yapan garsona dönüyor ve ‘Oğlum şuradan bir şarap getir. Hilmi de doğru dürüst içki içsin’ diyor.” 

Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın bu iddiayla ilgili sorusunu yanıtlayan Özkök, ‘Yanıtımı size Mevlana’dan bir şiirle vereyim’ dedikten sonra şu şiiri okudu: asaletimdendir 
Her lafa verilecek bir cevabım var, 

Lakin; 


Bir lafa bakarım laf mı diye, 

Bir de söyleyene bakarım adam mı diye.” 

   Bu arada İlhami Erdil’in sözünü ettiği yemekle ilgili bazı ayrıntıları öğrendiğini de belirten Fikret Bila köşesinde şunları aktardı: 

“Komutanlar yemeğe geçmeden önce, küçük bir kokteyl veriliyor. Hilmi Özkök Paşa da kokteyl aşamasında viski içiyor. Yemekte ise şarap ikram ediliyor. Özkök Paşa midesinden rahatsız olduğu için bira, şarap gibi içkiler içemiyor. O nedenle yemekte kola söylüyor. Ama yemeğe oturmadan önce viskisini içiyor.”



****

Hoşgörüsüzlük

Hoşgörüsüzlük



Hasan Celal Güzel
RADİKAL



Bizde ‘hoşgörü’  anlayışı, ne yazık ki tek taraflıdır. Meselâ, Ramazan’da yemek yiyene ve sigara içene hoşgörüyle bakılması istenir de, bunu haklı olarak isteyenler ise oruç tutanlara bir türlü hoşgörüyle bakmazlar; onların boş yere aç kaldığını söylerler. Aynı tezadı birçok sosyal olayda müşahade edebilirsiniz.
Soros  tarafından finanse edilen ‘Açık Toplum Enstitüsü’nün ‘Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler’ başlıklı araştırmasında ortaya çıkan ‘mahalle baskısı’ iddiası doğru değildir. Araştırma sonuçlarına göre, toplumun genel temayüllerinin değil, deneklerin münferit görüşlerinin genelleştirilerek aksettirildiği anlaşılmaktadır.

Değerli dostum Prof. Dr. Naci Bostancı  bu konuda şunları yazıyor: ‘Aynı arkadaşlar Anadolu’nun hoşgörüsü üzerine bir çalışma yapmaya kalkışsalar, herhalde buradaki örnekleri çok gerilerde bırakacak ölçüde ve baskınlıkta sayısız veriler elde edebilirler.’Türkiye’de ayağımın basmadığı yer kalmadı. Yarım asırdır bu topraklarda yaşayan, her gruptan birbirinden farklı milyonlarca insanımızla görüştüm ve hemhâl oldum. Açıkça altını çizerek belirteyim ki, bizim ülkemizde ‘ötekileştirme’ diye bir olay yoktur. Bizim insanımız, bırakınız aynı ülkedeki etnik grupları ve aynı dindeki mezhep farklılıklarını, başka ülkelerden gelen farklı milletten ve dinden insanları dahi ‘öteki’  olarak görmez. Zira, bu topraklarda bin yıldır din ve muhafazakârlık ekseninde farklılıkları hoş görmeyi öğrenmiştir.
Lâkin bin yıllık bu hoşgörü, insanımızın, tarihine, milletine, atalarına iftira atan ve kendini ‘aydın’ olarak takdim eden zavallıların ihanetini kabul etmesini gerektirmez. Belki de milletimiz yalnızca bu aydın makulesini ‘öteki’ olarak görecektir.

Kısaca, milletimiz, millî ve manevî değerlerimizi koruma bakımından muhafazakârdır ama kesinlikle bu eksende hiç kimseyi ‘ötekileştirme’ peşinde değildir.

Türkiye’deki gerçek ötekileştirme süreci lâikçi despotizmin baskılarıyla ortaya çıkmaktadır.

Prof. Toprak’ın bu çerçevede araştırmasını yenilemesinde fayda vardır.

***
Bu özür rezaletine şiddetle karşı çıkmam, kendi gazetemdeki bazı yazarlar da dahil olmak üzere birilerinin tepkisini çekti.
Siz diyaspora ağzıyla ‘Büyük Felâket’  deyimini kullanarak atalarımızı soykırım yapmakla itham ederek özür dileyip Türk  düşmanı diyasporanın emellerine hizmet ederken demokratik bir ülkede düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğünü kullanacaksınız da, biz buna karşı çıkarken tu kaka edileceğiz. Ne saygı fukaralığımız kalacak ne Canan 

Arıtman  gibi ırkçılığımız...

Kulağınızı açın da dinleyin Hakkı Devrim! Düşünce özgürlüğü, sadece tarihine ve atalarına iftira atan diyaspora ağızlı bir takım sözde aydınlara mı mahsustur? Onlar, şanlı tarihimize ve büyük milletimize nasıl hakaret ediyorlarsa, elbette biz de kendilerine gereken cevabı vereceğiz. Atama ve milletime ‘soykırımcı’, ‘katil’ diyenlere vereceğim cevap da elbette aynı  ağırlıkta olacaktır.

Ne idüğü belirsiz bir takım kişilere bu iftiralarından dolayı sapı silik de derim; daha dünkü çocuk beni ırkçılıkla itham ediyorsa şopar denilmeyi de hak eder. Esasen, bu gibi genel teşbihlerde matufiyet aramanın da mânası yoktur.
Size gelince Hakkı Devrim, bugüne kadar sütun komşuluğumuza, yazarlık tecrübenize ve yaşınıza hürmeten, yerli yersiz sataşmalarınıza aldırmadım. Hayalinizdeki kakafonik orkestrada benim varlığım tek yönlü kültürünüzle bereket versin ki bağdaşmıyor. Görgü ve saygı meselesine gelince, bu yaştan sonra zor olacak ama size bu konuda ders vermeye hazırım.
Ahvâlinizi şâha daha önce de yazıp şikâyet ettiniz. Eğer şah ve şahlar da sizin gibi tahammülsüz ise bana göre hava hoş...

****