Prof. Dr. Ulvi KESER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Ulvi KESER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2018 Pazartesi

Dünden bugüne Kıbrıs ve Stratejik önemi

Dünden bugüne Kıbrıs ve Stratejik önemi


Ulvi Keser.,
05.12.2017

GİRİŞ



17. yüzyıldan itibaren başta Fransa, Almanya ve İngiltere olmak üzere Batı dünyasının başat ve emperyal güçleri Avrupa’nın göbeğinden başlayarak doğuya uzanan bir hatta kendilerine bir menfaat planlaması yapmışlardır. Berlin’den başlayarak Belgrad-Bosfor (yani Türkiye), Bağdat-Bombay hattı olarak 5/B olarak nitelendirilen söz konusu stratejik hat neredeyse bütün dünyanın kaynayan kazanı Balkanlar, Türkiye, Akdeniz ve Ortadoğu’yu içine alarak uzakdoğuya uzanmaktadır. İngiltere’nin menfaat hattı ise aynı güzergahtan geçip Bağdat üzerinden Bakü’ye, yani Avrasya coğrafyasına yönelmektedir. Adı ne olursa olsun bütün bu hatlar ülkemizin de bulunduğu coğrafyada istikrarsızlık ve kaosun hüküm sürdüğü, güvensizliğin ana özellik olduğu bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Durum böyle olunca Balkanlardan başlayıp Akdeniz’e uzanan ve Kıbrıs’ın tam orta yerinden geçip Ortadoğu’ya gelen hat ne yazık ki dün ve bugün olduğu üzere yarın da karmaşa, düzensizlik, istikrar ve terör bağlamında cadı kazanı olmaya devam edecektir. Burada bahsedilmesi gereken önemli bir nokta ise 1878 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından İngiltere’ye kiralandığı söylenen Kıbrıs’ın durumudur. Maalesef tarih kitaplarımız hala daha bu kiralamadan bahsetmekte; ancak “üzerinde güneş batmayan ülke” İngiltere’nin bu kadar güçlü ve donanımlı olduğu bir dönemde, hem de Avustralya’dan yeni Zelanda’ya, kanada’dan Hindistan ve Pakistan’a kadar uzanan muazzam bir coğrafyaya sahipken neden 9.000 kilometrekarelik avuç içi kadar Kıbrıs’ı kiralamak istediği sorusuna cevap vermemektedir.

Türk tarihine “93 Harbi” olarak giren Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun artık desteklenmesinin mümkün olmadığını, Rusya karşısında muzaffer olmalarının güç olduğunu ve İngiltere’nin haklarını bu şekilde savunmanın zor ve riskli olduğunu gören İngiltere Balkanlardan başlayıp Karadeniz’den geçen ve bugünkü Azerbaycan’a uzanan kuzeydeki savunma ve güvenlik hattını strateji değiştirerek güneye, yani Akdeniz’e çekmiş, böylece Ortadoğu coğrafyasına yakın ve en kaba şekliyle bizim iskenderun Körfezi’nden başlayıp Cebelitarık Boğazı’na uzanan ve Kıbrıs’ı da ikiye bölen hattı yeni savunma ve güvenlik hattı olarak belirlemiştir. Bu savunma ve güvenlik hattı 2017 itibarıyla halen geçerliliğini sürdürmekte ve Avrupa’nın da böylece güney sınırını oluşturmaktadır. Bu bağlamda coğrafi olarak Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olup olmadığı sorusu da bizzat Batılıların taktikleri neticesinde resmiyet kazanmış olmaktadır. Bu noktada bahsedilmesi gereken önemli bir noktaysa daha 1904 yılında “Ortadoğu” ifadesini ilk defa kullanan deniz stratejisti Alfred Thayer Mahan’ın bugün savaşların hüküm sürdüğü bölgede işaret ettiği noktanın yerel çatışmalarla sınırlı kalmamasıdır. Mahan’ın da belirttiği üzere bölgede ortaya çıkacak herhangi bir çatışma tsunami etkisiyle daha dış sınırlara ulaşmakta, bu daha büyük bir sinerji yaratarak üçüncü halkayla sorunu uluslararasuı hale getirmektedir. Bugün İran, Irak, Suriye, Filistin merkezli sorunlarda yaşananlar tam da budur ve neredeyse bütün dünyayı askeri, stratejik, ekonomik ve güvenlik bağlamında derinden sarsmaktadır. Kıbrıs adası ise bu coğrafyanın odağında küresel terörden mülteci hareetlerine, istihbarat kavgalarından sanayi casusluğu girişimlerine kadar önemli bir ara istasyon, geçiş noktası ya da klasikleşen ifadeyle “bir uçak gemisi” pozisyonundadır.

MEB ve Stratejik Durum Üzerine

Burada sorulması gereken son derece önemli ve hassas soru ise “Vatan neresidir?” sorusu olmalıdır. Bizlere yıllarca okulda, ailede, öğretmenimiz, annemiz veya babamız vatanı hep kara sınırlarıyla gösterdiler ve öğrettiler. Oysa bir de “Mavi Vatan” kavramı vardır ki o da denizler ve hava sınırlarımızı gösterir. Bugüne kadar unuttuğumuz veya atladığımız bir husus da budur. Ülkenin sınırları kara, yani toprakla sınırlı değildir. Bu somut gerçeği Kıbrıs için hatırlayacak olurrsak hava ve deniz olgusunun önemi de bir kere daha ortaya çıkar. Bu noktada Kıbrıs’ı ilgilendiren önemli bir nokta da son günlerde sıkça duyduğumuz “Münhasır Ekonomik Bölge” kavramıdır. Genel olarak deniz hukuku ve ülkeler arası temayüllere göre bir ülkenin egemenlik haklarının bulunduğu, deniz ve deniz altı kaynaklarından istifade ettiği bu alan 200 kilometredir. Burada hassas nokta ise Yunanistan ile Mısır arasında bu şekilde bir MEB anlaşmasının yapılmaya çalışılmasıdır.

Bugün Doğu Akdeniz’de Mısır-Türkiye hattının genişliğinin 396 kilometre olduğu göz önüne alınacak olursa Yunanistan-Mısır anlaşmasıyla bölgenin tamamı işgal altına alınmış, Türkiye içinse sadece Antalya Körfezi’nde küçük tonajlı gemiler için küçük bir bölge kalmış olacaktır. Böylece Türkiye kabotaj haklarının çok gerisinde, uluslararası sulara açılma veya kendi egemenlik bölgesinde deniz gücüyle seyir halinde olma gibi pek çok haklardan da mahrum kalacaktır. Kıbrıs’ı bir de bu açıdan görmekte fayda vardır. KKTC Su Temin Projesi ve suyun Kıbrıslı Türkler ve Türkiye açısından ne anlama geldiğini görmek için hatırlamamız gereken bri başka unsur ise adadaki egemen unsurlardır. Bugün dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’de 1.5 milyar nüfus ve egemenliği gösteren sadece bir bayrak vardır. Dünyanın jandarması ABD’de Texas eyaleti hariç tutulacak olursa sadece bir bayrak söz konusudur. Avrupa Birliği İngiltere’de ise tıpkı Almanya ve Fransa’da olduğu üzere AB bayrağı da dahil iki bayrak söz konusudur. Peki bu soruyu Kıbrıs için soracak olursak karşımıza kaç bayrak ve kaç egemen güç çıkar acaba? 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantör devletleri olarak Türkiye, İngiltere ve Yunanistan, ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti olduğu iddiasındaki Rumların egemen bayrakları, ayrıca KKTC bayrağı, 2004’den bu yana AB’ye haksız, tek yanlı ve hukuk dışı olarak alınan Rumlarla ilgikli olarak AB bayrağı ve son olarak 1964 Mart ayından bu yana adada dalgalanan BM Barış Gücü ve egemen bayrağı. Kısacası şu anda adada halen 7 egemen güç ve onların bayrakları dalgalanmaktadır.

Sadece bu bile Doğu Akdeniz’de durumun ne kadar karmaşık ve güç mücadelesine dayandığını göstermeye yeter cinsten. Ayrıca Mart 1964 tarihinden bu yana BM Barış Gücü bünyesinde Hindistan, Pakistan, Nepal, Arjantin, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Finlandiya, Hollanda, Danimarka gibi çok farklı ve dünyanın dört bir yanından ülkelerin görev yaptığını da eklemek gerekir. Ayrıca bugün dünyada ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve Japonya’nın uçak gemileri açık denizlerde seyretmektedir. Ortalama 300 savaş uçağı, bindirilmiş (savaşa hazır) teçhizat, ortalama 6.000 personel ve yaklaşık 24 katlı bu yüzen devler o ülkelerin savaş gücünü inanılmaz ölçüde katlamaktadır. Bugün japonya hariç diğer ülkelerin uçak gemileri Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs etrafında seyir halindedir. Fransa’nın Charles d’Gaulle uçak gemisi bakım-onarım için Fransa’nın Toulusse kentine gitmesi haricinde neredeyse bütün yıl boyunca GKRY’de Zigi köyü açıklarındadır. Esasında tam 100 yıl önce Birinci Dünya Savaşı süresince Fransa’nın özellikle Doğu Akdeniz’de uçak gemisi bulundurduğu, Larnaka’da açılan 4 antenli dinleme ve keşif istasyonunun da devreye girmesiyle İngilizler ve Fransızların yakaladıkları sinyalleri takip ederek hangi “düşman” uçağı veya gemisinin nerede ve hangi yönde seyir halinde olduğunu tespit edebildikleri, böylece savaş sürecinde müthiş bir avantaj sağladıkları, başta Adana ve İskenderun olmak üzere çeşitli stratejik noktanın bu uçak gemilerinden havalanan uçaklarla bombalandığı düşünüldüğünde başat güçlerin stratejik planlamalarında pek de bir değişiklik olmadığı görülecektir.[1] Fransa özellikle Doğu Akdeniz’de 100 yıl önce istihbarat, keşif ve devriye görevini Victor Hugo, Foudre, D’estrées, Amiral Charner, Desaix, Guichen Henry Fastersine Louis, Doris yanında Jeanne d’Arc ve Jauréguiberry gibi gemilerle yaparken[2] bugün onların yerini aynı coğrafyada farklı teknolojik unsurlar almıştır. Buraya ABD’nin 6. Filosu ile NATO çerçevesinde Doğu Akdeniz’de seyir halinde olan STANAVFORMED (Standing Navy for Mediterranean) ile Rusya’nın Amiral Krusçev Donanması da ayrıca eklenmelidir. Burada soru bu kadar muazzam bir askeri gücün Doğu Akdeniz ve Kıbrıs etrafında ne yaptığıdır. Bütün bunlara İngiltere’nin 1960 yılında vazgeçtiği Kıbrıs’ta elinden çıkarmadığı ve özellikle ABD’yle müşterek kullandığı Agrotur ve Dikelya egemen askeri üs bölgelerini de eklemek gerekir.

Kendine ait kanunları, kuralları ve yönetimi bulunan bu üs bölgelerine AB üyesi olarak İngiltere çerçevesinde herhangi bir ülkenin müdahil olması söz konusu değildir. Neredeyse 3-5 sayfalık bir anlaşmayla Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken İngiltere bu üs bölgelerini garanti altına alan anlaşmayı kılı kırk yararak hazırlamış ve kuruluş anlaşmasından belki de 10 kat daha kapsamlı bir anlaşmayı taraflara imzalatmıştır. Bu üsler İngiltere ve ABD yanında müttefikleri ve zaman zaman da NATO operasyonları çerçevesinde Akdeniz, ortadoğu ve Uzakdoğu coğrafyasında askeri operasyonlara yönelik atlama tahtası, ara istasyon ve lojistik depolama alanı olarak kullanılmaktadır. Lübnan’da UNIFIL, Afganistan’da ISAF operasyonu, Arap baharı çerçevesinde Libya’ya yönelik hava saldırısı ve diğerleri bu anlamda değerlendirilmelidir. Bu üslerde nükleer başlıklı silahlar bulunduğu da göz önünde tutulmalıdır. Üslerin bir diğer misyonu ise bölge coğrafyasıyla ilgili keşif ve istihbarat çalışmalarının yapıldığı dinleme istasyonları olmasıdır. Bütün bunlara ilaveten dünyanın telekulağı olarak bilinen Echelon sisteminin ana merkezi, ayrıca Cape Greco, Olimpos Dağı, Trodos dağı dinleme istasyonu, sinyal istihbaratı ve iletişim istihbaratı ile sanayi casusluğu (espiyonaj) faaliyetleri Amerikan ve İngiliz istihbarat birimleri tarafından Kıbrıs’tan yönetilmektedir.

Echelon, GCHQ ve Kıbrıs

Esasında Kıbrıs adasının son 100 yıllık tarihine bakılacak olursa stratejik planlama ve güvenlik algısının çok da değişmediğini, sınırsız köy olarak adlandırılan global dünya sisteminde teknolojinin bütün unsurlarının sonuna kadar kullanılmasıyla evrimleştiğini ve başat güçlerin bölgeye bakış açısının her daim aynı olduğunu görmek mümkündür. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından Kıbrıs adası tam anlamıyla bir savaş üssü haline gelmiş durumdadır ve özellikle 1914-1921 sürecinde Kıbrıs’ta değişik amaçlara hizmet edecek şekilde 10 farklı askeri üs tesis edilmiş durumdadır;

1- Trodos Dağları’nda özellikle yaralı ve hasta İngiliz askerleri için açılan bir nekahet merkezi bulunmaktadır ve buradaki İngiliz askerlerinin bir kısmı Çanakkale cephesinden getirilen hasta ve yaralılardır. Bölgenin özellikle psikolojik tedaviye muhtaç yaralı askerlere yönelik dingin bir atmosfer sağlaması ve bol ve sık bir çam örtüsüyle kaplı olması da bölgeyi tercih edilir hale getirmiştir. Savaşın başlamasıyla birlikte İngiltere yaklaşık 500 askerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek türden bir rehabilitasyon merkezini böylece burada hizmete sokar.

2- Mağusa şehri yakınlarındaki Karakol bölgesinde Türk savaş esirleri için açılan esir kampı

3- Amiandos bölgesinde özellikle Alman ve Avusturya askerlerinin tutuldukları enterne kampı

4- Monarga’da Ermeniler için açılan Ermeni Doğu Lejyonu (Legion D’Orient) kampı

5- Karakol bölgesinde sadece istihbarat amaçlı olarak faaliyet gösteren İngiliz askeri üssü

6- Karakol bölgesinde Türk savaş esirlerinin esir değişimi sonrasında Anadolu’ya gönderilmeleri ve serbest bırakılmalarının ardından aynı askeri kampta tutulan ve Rusya’daki devrim sonrasında Beyaz Rus Ordusu’ndan kaçan subaylar ve diğer personelin kapatıldıkları bir Rus kampı

7- Yunanistan’ın Selanik kentinde konuşlanmış bulunan İngiliz askeri gücü için Kıbrıs’ta katırcı olarak nitelendirilen ve araçların çıkamadığı zorlu arazi şartlarında katırlarla malzeme taşıyan, telefon operatörlüğü, terzilik, aşçılık gibi cephe gerisi görevler yapan ve “Katırcılar” olarak isimlendirilen personelin istihdamı ve bu birlikler için katır temin eden Mağusa’daki askeri karargâh.

8- Düşman telsiz ve radyo konuşmalarını dinleyen, istihbarat toplayan ve istihbarata karşı faaliyetleri yanında çeşitli espiyonaj[3] faaliyetlerinde bulunan İngiltere, Fransa ve zaman zaman İtalya’nın da dâhil olmasıyla oluşturulan çok uluslu bir istihbarat ve dinleme merkezi olarak kullanılan adanın farklı noktalarındaki askeri tesisler.

9- Polemidya (Binatlı) köyünde bulunan ve İkinci Dünya Savaşı sürecinde de kullanılan askeri karargâh ve üs.

10- Mağusa’da konuşlanmış İngiltere’ye ait ve İngiltere’nin müttefikleri tarafından da kullanılan donanmaya ait askeri tesisler.

11- Trodos Dağları’ndakine ek olarak Limasol’da Kyperounta’da açılan yaklaşık 1.500 asker kapasiteli rehabilitasyon kampı ve askeri istihbarat bölgesi


Bütün bunlara ilaveten adanın dört bir yanında 48 farklı istihbarat istasyonu açıldığını, bu istasyonlar vasıtasıyla Kuzey Afrika coğrafyasından klasik ortadoğu bölgesine, bütün Akdeniz’le birlikte Adalar Denizi, Osmanlı başkenti İstanbul ve bugünkü Avrasya coğrafyasına kadar muazzam bir bölgenin kapsama ve sorumluluk alanı olarak alındığını da belirtmekte fayda var. Bu noktada İngiltere ve Fransa ile İtalya’nın işbirliği sonrasında Doğu Akdeniz’de EMSIB adı verilen Doğu Akdeniz Özel İstihbarat Bürosu da göreve başlar.[4] Özellikle İngiltere bu konuda o kadar hassas ve ince düşünmektedir ki Doğu Akdeniz Özel İstihbarat Bürosu temsilcisi Binbaşı Rhys Samson tarafından Mezopotamya arkeolojisi üzerine çalışan arkeolog Leonard Woolley[5] Fransızlarla işbirliği yapmak ve birlikte çalışmak üzere Kıbrıs’a sevk edilir. Böylece Woolley özellikle Haziran 1916 sonrasında Fransız donanmasında görevli istihbaratçılarla birlikte özellikle Kilikya (Çukurova)-Kuzey Suriye hattında elde edilecek istihbaratla yeni bir espiyonaj hattı oluşturacak ve İskenderiye-Kilikya hattında özellikle Alman denizaltılarına karşı bir istihbarat ağı geliştirecektir.[6]

Bugün gelinen noktaya bakacak olursak 1914-1918 Büyük Savaş’ından sonra bugün, yani 100 yıl sonra ise Kıbrıs adası etrafında değişen hiç bir şey yoktur. Echelon adı verilen ve askeri istihbarattan ekonomik istihbarata kadar çok geniş ve kritik bir alanda istihbarat sağlamaya yarayan dinleme istasyonu ABD’nin 24 Ekim 1952 tarihinde kurulan ve ülkenin en iyi korunan ve en sıkı güvenlikli birimi olarak adlandırılan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) tarafından haberleşme uyduları vasıtasıyla uluslararası haberleşmeyi takip etmeyi ve bunlarla ilgili önceden harekete geçmeyi sağlayan bir sistemdir.[7] Bütün dünyayı ve özellikle ekonomik ve askeri istihbarat bağlamında gözetlemeye dayalı olarak faaliyet gösteren bu sistemin varlığı ilk defa olarak 2000 yılında Avrupa Parlamentosu tarafından İngiliz gazeteci ve fizikçi Duncan Campbell’e hazırlatılan bir raporla söz konusu olur.[8] Bu rapora göre başta ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Kanada ve Avustralya olmak üzere bazı ülkeler bütün dünyayı takip etmekte, izlemekte ve ekonomik istihbaratla casusluk yapmaktadır. Ortaya çıkan durum esasında George Orwell’ın ütopik olarak nitelendirilen alegorik politik “1984” isimli romanıyla tam anlamıyla örtüşmektedir ve George Orwell’ın “Big brother is watching you/Büyük kardeş seni izliyor.” ilkesinden hareketle “Büyük kardeş” ABD de tıpkı romanda anlatıldığı üzere bütün dünyayı bu şekilde takip etmektedir. Örneğin bugün genel algı telefon kulübesine giden herhangi bir kişinin iki dudağından dökülecek ve kendince mahremiyeti olan bazı sözcükler NSA ve Echelon tele kulak sistemi sayesinde dünyanın çok farklı bir yerinde istihbaratçılar tarafından çözümlenmeye başlanabilir.[9] Böylece casusluk faaliyetlerinin bitmediği, şartlara ve ihtiyaçlara göre yeniden şekillendirildiği de ortaya çıkacaktır.[10]

Echelon özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında kullanılmaya başlayan küresel istihbarat, takip, kontrol ve gözetim ağının bir parçası olarak da değerlendirilebilir.[11] Bu sistemin diğer özellikleri arasında internet vasıtasıyla gönderilen mesajları bulup kaydetmek, yeraltı kabloları vasıtasıyla gönderilen çeşitli mesajları tespit etmek ve çözümlemek, radyo dalgalarından istifade etmek, özellikle yabancı büyükelçiliklerde gizli ekipmanlar vasıtasıyla kurulmuş olan haberleşme düzeneklerini ve altyapısını çözümlemek, ayrıca dünya üzerinde herhangi bir yerden gönderilen sinyalleri uydular vasıtasıyla bulmak ve onları takip etmek de bulunmaktadır. 6 Eylül 1960 tarihinde Moskova’da bir basın toplantısı düzenleyen eski NSA ajanları matematikçi William H. Martin ve Bernon F. Mitchell ABD’nin çalışmaları konusunda “…NSA’daki faaliyetlerden ABD’nin kendi müttefikleri de dahil olmak üzere 40’tan fazla ülkenin gizli haberleşmelerini okuduğunu biliyoruz. NSA halen 200’den fazla iletişim istihbaratı faaliyetinin içindedir. Dünyada topraklarında dinleme istasyonları kurulan ülkeler de dahil olmak üzere hemen hemen her ülke tarafından yapılan şifreli veya açık bütün iletişim takip edilmektedir.”[12] derler. 2000’li yıllara kadar varlığı gizlenen ve konuyla ilgili hiçbir yorum yapılmayan Echelon konusunda dönemin ABD Genelkurmay Başkanı “Amerikan istihbarat sistemi çerçevesinde uzun soluklu bir faaliyet olduğundan halen devam eden veya iddia edilen istihbarat faaliyetleriyle ilgili olarak konuşmaktan kaçınmalıyız. Bu yüzden bizler özel operasyonların mevcudiyetini ne kabul edebiliriz ne de inkar edebiliriz.”[13] der. Özellikle Amerikalı ve İngiliz yetkililerin yıllar boyunca yok saydıkları, üzerinde hiç yorum yapmadıkları ve tamamen hayal ürünü olarak değerlendirdikleri Echelon sisteminin marifetleri son 20 yıl içerisinde artık gizlenemeyecek duruma gelmiştir. 2000’li yıllardan itibaren dünya kamuoyu tarafından daha yakından takip edilen sistem her ne kadar yeni bir sistem olmasa da daha önce Sovyetler Birliği’nden gelecek muhtemel tehditler ve kaçakçılıkla terörizm[14] alanlarında kullanıldığı tahmin edilen tele kulak sisteminin sanayi casusluğunda da kullanıldığının ortaya çıkması tepkilere neden olur. Echelon denilen istihbarat dinleme istasyonları halen ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda tarafından işletilmektedir. Bunun yanında Kıbrıs’taki Echelon dinleme istasyonu dışında İngilizlere ait Agrotur ve Dikelya’daki sistem de aynı şekilde ABD’nin taleplerine cevap verecek türden altyapıya sahiptir.

Bugün itibarıyla halen ABD Londra ve Cheltenham’da SUSLO[15] adı verilen büroları işletirken Avustralya da Fort Meade’deki Ulusal Güvenlik Ajansı karargâhında kendi ofislerini kurmuş durumdadır. UKUSA (United Kingdom-United States of America) anlaşması çerçevesinde ABD yanında diğer Commonwealth ülkeleri (İngiltere, Yeni Zelanda, Kanada ve Avustralya) böylece dünyanın değişik bölgelerinde denizaşırı istihbarat ve gözetim sorumluluğunu üstlenmiş durumdadırlar. İngiltere böylece Afrika ve Avrupa yanında Ural Dağlarının doğusuna kadar olan bölgenin istihbarat sorumluluğunu alırken Avustralya 8.970.000 km2’lik Okyanusya ve Kanada da daha kuzeyde kalan bölgelerle kutuplar bölgesini alır. Echelon sistemi genel olarak zemine sabitlenmiş antenler vasıtasıyla ticari haberleşme uydularından bilgileri toplayan ve alınan sinyallerin çözümlemelerini istihbarat hedeflerine yönelik olarak yaptıktan sonra verileri değerlendiren ve daha karmaşık uluslararası bir şebekenin parçası olan istasyonlardır ve Echelon kelimesi doğrudan Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı tarafından verilmiş bir kod ismidir. Bu istasyonları kullanan 5 ülke de aynı şekilde Echelon ülkesi olarak adlandırılmaktadır.[16] Yapılan anlaşma genel hükümleri, hedefleri, ekipman ve sinyal istihbaratı casuslarının kullanacakları usulleri kapsamaktadır. Bunlar arasında ilk sırayı ise yapılacak faaliyetlerle ilgili olarak bilmesi gereken kadar prensibi çerçevesinde mutlak disiplin ve gizlilik uygulamasıdır. Ayrıca sisteme dâhil edilmiş olan herkese beyni yıkanmış ve mümkünse ikinci defa beyni yıkanmış olmalıdır. Böylece çalışan herkes bilmesi gerektiği kadar prensibi yanında mutlak gizlilik ve bu gizliliğe olan ihtiyacın hiçbir zaman bitmeyeceği kesin bir ketumiyet içerisinde olmalıdır.

İngiltere yanında müttefiklerine de özellikle askeri ve ekonomik istihbarat sağlayan ve uydu vasıtasıyla yürütülen resmi, ticari, ekonomik ve askeri haberleşmeyi takip etmeyi, kaydetmeyi, çözümlemeyi ve önceden tedbir almayı hedefleyen Kıbrıs’taki Echelon sistemi esasında ABD’nin uzun zamandan beridir adaya yönelik konuşlanma girişimlerinin bir parçasıdır. Echelon’a yönelik tepkiler farklı ülkelerin ulusal güvenliklerini tehdit eden unsurlar olarak değerlendirilmesinin ötesinde “Mahremiyet ve ifade özgürlüğü bütün temel uluslararası ve bölgesel anlaşmalarla tanınan temel insan haklarındandır.“[17] yaklaşımından hareketle insan haklarına aykırı bir uygulama olarak değerlendirilmesindendir.[18] Bununla birlikte söz konusu istihbarat çalışmalarının her adımında insan hakları ihlalleri yapıldığını tespit edebilmek ise pratik olarak neredeyse imkânsız gibidir. 1975 yılında ABD Senato’sunda bir konuşma yapan Senatör Frank Church “İnsan haklarına yönelik tehlike bu teknolojinin o muazzam gücünü insanların özel ve mahrem konuşmalarına çevirmiş olmasında yatmaktadır.”[19] der. Öte yandan askeri, ekonomik ve ticari istihbarata yönelik dinleme ve tele kulak faaliyetlerinin devam ettiği ve her gün milyonlarca sesli, görüntülü ve yazılı mesaj kontrolden geçerken doğaldır ki öncelikle siyasiler, devlet adamları ve hassas konumları ve işgal ettikleri makamlar nedeniyle önem arz eden kişilerin konuşmaları da tele kulaklara takılmaktadır. Bu kapsamda örneğin Watergate Skandalı sonrasında istifa etmek zorunda kalan ABD Başkanı Ronald Reagan, Demir Lady lakabıyla anılan İngiltere eski Başbakanı Margareth Thatcher gibi pek çok siyasi lider de bulunmaktadır. Başta ABD olmak üzere farklı ülkelerde ortaya çıkan tepkilerin bir kısmı da bu kişiler tarafından gösterilen tepkilerdir. Karmakarışık dinleme faaliyetleri çerçevesinde bütün terörist faaliyetler yanında sanayi casusluğu bağlamında da hemen bütün kaynaklara ve verilere erişme imkânı ve şansı yaratan Echelon sistemi bu noktada bazı kısıtlamalara ve olumsuzluklara da neden olmaktadır;[20]

“1-Echelon sistemi yurtiçi veya dışında yaşayan kendi insanlarımızla ilgili özel hayat/mahremiyet olgusunu ortadan kaldırmaktadır. Her şey Büyük Birader tarafından takip edilmektedir. Bu durum ise ticari şirketlere bilgi güvenliği sağlamayacaktır. Ayrıca bu sanayinin büyük ölçüde tahrip olmasına neden olacak ve 19. Yüzyıl sömürgeciliğine sürükleyecektir. Modern kültürümüze de bir tehdit oluşturacaktır.

        2- Bütün askeri sırlar bunları biz ne kadar meraklı gözlerden saklamaya çalışsak da NSA ve müttefikleri için aşikâr şeyler olacaktır. Bütün bu olup bitenleri altıncı hisleri olarak değerlendirdiğimiz bilgisayarları vasıtasıyla görüp duyabileceklerdir. Bu da insanlığın topluca yıkımına neden olacaktır. Tek bir savaş bile bütün insanlığın tamamen ortadan yok olmasına neden olabilir. 

         3- Yukarıda bahsedildiği üzere Echelon sistemleri bizleri terörist saldırılarından koruyabilmek amacıyla geliştirilebilir, fakat bütün bunların dışarıdan müdahalelere karşı koruma altında olduğundan emin olmak zorundayız çünkü eğer böyle bir şey olacak olursa sonuç tam bir felaket olacaktır. Eğer teröristler askeri ve istihbarat sırlarıyla ilgili hassas bilgilere ulaşacak olurlarsa bir dünya savaşına da neden olabilirler…”

Kıbrıs’ta İngiltere ile özellikle ABD’nin yürüttüğü intelijans ve espiyonaj faaliyetlerinde kullanılan istasyonlar arasında Ayios Nikolaos da vardır. Bugün Google Earth programı vasıtasıyla kendisini de deşifre eden GCHQ (Government Communications Headquarters/Hükümet İletişim Karargâhı)’ya bağlı olarak büyük bir harekât merkezi, farklı çaplarda ve fonksiyonlarda 9 anten, hemen yakınlarında çok büyük bir radyo alıcı-verici anten sistemi ile Ayios Nikolaos istasyonu bu görüntüsüyle kendisini ele veren türdendir.[21] Özellikle Ortadoğu coğrafyasına yönelik istihbarat ve elektronik istihbarat bağlamında son derece önemli olan bu istasyonlar İngiltere için hayati önem taşımaktadır. İngiliz hükümran bölgesi olarak kabul edilen Agrotur ve Dikelya üslerinin sınırları incelendiğinde adadaki dört önemli istihbarat merkezinden üçünün bu sınırlar içerisinde kalacak şekilde ayarlandığı ve adeta bir anten şeklinde olan kuzeydoğu sınırıyla Dikelya bölgesinin Ayios Nicholaos dinleme istasyonunun hemen etrafındaki yolu da çevreleyecek şekilde yapıldığı görülecektir. Bu bağlamda incelendiğinde üslerle ilgili olarak belirtilmesi gereken bir başka önemli özellik ise gerekli ve acil hallerde yeni askeri tesisler inşa etmek, adaya asker ve lojistik malzeme sevk etmek ve adanın başka noktalarında bulunan tesislerin buraya nakledilmesi gibi durumlar da göz önüne alınarak üsler bölgesinde muazzzam bir hareket serbestisi sağlandığı ve arazinin cömertçe kullanıldığı görülecektir.

Dünyanın dört bir yanından özellikle askeri ve diplomatik sinyallerin tespit edilmesi için kullanılan yüksek frekanslı antenlerden ayrı olarak Ayios Nikolaos istasyonu istasyonda çalışan operatörlerin binlerce kilometrelik menzili içinde radyo yayınlarını belli bir üçgenin içinde toplayabilmesine, nokta atış yaparak yer tespit etmesine, bu yayınların analizini yapabilmesine yardımcı olan, vericilerin hareketlerini ve güçlerini takip edebilmesine ve böylece askeri birliklerin veya bu tip aktivitelerin sanal elektronik haritalarını çıkarabilmesine yardımcı olan yüksek frekanslı yön bulma sistemlerine de sahiptir. Yüksek frekanslı yön bulma sistemlerinin dışında UKUSA Echelon sisteminin ana parçaları çeşitli amaçlarla yerleştirilmiş olan güçlü radarlar, antenler ve uydu sistemleridir ve bunlar belli bir yükseklikte yörüngeye fırlatılmış uydu sistemlerinin de yardımıyla faks, elektronik posta, internet, mobil telefonlar, cep telefonları, sabit telefonlar ve diğer elektronik cihazları otomatik olarak algılayabilmektedir. Bu arada İngiltere’nin İngiliz askeri gücüyle ilgili çeşitli propaganda amaçlı yayınlarını servis etmek üzere Girne yakınlarındaki Yayla Tepe denilen bir noktada radyo röle istasyonu bulunmaktadır[22] ve 20 Temmuz 1974 tarihine kadar da fiilen çalışmalarına devam etmiştir. Son dönemde deniz altına yerleştirilen fiber optik hatlar nedeniyle Echelon’un bu tür telekomünikasyonu bir parça daha az rağbet görmektedir. Eski Amerikalı casus Edward Snowden’in The Guardian gazetesine anlattıklarına göre ise GCHQ tarafından “Mastery of the Internet” başlığıyla bir proje yürütülmektedir ve bu proje kapsamında “Tempora” adı verilen bir programla İngiltere ve İngiltere’nin denizaşırı toprakları üzerinden geçen internet kablolarına müdahale etmek suretiyle her saniye ziyaret edilen bütün internet siteleriyle ilgili bilgi, elektronik posta haberleşmeleri, haberleşmeler, anlık konuşmalar (chat) ve mesajlaşmalar, bütün internet şifreleri gibi milyarlarca internet bilgisi merkeze akacaktır.[23]

Aynı habere göre İngiliz GCHQ’nun bilgi takibi Amerikan NSA’dan çok daha fazladır ve son 5 yıl içerisinde %7.000 civarında muazzam bir artış göstermiştir. 2010 yılı itibarıyla NSA tarafından Mastery of Internet projesiyle ilgili olarak İngiliz GCHQ merkezine 39.9 milyon sterlinlik bir mali destek verilmiştir. 2011 yılında ise Amerikalılar GCHQ tarafından yapılan masrafın yarısını karşılamışlardır. Son üç yıl içerisinde ise devam eden projelerin sürdürülmesi ve işbirliği çerçevesinde Amerikan NSA tarafından GCHQ’ya 160 milyar dolarlık bir ödeme yapılmıştır.[24] Amerikalıların İngiliz istihbarat faaliyetlerine yönelik mali destek olma çabaları daha sonraki süreçte de devam etmiş, İngilizlerin çeşitli bahanelerle kısıtlamaya gideceklerini açıkladıkları süreçte[25] devreye NSA girerek İngilizleri mali sıkıntıdan kurtarmıştır. Edward Snowden daha sonra the Washington Post gazetesine verdiği belgeler vasıtasıyla İngiltere ve ABD’nin Ortadoğu ve Akdeniz coğrafyasına yönelik istihbarat faaliyetlerinin Kıbrıs’ta bulunan istasyonlardan gerçekleştirildiğini de ortaya koyar;[26]

 “…Ancak Echelon sistemi ile birlikte NATO’nun Kıbrıs’ı üs olarak kullanmak istediği ve Amerikan askerlerini adaya konuşlandırmak istediği iddiaları bitmek bilmemektedir. 6 Temmuz 2000 tarihinde BBC’de Echelon sistemi ile ilgili çıkan yazıda, Echelon casusluk sisteminin Amerikalı yetkililerce varlığının kabul edildiği ve bu sistem ile milyonlarca telefon konuşması, faks ve iletinin bir dakikada taranabildiği belirtilmektedir. Aynı zamanda, Amerika’nın bu metodu terörizm ve organize suçlar için tercih etmekte olduğu açıklanmaktadır. Günümüzde Echelon sisteminin sanayi alanında da kullanılmakta olduğu ve bu yönde casusluk edildiği öne sürülmektedir. Dünyanın birçok yerinde üsleri olan Echelon sisteminin dört ana üssü olduğuna dikkat çekilmekte ve bu üslerin Kıbrıs’taki Ayios Nikolas ve Akrotiri olduğu, Avusturalya’da Hint ve Pasifik okyanusunun ötesine kadar uzanabilen bir ağı olan Geraldton üssü, diğer taraftan da Pasifik’teki Guam üssü ile Hawaii adasındaki Kunia üsleri olduğu açıklanmaktadır. Danimarka’da Ekstra Bladet isimli internet haber sitesinde 17 Kasım 1999’da ‘Echelon benim bebeğimdi.’ başlıklı yazı oldukça dikkat çekicidir. Anılan yazıda Ekstra Bladet’in eski Echelon casusu ile buluştuğu ve anılan kişinin yasadışı siyasi gözetimi nasıl açığa vurduğunu yazmıştır. Bu sistemin inşa edilmesine yardım edenlerden biri olan Margaret Newsham adındaki kadınla yapılan röportajda siyasilerin, sıradan kişilerin, çıkar gruplarının ve özel şirketlerin dinlendiğini, bu dinleme programında Amerikalı siyasilerin bile dâhil olduğunu açıklamaktadır. Echelon kurulması önerisini de NSA’nın yaptığını belirtmektedir. Uydu ve kompüter programları ile bu dinlemelerin yapıldığını ifade eden Newsham, dünyadaki tüm elektronik iletişimleri, iletileri, telefonları ve faksları kontrol altına alabildiğini, önemli siyasi hareketlenmeleri, dost ve ittifak ülkelerin ekonomik faaliyetlerini dâhil izleyebildiğini bahsetmektedir…”

Edward Snowden’in açığa çıkardığı GCHQ belgelerine göre İngiltere ve ABD 2012 yılında da bir başka proje üzerinde çalışmışlar ve Operation Mullenize adı verilen bir internet takip programı geliştirmişlerdir. Bu projeye göre konuyla ilgili olarak “kendini adamış personel tarafından çok sıkı bir iş” çıkartılmaktadır ve istihbaratın toplandığı merkezler ise Benhall, Bude ve Sounder olarak görülmektedir. The Guardian gazetesi ise burada bahsedilen istihbarat karargâhlarının GCHQ’nun İngiltere Benhall’deki ana karargâhı, ayrıca Cornwall’in Bude kasabasında bulunan bir ara istasyonu ve ısrarla nerede olduğu belirtilmeyen “yurtdışında tanımlanamayan bir yerdeki” diğer istasyonun da Kıbrıs’ta olduğunu yazar.[27] Her ne kadar “Sounder” kod ismiyle Kıbrıs’taki Ayios Nikolaos üssü saklanmaya çalışılsa da daha sonra buranın kimliği de deşifre olacaktır.[28] The Guardian’a göre Sounder kod ismi daha önce eski NSA Başkanı General William Odom’un günlüklerinde ortaya çıkmıştır ve General Odom’un arşivlenmiş istihbarat notlarında araştırmalar yapan Amerikalı istihbarat yazarı Matthew Aid tarafından bulunmuştur. 1988 yılında General Odom ile İngiliz GCHQ Direktörü Peter Marychurch arasında geçen bir görüşmede Sounder’ın esasında Kıbrıs’ın kod ismi olduğu ortaya çıkmıştır. Peter Marychurch bu görüşmede Amerikan NSA’nın Kıbrıs’taki maliyetin bir kısmını karşılayacağını ve Sounder’ın doğrudan Ayios Nikolaos istasyonu olduğunu da belirtir. Bu arada Alman Süddeutsche Zeitung gazetesi ise İngiliz GCHQ tarafından en az 14 farklı deniz altı internet hattının İngiltere tarafından takip edildiğini, bunlar arasında Atlantik Okyanusu, Afrika, Batı Avrupa ve Avrupa’dan Asya’ya uzanan internet hatlarının da bulunduğunu belirtir. Bu sistemin içerisinde özellikle Ortadoğu’ya yönelik hatlar söz konusu değildir ve İngiltere ile ABD’nin imdadına Kıbrıs’taki Ayios Nikolaos istasyonu yetişir. Akdeniz’den geçen deniz altı fiber optik internet kabloları Kıbrıs’ı doğrudan ve son derece tabii bir casusluk üssü haline getirir. Doğu Akdeniz’de deniz dibini işgal eden fiber optik kablolar Doğu Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasını birbirine bağlayan hatlardır ve Kıbrıs’ı İsrail’e, Kıbrıs’ı Suriye’ye bağlayan hatlar yanında Kıbrıs’tan Lübnan’a, Kıbrıs’tan Mısır’a, Türkiye’ye, Yunanistan’a, İtalya’ya ve hemen bütün Akdeniz coğrafyasına bağlanan hatlar da bulunmaktadır ve bunlar İngiliz-Amerikan ortak yapımı casusluk faaliyetinin de can damarlarıdır. Bu kapsamda France Telecom, AT&T ve Slovak Telekom gibi kuruluşların yanı sıra Türk Telekom kabloları da dinlenmiş, kayıt altına alınmıştır.[29] Bunlara ilaveten Güney Doğu Asya, Ortadoğu ve Batı Avrupa’yı birbirine bağlayan SEA-ME-WE3 ana hattı da doğrudan Kıbrıs yakınlarından geçmektedir. Böylece halihazırda kullanılan 14 farklı fiber optik internet hattı yanında yenileri de planlanmaktadır ve böylece bütün Ortadoğu coğrafyası, İspanya’dan Mısır’a, Türkiye’den Yunanistan ve İtalya’ya kadar bütün Akdeniz bölgesi ile Avrasya coğrafyası İngiliz GCHQ ve Amerikan NSA birimlerinin avucunun içinde gibidir. Konuyla ilgili olarak 6 Kasım 2013 günü bir açıklama yapan İngiltere Dışişleri Bakanı David Lidington ise güvenlik ve istihbarat faaliyetleriyle ilgili olarak hiçbir yorum yapmayacağını belirttikten sonra bu fiber optik hatlarla ilgili kabul veya ret ifadesi kullanmadan Kıbrıs açıklarından geçen hatların GCHQ tarafından müdahale görmediğini söyler.[30] Fiber optik deniz altı hatlarıyla yapılan internet haberleşmesi deniz altından geçerek ana karaya bağlanmakta ve burada bir ara istasyon sonrasında ise yeniden deniz altına inmektedir. İşte bu süreç sırasında bu hatlara farklı bir bağlantı yapılmakta ve denizaltındaki bilgi akışı aynı anda iki farklı merkeze doğru yönlendirilmektedir. Kıbrıs’ta bütün bunları yapan ise Ayios Nikolaos istasyonudur. İngilizlerin Kıbrıs’ta işini kolaylaştıran bir başka husus ise bu faaliyetlerin merkezi telekomünikasyon kurumlarının desteği olmadan yapılamayacağı hususudur. İngiltere’de Telecom şirketinden büyük altyapı desteği alan İngiltere ve ABD Kıbrıs’ta ise üsler konusunda 1960 yılında yapılan anlaşmanın 6. maddesi gereği bu desteği Kıbrıs Cumhuriyeti telekomünikasyon idaresinden alacaktır. 21 Aralık 1963 sonrasında Kıbrıslı Türklerin ortaklık anlaşmasından ayrılmasının ardından bugün Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Kıbrıslı Rumlar temsil etmektedir. Böyle olunca da AB üyesi GKRY anlaşma gereği resmen İngiltere’ye “danışmanlık ve işbirliği hizmeti” vermeye mecburdur. İronik olansa Rumların bir yandan adadaki istihbarat ve tele kulak faaliyetlerine tepki göstermeleri, öte yandan resmen buradaki faaliyetlere farklı isimler ve başlıklar altında da olsa Kıbrıs Telekomünikasyon Kurumu (Cyprus Telecommunications Authority/CYTA) vasıtasıyla yardımcı olmalarıdır. Kıbrıs Rum Telekomünikasyon Kurumu tarafından İngiltere’nin Ayios Nikolaos istasyonu vasıtasıyla yürüttüğü faaliyetlere destek verilip verilmediği veya bu konuda kurumun bilgisinin olup olmadığı sorusuna ise Rum yetkili Lefteris Christou “CYTA’nın tamamıyla müşterilerinin bilgi korumayla ilgili haklarına yönelik Avrupa yönergesine uyduğunu, bilgi mahremiyeti konusunda ortaya çıkabilecek herhangi bir yasadışı faaliyetin içinde olmadığını, CYTA’nın kesinlikle AB standartları ve normları altında hizmet verdiğini, müşterilerinin kişisel bilgilerini koruyan uluslararası anlaşmalara bağlı olduğunu da belirtir.[31] Christou ayrıca CYTA’nın AB’nin sıkı yaptırımları ve kuralları çerçevesinde faaliyette bulunduğunu, kişisel hakları ve mahremiyeti bozacak davranışların söz konusu olamayacağını da belirtir. Lefteris Christou bununla birlikte adı geçen yönergenin kamu güvenliği, savunma ve devlet güvenliğini ilgilendiren operasyonları kapsamadığı konusunda ise yorum yapmaktan kaçınır. Christou ayrıca devlete ait operatörlerin ciddi hukuki suçlar işlendiğinde, kanunlara karşı gelindiğinde ve kanunlar ihlal edildiğinde, ayrıca ulusal güvenlik söz konusu olduğunda kişisel bilgilerin paylaşımına müsaade etmediklerini söylemiştir. Edward Snowden tarafından deşifre edilen belgelere göre Kıbrıs merkezli yürütülmekte olan operasyonların devam edeceği, mali olarak destekleneceği ve “Amerikalı müşterilerle sağlıklı ilişkilerin de devam edeceği”[32] belirtilmektedir.

Bu bağlamda dünyanın en geniş fiber optik hattı olan ve TAE olarak bilinen Trans Asia-Europe isimli 721 kilometrelik hat[33] Çin, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Türkiye, Belarus, Polonya, Macaristan, Avusturya, Almanya, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Pakistan ve Afganistan’ı kapsamaktadır.[34]  Diğer bir hat ise 172 kilometrelik bir denizaltı hattıdır ve İran’ı küresel iletişim hatlarına bağlamaktadır. İran’ın bir diğer iletişim hattı ise 1993 yılında Fransa, İtalya, Rusya ve Çin’in yardımlarıyla tesis edilen Zühre (Venüz) isimli 2 uydudan oluşan sistemdir.[35] Bütün bu hatlar Echelon sistemleri tarafından takip edilmektedir ve bunları gerçekleştirebilmek amacıyla özellikle CIA tarafından istihbarat, güvenlik, terörizm gibi çok farklı konularda ABD dışında onlarca uçak da üs, karargâh veya ara istasyon olarak kullanılmaktadır.[36] Bu operasyonlarda kullanılan bazı uçaklar Kasım 2002-Eylül 2005 arasında kayıtlarda 110 iniş ve kalkışı görülen ve İnsan Hakları İzleme Komitesi raporlarında “CIA tarafından Avrupa, Afganistan ve Ortadoğu’da 2003 ve 2004 yıllarında çeşitli tutsakların taşınması için kullanılan uçak”[37] olarak belirtilen EN313P (Boeing 737), Şubat 2001-Kasım 2005 arasında 80 uçuşu kaydedilen Gulfstream IV, Amerikan Başkanlık Havacılık Dairesi (Presidential Aviation)’ne bağlı Gulfstream III, Amerikan istihbaratçıları tarafından en çok kullanılan uçaklar arasında bulunan Gulfstream V, genellikle Frankfurt Havalimanı’nda bekletilmekte olan ve “Amerikan Ordusunun yolcu makinesi” olarak adlandırılan N368CE, Frankfurt-Taşkent arasında 15 ve Frankfurt-Bakü arasında 38 defa uçuşu tespit edilen N2189M, N1HC, genellikle Guantanamo’ya esirleri nakletmek için kullanılan N50BH (Gulfstream III), 7 Mart 2005 tarihinde İstanbul’a gelmesi Türk basınında da tartışmalara neden olan N221SG, özel bir şirkete ait olan ve kimliği konusunda hala tereddütlerin yaşandığı N168BF, 15 Kasım 2005 tarihinde gizli bir CIA esirini almak üzere harekete geçen ve İstanbul’a (Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı) da uğrayan N168D, N505LL, N4557C, N8213G, N6161Q, N8183J, N187D, N196D, N5139A’dır. Bu uçaklarla özellikle 2000-2005 döneminde yapılan binlerce gizli istihbarat amaçlı uçuş ise ABD, İngiltere ve Almanya’da çeşitli havaalanlarıyla Adana’da İncirlik, Diyarbakır, Antalya, Ankara, İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı, İstanbul Atatürk Havalimanı, Valensiya, Vilnius, Tiran, Reykjavik, Cibuti, Hurghada, Erivan, Muscat, Split, Selanik, Tiblis, Luxor, Kıbrıs’ta Uluslararası Larnaka Havalimanı, Baf Havaalanı, İngiliz egemen askeri Agrotur ve Dikelya üssüne de yapılır. Avrupa Konseyi tarafından CIA’nın terör şüphelisi olarak yasadışı bir şekilde tutukladığı ve bu insanlar için hapishane olarak kullandığı, söz konusu bu istihbarat uçaklarının hazırlandığı, uçuş personelinin görev beklediği ve CIA ajanlarının görev değişimi yaptığı yerler arasında GKRY sınırları içindeki Larnaka Havalimanı yanında Agrotur Üssü ilk sırada yer almaktadır. Binlerce gizli uçuş yapılan bu havaalanları arasında Frankfurt, Parnu, Kuveyt, Dubai, Luton, Dublin, Frankfurt, Bakü, Amman, Glasgow, Taşkent, Bükreş, Rabat, Kabil, Abu Dabi, Bağdat, Amman, Üsküp, Palma de Mallorca, İbiza, Porto, Al Udeid, Dubai, Malta, Köstence, Prag, Santa Maria, Iraclion, Atina, Milano, Berlin, Münih, Bratislava, St. Petersburg, Bombay, Hannover, Rotterdam, Brüksel, Amsterdam, Zürih, Orebro, Firenze, Brindisi, Cannes, Sevilla, Tenerif, Kerkira, Keflav, Cenevre, Ohrid, Ljubljana, Malmö, Cenova, Anvers, Barselona, Köln, Nice, Paris, Roma, Palermo, Malaga, İslamabad, Yeni Delhi, Tel Aviv, Misurata, Riyad, Aşkabad, Bahreyn, Shannon, Kahire de bulunmaktadır.[38] 11 Eylül 2001 sonrasında ABD’nin açıkladığı üzere terörle mücadelenin bir parçası olarak algılanan bu operasyonlar daha sonraki süreçte basın-yayın organları tarafından deşifre edilmeye ve başta Human Rights Watch and Amnesty International gibi uluslararası insan hakları örgütleri tarafından sert bir şekilde eleştirilmeye başlanır.[39] ABD’nin yasadışı faaliyetleri ve insan haklarına kayıtsız sert tutumu nedeniyle eleştirilmeye başlaması ve bütün dünyada bununla ilgili ciddi bir kamuoyu oluşmaya başlamasının ardından Avrupa Konseyi de bir araştırma komitesi kurulmasına karar verir. Konuyla ilgili olarak İsviçreli senatör Dick Marty tarafından hazırlanan bir rapor 7 Haziran 2006 tarihinde Avrupa Konseyi’ne sunulur. CIA’nın faaliyetleri her ne kadar bu raporda dile getirilmiş olsa da dünyanın dört bir tarafında CIA tarafından yürütülen gizli operasyonların tamamına ve ayrıntısına erişmek mümkün olmayacaktır. Komite tarafından CIA operasyonlarına göre ülkelerin üç farklı kategoride ele alındığı bu rapora göre gözaltına alınanların işkencelerden geçirildikleri ve insan haklarının hiçe sayıldığı ülkelerin başında Romanya ve Polonya gelmektedir. İkinci grupta bulunan GKRY, İspanya, Türkiye ve Almanya ise bu gizli operasyonlar için bekleme noktası ve atlama tahtası olarak kullanılan ülkelerdir. Üçüncü grupta bulunan İrlanda, İngiltere, Portekiz, Yunanistan ve İtalya ise genellikle konaklama ve geçiş noktası olarak kullanılmış ülkeler arasındadır. Bu konuyla ilgili bilgi deşifre olmaya ve kamuoyuyla paylaşılmaya başlandığında GKRY hükümeti ise bu konuda hiç bilgisi olmadığı yönünde bir açıklama yapmak zorunda kalır. Bununla birlikte Amnesty International tarafından 6 Nisan 2006 tarihinde yapılan açıklamada yasadışı tutuklamalar ve gözaltına almalarla CIA faaliyetlerine destek veren ülkelerle ilgili bir liste yer alır ve bu listede GKRY de bulunmaktadır. Aynı konuyla ilgili olarak 10 Haziran 2006 günü bir açıklama yapan GKRY İletişim Bakanlığı ise ABD adına böyle bir talepte bulunulmadığını ve GKRY hükümetinin de böyle bir müsaade ve onay vermediğini belirtir. Hemen ardından ABD Dışişleri Bakanlığı da Amerikan hükümetinin GKRY hükümetini terör şüphelilerinin taşınması ve alıkonulması hakkında hiç bilgilendirmediğini açıklarken hemen ardından 2004’te gerçekleştirilen 7 değişik operasyonla ilgili olarak Amerikan malı özel uçakların inişiyle ilgili teknik yardım talep edildiği ve GKRY’nin de bu konuyla ilgili teknik desteğin verildiğini de ilave eder. Burada söz konusu olan teknik yardım ise akaryakıt dolumudur. Avrupa Konseyi raporu ise GKRY havalimanlarının sadece teknik yardım için değil, doğrudan altyapı desteği ve konaklama için kullanıldığını, bu tip operasyonların ise GKRY’nin bilgisi olmadan yapılabilmesinin ise Senatör Dick Marty’nin de raporunda “Pek çok Avrupa ülkesinde yetkililer CIA’nın bu operasyonlarına katılmışlardır. Diğerleri ise bilmelerine rağmen bilmiyormuş gibi davranmışlar veya bilmek istememişlerdir.” şeklinde ifade ettiği üzere bunun imkânsız olduğunu göstermektedir. Böylece Kıbrıs’ta GKRY’nin CIA’ya sağladığı altyapı desteği ve verdiği hizmetlerle operasyonlara doğrudan katılan ve destek veren ülkeler arasında gelmektedir. 1 Haziran 2004 tarihinde Princeton Üniversitesi J.F. Kennedy School of Government’ta bir konuşma yapan dönemin GKRY Başkanı Tassos Papadopulos ise 11 Eylül 2001 sonrasında hükümetinin terörle mücadele konusunda aktif bir şekilde uluslararası güce dâhil olduğunu ve teröre karşı o günden bu yana çok ciddi adımlar atıldığını belirtir. 2 Mayıs 2006 günü Eleftheros Tipos’a verdiği röportajda Papadopulos GKRY’nin ABD karşıtı olmadığını belirtikten sonra “Tam tersine biz ABD’ye iyi niyetimizi çok farklı şekillerde gösterdik; ancak bunlardan şimdi burada bahsetmek doğru olmayacaktır.” der. Rumların ABD yanlısı yaklaşımları son olarak Irak karşıtı operasyonda ve terör şüphelisi olarak aranan veya silah kaçakçılığı yaptığından şüphelenilen Kıbrıs bandıralı gemilerin aranmasına yönelik verdiği müsaadedir.

Sonuç Yerine

Kıbrıs adası Doğu Akdeniz’de işgal ettiği stratejik pozisyon nedeniyle dünyanın kaynayan kazanlarından birisi olmaya devam etmektedir. Son 100 yıllık süreç bu ada etrafında yaşanılan çatışma, mücadele ve savaşların boyut değiştirdiğini, artık bazılarınca söylendiği üzere Kıbrıs’ın sadece Kıbrıslı Türklerle Rumlar ya da Garanti Antlaşmasına imza atan Türkiye ile Yunanistan arasında bir sorun olmadığını, istihbarat ve istihbarata karşı koyma yanında özellikle ekonomik güvenlik ve çıkar çatışmaları bağlamında espiyonaj (sanayi casusluğu) ve kontr-epiyonaj mücadelelerine de sahne olduğunu göstermektedir. Muhtemel bir büyük savaşın söz konusu coğrafyada su eksenli olarak çıkacağını belirtenlerin fikirlerinden hareketle adaya Türkiye tarafından nakledilmeye başlanan ve muazzam psikolojik algı operasyonları ve dezenformasyon çabalarıyla örtülmeye çalışılan KKTC Su Temin Projesi halen KKTC devletinin elindeki tek ve en güçlü koz olarak durmaktadır. Neredeyse bütün küresel, kıtasal ve bölgesel güçlerin ekonomik, stratejik ve askeri menfaatleri doğrultusunda cirit attıkları bu coğrafyada Kasparov hamleleri gibi akıllı adımlar atılmasında ve ufkun ötesini görebilmekte Türkiye ve KKTC adına büyük fayda vardır. Bu çalışma kapsamında Kıbrıs’ın pek de irdelenmeyen ya da ön plana çıkartılması istenmeyen farklı bir yüzüne echelon ve istihbarat bağlamında bakılmaya çalışılmıştır. Şüphesiz konu çok daha karmaşık, komplike ve enternasyoneldir. Sözün özü Kıbrıs’ta futbol sadece futbol değildir.

DİPNOTLAR;

[1] ATASE, K.2680, D.210, F.1-4.

[2] Andrekos Varnava, “Imperialism First, the War Second; the British, an Armenian Legion, and Deliberations on Where to Attack the Ottoman Empire, November 1914-April 1915”, Historical Research, Volume 87, No 237, Ağustos 2014, s. 535. Edward Erickson, “Bayonets on Musa Dagh;Ottoman Counter Insurgency Operations 1915”  The Journal of Strategic Studies, Volume 28, No 3, June 2005, s.542-543

[3] Defense Personnel Security Research Center, Espionage and Other Compromises of National Security, Monterey/Kaliforniya, 2 Kasım 2009, s. 1-64. TC Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı tarafından 11 Ocak 2008 tarihinde Sayı B.02.0.001/32 ile gönderilen soru önergesi cevabi yazısı.

[4] EMSIB’ın Mısır/Kahire merkezli olarak Doğu Akdeniz’e yönelik ilk faaliyete geçmesi düşüncesi Aralık 1915 tarihinde Binbaşı F. Hall tarafından Yarbay G. F. Clayton’a gönderilen bir mektupla olur ve ardından düğmeye basilar. Konuyla ilgili olarak hemen ardından Merkezi Özel İstihbarat Departmanı/İngiltere’ye gönderilen General Sir John Maxwell imzalı yazı ise yerine ulaşamadan kaybolurken Malta’da bulunan İngiliz istihbaratçıları devreye girer ve işbirliği başlatırlar.  FO. KV.I.17, M.I.5 D Branch Report; Imperial Overseas Intelligence; Eastern Mediterranean Section and Appendices, s. 4.

[5] İngiliz arkeolog Sir Charles Leonard Woolly (17 Nisan 1880-20 Şubat 1960) “Bronz Çağ Kıbrıs Testiciliği/The Cypriot Bronze Age Pottery” kitabının da yazarıdır. Bu çalışmanın konusu olmamakla birlikte savaşın orta yerinde ve bu kadar yoğun askeri faaliyetlerin yaşandığı adada büyük yetkilerle donatılmış ve kendi bilimsel çalışmaları yerine askeri istihbarat üzerine çalışması yönünde görevlendirilmiş bir arkeoloğun Kıbrıs tarihine yönelik nasıl çalışmalar yaptığı bu açıdan da irdelenmelidir. İlginçtir ki Woolly’nin Hitit uygarlığına ait 1912-1914 ve 1919 yıllarında Karkamış kenti kazıları sırasında en büyük yardımcısı ve işbirlikçisi Arabistanlı Lawrence olarak da bilinen İngiliz casusu E. T. Lawrence’dır.

[6] Yigal Sheffy, British Military Intelligence in the Palestine Campaign 1914-1918, Telaviv University, Frank Cass and  Co Ltd., Londra, 1998, s. 157.

[7] Duncan Campbell, , Development of Surveillance Technology and Risk of Abuse of Economic Information, European Parliament Directorate General for Research, Lüksemburg, Ekim 1999, s. 12.

[8] Avrupa Parlamentosu tarafından hazırlanan 22-23 Ocak 2001 Brüksel Toplantısı kapsamında Echelon Sistemlerinin Çalışmasıyla İlgili Geçici Komite Raporu Brüksel, 2001, s. 1

[9] Örneğin eski CIA Direktörü William Colby tarafından Amerikan Senatosu’na yapılan açıklamada NSA’nın ABD’de bütün telefonları dinlediği, ticari haberleşmelere müdahil olduğu ve elçiliklerin şifreli mesajlaşmalarının da deşifre edildiği belirtilir. Time Out, 21-27 Mayıs 1976. Ayrıca Bkz. David Medline, Rachel Brand, Elisabeth Collins Cook, Report on the Telephone Records Program Conducted under Section 215 of the USA Patriot Act and on the Operations of the Foreign Intelligence Surveillance Court, Privacy and Civil Liberties Oversight Board, Washington DC, 23 Ocak 2014, s. 108..

[10]Ali Çimen, a.g.e., s. 248.

[11] Duncan Campbell’ın “Inside Echelon; Top Secret” başlıklı yazısından aktaran http://www.bibliotecapleyades.net/ciencia/echelon01.htm. Erişim tarihi 4 Temmuz 2014.

[12] Jean-Philippe Décarie-Mathieu, “The History, the Players and the Stakes behind Echelon, Monitoring Technologies and Global Surveillance”, GSEC Practical Assignment, Global Information Assurance Certification Paper, SANS Institute, 2005, s. 5. Duncan Campbell, a.g.e., s. 54.

[13] Duncan Campbell, Interception Capabilities 2000, Edinburgh/İskoçya, Nisan 1999., s. 54.

[14] Kelly R. Buck, Technical Report of Screening for Potential Terrorists in the Enlisted Military Accessions Process, Defense Personnel Security Research Center (PERSEREC), Washington DC, Nisan 2005, s. 3.

[15] Strategic United States Liaison Office

[16]Avrupa Parlamentosu tarafından hazırlanan 22-23 Ocak 2001 Brüksel Toplantısı kapsamında Echelon Sistemlerinin Çalışmasıyla İlgili Geçici Komite Raporu Brüksel, 2001, s. 1

[17] Durum böyle olınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yaptığı “Echelon kullanımı özel haberleşmeye müdahale olduğuna göre bu durum özel hayatla ilgili olguya bir saldırı olarak değerlendirilebilir …” yaklaşımına göre de tepki çekmeye devam eder.  Kevin J. Lawner, “Post-September 11th International Surveillance Activity- A Failure of Intelligence: The Echelon Interception System&Fundamental Right to Piracy in Europe”, Pace International Law Review, Cilt 14, Sayı 2, Sonbahar 2002, s. 32.

[18] Kevin J. Lawner, a.g.m., s. 30.

[19] Duncan Campbell, Signals Intelligence and the Human Rights-the Echelon Report, Electronic Privacy Information Center, Washington DC, 2000, s. 4.

[20] Gaurav Vıjay, A Seminar Report on Tempest and Echelon, Malavia National Institute of Technology, Jipur, 2010, s. 31-32

[21] L’Espresso, 5 Kasım 2013.  Ayrıca bkz. http://espresso.repubblica.it/inchieste/2013/11/04/news/the-history-of-britishişgal -intelligence-operations-in-cyprus-1.139978. Erişim Tarihi 4 Nisan 2014.

[22] Brendan O’Malley, a.g.e., s. 140.

[23] L’Espresso, 5 Kasım 2013.  The Washington Post, 29 Mayıs 2014. Ayrıca bkz. http://espresso.repubblica.it/inchieste/2013/11/04/news/the-history-of-british-intelligence-operations-in-cyprus-1.139978. Erişim Tarihi 4 Nisan 2014.

[24] Duncan Campbell, Interception Capabilities 2000, Edinburgh/İskoçya, Nisan 1999., s.248.

[25] Örneğin İngiltere Savunma Bakanı Bob Ainsworth 15 Aralık 2009 tarihinde yaptığı açıklamada özellikle Afganistan savaşına yönelik maliyetin 900 milyon sterlini aştığını belirterek savunma bütçesinde kısıtlamalara gideceklerini açıklar ve İngiltere’nin askeri yapısıyla ilgili olarak Leicestershire’daki Kraliyet Hava Kuvvetleri karargahında 3.500 kişilik kışlanın kapatılacağını, Savunma Bakanlığında çalışan sivillerin sayısının azaltılacağını, Moray’da bulunan 1.800 kişilik askerigücün azaltılacağını, yaklaşık 7.500 personelin işsiz kalacağını ve personel sayısında azaltmaya gidileceğini belirtir ve RAF Harrier ve Tornado uçaklarının bulunduğu filoların da 2/3 oranında azaltılacağını, ayrıca mayın tarama, keşif ve takip ve deniz helikopterleri sayısında kısıtlamaya gidileceğini belirtir. Ainsworth ayrıca keşif ve istihbarat faaliyetleriyle ilgili olarak da kısıtlamaya gideceklerini belirtir. Bununla birlikte bütün bu kısıtlamalardan etkilenmeyen tek denizaşırı İngiliz üssü Kıbrıs olacaktır. The Telegraph, 15 Aralık 2009

[26] http://ahmetdursun374.blogcu.com/kibris-oldukca-gizli-kripto-echelon-kibris-ta/2959707. Erişim tarihi 8 Temmuz 2014.

[27] L’Espresso, 5 Kasım 2013.  The Washington Post, 29 Mayıs 2014. Ayrıca bkz. http://espresso.repubblica.it/inchieste/2013/11/04/news/the-history-of-british-intelligence-operations-in-cyprus-1.139978. Erişim Tarihi 4 Nisan 2014.

[28] Nicky Hager ve Stefania Maurizi’den aktaran L’Espresso, 5 Kasım 2013.

[29]Bugün, 7 Kasım 2013

[30] The Telegraph gazetesinin haberi ise on milyonlarca elektronik porta, telefon konuşmaları, çeşitli mesajlar ve diğer internet bazlı faaliyetin GCHQ tarafından takip edildiğini yazar. Cyprus Mail, 7 Kasım 2013.

[31] L’Espresso, 5 Kasım 2013.  Ayrıca bkz. http://espresso.repubblica.it/inchieste/2013/11/04/news/the-history-of-british-intelligence-operations-in-cyprus-1.139978. Erişim Tarihi 4 Nisan 2014.

[32] L’Espresso, 5 Kasım 2013.  Ayrıca bkz. http://espresso.repubblica.it/inchieste/2013/11/04/news/the-history-of-british-intelligence-operations-in-cyprus-1.139978. Erişim Tarihi 4 Nisan 2014.

[33] Jason P. Patterson,  Developing a Reliable Methodology for Assessing the Computer Network Operations Threat of Iran, Naval Postgraduate School, Monterey, Kaliforniya, Eylül 2005, s. 9.

[34] Jason P. Patterson,  a.g.e., s. 9.

[35] Jason P. Patterson,  a.g.e., s. 9.

[36] ABD’nin bugüne kadar gerçekleştirdiği yüzlerce bu tip operasyonla ilgili olarak hangi tip uçakların ne zaman, nerede, nasıl kullanıldığı konusunda son derece ayrıntılı bilgi www.statewatch internet sitesinden takip edilebilir.

[37] http://www.statewatch.org/news/2006/jun/ep-cia-inq-research-report-Rapporteur.pdf. Erişim tarihi 3 Ocak 2014.

[38] Söz konusu bu uçaklarla ilgili hazırlanmış ayrıntılı bir rapor için bkz. http://www.statewatch.org/news/2006/jun/ep-cia-inq-research-report-Rapporteur.pdf. Erişim tarihi 3 Ocak 2014.

[39] The Washington Post, 3 Kasım 2005.


http://misak.millidusunce.com/dunden-bugune-kibris-ve-stratejik-onemi/

***

27 Şubat 2017 Pazartesi

KIBRIS’TA TÜRKLÜK BİLİNCİNİN SİYASAL SÜRECE ETKİSİ BÖLÜM 2



 KIBRIS’TA TÜRKLÜK BİLİNCİNİN SİYASAL SÜRECE ETKİSİ BÖLÜM 2


II. Dünya Savası Sonrası İngiltere’nin Değişken Kıbrıs Politikası 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere savaştan, dünya lideri olarak değil gerileyen emperyalist bir güç olarak çıkmıştı. İngiltere İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğuda büyük kayıplar yaşamıştı. Ancak İngiltere’nin Kıbrıs’ı da yitirmeye hiç tahammülü yoktur (Kızılyürek,2011b:45). Bunun aksine İkinci Dünya Savaşı’ndan yeni bir süper güç olarak çıkan 

ABD, İngiltere’den farklı olarak yeni bir strateji izleyecekti. Bu bağlamda ABD’nin, sömürge-yarı sömürge bölgelerinde parçalara ayrılmış küçük küçük ve bağımsız devletler kurmalarını teşvik ettiği görülmektedir (Kızılyürek,2011b:45). Bu anlamda ABD’nin Enosis ile politikaları noktasında ortak hedeflerde bulaşabilecekleri anlaşılmaktadır (Kızılyürek,2011b:45). ABD için adada büyük bir potansiyel vardır. 

Buna mukabil, İngiltere ise adadaki Türkleri kalkan niyetine kullanmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Zira bu dönemde Kıbrıs Türk halkının, kendisinin temsilcisi olarak kabul ettiği Sir Mehmet Münir’e, Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu ( KATAK-1943 ) 7.  İngilizlerin teşviki ile kurdurulmuştur (Gazioğlu;1996:335–Kızıl yürek;2011b:45). İngilizlerin de teşvikiyle, en azından müsaadesiyle, Enosis’e karşı çıkacak güçlü bir ses olarak ortaya çıkan KATAK’a, Dr. Fazıl Küçük de destek verir. Lakin Dr. Fazıl Küçük, 12 Ocak 1944 tarihinde, buradan ayrılarak “Kıbrıs Türk Milli Halk Partisini” kuracaktır (Küçük,2010:288). Kıbrıs Türk Milli Halk Partisi kısa sürede ada genelinde yayılmış; Türkler arasında büyük rağbet de görmüştür (Keser,2007:33). Diğer taraftan Rumların Enosis düşüncesi de çığ gibi büyümektedir. İngilizler, Rumların bu gidişatını engellemek için bir müdahaleyi göze almak yerine onları durduracak nitelikte gördükleri Türk toplumunu, Türk milliyetçiliğini körüklemekteydi. 

Kıbrıs’ta Yeraltı Örgütleri 

Ayrılıkçı Rumlar 1950 yılında plebisit yaparak adanın Yunanistan’a bağlanmasını istedi. Kıbrıs asıllı eski bir Yunan subayı Georges Grivas öncülüğünde Atina’da EOKA8 adlı yeraltı örgütü kuruldu (Copeaux,E-Copeaux,C.M,2009:41). Rumlar, milli davaları olan Enosis’i, silahlı bir hareketle, kısacası darbeyle sonuç landırmayı hedeflemekteydi. Başlangıçta İngilizlerden hiç bir destek görmedikleri için, hedefleri yönünden en büyük engel olarak gördükleri noktaya yöneldiler; böylece EOKA’nın ilk silahlı eylemleri İngilizlere karşı başlamıştı. Daha sonra İngiliz yönetiminin Türklerden polis gücünü takviye etmesini bahane ederek silahlı eylemlerini Türklere9 de yönlendirmişlerdir (Özdemir,2012:348-349). Bu gelişmeler, haliyle adada yaşayan mevcut iki toplumu karşı karşıya getirecektir. 

Bu esnada, Ankara’nın da ön ayak olmasıyla, adada, Türkler tarafından Türk Mukavemet Teşkilatı10 (TMT) adıyla bir örgüt kurulur (Alasya,1992:44). Bu örgütün başlangıçtaki amacı Kıbrıs’taki Türklerin kendilerini korumasıdır (Bölükbaşı,2001:69). Ancak TMT, giderek EOKA’nın yöntemlerini aynen kullanmaya başladı (Bryant, 2007:212-Copeaux,E-Copeaux,C.M,2009:45). 

Böylece her iki örgüt de kendi toplumlarına düşüncelerini anlatarak bunun içselleşmesini sağladılar. 

Kıbrıs Cumhuriyeti ve Sonrası Gelişmeler 

Bu gelişmeler üzerine İngiltere, adanın elinden gideceğini anlayınca kendi kazanımlarını garanti altına alıp işin içine Türkiye ve Yunanistan’ı katarak bir antlaşma yapılmasına destek verdi (Tam çelik,2013:734). Bunun devamında 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Bu antlaşmada Türklere ve Rumlara çeşitli haklar verildi. Antlaşma Kıbrıs’ta yaşayan ne Rumları ne de Türkleri tatmin etmişti11; Zira Rumlar (Ek4), Enosis düşüncesinden asla vazgeçmemişlerdi. Türklerin memnuniyetsizliği ise adanın iki toplum arasında Taksimi12 tezinin tahakkuk etmemiş olmasına dayanıyordu. 1963 yılında Cumhurbaşkanı III. Makarios’un Anayasa Mahkemesi Başkanına baskı yaparak yasaların değiştirme çabasına girmesi ve Türk yöneticilerin de buna karşı çıkması adada toplumsal olayların patlak vermesine sebep oldu. Sonrasında adadaki Türkler, Kıbrıs Türk Geçici Yönetimi’ni kurduklarını ilan edeceklerdi. Artık Rumlar açıktan açığa Türklere karşı silahlı eylemlere başlamışlardı. Olaylar 21 Aralık 1963 akşamı Lefkoşa’nın Türk mahallesinde devriye gezen Kıbrıslı Rum polislerin bir Kıbrıslı Türk aracını durdurmasıyla başladı. 31 Aralık’a kadar olaylar, adadaki iki toplumun karışık olduğu bölgelerde giderek yayıldı (Fırat,1997:125). Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs hükümetine bir nota verdi; ayrıca Türk Hava Kuvvetleri Kıbrıs üzerinde uyarı uçuşları yaptı (Fırat,2008:729). Bu arada Anadolu’da büyük kampanyalar başlatıldı; Kıbrıslı Türk yöneticilere ve Kıbrıs’taki Türklere verilmek üzere maddi-manevi yardımlar toplandı. 

Halk içinde büyük heyecanlar oluştu; İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde büyük çaplı protesto gösterileri düzenlendi. Bundan da sadece Kıbrıs’taki Türklerin Türkiye’dekilerle maddi ve manevi bağı değil Türkiye’dekilerin de Kıbrıs’taki Türklerle maddi-manevi bağlarının olduğu görülmektedir (Keser,2007:625). 

Adadaki Rumların kendi aralarındaki iktidar çekişmesi ve Yunanistan’daki faşist Albaylar Cuntası tarafından Nikos Sampson’a yaptırılan darbe sonucunda Cumhurbaşkanı III. Makarios devrilir; Adada, bu sefer, Türkleri de bir kenara bırakarak, bağımsız bir Kıbrıs’ı Rum devletinin kurulmasını savunan Makariosçu Rumlarla adanın Yunanistan bağlanmasını isteyen Yunanistan taraftarları arasında silahlı çatışmalar başlar. Bu çatışmalar, her ne kadar kendi aralarında denilse de, bunlardan en çok zarar gören Türk toplumuydu. Türkiye, adadaki anayasal düzenin bozulmasını sebep göstererek ve garantör devlet sıfatıyla 1974 Temmuzunda Kıbrıs’a müdahale etti. Adanın önemli bir bölümünün güvenlik kontrolünü sağlar; ateşkes sağlanır çatışmalar sona erdikten sonra Türk askerlerinin kontrolünde kalan yerlerdeki Rumlar diğer tarafa, Rum bölgesindeki Türkler de Türk askerlerinin kontrolündeki bölgeye geçerler. Sonuç olarak Kıbrıs’taki Rumlar adanın güney tarafına, Türkler ise adanın kuzey tarafına yerleşti. Böylece iki kesimli, iki toplumlu bir yapı ortaya çıkar. O günden bu güne sınırdaki bazı küçük olayları hariç tutarsak çatışma olmadan 40 seneden 
fazla bir zaman geçti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra adadaki iki toplum arasından birbirlerine karşı giderek artan bir düşmanlık ortaya çıktığı söylenebilir. Bu dönemde adada, her iki toplum arasında, milliyetçiliğin üst boyuta çıktığı ifade edilebilir. En nihayetinde Kıbrıs’taki Türkler, Kuzey’de kendi yönetimlerini13 kurdular. Sonrasında, 1983 yılında, bağımsız bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devleti ilan edildi. 

Sonuç 

Anadolu’daki Milli Mücadelenin Kıbrıs Türkler için bir ümit olduğu anlaşılıyor. Anadolu’da yapılan devrimlerin Kıbrıs’a yansıdığı dönemde iyiden iyiye devrimleri Kıbrıslı Türklerin de benimsediğini görebiliyoruz. 1931 isyanından sonra İngilizler ağır yaptırımlar sonucu adadaki ulusal simgeleri uzunca bir zaman yasaklamıştı. 1930’lu yıllara gelindiğinde “Türklük bilincinin” Kıbrıslı Türklerde tamamıyla yerleştiğini ifade edebiliriz. 

İngiltere’nin, II. Dünya Savaşı sonrası adadaki çıkarlarını korumak için Türk milliyetçiliğini desteklediği görülmektedir. 1950’li yıllara gelindiğinde Kıbrıslı Rumlar, İngiltere’ye yönelik haklarını savunma şeklini değiştirerek silahlanmaya gitmişlerdir. Günün sonunda bu silahlı eylemler İngilizlerin yönlendirmesiyle Kıbrıslı Türklere yönelmiştir. Bunun sonucu olarak iki toplumun arasına nifak sokulmuş ve birbirlerine kin beslemeye başlamışlardır. İngiltere adadan çıkarlarını koruyarak çıkmanın hesabı içerisindeydi. İngiltere uluslararası kamuoyunu da arkasına alarak Kıbrıs Cumhuriyeti adlı bir devlet kurdurmuştur. Kurulan bu devleti iki toplum da benimsememiş, kendi milli davalarına ulaşmak için geçici bir durum olarak görmüştü. Nitekim kurulan devletten üç yıl sonra sorunlar yaşanmaya başlamış, Kıbrıslı Rumlar, Türklerin haklarına müdahale etmeye çalışınca Kıbrıslı Türkler de mevcut devletten ayrılmak zorunda bırakılmıştır. 1974’ten sonra Kıbrıs adası 
Güney ve Kuzey olarak ikiye bölünmüştür. Kıbrıslı Türkler, 1983’de kendi ulusal devletini ilan etmiştir. 

DİPNOTLAR; 

1 Diğer yandan Asaf Bey Türkiye’ye göçü destekliyordu. Öyle ki o yıllarda ilkokul öğretmenleri dahi Türkiye’ye göç ediyorlardı (Irkad,1997;53). Bunun temel sebebi Anadolu’daki Milli Mücadele sırasında insan kaybı çok fazla olmuştu. 
Asaf Bey, Anadolu’daki bu insan açığının kapatılması için göç politikası desteklemiş olabileceği düşünülebilir. 

2 Enosis kelimesi, Kıbrıslı Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek istemesini ifade etmektedir. 

3 1931 isyanından sonra sansürleme süreci devam eder ve 1935’te Maarif kanunuyla birlikte eğitim süreci büsbütün İngiliz hükümetin denetimine geçecektir. Çünkü bu kanunla beraber hiç şüphesiz en önemli maddesi okul kitapları hükümet 
tarafından tespit edilecek olmasıdır (Irkad,1997;50 –Evre,2004; 98). Kitaplar önceden Yunanistan ve Türkiye’den gelebiliyordu. 

4 Canon Newham diye bilinen bu kişi döneminde, Kıbrıs eğitiminde etkin rol almış birisidir. Newham, 32 yaşında Cambridge İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Akşamları düzenli olarak İngiliz Kulübüne gider ve içki içerdi. Sarkık 
bıyıklı, tıknaz, müteşebbis bir adam olarak hatırlanıyor. Orada çocuklarla neşelenir. “Onlara, haydi çocuklar ben sizinle içki içtim, siz de gelecek pazar kiliseye geleceksiniz” derdi. Hoş ve çekici biriydi ve genellikle istediğini elde ederdi (Morgan,2013;65). Newham, Kudüs St. George şeref madalyasına sahipti(Erdoğdu,2015;484). Diğer yandan Kıbrıs’taki Othello Mason kurucuları arasında yer almaktaydı (Ateşin,1999;22). 

5 Türk İşleri Komisyonun 1949 ara raporunda bu konuya şu şekilde yer verilmektedir: “1936-1937’de “Türk Lisesi’nin” ismi “ İslam Lisesi’ne” çevrildi ve lise öğrencileri de bir emir gereğince nişanları üzerindeki “K.T.L” Harflerini “ K.İ.L” yaptılar. Ortadaki harf İngilizcede “Moslem” ile aynı manada olan “İslam” kelimesini ifade ediyor. Lise avlusundaki çiçekliklerde bile “ K.T.L” Harflerinin şekli, İngiliz Başöğretmeninin emri ile değiştirildi. O zamandan beri Lefkoşa’daki 
Türk Tali Okulu, İslam Lisesi diye tanındı. Bu okulun adının değişmesi hakkında izahat kısaca bundan ibarettir” denilmektedir. (Türk İşleri Komisyonu’nun1949 Ara Raporu,1950:39). Dr. Küçük ise: “Liselerimizin Türk müdürler 
tarafından idaresini isteriz” adlı 1 Temmuz 1942’de yayımlanan Halkın Sesi gazetesindeki köşe yazısında, bu isim değiştirme sırasında Türk Lisesi’nin bahçesinde tuğlalarla yazılı olan Türk Lisesi isminin kazma küreklerle yıkılarak İslam Lisesi çizildiğini yazmaktadır.(Küçük,1942:1). 

6 Kıbrıs İslam Lisesi hakkında daha fazla bilgi için; II. Dünya savaşı sırasında Kıbrıs İslam Lisesi’nin Lapta’daki durumu adlı makaleye bakınız(Özsezer,2015). 

7 KATAK’ın Kıbrıs Türk toplumu nazarında kısa sürede değer bulduğu söylenebilir. Zira KATAK adına şiirler yazılmıştır; …Ey Kıbrıslı Türk uyan! Haydi akın! İleri! Koparmak günü geldi bilekten zincirleri. KATAK getirecektir bize mutlu günleri KATAK’la yükselecek cemaatin gençleri… (Yaşın,1997: 95). Dedeçay’a göre “politikacık taslama arzusu ile tutuşan bilgiç veya kendi kendilerine aydın süsünü veren bir takım kişiler KATAK’ı kurdular” diyerek KATAK’ın yöneticilerinin yetersiz olduğu vurgusunu yapmaktadır (Dedeçay,1985:1). Mapolar ise KATAK’ın hatalı bir isim taşımasına karşın İngilizci ve statükocu olmadığını tam aksine Atatürkçü olduğunu belirtmektedir (Mapolar,2016:451). 

8 EOKA(Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü), Kıbrıslı Rumların ulusal hedefi olan Enosis’i gerçekleştirmek amacını güden silahlı yeraltı örgütüdür. 

9 Ben Mehmet Tekan, 1955’te Lefkoşa uzun yolun ortasında, bir Rum kunduracının yanında çalışmaktaydım. Biri Ermeni, diğerleri Rum olan dört kişi bir masa başında oturuyordu. 1955’te EOKA sağda solda bomba patlatmaya başlamıştı. 
Aralardan biri, diğerine: “Bundan sonra yazdır, dağlara çıkacaklar, çalının altında dahi kalabilecekler, muvaffak olacağız ve bu İngiliz’i bunun içinden atalım.” dedi. Bunu söyledikten sonra diğeri kafasıyla beni işaret etti. O da: “yani tesadüfen 
gördüm bende beni işaret ettiklerini, öteki kendisine önce büyük abdestini yapan da ondan sonra idrarını mı döken, yoksa önce idrarımı döken de sonra büyük abdestini mi yapan?” diye sordu. Ne demek istediler, ben bir şey anlamadım ama kafama yazılmıştı. Gece olunca bu durumu babama aktardım. (Aynı yerde çalıştığımız Rumlar böyle böyle söyledi, diye) Babam: “vay bu Rumlara vay! Kıbrıs’tan, önce İngiliz’i atacaklar, sonra da bizi” dedi. Çok zaman geçmedi, benim işime son vermişlerdi ( Tekan,2016 ). 

10 TMT Kıbrıs’taki Türkleri Rumların saldırılarından korumak için kurulan silahlı yeraltı örgütüdür. 

11 Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi’nin isteği üzerine Kutlu Adalı’nın yazdığı köy raporu ,Dağyolu’daki Türk halkının Rumlarla alışveriş yapmadıklarını aksine sık sık kavga ettiklerini belirtmektedir (Adalı,1962:17). 

12 Taksim Tezi, Kıbrıs’taki Türkler tarafından Enosis tezine karşı bir tez olarak ortaya çıkar ve Kıbrıs’ın Türkiyeye bağlanmasının bağlanmasını öngörmektedir. 

13 Bu süreçte önce Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi ve sonrasında Kıbrıs Türk Federe Devleti ismiyle yönetime devam edilir. 

KAYNAKÇA 

Adalı, Kutlu (1962). Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Köy Raporları. Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Basın İrtibat Bürosu Yayınları:2. 

Akar, Reşat(1981). Atatürk'çü Kıbrıs Türkleri. İstanbul: Veb Ofset İleri Maatbacılık A.Ş. 

Alasya, Halil Fikret (1992). Kıbrıs Rum-Yunan Emelleri. Lefkoşa: K.K.T.C. Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları. 

Alasya, Halil Fikret (2002).Kıbrıs Maddesi, İngiliz İşgali ve İdaresi.Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,Cilt 25, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı. 

An, Ahmet (1997).Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması(1900-1942). Lefkoşa: Galeri Kültür Yayınevi. 

Ateşin, Hüseyin Mehmet (1999). Kıbrıslı “Müslüman”ların “Türk”leşme ve “Laik”leşme Serüveni(1925-1975).İstanbul: Marifet Yayınları. 

Bedevi, Vergi (1966). Kıbrıs Tarihi. Lefkoşa: Kıbrıs Türk Tarih Kurumu Yayınları. 

Behçet, Hasan (1969). Kıbrıs Türk Maarif Tarihi. Lefkoşa. 

Beratlı, Nazım (1999). Kıbrıs Türk Kimliğinin Oluşması, Lefkoşa: Işık Kitabevi Yayınları. 

Bölükbaşı, Süha (2001). Barışçı Çözümsüzlük. Ankara: İmge Kitabevi. 

Bryant, Rebecca (2007). Tebaadan Vatandaşa Kıbrıs’ta Modernite ve Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Copeaux, Etienne-Claire Mauss Copeaux (2009). Taksim! Bölünmüş Kıbrıs, 1964-2005. Çeviren Ali Berktay. İstanbul: İletişim Yayınları. 

Çevikel, Nuri (2008). İngiliz Sömürge Döneminde Türkiye.nin Kıbrıs Politikaları (1878-1960). 

Editör Mustafa Bıyıklı. Türk Dış Politikası – Cumhuriyet Dönemi. I. Cilt. İstanbul: 
Gökkubbe Yayınları. 

Dedeçay, Servet(1985). Shakespeare School veya Sekispir Okulu(1927-1952). Lefkoşa: Lefkoşa Özel Türk Üniversite Haberleri Gazetesi. Sayı 11. s 1-4. 

Demiryürek, Mehmet (2005). İngiliz Devrinde Kıbrıs’ta Eşkıyalar ve Devlet 1878-1896. İstanbul: Deniz Plaza Yayınevi. 

Demiryürek, Meral (2007). Kıbrıs Türk Basın Tarihinde İrşad Dergisi. İstanbul: Deniz Plaza Yayınevi. 

Erdogdu, Mehmet Akif (2015). “Lozan Anlaşması Kıbrıs Türklerini Eğitim Alanında Nasıl Etkiledi ?”,Cumhuriyet Dönemi Araştırmları-1 90. 
Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Uluslararası Sempozyumu(13-15 Kasım 2013), Ed. Duygu Türker-Murat Saygın, Ankara: 
Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları , s 481-492. 

Evre, Bülent (2004). Kıbrıs Türk milliyetçiliği: Oluşumu ve Gelişimi. Lefkoşa: Işık Kitabevi Yayınları. 

Fedai, Harid (2002). Kıbrıs Türk Kültürü Bildiriler I. Ankara: Özyurt Matbaası. 

Fırat, Melek (1997). 1960-1971 Arası Türk Dış Politikası ve Kıbrıs Sorunu. Ankara: Siyasal Kitabevi. 

Fırat, Melek (2008). Yunanistan’la İlişkiler. Editör Baskın Oran. Türk Dış Politikası Cilt I. İstanbul: İletişim Yayınları. 

Gazioğlu, Ahmet.C (1996). İngiliz yönetimde Kıbrıs II(1878-1952).İstanbul: Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi. 

Gürel, Sükrü.S (1984). Kıbrıs Tarihi (1878-1960) Kolanyalizm, Uluşçuluk ve Uluslararası Politika. 

İstanbul: Kaynak Yayınları. 

Irkad, Ulus(1997). Kıbrıs Türk Eğitiminde Tarihsel Gelişmeler. Lefkoşa: Ada-M Basın Yayın LTD. 

İsmail, Sabahattin-Ergin Birinci(1987). Kıbrıs Türkünün Varoluş Savaşımında İki Ulusal Kongre 

Meclis-i Milli(1918) Milli Kongre(1931). Lefkoşa: Gelişim Ofset. Keser, Ulvi(2007). Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık. 

Kızılyürek, Niyazi(2011a). Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs. İstanbul: İletişim Yayınları 

Kızılyürek, Niyazi(2011b). Paşalar Papazlar Kıbrıs Hegomonya. İstanbul: Khora Yayınları. 

Küçük, Fazıl (1942). Liselerimizin Türk Müdürler Tarafından idaresini isteriz. Lefkoşa: Halkın Sesi gazetesi. Sayı 91. 

Küçük, Fazıl (2010). Dr. Fazıl Küçük’ün Anıları ve Siyasal Örgüt Çalışmaları. Yayına Hazırlayan Altay Sayıl. Lefkoşa: Yay Ajans Ltd. 

Mapolar, Hikmet Afif (2016). Aslar Bir Devre Adını Yazanlar-1987. Yayına Hazırlayan Ahmet 

Necati Özkan. Lefkoşa: Necati Özkan Vakfı Yayınları. 

Morgan, Tabitha (2013). İngilizlerin Kıbrıs’taki Tarihi. İstanbul: Khora yayınları. 

Naşit, Hakkı Uluğ (1975). Gazi’nin Emri. Derviş Manizade. Kıbrıs Dün Bugün Yarın. İstanbul: 

Kıbrıs Türk Kültür Derneği İstanbul Bölgesi Yayınları. 

Nesim, Ali (1989) Kıbrıs Türklerinde Atatürk ve İlke ve İnkılâpları. Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 14, Cilt V, Mart. s 309-431. 

Özdemir, Muharrem (2012).Kıbrıs’ın Tarihi İçerisinde Türk Milli Mücadelesinin Özlemleri, Acılar ve Anılar. Editör Ulvi Keser. 
More Nostrum Adalar Denizi’nde Kıbrıs’a Akdeniz ve Sorunlar. Ankara: Motif Matbaacılık Ltd. Şti. 

Özsezer, Mete (2015).İngiliz idaresinde (1878-1919) Kıbrıs Müslümanlarının Durumuna Bir Bakış, Editör: Keser, Ü & Ak, G., İntelijans Strateji ve Güvenlik Cadı Kazanı Kıbrıs. Ankara: Motif maatbacılık ltd. Şti. 

Özsezer, Mete (2015).II. Dünya Savaşı Sırasında Kıbrıs İslam Lisesi’nin Lapta’daki Durumu. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8 Sayı: 39. 

Sadrazam, Ejdan (1995). Kıbrıs Toplumsal Kuruluşun Tarihsel Gelişimi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. 

Tamçelik, Soyalp(2013). Kıbrıs’ta BM Tarafından Gerçekleştirilen Toplumlararası Görüşmelerin Safhaları ve Analitik Özellikleri. Ankara: International Periodical For The Languages, 
Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/5, p. 733-77. 

Tekan, Mehmet Salih (2016). 2Nisan 1938 doğumlu Mehmet Salih Tekan ile 7 Şubat 2016 tarihinde yapılan röportaj. 

Türk İşleri Komisyonu’nun 1949 Ara Raporu (1950). Lefkoşa: Kıbrıs Hükümet Basımevinde basılmıştır. 

Ünlü, Cemalettin (1981). Kıbrıs’ta Basın Olayı(1878-1981). Ankara: Basın Yayın Genel Kurulu. 

Yaşın, Özker (1997). Nevzat ve Ben Cilt I. İstanbul: Yeşilada Yayınları. 

EKLER;



(EK 3) 

1910 yılına ait olan bu fotoğraf, İttihad Terakki cemiyetinin Baf kasabasında örgütlenmesini sağlayan bazı kişiler yer almaktadır. Bu fotoğrafta Dr. Eyyüp Bey en sağda koltuğun altında çırpı tutarak ayakta duran kişidir. Burada önceleri İttihad Terakki yanlısı olan Dr. Eyyüp Bey sonrasında İttihad Terakki oluşumunun devamı olan Halkçıların yanında olduğu biliniyor ama ilginç bir şekilde sonradan Dr. Eyyüp Bey kendisinin İngiliz yanlısı Evkafçıların tarafına geçtiğini görüyor. ( Bu fotoğraf için Ulus Irkad’a teşekkür ederim.) 



(EK 4) 

1958 yılında, İngilizlere karşı silahlı eylemde bulunan EOKA üyesi Dikmenli(Dhikomo) Kyriakos Matsis İngilizler tarafından öldürülmesinin ardından 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti sonrası Kyriakos Matsis’in büstü yapılmıştı. Ocak 1961’de tamamlanan büst Cumhurbaşkanı Başpiskopos 

III. Makairos ve görüleceği üzere coşkulu bir Rum kalabalığın katılımıyla görkemli bir törenle açılmıştır. Bu olay somut şekilde adadaki Rumların Kıbrıs Cumhuriyetinin benimsenmediğini, sadece Enosis için bir basamak olduğunu, Kıbrıslı Rumların, Cumhuriyeti bu şekilde algıladıklarını göstermesi bakımından önemlidir. Zira fotoğrafta görüleceği üzere Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması nın hemen sonrasında EOKA üyesi Kyriakos Matsis’in bir milli bir kahraman edasıyla törenle büstünün açılması yanı sıra halkın Yunanistan bayraklarıyla törende bulunmaları bunun önemli belgesi olarak değerlendirilebilir. 

Citation Information/Kaynakça Bilgisi 

Özsezer, M. (2016). “ Kıbrıs’ta Türklük Bilincinin Siyasal Sürece Etkisi / The Effect of Turkish Consciousness in Cyprus on the Political Process”, 
TURKISH STUDIES -International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, ISSN: 13082140, 
Volume 11/16 Fall 2016, ANKARA/TURKEY, www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9774, p. 71-88. 


Turkish Studies 
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/16 Fall 2016 
Mete ÖZSEZER 

***

KIBRIS’TA TÜRKLÜK BİLİNCİNİN SİYASAL SÜRECE ETKİSİ BÖLÜM 1


KIBRIS’TA TÜRKLÜK BİLİNCİNİN SİYASAL SÜRECE ETKİSİ , BÖLÜM 1





16 /11/2016, p. 71-88 
http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9774 
ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY 
Article Info/ Makale Bilgisi 
•  Received/Geliş: 02.07.2016 .Accepted/Kabul: 23.10.2016 
•  Referees/Hakemler: 
Prof. Dr. Mehmet DEMİRYÜREK – 
Prof. Dr. Ulvi KESER – 
Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİK 



Mete ÖZSEZER

ÖZET 

Kıbrıs, jeopolitik konumundan dolayı değişik dönemlerde farklı nedenlerle bir çok medeniyetin hakim olmak istediği yer olmuştur. İngiltere’de en büyük sömürgesi olan Hindistan’a giden yolların güvenliğini sağlamak istemekteydi. Bunun en başında ise Mısır’daki Süveyş kanalı gelmekteydi. İngiltere’nin bu yolun kontrolünü sağlaması için doğu Akdeniz’de anahtarı konumundaki Kıbrıs’ı elde tutması gerekmekteydi. Bu sebepten Kıbrıs’a hakim olmak isteyen İngiltere, Osmanlı’nın içerisinde bulunduğu çıkmazdan faydalanarak adayı kiralamayı başardı. İngilizler Kıbrıs’a geldikleri günden itibaren adayı geçici olarak işgal etmediklerini idari, mali ve hukuki alanlarda uyguladıkları kanunlarla göstermişlerdi. İlk olarak Kıbrıs için bir Anayasa ilan ederek işe başlandı. Kıbrıs’taki idarenin başına ise Yüksek Komiser unvanıyla bir İngiliz atandı. İdare işlerde Yüksek Komisere yardımcı olunması için Kavanin ve İcra adlı iki meclis kurarak ada’da uyguladıkları yeni yönetimi pekiştirmeye çalışıldı. 

Kıbrıs adası Osmanlılar tarafından İngiltere’ye kiralandığında Kıbrıs Türk halkı bu durumun geçici olduğunu düşünmüştü. Fakat daha sonra ortaya çıkan gelişmeler Kıbrıs Türk halkının düşündüğü gibi olmadı ve İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin ittifak güçlerinin yanında yer almasını sebep göstererek adayı tek taraflı ilhak etti. Bu gelişmeden sonra Kıbrıs’taki Türk halkı ümitsizliğe kapılsa da, Anadolu’daki Milli Mücadele’nin Kıbrıs Türklerine büyük bir umut ışığı oldu. Yapılan çalışmada, 1919 yılında Anadolu’da başlayan Milli Mücadele’nin Kıbrıs’a duygusal etkisi, Kıbrıs’ta Türklük bilincinin oluşumundaki rolü irdelenecektir. Bu noktada Kıbrıs Türk siyasetinin 
geçirdiği evrelerin de irdelenmesi amaçlanmaktadır. 

Anahtar Kelimeler; Kıbrıs, Türklük bilinci, Siyaset 

Giriş 

XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla, Batılı devletlerin “Hasta Adam”ı, büyük toprak kayıplarına maruz kaldı. Osmanlı Devleti, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında ortaya çıkan Rus tehlikesine karşı kendi güvenliğini sağlayabilmek için İngiltere ile gizli bir antlaşma imzalamak durumunda kaldı. Bu durumu fırsata çeviren İngiltere, Osmanlı karşısında, Hindistan yolunun 
güvenliği, Mısır’ın teminatı için "Ruslara karşı yardım" vaadi ile Kıbrıs'ı kiralamayı başarmıştı (Gürel,1984:17-Özsezer,2015:152). Kıbrıs, İngiltere’ye kiralandıktan sonra Osmanlı Devleti’nin, adada yaşayan Türklerle bağlantısını kesmediği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Kıbrıs’takilerin de Osmanlı Devleti ile bağlarını koparmadığı görülmektedir. Çünkü İstanbul’da cereyan eden sosyal, siyasal gelişmelerin izlerinin adada devam ettiğini görebiliyoruz (Özsezer,2015:152). Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında girmesiyle İngiltere kiralamış olduğu adayı, stratejik öneminden dolayı, tek taraflı olarak ilhak ettiğini açıkladı (Alasya,2002:380). Bu durum adadaki Türkler açısından büyük bir endişe yarattı. (Kızılyürek,2011:47). Kıbrıs Türkleri, İngilizlerin adadaki varlığının geçici bir durum olduğuna inanıyordu. Bu düşüncelerini de, adanın resmi olarak Osmanlı Devleti’ne ait olmasına dayandırıyorlardı. Fakat Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili İngiltere’nin zihnindeki düşünce Türklerinki ile aynı değildi; bunu da, savaş boyunca, adada yaşayan Türklere yansıtmış olması beklenir. İngilizlerin yaklaşımından rahatsız olan Türkler, yavaş yavaş gelecek kaygısı yaşamaya başladılar (Kızılyürek,2011:217). İngilizler Kıbrıs’a geldikleri günden itibaren adayı geçici olarak işgal etmediklerini idari, mali ve hukuki alanlarda uyguladıkları kanunlarla göstermişlerdi (Demiryürek,2005:13). İlk olarak Kıbrıs için bir Anayasa ilan ederek işe başladılar. Kıbrıs’taki idarenin başına ise Yüksek Komiser unvanıyla bir İngiliz atadılar. İdare işlerde Yüksek Komisere yardımcı olunması için Kavanin ve İcra adlı iki meclis kurarak (Bedevi,1966:167-168) ada’da uyguladıkları yeni yönetimi pekiştirmeye çalıştılar. 

Milli Mücadele ve Kıbrıslı Türkler 

Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin yenik düşmesi ve İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali Kıbrıs Türkleri üzmüştü (Nesim,1989:316). 19 Mayıs 1919 tarihinin, sadece Anadolu’daki Türkler için değil Kıbrıs’takiler için de bir ümit vaad ettiği açıktır. Her ne kadar denizin diğer yakasında kalmış iseler de Kıbrıslı Türkler Anadolu'daki var olma mücadelesiyle oldukça yakından ilgilenmişlerdir; yeri gelmiş basın yoluyla destek vermiş, yeri gelmiş maddi, manevi yardımda bulunmuşlardır (Çevikel,2008:242). Bu dönemde Kıbrıs Türkleri, hem çeşitli 
tiyatro gösterileri düzenleyerek, anlatılan hikayelerle yapılan mücadeleyi tanıtıp, desteklemiş hem de bu gösterilerden elde edilen paraları göndererek Anadolu’daki Milli Mücadeleye maddi katkıda bulunmuşlardır (Irkad,1997:39). Buradan anlaşılıyor ki, meydana gelen olaylar, her ne kadar farklı bir devletin hegemonyasında egemenliğinde bulunsalar da, bu yönde her hangi bir sıkıntı 
yaşamasalar da, Anadolu’dakilerle duygusal bir bağ kurmuşlar, onların sıkıntılarını, bir yerde maddi ve manevi olarak üzerlerinde hissederek aynı şekilde onlara bu yönde ellerinden gelen katkıyı yapmaktan geri durmamışlardır. Bu da, adadaki Türkler arasında milli duyguların daha da yükselmesine yol açmıştır. Bunun izlerini dönemin Kıbrıs gazeteleri olan Söz, Doğru Yol, Vatan’a 
yansıyan Anadolu'daki Milli Mücadele hakkındaki haberlerde takip etmek mümkündür( Evre,2004:53 ). O yıllarda aylık olarak yayınlanan İrşad dergisinde de Milli Mücadeleyi destekleyen yazılar çıktığı görülmektedir ( Demiryürek, 2007:39 ) . 

Anadolu’daki mücadelenin Türklerin zaferiyle sonuçlanması Kıbrıs’taki Türklerde büyük bir sevinç yarattı. Öyle ki bu durum Dr. Fazıl Küçük’ün anılarında şöyle anlatılmaktadır; 

İzmir’in düşmandan kurtulduğu günlerde lisede okuyordum. Genç yaşlı hepimiz sokaklara dökülmüş… Davullar, zurnalar çalıyor biz sevinçten oynuyorduk. 
İngiliz sömürge idaresinin baskısından bıkıp usanan ve fakirlikten kan ağlayan Türk halkının tek umudu Atatürk’tü ve biz Atatürk’e seslenerek onu Kıbrıs’a davet ediyorduk. 

İzmir’in kurtuluşundan sonra adaya gizlice Türk bayrağı ve Atatürk’ün resimlerini getirmeye başlamıştık… Ancak gizlice yürütülen bu faaliyetleri sömürge 
yönetimi öğrenmişti. İngiliz valisi bugün hayatta olmayan arkadaşlarımızı çağırmış ve şu itirafta bulunmuştu: “Atatürk savaş kazanıyor, Türkiye’de halk zafer sevinciyle coşuyor ve şenlikler düzenleniyor. Buna bir diyeceğimiz yok. Fakat sizlere ne oluyor? Mustafa Kemal’in ne yüzünü gördünüz, ne de sesini duydunuz. Buna rağmen sokaklara dökülüp, Onun zaferlerini kutluyorsunuz. Hayret doğrusu! 

İngiliz valisi böyle konuşunca arkadaşlarımızdan beklenmedik ve çok kesin bir cevap aldı. Kıbrıs Türklerinin, Türkiye’nin kopmaz bir parçası olduğunu ve İngiliz 
yönetimin, Kıbrıs Türk halkının karakterini, Türklük duygularını ve Anavatan’a bağlılığını değiştirmesinin mümkün olmadığını belirten arkadaşlarımız, valinin 
moralini oldukça bozmuşlardır ( Akar,1981:13 ). 

Bu bilgiye dayanarak, Kıbrıs Türkleri ile Anadolu’daki Türkler arasında güçlü bir bağ olduğu rahatça söylenebilir. Buradan iki şey söylenebilir: Adadaki Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkmasında, büyük oranda, Türkiye’deki gelişmelerin etkisi bariz şekilde görülmektedir. İkinci olarak ise, aynı ortak paydaya sahip olan, denizin iki yakasındaki insanlar, birinin acısını diğeri de bire bir olmasa da hissediyor olmasından Anadolu’daki duygular, heyecanlar, siyasal düşünceler farklı bir siyasal sistem içinde yaşayan Kıbrıs’taki Türkler arasında da görülmüştür. Bu durum, İngiliz yönetimi için beklenmedik bir gelişmedir; çünkü İngiliz yönetimi o dönemde Kıbrıs’taki Türk toplumunun Anadolu’daki hareketlerden etkilenip ayaklanmasından çok korkuyordu (Irkad,1997:38). 

Adadaki İngiliz yönetiminin endişesi Lozan Antlaşması’ndan sonra da devam etti. İngilizler tedbir olarak, Anadolu’daki mücadele sonrası imzalanan Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkleri seçim yapmaya zorladılar: ya adada kalıp “İngiliz vatandaşı” olacaklar ya da Türklüğü tercih edenler Anadolu’ya gidecekler. Adadaki Türkler arasında duygusal yönden üst seviyede yaşanan bu 
gelişmeler, Türkler arasında milliyetçiliğin azalmasını değil aksine daha da kuvvetlenmesine yol açtı. Bunu, o dönemde İngiliz vatandaşlığını, İngiliz tebaasını kabul etmeyip Anadolu’ya göç eden Türklerin sayısının çokluğundan da anlamak mümkündür. 

Bu dönemde Anadolu’ya göç hareketinin başlayabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti adaya ilk kez Lozan Antlaşması sonrası konsolosluk açmıştı (Evre,2004:62). Böylece Kıbrıs’tan Anadolu’ya gerçekleşecek göçün( Ek1) daha sağlıklı bir şekilde yapılması amaçlanmıştır. Bu şekilde birçok Kıbrıslı Türk Anadolu’ya göçmüş ya da Türkiye tarafından göç için teşvik ettirilmişti. Ahmet An, yaptığı bir çalışmada, 1924-1927 döneminde beş bin kadar kişinin göç ettiğini fakat 1928 yılına ait bir raporda ise bunların bir çoğunun geri döndüğünü ifade etmiştir (An,1997:76). 

Bülent Evre’ye göre 1934’de Türkiye Kıbrıs’ın taşıdığı önemi kavrayarak adadan Anadolu’ya yapılan göçlerinin durdurulması için çaba sarf etmiştir. TBMM İzmir milletvekili Hüseyin Sırrı Bey, Kıbrıs’a gelerek burada bu yönde bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmada, Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs’ta kalmaları gerektiğini ve böylece Türkiye’ye daha faydalı olabileceklerini ifade etmiştir (Evre,2004:63). 

1930 Seçimleri, Devrimler ve 1931 İsyanı 

Bu etkilenme öncelikli olarak adada ana kütle üzerinde görülmekteydi. Ayrıca Osmanlı döneminde İstanbul, Cumhuriyet döneminde de Ankara merkezli siyasal gruplanmalar da adada kendisine yer buluyordu. Buna rağmen Kıbrıs’ın kendi içinde farklı bir siyasal yapılanmasından da söz edilebilir. Kıbrıs Türkleri içerisinde Münir Bey’e ve çevresindeki gelenekçi Müslüman seçkinlere karşı yenilikçi Kıbrıs Türk aydınları muhalefete başlamıştı. Yenilikçilerin esin kaynağı Milli Mücadele süreci, TBMM ve Mustafa Kemal’in Türkiye’de yaptığı reformlardır 
(Kızılyürek,218:2011a). Anadolu’daki siyasal tanımlamalara göre Kıbrıs’taki gruplar farklı kavramlarla tanımlanıyordu: Gelenekçi olanlara “Evkafçı” denilirken, yenilikçiler de “Halkçı” olarak isimlendiriliyordu. 

Lozan Antlaşması sonrası Kıbrıs’ta kalan Türkler, Rumlara karşı İngilizlerin yanında yer almaya başladı (Beratlı,1999:118). Bunun önemli bir göstergesi o dönemde Kıbrıslı Türklerin lideri durumundaki Münir Bey’in, 1926 yılında vali tarafından icra meclisine atanarak tam on bir resmi görev ve makamın sahibi haline getirilmesidir (Beratlı,1999:118). Münir Bey’e hem Türkler hem de 
İngilizler itibar ediyordu. Bu noktada belki de İngilizler Münir bey üzerinden Türkleri kontrol altına almaya çalışmışlardır. Münir bey ile İngilizlerin arasındaki bu ilişki, daha sonra ona İngilizler tarafından “Sir” unvanı verilene kadara sürdü. Sömürge yönetiminin arşivinde yer alan bir raporda, Münir Bey için şu ifadeler kullanılır: “Münir, bu sömürgede yaşayan Türk nüfusunun lideridir ve 
yüzde yüz İngiliz taraftarıdır”(Kızılyürek,218;2011a-Gazioğlu,200:231). Bu değerlendirmede Sir Münir’in kendi kişisel menfaati için Kıbrıs Türk toplumunun haklarını savunmayı göz ardı etmiş 
olabileceği görülmektedir. 

Halkçıları, Türkiye konsolosu olan Asaf Bey1 , Adadaki Halkçıları destekliyordu. Asaf Bey’in, Türkiye’nin Kıbrıs’taki çıkarlarının doğal olarak adadaki Türklerden geçtiğini bildiği için Kıbrıs Türklerine belki gereğinden fazla önem verdiği söylenebilir. 

Asaf Bey, yenilikçi Kıbrıs Türk aydınlarıyla beraber, Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı reformların adadaki Kıbrıs Türklerce de kabul görmesini, benimsenmesini teşvik ediyordu. Türk Konsolosluğu, Kıbrıs’taki Türkler için Türklüğün simgesi haline gelmişti (Evre,2004:68). 

Bu dönemde Kıbrıs’taki en önemli gelişme, Türkiye Cumhuriyeti’nde 1928 yılında yapılan Harf İnkılabının yansımaları olduğu söylenebilir. Kıbrıs’ın o dönemki İngiliz valisi Sir Ronald Storrs’un, bu inkılap gerçekleştikten sonra Türkiye’ye yaptığı ziyarette zamanın Başbakanı İsmet İnönü ile Harf İnkılabı hususunu konuştuklarını biliyoruz. Kıbrıs’taki Türk okullarında Türkiye’de kabul edilen Latin harfleriyle( Ek2 ) eğitim verileceğini İnönü’ye belirtmiştir. Nitekim 1929-1930 eğitim yılının Kıbrıs Türk okullarında Latin harfleriyle eğitime başladığı görülecektir 

(Behçet,1969:314). Harid Fedai’ye göre, Kıbrıs’ta Latin alfabesiyle eğitime başlanması, İngiliz idaresinin de işine gelmekteydi; çünkü Latin harflerinin kullanılması, İngilizler açısından, en azından bu yazıların okunmasını da olsa kolaylaştıracaktı(Fedai,2002:106). Ejdan Sadrazam’a göre ise, İngilizlerin harf inkılâbının desteklemesinin başka bir sebebi de kendi bürokrasine uygun, kolay 
uyum sağlayabilecek bireylerin yetişmesini teşvik etmektir. Böylece kendisine bağlı yerli aydın yetiştirerek hegemonyasının ömrünü uzatmaya çalışmaktı (Sadrazam,1995:87). Kıbrıs’taki yenilikçi aydınlar ile Türkiye’deki gelişmelerden uzak kalmak, kopmak istemeyenler istemeseler de İngilizlerin de hoşuna gidecek Latin harflerinin kullanılmasına gönülden destek vermişlerdir. 

Aynı dönemde Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri Kıbrıs’taki basınla da ilgilenmişlerdir. Türkiye’ye giden Söz gazetesi sahibi Mehmet Remzi Okan’a, Türkiye’deki görüşmeleri sonucunda, Kıbrıs’a dönerken Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle yeni bir baskı makinesi verilmişti. Böylelikle Söz gazetesi, Latin harfleriyle ilk defa çıkmaya başladı. Ulug’un verdiği bilgiye göre, Atatürk’ün Mehmet Remzi Okan’a desteği sadece Latin harfleriyle baskı yapacak bir matbaayla sınırla kalmamış, miktarı belli olmayan maddi destekte de bulunmuştur. Mehmet Remzi Okan, Ankara’da gördüğü bu destekler karşısında duygularını “Kıbrıs’ta Türk dili sönmemelidir” diyerek dile getirmiştir (Uluğ,1975:15). Başka bir ifadeyle, yeni Türkiye Cumhuriyeti, adadakileri fikri yönden destekledikleri gibi, kıt imkanları içinde maddi yardımlarla da desteklemeye gayret ettiği görülmektedir. 

Türkiye, Kıbrıs’ta, hem çeşitli vasıtalarla hem de konsolosu aracılığı ile Türkiye’deki reformların Kıbrıs’ta karşılık bulmasına gayret etmiştir. Bunun temel amacı, daha önce de söylemeye çalışıldığı üzere, Türkiye ile Kıbrıs’taki Türkler arasında bir kopukluk olmasının önüne geçmekti. Aynı zamanda Kıbrıs’taki Türklük bilincinin tam olarak gelişmesine katkıda bulunmasa da kaybolmasını önlemeye de gayret etmekti. 1930’lu yıllarda, Kıbrıs’taki Kavanin meclisi, için yapılacak olan seçimlerde Türkiye konsolosu Asaf Bey burada var olan siyasi rakiplerden Halkçılarla Evkafçılar arasından Halkçıları açıkça destekleyerek, bunun ne kadar içinde olduğunu göstermiştir 

(Evre,2004:72). Dolayısıyla Halkçıların adada kazanacağı her bir zaferi siyasal anlamda, Türkiye’nin adadaki gücünü de arttırmış olacaktı. 

1930 seçimlerinde rekabet, sırtını İngilizlere dayayan Evkafçılarla, desteğini Türkiye konsolosundan alan Halkçılar arasında geçmişti. Kıbrıs’taki İngiliz idaresindeki mecliste Türklere üç üye tahsis edilmişti. Seçim de bu üç üyelik için yapılmaktaydı. Kıran kırana geçen seçimlerin sonucunda üç üyeden ikisini Halkçıların adayı olan Necati Özkan ve Mehmet Zekâ kazandı. 

Üçüncüsü nü de Evkafçıların adayı Dr. Eyyüp kazandı. Halkçıların üç temsilcilikten ikisini kazanmış olmasında Türkiye konsolosu Asaf Bey’in büyük rolü olduğu açıktır. Bunu, hem Evkafçıların adayı Dr. Eyyüp beyin şikayetinde hem de İngiliz valisinin açıklamalarından rahatlıkla anlayabiliriz. (Evre,2004:72). Dönemin İngiliz valisi Ronald Storrs’a göre anti-İngiliz propagandasının sorumlusunun Türkiye konsolosu Asaf Beydi. (Kızılyürek,2011b:42). Dr.Eyyüp (Ek3) seçimlerde, iç siyasete müdahil olduğu için Asaf Bey’i İngiliz yetkililerine şikâyet etmişti. 

Dr. Eyyüp Bey İngiliz valisine Türkiye konsolosunu şu şekilde şikayet ediyor; 

Larnaka’da oturan Türkiye konsolosu Asaf Bey, son zamanlarda iki kez Baf’ı ziyaret ederek, seçimlerde bana karşı çıkan tüm muhaliflerimle temaslar yapmış, ayrıca bazı köylere de gitmiştir. 

Seçimlerin arifesinde, Türk konsolosunun seçim bölgemizi ziyareti ve sadece bana karşı olanlarla görüşmesi derin kuşkular yaratan bir durumdur (Gazioğlu, 
1996:212). 

Bunun üzerine İngiltere Dışişleri Bakanlığı bir sözlü nota ile, konsolos Asaf Bey’in adada kalmasına izin verilmeyeceğinin bilgisini, Türkiye’deki muhataplarına iletti. Türkiye de Asaf Bey’i merkeze çekerek yerine Celal Arat’ı gönderdi (Evre,2004:74) ama bu arada, adadaki Halkçıların, Asaf Bey’in adada kalması için bir kampanya başlattığı görülmektedir (Gazioğlu,1996:213). Asaf 
Bey’in, adada Türk milliyetçiliğinin olgunlaşmasında oldukça büyük katkı koyan birisi olduğu söylenebilir. Bunu, Asaf Bey’in adadan ayrıldıktan sonra “Adadaki Türk bilincinin” olgunlaşmasının yavaşlamasın dan da çıkarılabilir. 

1 Mayıs 1931 tarihinde Halkçılar tarafından Kıbrıs Türk Milli Kongresi düzenlendi (İsmailBirinci,1987: 108). Ahmet An bunun Kıbrıslı Türklerin Mustafa Kemal Atatürk’ün Erzurum ve Sivas kongrelerinden ilham alınarak yapıldığını düşünür (An,1997:157). Nazım Beratlı da ilave olarak bu kongreye bütün Türk köylerinden temsilcilerin katıldığını aktarır (Beratlı,1999:130). Burada alınan 
kararlar eğitim, müftülük, şer’i mahkemeler ve evkaf gibi kurumsal alanlarla ilgiliydi. Genel anlamda bu kongrenin temel amacı adadaki Türklük bilincini korumak ve onu geliştirmek için adım atmaktı. 

Bu arada Evkafçılar, hem bu kongreye hem de kongrede alınan kararlara karşı çıktılar. Evkafçıları destekleyen Hakikat gazetesi de, bu gibi girişimleri yersiz bulup Halkçıları itibarsızlaştıracak yayınlar yapmaya başladı(An,1997:158). Kıbrıs’taki Türklere milli duyguları yüceltmenin gereği yok şeklinde Evkafçılar tezviratta bulunurken Kıbrıs’taki Rumlar arasında milliyetçilik zirve yapmış görünmektedir. Zaten kısa bir süre sonra Enosis2 düşüncesinin 21 Ekim 1931 tarihinde yarattığı bir Rum isyanı da söz konusudur. Önce Lefkoşa’da başlayan başkaldırı kısa zamanda bütün adaya yayıldı (Gazioğlu,1996:260). Sonuç olarak İngiltere isyanı bastırdı, olayların çıkmasında suçlu gördüğü kişileri adadan sürdü ve II. Dünya Savaşı’na kadar sürecek bir sıkıyönetim ilan etti,  
( Gazioğlu,1996:260 ) .  
Bu gelişmelere ilave olarak İngilizler, okullarda Yunan ve Türk tarihlerinin okutulmasını yasakladı; her türlü milliyetçilik emarelerini sergileyecek faaliyetlere de izin verilmedi (Beratlı,1999:131).Bu süreçte hiç şüphe yok ki olgunlaşmakta olan Türklük bilinci sekteye uğrayacaktır. Bu bağlamda ilk dikkati çeken husus, halkı aydınlatmakla yükümlü, Türklük bilincinin canlı numuneleri olan gazeteler sansürlendi. Bundan sonra gazete çıkarmak isteyenlere ağır yükümlükler getirildi (Ünlü,1981:79). Ulusal simgeler olan Yunan bayrağının ve Türk bayrağının kullanımı yasaklandı. Daha önemlisi, eğitim kurumları tamamen İngilizlerin kontrolüne geçti. Hasan Behçet bu durumu şöyle naklediyor: 1878’den beri Maarif Encümenin elinde bulunan müfredatı, 19313 Rum İsyanından (Behçet,1969:172) sonra Maarif Dairesinin eline geçti. O dönemde Maarif Müdürü Papaz Nevham’dır4 (Behçet,1969:133). Bu durum, adadaki “Türklük bilincinin” kuvvetlenmesine haliyle engel oldu. Zira okullar, adadaki Türk toplumuna Türklük bilincinin kazandırıldığı en önemli yerlerdi. Morgan’a göre, ayaklanmalarda her hangi bir rolü olmayan ama yine de kısıtlamalara maruz kalan Kıbrıslı Türkler bu durumda, haksız yere cezalandırılıyorlardı. Buna rağmen adada Kemalizm’e desteğin, giderek arttığını ifade etmektedir (Morgan,2013:189). 


Ekler: 

(EK 1) 

Kıbrıs’tan Türkiye’ye göç eden Kıbrıs Türklerine verilen geçiş belgesi (mürur tezkiresi): Kıbrıslı Türk Hakkı bin Rüstem, Lozan Anlaşması gereğince Türk vatandaşlığını kabul etmiştir. Bu nedenle, 28 Temmuz 1926 tarihli, Kıbrıs Türk konsolosu Asaf Bey tarafından imzalanmış olan bu geçiş belgesi kendisine verilmiştir. (Bu belge için Prof. Dr Ali Efdal Özkul hocam’a teşekkür ederim.) 



(EK 2) 

Kıbrıs’ta İngiliz maarif dairesi Türk okullarında Yeni harfler ile eğitime 1929-1930 eğitim öğretim senesinde geçmesine rağmen 25 Kasım 1944 basım tarihli İngiliz sömürge yönetimin Kıbrıs’ta kullandığı resmi kâğıt para üzerinde İngilizce, Yunanca ve ilginç bir biçimde Osmanlı Türkçesi ile paranın değeri yazılmıştır. Bu da bizlere gösteriyor ki İngiliz sömürge yönetimi döneminde uzun seneler Kıbrıs’ta Osmanlı Türkçesi kullanıldı. Orta yaşın üzerindeki Kıbrıslı Türklerin yeni harflere vakıf olmamasından dolayı Osmanlı Türkçesinin kullanıldığı düşünülebilir. (Bu belge için Ahmet Karlıtaş’a teşekkür ederim.) 




Diğer yandan, İngilizler, adadaki Türk toplumunun hem Türklük bilincini unutturmak hem de Türkiye ile manevi bağları kesmek için olsa gerek, 19365 yılında İngiliz Müdür Harold Wood tarafından, Türk Lisesi’nin ismini İslam Lisesi6 olarak değiştirildi (Evre,2004:98 Öksüzoğlu,2008:9-Özsezer,2015:321). 

Her türlü basın ve yayın alanında ağır bir sansür uygulanmaya başlandı. Sansürün boyutlarının anlaşılması bakımından şu örnek verilebilir: Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra, 1938 yılı Aralık ayı içinde, Atatürk’ün kısa hayat hikâyesine ve cenaze törenine ait görüntüler bile İngilizler tarafından sansüre tabi tutulmuştur (Gazioğlu,1996:312-313-An,1997:246). Atatürk’le 
ilgili sansür haberleri, Ankara’ya da yansımış bunun üzerine, Türk hükümeti İngiltere’den gerekli izahat istenmiştir. İngilizler de cevap olarak, ‘bu tür filmlerin Kıbrıs’ın özel durum nedeniyle kargaşa yaratabilir kaygısı taşıdıkları’ yönünde bir açıklama yapmıştı (Gazioğlu,1996:312-313An,1997:246). 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***