Parlamenter Sistem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Parlamenter Sistem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2019 Pazartesi

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları-Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma, BÖLÜM 4

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları-Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma, BÖLÜM 4




Araştırmanın Yöntemi 

Sosyal bilimlerde ve buna bağlı olarak medya çalışmalarında en çok kullanılan ve kabul gören araştırma yöntemi ‘İçerik analizi’ yöntemidir. Bundan dolayı bu çalışmada da köşe yazarlarının tartışılan konuya dair görüşlerinin anlaşılabilmesi adına ‘içerik analizi’ yöntemi uygulanmıştır. 

İçerik Analizi 

İçerik çözümlemesi veya içerik analizi yöntemi, kontrollü bir yorum eşliğinde iletişimin yazılı, açık içeriğinin nesnel sistematik ve nicel tanımlarını yapan bir araştırma tekniğidir (Berelson, 1971: 18). Crano ve Brewer’e göre içerik analizi, bir gözlemden daha ziyade bir çözümleme tekniğidir. İçerik analizinde araştırmacı, şahısların davranışlarını gözlemek veya onlara yapılanmış sorular sormak yerine onların ortaya koydukları materyalleri alır ve inceler ( 1973). Tavşancıl ve Aslan da içerik analizini yazılı, sözel ve diğer araştırma 
materyallerinin nesnel ve sistematik bağlamda incelenmesine olanak sağlayan bir yöntem olarak ele almaktadırlar ( 2001). Sosyal Bilimlerde araştırma yöntemlerinden biri olan ‘içerik analizi’ tekniğini iletişim çalışmaları alanında sistemleştiren ilk kişi Bernard Berelson’dur. 1952’de yayımladığı “İletişim Araştırmalarında İçerik Analizi” adlı çalışmada belli bir sistematik dâhilinde kurallar inşa eden Berelson ( Gökçe, 2006) alandaki öncü isim olarak kabul edilmektedir. 

Evren, Örneklem ve Sınırlılıklar 

Çalışmanın evrenini Türkiye basını teşkil etmektedir. Örneklem olarak Türkiye’de günlük olarak yayımlanan ve farklı patronaj yapısı ve ideolojik duruşu temsil eden Hürriyet, Cumhuriyet, Star, Yeniçağ, Özgür gündem ve Agos gazetelerinin dijital versiyonları ele alınmıştır. Burada Agos ile ilgili kısa bir acıkama yapmayı uygun görmekteyiz. Agos gazetesinin araştırmaya dâhil edilmesinin temel esprisi, Türkiye’de yaşayan ve çoğunluk itibariyle Türk vatandaşı olan Ermenilerin, sistem tartışmaları gibi çok önemli bir konu olan Başkanlık sistemi hakkındaki görüşlerini öğrenebilmektir. Çalışmaya diğer azınlıkların medyası dâhil edilmek istenmişse de günlük olarak yayımlanan herhangi bir azınlık gazetesi olmadığı için sadece Agos gazetesiyle yetinilmiştir. Çalışmada dört temel sınırlılık söz konusudur. Birincisi gazetelerin sadece köşe yazarları ele alınarak diğer haber kategorileri araştırma dışında tutulmuştur. İkinci olarak Başkanlık sistemi tartışmalarına yer veren her köşe yazarının yazıları dikkate alınarak herhangi bir yazar sınırlandırmasına gidilmemiştir. 
Üçüncü olarak bahsi geçen yayın organlarının sadece dijital versiyonları esas alınarak basılmış nüshaları kapsam dışında tutulmuştur. Dördüncü olarak bahsi geçen gazetelerin 28 Ocak 2015 ile 28 Şubat 2015 tarihleri arasındaki dijital nüshaları incelenmiş olup bu tarihler dışındaki gazeteler kapsam dışında tutulmuştur. Araştırmanın özellikle Ocak-­--Şubat ayları arasındaki gazeteler üzerinden yapılmasının sebebi, konuyu kamuoyu gündemine taşıyan 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk açıklamalarını ocak ayında yapmış olmasından kaynaklanmaktadır. 

Bulgular ve Analiz 



Tablo 1. Başkanlık sistemi ile ilgili yazılan köşe yazısı sayısı 

Araştırma kapsamında incelenen 6 gazetede yer alan 48 köşe yazarının toplamda 124 köşe yazısı kaleme aldıkları görülmektedir. En fazla köşe yazısı 35 adet ile Hürriyet Cumhuriyet gazetesinde yer almıştır. 3 adet ile en az köşe yazısı ise Agos gazetesinde yer almıştır. Diğer yandan Star gazetesinde 20, Yeniçağ gazetesinde 17 ve Özgür gündem gazetesinde ise 15 
adet köşe yazısı yer almıştır. Hürriyet gazetesindeki bulgular (www.hurriyet.com.tr) 

Tablo 2. Hürriyet gazetesinde yazan köşe yazarları ve yazı sayısı 


Türkiye’de ‘Merkez medya’ temsilcilerinden biri olarak bilinen ve daha çok ‘Sol”ve ‘Ulusalcı’ düşüncedeki yazarları barındıran Hürriyet gazetesinde Başkanlık sistemi tartışmalarına yönelik 10 yazarın toplam 35 köşe yazısı yer almaktadır. Sırasıyla bakıldığında M. Y. Yılmaz’ın 7, Ahmet Hakan Coşkun ve Taha Akyol’un 6, Cengiz Çandar’ın 5, Ertuğrul Özkök’ün 3, İsmet Berkan, Oral Çalışlar ve Rauf Tamer’in 2, Akif Beki, ve Fatih Çekirge’nin 1’er köşe yazısı yer almaktadır. 


Tablo 3. M.Y. Yılmaz’ın köşe yazıları 

Hürriyet yazarı M.Y. Yılmaz kaleme aldığı 7 köşe yazısında Başkanlık sistemi tartışmalarına değinerek fikirlerini açıklamıştır. Yılmaz’ın yazılarında genelde Erdoğan eleştirisi ve buna dayalı olarak da Başkanlık sistemi karşıtlığı mevcuttur. Yılmaz, Başkanlık sistemi karşıtlığını “ Diktatörlük, tek parti devleti, sadrazamlık tek adamlık, federalizm” gibi argümanlar üzerinden  temellendir mektedir. 


Tablo 4. Ahmet Hakan Coşkun’un köşe yazıları 



“Bizde tek adam geleneği yoktur” 11.02.2015 Tek adam, padişahlık, 
sultanlık Olumsuz 
Ahmet Hakan Coşkun’un yazdığı 6 köşe yazılarında Yılmaz’ınkine benzer bir muhalif dil mevcuttur. O da daha çok Erdoğan’ın şahsı üzerinden katıldığı tartışmada Başkanlık sistemine karşı bir refleks sergilediği görülmektedir. “Tek adam, padişahlık, sultanlık, parlamenter sistem, başkanlık sistemi, krallık” gibi sözcükler Çoşkun’un en sık vurgu yaptığı kavramlardır. 
Tablo 4. Taha Akyol’un Köşe yazıları 

Taha Akyol, Hürriyet yazarları arasında konuyu en çok irdeleyenler arasında yer 
almaktadır. Türkiye’nin bir sistem değişikliğine veya Başkanlık sistemine ihtiyacı 
olmadığının altını çizen Akyol’a göre temel meselenin ‘kuvvetler ayrılığı” ilkesi olduğunu vurgulamaktadır. Akyol, ‘kuvvetler ayrılığı’ nın da güçlü demokrasilerde olabileceğini belirterek bir bakıma Türkiye’nin bundan yoksun olduğunu ve buradan yola çıkarak Erdoğan’ın klasik bir Başkanlık sisteminden daha çok tüm yetkilerin elinde olduğu özel bir Başkanlık sistemi arzuladığını iddia etmektedir. Akyol’un yazılarında ön plâna çıkan kavramlar ise “ Otoriterlik, Siyasi ameliyat, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, ABD sistemi, denetim” şeklindedir. 


Tablo 5. Cengiz Çandar’ın köşe yazıları 

Cengiz Çandar ise yazdığı 5 yazıda genel hatlarıyla Ak Parti’nin misyonunu tamamladığını dolayısı ile tek figür olarak Erdoğan’ın ön plânda olduğunu, Erdoğan’ın da ‘tek adamlığa” doğru yöneldiğini iddia etmektedir. Erdoğan’ın Amerikan sistemini sevmediğini söyleyen Çandar’a göre Erdoğan’ın amacının Amerikan usulü bir Başkanlık sisteminden ziyade içinde yargı denetimsizliğinin de olduğu her türlü denetimden uzak bir sistemden yana olduğu düşüncesinde dir. Erdoğan’ın aklındaki sistemle, arzuladığı güzergâhın Türkiye’yi 
demokratikleşmeye değil bilakis otoriterleşmeye doğru götüreceğini savunan Çandar’ın sık başvurduğu kavramlar arasında “tek adam, otoriterlik, tek parti, diktatörlük, totaliterlik” bulunmaktadır. 



Tablo 6. Ertuğrul Özkök’ün köşe yazıları 

Ertuğrul Özkök de tıpkı Çandar gibi eleştiri oklarını Ak Parti üzerinden tartışılmakta olan Başkanlık sistemine yoğunlaştırmaktadır. Ak Partili vekillerin bağımsız davranamadığını ve dolayısı ile Erdoğan’ın yörüngesinde hareket ettiklerini belirten Özkök, milletvekilleri için ‘Cumnhuvekilleri’ tabirini kullanarak onları eleştirmektedir. Erdoğan’ın Amerikan usulü bir federalizmi benimsemesi durumunda buna olumlu yaklaşacağını belirten Özkök, fakat ne Ak Parti’nin ne de Erdoğan’ın böyle bir düşünceye sahip olduklarını sanmadığını ifade 
etmektedir. Erdoğan’ın gücünü ‘tek dudak anayasası’ şeklinde betimleyen Özkök, tüm gücü elinde bulundurmak isteyen Erdoğan’ın yalnızlaştığını ve yalnızlaştıkça da tüm yetkileri elinde bulundurmaya çalıştığını ifade etmektedir. Erdoğan’ın kafasındaki Başkanlık sistemine karşı olduğu anlaşılan Özkök’ün muhalif dilinde yer alan kavramlar ise “ Tek adam, cumhurvekilleri, cumhursaray, iki dudak anayasası” gibidir. 


Tablo 7. İsmet Berkan’ın köşe yazıları 

İsmet Berkan ise tartışmaya CHP’yi de içine alacak bir sorgulamayla başlamaktadır. Mevcut sistemin tek parti yönetiminden itibaren parlamenter sistemle uyuşmadığını verdiği Atatürk, İnönü ve Menderes örnekleriyle temellendiren Berkan, CHP’nin yıllarca şikâyet ettiği özgürlükler sorunu ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin iyi işlememesi gibi konularda samimi olmadığını ve bu yönde en ufak bir çaba harcamadığını düşünmektedir. Berkan, “Bu sistem 
parlamenter sistem mi?” diye sorarak mevcut anayasanın zaten her türlü otoriterliğe açık olduğunu iddia ederek konunun yeni bir anayasa çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini salık vermektedir. Berkan’ın “Otokrasi, başkanlık sistemi, parlamenter sistem” kavramlarıyla ele aldığı konuda Başkanlık sistemine geçilmesi halinde çokça dillendirilen “otoriterlik” söylemine de katılmadığını ifade etmektedir. 
Tablo 8. Rauf Tamer’in köşe yazıları 

Rauf Tamer’in yazmış olduğu iki yazıda da Başkanlık sistemine olumlu yaklaşmadığı görülmektedir. 7 Haziran 2015’te yapılacak olan seçimler üzerinden bir değerlendirmeye giden Tamer, bu seçimde yarışın Ak Parti ile HDP arasında geçeceğini diğer partilerin ise bu denklemde pek de rolünün olmayacağını söylemektedir. Diğer yandan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı sıfatı ile anayasayı değiştirecek 400 milletvekili talebini de eleştiren Tamer’in “ Başkanlık sistemi, 400 milletvekili” kavramlarını kullandığı görülmektedir. Akif Beki, muhalefetin sürekli eleştiriş konusu yaptığı Erdoğan’ın tarafsız davranmadığı konusunu işlediği “Erdoğan tarafsızlığını ne gün kaybetti?” başlıklı yazısında Atatürk’ten Gül’e kadar hiçbir cumhurbaşkanının tarafsız olmadıklarını iddia etmektedir. Dolayısı ile tarafsızlık yeminin Erdoğan’la bozulmadığını söyleyen Beki, Erdoğan’ın yıllardır çok net ifadelerle parlamenter sistemden şikâyetçi olduğunu ve bunu her defasında saklamadan kamuoyu önünde deklare ettiğini vurgulamaktadır. Beki’nin bu bağlamda Erdoğan’dan yana bir tavır içinde olduğunu dolayısı ile sistem tartışmalarına olumlu yaklaştığını da söyleyebiliriz. 


Tablo 9. Oral Çalışlar’ın köşe yazıları 

Oral Çalışlar, ilk yazısında Erdoğan’ın şahsından kaynaklı bir özgül ağırlığının olduğunu dolayısı ile Ak Parti içinde de bu gücünün devam ettiğini anımsatarak Başkanlık sistemi tartışmalarında AK Parti’yi Erdoğan’ın kuvvetli karizmasının motive ettiğini düşünmektedir. İkinci yazısında ise anayasayı değiştirmek için Erdoğan’ın dillendirdiği 400 Milletvekili yaklaşımın sorunlu bulduğunu ifade eden Çalışlar, 400 Milletvekilin tek bir partide olmasının demokrasi ve çoğulculuk adına sorunlar oluşturacağına işaret etmektedir. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları-Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma, BÖLÜM 2

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları-Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma, BÖLÜM 2



Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri., 

Başkanlık Sistemi.1 Günümüzde demokrasi ile yönetilen ülkelerde parlamenter sistem ve yarı Başkanlık Sistemi’nin yanı sıra uygulanan üç önemli hükümet sisteminden biridir. Tarihsel olarak Başkanlık Sistemi, “Westminster modeli"" demokrasinin 18. Yy. sonundaki koşullarına bir tepki olarak, İngilizlere karşı verilen bağımsızlık savaşından da etkilenerek, Amerika Birleşik Devletleri''nde üretilmiştir (Kalaycıoğlu, 2005: 14). 

1 Başkanlık Sisteminden kasıt ABD’de uygulanmakta olan Başkanlık Sistemi’dir. 

Sistem, 1787 anayasası ile şekillenmiş olup iki yıl sonra yani 1789’da başkan seçimine gidilmiş ve Washington ilk Amerika Cumhurbaşkanı seçilmiştir ( Göze, 2005:487). Başkanlık sisteminin doğduğu yer olan A.B. D. belki de sistemin en iyi işlediği ülkedir diyebiliriz. Zira bu sistemi uygulama şansı bulan diğer ülkelerde zaman zaman demokrasinin dışına çıkıldığına şahit olunmuştur. 
Buna örnek olarak bir takım Latin Amerika ülkeleri ile Endonezya ve Filipin gibi ülkeler gösterilebilir (başkanliksistemi.com). A.B.D’de sistemin tutmasının birçok faktörünün olmasının yanında en önemli neden ülkede bulunan federatif yapı ve bunun yanı sıra sağlam bir demokrasi kültürünün varlığıdır. Atar, Başkanlık sistemi dolayımında dile getirdiğimiz A.B.D.’ye has sistem ve dolayısıyla federatif yapıya itiraz ederek, hükümet sistemi ile devlet biçimin tamamen birbirinden farklı şeyler olduğu tezinden hareketle Başkanlık sisteminin federal bir devlette olduğu kadar üniter bir devlette de uygulanabileceğini savunmaktadır 
(1997: 87). Anavatanı Amerika Birleşik Devletleri (A. B. D.) olan Başkanlık sisteminin en ayırt edici hususlarının başında “sert kuvvetler ayrılığı” ilkesinin bulunmasıdır. Bir başka ifade ile A.B.D. anayasasına göre yasama ve yürütme kuvvetleri veya organları, yani kongre ile başkan birbirinden hem vazife, hem de organik bakımdan katı sınırlar ve sert hatlarla ayrılmıştır. Bu bakımdan iki organ birbirinden hemen hemen müstakil olarak ve birbirine nerede ise, arkasını dönerek çalışır ( Turgut, 1998: 20-­--21). Başkanlık sistemi, bazı yönleriyle 
çoğunlukçu demokrasi, bazı yönleriyle de oydaşmacı demokrasi modeline de yakındır. Buna göre bu sistemde yürütme gücünün tek bir kişide toplanması ve kabinenin tamamen başkana yakın ya da partisine mensup kişilerden veya kimselerden oluşması bu sisteme çoğunlukçu bir nitelik kazandırır. Diğer yandan katı kuvvetler ayrılığı ilkesinden ötürü, başkanın yasama organı üzerindeki etkisini sınırlamış olmasından dolayı da sistem oydaşmacı modeli çağrıştırmaktadır ( Atar, 1997: 81). 

Denge ve denetim üzerinden şekillenen Başkanlık sisteminin, üç temel parametre etrafında dizayn edildiği görülmektedir. 

İlki, halk tarafından seçilen başkan yürütmeyi temsil eder, ikincisi yine halk tarafından seçilen ve başkanın karşısında ayrı bir güç olarak konumlanan yasama organı ve üçüncü olarak da başkanın yasama erki karşısında siyasi sorumluluğunun olmaması fakat cezai sorumluluğunun olması ve bakanların yasama organı dışından başkan tarafından seçilmesidir (Duman, 2013). Sekreter olarak tanımlanan bakanlar, başkanlar tarafından göreve getirilir ve tamamen başkana tabidirler. Başkan istediği kişiyi sekreter olarak atayabildiği gibi istediği zaman da görevden azletme yetkisine sahiptir. (ankara.edu.tr) Başkanlık sisteminde, parlamenter ve yarı başkanlık sisteminde olduğu gibi başkan kongreyi yani yasamayı feshedemez buna karşılık kongre de başkanın istifasını isteyemez. Başkanlık sisteminde yürütme yani başkanın egemenliği söz konusu iken mali kaynaklar üzerindeki yetki bakımından kongre dahaetkilidir (Fendoğlu,2010). Diğer yandan Başkanlık sisteminin olumlu ve olumsuz yanlarına bakıldığında şunlar söylenebilir. Olumuz bağlamda ilk eleştirinin Başkanlık sisteminin diktatörlüğü teşvik edeceği endişesidir. Bu konuda Erdoğan, özellikle Latin Amerika ülkelerindeki uygulamalarına bakılıp da Başkanlık sisteminin diktatörlük getireceği düşüncesine katılmadığını ifade ederek bu gibi ülkelerde sistemin bilinçli olarak diktatörlüğü besleyecek argümanlar üzerinden tasarlandığını vurgulamaktadır(1995:77-­--78). Başkanlık Sisteminin siyasal mücadeleyi keskinleştirmek suretiyle toplumdaki kutuplaşmayı artırma tehlikesi ikinci eleştiri konusudur. Son olarak ise 
yürütmedeki esnekliğin olmaması sayılabilir (Atar, 1997: 85). Sistemin olumlu yanlarına bakıldığında ise Başkanlık sisteminin her şeyden önce siyasal istikrarı garantileyen bir özelliği bünyesinde barındırmasıdır. Yani bu sistemde koalisyonlar yer alamayacağı için bir partinin dolayısı ile liderinin önderliğindeki hükümet siyasal istikrarı sağlayacak yegâne unsudur. Bununla birlikte yasamanın ve yürütmenin ayır ayrı ve direkt olarak halk tarafından seçilmesi sonucu vatandaşın siyasal tercihinin demokratik olarak daha değerli hale gelmesidir. Başkanın kongreyi feshetme yetkisinin olmaması, kongrenin de hiçbir şekilde kabineyi istifaya çağıramaması gibi nedenler yukarıdaki cümleye paralel olarak sadece halkın iradesine endekslenmiş olduğunun göstergesidir. 

Bir başka ifade ile her iki erk için de tek vasinin halk olması dolayısı ile suni vesayetlerden azade olunması bağlamında demokrasinin kök salması ve kuvvetlenmesi açısından önemli parametredir. Kuzu’ya göre, Başkanlık modeli ile ilgili en önemli noktanın, sorumlu ve yetkilinin kim olduğunun çok açık 
şekilde belirlenmiş olmasıdır (1997: 273). Bir diğer hükümet sistemi ise Yarı Başkanlık Sistemi’dir. Siyasi literatürde Fransız hükümet modeli ve 5. Fransız cumhuriyet sistemi şeklinde bilinen bu hükümet sistemi parlamenter sistem ile Başkanlık sitemi arasında kalan yani her iki sistemden de özellikler barındıran nev-­--i şahsına münhasır bir yönetim sistemidir. Güçlü şekilde ihdas edilmiş olan yürütmenin bir kanadında cumhurbaşkanı(başbakana göre daha yetkili) diğer kanadında ise başbakan vardır. 

Parlamenter sistemden farklı olarak bu sistemde cumhurbaşkanını halk seçmektedir. Yarı başkanlık sistemine ideal bir örnek olarak gösterilen Fransa’da iki meçlis bulunmaktadır; 491 üyeli millet meclisi ve 315 kişilik senato (Fendoğlu, 2010),yarı başkanlık sisteminde direkt halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının öne çıkan en önemli yetkisi parlamentoyu feshetme iradesidir. Diğer yandan cumhurbaşkanının önemli yetkilere sahip olmasına karşın hükümet üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte 
cumhurbaşkanının, Başkanlık sisteminde olduğu gibi herhangi bir azil yetkisine de sahip değildir (anakra.edu.tr). Çoğu siyaset bilimci tarafından kabul edilen görüşe göre 5. Fransız Anayasası ile 1982 Anayasası incelendiğinde büyük oranda benzerlikler taşıdığı görülmektedir. Bundan dolayıdır ki kimi görüşlere göre 1982 Anayasasının vazettiği sistem yarı başkanlık sistemi olarak telâkki edilmektedir. Hatta bir kısım anayasa uzmanlarına göre ise 1982 Anayasası ile cumhurbaşkanına verilen yetkiler Fransa’ya kıyasla daha fazladır (Fendoğlu, 2010). Fendoğlu şimdilerde Başkanlık sistemine itirazlarını yükselten cenahtan 
olan Özbudun için şu saptamayı yapmaktadır “Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi hükmü öncesi yazdığı değerlendirmede, ‘Türk (1982) ve Fransız Anayasaları arasındaki en önemli fark, Fransa’da Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesine karşılık, bizde Cumhurbaşkanının TBMM’ce seçilmesidir (m. 102)’ demekteydi” (2010). Özetle söylemek gerekirse Fransa ile özdeşleşen yarı başkanlık sistemi Fransa’da işlerlik kazanmış, 1958 anayasası üçüncü ve dördüncü Cumhuriyet dönemlerinin siyasal krizlerini önlemek, parlamento baskısını kaldırmak amacıyla klasik parlamenter sistemden 
uzaklaşmış, başkanlık sistemine kayan yeni bir rejim getirmiştir (Göze, 2005: 599). 

Türkiye’de Başkanlık Sistemi Tartışmaları 

Türkiye’de Başkanlık sistemi tartışmalarına geçmeden önce bu coğrafyada yüzyılı aşan ve bir bakıma kökleşen parlamenter sistem deneyimine konunun daha iyi anlaşılabilmesi adına kısa da olsa değinmekte fayda görmekteyiz. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine denk gelen ve “Batılılaşma” hareketi olarak da isimlendirilen reform hareketlerinin en önemli parametrelerinden biri de anayasal düzene geçiş yani meşrutiyet hareketleridir. Bu yoldaki ilk adım Sened-­--i İttifak’tır. Osmanlı İmparatorluğu geleneğinde yadsınamayacak 
şekilde güç sahibi olan sultanın yetkilerini sınırlandıran ilk sözleşme olan Sened-­--i İttifak, 1808 yılında imzalanmıştır. Bir sonraki adım ise 1839’da imzalan Tanzimat Fermanı’dır. Tanzimat Fermanı, çağdaşlaşma veya sekülerleşme adına yöneten ve yönetilenler arasındaki ilişkileri yazılı kurallara bağlaması cihetiyle meşruti yönetime geçişte önemli bir kilometre 
taşı olarak değerlendirilebilir ( Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1986: 10-­--28). Uygar Coşkun’un da işaret ettiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda Sened-­--i İttifak ve Tanzimat Fermanı gibi öncü anayasal süreçler veya belgeler yürürlüğe konmuşsa da Kanun-­--i Esasi’den farklı olarak bir anayasa sistematiğine uygun değillerdir (Coşgun: 2008). Diğer bir süreç ise Tanzimat Fermanı’nın devamı ve tamamlayıcısı niteliğinde olan 1856 tarihli Islahat Fermanı’dır. 

Bu cümleden hareketle Türk tarihinin ilk anayasası 1876 Anayasası, yani Kanun-­--i Esasi bir başka isimlendirme ile 1. Meşrutiyettir diyebiliriz. Türkiye’de parlamenter sistem bağlamında ilk anayasal deneyim olmasına rağmen 1. Meşrutiyet’in tam bir parlamenter sistem kurmayı amaçladığından bahsetmek zordur (Asilbay, 2013). Zira Kanuni-­--Esasi’de parlamenter sistemlerin özünü oluşturan yasama ve yürütme organlarının tanım ve yetkilerinin belirtilmemesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanmaması ve kuvvetli bir icra figürü olarak padişahın işlevselliğini sürdürmesi gibi özellikleri nedeniyle tam bir 
parlamenter sistem mantığı içinde değerlendirilmemektedir (Coşgun, 2008) Buna karşın 1909’da yapılan bir kısım değişikliklerle 1876 Anayasası’nın revize edilmesi suretiyle teorik anlamda bir parlamenter monarşi anayasası halini almıştır (Fendoğlu, 2010). Erdoğan da, Türkiye’de ciddi anlamdaki ilk demokrasi tecrübesinin ikinci meşrutiyetle yaşandığını belirterek, meşrutiyet anayasasının 1908’de yeniden yürürlüğe konmasını izleyen anayasa değişikliklerini müteakip çoğulcu bir siyaset ve toplumsal-­--kültürel hayatın ortaya çıkması olarak değerlendirmektedir (1997: 49). Osmanlı deneyiminden sonra ilk tatbik edilen ve kısa bir dönem yürürlükte kalan 1921 Anayasası, Kurtuluş Savaşı döneminde ve zor şartlarda oluşturulan bir anayasadır. Meclis hükümet sistemini öngören 1921 Anayasası yasama ve yürütme yetkilerini meclise veren ve bir bakıma kuvvetler birliğini öngören bir sistemdir. 

Kısa bir süre varlığını devam ettiren 1921 Anayasası, 1923’te yapılan bir takım değişikliklerle meclis hükümeti mantığından uzaklaşarak parlamenter sisteme doğru evrilmiştir (Asilbay, 2013). 1924 Anayasası ise parlamenter sistem ile meclis hükümet sisteminden ögeler barındıran karma bir sistem getirmiştir. Durgun, 1924 Anayasası’nda parlamenter rejim unsurlarının oldukça ağırlıklı bir biçimde yer almış olduğundan saf bir meclis hükümet sistemi getirmediğine işaret etmektedir ( 1999: 247). Bir takım yazarlara göre ise 1924 Anayasası, ‘kuvvetler birliği-­-- görevler ayrılığı’ şeklinde nitelendirilmiştir (Asilbay, 2013). 1961 Anayasası’nın oluşturulma sürecinde bir kesim tarafından güçlü idare düşüncesi temelinde Başkanlık sistemi tartışmaları yaşanmış fakat çoğunluğu oluşturan grup tarafından bu düşünce reddedilmiştir. Yavuz’a göre o dönemde görüşlerine önem verilmeyip dışlanan kesimlerin siyasal düşünceleri günümüze kadar süren Başkanlık sistemi tartışmalarının temelini oluşturmuştur (2000: 116). 1961 Anayasası klasik anlamda bir parlamenter sistem getirmiş olup, 1924 Anayasa’sından farklı olarak kuvvetler birliğinden ve TBMM’nin 
üstünlüğünden ayrılmıştır ( Durgun, 1999: 253). Son olarak da 1982’de yapılan Anayasa, 1961’deki klasik parlamenter sisteminin devamıymış gibi görünse de özellikle cumhurbaşkanına tanınan aşırı yetkiler bakımından kamuoyunda “yarı başkanlık sistemi” veya “ başkanlı parlamenter rejim” olarak yorumlanmıştır (Duman, 2013). Nitekim Özdemir 1982 Anayasası’nın, her ne kadar parlamentarizme bağlı kalsa da, bu makamın adeta yarı başkanlık sistemi yetkileriyle donatılmış olduğuna vurgu yapmaktadır ( 1989: 36). Durgun’a 
göre ise 1982 Anayasası’nın özeti, yürütme organının parlamentoya karşı sorumsuz ve yansız kanadını oluşturan cumhurbaşkanının güçlendirilmesidir ( 1999: 262). Türkiye, Osmanlı’daki meşrutiyet uygulamaları da hesaba katıldığında iki yüzyılı aşan bir anayasal yönetime bir başka ifade ile halkın iradesinin temsili olarak meclise yansıyan parlamento geleneğine sahiptir. Osmanlı’daki ilk deneyimler tam olarak demokrasi ile uyumlu olmasa da bir sürecin başlangıcı adına şüphesiz ki önemli aşamalar olarak Türk tarihine geçmiştir. Genel olarak bakıldığında bahsedilen bu “demokrasiden yoksunluk” durumu sadece Osmanlı dönemine has olmayıp cumhuriyet döneminde de uzunca bir dönem “ayıplı” kayıp yıllar olarak belleklere kazınmıştır. Osmanlı’nın yıkılması ve akabinde Türkiye’nin kurulması ile birlikte başlayan yeni dönemde TBMM’nin tesis edilmesi ile parlamento geleneği Anadolu coğrafyasında artık kalıcı bir hâl almaya başlamıştır. Yukarıdaki bölümde de anlatıldığı gibi Türkiye’nin yönetim sistemi yürürlüğe giren dört anayasada da kısmi değişikliklere uğrayarak 1982 Anayasası ile günümüzdeki son halini 
almıştır. 1982 Anayasası, sistem tartışmalarının bizatihi varlık nedenlerinin başında yer almaktadır. Zira yönetimde “çift başlılığı” kuvvetlendiren düalist yapıyı ikame etmesi ve cumhurbaşkanına aşırı yetkiler bahşetmesi mevcut sistem tartışmalarını etkileyen en önemli faktörlerdir. 1982 Anayasası birçok hukukçu ve bilim adamına göre cumhurbaşkanına tanınan aşırı yetkilerden ötürü Başkanlık olmasa da yarı başkanlık sistemini çağrıştıran bir özelliğe sahiptir. Bu konuda Durgun, 1982 Anayasasında yürütmenin parlamento karşısında 
daha güçlü olabilmesi için Başkanlık sisteminin bazı özelliklerine yer verilmişti( 1999: 263) demektedir. 

Taha Parla da, “1982 Anayasasında bırakın yarı başkanlık sistemini, Başkanlık sistemi boyutlarını kat kat aşan olağanüstü yetkili bir devlet başkanlığı kurumu yaratılmıştır” ( 1995: 78-­--79) diyerek sorunun anayasanın kendisinde düğümlendiğini ima etmiştir. Türkiye’deki sistem tartışmaları hem akademide hem de siyasette iki keskin hat üzerinde cereyan ettiği görülmektedir; Bir yanda Başkanlık sistemine her durumda karşı olanlar, diğer yanda ise sistem değişikliğinden yana olanlar. Güncel siyasetteki tartışmalara geçmeden önce ilmi plânda hukukçuların ve bu işe kafa yoranların görüşlerini sıralamakta fayda görmekteyiz. 

Öncelikle Başkanlık sistemine karşı çıkanlar acaba hangi gerekçelerle karşı çıkmaktadırlar? 

Bu sorunun cevabını Fendoğlu şu şekilde özetlemektedir(Fendoğlu, 2010): “Yasama ile yürütme birbirine eşit olmalı, yürütme daha güçlü ve daha etkin olmamalıdır. Aslında, Türkiye’de sorun parlamentoda değil, parti ve seçim sistemindedir. Başkanlık sistemi bazı siyasal partilerin işine gelir. Başkanlık sistemi, ülkeyi totalitarizme götürebilir, başkanlık seçilmiş padişahlıktır. Yalnızca 
ABD’de başarılı olan sistemin Türkiye’de uygulanabilirliği, tarih, sosyoloji ve siyaset bilimi açısından yanlış-­--yetersiz ve sakıncalı olabilir”. Karşı çıkanlardan biri olan Levent Gönenç tartışmayla ilgili olarak Başkanlık sistemine uzak davranarak mevcut sistemi radikal bir şekilde değiştirmeden “parlamentarizmin rasyonelleştirmesi” diye tanımladığı metotla sistemin küçük ama etkili bir şekilde yeniden revize edilmesini önermektedir ( 2005: 11-­--12). 

Ersin Kalaycıoğlu ise sorunun parlamenter sistemden kaynaklanmadığını asıl sorunun mevcut sistemin iyi işletilememesinden kaynaklandığını ifade ederek Türkiye gibi çok partili ülkelerde Başkanlık sistemimin bağdaşmadığını dolayısı ile olası bir Başkanlık sisteminin Türkiye’yi çökmenin eşiğine getirecek siyasal ve kurumsal istikrarsızlığa duçar edeceğini iddia etmektedir (2005: 26). 

Karşı çıkan hukukçulardan biri olan Serap Yazıcıoğlu’nun gerekçesi ise Başkanlık sisteminin Türk siyasi kültürüne uygun olmaması ve Türkiye’deki demokratikleşme sürecine engel olacağı endişesidir (ntv.com.tr). Erdal Onar da mevcut sistemin değişmemesi gerektiğini düşünenlerden biridir. Onar, Türkiye’nin yabancısı olduğu ve deneyimlemediği bir sistem yerine bazı değişikliler yapılması suretiyle parlamenter sistem içerisinde kalınmasını salık vermektedir ( 2005: 103). Yekta Güngör Özden ise Başkanlık sisteminin Türkiye’nin mevcut şartlarına uymadığını ifade ederek gidilecek bir Başkanlık sistemiyle diktatörlüğe kadar varabileceğini belirterek Başkanlık sitemine karşı 
olduğunu beyan etmektedir (Cumhuriyet, 25.05.1998). İlter Turan’ın da, Başkanlık sisteminin ABD’ye has bir yönetim sistemi olduğundan hareketle başka ülkelerdeki uygulamalardan sağlıklı sonuç alınamadığını iddia ederek olası bir sistem değişikliğine karşı olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’de Başkanlık sistemini isteyenlerin aslında bir istikrardan çok yönetimi elinde bulunduran liderlerin iktidarlarını sürdürmek özleminden kaynaklandığını ifade eden Turan, bir sorunla karşılaşıldığı zaman kurumları tamamen kaldırma yerine bunların ıslahı yönüne gidilmesinin daha sağlıklı olacağı kanaatindedir (2005: 124). 
Türkiye’de siyasetin daha çok lider odaklı bir anlayış üzerine bina edildiğini ve bunun çoğu zaman hükümetlere de yansıdığını belirten Özbudun ise, Başkanlık sisteminin bu tarz eğilimleri güçlendireceğinden hareketle liderleri güçlü kılmayan bilakis onları sınırlayan yapılanmanın tercih edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (2005: 111). 


Diğer yandan Başkanlık sistem-­--ler-­--inden yana olan daha doğrusu mevcut parlamenter sistemin bir şekilde değişmesini isteyen hukukçuların genel argümanı ise yönetimde istikrar yani güçlü yürütme ve yasama erkinin daha bağımsız bir çerçevede hareket edeceği tezi yani güçlü parlamentonun teşekkülüdür (Özbudun: 2005: 106). Başkanlık sisteminin Türkiye’deki en güçlü savunucularının başında gelen Burhan Kuzu, Başkanlık sistemine karşı olanların sol düşünceden beslendiğini ve bakış açılarının ciddi bir gözlemden uzak olduğunu ifade etmektedir. Kuzu, karşı çıkanların asıl korkusunun Türkiye’de sol oyların %35’i geçmeyeceği gerçeğinden hareketle girişilecek bir başkanlık yarışında totalde %65’i bulan sağ oylar karşısında kaybedecekleri endişesinden kaynaklandığını iddia etmektedir. Kuzu, son tahlilde Başkanlık sisteminde çok geç kalındığını, buna rağmen Türk toplumunun bünyesine, Türk toplumunun devlet düzenine, milli kültüre uygun olan ve tarihteki deneyimlerden de başarısı kanıtlanan, Türk demokrasisine daha elverişli olan ve milletin özlemi olan Başkanlık modeline geçilmesi gerektiğini savunmaktadır (1997: 280-­--286). 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları-Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma, BÖLÜM 1

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları-Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma, BÖLÜM 1




Mehmet Gökhan GENEL, Yrd. Doç. Dr., Yalova Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Yalova/Türkiye, 
genel.mgokhan@gmail.com 


ÖZET: Türkiye’nin yaklaşık 95 yıldır uyguladığı parlamenter sistem deneyiminden vaz mı geçiliyor? 
Türkiye hükümet modeli bağlamında parlamenter sistemden yana devam kararı mı alacak yoksa başkanlık, yarı başkanlık veya Türk tipi bir başkanlık modeline mi geçiş yapacaktır? 
Bu husus Türkiye kamuoyunda 2014’ten bu yana en çok tartışılan konu olma özelliğini taşımaktadır. Bu çalışmada amaç Türkiye’nin olası bir sistem değişikliği durumunda özel de ise başkanlık sistemi tartışmalarında Türk medyasının konuya ilişkin bakış açısını anlamaya yöneliktir. Türkiye basını üzerinden ele alınan bu çalışmada tartışılan sistem değişikliğine yönelik her biri farklı dünya görüşü ve ideolojik perspektiflere sahip olan Hürriyet, Star, Cumhuriyet, Yeniçağ, Özgür gündem ve Agos Gazetelerinin sadece dijital versiyonlarında yer alan köşe yazarları araştırma kapsamına dâhil edilmiştir. Bir aylık gazete nüshalarının incelendiği bu çalışmada araştırma yöntemi olarak içerik analizi esas alınmıştır. 

Giriş;

Türkiye’de siyasal sistem değişikliği son iki yıldır siyasal, medya ve kamu gündeminin en çok tartışılan konuların başında yer almaktadır. Öyle ki; 2014’te yapılan ve halk tarafından ilk kez doğrudan belirlenen Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve 7 Haziran 2015’te yapılacak olan genel seçimlerde ana gündem maddesi siyasal sistem değişikliği eş deyişle Başkanlık sistemi olmuştur. Bu bağlamda akla gelen ilk sorular acaba Türkiye uzun yıllardır uyguladığı Parlamenter sistemden vaz mı geçiyor? Türkiye’de siyasal sistem değişikliği 
gerekli midir? Türkiye yeni bir siyasal sistem değişikliğine hazır mıdır? Türkiye yönetim sistemi anlamında yeni bir tercihle mi karşı karşıya? Türkiye’de şayet bir sistem değişikliği olacaksa bu tercih “Amerikan tipi Başkanlık Sistemi” mi, “Fransa tipi yarı başkanlık sistemi” mi yoksa çokça polemik konusu olan “Türk tipi bir Başkanlık sistemi midir? Bu soruların cevabı 7 Haziran 2015’te yapılacak olan genel seçimler sonucunda büyük bir olasılıkla netlik kazanacaktır. Zira olası bir siyasal sistem değişikliği demek, halen yürürlükte olan 1982 anayasanın değişmesi demektir. Yine buna paralel olarak anayasanın değiştirilebilmesi de 
her hangi bir partinin veya partiler blokunun parlamentoda anayasayı değiştirebilecek 367 parlamenter sayısına veya Başkanlık sistemi değişikliğinin referanduma sunulması için 330 parlamenterin olması gerekmektedir. Siyasal sistem değişikliğinin özelde ise Başkanlık sistemi tartışmalarının yakın dönemdeki mimarı 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olarak görülse de aslında Erdoğan’dan yılar önce 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 9. 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş’in de Başkanlık Sistemi’ni önceleyen ve arzulayan bir takım yaklaşımlar sergiledikleri bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte diğer önemli ülke gündem maddelerinde 
olduğu gibi bu tartışmada da Türkiye’de mevcut bir bölünmüşlüğün olduğunu söylemek mümkündür. 
Yani bir tarafta Başkanlık Sistemi’nden yana olan ve bunun gerçekleşmesi adına ülke yararına olduğu tezinden hareketle argümanlar ileri süren başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi ( Ak Parti) diğer tarafta ise buna şiddetli direnç gösteren ve gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin uçuruma sürükleneceğini dillendiren muhalefet partileri yer almaktadır.

Yukarıda özet bir şekilde çerçevesi çizilmeye çalışılan bu çalışmanın temel amacı, ülkenin siyasal düzlemdeki en önemli meselesi olarak görülen ve Türkiye’nin geleceğini etkileyeceği muhakkak olan Başkanlık Sistemi tartışmalarında medyanın yaklaşımını ve mevcut tartışmaya hangi argümanalar ekseninde katkı sağladığını araştırmaktır. Çalışma, mevcut yayın politikaları ve ideolojik eğilimleri ekseninde günlük yayınlanan gazetelerin köşe yazarları üzerinden kurgulanmıştır. Bu bağlamda dijital versiyonları esas alınan Hürriyet, 
Yeniçağ, Cumhuriyet, Özgür gündem, Star ve Agos gazetelerinin konu hakkında yazı kaleme alan köşe yazarlarının Şubat 2015’teki bir aylık yazıları incelenmiştir. Agos gazetesini incelemeye dâhil etmemiz muhtemeldir ki, bir kesim tarafından soru işaretiyle karşılanabilir. 
Ancak bu gazeteyi araştırmaya dâhil etmememizin yegâne sebebi ise “çoğulcu” bir bakış açısından hareketle olası bir siyasal sistem değişikliğinde Türkiye’de bulunan ve anayasal olarak Türk vatandaşı statüsünde bulunan Ermeni vatandaşlarımızın konuya dair görüşlerini öğrenmeye yöneliktir. Çalışmaya Türkiye’deki diğer etnik anlamdaki azınlıkların yayın organları da dâhil edilmek istenmiş olmasına rağmen ( Rum, Yahudi, vb.) bahsi geçen azınlıkların günlük anlamda süreli bir yayın organlarının olmaması nedeniyle sadece Agos 
gazetesi çalışma kapsamına alınmıştır. Çalışmamız üç ana bölümden oluşmaktadır. 
Birinci bölümde konunun kavramsal çerçevesi, ikinci bölümde konuya dair aktüel ve siyasi tartışmalar ve son bölümde ise araştırma kısmı yer almaktadır. 

Parlamento Kavramı 

Siyasal sistem tartışmaları Türkiye’nin son iki yıldaki en önemli gündem maddesi olmuştur. 
Türkiye kamu yönetimi sistemi veya siyasal sistem bağlamında bir karar aşamasına gelmiş durumdadır. Bu minvalde Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunmaktadır: Birincisi Türkiye ya uzun yıllardan beri uyguladığı parlamenter sistemi revize ederek mevcut sistemin devamından yana karar alacak ya da bundan vazgeçerek alternatif bir siyasal sistemi deveye sokacaktır. Alternatif olarak düşünülen sistemler arasında Amerikan tarzı Başkanlık Sistemi, 
Fransız tipi yarı Başkanlık Sistemi veya nevi şahsına münhasır Türk tipi Başkanlık Sistemleri yer almaktadır. Bakıldığında bahsi geçen tüm seçeneklerin ortak paydası parlamento sistemli yönetim biçimleri olduğu gerçeğidir. Peki, günümüzde insan tabiatına en uygun yönetim sistemi olarak addedilen başta Batı toplumları ve diğer ülkelerin ekseriyetle uygulamış olduğu parlamento veya meclislerin siyaseten anlamı nedir ve tarihsel olarak nereye dayanmaktadır? 

Tüm demokratik sistemlerin beslendiği kavram olan parlamentonun kısaca tarifini yapmak gerekirse etimolojik olarak kelimenin asıl kökeni İtalyanca olup yasa çıkarma yetkisine sahip meclis veya meclislerdir. Bir başka yaklaşıma göre ise Fransızca ‘parler’(konuşmak) fiili ile ‘mentir’-­-- Yalan söylemek ( Wikipedia) fiilinin birleşiminden doğan ‘parla-­--mento’ şeklini almış kavramdır. Konuşmak veya konuşulan yer veya mekân anlamlarına gelen parlamento kavramı, Türkiye’de ‘meclis’ olarak da tanımlanan içerisinde belli yetkilerle donatılmış 
görevlilerin kararlar aldıkları, yasalar çıkardıkları mekânlardır. TDK sözlüğüne göre kavram “Başlıca görevi yasama, devlet bütçesini çıkarma, hükümeti denetleme olan ve üyeleri halkoyuyla belirli bir süre için seçilen meclis veya meclisler” (TDK) şeklinde tarif edilmektedir. Diğer bir tarife göre ise “belli toplumsal, ekonomik ve siyasal ihtiyaçlara karşılık olarak ortaya çıkmış olup ve o yönde işlev gören birer siyasal kurum veya ürünleridir” (Durgun, 1999: 12). Günümüzdeki anlamıyla olmasa da parlamentonun tarihini eski Yunan polis devletlerine kadar götürmemiz mümkündür. Zira antik site, kendi kendini yöneten, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanların oluşturduğu en küçük, demokratik bir yönetsel birim( Keleş, 2000: 29) olarak demokratik uygulamanın ilk örneğini teşkil etmiştir. Bu doğrultuda antik Yunan’da Aristokratların oluşturduğu “Areopagus” adına bir danışma meclisi ve yönetime 
katılma hakkı olanların katıldığı “Eklesia” adıyla bir başka meclis de bulunmaktadır (Yılmaz, 1996: 149). Yunan Polis Devletleri’nde ilk kez uygulanmaya başlanan ve demokrasinin ilk nüvelerini taşıyan uygulamalar günümüze gelene kadar bir dizi değişikliğe uğramıştır. Göze’nin de ifade ettiği gibi Yunan polisleri ilk aşamada krallık yönetimine, sonraki aşamada aristokratik yönetime ve son olarak da demokratik yönetime evrilerek günümüzdeki son şeklini almıştır ( 2005: 2). Parlamento ve buna bağlı olarak parlamentarizm demokrasi ile doğrudan ilişkisi olan kavramladır. Özünü “Kuvvetler 
Ayrılığı” ilkesinden yani yasama, yürütme ve yargı erklerinin farklı organlarda (Özbudun, 2005: 199) bulunması ilkesinden alan demokrasi nosyonunu ilk dillendiren Aristoteles’tir. Aristoteles “Politika” isimli eserinde ideal bir hükümet sistemi için yasama yürütme ve yargı erklerinin üç ayrı unsur olarak konumlandırılması ve aralarındaki ilişkinin iyi bir şekilde tesis edilmesi gerektiğini söylemiştir (Tuncay, 1990: 132-­--133). 

Aristoteles bu bağlamda üç tip yönetim sisteminden bahsetmektedir: Monarşi, Aristokrasi ve Demokrasi. Ona göre devlet yönetimi tek kişinin elindeyse Monarşi, küçük bir azınlığın elindeyse Aristokrasi ve geniş halk kitlelerinin elindeyse Cumhuriyet’tir. Bunları olumlu hükümet modelleri olarak ele alan 
Aristoteles, bunların yozlaşmış veya bozulmuş şekillerini ise Tirani, Oligarşi ve Demokrasi şeklinde tarif etmektedir (Akın, 1983: 10-­--24). Diğer yandan Aristoteles, nihai topluluk veya doğru siyasal topluluk olarak idealize ettiği antik kentler (polilsler) onun için insanın doğasına en uygun olan yönetim birimleridir. Zira ona göre kentler, bazı insani iyiliğe ilişkin ortak kavramsallaştırmalara uygun olarak, yaşam yönündeki doğal arzuyu karşılar ( Arnhart, 2005: 52-­--53). 

İlk örnekleri yukarıda da belirtildiği üzere Antik Yunan’da uygulanmış olan ve güçler ayrılığı üzerinde şekillenen parlamento sistemi günümüzde çeşitlilik kazanarak mevcut sistemler arasında yenisi bulunana kadar en insani olma 
özelliğini sürdürmektedir. Parlamento ile ilgili bu bilgilerin yanı sıra ana başlıklar halinde Parlamentonun bir takım farklı işlev ve özelliklerinden bahsedebiliriz (Durgun, 1999: 16-­--106) 

Faaliyet bakımından özellikleri 

• Karar oluşturma faaliyeti 
• Temsil faaliyeti 
• Sistemin varlığını devam ettirme faaliyeti Siyasal açıdan parlamentonun fonksiyonları bakımından özellikleri 
• Bütünleştirme 
• Destek sağlama 
• Meşruluk Parlamentoların gücünü etkileyen unsurlar bakımından özellikleri 
• Parti disiplini 
• Parlamento komisyonları Parlamento kategorileri bakımından özellikleri 
• Eşgüdümlü (aktif) parlamentolar 
• Belirsiz (vulnerable) parlamentolar 
• Tabi (reaktif) parlamentolar 
• Rekabetçi-­--egemen (marjinal) parlamentolar 
• Teslimiyetçi (minimal) parlamentolar 

Parlamenter Sistem 

Konumuz dâhilinde tartışmanın düğümlendiği ve Türkiye’nin uzun yıllardır uygulamış olduğu Parlamenter sistem nedir, olumlu ve olumsuz tarafları nelerdir, parlamenter sistem hangi özellik veya özelliklerinden dolayı eleştiriye uğramaktadır? Bu başlıkta sıraladığımız soruların cevapları aranacaktır. Parlamenter sistem, bugün başta İngiltere olmak üzere dünya genelinde uygulanan anayasal sistemlerin başında yer almaktadır. Parlamenter 
sistem, meşruiyetinin temel dayanağı olan halkın seçtiği parlamenterler aracılığı ile endirekt olarak iradesini sergilediği bir toplumsal sözleşme mantığı ile yönetime ortak olduğu bir anayasal düzendir. Durgun’un da ifade ettiği gibi “ İdeal olarak bir parlamento, siyasi sistemin bütünlüğünü oluşturmada, rejim politikaları için halkın desteğini harekete geçirmede ve rejimi meşrulaştırmada, önemli bir rol oynamaktadır” ( 1999: 13). Parlamenter sistem, kuvvetler ayrılığı 
prensibinin uygulandığı bir hükümet sistemidir. Bu sistem, yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki kuvvetler ayrılığının yumuşak, dengeli ve işbirliğine dayanan temsili 
idare şekli olarak tarif edilebilir (Turgut, 1998: 32). Bir başka ifade ile “Parlamenterizm, parlamenter rejim veya parlamenter hükümet, hukuken ve siyaseten sorumsuz devlet başkanının başkanlığında, yürütme organı ile yasama organı arasındaki kuvvetler ayrılığının yumuşak olduğu, organlar arasındaki hukuki ilişkinin eşitlik ve dengeye dayandığı bir temsili rejimdir” (Fendoğlu, 
2010). Kuvvetler ayrılığı şeklinde formüle edilen parlamenter sistemin düşünsel arka plânı Aristoteles’e kadar uzansa da kavramı “kişisel özgürlükler” bağlamında ilk kullanan ve düşünceleriyle mutlakıyet rejimlere ciddi bir darbe indiren kişi İngiliz liberal düşünür John Locke olmuştur. Locke, siyasal iktidar içinde yer alan güçleri yasama, yürütme ve konfederatif güçler ( Göze, 2005: 159)şeklinde kategorize etmiştir. Ancak kuvvetler ayrılığı ilkesinin sistemleşmesi veya bir kuram olarak belirmesi Fransız düşünür Montesquieu sayesinde olmuştur. Siyaset biliminin kurucusu ve ilk pozitivistlerden biri olarak kabul 
edilen Montesquieu, “Yasaların Ruhu” adlı eserinde üç siyasal yönetim biçimi öngörür, bunlar: Cumhuriyet (demokrasi), Monarşi ve Despotizm ya da zorba yönetimlerdir. 

Özgürlükler konusunda yoğunlaşan Montesquieu doğal olarak ilgi oklarını Cumhuriyet yani demokratik yönetimlere yöneltmektedir. Siyasal erdem olarak tarif ettiği demokratik yönetimleri bir bakıma özgürlüklerin teminatı olarak görmektedir. Özgürlükleri, kişinin yasanın izin vermediği şeyleri yapmaya zorlanmaması ve izin verdiği şeyleri yapmaktan alı koymaması olarak tarif eden Montesquieu, bunların da ancak iktidarın kötüye kullanılmasını engelleyecek olan ılımlı yönetimler aracılığıyla sağlanabileceğine işaret etmektedir. Montesquieu, özgürlüklerin ihlali anlamına gelebilecek olan iktidarların kötüye kullanılması tehlikesine karşılık “iktidarın iktidarla sınırlandırılması” teorisini ortaya atarak 
bir bakıma “denge-­--fren” mekanizmasını önermektedir. Bir başka ifade ile her devlette yasama, yürütme ve yargı iktidarlarının var olduğunu söyleyen düşünüre göre, yasama iktidarının asli görevi yasa yapmak, yasaları kaldırmak veya değiştirmektir. Diğer yandan yürütme iktidarının görevi ise savaşa ve barışa karar vermek, yabancı ülkelere temsilci gönderip temsilci kabul etmek, içte ve dışta güvenliği sağlamaktır. Ona göre diğer bir güç olan yargı iktidarının görevi ise suçluları cezalandırmak ve anlaşmazlıkları çözmektir. 

Bir siyasal organizasyonda yasama ve yürütme güçlerinin tek bir elde toplanmasında özgürlükten bahsedilemeyeceğini belirten Montesquieu, aynı şekilde yargının da yasama ve yürütmeden ayrılmamasının özgürlükler aleyhine işleyen bir durum olacağını savunmaktadır. Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı ilkesini ne derece önemsediğinin kavranabilmesi için şu saptaması yeterli olacaktır: “ Üç iktidar tek elde toplanırsa, bu ister bir kişi, ister soylular, ister halk olsun her şey bitmiştir…” ( Göze, 2005: 174-­--188). Parlamentolar veya Parlamenter sistemler tek bir tip olmayıp, toplumların yapısal özelliklerine göre değişkenlik gösteren siyasal organizasyonlardır. Bu nedenle dünyadaki 
mevcut parlamentolardaki bir takım benzerliklerin yanında, farklılıklar da 
görülebilmektedir. Bundan dolayı var olan bu farklı özellikler, içinde bulunulan siyasal çevrenin kendine has koşullarıyla da yakından ilintilidir. Diğer bir ifade ile farklı tarzda parlamentoların ortaya çıkması, ülkelerin siyasal yapılarının farklı olmasıyla açıklanabilir ( Durgun, 1999: 4-­--5). Bahsi geçen bu farklı yapıları bir örnek dâhilinde ele alacak olursak İngiltere ve Hollanda gibi parlamenter monarşilerde devleti temsil makamında veraset kuralları gereği kral veya kraliçe bulunurken; Almanya gibi parlamenter cumhuriyetlerde ise devleti temsil edecek kişi parlamento tarafından demokratik usullere göre belirlenmektedir. 
(Yaşayan anayasa: 2015) 

Parlamenter rejimlerin tarihselliğine bakıldığında ise “1789 Amerikan ve 1791 Fransız Anayasalarından başlayarak pozitif hukuk teorilerinden ziyade 
siyasal nitelikler taşıyan (Duman, 2013) anayasal özellikleriyle ilk uygulandığı coğrafya olarak İngiltere karşımıza çıkmaktadır. İngiltere’de Magna Carta’nın 1215’te kabulüyle başlayan tarihi süreç içerisinde 1295 yılında “Model Parlamento” adıyla oluşturulan Temsilciler Meclisi ile başlayan parlamenter sistemin ilk nüveleri oluşmaya başlamış ve 18. Yüzyılın ortalarına doğru parlamenter monarşi doğmuştur (Asilbay, 2013) İngiltere’de tecrübe edilen sistem daha sonra bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Sistemin esası mutlak monarşiye ve değişmez hükümdarlara karşı çıkmak, halkı temsil etmek ve yasama gücünü kuşanarak iktidarı denetleme imkânına sahip olmak (Turgut, 1998: 33) şeklinde özetlenebilir. Diğer yandan parlamenter sistemi farklı sistemlerden ayıran belli başlı özelliklerini Fendoğlu’nun tasnifiyle şu şekilde sıralamak mümkündür (Fendoğlu, 2010): 

• Yürütmenin iki başlılığı (bakanlar kurulu, başbakan-­-- kral veya cumhurbaşkanı) 
• Devlet başkanının siyasal açıdan sorumsuzluğu ( siyaseten sorumsuz sembolik makam) 
• Bakanalar kurulunun sorumluluğu ( siyaseten sorumlu makam) 
• Yürütmenin yasamayı feshi (bu rejimde cumhurbaşkanı ve başbakanın gerekli durumlarda parlamentoyu fesh etme yetkisi vardır) 
   Yine bu bağlamda dört çeşit parlamenter rejimden bahsedilebilir (Fendoğlu, 2010): 
• Tekçi (monist) parlamenter rejim ( gerçek anlamda parlamenter rejim. Cumhurbaşkanı aktif politikanın dışındadır) 
• Aklileştirilmiş parlamenter rejim (siyasi yaşamın tamamının hukuk kurallarına bağlanması) 
• Çağdaş parlamentarizm (yürütme organının daha aktif olduğu rejim) 

Diğer yönüyle parlamenter sistemlerin bir takım olumlu ve olumsuz yanları da mevcuttur. Olumlu yanlarına bakıldığında ilk göze çarpan özellik “kuvvetler ayrılığı” ilkesi bağlamında daha demokratik bir sistem görüntüsü vermesidir. Bir başka ifade ile anayasal düzenin erklerinden olan yasama, yürütme ve yargı organlarının farklı ellerde olması nedeniyle toplum kesimlerinin devlet yönetiminde bir şekilde temsilinin sağlanması eş deyişle toplumsal konsensüsün hayata geçirilmesi düşüncesidir. Yürütmenin çift başlı hale getirilmesi ( Eldem, 2007: 9-­--10). yani “denge-­--fren sistemi” sayesinde yöneticilerin keyfi 
uygulamalarının bir bakıma önüne geçilmiş olması sistemin olumlu yönlerinden birini teşkil etmektedir. Bununla birlikte icra gücü olarak görev yapan ve siyaseten sorumlu durumda olan başbakan ve bakanlar kurulunun parlamentoya karşı sorumlu olması/ hesap verebilirliği ve her an güven oylaması mekanizmasıyla karşı karşıya olması olumlu olarak görülen yönlerden biridir (Turgut 1998: 34-­--35). Turgut, parlamenter sistemin özünün “istikrar” ve “denge” üzerinden şekillendiğini belirterek dünya genelinde uygulanan parlamenter sistemlerin başarı oranının %67.5 olduğunu ve bu oranın Başkanlık sisteminin başarı nispetinden üç kat daha fazla olduğunu iddia etmektedir. Sitemin olumsuz veya aksayan yanlarına bakıldığında ise öncelikli olarak yönetimde istikrarsızlığa yapılan vurgudur. Turhan’ın da ifade ettiği gibi İtalya örneğindeki çok partili sistem ve buna bağlı olarak koalisyonların ve azınlık hükümetlerinin oluşması siyasi istikrarsızlığın temel sebeplerinden birini oluşturmaktadır (1989: 65). Mevcut rejimde hükümetler parlamentoların 
güvenoyuna bağımlı yapısı nedeniyle her an görevinin sonlanması riskiyle karşı karşıya olması hükümet istikrarsızlığını veya siyasi krizi etkileyen dezavantajlı bir durum olarak görülmektedir (Uluşahin, 1999: 78-­--80). Parlamenter sistemin diğer olumlu yanı ise, bu rejimde hükümetin kamuoyunun desteğini kaybetmesi halinde yeni bir hükümet kurulması ya da seçimlerin yenilenmesi yollarına başvurmanın mümkün olmasına karşılık, Başkanlık sisteminde başkanın görev süresinin değişmez nitelikte olmasıdır (Atar, 1997: 83). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***