NATO Değişen Enerji Güvenliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NATO Değişen Enerji Güvenliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2017 Cuma

NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası Konumu BÖLÜM 2


 NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası Konumu BÖLÜM 2


NATO’da Enerji Güvenliği Kavramı 

Daha önce belirtildiği üzere, NATO’nun stratejilerine enerji güvenliğinin dâhil olmasının, her ne kadar doğrudan referans verilmemiş olsa da, 1991 Stratejik Konsepti ile başladığı söylenebilir. Yukarıda belirtildiği gibi, 1990’larla beraber ittifak, değişen ve gelişen jeopolitik eğilimlere ve yeni geleneksel olmayan güvenlik tehditlerine karşı daha uyumlu olmaya başlamıştır. 

NATO 6. Stratejik Konseptini kuruluşunun 50. yıldönümünde 1999’da Çek 
Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’nın dâhil olduğu Soğuk Savaş dönemi sonrası ilk genişlemesinden sonra yayınlamıştır. Bu belge, NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönemde yayınladığı ikinci stratejik konsepttir. 1999 Konsepti, 1991 Stratejik Konseptiyle karşılaştırıldığında, güvenlik tanımını sadece savunma kavramını içermeyerek biçimde siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel faktörleri de dikkate alarak genişletmiştir. Bu belgeyle NATO, terörizm, insan haklarını suiistimali, kitle imha silahlarının yayılması, etnik çatışmalar ve ekonomik kırılganlık gibi yeni tehditleri tanımıştır. Bunlara paralel olarak, 
NATO’nun Soğuk Savaş dönemi konseptini değiştirmesiyle beraber bu belge ittifakın öncelikli görevleri olarak 

(1) Güvenlik, 
(2) Müzakere, 
(3) Caydırma ve savunma görevlerinin altını, kriz yönetimi ve ortaklık kavramlarına vurgu yaparak çizmiştir.28 

Daha belirgin olmak gerekirse, bu çalışmanın amaçlarına paralel olarak, bu belgede “İttifakın güvenliği küresel şartları ve çevreyi de değerlendirmelidir. İttifakın güvenliği terörist faaliyetler, sabotaj ve organize suç ve hayati önem taşıyan kaynakların tedarikinde oluşabilecek dalgalanmalar gibi geniş nitelikli riskler tarafından etkilenebilir” denmektedir.29 

Her ne kadar enerji konusuna 1991 yılında olduğu gibi doğrudan atıf yapılmamış olsa da, enerji güvenliği açısından bakıldığında “hayati önem taşıyan kaynakların tedariki” arz güvenliği şeklinde yorumlanabilir. 

NATO’nun tarihine bakıldığında enerji güvenliği konseptine yapılan ilk atıf 2006 
Riga Zirvesi Bildirgesinde görülür. Bu belgede 1999 Stratejik Konseptinde yer alan ve hayati önem taşıyan kaynakların tedariğine atıf yapıldıktan sonra şöyle denilmektedir: Biz enerji altyapısı ile ilgili riskleri değerlendiren ve enerji altyapı güvenliğini öne çıkaran koordineli uluslararası çalışmalarını destekliyoruz... Enerji güvenliği alanında olan en yakın riskleri müzakere etmek... NATO ittifakın güvenlik çıkarlarını muhafaza altına almak ve istenildiği takdirde ulusal ve uluslararası çabalara destek vererek katkıda bulunabilir.30 

Burada vurgulanması gereken nokta, bu zirvenin Rusya’nın Ukrayna topraklarından geçerek Avrupa’ya giden gazın akışını kesmesiyle oluşan 2006 Rusya- Ukrayna gaz krizinin hemen sonrasında yapılmış olmasıdır. Bu kriz ittifakın Avrupalı üyelerini doğrudan etkiledi. Ukrayna’ya akan gazın tamamı durdu. Ukrayna’nın yanı sıra Macaristan Rusya’dan aldığı gazın 

Yüzde 40’ını, Avusturya, Slovakya ve Romanya 
Yüzde 33’ünü, Fransa yüzde 30’unu ve Polonya 
Yüzde 14’ünü kaybetti.31 

Bu aksaklık enerji güvenliği kavramının zirve bildirgesinde yer almasına yol açtı. Bu olay, çalışmanın iki önemli bakış açısını ispatlamaktadır. 

Bunlardan ilki, ittifakın kendini hızla değişen ve gelişen güvenlik tehditlerine uyumlu hale getirmesinin ancak belirleyici bir gelişmeden gerçekleştirebilmesi dir. 
İkincisi ise, NATO’nun daha sonra yaşanabilecek bu tip olayları önleyebilmek ve geleneksel olmayan güvenlik tehditlerine karşı önceden hazır olmak için 
farklı mekanizmalar geliştirmesi gereğidir. 

Kuzey Atlantik Konseyi, Riga Zirvesi sonrasında NATO’nun enerji güvenliği ile ilgili bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor, NATO’nun katkıda bulunabileceği 5 önemli alanı tespit etmiştir. Bunlar sırasıyla; 

(1) Bilgi ve istihbarat paylaşımı, 
(2) İstikrar projelendirmesi, 
(3) Uluslararası ve bölgesel işbirliğinin arttırılması, 
(4) Sonuç yönetiminin desteklenmesi ve 
(5) Kritik enerji altyapısının korunmasının desteklenmesidir.32 

2008 Bükreş Zirvesinde ise, bu rapora atıfta bulunularak, “İttifak enerji güvenliği alanında muhtemel en yakın riskleri müzakere etmeye devam edecektir. ...NATO’nun katkıda bulunma çabaları uluslararası toplumla eşgüdümlü ve iç içedir.”33 denilmekteydi. Bununla beraber, NATO 21. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa-Atlantik alanında ve önemli bölgelerin enerji güvenliğinin sağlanmasında giderek artan bir rol üstlenmeye başlamıştır. Bu zirvenin sonrasında, İstanbul İşbirliği Girişimi (İstanbul Cooperation Initiative- ICI) çatısı altında gerçekleşen ilk etkinlik olarak, NATO ve Katar tarafından enerji güvenliğine odaklanan bir çalıştay düzenlenmiştir. 

NATO Siyasi Olaylar ve Güvenlik Politikalarından Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Büyükelçi Martin Erdmann’ın açış konuşmasında belirttiği gibi, Enerji güvenliği 21. yüzyılda genişleyen güvenlik sorunlarından biridir. ...terörizm, bölgesel çatışmalar ve nükleer çoğalma gibi iyi bilinen sert güvenlik sorunlarının yanında; iklim değişikliği, yiyecek güvenliği ve su kıtlığı gibi yumuşak güvenlik sorunlarına da atıfta bulunurken... Örneğin, terörizm enerji arzımız için önemli bir sorun olabilir ve biz rafinerilere, gemilere ve boru hatlarına saldırılara tanık olduk... Sonuçta, güvenlik doğal bir oluşum değildir. Biz bunun için çalışmalı ve teşvik etmeliyiz. Ve NATO’nun oyuna müdahil olduğu yer burasıdır.34 

Erdmann bu zirvede NATO’nun enerji güvenliği üzerine olan algısının değiştiğini ve yöneltilmiş bir rolü olduğunu açıkça belirmiştir. Bu etkinlik ve girişim 2009 Strasbourg/ Kehl Zirvesinin Bildirgesi’nde de methedilmiştir. 

Ocak 2009’da yaşanan Rusya ve Ukrayna arasındaki ikinci gaz krizinin ana nedeni fiyatlandırmaydı. Sonuçta Rusya Ukrayna ve buradan da Avrupa’ya giden gazı 13 gün süreyle kesti. Bu NATO’nun Doğu Avrupalı üyelerini etkiledi. Yunanistan, Macaristan, Avusturya ve Bulgaristan Rusya’dan gelen gazda yüzde 75’e ulaşan oranlarda kayıp yaşadı. Türkiye, İtalya, Almanya, Polonya ve hatta İspanya gibi ülkeler ise kesintiden yüzde 25 ile 50 arasındaki oranlarda etkilendi.35 

Bu olayın sonucu İttifak’ın konuya yönelik artan ilgisidir. İlgi ve çıkarlar, Strasbourg/ Kehl Zirve Bildirgesinde “istikrarlı ve güvenilir enerji arzı, güzergâhların çeşitlendirilmesi, tedarikçiler ve enerji kaynakları ile enerji ağlarının bağlantısallığı”36 şeklinde yer almıştır. 

NATO’nun 60. yıldönümünü takiben yapılan 2010 Lizbon Zirvesi’nde, İttifak 11 
Eylül saldırıları sonrası dönemde değişen güvenlik ortamına ve 1999’dan beri süregelen genişleme sürecine karşılık vermek için Stratejik Konsept’in en son halini yayınlamıştır. 

Enerji güvenliği kavramı, dolaylı biçimde gündeme gelişinden tam 19 yıl sonrasında, 7. Stratejik Konsept’de İttifak için öncelikli konular arasında doğrudan yer almıştır. Enerji güvenliğinin bağlı olduğu geçiş güzergâhlarının güvenilirliği konusunun artan önemine de işaret edilmiştir. Belgede şu nokta vurgulanmaktaydı: Bazı NATO üyesi ülkelerin enerji üreten ülkelere bağımlılıkları daha da artacak ve bazı durumlarda, enerji ihtiyaçları için dışarıdan gelen enerji arzına ve dağıtım ağlarına bağımlılıkları da olacaktır. Küresel eneri tüketiminin önemli bir oranının taşındığı düşünüldüğünde, enerji arzının artan bir şekilde dalgalanmalara açık olduğu... artan enerji ihtiyacının NATO’yu ilgilendiren ve ileride oluşacak güvenlik ortamını şekillendirecek ve NATO’nun planlamasını ve operasyonlarını önemli biçimde etkileyecektir.37 

Bu belge İttifak’ın “kritik enerji altyapısının ve transit bölge ve hatların korunması, ortaklarla işbirliği ve stratejik değerlendirme ve beklenmedik durum planı temelinde Müttefiklerle müzakereyi de içeren bir şekilde enerji güvenliğine katkıda bulunacak bir kapasite geliştireceğini” de beyan etmektedir.38 
İttifak’ın 21. yüzyılda yaşadığı dönüşüm dönemi ve var olma sebebi arayışı sırasında, küresel olarak enerji ihtiyaçlarının hızla artmasından dolayı enerji güvenliği dünyanın öncelikleri arasına girmiştir. Özellikle, 2006 ve 2009 Rusya ve Ukrayna arasındaki gaz krizlerinden Avrupalı müttefiklerin ciddi bir şekilde etkilenmesi bu konuya olan ilginin artmasına sağlamıştır. Buna ek olarak, enerji altyapılarına karşı yapılan terörist saldırılar ve korsanlık faaliyetleri enerji güvenliğini NATO’nun stratejik hesaplamalarında önemli bir yere getirmiştir. 

NATO’nun Enerji Profili 

Soğuk Savaş dönemi sonrası, dünya küreselleşme, piyasaların açılması, hızla artan endüstriyelleşme ve piyasaların uyumu ile beraber hızla artan enerji talebi yaşamıştır. 1991 yılında, dünyanın birincil enerji tüketimi 8.156 milyon ton eşdeğer petrol (TEP), ancak bu rakam 2010 yılında 12.000 milyon TEP’e çıkmıştır.39 Son 20 yılda, küresel enerji tüketimi yaklaşık olarak yüzde 47 oranında artmıştır. Buna ek olarak, Şekil 1’de gösterildiği gibi 2009 ile 2010 arasındaki talep değişimi ise yüzde 5,6 seviyesinde olmuştur. 




Şekil 1. 

IEA’nın beklentilerine göre 2009 ve 2030 yılları arası küresel enerji talebi yüzde 
40 oranında artacak ve bu artışın yüzde 90’lık kısmını OECD üyesi olmayan ülkeler sağlayacaktır.40 

Bu hızlı artış enerji güvenliği konseptinin tekrar ortaya çıkışındaki önemli 
nedenlerden biridir. Buna ek olarak, hızla artan enerji fiyatları, Çin ve Hindistan gibi OECD üyesi olmayan ülkelerde artan talep, üretici ülkelerdeki çıkar çatışmaları, örneğin Arap Baharı’ndan etkilenen ülkeler ve Nijerya, hızla artan fosil yakıt kullanımı, çevresel kaygılar ve doğal afetler gibi ulusal ve uluslararası sorunlar da artması da katkı da bulunmuştur. 



Şekil 2. NATO’nun Enerji Tüketiminin Dünya Tüketimindeki Yeri 
Kaynak: BP Statistical Review of Energy 


NATO üyesi ülkelerin enerji tüketiminin dünya tüketimindeki yeri düşünüldüğünde NATO bu akımda bir istisna değildir. Şekil 2’de gösterildiği üzere NATO’nun 28 üye ülkesi dünya enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 37’sini tüketirken, bunu yüzde 20 ile Çin, yüzde 6 ile Rusya ve yüzde 4’lük oranlarla Hindistan ve Japonya takip etmektedir. Daha önce aktarıldığı üzere sonuç olarak enerji güvenliği İttifak için en önemli önceliklerden biri olmuştur. 



Şekil 3. NATO üyesi ülkelerin enerjide dışa bağımlılık oranları 
Kaynak: Dünya Bankası İstatistikleri 

Enerji güvenliği perspektifinden bakıldığında İttifak’ı tehdit eden en önemli sorun hızla artan dışa bağımlılık oranlarıdır. Bütün üye ülkeler arasında sadece Norveç, Kanada ve Danimarka (sırasıyla yüzde -563, yüzde -55 ve yüzde -18) dışa bağımlılık oranlarıyla net ihracatçılardır. Estonya, İzlanda, Romanya, Hollanda, Birleşik Krallık, ABD, Çek Cumhuriyeti, Arnavutluk ve Polonya yüzde 30’un altında dışa bağımlık oranıyla kabul edilebilir sınırlar içerisindedir. Almanya, Yunanistan, Türkiye, Belçika, İspanya, Portekiz, İtalya ve Lüksemburg gibi ülkelerin dışa bağımlılığı ise Şekil 3’de gösterildiği gibi yüksek orandadır. 

NATO’nun genel olarak enerjide dışa bağımlılığı, üye ülkelerin Dünya Bankası41 
verileri kullanılarak 2009 yılındaki toplam enerji tüketimleri, toplam enerji ihracatlarına bölerek hesaplanmıştır. Bunun sonucunda NATO’nun enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 25,5’dir. Ancak, Norveç dışarıda bırakıldığında bu oran yüzde 30’a, buna ek olarak Danimarka ve Kanada’yı çıkardığımızda bu oran yüzde 36’ya çıkmaktadır. NATO üyesi 28 ülkenin 21’i Avrupa Birliği (AB) üyesi olduğu düşünüldüğünde, AB’nin enerjide dışa bağımlılığının yüzde 55 ile ABD’nin yüzde 22 oranındaki enerji bağımlılığının üzerinde olduğu belirtilmelidir. Bu oranlar değerlendirildiğinde arz güvenliğinin NATO için ne derecede öncelikli olduğu görülmektedir.

NATO’nun en fazla enerji tüketen ülkeleri, AB üye ülkeleriyle ABD’nin 
oluşturduğu 22 ülkelik bir gruptur. Kalan 6 ülkelik grubun içerisinde, Norveç ve Kanada net ihracatçı, Arnavutluk, Hırvatistan ve İzlanda’yı içeren alt grubun toplam paydada küçük bir yeri bulunmakla beraber, sadece Türkiye net ithalatçı ve muazzam bir enerji tüketicisidir. Sonuç olarak, bu çalışma, AB ve ABD’nin petrol ve doğal gaz ithalatını hangi ülkeden yaptıklarına bakılarak NATO’nun hangi ülkelerden enerji ihtiyaçlarını karşıladığını ortaya çıkarmayı hedeflemekte dir. 



Şekil 4. Avrupa Birliği’nin petrol ithalatının aldığı ülkelere göre dağılımı 
Kaynak: Eurostat (2011) 

AB petrol ihtiyacının yaklaşık yüzde 83’ünü ithal etmektedir. AB’nin mevcut 
halde siyasal ve ekonomik olarak güvenilirliği az olan Rusya, Kuzey Afrika ve Orta Doğu gibi bölgelerdeki petrol rezervlerine erişimi vardır. AB ithal ettiği petrolün yüzde 33’lük oranını Şekil 4’de gösterildiği gibi Rusya’dan gerçekleştirmektedir. Norveç ise güvenilir ve NATO müttefiki bir ortak olarak ikinci sırayı almaktadır. Üretim stratejilerinde tekelci eğilimleri olan OPEC üyesi ülkeler ise AB’nin toplam petrol ithalatından yüzde 40 oranında pay almaktadır.42 



Şekil 5. ABD’nin petrol ithalatının aldığı ülkelere göre dağılımı 
Kaynak: EIA(2011) 

Günümüzde ABD petrol ihtiyacının yaklaşık yüzde 52’sini ithal etmektedir. 
ABD’nin mevcut halde siyasal ve ekonomik olarak güvenilirliği olan Kanada, Meksika ve güvenilirliği az olan Orta Doğu ve Güney Amerika gibi bölgelerdeki petrol rezervlerine erişimi vardır. ABD ithal ettiği petrolün yüzde 21’lik oranını Şekil 5’de gösterildiği gibi güvenilir ve NATO müttefiki ortağı olan Kanada’dan almaktadır. Meksika ise ABD petrol ihracatında ikinci sırayı almaktadır. OPEC üyesi ülkelerinden yaptığı ihracat ise yaklaşık yüzde 50 oranla tehlike arz etmektedir. ABD’nin petrol arzında karşılaştığı sorunlar ve görünüşüne bakıldığında AB üyesi ülkelerle aynı olduğu görülmektedir. 




Şekil 6. AB’nin doğal gaz ithalatının aldığı ülkelere göre dağılımı 
Kaynak: Eurostat (2011)

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..



***

NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası Konumu BÖLÜM 1


NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası Konumu BÖLÜM 1


Mehmet Efe BİRESSELİOĞLU
Yrd. Doç. Dr., İzmir Ekonomi Üniversitesi, Sürdürülebilir Enerji Ana Bilim Dalı 
* Yrd. Doç. Dr. Sürdürülebilir Enerji Ana Bilim Dalı, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İzmir Ekonomi 
Üniversitesi, İzmir. 
E-posta: efe.biresselioglu@ieu.edu.tr 




Bu makaleye atıf için: Biresselioğlu, Mehmet Efe, “NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası Konumu”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 9, Sayı 34 (Yaz 2012), s. 227-252. 

Bu makalenin tüm hakları Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği’ne aittir. Önceden yazılı izin alınmadan hiç bir iletişim, kopyalama ya da yayın sistemi kullanılarak yeniden yayımlanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, satılamaz veya herhangi bir şekilde kamunun ücretli/ücretsiz kullanımına sunulamaz. Akademik ve haber amaçlı kısa alıntılar bu kuralın dışındadır. 
Aksi belirtilmediği sürece Uluslararası İlişkiler’de yayınlanan yazılarda belirtilen fikirler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK Derneğini, editörleri ve diğer yazarları bağlamaz. 
Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği  
Uluslararası İlişkiler Dergisi 
Web: www.uidergisi.com 
E- Posta: bilgi@uidergisi.com 


ÖZET 

Dünya, enerji kıtlığı olasılığının farkına, 1970’lerde gerçekleşen enerji krizinin neticesinde varmıştır. 
Bunun sonucu olarak, “enerji güvenliği” tabiri NATO üyesi devletler başta olmak üzere dünya devletlerinin gündeminde yer almaya başlamıştır. O zamandan beri, ekonomik komite, endüstriyel planlama, terörizmle mücadele planları, petrol arzının güvenliğini sağlama planı ve sivil olağanüstü hal planlaması da göz 
önünde bulundurularak, enerji güvenliği NATO için önemli bir mesele haline gelmiştir. Buna rağmen, enerji güvenliği hususu, tutarlı bir politika ya da kapsamlı bir yaklaşımın bir parçası olmak yerine, yukarıda belirtilen faaliyetlerin bir parçası olmuştur. Fakat Soğuk Savaştan sonra üye ülkelerin sayısındaki artış ve ittifakın dönüşüm süreciyle birlikte güvenlik endişesi geniş bir alana yayılmıştır. Bu değişim enerjiyi de içeren kapsamlı bir güvenlikten daha fazlası olarak algılanmıştır. Artan fiyatlar, artan talep, arz güvenliği, terörizm ve doğal afetlerden meydana gelen teknik aksamaların da etkisi ile enerji güvenliği müttefikler için önemli bir endişe konusu haline gelmiştir. Riga zirvesiyle başlayıp Bükreş, Strasbourg/Kehl ile devam eden ve 2010 yılında Lizbon’daki Stratejik Konsept’le enerji güvenliğinin ittifak için çok önemli bir mesele 
olduğu kabul edilmiştir. Bu makale, NATO’nun yeni enerji güvenliği bakış açısını çağdaş enerji güvenliği anlayışla geliştirerek incelemektedir. Bunun yanında, NATO üyesi olan Türkiye’nin katkısını ve muhtemel etkisini tanımlamakta ve Doğu-Batı enerji koridorunda enerji köprüsü olma amacını da sorgulamaktadır. 

Anahtar Kelimeler: NATO, Enerji Güvenliği, Türkiye 

NATO, 4 Nisan 1949 tarihinde kurulduğunda, Soğuk Savaş dönemi yeni başlamıştı ve planlanan vizyonu İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan problemlerle tehlike altındaydı. Bölünmüş Almanya’nın Batı kısmı Nazi dönemi savaş suçlarının mirası ile karşı karşıya kalmış, Büyük Britanya ve Fransa savaş sonrası yorulmuş ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ise Avrupa’daki yeni savunucu rolü için mücadele vermişti. Avrupa dış tehditlere karşı oldukça savunmasızdı ve en yakın tehdit ise Sovyetler Birliğiydi. Bu nedenlerle, NATO, bütün üyelerinin üzerinde anlaştığı ana prensip olan Kuzey Amerika veya Avrupa’ya yönelik herhangi bir silahlı saldırıya karşı ortak savunma yapılması ana ilkesi etrafında bir kolektif savunma sistemi olarak ortaya çıktı.1 

Soğuk Savaş döneminin güvenlik ortamında, NATO’nun iki ana savunma hedefi, 

(1) Varşova Paktı’ndan NATO üyelerine karşı gelişebilecek herhangi bir düşmanca tavrı engellenmek ve 
(2) Engellenememesi halinde de bu tavra karşılık vermek ve kontrol altına 
almaktı.2 
NATO’nun güvenlik algısı Varşova Paktı’nın genişlemesine karşı şekillenmiştir. 
Diğer yandan, NATO’nun en başından itibaren değişen ve gelişen küresel güvenlik ortamına başarılı politikalarla ve oluşturulan yeni stratejik konseptlerle adapte olduğunun vurgulanması önemlidir. NATO kuruluş aşamasından Soğuk Savaş döneminin sonuna kadar dört adet Stratejik Konsept yayınlamıştır. Bunların ilk ikisi (1949 ve 1952) 
NATO’nun kuruluşu ve Kore Savaşı döneminde, üçüncüsü Almanya’nın NATO’ya 
girmesinden sonra (1957) ve dördüncüsü de Fransa’nın askeri komutadan çekilmesi (1968) ile ortaya çıkmıştır. Belirtildiği üzere, NATO Stratejik Konseptlerini Avrupa veya küresel alandaki önemli değişimlere bağlı olarak değiştirmiş ve geliştirmiştir. Bu konseptlere göre, NATO’nun Soğuk Savaş dönemindeki güvenlik algısı sadece konvansiyonel veya nükleer askeri saldırı, sızma, NATO ve üye ülkelere karşı yapılacak casusluk ve kimyasal silah 
kullanımı gibi geleneksel güvenlik tehditlerini içermektedir.3 Buna karşın, enerji güvenliği gibi geleneksel olmayan bir güvenlik tehdidi, NATO üyesi ülkelerin gündeminde ancak 1970’lerde yaşanan petrol krizleri sonrasında yer almaya başlamıştır. Fakat enerji güvenliği ittifak için hiç bir zaman öncelik olmamış ve sözü geçen ilk dört stratejik konseptte yer almamıştır. Bununla birlikte, ekonomik komite, endüstriyel planlama, terörizmle mücadele planı, petrol arzının güvenliğinin sağlanması ile ilgili savunma planlaması ve sivil savunma 
planlamasının ayrılmaz bir unsuru olmuştur. Bu durum Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile değişmeye başlamıştır. 

NATO, krize paralel olarak, ittifak üyelerine yakıt sağlayan bir boru hattı sistemi 
oluşturmuştur. Günümüzde, bu sistem 5.5 milyon m3 kapasite ve on iki bin kilometre yaklaşan uzunluğu ile 13 üye ülkenin topraklarından geçmektedir.4 

Soğuk Savaş Döneminin Sonlanması ve NATO’nun Değişen Güvenlik Algısı 

Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve ana tehdit unsuru olan Sovyetler Birliği’nin dağılmasının NATO’nun güvenlik algısına doğrudan etkisi vardır.5 Dolayısıyla, NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan sorunlara karşı yeniden organize olması gerekiyordu. NATO, Soğuk Savaş döneminde barışı ve Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliğini sağlama rolünü başarıyla oynamıştı.6 Ancak, düşmanın ve bununla birlikte ittifakın asıl amacının ortadan kalkması NATO’nun meşruluğunun temellerinin sahneden çekilmesini de sağlamıştır.7 NATO, bunun etkisiyle 1991 yılında beşinci Stratejik Konseptini geliştirmiştir. 

Bu belge Sovyet tehdidinin ortadan kalkması, Orta ve Doğu Avrupa’da yer alan 
önceki Sovyet uydularının bağımsızlığı, Almanya’nın birleşmesi ve silah kontrolü açılımları gibi ittifakın güvenlik ortamında gerçekleşen radikal değişiklikleri teyit etmiştir. Ancak, bu yeni dönem beraberinde, tahmin edilemeyen doğası gereği yeni güvenlik risklerini ve sorunlarını da getirmiştir. Bu yeni konsept, Orta ve Doğu Avrupa’daki istikrarsızlıktan doğabilecek olumsuz etkileri de teşhis etmiştir. Bu belge, ekonomik, sosyal ve politik problemlerden oluşabilecek olası etnik çatışma, sınır problemleri ve silahlı çatışmalardan bahsetmektedir.8 Bu nedenle, NATO güvenlik algısını değiştirirken, 

(1) Avrupa güvenlik ortamını dengeleme, 
(2) Transatlantik diyaloğuna alan açma, 
(3) Herhangi bir tehdide karşı savunma ve caydırma ile 
(4) Avrupa’daki barışı ve stratejik dengeyi koruma gibi amaçlarını değiştirmemiş tir.9 

Bu Stratejik Konsept öncekilerden farklı olarak geleneksel olmayan güvenlik 
tehditlerden bahsedilen ve enerji güvenliği ile diğer geleneksel olmayan güvenlik tehditlerini teşhis eden ilk konsepttir. Bu belgede, “İttifakın güvenlik çıkarlarının, kitle imha silahlarının çoğalması, hayati önem taşıyan kaynakların tedarikinde oluşabilecek dalgalanmalar, terörizm ve sabotaj maksatlı faaliyetleri de içeren geniş nitelikli riskler”10 tarafından etkilenebileceğinden bahsedilmiştir. Ayrıca “enerji” terimi belgede yer almamakla birlikte, güvenlik perspektifinden bakıldığında, hayati önem taşıyan kaynaklar ile doğrudan enerjiye ve dolayısıyla enerji güvenliğine atıfta bulunulmaktadır. Bu çalışmanın amacı, enerji güvenliğinin ittifak için artan önemini, NATO’nun değişen enerji güvenliği algısı ve modern enerji güvenliği yaklaşımını çerçevesinde ortaya koymak ve analiz etmektir. Çalışmada NATO’nun yeni algısına, Doğu-Batı enerji koridorunda enerji köprüsü olarak adlandırılan Türkiye’nin olası katkı ve etkileri de tartışılmaktadır. Türkiye’nin Büyük Hazar bölgesi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yer alan enerji üreticisi alanlara olan yakınlığının yarattığı coğrafi konum Türkiye’nin bir enerji köprüsü olmasına imkân vermektedir. 

Gelişen Enerji Güvenliği Algısı 

Her ne kadar Churchill’in Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz filosunun güç kaynağını kömür yerine petrolle değiştirmesi enerjiyi, güvenlik stratejilerinin merkezine konumlandırmış olsa da11, bu konudaki tartışmalar ekonomik veya siyasi kavramlardan ziyade askeri alanda yapılmıştır. Buna ilave olarak, 1970’lerdeki petrol krizleriyle beraber, enerji güvenliği kavramı uluslararası ilişkiler açısından da önemli bir konu haline gelmiştir. Ancak bu defa, sadece askeri kavramlarla değil, ekonomik ve siyasi kavramlarla da ilişkilendirilmiştir. 

Bu dönemde, uluslararası ilişkiler ve güvenlik çalışmalarındaki ulusalcı, gerçekçi 
ve yeni liberal fikirler dikkate alınarak, enerji ile hem ulusal hem de uluslararası güvenlik arasındaki ilişki üzerine akademik tartışmalar yapılmaktadır.12 Enerji güvenliği, bir ülkenin uygun fiyatlarla yeterli enerji arzını yüksek oranlarda sağlaması şeklinde ifade edilmiştir.13 

1980’lerin erken dönemlerinde, bu konudaki uluslararası ihtilafların enerji ithalatçısı ülkelerin kendi toprakları dışında bulunan enerji kaynaklarına ulaşma sorunlarından kaynaklandığı düşünülmüştür.14 Carter Doktrini, ulusal ve küresel ekonomide petrolün ekonomik refah için taşıdığı öneme atıfla erişebilirliği temin etmek amacıyla güç kullanımını haklı çıkarmaktadır.15 Bu iddianın, enerji ithalatçısı ülkelerin petrol fiyatının kriz döneminde dört katına çıkması ve petrol arzında güvenilirlik ve yeterli miktar kaygıları ile birlikte doğru olduğu kabul edilebilir. Bununla beraber, enerji güvenliği ulusal güvenliği doğrudan ilgilendiren önemli bir unsuru haline gelmiştir.16 

Petrol fiyatlarının tabana vurmasına kadar geçen sürede yayınlanan temel eserler enerji, siyasal değişim ve çatışma davranışı ekseninde artan enerji fiyatlarının ulusal ve uluslararası etkileri üzerinedir. Bir diğer kaygı ise askeridir. Bu kaygı, sadece ulusal güvenlik tanımının içerdiği ulusal savunma ile ilgili değil, askeri gücün temelini oluşturan ekonomik güç ile de ilgilidir.17 Soğuk Savaş dönemindeki ana kaygı, nükleer silahların çoğalmasının neden olacağı enerji tedarikinde ki dalğalanmalardı ve bazı akademisyenler kalıcı bir enerji 
güvenliğinin sağlanması için kendi kendine yeterliliği önermişlerdi.18 Modern enerji güvenliği perspektifinden bakıldığında, ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılık nedeniyle bu önerinin bu önerinin uygulanabilmesi mümkün değildi.19 

Bir bütün olarak ele alındığında, 1970’lerdeki petrol krizleri küresel ekonomiye 
zarar vermişti. Sonuç olarak, 1974’de Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) üyeleri Uluslararası Enerji Ajansı’nı (International Energy Agency-IEA) kurdular. Üye ülkeler IEA aracılığıyla artan ithal enerji bağımlılığı sorununu gündemlerine almış oldular. Amaçları yerel petrol üretimini arttırmak, enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ve enerji verimliliğini arttırmak olarak tanımlanmıştı. Alınan önemler doğrudan OECD’nin net enerji ithalatını etkileyerek talebin yüzde 50 oranında azalmasını sağladı. Azalan talep ve üretici ülkelerin artan petrol üretimi arz fazlasına yol açtı ve petrol fiyatları 1986’da 
dibe vurdu. 

Düşük fiyat dönemi, 1980’lerin başından 1990’ların ilk yıllarına kadar 
akademisyenlerin ve hükümetlerin enerji güvenliğine karşı ilgisini azaltmıştır. Düşük petrol fiyatlarına ek olarak, Soğuk Savaş döneminin bitişi ve bunun piyasaların bütünleşmesine olumlu katkısı, küreselleşme, yeni pazarların açılması, mevcut piyasaların yapılanması ve enerji sektöründe oluşan düşük yatırım oranları da bu eğilime katkıda bulunmuştur. Sonuç olarak, enerji güvenliğinin ulusal güvenlik planlaması, güvenlik çalışmaları ve uluslararası 
ilişkilerdeki önceliği 1970’ler ve 1980’lerle karşılaştırıldığında azalmıştır. Buna karşın, Körfez Savaşı, Asya ekonomik krizi ve azalan petrol arzı ile yükselen fiyatlar ilgilinin 1990’ların sonu itibariyle tekrar artmasını sağlamıştır. 

Modern Enerji Güvenliği Düşüncesi 

Enerji güvenliği kavramı 1990’ların sonunda hükümetlerin gündeminde yer bulmaya başladı. 11 Eylül saldırıları, ABD’nin Afganistan’a girmesi ve Irak Savaşı enerji güvenliğine olan ilgiyi körükledi. Ancak, enerji güvenliği artık sadece uluslar arasındaki geleneksel tehditler ve fiyatlarla ilişkili değil. Yergin’in de belirttiği üzere, terörizm tehdidi, ihracatçı ülkelerde oluşan istikrarsızlık, üretici ülkelerde oluşan ulusalcı tepkiler, arzda oluşabilecek dalgalanmalara karşı korku, jeopolitik fikir ayrılıkları ve ülkelerin ekonomik büyümesi için gereken enerji ihtiyacı kavramın kapsamını genişletmiştir.20 Bunların arasında terörizm, 11 
Eylül saldırıları sonrasında enerji güvenliği kapsamında en önemli tehdit haline gelmiştir. 

Artan devlet ilgisi ve küresel karşı karşıya gelmeler akademik ilginin tekrar 
artmasına katkıda bulunmuştur.1990’ların sonları ve 2000’lerin başlarındaki dönemde, enerji güvenliğine karşı olan tutum önemli ölçüde değişmemiştir. Akademik tartışmalarda enerji konularının siyasallaşması ile rekabet ve arz güvenliği konuları odak noktasında yer almışlardır.21 Enerji güvenliğinin tanımı belirsizdir ve ortak bir tutum ortaya konamamıştır. Diğer taraftan, bazıları uygun fiyatla güvenilir ve yeterli miktarda enerji arzı gibi ekonomik konulara odaklanırken,22 diğerleri ulusların dış politik tepkileri gibi siyasal ve askeri konulara odaklanmıştır.23 Çoğu tanım, “y ülkesinden x oranında ithal 
ediyoruz” veya “enerji kullanımımızda z oranda dışarıya bağlıyız” gibi ifadeler içermiştir.24 

Ancak belirtmek gerekir ki, bu tanımlar zamanında kabul edilebilir olsalar da, günümüzün modern tehditleri olan iklim değişikliği, küresel ısınma, korsanlık, terörizm ve teknolojik gelişimi içermemektedir. 

Bu çalışma tam olarak bu sebepten enerji güvenliğinin modern tanımlamasında 
ekonomik, jeopolitik, askeri ve çevresel konuları içermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çevresel konuların öneminin enerji güvenliği matrisinde artmasıyla birlikte, iklim değişikliği ve küresel ısınmanın potansiyel etkileri ve karbon salınımlarını kontrol altına almak gibi yeni konular ve yeni stratejiler de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bağlamda, Kyoto Protokolü dünyada iklim değişikliği ve karbon salınımlarının etkileri üzerine olan farkındalığı arttırsa da tek başına yeterli değildir. Kaldı ki, Kyoto Protokolü dönemi sonrası için yapılması gereken düzenlemeler hala yapılmamıştır. Bunlara göre, yeterli bir tanım, bu kaygılarla beraber daha önce sözü geçen geleneksel olmayan güvenlik tehditlerini de içermelidir. Kavramın geniş tanımı, “nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek enerjiyi sağlamak ve gelişme hedeflerine mutlak katkıda bulunacak şekilde, ulusal ve bölgesel şartlara bağlı olarak, ithalat azaltmayı ve enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gibi arz güvenliği kaygılarını”25 içermelidir. Bu çalışmanın perspektifinden bakıldığında, bu geniş tanım modern enerji güvenliğini açıklamak için yeterlidir. Yukarıda yer verilen tanımlarla beraber bir bütün olarak ele alındığında, bu çalışma enerji güvenliği konseptinin bütün enerji tedarik zincirini ve altyapısını koruyacak şekilde geliştirilmesi gerektiğini kanıtlamaktadır.26 Halen, çeşitlendirme kavramı enerji güvenliği konseptinin en çok tartışılan temel taşlarından biri olmakla birlikte, bu çalışma, 
çeşitlendirme kavramını NATO’nun enerji güvenliği durumunu değerlendirirken çıkış noktası olarak alacaktır. Buna ek olarak, bu çalışma NATO’nun değişen enerji güvenliği algısını ve Türkiye’nin olası konumunu ve katkısını değerlendirirken 

(1) Arz güvenliği, 
(2) Arz güvenilirliği ve 
(3) Altyapı ve personelin fiziksel güvenliğine odaklanacaktır.27 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***